Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Sosyal Hizmetler Açısından Selçuklu Kervansarayları

0 11.781

Hülya YİĞİT

Tarih boyunca değişik adlar altında pek çok Türk devleti kurulmuştur. Bu devletlerin siyasî, askerî ve kültürel açıdan bir öncekinden tamamen farklı olduğu elbette düşünülemez. Çünkü her yeni devlet bir öncekinin devamı niteliğindedir. Bu devamlılığı sağlayan unsur da hiç şüphesiz kültürdür.

Türk tarihine baktığımızda Hunlardan itibaren var olan ve bugün hâlâ sürdürülen pek çok geleneğin olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu geleneklerden biri de Türk devlet adamının topluma hizmet etmek, halkını korumak ve refah içinde yaşatmak için gösterdiği çabayla ilgilidir.[1]

Orhun Abidelerinde dikkat çekici bir üslûpla ifade edilen bu anlayışa göre, aç olan doyurulacak, çıplak olan giydirilecektir.[2] Yüzyıllar boyunca süren bu anlayış İslâmiyet’in kabulünden sonra dinî bir boyut kazanarak devam etmiştir. Doğrusu İslâm’ın hayrı ibadet kabul eden hükmü, söz konusu bu geleneği daha cazip hale getirmiştir.

1071’de Malazgirt Zaferi’nin ardından yeni yurtlarına yerleşen Selçuklular bu anlayış doğrultusunda Anadolu’yu ekonomik ve kültürel yükselişin yaşandığı bir ülke haline getirdiler. Bu dönemde millî ve dinî etkiler o derece kuvvetlidir ki Anadolu bir baştan bir başa sosyal yardım müesseseleriyle donatılır. Artık Anadolu “şevkat diyarı” olarak anılmaktadır.[3] Türk insanının yardımseverliği, misafirperverliği ve hoşgörüsü bu payenin alınmasındaki en büyük etkenlerdir. 1147’deki seferde bozguna uğrayan Haçlı ordusunun askerlerine Türkler tarafından para ve ekmek dağıtılması, hastalarının tedavi edilmesi Anadolu’ya neden “şevkat diyarı” denildiğine en güzel örnektir. Kaynaklar bu olaydan sonra üç binden fazla Hıristiyanın Müslüman olduğunu kaydeder.[4]

Modern araştırmalarda kervansaraylar genellikle Selçuklu ekonomisi içinde sultanların ticarî politikalarıyla ilgili olarak değerlendirilir. Müstahkem yapıları itibariyle de kaynaklarda daha çok askerî olaylarla ilgili olarak anılırlar. Halbuki kervansaraylar aynı zamanda Türk kültüründe önemli bir yeri olan hizmet ve hayır anlayışı dahilinde işletilen sosyal müesseselerdir. Selçuklular günün şartlarına göre son derece modern konaklama tesisleri inşa etmişler, üstelik bu tesislerde zengin-fakir, hür-köle, Müslim-gayrimüslim ayrımı yapmadan üç gün süreyle ücretsiz olarak aynı hizmeti sunmuşlardır. Bu, Selçukluların geniş bir hoşgörü ve hizmet anlayışına sahip olduklarının en açık delilidir.

Kervansarayların ticarî amaçlarla inşa edilmeye başlandığını biliyoruz, fakat verilen hizmetlere bakıldığında zamanla başlangıçtaki ticarî amacın üzerine çıkan bir gelişmenin olduğu görülür. Öyle ki, kervansaraylar Anadolu’yu yalnız yabancı tüccarlar için cazibe merkezi haline getirmekle kalmamış, aynı zamanda Türk kültür ve sosyal hayatının tanıtımını sağlayan merkezler olarak da önem kazanmıştır.

Yazık ki kervansarayların teşkilâtına ve işleyişine dair bilgi edinebildiğimiz pek az kaynak eser vardır. Bunlardan yalnızca Karatay Vakfiyesi derli toplu ve geniş bilgi içerir. Vakfiyeden edindiğimiz bilgiler kervansarayların teşkilâtı ve işleyişiyle ilgili olarak en azından benzer yapıdaki kervansaraylar için genelleme yapmaya imkân verecek niteliktedir. Bu sebeple konumuzla ilgili olarak Karatay Vakfiyesi esas alınmak suretiyle açıklamalar yapılmıştır. Vakfiyede kervansarayda verilecek hizmetlerle ilgili olarak sıralanan maddeler içinde yolcuların doyurulması, sağlık ve temizlikleri için birimler oluşturulması, dinî vazifelerini ifa edebilmeleri için görevlilerin istihdam edilmesi, hatta fakir yolculara ayakkabı verilmesi vb. yer alır.

Elbette ticaret yolları üzerine sıralanan irili ufaklı kervansarayların hepsinde bu hizmetlerin tamamının verilebileceği düşünülmemelidir. Çünkü verilen hizmetler kervansarayın bulunduğu mevkii, vakıflarının zenginliğiyle ve dolayısıyla teşkilâtıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu sebeple önemli ticaret yolları üzerindeki geniş teşkilâtlı kervansaraylarda sözünü ettiğimiz hizmetlerin tamamının verildiğini, diğerlerinde ise hizmetin sayısının ve kalitesinin kervansarayın konumuna bağlı olarak düştüğünü kabul etmek gerekir.

Biz, kervansaraylarda verilen hizmetleri azamî seviyede olmak üzere; iâşe ve ibâte (doyurma ve barındırma), sağlık, temizlik, dinî ve diğerleri olmak üzere beş başlık altında değerlendirdik.

