Sultan III. Selim Devri Islahat Hareketleri (Nizâm-ı Cedîd)
Sultan III. Selim tarafından gerçekleştirilen ve adına Nizâm-ı Cedîd denilen köklü yeniliklerin temel hedefi, devletin sarsılan otorite ve itibarının yeniden kazandırılması için, aksayan müesseselerde asra uygun değişiklikler yapılması ve bu suretle devleti Avrupa devletleri zümresine dahil etmekti. Bu uğurda sarf edilen gayret ve fedakârlıklar, önemli ilerlemelerin sağlanmasına zemin hazırlamıştır. Bunda şüphesiz III. Selim’in rolü çok büyük olmuştur.
Ancak bir isyan sonrasında bütün bu emeklerin feda edilmesi, Selim hakkında değişik yorumların yapılması neticesini doğurmuştur. Birçok yazarın ortak görüşü, Selim’in halim, selim, mütereddit ve âciz bir padişah olduğu yönündedir. Böyle olduğu için de ıslahat başarıya ulaşmamıştır. Gerçekte, Enver Ziya Karal Bey’in de ifade ettiği gibi, III. Selim asla korkak ve âciz bir şahıs değildi. Öyle olsaydı böylesine köklü ve geniş bir ıslahata girişmezdi. Kaldı ki daha ıslahatın başında, yakın arkadaşları ona karşılaşabileceği tehlikeleri hatırlatmışlar, hatta bu uğurda tahtını bile kaybedebileceğini ikaz etmişlerdi. Buna rağmen O, büyük bir cesaret örneği sergileyerek ıslahatlara başlamış, gördüğü aksaklıkların giderilmesi hakkında hatt-ı hümâyunlar yazarak fikrini açıkça izah etmekten çekinmemiştir. İsyanı bastırmak konusunda cesaretli davranmadığı, cephedeki orduyu getirmek suretiyle bu işin üstesinden gelebileceği yönündeki tenkitlerine, Padişah’ın şu cevabı yeterli olsa gerektir: “Ben Tuna boylarından ordu-yı hümâyunu getirir bu isyanı bastırırım. Fakat o vakit Ruslar da Çatalca önlerine gelebilirler”. Evet, Sultan Selim, Rusları Çatalca önlerinde görmektense, taht ve tacını, hatta çok sevdiği ıslahat fikirlerini bile terk etmeği uygun bulmuştur. Ayrıca, çıkabilecek iç savaşta kardeş kanı akmasına da gönlü razı olmamıştır.
Şüphesiz büyük işlerin başarılması ancak gayretli, kendini bu işe adamış güçlü bir ekiple mümkün olur. Ne var ki, düşman ordularının Osmanlı sınırlarına tecavüz ettiği sıralarda bile devlet ileri gelenleri bir ideoloji etrafında toplanamamıştı. Her ne kadar babası III. Mustafa tarafından, Yavuz Sultan Selim gibi cihangir bir padişah olması dileğiyle Selim ismi verilmişse de Selim’in böyle bir şansı yoktu. Kendisi Yavuz ayarında bir padişah olsa da devlet kaht-ı rical devrini yaşıyor ve Selim de mevcut devlet adamları içinde kendi fikirlerini destekleyen devlet adamlarını iş başına getirmek suretiyle reform programını yürütmeye çalışıyordu. Ancak maalesef bu kişilerin çoğu zamanla asli görevlerini unutmuş, zevk ve sefaya dalmışlardı.
