Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Takîyüddîn ve İstanbul Gözlemevi (Rasathanesi)

0 17.482

Yrd. Doç. Dr. Yavuz UNAT

Onaltıncı yüzyılın ikinci yarısında, III. Murat Dönemi’nde İstanbul’da Tophane sırtlarında XVI. yüzyılda Takîyüddîn tarafından İstanbul’da kurulan gözlemevinin Osmanlı bilim tarihinde önemli bir yeri vardır.

Takîyüddîn, 16. yüzyıl Osmanlı biliminin en önemli bilginlerindendir. 1521 yılında Şam’da doğmuş, Mısır ve Şam’da çeşitli bilim adamlarından hadis, tefsir ve fıkıh gibi konularda dersler almıştır.

Takîyüddîn babasıyla İstanbul’a ilk gelişlerinde bazı önemli bilimsel toplantılara katılmıştı. Bu toplantılara katılanlar arasında Semerkand Gözlemevi’nin kurucularından Kutbettin Efendi ve oğlu Muhammet Efendi de bulunmaktaydı.

Bu kişiler Takîyüddîn’in astronomiye meraklı olduğunu görerek onu bu mesleğe doğru yönlendirmeye gayret etmişler ve Kutbettin Efendi, Ali Kuşçu’dan devraldığı ve muhtemelen Semerkand kütüphanelerine ait olan matematik ve astronomi ile ilgili bütün kitapları kendisine teslim etmiştir (1553). Böylece Takîyüddîn ilk bilgilerini buradan almış ve önemli matematik ve astronomi eserlerini inceleme fırsat bulmuştur. Takîyüddîn, ekonomik nedenlerden dolayı yargı yolunu seçip Mısır’a giderek yargı görevinde bulunduktan sonra tekrar İstanbul’a gelmiş ve artık buradan ayrılamamıştır.

İstanbul Gözlemevi’nin Kuruluşu

Takîyüddîn İstanbul’da bir gözlemevi kurmayı arzu etmekteydi. İstanbul’a gelir gelmez bu arzusunu gerçekleştirmek üzere dönemin önemli bilginleriyle temasa geçti. 1571’de Müneccimbaşı Mustafa Çelebi ölünce yerine Müneccimbaşılığa (baş astrolog) atandı. Vezir Sokullu Mehmet Paşa ve Takîyüddîn’i himayesi altına alan Hoca Saadettin, Takîyüddîn’in gözlemevi kurma isteği ile ilgilendiler ve onu desteklediler. Bunun üzerine Takîyüddîn, kullanılan Uluğ Bey Zîc’inin gününü doldurduğunu, günün ihtiyaçlarına uygun olmadığını ve yeni gözlemler ışığı altında yeni tablolar oluşturulmasının gerekliliğini açıklayan bir layiha hazırladı. Bu raporla birlikte Padişah’ın huzuruna çıkan Hoca Saadettin ve Sokullu Mehmet Paşa, III. Murad’ı Takîyüddîn’in yönetimi altında bir gözlemevi kurulması konusunda ikna ettiler ve Takîyüddîn Padişah tarafından Padişah’ın adıyla anılacak bir zîc hazırlamakla görevlendirildi (1575). Takîyüddîn bu olayı şöyle ifade etmektedir;

“Ondan sonra Padişah sarayının eşiğine yüz sürüldüğünde, Mehmet Paşa, bendelerini, Padişah’ın yüce ismiyle anılacak yeni bir zîc düzenlemekle görevlendirip ulu Hakan tarafından verilen yüce emri gösterince, sözü edilen husus, mutlak bir şeref ve belki Hakk’ın mutlak bir lütfu sayılıp Mısır diyarında bulunan emlâk ile mal ve mülk kaynaklarından tamamen feragat etmeye ve Devlet adına söz konusu hizmeti gerçekleştirmeye…”[1]

Gözlemevini kuruluş tarihi hakkında uyuşmazlıklar vardır. Atâi, Zeyl-i Şakaik-i Atâî adlı eserinde gözlemevinin kuruluş tarihini 1579 olarak vermekle birlikte bu tarihin yanlış olduğu konusunda bilim tarihçileri hemfikirdirler. Çeşitli Osmanlı kaynaklarında da aynı tarih verilmektedir. Prof. Dr. Sevim Tekeli, Atâi’nin bir tarih hatası yapmış olduğundan söz etmektedir. Zira Atâi, gözlemevinin kuruluşunu Sultan Murad’ın saltanat başlarına rastladığını bildirmekte, ancak gözlemevinin kuruluşu için verdiği tarihle bu sözü birbirini tutmamaktadır.[2]

Gerçekte gözlemevinin kuruluş tarihi bu tarihten daha eskilere gitmektedir. Onuncu Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı adlı eserinde Ahmed Refik, 20 Nisan 1578 tarihli bir fermandan bahseder. Bu ferman şöyledir:

“İstanbul kadısına hüküm ki, müteveffa Lütfullah’ın vakfı olan müneccim kitapları mahmiyey-i mezburade Mimar Sinan Mahallesi’nin imamı ve müezzini ellerinde olduğu ilâmolunmağın alınıp rasathaneye verilmek emredüp buyurdum ki, vadıkta tehir etmeyüp müteveffay-i mezbûrun nücumuna ve ilm-i heyete ve hendeseye müteallik olan kitapları eğer mezkûrun ellerindedir ve eğer ahardadır her kimde ise getirip dahi bilfiil rasad hizmetinde bulunan Mevlânâ Takîyüddîn’e cümlesin teslim ettiresin fî 12 Safer 986.”[3]

Buradan anlaşıldığına göre, gözlemevi 1578’de faaliyette olmalıdır.

Gerlah, Türkisches Tagesbuch adlı hatıratında, gözlemevi aletlerinin yapılışının 1577’de başladığını bildirir. Tarih-i Ebu’l-Faruk’tan öğrendiğimize göreyse, gözlemevi 1577 kuyruklu yıldızı ve 1578 veba salgınından önce kurulmuş olmalıdır.[4]

Yine, 6 Haziran 1575 tarihli belgeden gözlemevinin 1575’de kurulmuş, ancak inşa faaliyetlerinin henüz tamamlanmamış olduğu anlaşılmaktadır. Zira bu belgede, gözlemevi binasının yeterli sayıda odalara sahip olmadığı ve yeni odaların eklenmesi gerektiği yazılıdır.[5]

Alâüddin Mansur’un şiirlerinde gözlemevinin faaliyetlerinin 1577 yılında başladığı anlaşılmaktadır. Alâüddin Mansur, şiirinin 106. beytinde şöyle der;

“Gerek ilk önemde ve gerekse geri plândaki bütün hazırlıklariyle, Takîyüddîn, rasatlarına dokuz yüz seksen beş yılında[6] başladı.”[7]

O halde, gözlemevinin inşası ve aletlerin yapımı 1577’de bitmiş ve tam tempoyla çalışmalar aynı yıl (1577) başlamış olmalıdır.

Kaynaklara göre gözlemevinin kurulması için hükümetin tahsis ettiği masraf on bin altındır. Bu o dönemde büyük bir miktardır; ancak Merâga ve Semerkand gözlemevlerinin masrafları göz önüne alındığında oldukça düşüktür. Takîyüddîn’e bu iş için senelik üç bin altın tahsis edilmiş olduğunu da belirtmek gerekir.

Gözlemevinin yerleşim yeri için İstanbul’da Avrupa yakasında bulunan yüksek bir yer olan Tophane sırtlarındaki bir bölge seçilir. Fatin Gökmen, bu yerin neresi olduğunun bilinmediğini, gözlemevinin Galata Saray Mektebi’nin bulunduğu mevki civarında olmasının muhtemel olduğunu söyler.[8] Gözlemevinin yeri, kimi kaynaklara göre Galata Kulesi’nde ve Galata Sarayı’ndadır. Atâi’ye göre ise Galata Dağı’nın tepesindedir. Gerlah, gözlemevinin yerinin Beyoğlu’nda Andreas Gritt’in evinin yakınında olduğunu söyler. Ancak bu konuda en doğru bilgi Âlât-ı Rasadiye li Zîc-i Şehinşahiye’de yer almaktadır. Buna göre gözlemevi Galata’da Tophane’de kurulmuştur.[9]

Gözlemevinin Yıkılışı

Gözlemevinin ömrü kısa sürmüş ve Ocak 1580’de yıktırılmıştır. 1577 senesinin Kasım ayında, İstanbul semalarında ünlü 1577 kuyruklu yıldızı gözlemlenmiştir. Takîyüddîn kuyruklu yıldız gözlemi vesilesiyle Sultan Murad’a ait kehanetlerde bulunmuş ve bu olayı iyi haberler müjdeleyicisi olarak yorumlayarak İranlılara karşı Türk kuvvetlerinin başarılı olacağını söylemiştir.[10]

Ancak, bu gözlemin ardından İstanbul’da 1578’de bir veba salgını baş göstermiştir. Veba salgınıyla birlikte gözlemevine karşı olumsuz bir tavır oluşmaya başlamış ve saraydakiler bu fırsattan yararlanarak, bir gözlemevinin kurulduğu her yerde felâketlerin birbirini kovaladığını, Uluğ Bey’in ölümünü de örnek göstererek kanıtlamaya çalışmışlardır. Devrin Şeyhülislamı Ahmed Şemseddin Efendi Padişah’a bir rapor sunmuş ve bu raporunda gözlem yapmanın uğursuz, feleklerin esrar perdesine küstahça öğrenmeye cüret edenin akıbetinin mahrum olduğunu ve eğer bir memlekette zîc hazırlanacak olursa o memleket mamur iken harap ve devletin binaları deprem ile toprak olacağını bildirmiştir.

