Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Sarmatlar

1 29.909

Doç. Dr. İlhami DURMUŞ

Bozkırlar tarih öncesi devirlerden başlamak üzere çeşitli kültürlerin varlığını sürdürdüğü kültür coğrafyası olarak bilinmektedir. Arkeolojik kaynaklardan yararlanılarak bozkırlarda yaşayan toplumların tarih ve kültürleri aydınlatabilmektedir. Bozkırların tarih öncesi devirleri için arkeolojik buluntular, tarihi devirleri için ise hem arkeolojik hem de yazılı kaynaklardan yararlanılmaktadır.

Bozkır coğrafyasında doğuda Hazar denizinden batıda Tuna nehrine kadar Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlar da hem tarih öncesi devir kültürleri hem de tarihi devir kültürleri açısından önemli bir yere sahiptir. Bu bozkır coğrafyasının adı bilinen ilk sakinleri Kimmerler M.Ö. II. bin yıl başlarından M.Ö. VIII. yüzyıla kadar Kırım merkez olmak üzere yaşamışlardır. Onlar Grek kaynaklarında “Kymmerioi”, “ Kymmerios” adıyla geçmektedir.[1]

Bozkır kavimlerinin tarih sahnesine çıkmaları M.Ö. VIII. yüzyılın başlarında bozkırların doğusunda çeşitli kavimlerin birbirleriyle mücadeleleriyle doğrudan bağlantılıdır. Hiung-nuların Çinliler ve Choularla mücadelelerinin otlaklarının küçülmesine neden olduğu bilinmektedir.[2] Bunun sonucunda Hiung-nular Çin sınırının batısına çekilmişler ve orada bulunan komşularını yerlerinden oynatmışlardır. Böylece bozkırda doğudan batıya doğru göç başlamış ve her topluluk kendi batısındakini daha da batıya sürüklemiştir.[3]

Bu gelişmeler karşısında İskitler M.Ö. VIII. yüzyılda Kimmerlerin ülkesine gelmişlerdir.[4] Kimmerlerin İskitlerle mücadeleleri ve her iki kavmin tarih sahnesine çıkışı bu göç hareketinin sonucundadır. İskitlerin Karadeniz’in kuzeyindeki egemenlikleri Sarmatların İskit egemenliğine son vermelerine kadardır. M.Ö. III. yüzyılın başlarında Sarmatlar, Don nehrinin doğu kıyılarına yaklaşmışlar ve aynı yüzyılın sonlarına doğru da Don nehrinin batı kıyısına geçmeye muvaffak olmuşlardır. Sürekli sıkıştırılan İskitler M.Ö. II. yüzyılın başlarına kadar eski imparatorluklarının yalnızca bir bölümünü, özellikle orta kısmını ellerinde tutabilmişlerdir.[5] Böylece Kimmerlerden İskitlere geçen egemenlik, Sarmatların M.Ö. II. yüzyılın başlarında İskit coğrafyasında büyük bir güç olarak ortaya çıkmalarıyla el değiştirmiştir. Böylece bu kültür coğrafyasında Sarmat dönemi başlamıştır.

SARMAT TOPLULUKLARI

Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda M.Ö. II. yüzyılın başlarından sonra Sarmatlar batıda Tuna nehri ve Karpatlara kadar yayılmışlardır. İskit egemenliğine son vermeleriyle İskit ülkesi adı da Sarmat ülkesi adını almıştır. Sarmatia’da Sarmat genel adı altında görülen topluluklar ortaya çıkmışlardır. Bu coğrafya üzerinde Yazığlar, Roksolanlar, Krali Sarmatlar, Ugorlar, Siraklar ve Alanlar birer Sarmat topluluğu olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Yazığlar

Yazığlar önemli bir Sarmat topluluğudur. İskitlere oldukça benzerlik göstermektedirler. Devamlı at üzerinde dolaşan konar-göçer bir topluluktur.[6] Strabo Karadeniz bölgesinin batı tarafını anlatırken, Sarmat topluluklarından söz etmektedir. Bu topluluklar Yazığlar, Kralî Sarmatlar, Ugorlar ve Roksolanlardır. Yazığ, Ugor ve Kralî Sarmatlar Dinyeper ve Tuna nehri arasına yerleşmişlerdir. En güneyde kalan kısımda Yazığlar bulunuyordu. Ugorlar ise, kuzey bölgelerinde yaşamaktaydılar. Kralî Sarmatlar bu iki topluluğun arasında varlığını sürdürmekteydi. Son olarak Roksolanlar Dinyeper ve Don nehirleri arasında bu toplulukların doğu tarafında yaşamaktaydılar.[7] Bu Sarmat topluluklarının yayılışı zamana göre de farklılık göstermekteydi. Strabo’nun belirttiğine göre, Yazığlar Sarmat yayılma sahasının, güneybatı ucunda bulunmaktaydılar.[8] Oysa başlangıçta onlar Maiotis gölü çevresindeydiler.[9] Muhtemelen İskender’in ölümünden sonra, Sarmatlar İskit İmparatorluğu’nu yıkmışlar ve Karpatlara, kadar yayılmışlardır. Bu ülkeden daha sonra Yazığlar Tuna ile Theiss arasındaki düzlüğe gelmişlerdir.[10]

Merkezi bir yönetim altında böylesine güçlü bir etnik örgütün varlığını akılda tutarsak, Sarmatların, öncü kolu olan Yazığların Büyük Romanya Ovası’nı fethetmeyi ve M.Ö. II. yüzyılın son yarısında Tuna’nın güneyine kadar yayılmayı nasıl başardıklarını anlarız. Bütün bu çıkarsama pek de dışlanabilir değildir. Strabo’nun konuya ilişkin ayrı ayrı kaleme aldığı iki metinde de bu görülebilir. Burada Strabo, Sarmatların yine Tuna’nın güneyine doğru yayıldığını belirtmektedir. İlk metin yüzeysel şekilde Sarmatların Tuna’nın güneyinde yaşayan Traklarla karıştığını bildirmektedir.[11] Diğer metin, Sarmat ve Bastarnların Triballi’yi Tuna’nın sol kıyılarından aşarak ve nehri geçerek, Tuna üzerindeki adalarda ve bu nehrin güney kıyılarında yerleştiğini içeren bilgi verir.[12] Bu bilgi kıymetlidir. Sarmatların Tuna’nın güney kıyıları boyunca batıya, çok daha uzaklara yayıldıkları, hatta belki de, Vidin dolaylarına ulaştıkları anlamına gelmektedir. Arkeolojik bulgular Strabo tarafından verilen bilgiyi desteklemektedir. Bir zamanlar üzerinde Triballi kabilesinin yaşadığı Kuzeydoğu Bulgaristan’ın Orehovo kentindeki Galiçya yakınlarında ondört parçadan oluşan Sarmatlara ait zengin bir madalyon koleksiyonu elde edilmiştir.[13] Yukarıda açıklanan bilgiler ışığında, Galiçya’da bulunan Sarmatlara ait kalıntıların M.Ö. II. yüzyılın sonlarında Sarmatların Tuna’nın güney kıyılarına geldiği savıyla bağlantılı olduğu şüphe götürmez derecede aşikârdır.[14]