  1. İâşe ve İbâte

Yukarıda açıklandığı gibi kervansaraylarda verilen hizmetlerde Türk kültüründe yer alan pek çok güzel unsuru bir arada görmek mümkündür. Bu unsurlar içindeki geleneksel misafirperverlik anlayışının kökenini de binlerce yıllık geçmişte aramak gerekir. Misafirperverlik, Türk gelenekleri içinde gerçekten önemli bir yere sahiptir. Türk kültür tarihinin en değerli kaynak eserlerinden olan Divanü Lügat-it Türk’te Kaşgarlı Mahmud “iyi elbiseyi kendin giy, tatlı yemekten başkasına hisse ayır, konuğu ağırla, tâ ki ününü herkese yaysın” demektedir.[5] Yine Kaşgarlı Mahmud misafirine hizmette kusur edenlerin başına iyi şeyler gelmeyeceğini bildirirken, “sana bir konuk gelip bir şey istese, azık dilese ona ver, çünkü konuk çıkarılan yemeği iyi bulmazsa sahibine lanet eder” demektedir.[6] Misafir sevmeyenler içinde ayıplar tarzda, “konuk bulunduğu zaman uğurlu sayan adamlar gitti, karşıdan bir karartı görseler -konuk geliyor diye- çadırını yıkıp gidenler kaldı” şeklinde serzenişte bulunur.[7] Anadolu’da misafirin “rızkıyla gelir” düşüncesinden hareketle kutsal kabul edilmesi ve en iyi şekilde ağırlanmaya çalışılmasının temellerini bu sözlerde bulmak mümkündür.

Tarihî kaynaklara bakıldığında Türk misafirperverliğiyle ilgili daha başka bilgilere de rastlanır. Meselâ XIV. yüzyılda Anadolu’yu gezen İbn Batuta halkın misafirperverliğiyle ilgili pek çok olay anlatır.[8] İbn Batuta Seyahatnamesi’nde Anadolu halkının yüksek misafirperverlik anlayışını anlatırken misafir oldukları her yerde yatacak yerin, yiyeceklerin ve yıkanmaları için hamamın büyük bir özenle hazırlandığından da söz eder.[9]

Bu misafirperverlik anlayışı kervansaraylarda verilen hizmetlerde de görülebilmektedir. Bilindiği gibi kervansaraylar vakıflarla idare edilir. Esasında medrese, darüşşifa, zaviye vb. vakıflarla idare edilen diğer müesseselerde de kervansaraylarda olduğu gibi yapının fonksiyonuna göre çeşitli farklarla fakat mutlaka yiyecek ve barınma ihtiyacı azamî ölçüde giderilmiştir. Bununla ilgili olarak vakfiyelere bakıldığında ayrıntılara girilmese de özellikle yiyecek ve barınma ihtiyacının giderilmesine ilişkin hükümlerin istisnasız hepsinde bulunduğu görülür. Meselâ Altun Aba Medrese Vakfiyesi’nde medresede eğitilen öğrencilere verilen nakit paranın dışında her Ramazanda bir koyun kesilmesi ve Konya rıtlı ile günde 80 rıtl ekmek satın alınmasını, tatlı için de günde 3 dinar ayrılmasını şart koşmuştur.[10] Cacabey’in Vakfiyesi’nde de Eskişehir’deki zaviyeye gelen ve gidenlere yedi gün süreyle ekmek ve katıklık verileceği bildirilir. Ayrıca sözü geçen zaviye için mum ve odun tahsis edilmiştir.[11]

Kervansaraylarda bu ihtiyaçların giderilmesi fonksiyonları icabı daha da zarurî hale gelmektedir. Bu zaruri durum tüccarların yalnızca gelir kaynağı olarak görülmesi sonucunu da doğurabilirdi. Oysa verilen hizmetlere bakıldığında tüccarların misafir kabul edildiğini ve kervansarayların geleneksel hizmet anlayışıyla idare edildiğini gösterir. Misafir kabul edilen tüccarlar hiçbir şekilde din, dil, ırk ve ekonomik durum gibi ayrımlara tâbi tutulmadan üç gün ücretsiz olarak ağırlanıyordu. Bu misafirliğin süresi üç günle sınırlı tutulmuştu.[12] İleride açıklanacağı üzere hastalık gibi olağan dışı hallerde süre uzatılabiliyordu. Yolcuların hayvanlarına da aynı şekilde itina gösteriliyor ve bakılıyordu. Bu hoşgörü ve misafirperverlik anlayışı içinde yiyecek ve barınma ihtiyaçları giderilen kafileler, Anadolu’yu neredeyse hiç para harcamadan bir baştan bir başa geçebiliyorlardı.

Karatay Vakfiyesi’ndeki şartlar yolcuların kervansaraylarda konakladıkları süre içinde en iyi hizmeti alabilmeleri için pek çok ayrıntının düşünüldüğünü gösterir. Vakfiyede yolculara verilecek yiyecek, yakılacak odun, hanın aydınlatılması için bezir gibi ayrıntılar sıralanmış, hatta mutfak takımlarının alımına ilişkin şartlar konulmuştur. Vakfiye’de kervansaraya gelen bütün yolculara 3 okka[13] ekmek, 1 okka pişmiş et, bir çanak yemek verileceği, ayrıca her cuma akşamı bal helvası dağıtılacağı bildirilmektedir.[14] Bütün bu yiyecekleri hazırlamak için bir de maaşlı aşçı istihdam edilmiştir.

Karatay Vakfiyesi’nde yolcular için tahsis edilen ekmeğin nereden ve nasıl temin edileceği hususu açık değildir. Osman Turan bazı Selçuklu yapılarında olduğu gibi (örneğin 765 tarihli Ali Paşa Zaviyesi)[15] kervansarayda bir fırının olabileceği fikrini ileri sürer, fakat bugüne kadar yapılan çalışmalarda fırının varlığı tespit edilememiştir. Esasında bir günde 300-500 yolcuya hizmet verebilme kapasitesi olan kervansarayda ortalama 400 kg. ekmek gerekeceği, dolayısıyla ekmek yapımının kervansaray içinde gerçekleştirildiğini düşünmek daha pratik bir çözüm gibi görünüyor. Son yıllarda yapılan kazı ve onarımlar sırasında bazı kervansaraylarda avlunun bir köşesinde tandırlara rastlanmıştır.[16] Karatay Kervansarayında tandır yoktur. Keza Karatay gibi büyük boyutlu ve geniş teşkilâtlı Kayseri ve Aksaray Sultan Hanlarda da böyle bir birimin varlığını bilmiyoruz. Karatay Vakfiyesi’nde de tandırdan söz edilmez. Fakat buna rağmen kervansarayda tandırın, hatta bir fırının olmadığı sonucu çıkarılamaz. Çünkü Karatay Kervansarayı’nda bir hamam olmasına rağmen vakfiyede bundan da söz edilmez.[17] Restorasyon çalışmaları sırasında tandırın ya da fırının ortaya çıkmaması da yapılan onarımların bilinçsiz olmasıyla ilgili olabilir. Nitekim Susuz Han’daki tandırlar onarımlar sırasında kapatılmış ve daha sonra bir tesadüf sonucu bulunmuştur.[18]