Bunun üzerine Kaptan-ı Deryâ Kılıç Ali Paşa’ya bir Hatt-ı Hümayun gönderilmiş, Kılıç Ali Paşa Güneş’in gölgesinin yüksekliği ve yıldızların gözlemlenmesi için hazırlanan halatı kesmiş, derin kuyuyu taş ile doldurmuş ve gözlemevini yıkmıştır.[11] Muhtemelen Takîyüddîn, Hoca Saadettin Efendi sayesinde hayatını kurtarmış ve iki sene sonra da vefat etmiştir.

Tarih-i Ebu’l-Faruk’ta gözlemevinin yıkılışı şu şekilde aktarılmaktadır;

“Biraz evvel kuyruklu yıldız çıkmış idi. 986’da (1578) vebâ zuhur etti. Pek çok adam kırıldı. Mihrimah Sultan, Şeyhülislam Hamid Efendi ve Piyâle Paşa bunların meyanında idi. Halkta şikayet çoğaldı. Saraydaki mühtediler bundan istifade ettiler. Hoca Saadettin Efendi’nin delaleti ile Tophâne’de bir rasathane kurulmuş idi. Padişahın da nücuma meyl ve merakı vardı. Gündüz bile ecram-ı semaviyenin seyrinde medar olmak üzere derin kuyu içine aletler yerleştirilmiş idi. İlm-i nücuma vukufda teferrüd eden Takîyüddîn Efendi’yi Mısır’dan celb ettiler. 3000 altın senevi tahsisat ile rasathaneye müdür oldu. Bir Yahudi müneccimini de muavin verdiler. Mühtediler bu rasathaneyi vesile-i tezvir ittihaz ettiler. Her nerede böyle bir rasathane inşa olundu ise neticesinde felaket vaki olduğunu güya emsâl-i tarihiyye ile ispat etmeye kalkıştılar. Kuyruklu yıldızın, vebânın bunun mukaddimatı olduğunu iddia ettiler. Padişah korktu. Rasathanenin yıkılıp mahvedilmesini emretti. Rasathane Saadettin Efendi ile padişahın arzu ve tensibleri semeresi idi. Aleyhinde sarayda çevrilen entrikaya hedef dahi Saadettin Saadettin Efendi idi. Çünkü bu ağalar ile kalfalar, belki daha büyük harem-i hümayun erkânı Saadettin Hoca’nın padişah üzerinde icra ettiği nüfuzu çekemiyorlardı. Lakin Saadettin Hoca’nın aleyhinde çevrilen bu dolap dahi akibet Sokullu’nun aleyhine döndü…”[12]

Gözlemevinin Yapısı

Gözlemevinin büyüklüğü konusunda tam bir bilgimiz yoktur. Ancak İstanbul Gözlemevi, astronomlar ve idari personel için çalışma odaları ve kalacağı yerler içeren özenle yapılmış bir bina idi. Ayrıca bir de kütüphanesi bulunmaktaydı. Bu kütüphanede, yakın zamanlarda ölen bir kişinin özel koleksiyonu yer almaktaydı.

Kaynaklara göre binanın yanında “Küçük Gözlemevi” olarak adlandırılan bir bina daha bulunmaktadır. Muhtemelen bu bina, taşınabilen gözlem araçlarının toplandığı bir yerdi. Resim 1’de bu küçük yapı ve içinde çalışanları görülmektedir. Yapı, üzerinde kiremitli çatısıyla tek bir odadan ibarettir. Resmin sağ tarafında, içerisinde kitaplar bulunan raflı bir kitaplık yer almaktadır. Bunun önünde, üzerinde çeşitli astronomik aletlerin bulunduğu uzun bir masa vardır. Resimde on altı kişi görülmektedir. Sol tarafta bir kişi, üzerinde bir kumpasın bulunduğu bir masa yanında, kağıt üzerine bir şeyler çizmektedir. Diğerleri ise, çeşitli aletlerle astronomik çalışmalar yapmaktadırlar. Resimde görülen astronomik araçlar arasında kuadrant ve usturlab bulunmaktadır.

Kimi kaynaklara göre Gözlemevi’nin bir de gözlem kuyusu (ya da gözlem kulesi) bulunmaktadır. Gerlach’a göre gözlemevi inşa edilirken Galata üzerinde Venedikli Andreas Gritt’in evinin bulunduğu civarda bir kule ve onun altına birkaç kulaç derinliğinde bir kuyu kazılmıştır.[13] Yine Evliya Çelebi Tophane sırtlarında Sansonhane yakınlarında, Ali Kuşçu tarafından bir “müneccim kuyusu” kazıldığını ve bu kuyunun IV. Murad zamanında Müftü Yahya Efendi’nin fetvasıyla doldurulduğunu anlatır.[14] Gerçekte müneccim kuyusu meselesi halk arasında bir efsane olarak yaşamış ve zamanla en meşhur astronom olarak Ali Kuşçu bilindiği için Ali Kuşçu’ya mal edilmiştir.[15] İstanbul Gözlemevi’nde böyle bir kuyu yoktur. Ancak şunu da söylemek gerekir ki, böyle bir kuyu Takîyüddîn tarafından Kahire’de iken kullanılmıştır. Onun Kahire’de gözlem amacıyla kullandığı bu kuyu yaklaşık 25-35 metre derinliğindeydi ve kuyuya inmek için bir de merdiven bulunmaktaydı.[16]

Gözlemevinde Çalışan Personel

Elimizdeki mevcut bilgilere dayanarak gözlemevinde çalışan personel sayını tespit etmek olanaksızdır. Ancak bazı belgelerde, burada çalışan kişilerin adları ve görevleri yer almaktadır. Tarih-i Ebu’l-Faruk’ta, Takîyüddîn’in yanında Yahudi bir müneccimin görev aldığı yazılıdır. Yine İsmet Miroğlu’nun Başbakanlık Arşivi’nde bulduğu belgeler bu konuya açıklık getirmektedir. 9 Ağustos 1579 tarihli bir belgede şunlar yazmaktadır:

“Rasadhanede beş akçe ile halife olan Alyon adındaki nâm zimmi mürd olub yeri mahlûl olmağın Yani nâm zimmi üstad dülger olub muhildir deyu bildirmeğin beş akçe ile duyuruldu.”[17]

Şehinşâhnâme’den öğrendiğimize göre, gözlemevinde Takîyüddîn ile birlikte on beş kişi çalışmaktaydı. Bunlar arasında ikinci rasıd, üçüncü rasıd, kâtip ve rasıdlara hizmet eden bir kişi de yer almaktadır.[18] Buradan alınan resimden gözlemevinin çalışanları net bir biçimde görülmektedir (Resim1). Resmin en üst kısmında altı kişi bulunmaktadır. Sağda iki kişi bir usturlabı incelemektedir. Bunlardan sağdaki Takîyüddîn’dir. Takîyüddîn’in arkasında bulunan ve el pençe divan duran kişi muhtemelen müstahdemlerden biridir. Diğer üç kişiden en sağda olanı, rub’u tahtasıyla irtifa (yükseklik) almakta, ortadaki önündeki kağıda pergelle bir şeyler çizmekte, solda olanı ise iki delikli araç ile gözlem yapmaktadır. Resmin ortasında beş kişi bulunmaktadır. Soldan itibaren sırasıyla, iki gözlemci uzun, dereceli bir sehpayı tanzim etmekte, ortadaki bir şeyler kaydetmekte, dördüncüsü rub’u tahtasını incelemekte, sonuncusu ise elindeki bir kitabı okumaktadır. Resmin ön tarafında ise beş kişi görünmektedir. Soldaki üç kişiden ikisinin önlerinde bir yazı masası bulunmakta, ayakta duran üçüncüsü ise bir kitap okumaktadır. Dördüncü kişi bir Yerküre yakında bulunmaktadır. Yerkürede, Asya, Afrika ve Avrupa görünmektedir. En sağda olanı ise elinde bir cetvel tutmaktadır.[19]

Takîyüddîn, burada çalışmış olan Yahudi bir astronomdan da süz eder. Bu kişi Salonica’da doğmuş olan Dâvud el-Riyâzî’dir.[20] Takîyüddîn’den öğrendiğimize göre 1577/1578 yılında olan ancak havanın bulutlu olması nedeniyle İstanbul’dan gözlemlenemeyen bir tutulmayla ilgili olarak ondan bilgi almıştır. Dâvud el-Riyâzî, muhtemelen 1577-1578 yılında (ya da bu yıllardan sonra) gözlemevinin kadrosuna dahil olmuştur.[21] Sayılı, birkaç Avrupalı kaynağın, Takîyüddîn aleyhinde bir tutum sergileyerek Dâvud el-Riyâzî’nin gözlemevinin gizli yöneticisi olduğu gibi yanlı44ş bir tutum içerisine girdiklerini söyler.[22]