Tomide M.S. 9 ile 17 arasında sürgün yaşayan Ovidinus Yazığların akınlarından sıklıkla söz etmiştir. Yazığlar Macaristan yolundaki seyahatleri sırasında ülkeye Karpat dağlarındaki geçitlerden geçerek, Galiçya’dan girmişlerdir. İlk Yazığ arkeolojik buluntularının dağılımı bu düşünceyle çelişmektedir. Şu ana kadar Galiçya’da ya da Karpat Ruthenyası’nda Sarmatlara ait hiçbir ize rastlanmamıştır. Macaristan’da Eger civarında altın hazine bulunmuştur. Güneye doğru ilerledikçe kent ve yerleşim yeri sayısı artmıştır ve en yüksek yoğunluğa Tuna ve Tisa nehrinin orta kısmının doğu kıyılarında erişmiştir. Bu kısımdan sonra yerleşim yerleri üzerinde sürekli bir sıra oluşmuş ve bu sıra İron Gate’in (Demir Kapı) kuzeyindeki Tuna nehri kıyılarında daralmıştır. Bu durum açıkça Yazığların Macaristan’a Oltenia ve Banat bölgelerinden girdiklerini, kuzeyden Galiçya üzerinden gelmediklerini ortaya koymuştur.[15]

Yazığların Macaristan’a girişleri ve bununla bağlantılı problemler son yıllarda ele alınmıştır. Yazığların Macaristan’a yerleşmeleri Romalıların kendilerinin en tehlikeli düşmanlarının önüne bir dizi tampon bölgeler yolundaki dış siyasetiyle bağlanmıştır. Yazığların gelişine Daklara karşı bir savunma oluşturmak amacıyla izin verilmiş, hatta bu hareket desteklenmiştir. Bu sebeple Yazığların Macaristan’a doğru ilerlemelerinde Roma’nın oynadığı rolün anlamı yadsınamaz. Ancak, Roma bu harekete başka bir güç sağlamamıştır. Güney Rusya bozkırlarından batı yönünde belli sayıda yeni göçler birbirini izlemiş ve bu şekilde diğer kavimleri batıya doğru itmiş ya da onları kolaylıkla kendi içine almıştır. Herhalde birbirleri ile çatışan kabilelerin baskısı batı Sarmat kabileleri, özellikle Yazığlar tarafından hissedilmiştir.[16] Bu baskının Yazığların Macaristan’a doğru hareket etmeleri üzerinde bir şekilde rol oynamış olabileceği düşünülebilir.

Gelişmelerin gösterdiği üzere, Yazığlar iyi savunulan coğrafyada savaşmış ve düşman Daklar tarafından yenilgiye uğratılmıştır. Böylece, Yazığlar güvensiz bir konuma itilmiştir. Ayrıca, Macaristan’a doğru hareketlerinin kaçınılmaz bir sonucu olarak kendileri için hayati önem taşıyan Karadeniz ticaret ve ekonomisi ile mevcut bağlantılarını da kaybetmişlerdir.

Arkeolojik bulgular, bu faktörlerin Yazığları daha güç duruma düşürdüklerini düşündürmektedir. Macaristan’da bulunan Yazığların M.S. I. ve II. yüzyıllara ait arkeolojik bulguları Güney Rusya’daki Sarmat ve İskit bulgularına kıyasla oldukça zayıftı. İskit kurganlarının zenginliği Güney Rusya’da bulunan Sarmat mezarlarına göre kıyaslanamaz olmasına rağmen, Macaristan’daki Yazığ mezarlarının yoksulluğu oldukça çarpıcı bir özelliktir. Mezar içi hazineleri arasında yalnız daha büyük ebatlı altın nesneler değil, aynı zamanda savaşçının genel teçhizatı da bulunmaktaydı. Güney Rusya’da bulunan Sarmat mezarlarının bu durumu açıklama istemektedir.[17]

Yazığların Macaristan’a hareket ettiğinde, kendileri gibi yaşayan göçebelere nispetle daha yoksul olduklarını söyleyebiliriz. Macaristan’da önce Büyük Macaristan Ovası’nda yerleşmişlerdir. Burası küçük çapta ziraat ve göçebe hayatın sürmesi için en uygun yerdi. Ancak bölge madenler açısından yoksuldu. Böylece topluluk ne değerli metal üretebilmiş ne de silahları için gerekli demiri elde edebilmiştir. Yazığlar kendilerine ait bölgede ithalat için bir üretim organize edebilselerdi, bu tür daimi gereksinimler satın alınabilirdi. Bu sayede pazar bulmakta zor olmazdı. Ancak, yerel toplumun ziraati ticaret ürünü üretmeye uygun değildi. Buna ek olarak bölge her yönden düşmanlarla çevriliydi. Bitişik Roma illerindeki iyi örgütlü ekonomik hayat ve sanayiye bakarak hayrete düşmemeliyiz. Romalılara karşı büyük bir ilginin var olduğunu ve bazı imkânlardan yararlanıldığını biliyoruz. Ancak Romalılarla ekonomik ilişkiler küçük bir ölçütte dahi en önemli gereksinimlerini karşılamaya yetmemiştir. Karadeniz ticaretiyle olan bağlantıları da özellikle Roksolanlarla aralarındaki koridorun Daklarca kapatılmasıyla son bulmuştur.[18]

Böylece ilk oturdukları yerlerden getirdikleri malzemelere güvenmek zorundaydılar. Bunlar küçük değerli metal parçaları ve o zaman oturdukları yerlerdeki mal, çanak, çömlek gibi Dak ve Kelt toplumunun bazı ürünlerinden oluşuyordu. Bu nedenle kendi gömü alanlarında sadece bu tür kalıntılar bulunması sürpriz değildir.[19]