Devlet idaresini işlemez hale getiren menfaat düşkünü idareciler, halk nazarında Padişah’ın şahsi nüfuz ve otoritesini sarsmış ve Selim’in reform hareketlerinin tesirleriyle İstanbul’da bazı Avrupaî adet ve alafranga yaşama tarzının başlaması taassup ve cehalet yüzünden Padişah’a karşı adeta nefret uyandırmıştı. Başkentte din ile asla ilgisi olmayan batıl itikatlar doğmuştu. Bizzat yeniçeriler bile Hacı Bektaş Veli üzerine felsefe yapmakta meşgul idiler. Manevî hayatta görülen sarsıntı Yeniçeri Ocağı’nın tehlikelerinden daha mühim idi. Nizâm-ı Cedîd hakkında o derece fena propagandalar yayınlanmıştı ki, bir gün bir yeniçeriye Nizâm-ı Cedîd askerî olur musunuz? diye sorulduğunda “Hâşa, Moskof olurum, Nizâm-ı Cedîd askerî olmam.” diye cevap vermişti. Nizâm-ı Cedîd aleyhine yapılan acımasız ve haksız propaganda neticesinde çığ gibi büyüyen muhalif grubun en güçlü destekçileri arasında, Sadaret kaymakamı Musa Paşa ve şeyhülislam Ataullah Efendi gibi önde gelen devlet adamlarının bulunması, her halde Nizâm-ı Cedîd için büyük şansızlık olsa gerek.
Islahat çalışmalarının başarısızlığa uğramasının sebepleri şüphesiz bunlarla sınırlı değil. Birçok iç ve dış etkenler reform programının yarım kalması neticesini doğurmuştur. Osmanlı Devleti’nin geniş topraklarında öteden beri gözü olan emperyalist zihniyetli Avrupa devletleri ve özellikle Rusya’nın emelleri, Batılı ajanların veya Batı yanlısı yerli bozguncuların kışkırtıcı ve bölücü faaliyetleri, gayrimüslim tebaanın milliyetçilik hareketleri de olumsuz gelişmeler olarak kayda geçmiştir. Uygulama esnasında ıslahat ekibinin hatalı davranışlarına ilaveten yeniçerilerin, ulemâ sınıfının ve bunların etkisinde olan halkın muhalefeti de şüphesiz önemli faktörler olarak zikredilmesi gereken hususlardır. Nitekim yeniçeriler, reformların ve özellikle yeni ordunun kurulmasının kendileri için tehlike oluşturduğunun farkında olduklarından daha başlangıçtan itibaren muhalefete başlamış ve zaman geçtikçe bunu artırmıştır. Ulemâ sınıfı her türlü yeniliği İslâm yasa ve geleneklerine aykırı bulduğundan Padişah’ın karşısında yer almıştır. Padişah’ın tımarlara el koyması ve eski askerî birliklerde reform yapmaya çalışması da muhaliflerin sayısını artırmıştır. Esasında tımar ve zeametlerin bir kısmına el konmuşsa da büyük bir kısmı eski sahiplerinin elinde kalmış, bu sipahiler de işe yaramaz durumlarını sürdürmüşlerdir. Sipahi ve yeniçerileri ıslah çabasının başarıya ulaşmaması biraz da bölgeye gönderilen müfettişlerin, yapılan kötülükleri açıklamayan birlik subaylarının verdiği bilgilere dayanarak hareket etmeleri, isyan sırasında bu iki birliğin güçlü bir muhalif gurup olarak görev almasına zemin hazırlamıştır. Ayrıca reformlar da mantıklı bir malî politikaya oturtulamadan yapılmış, paranın değeri düşürülmüş, hükümetin artan masrafları yeni bir enflasyonla sonuçlanmıştı. Bu durum, halkın bütün suçu reformlarda bulmasına ve bu yüzden de Padişah’a karşı kırgınlık duymasına sebep olmuştur.
Kaldırılması mümkün olmayan eski askerî ocakların ileride varlıklarına son verilebileceği ümidiyle şimdilik kendi haline terk ile varlıklarının devamına izin verilmesi, reformların sonuçsuz kalmasına yol açacak gelişmeleri olgunlaştıracaktır.
