Şihabetdin Mercani (1818-1889)
20 Kasım 2018 tarihinde Kazan’ın Kaban Gölü boyunda, Mercani Camii’nin karşısında doğumunun 200.yılı dolayısıyla Tatar aydını, tarihçi Şihabetdin Mercani’ye heykel açılmıştır.
Mercani kimdir? Bilinmesi gereken, Onu doğuran ortam ile Ona heykel yapılacak kadar saygınlığın sebebi nedir? Bu sorulara cevap bulabilmek için önce ünlü bilgin Zeki Velidi Togan (1890-1970) ile giriş yapayım. Çünkü Togan’ı Togan yapan ortam ve saygınlık ne ise, Mercani’yi Mercani yapan ortam da, saygınlık da odur.
ZEKİ VELİDİ TOGAN, ŞİHABETDİN MERCANİ’NİN DEVAMIDIR ki, Togan anlaşıldıktan sonra ancak Mercani anlaşılır. Onun için Mercani’yi anlatmadan önce Togan’ı anlatmaya çalışacağım. Togan’ın Mercani’ye olan sevgi ve hayranlığını “HATIRALAR” adlı dev eserinden öğrenmekteyiz. Togan ilk gençlik yıllarından başlayarak Mercani’yi dayısı aracılığıyla tanıyordu. Dayısı ise zamanının aydın bir kişisi olarak Mercani’nin öğrencilerindendi. Togan Kazan’a gitmesinin ilk sebebini, Mercani’nin basılmış eserlerini okumak olarak açıklıyor. Togan ilk olarak Mercani’nin “BÜYÜK YOL” eserini okuyor ve bu eser hakkında EDİL gazetesine yazdığı yazısını, “ilk bilimsel eserim” olarak tanımlıyor. Togan Mercani eserlerini okumakla yetinmez, Mercani’ye karşı görüşleri eleştirir, Mercani’yi savunur.
Toprağını karış karış gezerek, insanlarını birer birer kucaklayarak, tarihini ilk kaynaklarından okuyarak, düşmanlarıyla yüz yüze çarpışarak Türkistan’ı öğrenmiş ve onu çok sevmiş olan Zeki Velidi Togan’ın (1890-1970), yıllar önce İdil-Ural Türklerinin kurtuluşu için söylediği sözler-yaptığı işler bugün de geçerlidir: “Türkistan davasının milletlerarası bir mesele olacağına inanarak hazırlanmak, İdil ve Ural mıntıkası Türkleri için ancak Türkistan’a katılarak hareket etmenin lüzumuna inanmak lazımdır.” diyor (Togan 1969: 398).
Zeki Velidi Togan Atatürk’le olan sohbetinde Türkistan’la ilgili şunları söylemiştir: “XIV. yüzyılda tarih felsefesi ve içtimaiyat ile meşgul âlimlerin yalnız Akdeniz ve İspanya sahasında yetişen İbni Haldun gibi Batılı İslam âlimlerine mahsus kalmadığını, bu fikrin aynı Timur zamanında Semerkant’a gelmiş olduğunu, 1913 kışın Buhara kütüphanelerindeki yazma eserleri tetkik ederek öğrenmiştim. Bu eser, İbni Haldun’un çağdaşı olduğu halde, onu görmeden aynı felsefi fikirlere vasıl olan Şems İçi’nin eseri idi. Timur zamanında ve onun emriyle tarih felsefesine ve Türk kanun ve devlet idare sistemlerine tahsis edilerek yazılan ve Timur’a takdim olunan “Tuhfa” adındaki bu büyük eseri, ben ancak İstanbul’a geldikten sonra, Yeni Cami Kütüphanesinde buldum. “Şeriat” yerine “yasa”ya ve “din” karşısında “riyazî bilimlerin neticelerine” ön verilmek gerektiğinden bahseden bu eserden, bu sohbet esnasında Atatürk’e de bahsettim, o da “yaman bir Türk bu Timur” dedi” (Togan 1969: 125). Timur, sadece bilime önem veren bir hükümdar değil, aynı zamanda kendisi de iyi bir tarihçidir (Bartold 1930: 20)” (Kurban 1995: 20).