Bu nedenle Yazığların güvenli bir ortamda yaşadıkları söylenemez ve itildikleri dar alanı genişletme çabası içerisinde rahatsız oldukları bellidir. Onlar için hayati önem taşıyan konu hem siyasi hem de ekonomik açıdan; Roksolanlar ve Karadeniz tüccarıyla ticari ilişkileri yeniden kurmaktı. Bu durum Marcus Aurelius (161-180) zamanında değişmiştir. Bu dönemde birçok başarısız hamleden ve uzun süren sıkıntılardan sonra bu ilişkileri bir kere daha kurmayı başarmışlardır. Adı geçen filozof imparator Dak bölgesi üzerinden Roksolanlarla bağlantı kurmak şansını onlara vermiştir.[20] Yazığlar İskit bakiyelerinin Güney Rusya’dan itilmesinden sonra yerleştikleri yer olan Dobruca bölgesine yakın olmuşlar. Roma İmparatorluğu’nun Tuna üzerinde yayılmasından sonra Yazığlar Romalılarla ilişki kurmuşlardır ve bu da, Roma kaynaklarında diğer Sarmat kabilelerine oranla Yazığlar hakkında daha fazla bilgi bulunmasına neden olmuştur.

Romalılar, Yazığları eski Tuna topraklarından atmak istedikleri için aralarında çok sorun çıkmıştır. M.S. I. yüzyılın ikinci çeyreğinde Yazığlar, Tisa nehri ve orta Tuna arasındaki Pannonia bozkırlarına taşınmışlardır. Roksolanlar, Dinyeper ve Don arasındaki bozkırları işgal ederek, Yazığların doğusuna yerleşmişlerdir. Onlar Yazığlarla bir tür ittifak oluşturarak, onların Roma’ya saldırılarını birçok defa desteklemişlerdir. Yazığların Orta Tuna’ya hareketinden sonra Roksolanlar, onların Aşağı Tuna’da bıraktıkları coğrafyaya yayılmışlardır.[21]

Roksolanlar

Sarmat adı altında çeşitli toplulukların toplandığı bilinmektedir. Bunların bir kısmı Batı Sarmatia olarak kabul edilen Don ve Tuna nehirleri arasında varlıklarını sürdürmüşlerdir. M.Ö. III. yüzyılın başlarında büyük gruplar halinde batıya hareket eden ve genel olarak Sarmat ismini alan topluluklar Güney Rusya’da görünmeye başlamıştır. Bunlardan bir kısmı batıda, yani Don nehrinin batısında; diğer bir kısmı da doğuda, Kuzey Kafkas bozkırlarında ortaya çıkmıştır. Batıya doğru hareket eden Sarmat toplulukları içerisinde Roksolanlar önemli bir yer tutmaktadır. Bu harekette onlar aktif bir rol oynamışlardır. Bu güçlü topluluk Yazığları önceki yerleri olan Don ve Dinyeper nehirleri arasından dışa sürmüştür.[22] Yazığların bu şekilde batıya kaymaları sonucunda Roksolanlar da batıya doğru harekete geçmişlerdir. Adı geçen toplulukların batıya doğru yayılmalarının ispatı olarak flera bulguları gösterilebilir.[23] Batıya doğru kayan Roksolanlar yukarıda da belirtildiği gibi Yazığlarla ittifak içinde onların Roma’ya karşı saldırılarını çok defa destekleyici olmuşlardır.[24]

Şüphesiz bu göç hareketinde Gotların etkisi olduğu anlaşılıyor. Gotlar Roksolanları yerleşim yerlerinden ileri doğru iterek Karadeniz boyunca sürüp Romanya ovasına sıkıştırmışlardır. Gotların büyük saldırıları sırasında Roksolanlar tarih sahnesinden tamamen çekilmişler ve geriye kalan tüm küçük toplulukları Gotlar egemenlikleri altına almışlardır. Roksolanlar onların Roma bölgelerine saldırdığı zaman Oltenia ve Dakia üzerinden Macaristan’a gelmişlerdir. Gotlarca sürülen diğer ulusların tam tersine Roksolanlar Roma bölgesinde yerleşmeyerek, Macaristan’a gelmişlerdir. Roksolanlar buraya geldiklerinde Yazığları bulmuşlar. Yukarıda belirtmiş olduğumuz üzere, Yazığ-Roksolan ittifakı gerçekleşmiştir.[25]

Roksolanların Yazığlarla birleşmeleri onların güçlendiklerini ve kayda değer değişikliklerin olduğunu açıkça göstermektedir. Yazığ yerleşim yerlerine, oldukça çok sayıda gelen Roksolanlar, onların kültürü üzerinde etkili olarak siyasi ve iktisadi gücü ellerine almışlardır. Arkeolojik olarak ölü gömme geleneği ve mezar tipolojisindeki farklılık, iki topluluğun iç içe yaşadığını göstermektedir. Tümülüslere ölü gömme geleneği Roksolanlar tarafından getirilmiş, Yazığlarınki ise, kare şeklinde mezarlar olmuştur. Ancak, Yazığlar kısa süre sonra Roksolanların kullandıkları malzemeleri kullanmaya başlamışlardır. Daha sonra çıkartılan mezar bulguları materyal açısından bu tümülüslerde bulunanlardan pek farklılık göstermemektedir. Bu nedenle Roksolanların Yazığlarla karışıp kaynaştıklarını söylememiz mümkün olmaktadır.[26]

Düz ve kare şeklindeki mezarların yanı sıra tümülüslerin yanyana bulunması toplumsal farklılaşımları yansıtmaktadır. Sarmatların sonraki yıllarda Roma sınır boylarına uyguladığı baskının şiddeti nispeten azalmıştır. Ancak, büyük çatışmalar Gotlar ülkeye saldırdıklarında boylar arasında tekrar başgöstermiştir. Sarmatlar büyük kitleler halinde Macaristan düzlüğünden ayrılmaya zorlanarak Roma bölgesine yerleştirilmiştir. Bu büyük ayrılık elde edilen bilgiler ışığında, bir Sarmatia iç savaşını ortaya çıkarmıştır.[27] Bununla birlikte iç kargaşa kabileler arasında bir kıvılcımla ortaya çıkan kabile savaşından ibaret olup, Roksolan kabile örgütü bu sürtüşmeye dayanamayarak parçalanmıştır.

