Sivil Militaristler ve İşbirlikçiler… ( Atilla Yayla’ya Cevap )
Söze bir tahlille başlamakta yarar var…
Ormanın içindeki gölün kıyısında yapılmış bir kulübenin arka penceresi ormana bakmakta, sadece ormanı görmektedir, ön penceresi ise sadece gölü görmektedir, yan pencereden bakıldığında ise hem orman hem göl yakından görülebilmektedir varsayalım.
Bir gözlemci, analiz yeteneği çok güçlü olsa da, söz gelimi arka pencereden baktığında ormanda gördüklerini çok iyi tahlil edebiliyor olsa da, ağacın yaprağının, çiçeğinin, dalındaki kuşun, gövdesinde gezinen böceğin, yere düşüp toprakta çürüyen yaprağın ve benzeyen her şeyin farkına varabilmiş olsa da, bunların ekolojik dengeye katkılarını fevkalade iyi tespit ve tahlil edebiliyor olsa da, gölü göremediği sürece içinde bulunduğu ortamı tam ve doğru olarak tasvir edebiliyor olması mümkün değildir.
Aynı şekilde ön pencereden sadece gölü görebilenler için de bu mümkün değildir.
Ancak yan pencereden hem ormanı hem gölü görebilip, gördüğünü iyi anlayabilen ve iyi anlatabilenler içinde bulunulan durumu doğru anlayıp doğru aktarabilecek kişilerdir.
Geçerli olacak olan, onların tahlil ve tespitleridir.
Atilla Yayla, işte böyle arka pencereden bakan biri gibidir.
Tahlilleri ve tespitleri görebildikleri çerçevesinde isabetli olsa da sadece bir cenahtan bakması sebebiyle içinde bulunulan ortamı tam tasvirden mahrumdur.
Bu mahrumiyet kasıtlı bir tercih midir, yoksa kasıtsız bir kötü talih midir bilemiyoruz.
Ama bizim bu yazıdaki muhatabımız kişisel çıkarları sebebiyle, kasıtlı bir tercihle sadece ormana bakanlardır.
Atilla Yayla “Sivil Militarizm”i konu edindiği yazısında;
“…İlkokullarda her gün içilen anttan hiyerarşik sıra düzenine, beyin yıkamayı hedefleyen müfredattanşovenizmi enjekte eden ders kitaplarına, üniversite öncesi eğitim tam bir öğrencileri “yontma”, “tek biçimleştirme” düzeni.
***
Ve bu eğitim sisteminde, eğer öğrenci muhalif toplumsal kesimlerden gelmiyor veya alternatif bilgi ve değer kaynaklarından da beslenmiyorsa, eğitim seviyesi yükseldikçe militaristliğin derecesi artıyor. Daha yüksek tahsil neredeyse otomatikman daha militarist tavır anlamına geliyor.” demektedir.
Bu cümleler Yayla’nın anlatmak istediklerinin ana fikrini içermektedir.
Buradan yürüdüğümüzde;
İlkokullarda her gün ant içildiği, bunun bir biçimlendirme çabası olduğu elbette ki doğrudur. Ama bu biçimlendirme aşağılama güdüsüyle “şovenizm” olarak isimlendirilmiştir. Yani kişilerde ve toplumlarda kabul görmeyen “Hitler Irkçılığı” çağrıştırılarak yapılmak istenenin buna benzer bir şey olduğu dolaylı olarak söylenmektedir.
Ama öyle değildir…
Hikâyesinde aşk, sadakat, acı çekmek, acıya mukavemet etmek, ihanet, kin ve nefret gibi çeşitli insani hisleri konu edinen bir çok Amerikan filminde altı kere katlanıp ölen polisin veya askerin eşine teslim edilen Amerikan bayrağı sahnesi ile “Amerikalı” olmak şuuru ısrarla işlenmektedir. Keza buna benzeyen sahne ve sözlerle, atası İngiliz, İtalyan, İspanyol, Afrikalı, hatta Japon ve Çinli olan insanların aslında tek bir millet oldukları, Amerikalı oldukları ısrarla telkin edilmektedir. Yahudilerin yaptıkları filmlerdeki “ulus bilinci” ise çok daha ileri boyutlardadır.