Dâvud el-Riyâzî hakkındaki bilgiler üç kaynağa dayanmaktadır. Bunlardan ilki, Takîyüddîn’in Sidret el-Müntehâ’sı, diğeri de el-Hafâcî olarak tanınan Ahmed b. Muhammed İbn ‘Ömer’in (ölümü 1659) Habâya el-Zevâyâ ve Reyhânet el-Elibbâ’sıdır. Sidret el-Müntehâ’da Takîyüddîn, üç Güneş tutulması gözleminden bahsederken üçüncü tutulmanın bulutlar nedeniyle gözlemlenemediğinden ve bu nedenle de Kahire’deki arkadaşları ile Selânik’te bulunan Dâvud el-Riyâzî’den bilgi aldığını söyler. Habâya el-Zevâyâ’da el-Hafâcî, Selânik’te Koca Dâvud olarak tanınan Yahudi bir hahamla görüştüğünü ve ondan dersler aldığını bildirir. Reyhânet el-Elibbâ adlı kitabında ise el-Hafâcî, İstanbul’da pek çok değerli hocalarla dolu olduğundan bahseder ve bunların arasında da el-Hibr Dâvud’un adını verir. Ona göre el-Hibr Dâvud ya da Koca Davud, zamanında benzeri görülmeyen bir şahsiyettir. Ancak Habâya el-Zevâyâ’da el-Hafâcî’nin yazdığına göre, Takîyüddîn kendisine, Koca Dâvud’un Almagest’i iyi bilmediğini söylemiştir. Yine El-Hafâcî’nin bu eserinden, Takîyüddîn ile Koca Dâvud arasında bir anlaşmazlık bulunduğunu öğrenmekteyiz.

Gözlemevi’nde Kullanılan Araçlar

Bu gözlemevinde 16. yüzyılın en mükemmel gözlem araçları inşa edilmiştir. Yapılan araştırmalar bu gözlemevinde inşa edilen gözlem araçları ile Tycho Brahe’nin (1546-1601) Danimarka Kralı Frederic Il’nin himayesinde Hven’de 1576 yılında inşasına başlanan gözlemevindeki gözlem araçları arasında tam bir paralelizm olduğunu göstermiştir.[23]

Takîyüddîn İstanbul Gözlemevi’nde önemli gözlem aletleri yapmış ve kullanmıştır. Gözlemevinde kullanılan bu aletlere ilişkin üç önemli kaynak vardır:

  1. Meçhul bir yazar tarafından kaleme alınan ve İstanbul Gözlemevi’nin aletlerinin tasvirini veren ‘Âlât-ı Rasadiye li Zîc-i Şehinşahiye[24] adlı risâle.[25]
  2. Takîyüddîn’in Sidret el-Müntehâ[26] adlı eseri.[27]
  3. Alâüddin Mansur’un İstanbul Gözlemevi hakkındaki şiirleri (Şehinşâhnâme).[28]

Ayrıca, Sayın Prof. Dr. Sevim Tekeli, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde 1956 yılında Nasirüddin, Takiyüddin ve Tycho Brahe’nin Rasat Aletlerinin Mukayesesi adıyla Doktora Tezini vermiş ve bu tezin önemli bir bölümünü yayımlamıştır.[29]

Bu kaynaklara göre İstanbul Gözlemevi’nde şu araçlar kullanılmıştır:

  1. Zât el-Halâk (Halkalı Araç, Armillary Sphere);
  2. Zât el-Şu’beteyn (Cetvelli Araç, Turquetum);
  3. Zât el-Sakbeteyn (İki Delikli Araç, Dioptra);
  4. Duvar Kadranı (Libne, Mural Quadrant);
  5. İtidal Halkası (Halka el-Üstüva, Ekinoktial Armil);
  6. Zât el-Evtar (Kirişli Araç);
  7. Zât el-Semt ve’l-İrtifâ (Azimut Yarım Halkası, Azimuthal Semicircle);
  8. Rub-ı Mıstara (Tahta Kadran, Cetvelli Kadran, Rub-ı Deffe);
  9. Müşebbehe bi’l Monâtık
  10. Zât el-Ceyb
  11. Saatler
  12. Sindî Cetveli

1. Zât el-Halâk (Halkalı Araç, Armillary Sphere)

Gök cisimlerinin enlem ve boylamlarının bulunmasında kullanılan bu alet yüzyıllarca gözlemevlerinin en belli başlı aleti olmuştur; ilk tasviri, “Usturlab” adı ile Batlamyus’un (M.S. 150 yılları) Almagest adlı kitabında verilir. Batlamyus’un bu aleti altı halkadan oluşur (Şekil 1).

  1. Ekliptik halkası (A).
  2. Kutuplar halkası (B).
  3. Büyük boylam halkası (C).
  4. Küçük boylam halkası (D).
  5. Enlem halkası (E).
  6. Meridyen halkası (F).

Ekliptik halkası Güneş’in üzerinde dolandığı daire, yani Güneş’in yörüngesidir. Kutuplar halkası ekliptiğe diktir ve ekliptiğin kutupları istikametinde, içbükey ve dışbükey kısımlarından çıkıntı yapacak şekilde eksenle tespit edilir. Bu eksenin dış kısmında büyük boylam halkası, iç kısmına da küçük boylam halkası takılır. Böylece bu iki halka, ekliptiğin kutupları üzerinde ve boylam istikametinde hareket ederler. Küçük boylam halkası içerisine, hareketli bir enlem halkası takılır. Bu halkanın çapı istikametinde karşılıklı iki hedefesi ve bu hedefelere tespit edilmiş, taksimat üzerinde hareket eden iki müşiri vardır. Kutuplar halkasının ekvatorun kutuplarını temsil eden (P, Pı noktaları) kısımlarına sadece dışbükey kısımlarında çıkıntı yapan iki eksen yerleştirilir ve bu eksenlere de meridyen halkası geçirilir. Alet ile gözleme gelince; Güneş ve Ay (ya da herhangi bir gök cismi) ufuk üzerindeyken, büyük boylam halkası Güneş’in o andaki ekliptik derecesine getirilir. Ekliptikle ile büyük boylam halkasının kesişme noktası Güneş’e doğru çevrilir. Böylece ekliptik o andaki konumunu almış olur. Sonra, küçük boylam halkası, gözlemi yapılacak gök cismine çevrilir ve enlem halkasındaki hedefelerden gök cismi görülünceye kadar hareket ettirilir. Küçük boylam halkasının ekliptiği kestiği nokta gök cisminin boylamını, enlem halkasındaki müşirin gösterdiği taksimat da enlemi verir.[30]

Takîyüddîn’in kullandığı zât el-halâk, çapı 9 1/6 zira’ olan 6 halkadan yapılmıştır (Resim 2).

  1. Meridyen halkası.
  2. Büyük boylam halkası.
  3. Ekliptik halkası.
  4. Hâmile (Kutuplar) halkası.
  5. Küçük boylam halkası.
  6. Enlem halkası.[31]

Ekliptik, kutuplar halkası, enlem ve boylam halkalarının yerleştirilişi Batlamyus’unkiyle aynıdır. Halkaların çapları 4 metreden fazladır ve ufuk adı verilen bir kaide üzerine yerleştirilmişlerdir. Halkalı araç ve ufuk altı sütun üzerine konulmuştur ve bu sütunların uçları da başka bir kaide üzerindedir. Buna benzer bir kaide, XVI. yüzyıl Avrupası’nda kullanılmaktaydı.[32]

Takîyüddîn bu aletten şöyle bahsetmektedir:

“O, rasat aletlerinin şekil ve delâlet ettiği mâna bakımından en büyüğüdür… Yeni Murad Han rasathanesindeki bu aletin çapı 9 1/6 zira‘ idi. Her iki boylam halkasını (büyük ve küçük boylam halkaları) ekliptiğin içine yerleştirmek bizim ihtiyar ettiğimiz şıktan daha doğru olamaz. Çünkü böyle bir tertip, büyük boylam halkasının ekliptikle küçük boylam halkası arasında bölünmesinden ötürü, küçük boylam halkasının dakik ölçüsüne mani olur.”[33] Aynı türde tertibe Nasirüddîn el-Tûsî (1201-1274) de işaret etmiştir. Ona göre enlem halkasını ekliptik içerisine yerleştirmek daha doğrudur. Çünkü ekvatorun kutbu, büyük boylam halkasının tam dolanımına engel olmaz ve böylece büyük boylam halkası daha rahat döner.[34]

2. Zât el-Şu’beteyn (Cetvelli Araç, Turquetum)

Zât el-Şu’beteynin ilk tasvirine Batlamyus’ta rastlanmakta ve Batlamyus bu alete “Ufkun Kutuplarından Geçen, Büyük Daire Üzerinde Gözlem Yapan ve Paralaks Bulmaya Yarayan Araç” adını verir. Batlamyus aleti şöyle tarif eder: “Olabildiği kadar küçük taksimatlandırılabilmesi için 2 zirâ„’dan küçük olmayan iki cetvel alınır ve uçlarından birleştirilir. Biri ufka dik olarak bir kaideye yerleştirilir, diğerine de iki hedefe tespit edilir. Tam ortalarına, göze yakın olanı küçük, uzak olanı büyük olmak üzere iki delik delinir. İnce ve düz olan üçüncü bir cetvel alınır ve ikisi arasındaki açıyı ölçmek için dik cetvelin yanına yerleştirilir” (Şekil 2).[35]

Takîyüddîn’in bu aleti Batlamyus’unkinin aynıdır. Yalnız meridyen düzlemine tespit edilmiş olup, her yönde yükseklik ölçebilecek tarzdadır. Üç cetvelden oluşur. Biri ufka dikey olup diğeri ise bunun tepesine bir eksenle bitiştirilmiştir. Üçüncüsü kirişlere bölünmüştür ve birincinin alt kısmına bir eksenle bağlanmıştır (Resim 3).[36]

Bu aletle gözlem şöyle yapılır: H cetveli, hedefelerden yıldız görününceye kadar çekilir. Böylece taksimatlı cetvel, H cetveliyle birlikte belli bir noktaya kadar açılır. Taksimatlı cetvel üzerindeki kısım açının kirişini gösterir.