Kralî Sarmatlar

Sarmat toplulukları arasında Kralî Sarmatlar özel bir yer tutmaktadır. Klasik kaynaklar arasında önemli bir yeri olan Strabo’nun eserinde belirttiğine göre, sırasıyla Yazığlar, Ugorlar ve Kralî Sarmatlar Tuna ve Dinyeper, Roksolanlar ise Dinyeper ve Don ırmakları arasında bulunmaktaydılar. Bu toplulukların yerleşim yerlerinde belirli bir düzenlilik gözlenir. Merkezde, diğer topluluklar tarafından oluşturulan koruyucu bir çemberle çevrilmiş Kralî Sarmatlar bulunmaktaydı.[28] Bu Sarmat toplulukları arasında bir “kralî’’ topluluğun bulunması kesinlikle bir rastlantı değildir. Gözlemlendiği gibi, göçebe toplumun kabile birliklerinde iki ana tip görülebilmektedir. İlkinde topluluklar yanyana yaşarlar, aralarındaki bağlayıcı ilişkiler zayıftır. Onlar arasında işbirliği en fazla tehlike anlarında görülür. Diğerinde tüm topluluklar, bir topluluğun liderliği altında, onunla yakın ve ortak işbirliği içerisindedirler. Kuvvetli bir merkezi güç ve ciddi bir askeri organizasyon bu göçmen topluluklara genellikle kapsamlı imparatorlukların kurulması imkânını tanır.[29]

Herodotos lider kabileyi oluşturan İskitlerin diğer İskitleri kendi köleleri olarak gördüklerini bildirmektedir. Bu lider kabileye kuvvetli bir şekilde sınıflara ayrılmış bir toplumdan kaynaklanan bu egemen ruha uygun olarak “Kralî İskitler’’ denilmektedir.[30] Batı Sarmatları dikkate alındığında, göçebe kabile birleşmelerindeki “kralî’’ toplulukların ortaya çıkmasının en büyük önemi, çok güçlü merkezi imparatorlukların ortaya çıkmasıyla iç içedir. Bu yüzden Tuna ile Don nehri arasındaki Sarmat topluluklarının, aralarında çok zayıf bağlar bulunan veya birbirlerinden tamamen bağımsız, yanyana yaşayan “sıradan’’ göçebeler olmadıkları anlaşıldığı gibi, iktidarları esnasında Karadeniz’in kuzeyinin önemli bir bölümünü ellerinde tutacak kadar güçlü bir merkezi liderlik altında kuvvetli kabilesel birleşmelere sahip oldukları varsayımına ulaşmak çok kolaydır.[31]

Strabo’nun metninin netliği “Kralî Sarmatlar’’ın idaresi altındaki Batı Sarmat kabile ittifakının varlığını ve Mithridates’in Pontus bölgesindeki genişlemesini açık bir şekilde ispatlar. Bu durum tarihi olaylardan da bellidir. M.Ö. II. yüzyılın sonundan itibaren Batı Sarmat İmparatorluğu’nun manzarasının anahatları bunu teyit etmektedir.[32]

Sarmat topluluklarından olan “Kralî Sarmatlar’’da olduğu gibi Herodotos tarafından “Kralî’’ sözcüğü İskitlerin egemen unsuru içinde kullanılmıştır. Aynı şekilde “Kralî’’ ve “Sarmat’’ sözcüklerini duyduğumuzda bunu yalnızca adı geçen topluluğun diğer topluluklar üzerinde hükümran olduğu anlamına geldiği hususunda birleşiyoruz. Bu düşünceyi biraz geliştirdiğimizde, zaten M.Ö. II. yüzyıl sonlarında Batı Sarmat topluluklarının birbirinden uzakta değil, yanyana yaşadıklarını görmekteyiz. Bu aynı zamanda toplulukların coğrafi konumlarıyla da doğrulanabilir. Güneyde Yazığlar, kuzeye doğru Ugorlar ve doğuya doğru Roksolanlar yerleşmiştir. Burada Sarmat Kral Soyu coğrafi konumu itibariyle ortada kalıyordu. O halde, Krallık hegomonyası altında bulunan diğer toplulukların kendisini çevrelemesiyle korunuyordu. Bu hükümran Sarmat topluluğuna dair en son işaret Mithridates adıyla birlikte geçmekte ve bundan sonra yaşayan bir topluluk olarak isimleri klasik literatürde bir daha geçmemektedir.[33] Şüphesiz, Sarmat topluluklarının batıya doğru kaymaları ve yeni göç dalgaları “Kralî Sarmatlar’’ın diğer topluluklarla karıştığı fikrini ortaya çıkarmaktadır.

Ugorlar

Batı Sibirya’dan başlayarak, Kama ve İtil nehirleri ile Orta Don’dan sonra İtil’in menbaı ve kuzey sahası, Fin körfezi ve Baltık Denizi sahillerine kadar olan coğrafya çeşitli Fin topluluklarının yaşadıkları saha idi.[34] Urallara yakın yerlerde “Ugor’’, batıya doğru da “Fin’’ adıyla bilinen bu topluluklar “Doğu Avrupa’’nın kuzey kısmının otokton ahalisi idiler. Orta ve Kuzey Rusya’daki nehir adlarının hepsinin Fince olması da bunu gösterir. Bu topluluklar çok dağınık bir halde ormanlık sahada yaşamakta ve kültür bakımından da oldukça aşağı bir seviyede bulunmakta idiler.[35] Aynı topluluklar hiçbir zaman büyük devlet kuramamışlardır. Yurtlarının doğal şartları ön tarihte avcı-balıkçı hayat tarzına ve dağınık küçük birlikler halinde yaşamaya elverişli idi. Buna rağmen her çağda cesur savaşçı idiler.[36] Fin-Ugorların doğudaki Ugor kolu başlangıçta Ural dağlarının Avrupa’ya bakan ormanlık yamaçlarında yaşıyorlardı. Zamanla göç sırasında Ugor topluluğu ormanlık eski yurtlarından daha güneye, hayvan beslemeye daha elverişli ağaçlı bozkır bölgesine sarkmıştır. Orada at yetiştirmeyi de öğrenip, bunların bir kısmı Uralların doğu tarafına da sızmıştır.[37] Sarmat toplulukları içerisinde yer alan Ugorlar Tuna ve Dinyeper ırmakları arasında da gösterilmişlerdir.[38] Güneyde Yazığların, kuzey tarafta ise Ugorların yerleştiği bilindiğine göre,[39] Ugorların zamanla güneye ve güneybatıya doğru yayılarak Dinyeper nehrinin batı tarafına kadar ulaşmış oldukları sonucunu çıkartmamız mümkün olmaktadır. Ancak yayıldıkları coğrafya dikkate alındığında, Ugorların Sarmat toplulukları arasında önemli bir yer tutmadığı sonucuna varılabilir. Başka bir ifadeyle onların diğer Sarmat topluluklarıyla karışıp kaynaşmadıkları ve tarihi bir rollerinin olmadığı söylenebilir. Şüphesiz, onların tarihinin az bilinmesinde yaşadıkları coğrafyanın etkisi de bulunmaktadır. Sarmatia’nın kuzey tarafında yaşadıklarından Grek ve Romalılarla doğrudan siyasi ve kültürel ilişkileri olmamıştır.