Nizâm-ı Cedîd’in başarısızlığa uğramasında, 1798-1804 yılları arasında Anadolu ve Rumeli’yi hemen hemen baştan başa hükmü altında bulunduran âyân ve derebeylerin oynadıkları rolü de unutmamak gerekir. Nizâm-ı Cedîd ordusunun kurulması bunların özlemlerine son verecek bir gelişme olduğu gibi, İrad-ı Cedîd de onların menfaatlerini kökünden zedeleyecek bir uygulama idi. Dolayısıyla bu iki güçlü mahalli idarî birim, yenilik hareketinin karşısında yer almıştır. Bunun yanında miri toprak gelirlerinin önemli kısmının devletin yeni ordusunun maliyesine yönlendirilmesinden çıkarı bozulan kişilerin karşı koymaları ya da sabotajları, başkentte iltizamcılık işleri piyasasının gelişmesinin doğurduğu yolsuzluklar, geleneksel hazine ile İrad-ı Cedîd hazinesi arasında çıkan muhtelif hesap karışıklıkları hatta zıtlaşmalar Nizâm-ı Cedîd’in sonunu getiren dahili sebepler arasında yer almıştır.
Yabancı yazarların konu hakkındaki görüşleri de pek farklı değil. Nitekim A. Dolphin Alderson, geleneksel değerlerine önem veren bir toplumda, vatandaşın hayatıyla ilgili radikal kararlar almaya teşebbüs eden bir idarecinin doğal olarak bu kararların karşısına aldığı kişilerin tepkisiyle karşılaşacağını, üstelik onun reformlarının büyük ölçüde Batılı gelenek ve kurumlarının etkisini yansıtması nedeniyle bu muhafazakâr ruha şovenist bir ruh da eklediğini belirtir. R. Mantran ise, imparatorluğu kuşatan tehlikelere karşı savunma tedbirleri almakla ziyadesiyle meşgul olan Selim’in kendi reform siyasetine gerekli öğeler olan, iyi yetişmiş ve yeterli sayıda insanlarla, sağlam bir malî dayanağı yerli yerine koyamadığını yazar. Ayrıca kendisinden önceki birçokları gibi, ek vergiler ve mallara el koymalar gibi geçici çarelere başvurduğunu ve bunların da fiyatların yükselmesine sebep olduğunu, neticede halkın büyük bir bölümünü, askerî reformlarla malî önlemlerin kendilerine dokunduğu insanları hoşnutsuz kılıp kırdığını, bunlar arasında, Müslüman ve Osmanlı geleneklerini tehlikeye sokacağı için, devletin modernleşme ve özellikle Batılılaşma yoluna girmesini istemeyenlerin de olduğunu ifade eder.
Bu arada tamamen ispat edilememekle beraber Osmanlı Devleti’nin güçlenmesini istemeyen yabancı devlet elçilerinin menfi tesirleri de dikkate alınmalıdır. Türk devletine dost görünen Fransız elçisi Sebastiyani’nin yenilikler aleyhinde propaganda yapması ve yeniçerileri tahrik etmesi bilinen bir gerçektir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda daha önce ve bu dönemde uygulanan reform hareketlerine bakıldığında, temel özellik olarak tepeden inme yöntemlerle, yönetici elit zümre tarafından gerçekleştirilmiş olduğu görülür. Diğer ifadeyle Batılılaşma hareketi halkın isteği doğrultusunda değil, padişahlar ve bürokratların düşüncesi ve öncülüğünde yürütülmüştür. Padişah ve ıslahat ekibinin halkla bütünlük içinde olmaması, yeniliklerin zaruretini izah etme fırsatından yoksun bırakmıştır. Halbuki yenilik muhalifleri yeniçeriler, ulemâ ve diğerleri halka daha yakın olup onları yeniliklere karşı çıkma hususunda dinî ve dünyevî sebepler çerçevesinde etkilemekte daha başarılı olmuşlardır. XVII. yüzyılın sonuna doğru Osmanlı halkının böyle bir Batılılaşmayı algılayıp kabul edecek bir seviyeye henüz ulaşamamış olması da Nizâm-ı Cedîd hareketinin başka bir şansızlığı olarak değerlendirilmelidir.
Netice itibariyle, iç ve dış engeller sebebiyle başarısızlığa uğrayan Nizâm-ı Cedîd ıslahat hareketi sonrasında tahtından indirilen Sultan III. Selim, memleketinde uygulamak istediği yenilikler yolunda şehit edilmiş, çalışmaları da akamete uğratılmıştır. Ancak yenilik düşünceleri zihinlerden silinememiş ve halefleri onun açtığı ıslahat yolunda yürümeye devam etmişlerdir.
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye