1930’lu yıllar, eski SSCB halklarının kaderinde, bugün hâlâ kan sızmakta olan büyük bir yara bırakmış trajik bir devir yer aldı. Evet, bu bir devirdir, çünkü Stalin’in hâkimiyeti altına aldığı milletlere karşı başlattığı acımasızlık ve zulüm uzun yıllar boyu devam etti.
Bu lânetlenmiş ülkede, başına cellât baltası inmemiş bir tek halk bile yoktur. Fakat, Tatar ismini taşıyan millet, tarihî-siyasî sebeplere bağlı olarak, sopanın en ağır tarafı nasip olur. Fikir ve şuur sahibi Tatar aydınları, halkın asırlar boyu süregelen kültürünü, tarihî hassasiyetini, dil zenginliğini kendilerinde toplayan yazarlar, sanatçılar ve âlimler toplu hâlde yok edilirler. Artık 1937 yılı felâketi geçip gitti, rejimin kana susamışlığı duruldu diye farz edip rahatlamaya başlarken, 1940’ta Hesen Tufan, Fatih Kerim ve Fethi Burnaş1 tutuklanır. Fethi Burnaş, 1946’da idam edilir, romantik şair Fatih Kerim’in kaderini ise, 1941-45 yılları savaşı belirler.
Biz elbette, Stalinizmin kurbanlarını işiterek de okuyarak da öğreniyoruz. Söz konusu devir, müstakil şahısların kaderleri hakkındaki yeni bulunan kaynaklara ve daha yeni yeni açılan arşiv sandıklarına dayanarak yazılmıştır; yine de son yıllara kadar devrin felâketini umumîleştiren çalışmalar yok denecek kadar azdı. Nihayet, tarih bilimi bu tür araştırmalar konusunda zenginleşti. Bu zor ve övgüye değer işi, Kazan Devlet Üniversitesi profesörü A. L. Litvin gerçekleştirdi. A. L. Litvin, son beş-altı yıl içinde Sovyet cemgıyetende seycısi repressiycıler “Sovyet Toplumunda Siyasî Repressiyalar” isimli ortak maksat taşıyan birkaç makaleyi halka ulaştırdı.
Bu çalışmalar arasında, Yeşevge hokuksızlar (Zapret na jizn), Kazan 1993; Fikerge layıksızlar (Bez prava misi), Kazan 1994, Rusiyada ak hem kızıl terror (Krasnıyi belıy terror v Rossii), 1918-1922 g.g., Kazan 1995 gibi yerli malzemeye ve kendi arşivlerimize dayanarak yazılanlar bilhassa dikkate değer. Doğrusunu söylersek, üç yüzden fazla İlmî araştırmanın yazarı Prof. Dr. Aleksey Litvin’in hafif bir edebî dille yazdığı (Ayaz Gıylecav ile beraber yazdığı roman ve hikâyeleri de hatırlatmak gerek) birçok kitabı, Tataristan’ın geçmişine adanmıştır. Halkın hürmetine lâyık olan bu bilim adamının eserlerinin, “Tataristan Cumhuriyeti Devlet Nişanı”nı almaya aday gösterilmesi tabiî ve zarurîdir.
Yazar, umumiyetle repressiyalar ve bunların trajik neticeleriyle ilgilense de, onu pek çok Tatar aydınıyla beraber ülkemizde yaşayan Rus, Ukrayn, Yahudi ve diğer milletlerin kaderi de endişelendirmektedir. Litvin, daha ziyade Tataristan’da boy gösteren siyasî istibdata dair yazar. Belgelere, yazmalara ve hatıralara dayanarak topladığı malûmatlara bakıldığında, 1918-1953 yılları arasında Tataristan topraklarında 40.496 kişinin tutuklandığı, bunların 4.399’unun cezalandırıldığı görülür. Yazar, bu sayının tam olmadığını da kaydeder. Verilen bilgilere bakılırsa, Gulag[1] mahkûmları arasında 1939’da Tatarlar 4. sırada yer alır (Rus, Ukrayn ve Beloruslardan sonra); tutuklananların 60 %’ını köylüler teşkil eder.
Çalışmalardaki derin ve detaylı analizlerin gösterdiğine göre, sadece 1929-39 yıllarında Çekacılar[2] “üçlüsü”[3] 20.000’den fazla tutuklunun mahkemesine bakar ve bunların yarısına yakın bir kısmını (elbette ki en ileri görüşlü ve aydın olanları) idama mahkum eder. Ölüm şimşeği, bilhassa 1937’nin ikinci yarısında azgınlaşır. Hiçbir tahkikat yapılmadan mahkûm edilenlere, Troçki, Tuhaçevski[4] veya Sultan Galiyev taraftarı oldukları suçlaması yapılmış, milliyetçi etiketi yapıştırılmıştır. Stalin ismini gölgelemek, siyasî şakalar yapmak, Sovyet ülkesinin edebiliğine veya en ileri ülke olduğuna dair şüphe duymak, ölüm cezasına mahkûm edilmek için kâfi sebeplerdi.
1938’den itibaren tahkikatların gidişatına büyük bir “yenilik” getirilir. Hiçbir günahı olmayan insanlar, yabancı ülkelerin istihbarat servislerine casusluk yapmakla suçlanarak mahkûm edilirler. Kolay yol. Deliller arayıp, şahitler çağırıp, uzun uzadıya zabıtlar tutup kafa patlatmaya gerek yok.
Elbette, kolektivizmi önemsememek, sosyalizme karşı “panik yaratmak” için gece saat birde tutuklamalar durmak bilmez. Zindana atılan, kulak (burjuva=asilzade) damgası vurulan kişiye, önceden düşünülmüş olan yuvarlak cümleler “söylettirilir”: “Köylüleri açlıktan inlettiği için komünistler yok edilmeli.”; “Bana ve aileme düşmanlığı sebebiyle, Sovyet idaresini tanımıyorum.” vb. İçlerinde zalimlere ve kötülüğe karşı nefret olsa da, köylüler, fikirlerini başka türlü ifade ederler.
“Halk Düşmanları”nı milletine, doğup büyüdüğü yere ve yukarıdan gelen plân ve emirlere göre arayıp bulurlar. “Casusluk” suçlamasıyla idam edilenlerin listesi, devrin iki şahsı Yejov[5] ve Vıjinski[6] [7] tarafından doğrulanır. XX. asrın meşhur dram yazarı Kerim Tinçurin de, aynı şekilde, 14 Kasım 1938’de Japonya hesabına casusluk yaptığı suçlamasıyla idam edilir. Kendisiyle beraber, aralarında öğretmen, matematikçi ve emeklilerin de bulunduğu 8 Tatar da cezalandırılır. Kısacası, Japonya’ya “satıldığı” için pek çok Tatar evlâdı yok edilir. Güneşin doğduğu ülkenin halkı (Japonya), kendisine yapılan bu “yardım”dan haberdar olsaydı çok şaşırırdı.
Araştırmaların ortaya koyduğu gibi, mahkûm etmek için mahkûm edilenin “günahkarlarını” kabul etmesi mecburiyeti yoktur. Suçlama evrakını, mahkeme heyetinin bizzat kendisi doldurur, dilediği gibi değiştirir, tahrif eder, abartır. Prof. Dr. A. L. Litvin, bu belgeleri kendi geliştirdiği özel bir metotla inceliyor. Söz konusu metot, bu sebeple önemli ve müstakil bir İlmî kazançtır.
Prof. Dr. A. L. Litvin’in yazdıklarına göre, canlı bir hayaleti hatırlatan tahkikatçılar ve yargıçlar büyük ve gerekli bir devlet vazifesi başarmışçasına kendilerini mağrur hissederler. İnsanlara önce fizikî baskı, işkence uygulayıp daha sonra imanını, inancını, ruhunu zedelemeye girişirler. Gelecekte, kendilerini de aynı kaderin beklediğini bilmezler. Stalin dalavereleri iz bırakmayı sevmez. Bıyıklı Co’nun (Stalin) “İnsan var problem var, insan yok problem yok” ibaresini tekrar etmeyi sevdiği söylenir. İşlediği günahlar da bunu doğrular.