Şihabetdin Mercani Tatarıstan’ın bilginleri doğuran Kazan Artı bölgesinin insanıdır. Mercani’yi Mercani yapan doğuran coğrafyasının ötesindeki asli sebep-asli etken Türkistan sevgisi ve Türkistan’dan edindiği asli bilgilerdir. Zeki ve bilime çok meraklı olan Mercani, 20 yaşında bilimini yükseltmek için Buhara’ya gider. Buhara’da 5 yıl kaldıktan sonra, Semerkant’a Serdar Medresesine yerleşir. 2 yıldan sonra tekrar Buhara’ya döner ve Mir Garep Medresesinde öğrenimine devam eder. Buhara ve Semerkant’ta geçirdiği yıllarda Arap ve Fars dillerini öğrenmenin dışında felsefe, tarih, matematik, geometri, astronomi bilimleriyle uğraşır. Farabi, Biruni, İbni Sina ve İbni Haldun gibi ünlü bilginlerin fikirleriyle tanışır. Doğunun ünlü şahsiyetleri Firdevsi, Hayyam ve Nevayi’nin eserlerini inceler.
Yıl 1849, geleceğin ünlü bilgini vatanına-Kazan’a döner. Burada, yine medresede bilim ve eğitim işleri ile uğraşır. Kazan’daki bilim ortamı Mercani’nin düşünce yapısının daha da gelişmesine yardım eder. Mercani burada geniş bilgili filozof, edebiyatçı, dilci, tarihçi olarak kendini kanıtlar. 30’dan fazla büyük bilimsel eser yazar. Bilhassa o, tarih bilimine ayrıca önem vermiş bir bilgin olarak şu ifadeyi kullanmıştır: “Bil, o (tarih), hikmetler denizine dalmış gerçek bir bilim ve başka bilimlerle de kesiştiği noktaları bulunan değerli bir bilim dalıdır” (Mercani 1989: 42).
Mercani’nin, o zamanın şartlarına göre, ulusçuluk fikri de çok çarpıcıdır. O, “Tatar” adından iğrenen, kendilerini “Müslümanlar” diye adlandıran ümmetçileri eleştirir, onlarla alay eder: “Ne gülünç bir durum. Bu adlar arasında (Tatar ile Müslüman) Nil ile Fırat nehirleri arasındaki uzaklık kadar büyük bir fark vardır!.. Tatar değilsin, o zaman Arap, Tacik, Nogay da değilsin. Çin, Rus, Fransız ve Alman da değilsin. Öyle olunca, sen kimsin?” dedikten sonra Mercani, “Tatar adını bize tarih verdi, bu addan utanacak bir şey yok, herkes bize Tatar diyor,” demektedir. (Mercani 1989: 27).
Mercani hakkında, bilgin Galimcan İbrahimov’un ifadesiyle, bu “Tatar ulusunun tan yıldızı” 1889 yılında Kazan’da söner, kabri Kazan’ın Yaña Biste mezarlığındadır. (Tatar Edebiyatı Tarihi 1985: 236). (Kurban 2014: 121-122).
Atilla’dan (400-453) günümüze kadar geçen 1500 yıllık “Türk-Tatar Tarihi ve 1000 yıllık İdil-Ural Devletçilik İlkesi” karşısında Ruslar çaresiz ve suskundur; tarih ve bilim yok edilemez… Moskova’nın, Kazan’da Mercani’nin heykelinin boy göstermesi karşısında sessiz kalması, bu çaresizliğin sonucudur. Zamanında Mercani’nin öğrencileri konumunda olan Sultangaliev’in (1892-1940) öldürülmesini, Togan’ın vatansız-devletsiz kalarak yurt dışına kaçmasını gülerek seyreden bugünkü Moskova’nın, Mercani heykeli karşısındaki suskunluğunun başlıca sebebi, “BİLİM VE TARİH KORKUSUDUR”.