3. Zât el-Sakbeteyn (İki Delikli Araç, Dioptra)

Bu alet, Güneş’in ve Ay’ın çaplarını, Güneş ve Ay tutulmalarının miktarlarını hesap etmekte kullanılır. Takîyüddîn Zât el-Sakbeteyni dakika bölümlerini gösterebilecek kadar büyük çapta inşa etmiştir (Şekil 3). Meçhul bir yazar tarafından kaleme alınan ve İstanbul Gözlemevi’nin aletlerinin tasvirini veren ‘Âlât-ı Rasadiye li Zîc-i Şehinşahiye adlı eserde bu alete ilişkin olarak şu satırlar yer almaktadır:

“Altıncı âlet dioptradır. Almagest’in beşinci kitabında bu da mevzuu bahis edilmiştir. Bununla yıldızların uzaklıkları büyüklükleri ve kadirleri bulunur. Şekli şöyledir: Trikuedrumun ikinci cetveli gibi, uzunluğu hakîmî zirâ‘ı ile on iki zirâ‘ olan bir cetvel yapılıp, dakika ve dereceye taksim edilir. İki ucuna biri sâbit diğeri hareketli hedefe tespit edip rasatla meşgul olurlar. Yanında bulunan bir kâtip de tahkik olunan değerleri yazar (Resim 4)”[37]

Gözlemci 1. delikten bakar (Şekil 3) ve gök cisminin kursunu 2. delikte de görmeye çalışır. Delik 1. cetvel üzerinde hareketlidir ve gök cismini tam olarak bu delikten gözlenecek şekilde hareket ettirilir; taksimatlı cetvel üzerindeki değer gök cisminin görünen çapını verir.

4. Duvar Kadranı (Libne, Mural Quadrant)

Meridyen üzerine inşa edilmiş bir duvarın yüzeyine tespit edilmiş bir kadrandır ve yıldızların meridyen geçişlerini gözlemekte kullanılır. Adından da anlaşılacağı üzere çeyrek daire yayından ibarettir. Muhtemelen ilk hedefeli kadran, Aristoteles’in (M.Ö. 384-322/1) öğrencisi Dicaearchos (M.Ö. yaklaşık 355-285) tarafından yapılmıştır. Ayrıca Eratosthenes’in (M.Ö. 275-194) bir kadran yardımıyla bir dağın yüksekliğini ölçtüğü söylenir.[38]

Mevcut kaynaklara göre İslâm Dünyası’nda kadran hakkında ilk eser Harezmî (IX. yüzyıl) tarafından kaleme alınmıştır. Harezmî’den sonra çok çeşitli adlar altında kadranlar yapılmış ve kitaplar yazılmıştır. Batı’da ise bu konuda kitap yazan ilk kişi Pisalı Leonardo’dur. Ancak bu kadran taksimatlı gölge karesi olan basit bir kadrandır ve bu tip kadranlar çok küçük oldukları ve dakik sonuçlar için elverişli olmadıklarından İslâm Dünyası’nda Âlât el-Rasadiyye denilen gruba dahil edilmemişlerdir.[39] Astronomi sahasında ayrıntılı olarak kadranı ele alan Batlamyus’tur. Batlamyus Almagest adlı eserinde, yekpare tahta veya taştan kare biçiminde yapılmış bir duvar kadranı tasvir eder.[40] Batlamyus’un tasvir ettiği türde kadranlar İslâm Dünyası’nda ilk zamanlardan beri kullanılmıştır. Bunlar arasında Battânî (858-929) ve Birûnî (XI. yüzyıl) sayılabilir. Yine Sâgânî’nin de (ölümü 990) 21 ayak çapında çok büyük bir kadran kullandığı bilinmektedir.

İstanbul Gözlemevi’nde bu araç 6 metre çapında olarak inşa edilmiştir. 16. yüzyıla kadar Avrupa’da bu tip bir duvar kadranına rastlanmamaktadır. Kullanılan kadranlar Batlamyus’unkine benzeyenler veya taşınabilenlerdir. Böyle bir araç Batı’da ilk defa Tycho Brahe tarafından kullanılmıştır. Takîyüddîn tarafından kullanılan duvar kadranı 6 metre çapında pirinç iki kadrandan oluşmuş ve meridyen düzlemi üzerindeki bir duvarın yüzeyine yerleştirilmiştir. Kaynaklara göre Takîyüddîn bu aracı, Süds-i Fahri[41] ve İki Halka yerine yapmıştır.[42]

Takîyüddîn bu aleti şöyle tasvir eder:

“Kadran: Bu kare biçiminde düz bir cisimdir. Yüzeylerinden biri, insanın muktedir olabileceği şekilde dik konur ki (cismin) yüzeyi meridyen düzlemine intibak etsin. Üzerine güneysel ve kuzeysel iki çeyrek daire yayı çizilir. Onun için yüzeyleri birbirine paralel mihveri olan bir cetvel yapılır. Rasat anında cetvelin iki hedefesi ile en büyük eğimi, yıldızların deklinasyonları, memleketin enlemini bulmak mümkün olsun diye mihver çeyrek dairelerden birinin merkezine takılır (Şekil 4). Yeni rasathanede dikilmiş olan libnenin üzerine çizilmiş kadranın yarıçapı 13

Hakemî zira‘[43] idi (Resim 5).”[44] Fatin Gökmen, taksimat dairesinin merkezi karenin merkezi olarak alınmış olduğuna göre, aletin esasını oluşturan levhanın yaklaşık 19 1/2 m2 olması gerektiğini söyler.[45]

5. İtidal Halkası (Halka el-Üstüva, Ekinoktial Armil)

Esas kısmı taksimatlı büyük bir halkadan ibarettir ve itidal (ılım) noktalarının belirlenmesinde kullanılmıştır.[46]

Bu alete ilk defa Batlamyus’ta rastlanmaktadır. Batlamyus bu aletin mucidi olarak Hipparchos’u (M.Ö. yaklaşık 190-120) göstermektedir. Almagest’te verilen tasvire göre bu alet ekvator düzlemine tespit edilmiş bir halkadan ibarettir. Güneş ılım noktalarından birine gelince halkanın içbükey kısmı aydınlanır.[47]

Ancak, Takîyüddîn bu aleti kullanmamış, onun yerine geçen ve Zât el-Evtar adı verilen başka bir alet kullanmıştır. Zira Zât el-Evtâr’dan bahsederken “Mütekaddimin vermiş olduğu itidal halkasından müstağni bırakır.” demektedir.[48]

6. Zât el-Evtar (Kirişli Araç)

Ekinoksların saptanmasına yarar. Takîyüddîn aletin tasvirini verirken bunun kendi icadı olduğunu, eskilerin ekinoks noktalarının tayininde kullandıkları itidal halkasının yerine geçtiği bildirir (Resim 6).

Takîyüddîn’in tasvirine göre araç dört düz cetvelden ibarettir. Bu dört cetvel dikdörtgen biçiminde birbirleriyle birleştirilmiştir (Şekil 5). Uzun olan cetvellerin (AB ve CD cetvelleri) boyu 60 bölüm, AC ve BD cetvellerinin boyu ise o memleketin enleminin sinüsü kadardır. AB ve CD Doğu-Batı doğrultusuna paralel olarak yerleştirilir. Enlem kaidesi üzerine, enlemin sinüsünden fazla olan, dikey iki cetvel dikilir (AY ve BU cetvelleri). “Sonra enlem kaidesi üzerine ve Doğu-Batı noktalarına, ekvatorun çapına karşıt olan yüzü tarafına, iki tane amut dikeriz. Uzunluğundan o memleketin enlemine eşit olan bir uzunluğu ayırırız. Sonra üst kısmına, sağlam, orta kalınlıkta bir iğnenin geçebileceği kadar delinmiş bir parça yaparız. Aynı şekilde ekvatorun çapının iki ucundaki her bir açı için de aynısını yaparız. Sonra, Doğu ve Batı sütununun deliklerinden ip geçirir ve gereriz. Bu üçgenin yüzeyi ekvator düzlemine paralel olur. Bununla zevalden önce vaki olan ekinoks gününün değişikliği bilinmiş olur. Batı cihetinde vaki olan değişiklik bulunmak istenirse ip Batı sütunundaki delikten Doğu tarafına nakledilir.”[49]

Takîyüddîn gözlemin nasıl yapılacağına ilişkin bir ayrıntı vermemektedir. Muhtemelen gözlem ipler vasıtasıyla yapılmaktaydı. Tam ekvator düzlemine gerilmiş olan bu iplerin birbirlerini gölgelendirmesi ile ekinokslar (ılım noktaları) belirlenebilir.[50]

