Konumu itibariyle doğudan batıya, kuzeyden güneye uzanan askeri ve ticari yolların kavşağında yer alan Aksaray hemen her dönemde önemli bir yerleşim merkezi olmuştur. Bu nedenle sık sık el değiştirdiği için de pek çok kez harap olmuş ve yeniden kurulmuştur.
Aksaray ve çevresinin tarihi, çevresindeki höyüklerde yapılan kazılar ve buluntulara göre Neolitik Dönem’e kadar inmektedir.[1] Antik Dönem’de Garsaura adıyla tanınan şehrin, M.Ö. 3000 yıllarında önemli Hitit merkezlerinden Karşaura ile aynı yer olduğu kabul edilmektedir. Son Kapadokya Kralı Archelaos tarafından yeniden kurularak krallığın başkenti yapıldıktan sonra Archelais adı ile anılmaya başlamıştır.[2]
Şehir hakkındaki en erken tarihli kaynak olan “Coğrafya” isimli kitabında Strabon; şehrin büyük fakat özelliği olmayan bir kasaba olduğunu söyler.[3] Strabon zamanında Garsaura eski parlaklığını kaybetmiş olabilir. Ancak Konya’dan Kayseri’ye giden yolda önemli bir durak noktası olması açısından hiç kuşkusuz önemini korumuştur. Ayrıca Strabon, Archelaos’un krallığının sonlarına doğru burasını Archelais olarak adlandırdığını bilmemektedir. Buraya sülale adının verilmesi, şehrin konumunu ve önemini ortaya koymaktadır. Bu da bize, Strabon’un (M.S. 19) şehir hakkındaki bilgilerinin zamanına göre oldukça eski olduğunu düşündürtmektedir.
M.S. 17 yılında Kapadokya Roma’ya bağlı bir eyalet durumuna geldikten sonra, İmparator Claudius Dönemi’nde (M.S. 41-54) Aksaray’a Roma kolonistleri yerleştirilerek Clonia Archelais ismi verilmiştir.[4] Leake 1844 tarihli kitabında bugünkü Aksaray’ın kaynaklarda Ankara-Bor arasındaki konumu ile uyum içinde olmasından ve Archelais’in bir su ile beslendiği yolundaki bilgilerinden yola çıkarak antik Archelais olduğunu belirtir. Ancak hiçbir seyyahın Aksaray’ı tanıtmamasından şikayet ederek, eski koloninin tam olarak bugünkü Aksaray’ın neresinde kurulduğunun belirlenemediğini söylemektedir.[5] Bugün Ulu Irmağ’ın kuzeydoğusunda çok az bir kısmı görülen duvar parçalarından yola çıkarak, önemli askeri ve ticari yollar üzerinde ve düz bir alanda kurulmuş olan şehrin sur ile çevrili olduğunu ve bu kalıntıların da surlardan kalan parçalar olmalıdır (Fotoğraf 1).
Roma İmparatorluğu 395 yılında Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu olarak ikiye ayrıldığı zaman Aksaray, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu idaresine geçmiştir. Roma İmparatorluğu Dönemi’nde Colonia Archelais olarak adlandırılan Aksaray, Bizans İmparatorluğu Dönemi’nde Coloneia olarak karşımıza çıkıyor. Romalılar ve Bizanslılar askeri yolların tutulması ve ticari hayatın güvenliğine büyük önem veriyorlardı, Aksaray da yolların kavşak noktasında yer aldığı için konumu itibariyle özel ilgi görmüştür. Bugün şehri keserek kuzeybatı-güneydoğu istikametinde Konya üzerinden Aksaray’a, oradanda Kayseri ve Sivas’a giden yolların kavşak noktasındaydı.[6]
Bizans Dönemi’nde de konumu itibariyle önemli bir merkez olan şehrin, kilise kayıtlarında 14. yüzyıla kadar ismi geçmektedir.[7] Dönem kaynak ve haritalarında piskoposluk merkezi olarak gösterilen şehrin en eski piskoposu Erythrica 325’deki İznik Konsili’ne katılmıştır.[8]
Bu dönemdeki şehir dokusu hakkında elimizde çok az veri vardır. Bunlar da, Ulu Irmağ’ın kuzeydoğusunda çok az bir kısmı görülen duvar parçaları ile özellikle 1925 ve daha sonraki yıllarda şehir içinde yapılan hafriyatlar sırasında ortaya çıkarılan kalıntılardır. Bunlar da üzerinde yeterince araştırma ve inceleme yapılmadan ya kapatılmış ya da üzerlerine yol, okul vb. yapılmıştır. Sadece yerel yayınlarda birkaç kelime ile anlatılmışlardır. Bilinen ilk veriler, 1925 yılında bugünkü Aksaray Lisesi temel hafriyatı sırasında ortaya çıkan ve Roma Dönemi’ne ait olduğu düşünülen hamam kalıntısıdır.[9]