Siraklar

Sirakların doğu Sarmat toplulukları içerisinde yer aldığı bilinmektedir. Kafkaslar’da bulunan bu Sarmat topluluğu, kaynaklarda Sirakoi olarak geçmektedir.[40] Onlar Strabo’da daima Aorslar ile birlikte anılmaktadır. Her iki topluluk güneyde Kafkas dağlarına kadar olan sahaya yayılmışlardır.[41] Bunların bir kısmı göçebe çoban, bir kısmı ise çadırlarda oturan tarımcılar idi. Herhalde Siraklar çok fazla dağlık kesimde oturmamaktaydılar. Özellikle düzlük yerlerde bulunmaktaydılar. Yazılı kaynaklarda da Sirak düzlüklerinden söz edilmektedir.[42] Sirakların daha kuzeyde oturdukları, kavimler göçüyle birlikte güneye doğru indikleri ve Kafkaslar’a yayıldıkları kabul edilmektedir. Onların Kafkaslar’dan aşağı doğru akan ve Maiotise dökülen Achardeus civarında oturdukları bilinmektedir.[43] Buna göre, Kafkas bozkırlarının batı yarısında oturuyorlardı veya burası sahile kadar ulaşmaktaydı. Siraklar Yazamatların aşağısında oturmaktaydılar.[44] Sirakların Orta Asya’dan İtil nehri kıyılarına ve oradan Kafkaslar’a kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olduğu kabul edilmektedir.[45] Sirak adı Darius zamanına kadar gitmektedir. Darius Sakalar üzerine hareketinde askerlerine Saka askeri kıyafeti giydirerek hile ile başarılı olmuş ve Saka birlikleri çöllere çekilmişlerdir. Sirak isminde bir çoban Darius’un ordusuna kasten yanlış yol göstererek onu ve askerlerini çöl ortasına sokup, memleketini kurtarabilmiştir. Buradan Sirak’ın Darius ile çağdaş olduğu sonucunu çıkartmak mümkündür.[46] Darius’un M.Ö. 518-517 yıllarında bozkır ülkesine bu hareketini gerçekleştirdiği genelde kabul görmektedir. Behistun kitabesinden anlaşıldığı üzere Darius, sivri başlıklı, yani ok şeklinde başlık giymiş olan Sakaların ülkesine yaptığı seferde onların bir kısmını yenerek, liderlerinden Sakunkha’yıda esir almıştır.[47] Onun sivri başlıklı Sakalar üzerine harekatı esnasında Sirak isminin ortaya çıkması, oldukça önemlidir.

Darius’un ok şeklinde sivri başlık taşıyan Sakalara karşı seferinde, onun ordusuna yanlış yol gösteren Sirak, yalnız tarihi şahsiyet olarak değil, bir topluluk olarak da ortaya çıkmıştır. Siraklar zaman zaman tarihin karanlıklarına çekilmişler, fakat yeniden tarih sahnesine çıkabilmişlerdir. Strabo Sirakların adına yer vermiştir.[48] Siraklar esasen yerleşik bir hayat sürmüşler ve Uspa adlı bir ana şehire sahip olmuşlardır.[49]

Sirakların yaşadıkları coğrafyada arkeolojik kazılar yapılmış ve kurganlardan çeşitli buluntular çıkartılmıştır.[50] Bunlardan en eskisi M.Ö. II. yüzyıla tarihlenmektedir. Kazılar sonucunda özellikle Önmaniç ve Önkuban buluntuları Siraklarla bağlantılı görülmektedir.[51] Önmaniç ve Önkuban’daki Sirak buluntularının arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkartılması onların yayıldığı coğrafya, kültürleri ve diğer kültürlerle karşılıklı ilişki ve etkileşimlerinin aydınlatılmasına yardım etmektedir. Zamanla Sirak kültürü Önkuban-Mozdak çevresinde yaşayanlara etki etmiştir. Siraklar M.Ö. VII-IV. yüzyıllar arasında aşağı İtil’de kabileler birliğine dahil olarak yaşamaktaydılar. Bu kabile birleşmeleri Sarmat adı ile de tanınmışlardır.[52] M.Ö. IV. yüzyılda Kuban nehrinin sol sahilinde Siraklar kalabalıklaşmışlardır. M.Ö. IV-III. yüzyıllarda ise, bu topraklarda Siraklar daha da çoğalmışlardır.[53] M.Ö. III. yüzyılda da Önkafkas’tan onun eteklerine kadar yayılmışlardır. Bu durum arkeolojik kazılar sonucunda ele geçirilen buluntularla da açıklığa kavuşturulabilmektedir.