Eski Türk hayat tarzında hayvancılık büyük önem taşıyordu. Türklerin atlı-göçebe olarak yaşadıkları Orta Asya’da büyük at ve koyun sürüleri beslediklerini biliyoruz. Bu hayvanların etinden, sütünden, yününden ve derisinden çeşitli şekillerde faydalanan Türkler özellikle yemek çeşitleri arasında ete büyük yer vermişlerdir. Yüzyıllar boyunca Türk yemek kültürü içinde önemini muhafaza eden et, Selçuklularda da en çok tüketilen gıda maddelerinden olma özelliğini sürdürmüştür. Karatay Vakfiyesi’nde yolculara verileceği bildirilen yemek türleri içinde etin özellikle zikredilmiş olması da yine etin fazlasıyla tüketildiğini gösterir. Karatay Vakfiyesi’nde her yolcu için günde 100 dirhem et verileceği bildirilir fakat, etin nereden ve nasıl elde edileceği hususu açıklanmaz. Kayseri Sultan Han’dan bahseden bir kaynak eserde ise konumuzla ilgili önemli ve açıklayıcı bilgiler mevcuttur.

Kaynakta Sultan Han’ın Karatay Han’dan mimari olarak daha büyük vakıflarınında daha zengin olduğu bildirilir. Asıl önemli olan bilgi ise hana ait vakıf koyun sürülerinin olduğu ve koyunların kuzularının handa konaklayanlar için kesildiğidir.[19] Mimari olarak büyük benzerlik gösteren bu iki hanın teşkilat olarak da benzer olacağını düşünürsek kaynaktaki bilgiden yola çıkarak böylesi büyük teşkilâtlı kervansaraylarda et için koyun sürüleri vakfedildiği sonucunu çıkarabiliriz. Keza Karatay Vakfiyesi’nde kişi başına verilecek etin miktarı kervansarayın konaklama kapasitesi ile birlikte değerlendirildiğinde gecede asgari 100-125 kg. et ihtiyacı ortaya çıkar ki bu oldukça büyük bir rakamdır. Çünkü bir koyundan ortalama 15-20 kg. et elde edilebilir. Bu da günde en az 5 koyunun kesileceği manasına gelir. Dolayısıyla bu miktar etin sürekli olarak elde edilmesi herhalde ancak kervansaraya ait koyun sürüleriyle mümkün olabilir.

Vakfiyede tatlı olarak helva verileceği bildirilir. Selçuklu Dönemi’ne ait farklı kaynak eserlerde de tatlı olarak helva özellikle zikredilir. Örneğin Ariflerin Menkıbelerinde müritlerden birinin Mevlâna’ya özel olarak her gün helva pişirdiği hikâye edilmiştir.[20] Bu da gösteriyor ki, helva Selçuklular zamanında itibar gören makbul bir tatlı olarak hazırlanıp yeniliyordu. Vakfiye’de helva yapımında tatlandırıcı olarak özellikle bal kullanılması şartı konulmuştur. Bu Selçuklular zamanında Anadolu’da balın bol miktarda üretilmesi, dolayısıyla ucuz oluşuyla ilgili olsa gerektir.[21] Helva ikramı için özellikle cuma gününün seçilmiş olması cumanın, İslâmiyet’te kutsal gün kabul edilmesiyle ilgilidir. Anadolu’da bugün de özellikle kandil günleri gibi dinî günlerde helva yapılıp dağıtılması geleneği sürmektedir.

Karatay Vakfiyesi’nde alınacağı bildiren mutfak takımları, bir gecede kaç yolcunun misafir edileceğine ilişkin fikir vermektedir. Vakfiye’de hanın giderlerinden arta kalan parayla elli büyük kâse, yirmi bakır tabak, yüz büyük odun çanak, elli odun çanak, on büyük, beş orta, beş küçük bakır tencere, iki büyük leğen, iki büyük kazan, iki büyük havan ve gerekli diğer malzeme için tahsisat ayrılacağı kayıtlıdır.[22] Yolcuların gruplar halinde, meselâ 6-10 kişilik sofralarda yemek yediklerini varsayarsak 50 büyük çanak alınacağına ilişkin bilgi bizi 300-500 rakamına ulaştırır. İleride açıklanacağı üzere yolcuların geceledikleri kapalı bölüm de asgari 300 kişinin kalabileceği şekilde tanzim edilmiştir.

Kervansaraylarda yolcuların hayvanlarına da azami itina gösteriliyordu. Nitekim Karatay Vakfiyesi’nde hayvanlar için özel tahsisat ayrılmış ve yeterli derecede arpa ve saman alınmasına ilişkin şartlar konulmuştur.[23]

Kervansarayların inşa edilmesindeki temel gaye, yolcuların özellikle tüccar kafilelerinin, yolculukları sırasında herhangi bir zarara uğramadan hayvanları ve yükleriyle birlikte emniyet içinde geceleyebilecekleri mekânlar elde etmektir. Bu sebeple büyüklüğü, bulunduğu mevki ya da teşkilâtı nasıl olursa olsun istisnasız bütün kervansaraylarda barınılacak bölümler mevcuttur.

Selçuklu kervansaraylarında barınma toplu olarak gerçekleştirilmiştir. Yolcular hayvanlarıyla birlikte kapalı bölüm, hol ya da ahır olarak adlandırılan bölümde geceliyordu. Yolcuların yatacağı bölümler sekiler vasıtasıyla yükseltilmişti. Aradaki kısımlar ise hayvanlar için tanzim edilmişti. Avlulu kervansaraylarda avlu etrafına dizilen birimler arasında sultan, vezir gibi devlet adamlarına tahsis edilmiş özel odalar da vardı. Avlu aynı zamanda hayvanların bir kısmının örneğin develerin de kaldığı bölümdü.

