Seçim Hakkının Tarihsel Gelişimi
Birkaç yıl evvel bir kızımız kendisi ile, bir seçim öncesi yapılan röportaj sırasında; “Benimle dağdaki cahil bir çobanın oyu bir olurmu? Dediği için basın-yayın organlarında fırtınalar kopmuş ve önüne gelen kendisinin ne kadar ileri düşünceli, ne kadar demokrat olduğunu göstermek için bu fırsattan yararlanmak amacıyla bu genç kızımıza saldırmıştı. Aynı sözlere benzer şekildeki sözleri bir iki gün önce Ak Partili bir milletvekili söyleyip de sözlerini peygamberlerinde bir çoban olduğu gibi dinsel bir nedene bağlayınca kimsenin sesi çıkmaz oldu. Aslında her iki görüşte insanoğlunu yüzyıllarca meşgul etmiş ve siyasi düşünürler kimler oy vermeli arayışı içine girmişlerdir.
Oy verme sorunu şöyle başladı: 1295 yılında I. Edvard “Model Parlamento”yu topladı. Şövalyeleri, vatandaşları ve eşrafı da içine alan bu parlamentonun üyeleri genel seçimle değil, kralın emri veya seçimi ile belli olmuştu. Bu toplantının önemi; milleti önceki parlamentolardan daha iyi temsil etmesi ve bütün katılanların aynı zamanda aynı yerde toplanabilmesiydi.
Aydınlanma çağı döneminde düşünürlerin pek temas etmek istemedikleri halde insan hak ve özgürlükleri ile eşitlik gibi kavramları tehdit eden iki büyük olgu mevcuttu. Kölelerin ve kadınların eşit haklara sahip vatandaşlar olarak kabul edilmeleri. Kölelikle mücadele 1815 Viyana Kongresi ile başlamış ve ancak 1860’larda resmen yasaklanabilmişti.[1]
Kadınların eşit insanlar olarak kabul edilmesi için verdikleri mücadele çok daha çetin geçmiştir.[2]
4 Temmuz 1776’da yayınlanan ve “Bağımsızlık Bildirisi” olarak adlandırılan onaltı maddelik “Virginia İnsan Hakları Bildirisi”nin bazı maddelerini olduğu gibi almak istiyoruz:[3]
1. Kişiler doğuştan eşit, özgür ve bağımsızdırlar. Doğuştan edinilmiş bazı hakları vardır. Bu haklar; mülk edinme, mutluluk ve güvenlik arama ve kazanma yolları ile duyulan yaşama ve özgürlük haklarıdır.
6. Meclislerde halkın temsilcileri olarak çalışacak üyelerin seçimi serbest olmalıdır.
Demokrasi’nin gelişme süreci içinde “Oy verme hakkı” çok farklı aşamalardan geçmiştir. Fransa’da 18. Lois ve Napolyon sonrası restorasyon döneminde “Politik haklar” az sayıdaki varlıklı kişilere ayrılmıştı. Millet Meclisi seçimine katılabilmek için en az 300 frank doğrudan vergi ödemek ve en az 30 yaşında olmak gerekiyordu. Bu meclise seçilebilmek için ise en az 1000 frank vergi ödemek ve kırk yaşında olmak gerekiyordu. Yüksek Meclis’e gelince, bu meclis kalıtsal haklarla kral tarafından atanan soylulardan kurulmuştu.[4]
1830 Devriminden sonra kurulan “Temmuz Monarşisi”nde Temsilciler Meclisi, seçme vergisini 300 frankdan 200 franga, seçilme vergisini de 1000 franktan 500 franga indiren bir seçim yasası kabul etti. Ayrıca emekli subaylar da 100 frankla sabit tutulan yarım vergiden yararlanacaklardı. Bu değişiklikle seçmenlerin sayısı önemli sayıda artmıştı ancak halkın bütününe oranla hala az kalıyordu. Bu yüzden seçim hakkı olan yurttaşların sayısı sınırlı kalıyordu.
1831 Mart’ında kabul edilen Belediye seçimleri Yasasına göre seçme hakkı yine vergi esasına göre nüfusu 1000 (ve altı) olan belediyelerde %15, 5000’e kadar olan belediyelerde %14’ü, 15.000’e kadar olan belediyelerde %12 oranında en fazla vergi ödeyenlere tanınmıştı. Bütün ısrarlara rağmen 19 Nisan 1831 tarihli yasa 160.000 Fransıza oy hakkı vermişti. Oy vereceklerin sayısı 1847’de 241.000’e çıkmıştı. Çeşitli Avrupa ülkelerindeki gelişmelerle birlikte 1848 Devriminden sonra kurulan hükümet “genel oy hakkı”nı gerçekleştirdi. Basın ve toplantı özgürlüğünü kısıtlayan yasaları kaldırdı ve bir Kurucu Meclis seçmek üzere sandığa 240.000 yerine 9 milyon seçmen davet edildi.[5]
Demokratik haklar ve özgürlükler konusunda iz bırakan en soylu çıkışlardan birinin bir asker tarafından yapılmıştır. O dönem İngiltere’deki yönetimin en sorumlu iki ismi Cromwell ve Ireton ile Ordu temsilcileri arasında “Demokrasinin prensipleri ve bunların İngiltere’de uygulanması konusunda, 25 Ekim 1647’de, Putney’de Yüksek Subaylar Şurasında bir toplantı yapıldı. Toplantı devam ederken subaylarla Cromwell ve Ireton’un aynı fikirde olmadıkları belirginleşiyordu. Tartışmanın esasını teşkil eden konu “kişilerin rey hakkı” idi ve bunu savunanlar demokrasi ilkesinin en hayati konusuna temas etmekteydiler. Ireton rey hakkının “mülk sahibi olma” esasına dayandırılmasını ve bu hakkın sadece ülkede daimi bir menfaati olanlara tanınmasını savunurken askerler buna karşı çıkıyordu. Subaylardan birisi, Albay Rainboro “Gerçekten İngiltere’nin en fakirinin bile, en zengini gibi yaşadığı bir hayatı vardır” diyordu. İnsanlar maddi durumları, tahsilleri, yetenekleri ne kadar farklı olursa olsun, kendi hayatlarını yaşamak onları ilgilendirir ve onların sorumluluğudur. Bu inanış da demokrasiye gerçekten inanan herkes için, insanların eşitliği fikrinin açık bir ifadesiydi.[6]
DİPNOTLAR: