Suriye’den Çin’e Uzanan Karanlık Tünel
Bugün başından beri yani Tunus’tan itibaren kopan fırtınanın çıkan yangının asıl amacı Rusya’nın Orta Asya derinliğine ve Çin’in arka bölgelerine giden yollara taşların döşenmesinden başka bir şey değildir.
Herkesin ısrarla Ortadoğu merkezli düşünmesine karşın bugün yaşanan bütün bu olaylar Rusya ile İngiltere arasında 19. Yüzyılın sonunda yarım bırakılan dünya hâkimiyet mücadelesinin ABD tarafından 11 Eylül Normları’na göre yeniden başlatılmasıdır.
Uluslararası İlişkilerde 11 Eylül Normları
Sovyetler sonrası dünyaya resmi olarak Yeni Dünya Düzeni veren ABD, 2001’den itibaren 11 Eylül’ün yarattığı statü üzerinden şekil vermeye çalışmakta, uluslararası ilişkilere büyük bir başarıyla yerleştirdiği 11 Eylül Normları ile dünya nizamını yeniden tesis etmeye çalışmaktadır.
Değişen Güç Dengesi
Aslında ABD’nin yaptığı dünyaya yeniden nizam verme çabasından çok aleyhine değişen statükoyu korumaya çalışmaktır. Kim ne derse desin 1973 Petrol Krizi’nden sonra dünya üzerinde ABD’nin ekonomik üstünlüğü son bulmuştur. Bu dönemde ortaya çıkan enerji krizi diğer sektörlere de yayılarak ABD’nin dünya ekonomisindeki tartışılmaz üstünlüğünü sona erdirmiştir.
1980’lerde yürürlüğe konan arz yönlü iktisat politikaları ve Mortgage Uygulamaları gibi şeylerle kapitalizmin büyük krizi ötelenmişse de 2008’lerde artık krizin önü alınamaz hale gelmiştir[1].
Bunun yanında ABD ve Rusya dışında başka ülkelerin de askeri yeteneklerinin gelişmesi ABD’nin askeri alanda da tartışılmaz olan üstünlüğünü sona erdirirken ABD’nin dünya ekonomik ve askeri varlığı içerisindeki ağırlığı hızla azalmaya başlamıştır.
ABD hala dünyanın tek başına en büyük askeri ve ekonomik gücü olsa da şu anki ağırlığı 1960’lardaki ağırlığının yanında oldukça zayıf kalmaktadır. Açık bir şekilde güç dengesi ABD’nin aleyhine dönmekte ABD’nin 1945’lerde yarattığı statüko bitme noktasına gelmektedir.
Dünya tarihindeki büyük savaşların çıkış noktalarına bakılırsa ortada açık bir hegemonya tartışması olduğunu görürüz. Bir yandan eski hegemon devlet, konumunu korumak için ortaya çıkan rakibini yok etmeye yönelik hamle yaparken öte yandan da yeni hegemonyanın patron adayı devletin bir an önce statüyü değiştirme çabasında olduğunu görürüz.
Avrupa tarihindeki İspanyol Savaşları, Yüzyıl ve Otuz Yıl Savaşları, 1914 ve 1939 Savaşları, bazen dinsel amaçlı görünse de tamamen bu durumla ilgilidir.
Bugün de statüko değişmekte ve statüko açısından ABD, Rusya, Çin ve Almanya rekabet etmektedir. İngiltere ve Fransa da eski imparatorluklarının özlemiyle büyüklerin gölgesinde çelik çomak oynamaktadırlar. Özellikle son iki devlet büyüklerin yürüttüğü bu çekişmeyi kullanarak yüzyıl önce çekildikleri Ortadoğu’ya yeniden dönmeye çalışmaktadırlar.
Fransa’nın De Gaulle’ün kemiklerini sızlatırcasına ABD taraftarlığına soyunması günümüz Avrupa Konsensüsü’ne de ihanet anlamını taşımaktadır ki, krizdeki Avrupa içinde patronajını ilan etmek için fırsat kollayan Almanya’ya bu durum büyük bir fırsat sunmaktadır. Zaten enerji sorunları dolayısıyla Avrupa’dan bağımsız olarak Rusya ile derin bir işbirliğine giren Almanya, Fransa’nın bu tavrı sayesinde kendi hareketlerine de bir meşruiyet zemini yakalamakta dolayısıyla özellikle Suriye konusunda Rusya’ya yakın durma fırsatı yakalamaktadır[2].
Çin’in Önünü Akdeniz’de Kesmek
Günümüzde Akdeniz ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin yegâne sebebi bu güç dengesi değişimidir. ABD’nin karşı kıyısı pasifik’te yükselen devasa gücün daha bugünden durdurulması gerekmektedir. ABD bu konuda komünizme karşı uyguladığı Kenar Kuşak (Rimland) Stratejisi’ni Çin’e karşı da uygulamaya çalışmaktadır.