7. Zât el-Semt ve’l-İrtifâ (Azimut Yarım Halkası, Azimuthal Semicircle)

Gök cisimlerinin yükseklik ve azimutlarını bulmaya yarayan ve Teodolit’in öncüsü olan bu araç İslâm Dünyası’nda İbn Sinâ’dan (980-1037) beri kullanılıyordu. Nasirüddin el-Tûsî ile en mükemmel düzeye ulaşan bu araç Batı dünyasında ilk defa Tycho Brahe tarafından kullanılmıştır. Takîyüddîn’in bu aleti, ufuk halkası üzerine yerleştirilmiş bir yarım halkadan ibarettir (Resim 7). Yarım halka merkezine bir idade tespit edilmiştir. Bu, 180 dereceye taksim edilmiş çevre üzerinde hareket ederek yıldızların yüksekliklerini tayin eder.[51]

Takîyüddîn bu aleti şöyle tarif eder;

“Daha önceki halkalar gibi bakırdan, düz, yüzeyleri paralel bir yarım halka alırız. Çapı silindirin yüzeylerinden düz yüzeyinki kadar olur. Merkezine iki hedefeli cetvelin geçmesine yarayacak delik için bir ilave yaparız. Bu (cetvel) (yarım halkanın) yüz seksen dereceye bölünmüş yüzü üzerinde gezer. Taksimat çapının iki tarafından başlayıp her biri orta kısımda doksanda son bulur (Şekil 6) … Aletin kullanılan yüzü her durumda daima yükseklik dairelerinden birine intibak eder. Açıktır ki, 360 dereceye bölünmüş ve taksimatın başı meridyen doğrusunun uçlarında olan, ekinokslardan başlayan, ufka paralel diğer bir halka üzerine konursa, o zaman, dört yönden 90 dereceye kadar, aleti kendi gölgelendirinceye kadar döndürmekle azimutun bulunması mümkündür. Cetvel, iki delikten ışınlar girinceye veya yıldız her ikisinden görününceye kadar döndürülmekle, bu azimutun yüksekliği elde edilir. Bu alet İslâm astronomlarının icadıdır.”[52]

8. Rub-ı Mıstara (Tahta Kadran, Cetvelli Kadran, Rub-ı Deffe)

Yıldızların yükseklik ve zenit yüksekliklerini ölçmeye yarayan tahta cetvelden yapılmış çeyrek dairedir. Mevcut verilere göre bu alet ilk defa Tycho Brahe ve Takîyüddîn tarafından kullanılmıştır. Kaynaklara göre bir takım tahta cetvellerden (mıstara) yapılmış olduğundan Rub-ı Mıstara (Cetvelli Kadran), ya da tahtadan yapıldığından Rub-ı Deffe (Tahta Kadran) adı verilmiştir.[53] Takîyüddîn’in kullandığı Rub-ı Mıstara, 450 cm. yarı çapında bir kadrandır (Resim 8). Yarıçapı yaklaşık 4,5 metre olan tahtadan çeyrek daire yapılır (Şekil 7). Bunun iki ucuna yarıçapı yerine geçen iki cetvel tespit edilir. Üçüncü cetvel ise yayın ortası ile merkezini birleştirir. Bu cetvelin ortasına, bir kaide üzerinde yer alan bir mihver yapılır. Kadranın merkezine bir şakul asılır. Yan cetvellerden birine de iki hedefe tespit edilir. “Bir de merdiven yapılır. Kâtip aşağıda şakulü gözler, râsıtlar da merdivene çıkıp rasat ederler.”[54] Yıldız görünene kadar kadran hareket ettirilir. Yıldız göründüğü anda şakulün ipinin cetvel üzerinde gösterdiği taksimat yıldızın yüksekliğidir.

9. Müşebbehe bi’l Monâtık

Yapılış itibariyle Sekstant’a[55] benzer. Herhangi bir düzlemde iki veya üç yıldız arasındaki açıyı ölçmeye yarayan bu araç 16. yüzyıl pratik astronomisinin en önemli icatlarındandır.[56] Üç taksimatlı daireden ibarettir. Üç yıldızdan oluşan bir küresel üçgenin kenarlarını ölçmekte kullanılır.[57]

Alet üç cetvelden oluşur. Cetvellerden ikisi, birbirinin üzerine kapatıldıkları zaman iki iç yüz bir birinin üzerine intibak edecek şekilde birleştirilir. İki cetveli birleştiren mihverin başında içi boş yuvarlak bir parça vardır. Bu boş kısma üçüncü cetvel sokulur ve bir mihverle tespit edilir (Şekil 8). Böylece B cetveli aşağı ve yukarı hareket eder, ancak D cetveli hem aşağı ve yukarı hem de sağa ve sola hareket edebilir.

A cetvelinin ucuna iki yıldızın arasındaki mesafeyi ölçmek üzere taksimatlı bir yay tespit edilmiştir. D cetvelinin ucuna da, üçüncü yıldızın, bu iki yıldızla aynı hat üzerinde olmadığı durumlarda bu yıldızın mesafesini ölçmek için, dışbükey kısmı ilk yayın içbükey kısmına değecek biçimde ikinci bir taksimatlı yay takılmıştır.

Her biri A, B ve D cetvellerinin uçlarında ve biri de bu üç cetvelin birleştiği mihverde olmak üzere dört hedefe yapılır. Mihverdeki hedefe yıldızların her üç cetvelden de gözlenebilmesi için hareketlidir.

Alet sağa ve sola hareket edecek biçimde bakırdan bir kaideye veya mafsallı bir sütuna oturtulur (Resim 9). Alet bu sütun üzerinde ufuk düzlemi üzerinde istenilen yöne döndürülebilir ve pergel biçiminde B cetveli aşağı ve yukarı açılabilir.[58]

10. Zât el-Ceyb

Bu alet, Zât el-Şu‘beteynde olduğu gibi iki cetvelden ibarettir. Her iki cetvelin ucuna işaret yapılır ve işaretten itibaren cetveller 60’a bölünür. Cetvellerden birinde ucunda bir şakul bulunan bir ip bulunur. Bu cetvele iki de hedefe tespit edilir (Şekil 9). A cetveli ufka paralel olarak konur. Hedefede yıldız görününceye kadar B cetveli kaldırılır. Şakulin ipinin A cetvelinde işaret ettiği değer, merkezden itibaren yüksekliğin tamamının kosinüsüne, işaretten itibaren de (l-cos.A)’ya eşittir. Takîyüddîn bu aletten bahsederken şöyle der: “Şayet biz ağır bir üçüncü cetvel yaparsak, bir kenarı iplik yerine geçer. Bunu da aletin bölümleri gibi taksim ederiz. Ne kadar çok çeşitli faydaları olan bir alet. Diğer aletleri alâkadar eden hususların onu etmemesi dolayısıyla bir eşi bulunmazdır. Onu mükemmel bir tarzda ve güzel bir durumda yaptım.”[59]

11. Saatler

Yıldızların sağ açıklıkları Güneş’le yıldızlar arasında geçen süreyle ölçülür. Bunun için de dakik saatlere ihtiyaç vardır. Saatler ancak 16. yüzyılın ikinci yarısında bir gözlem aracı olarak kullanılabilecek dakikliği ulaşabilmişlerdir. Tycho Brahe gözlem amacıyla üç saat yaptırtmıştır. Takîyüddîn de gözlemevinde saati bir gözlem aracı olarak kullanmıştır. Âlât-ı Rasadiye li Zîc-i Şehinşâhiye adlı eserde bu konuda şu satırlar yer almaktadır; “Dokuzuncu alet astronomik saattir. Batlamyus’tan şöyle bir söz nakledilir: ‘Zamanı dakik olarak ölçmeye muktedir olsam rasatta tamamiyle bir tasarruf yapabilirdim.’ Hatta, su ile kum tayin etmeye çalışıp muvaffak olamadığı ilim adamlarına malum olduğu halde, Allah’ın yardımları ile, dünyanın meskûn olan yerlerinin Padişahı- hilâfet günleri daim olsun-Hazretlerinin emirleriyle, şimdi Mevlanâ Takîyüddîn Efendi astronomik saati tertip etmekle Batlamyus’un elde edemediğini elde etmeye muvaffak olmuştur.”[60] Takîyüddîn de Sidret el-Müntehâ’nın aletler bahsinde Batlamyus’un dakika bir tarafa dakiklikte dereceye bile ulaşmak için bir yöntem bulamadığından ve bundan dolayı dakiklikten sarfı nazar ettiğini yazar.[61]

Takîyüddîn’in yapmış olduğu bu alet, zamanı belirlemek için kullanılan bir tür mekanik saattir; kendi icadıdır. Sidret el-Müntehâ’dan anlaşıldığı üzere, ayrı ayrı üç saat makinesi takımını kapsamaktadır. Her takım geniş bir kurs üzerinde iki akreple bir yelkovanı döndürür. Her üç takımı birden hareket ettiren kuvvet ise, kısa bir ipe bağlanmış olan büyük bir ağırlık tarafında sağlanmaktadır. Akrebin biri saat adedini, diğeri derecelere taksim edilmiş bir daire üzerinde, Güneş’in saat açısını, yelkovan ise dakikaları göstermekteydi. Yelkovanın bulunduğu daire 360’a bölündüğünden her taksimat arası 10 saniyeyi göstermekteydi. Böylece bunun yarısını alarak 5 saniyeye kadar zamanı tayin etmek mümkün olabilmekteydi.