Siraklar Önkafkasya’daki topraklarında İberia’dan Albania’ya kadar olan coğrafyada yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Hatta, Önkafkaslar’da yaşadıkları coğrafya daha önce belirtildiği gibi Sirak düzlüğü olarak belirtilmişti.[54] Alban Karabağ arasında topraklar çoktandır onların adı ile anılmaya başlamıştır. Onlar Kafkaslar’a, özellikle Zakafkasya’ya gelen bazı topluluklarla birleşmiş ve kaynaşıp karışmışlardır. Siraklar bazı topluluklarla da mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Siraklarla Aorslar arasında zaman zaman gerçekleşen çatışmalar, her iki güçlü topluluğun iktisadi hayatına olumsuz etki yapmıştır.[55] Mithridates, Romalılara karşı Siraklardan yardım istemiştir. Sirak Hükümdarı Zorsines Mithridates’in yardımına koşmaya hazırlanmıştır.[56] Aors Hükümdarı Eunones ise Roma Ordu Komutanı C. Lulius Aquila’ya yardım etmiştir. Birleşik kuvvetler Siraklar üzerine saldırmış ve şehirleri Uspa’yı kuşatmışlardır. Surlar ve hendeklerle emniyet altına alınmış Uspa şehri kısa sürede düşmanın eline geçerek alt üst edilmiştir.[57] Bu mücadele sonucunda Siraklar oldukça güç kaybetmişlerdir. Sirakların egemenlikleri zayıfladıkça ve bazı topluluklarla kaynaşıp karıştıkça onlar hakkında tarihi bilgi de azalmıştır. M.S. II. yüzyıla gelindiğinde Sirak egemenliği geçmişteki şöhretini yitirmiştir.[58]

Alanlar

Alanlar Güney Rusya’da en son görülen gruptur. Bunlar bölgenin doğu bölümünü işgal etmek zorunda kalmışlardır. M.S. I. yüzyılın sonuna kadar Aşağı Don nehrinden Aşağı İtil’e ve Kafkas Dağlarının eteklerine uzanan Azak denizinin bozkır bölgesini kontrol etmişlerdir. Gitgide kuzeye, Yukarı Don ve Donetz bölgesine yayılarak karışık bozkır orman bölgesine girmişlerdir.[59] Ancak, onların öncüleri ve oluşumlarında birinci derece rol oynayan topluluk Aorslardı. Bunlar hakkında ilk kez bilgi veren Strabo’ya göre Don nehrinin doğu tarafındaki bozkırlarda yaşıyorlardı. Onların asıl yerleri burası değildi.[60] Onlar Siraklarla birlikte daha doğudan batıya doğru gelmişlerdi. Aorsların ve Sirakların Doğu Avrupa’ya sokulmaları, “Kralî Sarmatlar’’ın ve diğer Batı Sarmat topluluklarının onların liderliği altına girip, Tuna ve Don nehirleri arasındaki bölgeyi işgal etmelerine ve burada güçlerini iyice pekiştirmelerine neden olmuştur. Bu olay M.Ö. 130 ve 125 yılları arasına rastlamaktadır. Bu zaman sürecinde Aorsların ve Sirakların Doğu Avrupa’da yerleşmeleri de gerçekleşmiştir. Sarmat topluluklarının Aral gölünden Tuna nehrine hareketi Yüeçilerin Bactria’ya girdiği zamanla çakıştığından, bu iki olay arasında bir ilişki olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. M.Ö. 125 yılında Tuna ve Don nehri arasında büyük Sarmat gücünün var olmasının, Hsiung-nu (Hun) İmparatorluğu’nun genişlemesinden dolayı, batıya sürülen insan kitleleriyle doğrudan bağlantılı olması kuvvetle muhtemeldir. İlk Yüeçi hareketi büyük oranda Doğu Saka kitlelerinin göç etmelerine neden olmuştur. Bu olay aynı zamanda İnci nehri, Aral gölü ve Hazar denizi çevresinde de bazı kaymalara yol açmış ve doğudan gelen baskı yüzünden M.Ö. 145 yılında Dinyeper bölgesini hakimiyetleri altında bulunduran Sai topluluğu gözle görülür şekilde zayıflamıştır. Yüeçi göçü sonucunda Aorsların bir kısmı Don nehrine kadar yayılmıştır. Daha önceden bu bölgeyi ellerinde tutan Sarmat toplulukları Dinyeper bölgesini ellerine geçirmişler ve burada yaşayan diğer unsurlarla “Kralî Sarmatlar’’ın liderliğinde Tuna nehrinden Don nehrine kadar uzanan bir imparatorluk kurmuşlardır.[61]

Aorslar M.Ö. I. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Don nehri ve Hazar denizi arasındaki coğrafyada bulunmaktaydılar.[62] Onlar M.Ö. 49 yılında doğudan batıya doğru Kafkaslar’dan Don nehri kıyılarına baskılarını sürdürmüşlerdir. Bu sırada Kafkasları zorlayan Alanlar hareketli bir güç olarak ortaya çıkmıştır.[63] Böylece Alanların oluşumunda Aorslar ve Siraklar önemli bir yer tutmuştur. Alanlar milattan sonraki yıllarda güçlerini daha da artırarak, batıya doğru yayılmalarına devam etmişlerdir.

Özellikle, Alanların bu yayılışını arkeolojik buluntular da göstermektedir. İtil havzasında Alanlara ait mezarlarda çıkartılan küp şeklinde sekizgen boncuklar ve halkalı ve silindirik kabzalı kılıçlara bakacak olursak, bu yayılımı daha net olarak görürüz. Bu boncuklar M.S. I. ve II. yüzyıllara rastlamaktadır. Bunlar insanların bir kez daha doğudan batıya doğru göç ettiklerini göstermesi bakımından önem taşımaktadırlar.[64] M.S. II. yüzyıla gelindiğinde Alanlar Dinyeper vadisini ele geçiren Cermenlerle ilişki kurarak kaynaşmışlardır. Güney Rusya’da Got Krallığı’nın egemenliği altına girmişlerdir.[65]

SARMATLARIN KİMLİĞİ MESELESİ

Bozkır toplulukları içerisinde önemli bir yer tutan Sarmatlar üzerine çalışmalar başlayınca, onların kökeni meselesi de gündeme gelmiştir. Yazılı kaynaklar ve arkeolojik kazılar sonucunda elde edilen buluntular değerlendirilmeye başlanmıştır. Sarmatlardan önce bozkır coğrafyasında yaşayan Kimmerler ve İskitlerin soyu problemi gibi, onların kökeni de bir mesele olarak ortaya çıkmıştır. Yazılı kaynaklarda Sarmatların kökenini tam manasıyla aydınlatacak bilgilerin olmaması ve arkeolojik materyalin de bu meseleyi çözecek yeterlilikte olmaması Sarmatların kökeninin aydınlatılmasına temel oluşturamamıştır. Yazılı kaynaklar ve arkeolojik buluntular dikkate alınarak, Sarmatların kökeni üzerinde de görüşler ileri sürülmeye başlanmıştır. Araştırmacılar, bu kavmin kökeni konusunda değerlendirdikleri belgeleri dikkate alarak farklı sonuçlar çıkarmışlardır.

