Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Selçuklu Dönemi Kültür Ortamından Bir Kesit: XII. Yüzyıl

0 8.953

Anadolu Selçuklu Dönemi’nin ilk evresinin (1075-1192) siyasal ve kültürel tarihini kısaca ortaya koymaya çalışacağım bu yazıyı hazırlarken karşılaştığım sorunların başında, Selçuklu Dönemi’nin erken safhasına ait kaynaklarının çok sınırlı olması gelmiştir. Bununla birlikte, mevcut dönem kaynakları (yapım kitabeleri, vakfiyeler ve tarihler başta gelmek üzere) aracılığıyla, yine de dönemin kültür ortamı hakkında söylenebilecekler olduğu kanısındayım.

Dönemin siyasal tarihi ile ilgili kaynak ve yayınların pek doyurucu olduğunu söylemek mümkün değildir. Dönem tarih kaynaklarından İbn Bibi ve Anonim Selçuknâme’nin yanı sıra, Azimî, İbn ül- Ezrak, İbn Şaddad, Kamal al-din, Mateos, Michel ve Abu’l-Farac ile özellikle erken dönem hakkında önemli bilgiler içeren üç Bizans kaynağı belirtilebilir.

Dönemin siyasal tarihi ve dolaylı olarak kültür yaşamı konusundaki en kapsamlı yayınlar, kültür yaşamına yönelik bazı verileri de değerlendirerek Selçuklu dönemini yalnızca ülkemize değil, dünyaya da farklı boyutlarıyla tanıtan O. Turan’a aittir. Ayrıca, E. Merçil’in bir kitabında da, Selçukluların siyasal ve kültürel yaşamına yönelik önemli bilgiler mevcuttur. Bu arada C. Cahen’in, ikisi dilimize çevrilmiş bazı yayınlarını da ihmal etmemek gerekir. Selçuklu dönemi ticaret etkinliklerini ve sosyal yapısını ele alan kapsamlı kitaplardan biri Ş. Turan’a, diğeri ise T. Baykara’ya aittir. Erken dönemi pek içermemekle birlikte, Yakındoğu Ticareti konusunda en kapsamlı yayınlardan biri de W. Heyd’in iki ciltlik kitabıdır.

D. Kuban’ın iki kitabı ile bir makalesi Selçuklu kültür hayatına ve sanatına yeni bakış açıları getirmektedir. O. Arık’ın makalesinde, Selçuklu kültür yaşamının genel bir değerlendirmesi yapılmıştır. S. Ögel’in bir makalesi ile benzer içerikteki iki kitabında Selçuklu kültür hayatı ve sanatı bağlamında önemli değerlendirmelere yer verilmiştir. Konu ile ilgili en son yayınlar olması ve bir tarihçinin gözüyle kültür yaşamına yaklaşılması açısından A. Sevim’in genel nitelikteki iki makalesini de unutmamak gerekir.

Selçuklu kültür yaşamının biçimlenmesinde baş rolü oynayan yapı banilerine/kurucularına yönelik dört yayından söz edilebilir. Bunlardan H. Crane’in makalesi, Selçuklu Dönemi’nde bani konusuna genel bir girişten sonra, eserleriyle banilerin büyük bir bölümünün listesini veren çok önemli bir çalışmadır. Bu çalışmaya tarafımdan yapılan yeni bir yayın eklenebilir. Kadın banilere yönelik iki yayın bulunmaktadır.

Selçuklu kültür yaşamının oluşmasında önemli katkıları olan sanatçılarla ilgili altı yayından söz edilebilir. L. Mayer’in İslâm mimarlarını ve ahşap ustalarını tanıtan kitaplarında Selçuklu sanatçılarının bir bölümüne de yer verilmiştir. Z. Bayburtluoğlu’nun ahşap ustalarını, başta mimar ve mütevelliler olmak üzere yapım etkinliğine katkısı olan kişileri ele alan kitapları bu konudaki en kapsamlı çalışmalardır. Z. Sönmez’in Selçuklu ve Beylikler dönemi sanatçılarını eserleri ve kitabeleriyle birlikte tanıtan kitabı alandaki önemli yayınlardandır. Konuyla ilgili son yayın tarafımdan yapılmıştır. Bu yayınlara karşın, Selçuklu kültür hayatının elimizdeki veriler çerçevesinde tüm boyutlarıyla değerlendirildiğini söylemek yine de mümkün değildir.

Amacım, dönemin kültür ortamını tarihsel bir perspektif içinde ele almaktır. Bu nedenle, önemli tarihi olaylar ve kültürel etkinlikler bir arada sunulacaktır. Bir dönemin kültür yaşamını tarihinden soyutlamanın mümkün olduğu kanısında değilim.

Konuya tarihsel perspektif içinde bakmadan önce bir-iki hususu vurgulamak istiyorum. Anadolu’nun İslâmlaşma süreci Selçuklulardan çok daha önceleri başlamıştır.

Özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesi söz konusu olduğunda bu süreci Hz. Ömer (639-661) ve Emeviler (661-750) zamanına kadar geri götürmek mümkündür. Günümüze gelen eserler bağlamında örnek pek fazla değilse de, Anadolu’nun büyük bir bölümünün 1071 yılındaki Malazgirt Savaşı’nı izleyen yıllarda ele geçirilebilmesinde bu oluşumun önemli bir payı vardır. Nitekim, Diyarbakır, Mardin ve Urfa gibi yerleşmelerimiz Selçuklu Dönemi öncesinde büyük ölçüde İslâmlaşmıştı. Buralarda, başta Emevi ve Abbasilerin (750-869/898-930) egemenlikleri olmak üzere Şeyhoğulları (869-898), Hamdaniler (930-980), Büveyhiler (978-982), Mervanoğulları (984-1085), Büyük Selçuklular (1086-1093) ile Suriye Selçukluları’nın (1093-1097) egemenliklerinden söz edilebilir. Bu sülalere, Büyük Selçuklulara tâbi olan İnaloğlu (1097-1183) ve Nisanoğulları’nı (1142-1183) da eklemek gerekir. Bölgede, Türkmen beyliği olan Artukluların egemenliği ancak 12. yüzyılın son çeyreğinde başlamıştır (1183-1232; 1298-1393).

Erken dönemde, Şanlıurfa ilimize bağlı Harran önemli yapılarla donatılmıştır. Kuşkusuz Türk egemenliği öncesinin en önemli eseri Diyarbakır’daki Ulu Cami’dir. İlk yapımları Antik Dönem’e geri giden Diyarbakır, Silvan, Mardin, Harput’taki surlar ve kaleler bu dönemlerde önemli onarımlar geçirmişlerdir (Resim 1). Ayrıca, Diyarbakır’ın güneyinde, Yenikapı yakınındaki Dicle Köprüsü’nden söz edilebilir. Güney yüzünde, kemerler ile korkuluk arasındaki çiçekli kufi kitabesinden 1064-65 yılında Kadı Ebu’l Hasan Abdülvahid’in yönetiminde mimar Ubeyd’e yaptırılmış bir Mervanoğlu eseri olduğu anlaşılmaktadır. 10 gözlü bazalt taşlarla yapılmış köprü 180 m. uzunluğundadır.

Selçuklu sanatı yerine Selçuklu Dönemi sanatı kavramının kullanılması daha doğru olacaktır. Çünkü, Anadolu’da Türkmenler arasında egemenlik mücadelelerinin yaşandığı 12. yüzyılda, Selçuklular dışında özellikle iki önemli beylikten söz etmek gerekir (Resim 2). Bunlardan biri olan Artuklular Güneydoğu Anadolu’nun hakimi konumundadırlar. Ancak, asıl mücadele Orta Anadolu’da, özellikle Selçukluların Konya’yı başkent yapmalarından sonra Danişmendoğulları (1095-1175/80) ile yaşanmıştır. Ayrıca, Doğu Anadolu’da, büyük ölçüde Selçuklulara tâbi olan iki beylik, Saltuklular (1080-1201) ve akılcı politikaları sonucu uzun ömürlü olan Mengücekoğulları (1071-1252), dönemin önemli eserlerine damgalarını vurmuşlardır.

12. yüzyıla aslında sanat etkinlikleri açısından egemen olan Selçuklular değil, başta Artuklular ve Danişmendliler olmak üzere beyliklerdir. Bu dönemi belki de, “Selçuklu Devleti’nin egemenliği altındaki beylikler safhası” olarak görmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

12. yüzyılda yapım etkinlikleri büyük ölçüde sultanların ve beylerin patronluğunda gerçekleştirilmiştir. Bu kişilerin dönem kaynakları aracılığıyla kesin olarak belgelenebilen eserlerinin sayısı 134’tür. Bu eserlerin büyük bir bölümü anıtsal ölçekte tek yapılardır. Bu eserlerin ortaya konmasında 38 baninin yanı sıra, yapım yöneticileri ve sanatçıların da önemli katkıları vardır. Ne yazık ki dönemin mimarlık ürünlerinin yarıdan çoğu günümüze gelememiştir. Bu nedenle, banilere kıyasla yapım yöneticisi ile sanatçı ad ve ünleri daha sınırlı kalmaktadır. Kitabe ve vakfiyeler aracılığıyla saptayabildiğim yapım yöneticisi sayısı 7, sanatçı sayısı ise 5’dir. Söz konusu yapım yöneticisi ve banilerin kimisi birden çok eserin yapımında çalışmışlardır. Sadece bu veriler dahi, dönemin yapım etkinliklerinin boyutu ve içeriği hakkında yeterince fikir verebilmektedir.

Mimari alandaki ürünlerin zenginliği şehir yaşamının canlılığını ve boyutlarını ortaya koymaktadır. Selçuklu çevresinde başkent Konya’nın yanı sıra, özellikle ülkelerarası yoğun ticaret ilişkileriyle gelişen başta Kayseri, Sivas, Malatya ve Diyarbakır olmak üzere birçok şehirde kalabalık bir nüfusun barınmaya başladığı ve gelişmiş şehir yaşamının gereği olan hemen her tür yapının inşa edildiği anlaşılmaktadır. Yapım etkinliğini belki bazı ana başlıklar altında vermek konuyu daha anlaşılır kılacaktır. Yapı türleri olarak dokuz ana grup karşımıza çıkmaktadır: 1) Askeri yapılar: Surlar, kaleler ve şehir kapıları; 2) İdari yapılar: Saraylar ve köşkler; 3) Dini yapılar: Camiler, mescitler ve namazgâhlar; 4) Eğitim yapıları: Mektepler, medreseler, darülhadis ve kütüphane; 5) Sağlık yapıları: Maristan; 6) Dini ve sosyal yardım kurumları: Darülacezeler; hânkah, tekke ve zaviye türünde tarikat yapıları; 7) Ticaret yapıları: Şehir içi ve dışı hanları, bedesten ve çarşılar; 8) Su yapıları: Hamamlar ve çeşmeler; 8) Diğer bayındırlık yapıları: Köprüler; 9) Mezar yapıları: Türbeler.

İlginç olan bir özelliğe de işaret etmek istiyorum. Selçuklu Anadolusu’nda, Osmanlılar da dahil olmak üzere Anadolu ve Anadolu dışındaki tüm İslâm çevrelerinden farklı olarak yapım etkinliğinin odağını camiler değil, tüm etnik gruplardan büyük kitlelere hizmet veren ticaret ve sağlık yapıları oluşturmuştur. Orta Çağ dünya ticaretinin en önemli ortaklarından olan Selçuklular, yalnız devlet politikasında değil, sanat etkinliklerinde de en büyük ağırlığı ticarete vermişler ve doğudan batıya, kuzeyden güneye Anadolu’yu kateden ana ticaret, hac ve sefer yollarını çok sayıda şehir dışı hanlarıyla süslemişlerdir. Süslemişlerdir diyorum, çünkü bu yapılar yalnız biçimsel ve işlevsel özellikleriyle değil, mimari süslemeleriyle de döneme damgalarını vurmuşlardır.

Selçuklu süslemeciliği en başarılı örneklerini taş malzeme kullanımı ile vermiştir. Bunu hem yerleşimlerdeki hemen her tür yapıda, hem de şehir dışı hanlarında her boyutuyla 12. yüzyılın 2. yarısından başlayarak bulmak mümkündür. Ayrıca, başta camilerdeki minberler ve rahleler olmak üzere birçok yapının kapı kanatları ve pencere kapaklarında ahşap işçiliğinin de yetkin örnekleri karşımıza çıkar. Anadolu dışında yaygın olarak örgü ve süsleme malzemesi olarak kullanılmış tuğla ve alçı ise Anadolu’da taş ve 12. yüzyıl sonlarından başlayarak çiniyle kıyaslandığında çok sönük kalır. Süsleme türlerinin her türevinin kullanılabildiği ve belki de dönemin sanat anlayışının en iyi ortaya konabileceği bir malzeme olması nedeniyle taş süslemeciliği önemli örnekler vermeye başlamıştır. Ancak, kuşkusuz taş süslemeciliğinin en parlak çağını, 13. yüzyılda her boyutuyla bulabilmek mümkün olacaktır. Nitekim, figürlü örneklerden bitkisel ve geometrik düzenlemelere kadar zengin bir süsleme dağarcığı karşımıza çıkar. Buna, yazının da kitabeler dışında tümüyle süsleme amaçlı kullanımını ekleyebiliriz. Tüm İslâm çevrelerinde, erken dönemler (7-9. yüzyıllar) dışında figürlü bezemenin en yoğun kullanım alanını Anadolu’da bulmasında kuşkusuz malzeme tercihlerinin de önemli bir payı olmuştur.

El sanatları ürünleri açısından ne yazık ki bu denli şanslı değiliz. Bu dönemden günümüze oldukça az sayıda örnek gelebilmiştir. Kuşkusuz Selçuklu Dönemi Anadolusu’nun ilkin Moğollar, daha sonra Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde, hatta Cumhuriyet’in başlarında yüz yüze geldiği yıkımlar bu sonucu yaratan en önemli etmenlerden biri olmalıdır. Mimaride bu denli zengin ürünler veren ilk Beylikler ve Selçukluların el sanatlarına ilgisiz kalması beklenemezdi.

Bu kısa girişten sonra, tarihsel süreç içinde dönemin kültür ortamına bakabiliriz. Anadolu’ya ilk Türkmen akınları 1040’larda Horasan’dan Batı’ya hareket etmeleriyle başlamıştır. Bu olayı izleyen yıllarda Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, başta devletin kuruluşunda önemli rolü olan Selçuk Bey’in torunu ve yeğeni Kutalmış Bey olmak üzere yanında bulunan şehzadeleri batıdaki ülkelerin fethiyle görevlendirdi.

Prof. Dr. Aynur DURUKAN

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.