İkinci veri, yine aynı yıl içinde Ulu Cami’ye yeni minare yapımı sırasında, temel hafriyatında çıkan yer mozaikleridir. Ayrıca, bugünkü Turizm Caddesi’nde Emlak Bankası inşaatı sırasında Roma Dönemi’ne ait olduğu düşünülen su kanalları ortaya çıkarılmıştır.[10] Bu verilerden hareketle, konumu itibariyle önemli bir merkez olan şehrin, Bizans ve daha önceki dönemlerdeki şehir dokusunu ortaya çıkaramıyoruz. Fakat dönem kaynak ve haritalarında Piskoposluk merkezi olarak gösterilen şehrin, 3. yüzyıldan önce bir sur ile çevrili olduğunu, iç kalede bugünkü Ulu Cami’nin yerinde olduğu düşünülen en az bir büyük kiliseye sahip olduğunu ve bugünkü Aksaray Lisesi’nin yerinde de bir hamam bulunduğunu söyleyebiliriz. Şehir merkezine ve çevresine yapılan diğer yapılarda Bizans Dönemi şehir dokusunun oluşturulduğu görüşündeyiz.
Bu yüzyıldan sonra şehir etrafında yerleşim nüvelerinin oluştuğunu, büyük olasılıkla sur dışında zirai faaliyetler gösteren halkının tehlike anında kaleye sığındığını söyleyebiliriz.
Bizans Dönemi şehir dokusunu oluşturan ulaşım şebekesinin en azından doğu-batı ve kuzey- güney doğrultusunda yer alan iki ana yolu, Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde de kapılarla bağlantılı olduğu için muhafaza edilmiş olmalıdır. Bunu dışında şehir içinde dolaşan su kanalları ile de şehrin su ihtiyacının sağlandığı ileri sürülebilir. Bu görüşümüzü, Turizm Caddesi’nde hafriyatlarda ortaya çıkan su kanalları da desteklemektedir.
Ulu Cami’nin güneyinde yer alan meydanında Bizans Dönemi’nden kalmış olduğu düşünülebilir. Ayrıca. Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı döneminde hatta günümüzde de çarşının ve ticaretin yapıldığı bölgelerin, Bizans Dönemi’nde de Selçuklu ve Beylikler dönemlerindeki yoğunlukta olmasa bile ticari işleve yönelik kullanılmış olması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun tersini düşünmek, askeri ve ticari yolların kavşağında kurulmuş olan Aksaray için mümkün değildir.
Şehir 7. yüzyılı izleyen üç yüzyıl boyunca aralıklarla süren Bizans-Arap savaşlarında konumu itibariyle tampon bölge olmuştur. Ereğli askeri teşkilatına bağlı Aksaray’a ilk İslam ordusu Mervanoğlu Abdulmelik komutasında 699 yılında gelmiştir. Bizanslıların tekrar Aksaray’ı ele geçirmeleri üzerine Mervanoğlu Abdülmelik askerlerini bu havaliye göndererek Ereğli, Aksaray, Karaman ve Konya bölgelerini tekrar ele geçirmiştir. Aksaray, Arapların eline geçtiği zaman Qulonia adını taşıdığı bilinmektedir.[11]
Bu tarihten sonra sık sık el değiştiren şehir, 944 yılından itibaren güçlenerek karşı saldırılara başlayan ve sınırlarını Malatya’ya kadar genişleten Bizans İmparatorluğu’nun egemenliğine girmiştir. Türkler tarafından fethedilene kadar da Bizans idaresinde kalmıştır.[12]
1071 yılındaki Malazgirt Zaferi’nden sonra Selçuklu emir ve komutanları Anadolu’da fetihlerine devam ederlerken, 1072 yılında Kutalmışoğlu Süleymanşah kardeşleri Mansur, Alpilik ve Donat ile Anadolu’ya gelip Fırat ırmağı boylarında ve Urfa çevresinde fetihlere başlamıştır. Daha sonra Orta Anadolu’ya yönelerek, Anadolu üzerinden Marmara Denizi yönüne hareketle 1075 yılında İznik’i fethettiği ve kurduğu Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti yaptı. Bunun üzerine Selçuklu Sultanı Melihşah kendisine Anadolu Selçuklu Hükümdarı fermanını, Bağdat Abbasi Halifesi Kaaim Biemrillah da Hil’at ve ferman ile birlikte Nasırr’üd-devle, Ebu’l Fevaris ve Rükneddin unvan ve lakaplarını göndermiştir.[13]