Ve bunun örnekleri dünyanın izlediği bütün kültürlerin sanat ve edebiyatında çokça görülmektedir.
Tarihin başladığından beri devletlerin yapılanma esaslarını -istisnaları hariç- milletler ve milli kültürler belirlemiştir. Sınırlar buna göre çizilmiş, hukuk düzeni buna göre kurulmuş, yönetim biçimi buna göre belirlenmiştir.
İnsanlık tarihinin akışındaki bu “milli bağımsız devlet” kavramını reddetmek mümkün ve kabil değildir.
Öyle ise, içeriği “milliyetçilik ve bağımsızlık” olan yönlendirmeleri kınamak, küçük görmek, küçük düşürmek için “Hitler Irkçılığı”na benzetmek hak değildir, haklı değildir.
Ulus bilincimiz olmasa, bundan kaynaklanan bağımsızlık ve özgürlük değerlerimiz olmasa “SÖMÜRGECİ” politikalara nasıl direneceğiz, kendi ülkemizde yaşayan soydaş ve vatandaşlarımızın haklarını nasıl koruyacağız?
Bunların adil paylaşımı ikincil konudur. Önce gelen “BAĞIMSIZLIK” tır. “Demokrasi” ve “Adalet” kurumları sonra gelir.
Bağımsız değilseniz, zaten kendinizi yönetmiyorsunuz demektir ve demokrasi yoktur.
Bağımsız değilseniz, zaten birileri sizin haklarınızı gasp etmek ve sömürmek için sizin üzerinizde egemenlik kurmuştur ve zaten adalet baştan yok olmuştur.
İşte bu “bağımsızlık” kültürü millet ve milliyetçilik kavramlarından kaynak alır ve beslenir.
İşte bu sebeple sadece “Milli Eğitim Bakanlığı” ve “Milli Savunma Bakanlığı”nın isimlerinde “Milli” ifadesi vardır.
Ve bundan, bu bakanlıkların politikalarının esası olan “milli” hüviyetlerinden sadece “sömürgeciler” zarar görür ve gocunur.
Bir de “işbirlikçiler”…
Daha önce de yazmıştık ama lafın yeri geldiğinden tekrarı elzem oldu;
Yunanistan’daki “cunta yönetimi”ni kendilerinin işbaşına getirdiğini 10 yıl sonra açıklayan CİA başkanı “ABD bir ülkedeki yönetimin demokrasi mi, krallık mı olduğuna bakmaz, yönetimin kendisine ne kadar uydu olduğuna bakar” ifşaatını, ABD ilgi sahasındaki tüm ülke yöneticilerine aba altından sopa göstermek için yapmıştır. Keza Şili’de 200 Milyon Dolarlık ITT’yi devletleştiren Allende yönetimini devirirken General Pinoche’yi işbaşına getirmek için Bir Milyar Dolar harcaması da bu yüzden ve bu bakış açısındandır.
Sömürgeciler için yönetimin biçimi öncelik arz etmezken, iktidara getirecekleri partinin adının sosyalist parti mi, liberal parti mi olduğu fark etmezken, sömürgecilere direnen unsurların bağımsızlığa kavuşmak yada onu korumak için neden kısıtlayıcı mahrumiyetleri olsun? Başarmaları zor olsun, başaramasınlar diye mi? Bağımsızlıklarını koruyamasınlar diye mi?
Ülkelerin “Ordu”ları niye var?..
Bir gün başka ulusların zenginliklerine el koymak niyetleri yoksa, bu niyetleri olanlardan korunmak için değil mi? Bağımsızlık için değil mi?