12. Sindî Cetveli

Bu alet hakkında Sidret el-Müntehâ’nın aletler bahsinde herhangi bir açıklama yoktur. Muhtemelen bu araç gözlemevinin ana aletleri arasında yer almadığı için Sidret el-Müntehâ’nın aletler bahsinde söz konusu edilmemiştir. Alâüddin Mansur’un İstanbul Gözlemevi hakkındaki şiirlerinden öğrendiğimize göre Sindî (Senidî veyahut Suneydî) Cetveli (Resim 12), aletlerin dakikliğini arttırmak için kullanılan bir cetveldir.[62]

‘Âlât-ı Rasadiye li Zîc-i Şehinşahiye adlı risâlede ise bu alet şu şekilde tasvir edilir: “Sonuç, söz konusu aletlerin terkibi için yapılan sindî pergelinin tasviridir. Halkaları dakik olarak yapmak ve daire içine çizmek için buna ihtiyaç olur. Bu, ağaçtan, uzun bir cetvel ile taşçı kazması şeklinde iki demir parçadan ibarettir. Pergel için (daire çizmek için) bunlar, o cetvelin ucuna geçirilir. Merkez demiri baş tarafına tespit edilir. Pergel için olanı bir mihverle uzatılıp kısaltılarak faaliyette bulunur. Fakat bu cetvelin pergeli (iki demiri) olmayacak olursa ona sindî denmez.”[63]

Takîyüddîn Teleskop Kullandı mı?

Takîyüddîn’in kullanmış olduğu sanılan diğer bir astronomik alet ise, uzaktaki nesneleri yakınlaştıran optik bir alettir. Takîyüddîn Kitâbu Nûr-i Hadakati’l-Ebsâr ve Nûr-i Hadîkati’l-Enzâr (Göz ve Bakış Bahçelerinin Işığı Üzerine Kitap) adlı eserinde şöyle söyler: “Ben uzakta bulunmaları nedeniyle görülemez (gözden gizlenmiş olan) eşyayı en ince ayrıntılarıyla gösterebilen ve ortalama uzaklıkta bulunan gemilerin yelkenlerini bir ucundan tek bir gözle baktığımızda görebileceğimiz ve (daha önce) Yunanlı bilginlerin yapıp, İskenderiye Kulesi’ne yerleştirmiş olduklarına benzer bir billur (mercek) yaptım.”[64]

Takîyüddîn’in yaptığı bu aleti teleskop olarak tanımlamamız mümkündür. Zira yukarıdaki tasvirden anlaşıldığı üzere bu alet çok uzaktaki nesneleri çok yakından ve ayrıntılarıyla gösterebilmektedir. Bilinen kaynaklara göre teleskopun en erken tarihi 1600 yıllarına denk düşmektedir.[65] Teleskopun astronomik amaçlı kullanımı ise 1609 yılında Galilei (1564-1642) ile mümkün olmuştur. Takîyüddîn ise bu kitabını 1574 başlarında yazmıştır. Ancak Takîyüddîn bu aletin Eski Yunanlılar tarafından yapıldığını ve İskenderiye Kulesi’ne yerleştirildiğini söylemektedir. Ne var ki, bilinen kaynaklara göre İskenderiye Kulesi’nde böyle bir alet yoktur. Bu durum göz önüne alınırsa, bu aletin teleskop olmadığı, bir gözlem borusu (sighting tube) olduğu daha akla yakın görünmektedir.[66] Zira bu alet, çok daha eskilerden beri, örneğin Çin’de M.Ö. 1100’lerde bilinmekte ve kullanılmaktadır.[67]

Gözlemevi’nde Yapılmış Olan Gözlemler

Fatin Gökmen’e göre İstanbul Gözlemevi’nde yapılmış olan gözlemler Ay ve Güneş gözlemleriyle sınırlı kalmış ve hatta Güneş gözlemleri tamamlandığı halde Ay gözlemleri tamamlanmamıştır.[68] Bu kanaat gerçekte Takîyüddîn’in sadece Sidret el-Müntehâ adlı eserinin dikkate alınmış olmasındadır. Onun diğer zîcleri de incelendiğinde İstanbul Gözlemevi’nde sadece Güneş ve Ay gözlemlerinin yapılmadığını, diğer gezegenlere ilişkin gözlemlerin de yapıldığı ortaya çıkmaktadır.[69]

İstanbul Gözlemevi’nde yapılmış olan gözlemler hakkındaki bilgilerimiz Takîyüddîn tarafında yazılmış olan üç zîce dayanmaktadır;

  1. Sidret el-Müntehâ el-Efkâr fî Melekût el-Felek el-Devvâr (1577/78-1580).
  2. Teshîl Zîc el-Aşârîyye el-Şehinşâhiyye (1580).
  3. Cerîdet el-Dürer ve Hâridet el-Fiker (1584).[70]

Sidret el-Müntehâ’da, 1577 yılına ait iki solstis ve İstanbul’un enleminin tayininde kullanılan gözlemlerden bahsedilmektedir. 1579 yılında da bir ekinoks gözlemi ve yine aynı yıl duvar kadranı ve Zât el-Halak ile iki Güneş gözlemi yapılmıştır. Yine Ekim 1576 tarihinde, biri Hoca Saadettin’in evinde, diğer ikisi gözlemevinde olmak üzere üç gözlem daha yapılmıştır.

Takîyüddîn, daha çok kuramsal nitelikte olan Sidret el-Müntehâ’ya Ay’ın hareketine ilişkin tadil tablolarını almamıştır. Ancak Sidret el-Müntehâ’da verilmeyen bu tablolar Teshîl Zîc el-Aşârîyye el- Şehinşâhiyye ve Cerîdet el-Dürer ve Hâridet el-Fiker zîclerinde verilmiştir. Gerçekte her üç zîc incelendiğinde, Takîyüddîn’in bir zîcde yer alan tabloyu diğer iki zîcde yer vermediği görülmektedir. Muhtemelen bunun sebebi, İstanbul Gözlemevi’nde yapılmış olan gözlemlerin birden fazla zîce dağıtılmak istenmesidir.[71]

Teshîl Zîc el-Aşârîyye el-Şehinşâhiyye’de yer alan gezegen tabloları, İstanbul Gözlemevi’nde sadece Ay ve Güneş gözlemlerinin yapılmadığını, gezegenlere ilişkin gözlemlerin de yapıldığını göstermektedir. Ayrıca zîcde Satürn, Venüs ve Merkür gezegenleri için enlem tablosu da hazırlanmış, ancak Satürn’ün tablosu doldurulduğu halde diğerleri boş bırakılmıştır.[72]

Cerîdet el-Dürer ve Hâridet el-Fiker adlı zîcde ise diğer iki zîcde yer almayan Güneş ve Ay tutulmalarının yer aldığı görülür. Burada yer alan diğer bir tablo ise 1581 yılında hazırlanmış sabit yıldızlar tablosudur. Burada Takîyüddîn 69 yıldızın boylamını, enlemini, yönünü, deklinasyonunu, zeval rektesansiyonunu ve geçiş derecelerini vermektedir.[73]

Takîyüddîn’in burada yaptığı gözlemlere dayanarak yaptığı Güneş’e ilişkin hesapları bu yüzyılın dünya çapındaki en başarılı çalışmaları olarak kabul edilmiştir. Güneş’in Yer’e göre görünür harek etini en iyi biçimde açıklayan ilk önemli çalışma, M.Ö. 150 yıllarında yaşamış olan ünlü bilim adamı Hipparchos tarafından ortaya atılmıştır. Hipparchos, Güneş’in hareketlerini açıklamak için Aristoteles’in (M.Ö. 4. yüzyıl) evren modeline uygun bir sistem geliştirmiştir. Buna göre; 1) Yer evrenin merkezinde ve hareketsizdir; 2) Bütün gök cisimleri Yer’in etrafında dairesel olarak dolanırlar ve hızları sabittir. Ancak yapılan gözlemler gezegenlerin muntazam bir hızla hareket etmediklerini göstermekteydi. Ayrıca gezegenlerin Yer’e olan uzaklıkları sürekli değişiyordu. Gözlemler bu temel prensipleri ile uyuşmuyordu. Hipparchos dışmerkezli (eksantrik) bir sistem kullanarak, gözlemlerle sistemi uyuşturmaya çalıştı. Hipparchos tarafından ileri sürülen ve daha sonra Batlamyus tarafından da benimsenen bu kuramı İslâm astronomları olduğu gibi kabul etmişlerdir. Buna göre, Güneş, gerçekte kendi yörüngesinde değil, bu yörünge ile aynı düzlemde bulunan, dışmerkezli bir yörünge, yani “merkezi kaymış” bir daire (felek el-hâric el-merkez, dışmerkezli daire, eccentric) üzerinde bir yıllık sürede dolanmaktadır.[74] Bu Güneş’in dışmerkezli yörüngesidir. Burada önemli olan dışmerkezliliğin (eccentricity) hesabıdır.