Aksaray’da 1077 yılında Anadolu Selçuklu Devleti topraklarına katılmıştır. 1080 olayları sırasında Kutalmışoğlu Süleymanşah’ın Konya ve Aksaray hükümdarı olarak adı geçmektedir.[14]
Sultan Mesut Dönemi’nde Aksaray, doğuya yapılacak seferler sırasında üs olarak kullanılmıştır. Sultan Mesut, burada cami vb. ibadet ve sosyal yardım müesseseleri yaptırtmıştır.[15] Bugün Aksaray Ulu Camii’nde bulunan minber üzerindeki tarihsiz kitabede Anadolu Selçuklu Sultanı olarak adı geçmektedir.[16]
Sultan Mesud’un 1155 yılında ölümü üzerine oğlu II. Izzeddin Kılıçarslan Anadolu Selçuklu tahtına oturdu.[17] II. İzzeddin Kılıçarslan 1170’de yeniden kurduğu Aksaray’da kendisine bir saray, askerlerine meskenler inşa ettirirken, şehirde camiler, medreseler, hamamlar, zaviyeler, han ve çarşılar yaptırtmış; Azerbaycan’dan buraya gaziler, alimler ve tüccarlar getirterek yerleştirmiştir. Bir odugah ve gaza üssü haline getirdiği Aksaray’a Rum ve Ermenilerin girmelerine müsaade etmemiştir. Çok defa burada oturduğu ve seferlerine buradan başladığı için diğer Ortaçağ Anadolu şehirlerinden her biri hususiyetine göre bir unvan taşırken; Aksaray’da bu hüviyeti dolayısıyla Dar’ür-Zafer, Dar’ül- Cihad ve Dar’ür-Ribat ünvanlarını almıştır.[18]
Selçuklulardan sonra sırasıyla İlhanlı, Eretna, Karamanoğulları, Kadı Burhaneddin, Karamanoğulları, Osmanlılar ve Karamanoğullarının eline geçen şehir, bu çekişmeler sırasında oldukça tahrip olmuştur.
11. yüzyılın sonlarında kesin olarak Selçuklu idaresine geçen Aksaray’a Selçuklu ve Beyliklerin neler getirip götürdüklerini, şehrin fiziksel dokusu yoluyla ortaya koymaya çalışacağız. Aksaray’ın zengin tarihi, kısa aralıklarla pek çok yönetim değiştirmesi, siyasi, kültürel ve ekonomik olayların zaman zaman odak noktasını teşkil edişi; geçirdiği doğal afetler ve savaşların yanı sıra günümüzde eski eserlerin bilinçli veya bilinçsiz olarak diğer Anadolu kentlerinden daha çok tahribe uğraması ve plansız kentleşme sonucunda eski dokusunun hızla yitirmektedir. Burada Anadolu Selçuklu sultanları ve beyleri ile çeşitli beylik ve devletlerin Aksaray şehrine katkılarını, yaptırdıkları eserlerle ortaya çıkarmaya çalışacağız.
Şehir içindeki dini, ticari, eğitim ve sosyal içerikli yapılarla surlar ve evler yolların kenarlarına sıralanarak günümüze çok azı gelmiş olan Selçuklu ve Beylikler Dönemi şehir dokusunu oluşturmuşlardır.
Şehir tarihinde her yeni yönetime devredilen ana fiziksel elemanın yollar olduğu dikkate alındığında, böylesi önemli bir konuma sahip Aksaray’ın şehirler ve hatta ülkelerarası yollar üzerinde bulunuşu fiziki gelişiminde de etkili olmuştur.
Şehrin bilinen beş kapısından güneydeki Ereğli Kapı ve doğudaki Kiçi Kapı dışında üç kapısından (Küçük Kapı, Meydan Kapısı ve Konya Kapısı) kuzey, güney ve batıya açılan ticaret yolları başlar. (Harita 1) Kiçi Kapı doğuda Ervah Mezarlığı ile bağ ve bahçelere açılırken, güneyde yer alan Ereğli Kapısı İç Kale’ye açıldığı için ticaretten çok devlet adamları, saray halkı ve askerler tarafından kullanılmış olmalıdır. Buna karşın şehrin diğer üç kapısı, şehir içi yolların şehirlerarası yollara açıldığı önemli kavşak noktalarını oluşturmaktadır (Çizim 1).
Şehirlerarası ticarette Aksaray’ın oynadığı önemli rol, bugünde pek çoğu bilinen Hanlara bakılarak söylenebilir. Özellikle Konya-Aksaray ve Aksaray-Kayseri arasındaki yolun bu dönemde oldukça önemli ve işlek bir yol olduğu, şehirlerarasındaki hanların birbirine çok yakın, diğer bölgelere ve yollara nazaran daha sıklıkla yapılmış olması da bu görüşümüzü desteklemektedir. Bunlardan bazıları Konya-Aksaray arasında Sultan Han (1229), Zazadin Han (1236), Akhan (13. yüzyıl), Obruk Han (13. yüzyılın ortaları); Aksaray-Kayseri arasında Alay Han (12. yüzyıl), Sarı Han (13. yüzyılın ilk yarısı), Ağzıkarahan (Hoca Mesud Hanı) (1238-43), Öresun Han’dır. (13. yüzyılın 2. yarısı)
Anadolu’nun Suriye, İran ve diğer ülkelerle ticari ve askeri ilişkilerini sağlayan önemli yollar üzerinde yer alan Aksaray’ın kuzey-güney ve doğu-batı doğrultusunda uzanan ana yolları şehirlerarası ulaşım ağıyla birleşir. Küçük Kapı ile Kiçi Kapı ve Meydan Kapısı ile İç Kale’yi birleştiren yolların şehir merkezine gidildikçe yoğunlaşan geniş ticaret alanlarına ve çarşılara açıldığı görülür. Bugün olduğu gibi o dönemde de yollar boyunca karşılıklı sıralanmış dükkanların bulunduğunu söylersek, bu yolların ticari önemini ortaya koymuş oluruz.
Yine şehrin güneybatısındaki Konya Kapısı ile merkez arasındaki yolun ticari ağırlığa sahip olduğu ileri sürülebilir. Beylikler Dönemi’nde de şehirler ve milletlerarası yolların değişikliğe uğramadan kullanılmıştır. Bu yollar üzerinde Selçuklu Dönemi’nde 12 ve 13. yüzyıllarda inşa edilmiş olan hanların ihtiyaca cevap vermesi nedeniyle yenileri yapılmamıştır. Yine bu dönemde kuzey, güney ve batı yönlerindeki askeri ve ticari yollar ile şehrin doğu-batı, kuzey-güney doğrultusunda uzanan ana yolların birleştiklerini söyleyebiliriz. Bizans Dönemi’nde de kullanıldığını düşündüğümüz, Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde de bazı eklemelerin yapıldığı, zaman zaman sönükleşip canlandığı merkezde yer alan çarşı kısmı, bugünkü Minare Mahallesi’nde ızgara planlı yollarıyla, şehrin bu kesiminde eski dokunun görünüş açısından da olsa korunduğunu göstermektedir (Harita 1).
Bugünkü yol ağından hareketle, Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde de şehrin diğer kısımlarına giden yol ağının ızgara planından ayrılarak, merkezden uzaklaştıkça düzensizleşip daralıp kıvrılarak ilerlediğini söyleyebiliriz. Yine bugünkü yol ağından hareketle, Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde de şehir merkezinde çıkmaz sokak bulunmadığını söyleyebiliriz. Bugün şehrin güneyinde Taşpazar Mahallesi 4 no’lu sokak ile kuzeydoğu Şeyh Hamit Mahallesi Güzel Baba ve Güzel Baba 2 sokaklarının kesiştikleri yerde bulunan çıkmaz Sokakların, o dönemlerdeki şehir ve surların dışında yer alması nedeniyle Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde de bulunup bulunmadıkları honusuda kesin bir şey söyleyemiyoruz. (Harita 1)
Bunun dışında şehrin kuzeydoğusundan gelerek, şehri kuzey ve batıdan dolaşarak Tuz Gölü’ne dökülen Ulu Irmak’tan, kanallar vasıtasıyla şehir içindeki değişik işlevli yapılara ve evlere suyun ulaşımını sağlayan su yollarıda şehrin içinde ve dışında bulunmaktaydı. 1331 yılında şehre gelen İbn Batuta, şehri bölen üç kanalın evlerin içinden de geçtiğinden bahseder.[19] Bugünkü Şeyh Hamit, Taşpazar ve Meydan mahallelerindeki su kanalları hala kullanılmaktadır.