Sömürgecilerin oyunlarını bozan ordu, bu ülkenin ordusu ise, bu ülkenin ve ulusun hak ve menfaatleri için görev yapıyor ise, bu sebeple riskleri olan, fedakârlıklar isteyen bir mücadeleye girmiş ise, ihtiyaç sona erdiğinde yönetimi siyasete devredip kışlasına çekileceğini ummak ve düşünmek o kadar mı zor?
Onlar işbirlikçi değilse onların niyeti zaten refah ve adalet getirmek değil midir ?!
Onlar zaten bizim babalarımız yada çocuklarımız değil midir ?!
Hem zaten bu kez de darbe arayışları ABD yanlısı olsaydı, bu kez de çoktan başarılmış olurdu. Planlarını yapanlar yada bu planlara bir şekilde dahil olanlar hukuki altyapısı olmadığı halde 1 yıldır, 2 yıldır cezaevinde iddianamenin hazırlanmasını bekliyor olmazlardı !
“Su-misal emsal teşkil etmez” derler. Yakın tarihimizdeki kötü örnekleri gözümüze perde yapıp dünyayı “at gözlüğü” ile görmeyelim. Komşularımızdaki ABD yanlısı “turuncu/mavi devrim”leri askerler mi yaptı ?!
Ülkemizde seçmenin üçte birini sandıktan küstürüp kalanın üçte birini -her türlü hile ve desise ile- %47 ile iktidar yapmanın komşudaki “turuncu” işbirliğinden ne farkı var?
Emperyalizme karşı “Bağımsızlık” için silaha sarılıp “Kurtuluş Savaşı” vermek hak da, işbirlikçi yönetimi darbe ile devirmek mi hak değil ?!
Yoksa bu tez sömürgecilerin “gözperde”si mi ?!
Bize “at gözlüğü”mü takmak istiyorlar ?!
Ve bunu “İşbirlikçiler”le mi yapmak istiyorlar ?!..
Ali Baykan
www.ucuncuyol.com
Ormanın içindeki gölün kıyısında yapılmış bir kulübenin arka penceresi ormana bakmakta, sadece ormanı görmektedir, ön penceresi ise sadece gölü görmektedir, yan pencereden bakıldığında ise hem orman hem göl yakından görülebilmektedir varsayalım.
Bir gözlemci, analiz yeteneği çok güçlü olsa da, söz gelimi arka pencereden baktığında ormanda gördüklerini çok iyi tahlil edebiliyor olsa da, ağacın yaprağının, çiçeğinin, dalındaki kuşun, gövdesinde gezinen böceğin, yere düşüp toprakta çürüyen yaprağın ve benzeyen her şeyin farkına varabilmiş olsa da, bunların ekolojik dengeye katkılarını fevkalade iyi tespit ve tahlil edebiliyor olsa da, gölü göremediği sürece içinde bulunduğu ortamı tam ve doğru olarak tasvir edebiliyor olması mümkün değildir.
Aynı şekilde ön pencereden sadece gölü görebilenler için de bu mümkün değildir.
Ancak yan pencereden hem ormanı hem gölü görebilip, gördüğünü iyi anlayabilen ve iyi anlatabilenler içinde bulunulan durumu doğru anlayıp doğru aktarabilecek kişilerdir.
Geçerli olacak olan, onların tahlil ve tespitleridir.
Atilla Yayla, işte böyle arka pencereden bakan biri gibidir.
Tahlilleri ve tespitleri görebildikleri çerçevesinde isabetli olsa da sadece bir cenahtan bakması sebebiyle içinde bulunulan ortamı tam tasvirden mahrumdur.
Bu mahrumiyet kasıtlı bir tercih midir, yoksa kasıtsız bir kötü talih midir bilemiyoruz.
Ama bizim bu yazıdaki muhatabımız kişisel çıkarları sebebiyle, kasıtlı bir tercihle sadece ormana bakanlardır.