ABD, bir yandan Çin’in de kendisi için stratejik önemde çevre olarak ilan ettiği Kafkasya, Karadeniz ve Ortadoğu’yu yeniden biçimlendirerek Çin’in buraya olası girişinin önüne geçmeye çalışırken öte yandan da Çin’in doğrudan kara komşusu olmak için Orta Asya’ya girmeye çalışmaktadır.
ABD’nin 11 Eylül’ün hemen ertesi haftasında Usame bin Ladin’i, her yeri bırakıp da Çin’in hemen sınırındaki mağaralarda araması boşuna değildir. ABD’nin en büyük derdi Çin’e kara komşusu olarak onu tıpkı Sovyetlere yaptığı gibi çevrelemek, Çin’in çevresi ile olan bütün transit geçişlerini tıpkı Tayvan Boğazı’nda olduğu gibi askeri denetim ve tehdit altına alabilmektir.
Akdeniz’in Ateşi Çin’i Yakmaktadır
Tunus’ta, Mısır’da, Sudan’da Libya’da yaşananlar da tamamen Çin’in kuşatılmasından başka bir şey değildir. Bu ülkelerin hepsinde ve Afrika’nın neredeyse tamamında son on yılda Çin’in inanılmaz derecede bir ekonomik ve siyasi atağının olduğu görülmektedir. Çin, Afrika’nın bütününü kendisi için büyük bir pazara dönüştürürken buralardaki alt yapı ve enerji faaliyetlerinin büyük bir kısmını da üstlenmiş durumdadır. Çin bir yandan kendi enerji sorununa uzun vadeli bir çözüm ararken diğer yandan kendini ABD ve Avrupa pazarlarından bağımsızlaştıracak yeni pazarlar yaratmaya çalışmaktadır. Çin’in Sahra Altı Afrika ülkeleri ve Libya, Sudan gibi ülkelerle olan ilişkilerinin içeriğine bakılınca Akdeniz’de çıkarılan yangının aslında kimi ateşe attığı daha açık görülecektir.
Bugün Suriye ve İran konusunda yürütülen politikalar ise yine basamak basamak Çin’e kadar uzanan bir yolun başlangıç noktasını oluşturmaktadır.
Suriye konusunda ABD, BM’den tam istediği kararı Çin ve Rusya’nın engellemeleri yüzünden çıkaramıyor. ABD bu konuyu bir çırpıda halletmek isterken başta Rusya olmak üzere Çin ve Almanya da buna yanaşmıyorlar. Çünkü özellikle ve Rusya ve Çin, Suriye’de kazanılacak mevziinin kendi cephelerinden kazanılacak mevziler olduğunu biliyorlar.
Almanya’nın durumu ise ABD karşıtlığı ile Rusya işbirliği arasında gelgitler şeklinde. Almanya, Avrupa işlerine burnunu ziyadesiyle sokan ABD’nin daha fazla ileri gitmesini istemediği için ABD’nin zayıflamasına yol açacak her duaya amin demeye hazır vaziyette, öte yandan Rusya ile işbirliğinin enerji konusunu kökünden halledecek şekilde derinleştirme çabasında.
Sonuç;
Bugün her ne kadar siyasetçilerimiz gözünü kapatmış bir vaziyette ABD ile birlikte hareket etseler de Suriye’den Orta Asya ve Çin’e kadar uzun ve karanlık bir tünel uzanmaktadır.
[1] Diğer yandan ABD’nin ekonomik olarak yükselen ülke ve bölgeleri çeşitli finans operasyonları ile bir bir dize getirdiği de gözden kaçmamaktadır. 1990’larda dünyanın en büyük on bankasından 5’ine sahip olan Japonya’da bugün sıralamaya giren banka yoktur. Diğer yandan 1995’lerde Arjantin, kriz ile dize getirilmiştir. Bu dönemde yükselen Asya Kaplanları içerisinde ABD’ye kafa tutan Mahathir Muhammed ve komşuları da 1997 Asya Krizi ile tükenme noktasına gelmişlerdir. ABD kendisi ilerleyemese bile ilerlemeye kalkan herkesin ayağına bir şekilde çelme takarak aranın açılmasını engellemiştir.
[2] Almanya günümüz dış politika konsepti olarak Hitler’in gözde generali Haushofer’in doktrinine dönüş yapmıştır. Haushofer, Almanya’nın Rusya ile birlikte Almanya’yı paylaşması gerektiğini savunmuş ve Rusya ile bir savaşa karşı çıkmıştır. Başta sözü dinlenen birisi iken Hitler, Rusya’ya savaş açmayı kafaya koyunca Haushofer’i görevden almış ve Haushofer’in dediği gibi yenilmiştir. Bugün ise Almanya bu doktrine dönüş yaparken Rusya’nın akıl hocası Dugin de Haushofer’inkine benzer şekilde Almanya ile Rusya’nın Avrupa’yı kardeş kardeş paylaşmasını savunmaktadır.