Selçuklu Dönemi’nde Aksaray’da en azından bir meydanı bulunduğunu biliyoruz. Aksarayi kitabında, Anadolu Genel valisi İrincin zamanında, Ali Paşa ve kardeşi Ahi Ahmed ile Şenkitoğlu arasındaki çatışmaları 4 ay müddetle her gün Şenkitoğlu, çekildiği Aksaray Şifa yurdundan dışarı fırlar, bu iki kardeş ve adamlarıyla Şehir Meydan’ında çarpışırdı” şeklinde anlatmaktadır.[20]
Aksarayi’nin verdiği bilgiler ışığında, Selçuklu Dönemi’nde bir şehir meydanı bulunduğunu ve bu meydanında, Ulu Cami’nin güneyinde, bugünkü P.T.T., Ziraat bankası ve Tarım Kredi Kooperatifi’nin bulunduğu alan olduğunu düşünüyoruz. Böyle düşünmememizin sebebi de bu alanın 20. yüzyılın ortalarına kadar şehrin açık pazarı olarak kullanılmasıdır (Fotograf 2). Planlı yapıldığını gösteren başka bir meydanın bulunup bulunmadığını kesin olarak bilmiyorsak da, Meydan Kapısı adı verilen kapının, bu ismi önündeki bir meydandan almış olma ihtimali yüksektir. Bugünde burada, meydan olabilecek genişlikte boş bir alan vardır. Ayrıca, Meydan ve Çerdiğin mahalleleri arasında Hastanenin karşısında meydan olabilecek başka bir alan daha vardır. Burada planlı olarak değil de, etrafının yapılarla çevrilmesiyle arada kalan boşlukta doğal bir meydan oluşmuş olmalıdır.
Beylikler Dönemi’nde de, Selçuklu Dönemi’nde kullanılan meydanlar korunarak tekrar kullanılmış olmalıdır. Bunların dışında planlanmış veya planlanmadan oluşturulmuş bir meydan olup olmadığı hakkında elimizde kaynak ve veri yoktur.
Bugün şehirde Ulu Camii ve çevresinde, Hamidiye Mahallesi’nde, Bal Sokak’ta, Belediye’nin batısında, Hükümet Konağı’nın önünde ve arkasında, 4 no’lu Sokak’ta, Kunduracılar Sokağı’nda, Dere Mahallesi’nde, Meydan Mahallesi’nde, Çerdiğin Mahallesi’nde, Nevşehir Caddesi’nde büyük boş alanlar vardır. (Harita 1) Ulu Camii çevresinde, Dere Mahallesi’nde, Meydan Mahallesi’nde ve Nevşehir Caddesi’nde, boş alanlar park ve bahçe olarak, diğer boş alanlar ise otopark olarak değerlendirilmişlerdir.
Fakat şehrin bu açık alanlarına rağmen, bugünkü sıkı dokusu Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde nasıldı sorusu cevapsız kalmaktadır.
Selçuklu Dönemi’nde, şehrin hangi mahallelerden oluştuğu ve bu mahallelerin isimleri hakkında elimizde yeterli bilgi yoktur. Fakat şehri o dönemde kuzey-güney ve doğu-batı doğrultusunda kesen iki ana arter’in dört bölüme ayırdığını ve en azından o dönemde surların içinde kalan kısmın dört mahalleden oluştuğunu söyleyebiliriz.
Beylikler Dönemi’nde ise, isimlerini bildiğimiz Emirza Bey, Debbağlar, Minare, Mevlana Yakupzade, Emir Fakih, Çeşme, Hatip, Kerim Hasan, Boyacı Ali ve Kiçi Kapı mahalleleri olmak üzere 10 Mahallesi vardır.[21] Fakat bu mahalleleri bugün tam olarak konumlandırmamız mümkün değildir. Her şeyden önce bunlardan hangilerinin sur içinde, hangilerinin sur dışında bulunduklarının kesin olarak bilemiyoruz. Mahalleler isimlerini ya mahalle mescitlerinden ya da kale kapılarından almıştır. Bu yapıların günümüze gelememesi veya isim değişmesi gibi sebepler yerlerinin tesnbitini ve kesin bir sonuca varmayı güçleştirmektedir. Bunlardan Kiçi Kapı şehrin doğusunda, Debbağlar Mahallesi’nin batısında, Mevlana Yakupzade Mahallesi’nin de kuzeydoğusunda bulunduğunu düşünmekteyiz.