Kapalı bölümde yolcuların hayvanlarıyla birlikte gecelemesi bugünkü şartlarla düşünüldüğünde temizlik ve sağlık açısından sakıncalı görülebilir. Fakat Selçuklu kervansaraylarının hiçbirinde ocak, şömine gibi ısınma sistemi yoktur. Bu durumda günün şartlarına uygun pratik bir çözüm üretilmiş ve hayvanların yaydığı ısıdan faydalanılmıştır. Ayrıca bu sistemle yolculara hayvanlarını kolayca kontrol edebilme imkânı da sağlanmıştır. Kervansarayların neredeyse 2 m.’yi bulan dış duvar kalınlıkları da ısınma problemini asgariye indirir. Buna rağmen kışın çok soğuk günlerinde özellikle avludaki odaların mangal veya benzeri bir araçla ısıtıldığını düşünüyoruz. Karatay Vakfiyesi’ndeki şartlar arasında kışın yolcular için zeyt ve odun alınacağına ilişkin bilgi[24] olması da bu görüşü doğrular niteliktedir.

Nasıl ki bugünkü otellerde oda ve yatak sayısı gecelik konaklama kapasitesini veriyorsa kervansaraylarda da sekiler aynı şekilde değerlendirilebilir. Karatay gibi beş sahınlı kapalı bölümü olan kervansaraylarda sekilerin eni genellikle 3.50-4.00 m. civarındadır ve sahınlar boyunca uzanır. Uçlarda ise “U” şekli alacak biçimde dört sıra halindedir.[25] Karatay kervansarayında uzunluğu 30 m. yi bulan bu sekilerde insanların 2 m2’lik bir alanda yattığını varsayarsak, avludaki odalarda dikkate alındığında yaklaşık 300 sayısına ulaşılır. Bu sayıya çalışanlarda ilâve edildiğinde takriben 300-400 kişi arasında bir kapasite çıkar. Ortalama olarak verilen bu rakam zaman zaman azalıp çoğalabilir. Yukarıda açıkladığımız gibi vakfiyeden edindiğimiz mutfak takımlarıyla ilgili bilgi de bu sonucu doğurmuştur.

Bu sayıdaki yolcunun yatak ve yorgan ihtiyacının nasıl karşılandığına dair kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlamıyoruz. Yalnızca Kadı İbn Abdüzzahir, risalesinde Karatay Kervansarayı’nı anlatırken yaygıların olduğundan bahseder.[26] Aynı risalede Kayseri’deki medreseler, tekkeler ve hanlardan övgüyle söz edilirken yaygı olarak Gürcü ve daha değerli halıların kullanıldığı zikredilir.[27] Dolayısıyla Karatay gibi kervansaraylarda tabanın değerli halı ve kilimlerle kaplandığını söyleyebiliriz. Bilindiği gibi yolcular gidecekleri yere ulaşıncaya kadar farklı büyüklüklerde kervansaraylarda konaklıyorlardı. Bu kervansaraylarda verilen hizmetin kalitesi de değişiklik arz ettiğine göre, yolcuların tedbirli davranıp yatak-yorganlarını veya bu amaçla kullanabilecekleri bazı eşyaları yanlarında taşıdıklarını düşünebiliriz. Bununla birlikte geniş teşkilâtlı kervansaraylarda yolcular için yatak-yorgan hazırlanmış olması da muhtemeldir.

  1. Sağlık

Selçuklular sağlık hizmetlerine büyük önem vermişler hemen her şehirde Dârüşşifâ, Dârülâfiye, Dâr üş-sıha, Bimaristan gibi adlarla hastaneler inşa etmişlerdir. Vakıflarla idare edilen bu hastaneler Selçuklu sosyal yardım müesseseleri içinde büyük bir yere sahiptir. Diğer vakıf yapılarında olduğu gibi buralarda da halka ücretsiz hizmet verilmiş, hastalar uzman hekimler sayesinde tedavi edilmiş, eczanelerde hazırlanan ilâçlar yine ücretsiz olarak dağıtılmıştır. Ayrıca hastalara yardımcı olarak geniş bir hizmetliler kadrosu istihdam edilmiştir.

Anadolu’da zirvesine ulaşan sağlık hizmetinin tarihî süreç içinde geliştiğini görüyoruz. Atlı- göçebe hayat tarzına sahip eski Türklerde özel sağlık merkezlerine rastlanmaz. Tedavi daha çok dua yoluyla, yani inanca dayalı olarak kamlar tarafından uygulanmıştır.[28] Bunun yanında çeşitli otlar ve şuruplarla yapılan bir nevi halk hekimliği de mevcuttu. Özel sağlık merkezleri ancak yerleşik hayata geçildikten sonra kurulabilmiştir. Örneğin Uygurların tıp metinleri olduğunu ve halk hekimliğinin dışında Sanskrit, Tibet, Sogd ve Çin dillerinden çevrilmiş tıp kitapları kullandıklarını biliyoruz.[29] Türklerin İslâmiyet’i kabulünden sonra sağlık merkezi inşası hızla artmıştır. Türk-İslâm devletleri içinde ilk hastane Tolunoğulları tarafından kurulur. Elimizdeki en eski hastane vakfiyesi ise Karahanlılara aittir. Karahanlı hükümdarı Tamgaç Buğra Han’ın Semerkant’ta tesis ettiği hastaneden vakfiyede Dâr el Marza olarak söz edilir.[30] Vakfiyeden anlaşıldığı kadarıyla Uygur, Karahanlı ve Selçuklu hastaneleri mimari yapı ve fonksiyon açısından benzer özellikler gösteriyordu.[31]

Türklerin yerleşim merkezlerinde hastane bina etmekle yetinmedikleri gezici hastaneler kurdukları da bilinir. Örneğin Atabeg Nureddin Zengi zamanında Selçuklu ordusunda kırk deveyle taşınan gezici bir hastane vardı.[32]

Selçuklular zamanında Anadolu’da iki tip hekimin varlığını biliyoruz. Bunlar Dârüşşifalardaki hekimler ve cerrahlarla bugünkü manada pratisyen hekimlerdir.[33] Pratisyen hekimlerin nasıl çalıştıkları meselesi açıklığa kavuşmamıştır. Bunlar muhtemelen gezici olarak evlerde, pazarlarda, esnaf arasında ya da dükkanlarda hizmet veriyorlardı. Dârüşşifalardaki hekimler farklı branşlarda uzmanlaşmışlardı. Örneğin Sivas Dârüşşifası’ndaki tecrübeli ve başarılı hekimler, cerrahlar ve göz hekimleri hizmet ediyordu.[34]

Selçuklular Dönemi’nde, hekimlerin uyguladığı, çeşitli ilâç ve şurupların kullanıldığı tedavi ve daha çok tarikat şeyhlerinin uyguladığı inanca ve itikada dayalı dokunarak, üfleyerek yapılan tedavi olmak[35] üzere iki tip tedavi şekli uygulanmıştır.