Sarmatların Kimliği Üzerine Görüşler

Sarmatların kökeni meselesi ortaya atılınca, onların hangi soydan oldukları da gündeme gelmiştir. Bu konu üzerine çalışan bilim adamlarından bazıları onların adı üzerinde durarak, Sauromatlarla Sarmatların aynı topluluklar olduklarını belirtmişlerdir. Bazıları ise, Sauromatlarla Sarmatların ayrı topluluklar olduğunu, dolayısıyla aralarında etnik bakımdan bir bağın olmadığını ileri sürmüşlerdir.

Sarmatların kökeni üzerine araştırmalar XIX. yüzyılın ortalarına kadar gitmektedir. Büyük ölçüde Batılı bilim adamları bu meseleyle uğraşmışlardır. Kronolojik olarak görüşleri bir sıraya koyduğumuzda Grote’den başlamamız gerekir. Ona göre, göçebe bir hayat süren Sarmatlar, adetleri, askeri becerileri ve sertlikleriyle İskitlere benzemekteydiler. İskit dilinin bir dialektini konuşan Sarmatların kadınları da yiğitçe düşmana karşı savaşıyorlardı. Herodotos’un belirttiklerinden de çıkarılabileceği üzere, Sarmatların İskit ve Amazonların karışımından oluştuğu sonucu düşünülebilirdi. Bu sebeple onların kökü İskit ve Amazonlara dayandırılmalıydı.[66] İlk Çağ tarihi araştırmalarıyla ün kazanan Mordtmann Amazonlar adlı çalışmasında, Don Amazonlarının Kafkaslar’ın kuzeyinde ne kadar kaldıkları, tam olarak ne zaman tarih sahnesinden çekildikleri ya da hayat tarzlarının ne derece insani alışkanlığa dayandığının kesinlikle bilinmediğini belirtmektedir. Onların kadınları erkeklerle birlikte av ve savaşa katılmışlardır. Kadınlar tamamen ev hanımı olmamışlardır. Ona göre, Stavropol eyaletinde yaşayan topluluklarla o zamanki Sauromatların hayat tarzları arasında çok farklılık yoktur. Bu sebeple, Sauromatlar Nogayların öncüleri olabilirler. Zira hayat tarzı soy yakınlığından daha çok iklim ve coğrafyayla daha yakından ilgilidir. Fakat, Stavropol’dan Türkiye’ye göçenlerin kadın ve kızlarının özellikleri Sauromatlardakiyle çok yakın benzerlik kurmayı mümkün kılmaktadır.[67] Mommsen’in verdiği bilgiye göre de bozkır coğrafyasında yaşayan çeşitli topluluklara doğanın verdiği imkânlar göçebe çobanlık için elverişliydi. Göçebeler hayvanları veya daha çok sürüleriyle oturma ve otlak yerlerini değiştirmekteydiler. Bunlar günümüzdeki Kazakların öncüleriydiler. Burada bulunan İskitler Ural-Altaylıydı, adet ve vücut görüntüleri günümüzde Sibirya oturanlarına benzemekteydi. İskitlerden sonra bozkır coğrafyasında doğudan batıya doğru ilerleyen Sarmat toplulukları ortaya çıktı. Onlar, Perslerle akraba olarak gösterilmekle birlikte, daha çok büyük ölçüde karışık bir soya sahiplerdi.[68] Kiepert ise, onların dillerinin İskit dilinden dialekt olarak ayrıldığını belirttikten sonra, Sarmatia’nın kuzeyinde Fin topluluklarının, güneyinde ise Maiotların bulunmasından hareketle farklı soydan toplulukların varlığını kabul etmektedir, ancak kesin bir görüş ortaya koymamaktadır.[69]

Sarmatların kimliği meselesi üzerinde XIX. yüzyıldan sonra da durulmaya başlanmıştır. Hatta bu konu üzerindeki araştırmalar daha da artarak devam etmiştir. İlk Çağ tarihi araştırmacılarından Meyer, geçen yüzyılın hemen başlarında yaptığı araştırmasında Sarmatların kökeni üzerinde de durmaktadır. Onun verdiği bilgiye göre, Don nehrinden Tuna nehrine kadar yayılmış olan Sarmatların egemen unsuru korunmuş bazı kelimelere göre İraniydi. Ancak, Herodotos’un ve Hippokrates’in adetleri ve görünüşleri hakkında verdiği bilgiler eski bir toplulukla, özellikle Fin-Moğollarla fazla karışmış olduklarını ispatlamaktaydı. Hatta onlar İrani dillerde bulunmayan bazı kelimeleri de almışlardı. Bu yüzden karışık bir topluluk görünümündeydiler.[70] Minns’e göre, Sai, Thisamatae ve Saudarate isimleri beraber anılıyordu ve onlar Sarmat adlarını hatırlatıyordu. Sarmat dönemine ait kurganlardan elde edilen buluntular İskit-Sibir buluntularına benzemekteydi. Sarmatların hakim unsuru Ural-Altaylı olabilirdi. Sarmat toplulukları arasında değişik isimlerle belirtilenlerin olması belki de soy hususunda birbirinden farklı unsurları da gösteriyordu. Kretschmer’e göre de Sarmatların etnik durumu meselesi çözülmüştü ve onlar İrani bir topluluktu.[71] Ebert ise, Sarmatları İrani bir topluluk olarak saymaktadır. Ancak, onların diğer Asya halk unsurlarıyla büyük ölçüde karıştığını da kabul etmektedir. Hatta Sarmatların göçebe temele dayalı atlı topluluk olmasında olduğu gibi giyim, adetler ve din bakımından da Asyalılardan, yani Ural-Altay ırkına mensup olanlardan fazla farklı olmadığını da ileri sürmektedir.[72] Vemadsky’e göre de Sarmatlar İranî bir topluluktu.[73] Harmatta ise Sarmatların köken olarak İrani olduğunu belirtir.[74] Bozkır toplulukları üzerine çalışmalarıyla ünlü bir bilim adamı olan Rostovtzeff’e göre, Sarmatlar kökenleri bakımından karışık bir topluluktu.[75] Grousset ise, kuzeyli göçebe olan Sarmatların İrani bir topluluk olduğunu ileri sürer.[76] Seyidof’a göre de Doğu Sarmat toplulukları içerisinde yer alan ve önemli bir yer tutan Siraklar Türk dili kullanmışlardır. Bunu onlardan kalan kişi ve yer adları en iyi şekilde göstermektedir.[77] Türk bilim adamları ise, bozkır coğrafyasında ortaya çıkan atlı-göçebe topluluklarla, dolayısıyla onların kökenleri meselesiyle pek uğraşmamışlardır.