Daha önceleri surlarla çevrili sınırlı bir alanda sıkışmış olan şehrin, fiziksel olarak birbirini kesen yolların ayırdığı ve temelde fiziksel bölünme üzerine, sosyal, dini ve ticari kurumların yer aldığı merkez ve çevresindeki mahalleler yerine küçük gruplar halinde şehrin etrafına yayılan ve yeni halkın oluşturduğu yolların sınırlı olmayan mahalleler bulundukları bölgelerde birer sosyal ünite olarak belirirler.
Küçük mahallelerde yaşayarak kendilerini merkezi bölgeden soyutlayan halkın bağ, bahçe ve tarlaları ile uğraşmaları, merkeze ise mallarının satarak ihtiyacı olan eşyaları almak için gitmeleri sebebiyle, merkezle olan ilişkileri daha çok çarşı-pazar ihtiyacına yöneliktir.
Şehrin çarşı ve pazarları, ticaret yapıları ve ticaretin yoğun olarak yapıldığı bölgeler bugünkü Minare Mahallesi’nde ve Hamidiye Mahallesi’nin bulunduğu kısımlarda kurulmuştur. Minare Mahallesi’nin bulunduğu kısımda Selçuklu Dönemi’nde II. Kılıç Arslan tarafından yaptırılan Kılıç Arslan Hanı, Beylikler Dönemi’nde yaptırılan Hacı Şükrullah Hanı ve çarşılar bulunurken; Hamidiye Mahallesi’nde Ulu Cami’nin güneyindeki meydanda şehrin açık pazarının olduğu ve meydanın yer aldığını söyleyebiliriz. Bugünde bu bölgeler, şehrin çarşısının ve ticaret merkezinin bulunduğu yerlerdir.
Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde şehrin iktisadi ve ticari faaliyetinde bilhassa dokumacılık önemli bir yere sahipti. 1331 yılında Aksaray’a gelen İbn Batuta, koyun yününden imal edilen ve hiçbir yerde benzeri olmayan halıların Şam, Mısır, Irak, Hind, Çin ve Türk illerine kadar gönderildiğini söylemektedir.[22] Ayrıca şehirde ve çevresinde ekonomik faaliyetlerin ağırlığını zirai mahsuller, meyvecilik ve hayvancılık teşkil etmektedir.
Şehirde Selçuklu Dönemi’nden bilinen en erken tarihli yapı Sultan I. Mesut’un bugünkü Ulu Camii’nin yerine yaptırmış olduğu mescittir. Mescit daha sonra II. Kılıç Arslan tarafından bazı ekleme ve onarımlarla genişletilmiştir (Fotograf 3).
Bunlara ek olarak şehrin kuzey ve batısında I. Alaeddin Keykubad Dönemi’nde yaptırılmış ve günümüze sadece minareleri gelen iki cami vardır. Bu iki cami arasında muhtemelen aynı zamanlarda yapılmalarından olacak ki pek çok benzerlik vardır. Kuzeydeki Şamlı Mahallesi’nde, Nevşehir Caddesi üzerindeki Kızıl (Eğri) Minare (Fotoğraf 4); batıdaki ise Küçük Bölcek Mahallesi’nde, aynı ismi taşıyan cadde üzerindeki Yıkık (Güdük) Minare’dir (Fotoğraf 5). Her iki yapı’da, önemli ticaret yollarının başladığı ve şehir içindeki iki ana arterin bu yollarla kesiştikleri yerlerde yapılmaları ve şehre, Kızıl (Eğri) Minare’nin Başköprü, Yıkık (Güdük) Minare’nin ise Debbağlar Köprüsü ile bağlanması açısından büyük benzerlik göstermektedir. Ayrıca, işlev olarak da sadece çevrelerindeki mahalle sakinleri için değil, şehre dışarıdan gelen kervan ve tacirlerinde ibadetlerini yapmakları için inşa edilmiş olduklarını düşünmekteyiz.
Yine şehrin güneybatısında Taşpazar Mahallesi’nde, aynı ismi taşıyan cadde üzerinde bulunan Cıncıklı Mescit’de (Çizim 2), önemli bir yol üzerinde bulunması veya bu bölgede nüfusun artması sebebiyle ihtiyaca cevap verememiş olmalı ki hemen güneyinde, 13. yüzyılın sonlarında veya 14. yüzyılın başlarında Araçzade Mescidi yaptırılmıştır. Şehir merkezinde Sultan I. Mesud’un yaptırttığı ve oğlu II. Kılıç Arslan’ın onartıp bazı eklemelrle genişlettiği mescit, Beylikler Dönemi’nde Karamanoğlu II. Mehmet Bey Dönemi’nde 1408-1409 yılında yenilenerek bugünkü şeklini almıştır (Fotoğraf 3).