Hipparchos, bu yörüngenin merkezi ile Yer’in merkezi arasındaki mesafeyi, mevsim farklarından yararlanarak hesap eder ve yörüngenin yarıçapı 60 birim olarak kabul edildiğinde, 2,5p olarak verir.[75] Ancak Yer’in merkezden ne kadar kaydırılacağının tespiti için kullanılan bu yöntemde dönence noktalarının tam olarak belirlenmesi çok zor olduğundan hata daha başlangıçta işin içine giriyordu. Başka bir yöntem de geliştirilemediğinden bu uygulama 16. yüzyıla kadar sürdü. Nikolaus Copernicus (1473-1543) ve Tycho Brahe (1546-1601) bu noktaları hesaba katmayan ve “üç gözlem noktası” yöntemi adı verilen bir yöntem geliştirdiler. Ancak bu yöntemin İslâm Dünyasında çok önceleri Beyrûnî (973-1048), Nasırüddîn-i Tûsî (1201-1274), el-Urdî, Nizamüddin el-Nişaburî gibi bilim adamları ve Takîyüddîn (1526-1585) tarafından kullanıldığı görülmektedir. Takîyüddîn Sidret ül-Müntehâ adlı eserinde gök cisimlerinin yörünge elemanlarının hesaplanmasında üç yöntemden söz eder ve şöyle der; “İkincisi, nerede olurlarsa olsunlar ikisi karşılıklı olmak koşuluyla üç nokta yardımı ile modernlerin izledikleri yoldur.” Takîyüddîn bu yöntem ile dışmerkezlik değerini 2p 0ı 34ıı 6ııı 53ıv41v 8vı olarak hesap etmiştir. Copernicus bu değeri 1p 56ı, Tycho Brahe ise 2p 9ı 2ıı 24ııı olarak verir.[76]