Anadolu’da hemen her şehire inşa edilen hastaneler, insan sağlığı konusundaki hassasiyeti ve sağlık hizmetlerine verilen önemi açıkça göstermektedir. Bununla birlikte sağlık hizmetleri yalnızca hastanelerle sınırlı kalmamıştır. İnsanların toplu halde bulunduğu pek çok sosyal yardım müessesesinde de sağlık hizmeti verilmiştir. Kervansaraylarda verilen sağlık hizmetleri bu bakımdan fazlasıyla önem taşır. Çünkü ticaretin gelişmesine paralel olarak uzun mesafelerde yapılan yolculuklar bazı hastalıkların daha kolay yayılmasına sebep olmuştur. Kervansaraylarda verilen sağlık hizmetleri geleneksel hizmet ve hayır anlayışı sebebiyle olduğu kadar Selçuklularda son derece gelişmiş olan insan sağlığına verilen önemle doğrudan bağlantılıdır.

Kaynaklarda Karatay Kervansarayı’nda bir hastane ve ilaçların bulunduğu bildirilir.[36] Karatay Vakfiyesi’nde de handa hastalanan herkesin iyileşinceye veya ölünceye kadar çeşitli ilaçlarla ve şuruplarla tedavi edileceği, fakir birisi ölürse kefenlenip gömülme masraflarının vakıftan karşılanacağı kaydı bulunur.[37] Vakfiyede bir hastaneden bahsedilmese de kaynaktaki bilgilerle vakfiyedeki kayıtlar birbirini tamamlar niteliktedir. Bilindiği gibi kervansaraylarda yolcular ancak üç gün ücretsiz konaklayabiliyorlardı. Fakat vakfiyedeki şartlara göre hastalananlar için bu kural işletilmemekte hatta hasta iyileşinceye kadar tedavi sürmekte, ölüm durumunda defin masrafları karşılanmaktadır.

Vakfiyenin kervansarayın teşkilatına dair ayrıntılı bilgi içermesi, fakat hekimden söz etmemesi de bir meseledir. Kütahya’daki Germiyanoğlu Yakup Bey imaretine ait vakfiyede imarette hasta olanlar için bir hekim getirileceği, ilaç verileceği ve bunların ücretinin vakıf gelirlerinden ödeneceği kaydı bulunur.[38] Bu bilgiden yola çıkarak kervansarayda daimî bir hekimin bulundurulmasının güçlüğü sebebiyle çevreden getirildiği sonucuna ulaşılabilir. Selçuklular zamanında Anadolu’da iki tip hekimin varlığından söz etmiştik. Kervansaraylarda muhtemelen gezici çalışan pratisyen hekimler hizmet veriyordu. Ancak çok özel ve önemli durumlarda darüşşifalardaki hekimler getiriliyordu. Çünkü darüşşifalar bir nevi tıp fakültesi gibi çalıştıkları için buradaki hekimlerin meşguliyeti diğerlerine göre çok fazlaydı. Diğer taraftan hekimlerin bulunmadığı yerlerde geleneksel tedavi usullerinden yararlanılmıştır. Esasında sağlık hizmetleri de muhtemelen yalnızca geniş teşkilâtlı kervansaraylarda verilmiştir.

Karatay Vakfiyesi’nde yalnızca insanların değil yolculara ait hayvanların da gerektiğinde tedavi edildiğine dair bilgiler bulunur. Vakfiyeye göre handa hastalanan hayvanlar için maaşlı bir baytar istihdam edilmiş ayrıca, hayvanların nallanması işi içinde yine maaşlı bir nalbant görevlendirilmiştir. Vakfiyede vakıf gelirlerinden nal ve çivi alınacağı kaydı da bulunur.[39]

  1. Temizlik

İnsanlar eski çağlardan itibaren sağlık ve güzelliğin temizlikle başladığını keşfetmişler ve temizliğe önem vermişlerdir. Hatta bazı toplumlar temizliği ibadet olarak görmüşlerdir. Anadolu’da, Eski Çağlar da dahil olmak üzere, yaşayan topluluklar bu açıdan dikkate değer özellikler gösterirler. Örneğin; Hititlerde ibadetin birinci şartı temizlik olarak görülmüştür.[40]

Temizliğin taşıdığı önemi Türkler çok erken kavramışlardı. Daha atlı-göçebe olarak yaşadıkları dönemlerde bile deriden yapılmış “çerge” denilen çadır hamamlar kullanıyorlardı. Çadır hamamların yerleşik hayata geçildikten sonra da orduda kullanıldığı bilinmektedir. Meselâ; I. Alaaddin Keykubad, Anadolu’da “Hamâm-i Seferi” denilen çadır hamamla sefere çıkıyordu. Harzemşahlar (Harezmşahlar) ordusunda da çerge adıyla bir çadır hamam bulunuyordu.[41]

Türklerin İslâmiyet’i kabulüyle birlikte geleneksel temizlik anlayışı dinî bir boyut kazanmış ve “temizlik imandandır” hadis-i şerifi ışığında hamam inşa etmek hayır kabul edilmiştir. Esasında Anadolu’da suyla ilgili yapılar genel olarak itibar gören hayır yapılarıdır. Bu sebeple Anadolu’nun hemen her yerinde çeşmeler, sebiller ve kuyular bol miktarda mevcuttur.