Devlet terörü devri araştırmaları, totalitarizmin insan haklarını hiçe sayan, olağanüstü zalim ve acımasız bir manzara sergilediğini ortaya koyan ciddî kaynaklardır. Litvin, bunları detaylı şekilde tahlil ederek, tam olarak açıklanmamış, gizli kalmış derinliklerine, temel anlamlarına nüfuz edip Stalinizmi güneş ışığına çıkarır, maskesini çıkarıp atar. “O devirde böyle gerekiyordu, başka türlüsü mümkün değildi.” gibi boş safsatayla, demogojiyle, Stalin’in tarihte eşi benzeri olmayan (sonraları bunu Kamboçya’da Pol Pot[8] tekrarladı.) istibdadını müdafaa etmeye çalışanların düşüncelerinin de, Litvin’in eserleriyle tanıştıktan sonra değişeceğini düşünüyorum. Bu kadar günahsız insanı, milletin önde giden şahsiyetlerini âdeta iblis gibi yok etmeyi ve vahşeti, hiçbir tarihî ihtiyacın aklaması mümkün olamaz. Yazar, “Ülkemizde böylesine korkunç bir hâkimiyet yerleşmeseydi, belki Avrupa’da faşizm de yükselemezdi” şeklindeki bir fikri benimsiyor.
Yukarıda söylendiği gibi A. L. Litvin, rejim kurbanı Tatar aydınlarının kaderiyle bilhassa meşguldür. A. İshaki, S. Maksudi, F. Tuktar gibi memleketlerini bırakıp başka ülkelere gitmek mecburiyetinde bırakılan şahısların mirasını, Tatar halkının ruhî hâzinesi olarak idrak eder. Özellikle, trajik, fakat hayallerine ve halkına sadık kalabildiği için talihli bir kadere sahip olan Ayaz İshaki’nin hayatının araştırılmasına büyük önem verir. Arşivlerde, yazar ve bilim adamı İshaki’nin ülke dışındaki hayatını, siyasî faaliyetlerini, Filistin, Çin ve Almanya’da yapılan Müslüman Kurultaylarına katılmasını kaydedip değerlendiren bir dosya bulur.
Yazar, Ayaz İshaki’nin Sovyet hâkimiyeti için atom bombası gibi son derece tehlikeli bir şahıs olduğuna dair ibret verici misaller ortaya koyar. 1949’da ülke idaresine, siyasî muhacirin (A. İshaki) gizli kapaklı yollarla SSCB’ye dönmeye hazırlandığı haberi ulaşır. Bolşevizmin “kan düşmanı” olan bu kişi, memleketinin bir tutam toprağını mendiline bağlayıp yalnızca göz yaşı dökmek için dönmeyecek, SSCB’yi dağıtmak, Tatar-Türk halklarını birleştirmek, mücadele başlatmak için ayak basacaktı doğup büyüdüğü topraklara. Bu sebeple de, KGB gücünü ve parasını hiç sakınmadan, bütün ülkede mitolojik düşmanını aramaya başlar. Samanlıkta iğne ararcasına bir güç sarf edilir. Prof. Dr. Litvin’in bulduğu esrarengiz dosyada Kırım’dan, Moldovya’dan, Kafkas taraflarından gelen resmî mektuplar saklıdır. Mutluluk, içlerine sığmaz: “Bizim buralarda A. İshaki görünmüyor, onun hakkında hiç kimse hiçbir şey bilmiyor.”
Yazarın Taşkent’te ve Çistay’da yaşayan kız kardeşleri, yeğeni, Kazan’daki eski dostları, ahbapları sıkı takibe alınır. 1954’te özel bir ajandan, Tatar halkının büyük evlâdı A. İshaki’nin vefat ettiğine dair bir haber alındıktan sonra, hükümet derin bir nefes alır. Tataristan’da ise, A. İshaki’nin halk düşmanı, Alman casusu olduğunu yaymak ve onun mirasını ülkeye geri getirmemek için yapılan mücadele, kırk yıla yakın bir zaman devam eder.