Atilla Yayla “Sivil Militarizm”i konu edindiği yazısında;
“…İlkokullarda her gün içilen anttan hiyerarşik sıra düzenine, beyin yıkamayı hedefleyen müfredattanşovenizmi enjekte eden ders kitaplarına, üniversite öncesi eğitim tam bir öğrencileri “yontma”, “tek biçimleştirme” düzeni.
***
Ve bu eğitim sisteminde, eğer öğrenci muhalif toplumsal kesimlerden gelmiyor veya alternatif bilgi ve değer kaynaklarından da beslenmiyorsa, eğitim seviyesi yükseldikçe militaristliğin derecesi artıyor. Daha yüksek tahsil neredeyse otomatikman daha militarist tavır anlamına geliyor.” demektedir.
Bu cümleler Yayla’nın anlatmak istediklerinin ana fikrini içermektedir.
Buradan yürüdüğümüzde;
İlkokullarda her gün ant içildiği, bunun bir biçimlendirme çabası olduğu elbette ki doğrudur. Ama bu biçimlendirme aşağılama güdüsüyle “şovenizm” olarak isimlendirilmiştir. Yani kişilerde ve toplumlarda kabul görmeyen “Hitler Irkçılığı” çağrıştırılarak yapılmak istenenin buna benzer bir şey olduğu dolaylı olarak söylenmektedir.
Ama öyle değildir…
Hikâyesinde aşk, sadakat, acı çekmek, acıya mukavemet etmek, ihanet, kin ve nefret gibi çeşitli insani hisleri konu edinen bir çok Amerikan filminde altı kere katlanıp ölen polisin veya askerin eşine teslim edilen Amerikan bayrağı sahnesi ile “Amerikalı” olmak şuuru ısrarla işlenmektedir. Keza buna benzeyen sahne ve sözlerle, atası İngiliz, İtalyan, İspanyol, Afrikalı, hatta Japon ve Çinli olan insanların aslında tek bir millet oldukları, Amerikalı oldukları ısrarla telkin edilmektedir. Yahudilerin yaptıkları filmlerdeki “ulus bilinci” ise çok daha ileri boyutlardadır.
Ve bunun örnekleri dünyanın izlediği bütün kültürlerin sanat ve edebiyatında çokça görülmektedir.
Tarihin başladığından beri devletlerin yapılanma esaslarını -istisnaları hariç- milletler ve milli kültürler belirlemiştir. Sınırlar buna göre çizilmiş, hukuk düzeni buna göre kurulmuş, yönetim biçimi buna göre belirlenmiştir.
İnsanlık tarihinin akışındaki bu “milli bağımsız devlet” kavramını reddetmek mümkün ve kabil değildir.
Öyle ise, içeriği “milliyetçilik ve bağımsızlık” olan yönlendirmeleri kınamak, küçük görmek, küçük düşürmek için “Hitler Irkçılığı”na benzetmek hak değildir, haklı değildir.
Ulus bilincimiz olmasa, bundan kaynaklanan bağımsızlık ve özgürlük değerlerimiz olmasa “SÖMÜRGECİ” politikalara nasıl direneceğiz, kendi ülkemizde yaşayan soydaş ve vatandaşlarımızın haklarını nasıl koruyacağız?
Bunların adil paylaşımı ikincil konudur. Önce gelen “BAĞIMSIZLIK” tır. “Demokrasi” ve “Adalet” kurumları sonra gelir.
Bağımsız değilseniz, zaten kendinizi yönetmiyorsunuz demektir ve demokrasi yoktur.
Bağımsız değilseniz, zaten birileri sizin haklarınızı gasp etmek ve sömürmek için sizin üzerinizde egemenlik kurmuştur ve zaten adalet baştan yok olmuştur.
İşte bu “bağımsızlık” kültürü millet ve milliyetçilik kavramlarından kaynak alır ve beslenir.