Yrd. Doç. Dr. Yavuz UNAT

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 11 Sayfa: 277-288


KAYNAKLAR:
♦ Atâi, Zeyl-i Şakaik-i Atâi, Cilt I, İstanbul 1268.
♦ Demir, Remzi, “İstanbul Rasathanesi’nde Yapılmış Olan Gözlemler,” Belleten, Cilt LVII, Sayı 218, Ankara 1993, s. 161-172.
♦ Demir, Remzi, Takiyüddîn’de Matematik ve Astronomi adıyla çevrilmiştir (Takiyüddîn’de Matematik ve Astronomi, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 2000.
♦ Dizer, Muammer, “Osmanlıda Rasathaneler”, Fatihten Günümüze Astronomi, Prof. Dr. Nüzhet Gökdoğan Sempozyumu, 7 Ekim 1993, İstanbul 1994, s. 27-68.
♦ Gökmen, Fatin, “Tarihî Muhâsebe”, Cumhuriyet Gazetesi, 17 Mayıs 1341.
♦ Gökmen, Fatin, “Râsıd Takiyüdin”, Cumhuriyet Gazetesi, 24 Mayıs 1341.
♦ İhsanoğlu, Ekmeleddin, Büyük Cihad’dan Frenk Fodulluğuna, İstanbul 1996.
♦ Miroğlu, İsmet “İstanbul Rasathanesine Âit Belgeler”.
♦ Mordtmann, J. H., “Das Observatorium des Taqi al Dîn zu Pera”, Der Islam, Cilt 13.
♦ Refik, Ahmed, Onuncu Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı, İstanbul 1333.
♦ Sayılı, Aydın, “The Observatory Well”, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt XI, Sayı 1, Ankara 1953, 149-156.
♦ Sayılı, Aydın, “Alâüddin Mansur’un İstanbul Rasathanesi Hakkındaki Şiirleri”, Belleten, Cilt 20, Ankara 1956, s. 411-484.
♦ Sayılı, Aydın, Observatory in Islam, Ankara 1988.
♦ Schweigger, Salomon, Reisebeschreibungen nach Konstantinopel, Nürnberg 1608.
♦ Tekeli, Sevim, “Nasirüddin, Takiydüddin ve Tycho Brahe’nin Rasat Aletlerinin Mukayesesi”, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt XVI, Sayı 3-4, Ankara 1958, s. 301-393.
♦ Tekeli, Sevim, “Takiyüddin’in Sidret ül-Müntehâ’sında Aletler Bahsi”, Belleten, Cilt 25, Ankara 1961, s. 213-238.
♦ Tekeli, Sevim, “Meçhul Bir Yazarın İstanbul Rasathanesinin Âletlerinin Tasvirini veren ‘Âlât-ı Rasadiye li Zîc-i Şehinşahiye Adlı Makalesi”, Araştırma, Sayı 1, Ankara 1963, s. 71-122.
♦ Tekeli, Sevim, “Takiyüddin’de Güneş Parametrelerinin Hesabı”, Profesör Necati Lugal Armağanı, Ankara 1969, s. 703-710.
♦ Tekeli, Sevim, “Osmanlıların Astronomi Tarihindeki En Önemli Yüzyılı”, Fatihten Günümüze Astronomi, Prof. Dr. Nüzhet Gökdoğan Sempozyumu, 7 Ekim 1993, İstanbul 1994, s. 69-85.
♦ Tekeli, Sevim, Esin Kâhya, Melek Dosay, Remzi Demir, Hüseyin Gazi Topdemir, Yavuz Unat ve Ayten Aydın Koç, Bilim Tarihine Giriş, Nobel, Ankara 2001.
♦ Topdemir, Hüseyin Gazi, Takîyüddîn’in Optik Kitabı, Işığın Niteliği ve Görmenin Oluşumu, Ankara 1999, s. 340.
♦ Unat, Yavuz, “Güneş (Astronomi), ” TDV İA, Cilt 14, İstanbul 1996, s. 292-294.
♦ Unat, Yavuz, “Osmanlı Astronomisine Genel Bir Bakış”, Osmanlı, Cilt 8, Yeni Türkiye Yayınları, Editör: Güler Eren, Ankara 1999, s. 411-420.
♦ Unat, Yavuz, İlkçağlardan Günümüze Astronomi Tarihi, Nobel, Ankara 2001.
♦ Unat, Yavuz, “Eski Astronomi Metinlerinde Karşılaşılan Astronomi Terimlerine İlişkin Bir Sözlük Denemesi”, OTAM, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı 11, Ankara-2000, Ankara 2001, s. 633-696.
♦ Ünver, Süheyl, İstanbul Rasathanesi, Ankara 1969.
Dipnotlar :
[1] Fatin Gökmen, “Tarihî Muhâsebe”, Cumhuriyet Gazetesi, 17 Mayıs 1341, s. 4.
[2] Sevim Tekeli, “Nasirüddin, Takiydüddin ve Tycho Brahe’nin Rasat Aletlerinin Mukayesesi”, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt XVI, Sayı 3-4, Ankara 1958, s. 311.
[3] Ahmed Refik, Onuncu Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı, İstanbul 1333, s. 53.
[4] Tekeli, 1958, s. 311.
[5] Başbakanlık Arşivi, Mühimme Defteri, nr. 40, s. 60; İsmet Miroğlu, “İstanbul Rasathanesine Âit Belgeler”, s. 80.
[6] 1577.
[7] Aydın Sayılı, “Alâüddin Mansur’un İstanbul Rasathanesi Hakkındaki Şiirleri”, Belleten, Cilt 20, Ankara 1956, s. 466.
[8] Fatin Gökmen, “Tarihî Muhâsebe”, Cumhuriyet Gazetesi, 17 Mayıs 1341, s. 4.
[9] Tekeli, 1958, s. 312.
[10] Aydın Sayılı, Obsevatory in Islam, Ankara 1988, s. 290.
[11] Atâi, Zeyl-i Şakaik-i Atâi, İstanbul 1268, Cilt I, s. 286.
[12] Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan naklen; (bkz., Ekmeleddin İhsanoğlu, Büyük Cihad’dan Frenk Fodulluğuna, İstanbul 1996, s. 111-112).
[13] J. H. Mordtmann, “Das Observatorium des Taqi al Dîn zu Pera”, Der Islam, Cilt 13, s. 90-91.
[14] Evliya Çelebi, Seyahatname, Cilt I, s. 443.
[15] Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1982, s. 106-107, 108; Tekeli, 1958, s. 312.
[16] Observatory in Islam, s. 294; Aydın Sayılı, “The Observatory Well”, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt XI, Sayı 1, Ankara 1953, s. 151-152.
[17] Miroğlu, s. 81; Muammer Dizer, “Osmanlıda Rasathaneler”, Fatih’ten Günümüze Astronomi, Prof. Dr. Nüzhet Gökdoğan Sempozyumu, 7 Ekim 1993, İstanbul 1994, 1994, s. 38.
[18] Süheyl Ünver, İstanbul Rasathanesi, Ankara 1969, s. 43, 49.
[19] Obsevatory in Islam, s. 295.
[20] 16. yüzyılın ikinci yarısı ile XVIII. yüzyılın başlarında Selânik’te yaşamış Yahudi asıllı bilim adamıdır. El-Hibr Dâvud (Haham Dâvud) ve Koca Dâvud adlarıyla da tanınır (Ayrıntılı bilgi için bkz., İhsanoğlu, 1996, s. 106-107).
[21] Observatory in Islam, s. 297.
[22] Observatory in Islam, s. 297.
[23] Prof. Dr. Sevim Tekeli, doktora tezinde Takîyüddîn’in ve Tycho Brahe’nin kullandığı gözlem araçlarını karşılaştırmış ve “Nasirüddin, Takiydüddin ve Tycho Brahe’nin Rasat Aletlerinin Mukayesesi” adıyla yayımlamıştır (Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt XVI, Sayı 3-4, Ankara 1958, s. 301-393).
[24] Kimin tarafından kaleme alındığı bilinmeyen bu risâlenin yazım tarihi de kesin olarak belli değildir. Bu risâleyi çeviren ve yayımlayan Sayın Prof. Dr. Sevim Tekeli, risâlenin yazım tarihinin muhtemelen 1575-1577 olabileceğini söyler (bkz. Sevim Tekeli, “Meçhul Bir Yazarın İstanbul Rasathanesinin Âletlerinin Tasvirini veren ‘Âlât-ı Rasadiye li Zîc-i Şehinşahiye Adlı Makalesi”, Araştırma, Sayı 1, Ankara 1963, s. 73).
[25] Bu risâle, Sayın Prof. Dr. Sevim Tekeli tarafından “Meçhul Bir Yazarın İstanbul Rasathanesinin Âletlerinin Tasvirini veren ‘Âlât-ı Rasadiye li Zîc-i Şehinşahiye Adlı Makalesi” adıyla yayımlanmıştır (Bkz. Araştırma, Sayı 1, Ankara 1963, s. 71-122).
[26] Bu eserin de yazım tarihi kesin olarak belli değildir. Kaynaklara göre 1577 ya da 1578’den önce tamamlanmış olması mümkün değil gibi görünmektedir. Diğer taraftan 1580’de tamamlanan Takîyüddîn’in diğer zîci Teshîl Zîc el-Aşârîyye el-Şehinşâhiyye’den önce yazılmış olduğu düşünülürse, bu eser 1577 (veya 1578) ve 1580 tarihleri arasında yazılmış olmalıdır.
[27] Sidret el-Müntehâ’nın İstanbul Gözlemevi’nde kullanılan aletlerinin anlatıldığı kısım, Sayın Prof. Dr. Sevim Tekeli tarafından “Takiyüddin’in Sidret ül-Müntehâ’sında Aletler Bahsi” adıyla yayımlanmıştır (Bkz. Belleten, Cilt 25, Ankara 1961, s. 213-238).
[28] Şehinşâhnâme adını taşıyan Alâüddin Mansur’un Farsça olarak kaleme almış olduğu bu eser 28 Ekim 1581’de tamamlanmıştır. Alâüddin Mansur’un İstanbul Gözlemevi hakkındaki şiirleri, Sayın Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı tarafından “Alâüddin Mansur’un İstanbul Rasathanesi Hakkındaki Şiirleri” adıyla yayımlanmıştır (Bkz. Belleten, Cilt 20, Ankara 1956, s. 411-484).
[29] Sevim Tekeli, Nasirüddin, Takîyüddîn ve Tycho Brahe’nin Rasat Aletlerinin Mukayesesi, Ankara 1958, s. 301-393.
[30] Tekeli, 1958, s. 349-350; Batlamyus, The Almagest, İngilizceye Çeviren; R. Catesby Taliferro, Great Books of Western World, Cilt XVI, Chicago-London-Toronto 1952, V, I.
[31] Sevim Tekeli, “Takiyüddin’in Sidret ül-Müntehâ’sında Aletler Bahsi” Belleten, Cilt 25, Ankara 1961, s. 216-221.
[32] Tekeli, 1958, s. 342-360.
[33] Tekeli, 1961, s. 219.
[34] Tekeli, 1958, s. 351-352.
[35] XII. Yüzyılın başlarında yaşamış olan Câbir ibn Eflah Islah el-Mecistî adlı eserinde, Batlamyus’un “Zât-üs-Şu’beteyn”ini tasvir ettikten sonra, kendisinin icad ettiği bir aletin tasvirini verir. Daha sonra Câbir’in bu kitabının Latinceye tercümesi, Avrupa’da yeni bir aletin doğmasına neden olmuştur; “Turquetum”. Genellikle Ay’ın paralaksını ölçmeye yarayan bu alete 16. yüzyıla kadar inşa edilmiş çoğu gözlemevinde rastlanmaktadır. Zinner bu alete Türk gözlem aleti “Türgengerät” adını verir: “İsminden de anlaşılacağı gibi bu aletin ortaya atılmasında Türk veya Arap aleti model olarak kullanılmıştır. Bu, muhtemel olarak 1100 yılı civarında Câbir tarafından icat edilip isim verilmeyen bir alettir” (Tekeli, 1958, s. 336-337, 339-340, 368).
[36] Tekeli, 1958, s. 336-342, 367-369.
[37] Sevim Tekeli, “Meçhul Bir Yazarın İstanbul Rasathanesinin Âletlerinin Tasvirini veren ‘Âlât-ı Rasadiye li Zîc-i Şehinşahiye Adlı Makalesi”, Araştırma, Sayı 1, Ankara 1963, s. 83.
[38] Tekeli, 1958, 315.
[39] Tekeli, 1958, s. 317.
[40] Almagest, I, s. 48-49.
[41] Süds-i Fahri adlı 60 derecelik bir yaydan oluşan ve 20 metre çapındaki bu gözlem aracını, Ebû Mahmûd Hâmid b. Hıdr el-Hûcendî (10. yüzyıl) ekliptiğin eğimini ölçmek amacıyla yapmıştır.
[42] Tekeli, 1958, s. 315-325.
[43] Hakemî zirâ‘sı veya amel zirâ‘sı adı verilen bu zirâ‘nın 1/24’ü 100 dirhem ağırlığında kurşundan yapılmış bir küpün kenarına eşittir. O halde 1 parmak 3,046 santimetre ve 1 zirâ‘ 0,731 metre olmalıdır. Bkz. Fatin Gökmen, 3,24 Mayıs 1341.
[44] Tekeli, 1961, s. 215.
[45] Fatin Gökmen, 3, 24 Mayıs 1341.
[46] Gökmen, 3, 24 Mayıs 1341.
[47] Tekeli, 1958, s. 345.
[48] Tekeli, 1961, s. 215.
[49] Tekeli, 1961, s. 215-216.
[50] Tekeli, 195B, s. 34B.
[51] Tekeli, 195B, s. 326-336.
[52] Tekeli, 1961, s. 222.
[53] Tekeli, 1963, s. B2; Tekeli, 195B, s. 325.
[54] Tekeli, 1963, s. B3.
[55] Sekstant, Altılık, Sucûs-ı Dâire; açısal yükseklik ölçen bir alettir.
[56] Tekeli, 195B, s. 366-367.
[57] Fatin Gökmen, 3, 24 Mayıs 1341.
[58] Tekeli, 195B, s. 366-367; Tekeli, 1961, s. 224-225; Tekeli, 1963, s. B3.
[59] Tekeli, 1961, s. 224.
[60] Tekeli, 1963, s. B4-B5.
[61] Tekeli, 1961, s. 226.
[62] Sayılı, 1956, 466.
[63] Tekel, 1963, s. B5.
[64] Hüseyin Gazi Topdemir, Takîyüddîn’in Optik Kitabı, Işığın Niteliği ve Görmenin Oluşumu, Ankara 1999, s. 340.
[65] Teleskopun kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. 1604’te Zacharias Jansen (yaklaşık 1580-1638), 1608’de Hans Lippershey (yaklaşık 1570-1619) ve yine 1608’de Jacop Metius (1571-1635) tarafından müstakil olarak yapıldığı sanılmaktadır. 1590’larda İtalyan doğa filozofu Giambattista della Porta (1534/5-1615) tarafından yapılmış bir İtalyan modelinden de söz edilmektedir. Diğer taraftan, 1570’lerde Leonard Diggest (yaklaşık 1520-1573) ve oğlu Thomas Diggest (1546?-1593) tarafından İngiltere’de dışbükey lens ve aynadan oluşan bir aracın yapıldığı da bilinmektedir. Ancak bu araç deneysel olarak yapılmış ve seri üretime hiçbir zaman geçilmemiştir. Bu araç hakkında elde bu bilgiden başka bilgi de yoktur (Teleskopun ayrıntılı tarihi için bkz. Yavuz Unat, İlkçağlardan Günümüze Astronomi Tarihi, Nobel, Ankara 2001, s. 191-198).
[66] İçi boş lenssiz “görüş tübü” (sighting tube) ile yapılan gözlemler eski Yunan’a kadar gider. Aristoteles’in ve Strabo’nun (M.Ö. yaklaşık 63-M.S. yaklaşık 19) yazılarında bu tüplerle yapılan gözlemlerden bahsedilmektedir.
[67] Topdemir, 1999, 141-142.
[68] Fatin Gökmen, “Râsıd Takiyüdin”, Cumhuriyet Gazetesi, 24 Mayıs 1341, s. 2.
[69] Remzi Demir, “İstanbul Rasathanesi’nde Yapılmış Olan Gözlemler”, Belleten, Cilt LVII, Sayı 218, Ankara 1993, s. 172.
[70] Takîyüddîn’in bu zîci Doç. Dr. Remzi Demir tarafından Takiyüddîn’de Matematik ve Astronomi adıyla çevrilmiştir (Takiyüddîn’de Matematik ve Astronomi, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 2000).
[71] Demir, 1993, s. 164.
[72] Demir, 1993, s. 168.
[73] Demir, 1993, s. 171.
[74] Unat, 2001, s. 40.
[75] Unat, 2001, s. 41-42.
[76] Yavuz Unat, “Güneş (Astronomi)”, TDV İA, Cilt 14, İstanbul 1996, s. 292-294.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.