Anadolu’da tabiî sıcak su kaynaklarının çokluğu antik devirlerden itibaren hamam inşasını kolaylaştırmıştır. Bu tabii sıcak suların üzerine kaplıcalar inşa edilerek, bazı hastaların tedavisi de gerçekleştirilmiştir. XI. yy.’ın sonlarından itibaren Türklerin Anadolu’ya yerleşmeye başlamasıyla birlikte Eskişehir, Kütahya, Ankara, Konya, Kayseri gibi şehirlerdeki tabiî sıcak sulu Antik Devir hamamları İslâmî kurallara uygun tarzda düzenlenerek kullanılmaya devam edilmiştir.[42] Kaynaklarda Selçuklular Devri’nde Anadolu’da 300 kadar kaplıca olduğu geçmektedir. Hatta Konya-Akşehir arasındaki Ilgın kasabasının bir sıcak su kaynağının keşfi ve üzerine kaplıca inşa edilmesi ile teşekkül ettiği bilinmektedir.[43]

Anadolu’da hamam inşası diğer hayır müesseseleri içinde gerçekten önemli bir yere sahiptir. Bu sebeple pek çok şehirde kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı hamamlar mevcuttur.

Neticede Anadolu’da hamam kültürü diyebileceğimiz bir anlayış ortaya çıkmıştır. İbn-i Batuta Seyahatnamesi’nde Anadolu’da kendisine gösterilen misafirperverlikten bahsederken mutlaka hamama götürüldüğünü de belirtmektedir.[44] Bugün de özellikle Anadolu’nun küçük yerlerinde hâlâ sürdürülen geleneğe göre zaman zaman gruplar halinde hamama gidilir ve yıkanma işi adeta eğlenceye dönüştürülür.

Uzun süreli yolculuk yapan seyyahlar ve tüccar kafilelerinin temizlik ihtiyaçlarının giderilmesi elbette daha fazla önem taşımaktaydı. Ayrıca Müslüman yolcuların dinî vazifelerini ifa edebilmeleri için İslâmiyet’in temizlik şartlarını yerine getirmeleri gerekmekteydi. Böylece hem sağlık açısından hem de dinî açıdan kervansaraylarda hamam inşası adeta mecburî hale gelmekteydi. Tabiidir ki kervansaraylarda verilen hizmetlerin niteliği ve sayısı kervansarayın bulunduğu mevkiye ve büyüklüğüne göre farklılık göstermektedir. Bu sebeple hamamlar daha çok önemli ticaret yolları üzerindeki geniş teşkilatlı kervansaraylarda inşa edilmiştir. Kalıntılarından anlayabildiğimiz kadarıyla Kayseri ve Aksaray Sultan Hanlar, Karatay Kervansarayı, Avanos Sarı Han, Goncalı Ak Han ve Divriği Burma Han’da hamam bulunmaktadır.

Bunların dışındaki kervansaraylarda hamam ya hiç inşa edilmemiş ya da günümüze ulaşamamıştır.

Kervansarayların hemen hemen bütün teşkilâtını öğrenebildiğimiz Karatay Vakfiyesi, hamamdan söz etmez. Yalnızca zeylinde köydeki hamamın yolcular ve diğer halka hizmet vereceği kaydedilmiştir. Oysa bugün kervansarayın içindeki hamamın kalıntıları mevcuttur. Bir kaynak eserde de kervansarayda bir hamamın bulunduğu açıkça bildirilmektedir.[45] Bu durumda yine vakfiyenin bütün teşkilâtı kaydetmediği sonucu çıkmaktadır. Keza bazı Selçuk Devri vakfiyelerinde yapıların hamamlarında kullanılacak sabun üstelik miktarıyla belirtildiği halde[46] Karatay Vakfiyesi’nde bu da kaydedilmemiştir.

Uzun yolları katedip gelen yolcuların hamamdan önce ellerini ve yüzlerini yıkamaya ihtiyaç duyacakları tabidir. Bu sebeple kervansaraylarda temizlik ve diğer ihtiyaçlar için çeşmeler inşa edilmiştir. Günümüze kadar kalabilmiş Ağzıkara Han, Kızılören Han, Hatun Han, Alara Han, Avanos Sarı Han ve Goncalı Ak Han çeşmeleri Selçuklu çeşme mimarisi içinde özel bir yere sahip olduğu kadar, kervansaraylarda temizliğe ve sağlığa verilen önemin farklı bir göstergesidir.

  1. Dinî

Türklerin İslâmiyeti kabulü tarihte önemli bir sosyolojik hadise olarak görülmektedir. Türk milleti için önemli bir dönüm noktası sayılan bu olay kitleler halinde gerçekleşmiş, neticede hızla İslâmlaşan Türkler büyük devletler kurarak İslâm dünyasında etkin olmuşlardır. Selçukluların Anadolu halkası da Türk-İslâm devletleri içinde önemli bir yere sahiptir.

Anadolu’nun Türk yurdu haline geldiği dönemde akınlar, savaşlar ve göçler hayatın önemli bir parçası olmuş, buna rağmen bulunan her fırsatta kalıcı eserler verilmeye çalışılmıştır. Bunlar arasında türbe, mescit, cami gibi dinî olanları ağırlıktadır.[47] Esasında fethedilen her bölgede bu tür yapıların inşası bölgenin kimliğini belirlemesi açısından önemli görülmüştür. Bu bakımdan Selçuklu ve sonrası dönemlerde Anadolu’da dini eserlerin askerî ve kültürel olanlara göre fazlalığı tesadüfi değildir. Ayrıca bu dine hizmet, dolayısıyla hayır olarak görülmüş ve teşvik edilmiştir.

İslâmiyet’te ibadet için temiz bir yer yeterli olarak görülmektedir. Fakat hava şartlarından korunmak veya hayvanların kirletmesini önlemek gibi sebeplerle ibadet mekânının yerden yükseltilmesi, kapalı hacimler haline getirilmesi gibi çözümler üretilmiştir. Neticede mimarisi ve tezyinatı ile göz kamaştıran mükemmel eserler ortaya çıkmıştır.