Ayrıca Beylikler Dönemi’nde, bugün mevcut olmayan, Ferişteh hatun, Fahr-i Tabib, Debbağlar, Kiçi Kapı, Mevlana Yakupzade, Minare, Elagöz, Kalemberziye, Emir Fakih, Çeşme, Hatip, Emir Yusuf, Hemper Hatun, kerim Hasan, Paşacuk, Boyacı Ali ve Ahmet Bey Mescitleri yaptırılmıştır.[23] Bunlardan Ferişteh Hatun Mescidi şehrin kuzeydoğusunda Bedr Muhtar Mahallesi’nde, Fahr-i Tabib Mescidi kuzeybatısında Dere Mahallesi’nde, Debbağlar Mescidi batısında Debbağlar Mahallesi’nde, Kiçi Kapı mescidi doğusunda Kiçi kapı Mahallesi’nde inşa ettirilmiştir. Bunların dışındaki diğer mescitler büyük ihtimalle şehri çeviren büyüklü küçüklü mahallelerde inşa ettirilmiş olmalıdırlar.
Cami ve mescitlerin yanı sıra, Selçuklu Dönemi’nde şehrin kuzeydoğusunda, Şeyh Hamid Mahallesi’nde inşa ettirilen Melik Mahmud Hanikahı ile günümüze gelemeyen yerini tesbit edemediğimiz Efdaliye Hanikahı; Beylikler Dönemi’nde ise, şehrin doğusunda Ervah Mezarlığı içinde Şeyh Cemaleddin Zaviyesi, kuzeybatısında Dere Mahallesi’nde Fahriye Mevlevihanesi ile Nakkaş Mahallesi’nde Nakkaşiye Zaviyesi, Gündoğdu Mahallesi’nde Gazneli Ali Zaviyesi ile yerlerini tesbit edemediğimiz Hacı Bektaş, Mercaniye, Feramürziye, Bablı, Fikai Zaviyeleri ile bir Tekke[24] inşa ettirilmiştir.
Aksaray’da yerlerini tesbit edebildiğimiz, Taşpazar Mahallesi’nde Bedriye, Dere Mahallesi’nde Hüsamiye, Meydan Mahallesi’nde Seyfiye, Gündoğdu Mahallesi’nde Beramuniye (Taciye) Medreseleri (Fotoğraf 6) (Harita 1) ile yerlerini tesbit edemediğimiz Ebubekriye ve Melikiye gibi Selçuklu Medreseleri Beylikler Dönemi’nde de kullanılmış olmalıdır ki, Beylikler Dönemi’nde Ulu Cami’nin kuzeyinde Ibrahim Bey Medresesi ile Zinciriye Mahallesi’nde Zinciriye Medresesi (Fotoğraf İ) olmak üzere iki medrese ile yerlerini tesbit edemediğimiz Sıraciye Ilim Evi ve Eslim Paşa Dar’ül- hüffazı inşa ettirilmiştir.[25] Bu yapılardan sadece Zinciriye Medresesi (Fotoğraf 7) ile Beramuniye (Taciye) Medresesi’nin portal parçası (Fotoğraf 6) günümüze gelebilmiştir. Diğerleri mevcut değildir.
Selçuklu Dönemi’nde şehrin kuzey doğusunda, bugünkü Şifahane Mahallesi’nde inşa ettirilen Darüşşifa, Beylikler Dönemi’nde de kullanılmış olmalıdır ki bir yenisi yapılmamıştır.
Şehirde su ile ilgili olarak çeşme, sebil türü yapılardan hiç biri ile karşılaşamıyoruz. Bunun da şehir içindeki su kanalları vasıtasıyla suyun evlere kadar taşınmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Ayrıca su ile ilgili olarak şehirde Başköprü ve Debbağlar Köprüsü; Saray Hamamı ve Kılıçarslan Hamamı’na ek olarak Beylikler Dönemi’nde Bey ve Tarhacı Hamamları inşa ettirilmiştir.