Rejim kurbanlarının her birinin ayrı bir kaderi var. Profesör Litvin büyük âlim, tarihçi ve sosyal bilimci Hadi Atlasi, tarihçi ve şair Galimcan Şeref, yazar Şamil Usmanov[9] ve daha pek çok aydını hedef alan kalın ciltler hâlindeki iftira yazılarını, belgeleri dikkatle inceler. Litvin, bilhassa Galimcan İbrahimov’u[10] severek, hassasiyetle ve edebî metotlara dayanarak tasvir eder. Yazarı, lekelemek için yazılan şikâyet mektuplarının bulunması, Tatar edebiyatı klâsiğinin hayat yolunu ve trajedisini daha yeni ortaya çıkarmaya yardım eder. Ant manzumesi yüzünden idealizm felsefesini savunmakla, burjuvazi formalizmiyle suçlanan Hesen Tufan; milliyetçilik ve gericiliği şirin gösterip yücelterek tasvir ettiği için “ifşa edilen” Kerim Tinçurin hakkındaki sıcak denemeleri derin tesir bırakır. Kerim Tinçurin’in hazır olan bir kitabı, baskı parası ve yeri bulunmadığından yayımlanmaz.
Litvin’in araştırmalarında tarihçi, edebiyat âlimi G. Gobeydullin, M. Segıydullin ve S. Piontkovskiy’in trajedileri hakkında da esaslı ve ispatlı açıklamalar vardır.
Toparlayacak olursak, A. L. Litvin’in kitaplarından Tatar aydınlarına karşı yürütülen soykırım, halkın önde giden, güçlü, tarihî şahsiyetlerini bilinçli şekilde yok etme, bütün vahametiyle ortaya çıkar. Bu insanların çoğu, kalem arkadaşlarına, dostlarına, yakınlarına ihanet etmeden ölümü cesurca kabul eder. İlmî araştırmaların her sayfasında, haksız yere cezalandırılmış insanlara karşı sıcak, samimî bir ilgi, merhamet hissi; XX. asırda böylesi bir kıyımı gerçekleştiren totaliter rejime, şahıs kültürüne karşı ise, derin bir nefret hissi uyanıyor. Kendisi Tatar olmadığı hâlde, ömrünü Kazan Üniversitesi’ne, Tatar halkı ve Tataristan tarihini araştırmaya adayan Prof. A. L. Litvin’in, Tataristan’ın en nadide evlâtlarını, en değerli şahsiyetlerini severek, anlayarak ve gerçekleri tahrif etmeden değerlendirmesinin ayrı bir kıymeti vardır.
Litvin, “büyükler”in işine çok cesur şekilde burnunu sokar; fikirlerini delillere dayanarak, inandırıcı surette ve açıkça ortaya koyar. Uzun yıllar boyunca resmî ideoloji ve tarih kitapları, Lenin’e yapılan başarısız suikastta, silâhı ateşleyen kişinin Bolşeviklerden nefret eden fanatik meczup Fanni Kaplan olduğunu yaza geldi. KGB arşivlerinde bulunan yeni belgeleri mukayeseli bir zeminde inceleyen Litvin, birileri için faydalı olan bu yalanı ifşa eder ve Lenin’e, Kaplan’ın ateş etmediğine dair kesin bir neticeye ulaşır. (Fanni Kaplan, İli kto strelyal v Lenina, Kazan 1995).
Kazan’da doğup büyüyen meşhur yazar Vasiliy Aksenov’un annesi, 30’lu yıllarda Tatar şairlerini, bu arada Kolıma mahkûmu İbrahim Salahov’un[11] seçme eserlerini Rusçaya tercüme eden Yevgeniya Ginzburg’a ithaf ettiği çalışması Dva sledstvennıh dela Yevgeniy Ginzburg, Kazan 1994’te, mahkemeye heyetlerinin gerekli neticeyi almak için her türlü aldatmaca, hile ve yalana başvurduklarını, kayıt ve zabıtları değiştirdiklerini açıkça ortaya koyar. Burada onun metin tahlilindeki uzmanlığı da gözler önüne serilir.
Prof. Dr. A. L. Litvin’in eserlerinde kaderleri ortaya çıkan şahsiyetleri, çözülememiş problemleri ve kötülüğün kaynaklarını açan yolları, bir makalede enine boyuna değerlendirmek zor. Tataristan tarihini ve onun en karmaşık devrini öğrenmemizde büyük payı olan âlimin bütün çalışmaları baştan sona bir fikir etrafında döner: Kederli tarihimiz, gelecekte böyle trajik bir istibdadın tekrarlanmaması için ibret olmalı, halkın hürriyetine, müstakilliğine katkısı olan bir tek şahsı dahi unutmamalı. Tatarlar gibi, geçmişi ve tarihi daima tahrif edilip bozuk aynada gösterilen bir halk için, bu gerçek özellikle önemlidir.