Cami veya mescit inşası Selçuklular zamanında da tek başına olabildiği gibi, diğer vakıf yapılarına bağlı olarak da gerçekleşmiştir. Medrese, darüşşifa gibi müesseselerin tamamında bir de mescit bulunur. Kervansarayların hemen hemen hepsinde mutlaka bir mescit bulunmaktadır. Bazı istisnai durumlar vardır ki bunların da yakınında cami bulunması sebebiyle yapıya dahil bir mescit inşasına gerek duyulmamıştır.[48]

Kervansaray mescitleri içinde en dikkat çekici olanları köşk mescitlerdir. Köşk mescitler ibadet mekânı olduğu kadar hanı inşa ettiren kişinin gücünün sembolü olarak da görülmüştür. Bütün dinî yapılarda olduğu gibi kervansaraylarda da mescitler bol tezyinatlıdır.

Vakıflarla idare edilen kervansaraylarda mescitler için özel tahsisat ayrılmıştır. Karatay Vakfiyesi’nde mescitte hizmet verecek maaşlı bir imam ve müezzin istihdam edildiği kayıtlıdır.[49] Ayrıca ibadetin sürdürülmesini kolaylaştırmak maksadıyla mescitte ihtiyaca cevap verecek şekilde mum kullanılması şartı bulunmaktadır.[50]

Vakfiyedeki kervansarayda hastalanan ve ölen yolcuların defin masraflarının ödeneceğine ilişkin bilgiyi dinî hizmetlerle ilgili olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü vakfiyede tahsis edilen para ile gerektiğinde ölen hastaların kefenlenip gömüleceği kayıtlıdır.[51] Vakfiyeden anlaşıldığı kadarıyla verilecek hizmetlerde yolcuların sosyal statüleri ve dinî tercihleri sebebiyle ayrım yapılmamaktaydı. Bu durumda yolcuların Müslim-gayrimüslim ayrımı yapılmadan aynı hizmeti alacağı sonucu çıkmaktadır. Müslüman yolcuların kefenlenip dinî vecibeler yerine getirilerek gömülecekleri anlaşılmaktadır. Gayrimüslim yolcular için muhtemelen yine dinlerine uygun bir tören yapılmaktaydı.

  1. Diğerleri

Kervansaraylarda verilen hizmetlere fakir ve muhtaç kişilere yardım, yolcuların ayakkabılarının tamiri veya yenisinin verilmesini de ekleyebiliriz.

Türk devlet geleneği ve İslâmi şartların bir araya gelmesi ile ortaya çıkan anlayışta; halkın refahı ve huzurunu temin etmek devlet adamının görevi sayılmıştı. Devlet adamlarının hayattayken genel ziyafetler vermeleri ve fakir halka sadaka dağıtmaları yanında vakıf eserlerin vakfiyelerindeki şartlarla öldükten sonra da yaptıkları hayırların devamını sağlamıştır.

Selçuklular Dönemi’ne ait pek çok vakfiyede, müessesenin niteliğine, dolayısıyla işleyişine dair şartlar sıralandıktan sonra fakir ve muhtaç kişiler içinde vakıf gelirlerinden pay ayrılmıştır. Özellikle vakıf eserin hiçbir şekilde kullanılamaz duruma gelmesi neticesinde gelir vâkıfın belirlediği kişilere bırakılmakta, hayrın devamı için bir miktarı fakirlere ayrılmaktadır.[52]

Karatay, kervansaray Vakfiyesi’nde verilecek hizmetlere ek olarak kervansaraya sığınan muhtaç kişiler için kadın-erkek, Müslim-gayrimüslim, hür-köle ayırmadan gelirden herkese 100 dirhem para ve 24 mudd buğday verileceği şartını koymuştur. Ayrıca hanın kullanılmaz duruma gelmesi halinde gelirin fakir ve muhtaç Müslümanlara bırakılacağını bildirmiştir.[53]

Vakfiyede verilecek hizmetlerden biri de yolcuların ayakkabılarının tamiri veya ayakkabısı olmayanlara yeni ayakkabı verilmesiyle ilgilidir. Bunun için handa maaşlı bir ayakkabıcı istihdam edilmiştir.[54]

Sonuç olarak, Selçuklu kervansarayları iktisadî hayatı geliştirmek maksadıyla kurulmuş müesseseler olmakla beraber, zaman içerisinde daha ileri bir boyut kazanarak, çağının en gelişmiş sosyal hizmetlerini veren müesseseler haline gelmişlerdir. Bu özelliği ile kervansaraylar Anadolu’yu yabancı tüccarlar için cazibe merkezi haline getirmekle kalmamış, aynı zamanda Türk kültür ve sosyal hayatının tanıtımını sağlayan mekânlar olarak da önem kazanmışlardır.

Hülya YİĞİT

Karadeniz Teknik Üniversitesi Giresun Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 7 Sayfa: 301- 307