Aksaray’da bir darphanenin bulunduğunu ve hem Selçuklu, hem de Beylikler Dönemi’ne ait Aksaray’da basılmış sikkelerin bulunmasından yola çıkarak yapının iki dönemde de kullanıldığını söyleyebiliriz. Bugüne kadar şehrin kuzeydoğusunda Şeyh Hamit Mahallesi, Güzel Baba Sokak’ta bulunan Melik Mahmut Hanikahı darphane olarak tanıtılmasına karşın, darphanenin şehrin ve surların dışında değil de şehir içinde, iç kale’de, saray yakınlarında bulunması gerektiğini düşünmek yanlış olmayacaktır (Çizim 1).
Şehirde Selçuklu Dönemi’ne ait olan türbeler, biri hariç, hepsi şehrin doğusundadır. Sadece bugün mevcut olmayan Çaput Baba Türbesi şehrin kuzeydoğusunda, Şifahane Mahallesi’ndedir. Hırkalı Sultan Türbesi Gündoğdu Mahallesi’nde, Ervah Tepe Türbesi (Fotoğraf 8) Ervah mezarlığı içinde, Kılıçarslan Türbesi (Fotoğraf 9) Kırkkızlar (Kılıçarslan) Tepesi üzerindedir. Bunlara ek olarak Beylikler Dönemi’nde bugün mevcut olmayan ve yerlerini tesbit edemediğimiz Nefise Hatun ve Hani Türbeleri inşa ettirilmiştir.
Aksaray’da Selçuklu Dönemi’ne ait iki mezarlık bulunmaktadır. Birincisi şehrin doğusunda bulunan ve ilk dönemlerden beri kullanıldığını düşündüğümüz Ervah Mezarlığı ve ikincisi şehrin güneyinde bugünkü Toprak mahsülleri Ofisi, Silolar ve İtfaiye’nin bulunduğu alanda kurulmuş olan ve bugün mevcut olmayan Sine Çayırı Mezarlığı’nın yanına 1309 yılında bir musalla inşa ettirilmiştir.
Beylikler Dönemi’nde de şehrin doğusunda Naturoğulları, kuzeydoğusunda Bedr Muhtar Mahallesi’nde Bayram Tepe ve Bedr Muhtar, kuzeyinde Meydan Mahallesi’nde Kabaktaş Veli Mezarlıkları kurulmuştur (Harita 1). Mezarlık sayısının bu dönemde artmasının sebebini, o dönemdeki savaşlar ve salgın hastalıkların artması ve eski mezarlıkların ihtiyaca cevap verememiş olmasına bağlıyabiliriz.
Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde şehrin asıl dokusunu oluşturan sivil yapılar hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Yalnızca İç Kale’de, bugünkü Hükümet Konağı’nın bulunduğu bölgede bir saray bulunduğunu biliyoruz. Bunun yanı sıra şehrin doğusunda Kılıçarslan (Kırkkızlar) Tepesi’nde de bir köşk vardır.
19-20. yüzyıllardan kalma sivil yapılar bugün şehirde tescillenmiş olarak daha ziyade şehrin güneybatısında Taşpazar Mahallesi’nde, batısında Küçük Bölcek ve Nakkaş mahallelerinde, kuzeyinde Dere ve Meydan mahallelerinde, kuzeydoğusunda Sofular ve Gündoğdu mahallelerinde yoğunlaşmaktadır.
Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nde de durumun hemen hemen aynı olduğunu, surların içinde değil de daha çok surların dışında sivil yapıların yoğunlukta bulunduğunu, sur içindeki sivil yapılarında zamanla, şehirde yapılan yeni yapıların inşası sırasında yıkıldıklarını düşünmekteyiz.
Sonuç olarak tarih boyunca pek çok kez el değiştiren şehir, adına hutbe okutmak ve sikke bastırmak şartıyla tabi olduğu hükümdar tarafından atanan Emir, Melik, Vali ve Naibler tarafından yönetilmiştir.
Sürekli olarak Ulu Irmağ’ın doğusunda, eski şehir kalıntıları üzerinde kurulan şehir, gerek Selçuklu ve gerekse Beylikler Dönemi’nde önceleri surlarla sınırlı bir alanda yerleşmenin olduğu kapalı kent görünümündeydi. Daha sonra sur dışında inşa ettirilen cami, zaviye, medrese vb. yapılar çevresinde kurulan yeni mahallelerle kapalı kent görünümünden kurtularak yerleşimin sur dışında da geliştiği açık kent görünümü kazanmıştır (Harita 1).
Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 8 Sayfa: 201-207