İşte bu sebeple sadece “Milli Eğitim Bakanlığı” ve “Milli Savunma Bakanlığı”nın isimlerinde “Milli” ifadesi vardır.
Ve bundan, bu bakanlıkların politikalarının esası olan “milli” hüviyetlerinden sadece “sömürgeciler” zarar görür ve gocunur.
Bir de “işbirlikçiler”…
Daha önce de yazmıştık ama lafın yeri geldiğinden tekrarı elzem oldu;
Yunanistan’daki “cunta yönetimi”ni kendilerinin işbaşına getirdiğini 10 yıl sonra açıklayan CİA başkanı “ABD bir ülkedeki yönetimin demokrasi mi, krallık mı olduğuna bakmaz, yönetimin kendisine ne kadar uydu olduğuna bakar” ifşaatını, ABD ilgi sahasındaki tüm ülke yöneticilerine aba altından sopa göstermek için yapmıştır. Keza Şili’de 200 Milyon Dolarlık ITT’yi devletleştiren Allende yönetimini devirirken General Pinoche’yi işbaşına getirmek için Bir Milyar Dolar harcaması da bu yüzden ve bu bakış açısındandır.
Sömürgeciler için yönetimin biçimi öncelik arz etmezken, iktidara getirecekleri partinin adının sosyalist parti mi, liberal parti mi olduğu fark etmezken, sömürgecilere direnen unsurların bağımsızlığa kavuşmak yada onu korumak için neden kısıtlayıcı mahrumiyetleri olsun? Başarmaları zor olsun, başaramasınlar diye mi? Bağımsızlıklarını koruyamasınlar diye mi?
Ülkelerin “Ordu”ları niye var?..
Bir gün başka ulusların zenginliklerine el koymak niyetleri yoksa, bu niyetleri olanlardan korunmak için değil mi? Bağımsızlık için değil mi?
Sömürgecilerin oyunlarını bozan ordu, bu ülkenin ordusu ise, bu ülkenin ve ulusun hak ve menfaatleri için görev yapıyor ise, bu sebeple riskleri olan, fedakârlıklar isteyen bir mücadeleye girmiş ise, ihtiyaç sona erdiğinde yönetimi siyasete devredip kışlasına çekileceğini ummak ve düşünmek o kadar mı zor?
Onlar işbirlikçi değilse onların niyeti zaten refah ve adalet getirmek değil midir ?!
Onlar zaten bizim babalarımız yada çocuklarımız değil midir ?!
Hem zaten bu kez de darbe arayışları ABD yanlısı olsaydı, bu kez de çoktan başarılmış olurdu. Planlarını yapanlar yada bu planlara bir şekilde dahil olanlar hukuki altyapısı olmadığı halde 1 yıldır, 2 yıldır cezaevinde iddianamenin hazırlanmasını bekliyor olmazlardı !
“Su-misal emsal teşkil etmez” derler. Yakın tarihimizdeki kötü örnekleri gözümüze perde yapıp dünyayı “at gözlüğü” ile görmeyelim. Komşularımızdaki ABD yanlısı “turuncu/mavi devrim”leri askerler mi yaptı ?!
Ülkemizde seçmenin üçte birini sandıktan küstürüp kalanın üçte birini -her türlü hile ve desise ile- %47 ile iktidar yapmanın komşudaki “turuncu” işbirliğinden ne farkı var?
Emperyalizme karşı “Bağımsızlık” için silaha sarılıp “Kurtuluş Savaşı” vermek hak da, işbirlikçi yönetimi darbe ile devirmek mi hak değil ?!
Yoksa bu tez sömürgecilerin “gözperde”si mi ?!
Bize “at gözlüğü”mü takmak istiyorlar ?!
Ve bunu “İşbirlikçiler”le mi yapmak istiyorlar ?!..
Ali Baykan
www.ucuncuyol.com