Dipnotlar :
[1] Salim Koca, “Türkiye Selçuklularında Ekonomik Politika”, Erdem, C. 8, s. 23, Ankara 1996, s. 465.
[2] Vilhelm Thomsen, Çözülmüş Orhun Yazıtları, Çev.: Vedat Kökten, Ankara 1993, s. 110; Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Ankara 1994, s. 58.
[3] Muhammed Et Tancî, İbni Batuta Seyahatnâmesi I-II, Haz: Mümin Çevik, İstanbul 1983, s. 193.
[4] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, İstanbul 1997, s. 295.
[5] Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügat-it Türk, C. I, Çev.: Besim Atalay, Ankara 1985, s. 45.
[6] Kaşgarlı Mahmud, a.g.e., s. 274, 275.
[7] Kaşgarlı Mahmud, a.g.e., s. 384.
[8] Bu olaylardan biri de Gölhisar’da yaşanır. Gölhisar’a gelen İbn Batuta ve arkadaşlarının önünü birkaç kişi keser. Bir başka grup buna müdahale eder ve iki grup arasında bıçakların çekildiği tartışmalar yaşanır. Bu durum İbn Batuta ve arkadaşlarının bu insanların yol kesen eşkıyalar olduklarını düşünmelerine sebep olur. Oysa durum farklıdır. Bunlar iki ayrı ahi grubudur ve her iki grupta yolcuları misafir eden taraf olmak istemektedir. Muhammed Et-Tanci, a.g.e., s. 198.
[9] Muhammed Et-Tanci, a.g.e., s. 198-222.
[10] Osman Turan, “Şemseddin Altun-Aba, Vakfiyesi ve Hayatı-Vakfiyeler I”, Belleten, C. XI, S. 42 Ankara 1947, s. 204-205.
[11] Ahmet Temir, Cacaoğlu Nur El-Din’in Arapça-Moğolca Vakfiyesi, Ankara 1989, s. 129.
[12] Misafirliğin süresinin en az üç gün olması Türklerde geleneksel hale gelmiştir. Eğer misafir üç günden az kalırsa bu ev sahibinin itibarını zedeleyen bir durum olarak görülür. İbn Batuta Erzurum’da konakladığı evden ikinci gün ayrılmak istemiş, ev sahibiin gücendiğini görünce misafirliğini bir gün daha uzatmıştır. Muhammed Et-Tanci, a.g.e., s. 205.
[13] Bir okka 250 gr. gelir. Osman Turan, “Selçuk Kervansarayları”, Belleten, C. X, S. 39. Ankara 1946, s. 483.
[14] Osman Turan, “Celâleddin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri-Vakfiyeler III”, Belleten C. XII, S. 45. Ankara 1948, s. 114; Turan, “Kervansaraylar”, s. 483.
[15] Turan, “Kervansaraylar”, s. 485.
[16] Ayşil Tükel Yavuz, “Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansaraylarının Tipolojisi”, IV. Milli Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri (25-26 Nisan 1994), Konya 1995, s. 184.
[17] Osman Turan bunun sebebini vakfiyenin yapının ilk yıllarına ait olmasına ve tüm teşkilatı kaydetmemesiyle ilgili olmasına bağlar.
[18] Tükel Yavuz, a.g.m, s. 184. dipnot 9.
[19] Faruk Sümer, Yabanlu Pazarı, İstanbul 1985, s. 91.
[20] Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri I, Çev.: Tahsin Yazıcı, İstanbul 1973, s. 287.
[21] Turan, “Vakfiyeler III, s. 57; Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, Çev.: Yıldız Moran, İstanbul 1994, s. 162.
[22] Turan, “Vakfiyeler III”, s. 56; Turan, “Kervansaraylar”, s. 484.
[23] Turan, “Vakfiyeler III”, s. 114; Turan, “Kervansaraylar”, s. 485.
[24] Turan, “Vakfiyeler III”, s. 58; Turan, “Kervansaraylar”, s. 485.
[25] Ayşil Tükel Yavuz, “Anadolu Selçuklu Kervansaraylarında Mekan-İşlev İlişkisi İçinde Savunma ve Barınma”, IX. Vakıf Haftası Kitabı, Ankara 1992, s. 263.
[26] Sümer, a.g.e., s. 81.
[27] Sümer, a.g.e., s. 86.
[28] Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi I-II, İstanbul 1978, s. 120.
[29] Osman Fikri Sertkaya, “Uygur Tıp Metinlerine Toplu Bir Bakış”, Uluslararası Osmanlı Öncesi Türk Kültürü Kongresi Bildirileri, Ankara 1993, s. 358.
[30] Arslan Terzioğlu “Karahanlı Hastane ve Tıp Tarihine Bir Bakış, Uluslararası Osmanlı Öncesi Türk Kültürü Kongresi Bildirileri, Ankara 1993, s. 365.
[31] Terzioğlu, a.g.m, s. 365.
[32] Arslan Terzioğlu, “Selçuklu Hastaneleri ve Avrupa Kültürüne Tesiri”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1972, s. 55; Turan, Selçuklular Tarihi, s. 346.
[33] A. Suheyl Ünver, “Anadolu Selçuklularında Sağlık Hizmetleri”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1972, s. 12-13.
[34] Refet Yinanç, “Sivas Abideleri ve Vakıfları”, Vakıflar Dergisi, S. XXII, Ankara 1991, s. 27.
[35] Menakıbü’l Arifin’de bu tip tedaviyle ilgili çok sayıda olay anlatılır. Örneğin; Mevlanâ’ya gayb aleminden gelen bir deste gülün yaprakları ağrıyan gözlere sürüldüğünde göz hemen iyileşiyordu. Ahmet Eflaki, a. g. e. I., s. 167-168.
[36] Sümer, a. g. e, s. 81.
[37] Turan, “Vakfiyeler III, s. 58, 115.
[38] Turan, “Vakfiyeler III, s. 58. Turan, “Kervansaraylar”, s. 485.
[39] Turan, ’’Vakfiyeler III”, s. 57, 114.
[40] Firuzan Kınal, Eski Anadolu Tarihi, Ankara 1998, s. 221.
[41] Turan, Selçuklular Tarihi., s. 350; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1998. s. 370.
[42] Yılmaz Önge, Anadolu’da XII-XIII. YY. Türk Hamamları, Ankara 1995, s. 9.
[43] Turan, Selçuklular Tarihi. s. 350.
[44] Muhammed El-Tancî, a.g.e., s. 198, 201.
[45] Sümer, a.g.e., s. 81.
[46] Örneğin Niksar’daki Ahi Pehlivan Zaviyesi’nin hamamı için on rıtl sabun vakfedilmiştir. Turan, “Kervansaraylar”, s. 465.
[47] Anadolu’da bilinen en erken tarihli Selçuklu camisi Konya’daki Alaaddin Camii’dir. Bugün ilk hali tamamen değişmiş olan yapıdan yalnızca 1155 tarihli ahşap minberi kalmıştır. Oktay Aslanapa, Anadolu’da İlk Türk Mimarisi, Ankara 1991, s. 31.
[48] Örneğin Eshab-ı Kehf Handa yapının yanında ayrı bir cami olduğu için hanın içinde ayrı bir mescide gerek duyulmamıştır.
[49] Turan, “Vakfiyeler III”, s. 55, 113.
[50] Turan, “Vakfiyeler III”, s. 58, 115.
[51] Turan, “Vakfiyeler III”, s. 58, 115.
[52] Sivas Dârüşşifası Vakfiyesi’nde, Dârüşşifanın yıkılıp kullanılmaz duruma gelmesi halinde gelirin fakir Müslümanlara bırakılacağı şartı bulunmaktadır. Yinanç, a. g. m, s. 41.
[53] Turan, “Vakfiyeler III”, s. 58, 115, 116.
[54] Turan, “Vakfiyeler III”, s. 57, 114. Turan, “Kervansaraylar”, s. 484.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.