Bu konuya sınırlı da olsa, değinen Kurat’tır. Ona göre, Sarmat toplulukları içerisinde yer alan Yazığların Türk kökenli olduğu hatıra gelmektedir. Sarmat topluluklarının özellikle M.S. I ve II. yüzyıllarda bazı Türk boyları ile bağlantıları da ihtimal dahilindedir.[78]

Sarmatların Kimliği

Sarmatlar hakkında yapılan araştırmalar onların kökeninin belirlenebilmesini net bir şekilde mümkün kılmamaktadır. Yazılı kaynaklardan ve arkeolojik buluntulardan da Sarmatların kökeninin çözümünü sağlayacak sonuçlar çıkarmak zordur. Bir toplumun kökeninin tayin ve tespiti yeterli delilleri verecek materyalle mümkün olabilir. Özellikle, bozkır topluluklarında genelde var olan ortak problem onların kökeni meselesidir. Doğrudan kendilerinden kalan yazılı kaynakların olmaması, diğer bozkır topluluklarında olduğu gibi, Sarmatların kökeni meselesinin çözümünü zorlaştırmaktadır. Toplulukların kökenini belirlemede en önemli unsur dildir. Bir toplumun dilinin belirlenebilmesi bıraktıkları yazılı belgelere bağlıdır. Sarmatlar doğrudan günümüze yazılı belgeler bırakmamışlardır. Bu sebeple onların dili, dolayısıyla kökenini belirleme oldukça zorlaşmaktadır. Ancak, mevcut kaynakların değerlendirilmesi yoluna gidilmesi zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple birinci elden kaynaklardaki bilgiler ve arkeolojik buluntuların değerlendirilmesi hareket noktasını oluşturmaktadır. Gerek yazılı kaynaklar gerekse arkeolojik materyal incelenerek, onların geldikleri ve yerleştikleri coğrafya, gelenek ve görenekleri, sanat anlayışları, soy kökleri bilinen topluluklarla karşılaştırmayı mümkün kılmaktadır. Bundan dolayı öncelikle Sarmatlar hakkında bilgi veren ana kaynaklara inme zorunluluğu vardır.

Bu konuda ilk bilgiyi veren Herodotos’a göre,[79] onlar Amazonlarla İskitlerin karışımı bir topluluktur. Sauromatlar, İskit dili konuşmaktaydılar. Bir kız düşman öldürmeden evlenemezdi. Bu yasanın gereğini yerine getiremediği için bekâr olarak ihtiyarlayan kızlar vardı. Hippokrates de, Azak denizi çevresinde bulunan İskitlerin Sauromatlar olarak da adlandırıldıklarını belirtmektedir. Onun verdiği bilgilere göre, bunların kadınları kızoğlan kız oldukları sürece ata binmekte, ok atmakta, at üstünde kargı savurmakta ve düşmanla savaşmaktaydı. Üç düşman öldürmedikçe evlenememekteydiler, töre gereğince hayvan kurban etmeden kocalarıyla aynı evde oturmamaktaydılar. Bir kız kocaya varınca, genel bir seferberlik çıkmadıkça, ata binmeyi bırakmaktaydı. Sağ memeleri yoktu, daha çocuk iken anaları, bu iş için yapılmış tunçtan bir aleti kızdırarak dağlamakta, böylece memenin büyümesini önlemekteydi. Bütün güç sağ omuz ve kola kaymaktaydı.[80] Hippokrates, İskitlerin Sauromatlar olduğunu belirttiğinden dolayı, onun vermiş olduğu bilgiler Sauromatlar için de geçerlidir. Onun belirttiğine göre, Skythia denen yer, çıplak, otlarla kaplı, oldukça sulak bir düzlüktü. Ovalara su çeken büyük ırmaklar vardı. Burada göçebe denen İskitler yer tutmaktaydı. Bu ad evleri olmayıp, arabalarda yaşadıklarından kendilerine verilmişti. Arabaların en küçüklerinin dört, diğerlerinin ise altı tekerleği vardı. Arabaların dört bir yanı ve üstleri keçe ile kaplanmıştı. Bir kısmının iki, bir kısmının da üç odası bulunmaktaydı. Bu evler yağmura, kara ve yele karşı korunaklıydı. Arabalarının bazılarını iki çift, bazılarını ise üç çift öküz çekmekteydi. Öküzlerin boynuzu yoktu, çünkü soğuk yüzünden boynuzları çıkmamaktaydı. Bu arabalarda kadınlar çocuklarla birlikte yaşamaktaydılar. Erkeklerse at üstünde onların yanlarında gitmekteydiler. Bunları koyun sürüleri, sığır ve atlar izlemekteydi. Bir yerde hayvanlarına ot bulabildikleri sürece kalmaktaydılar. Onların hepsi bitince başka yerlere gitmekteydiler. Onlar pişmiş et yemekte ve kısrak sütü içmekteydiler. Bu sütten bir de “Hippace’’ denilen peynir yapmaktaydılar.[81]

Herodotos ve Hippokrates’in verdiği bilgiler birbirlerini tamamlamaktadır. Özellikle Hippokrates’in onların gelenek ve görenekleri hakkında verdiği bilgiler büyük önem taşımaktadır. Sauromatların atlı-göçebe hayat tarzı, keçeyle kaplı evleri, at ve koyun beslemeleri, ata binip, at üzerinde ok atıp, kargı savurmaları, kısrak sütü içmeleri bozkırlarda varlıklarını sürdüren atlı-göçebelerle, özellikle çağdaşları Hunlarla benzer özellikler taşıdıklarına bir işaret sayılabilir.

Hippokrates’in belirttiğine göre, Sarmatlar zamanlarının büyük bir bölümünü at üzerinde geçirirler ve hep pantolon giyerler.[82] Bu şekilde zamanın büyük ölçüde at üzerinde geçirilmesi ve pantolon giyilmesi de Hunlarla benzer özellik kurulması açısından önem taşımaktadır.[83]

Sauromatların daha sonra ortaya çıkan Sarmatlarla bağlantılarının olup olmadığı meselesi de onların kökeninin belirlenmesine engel oluşturmaktadır. M.Ö. III. yüzyılda Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara doğru Sarmatların göçü başlamıştır. Sarmat toplulukları Kazakistan’dan batıya doğru harekete geçmişler ve bu hareket diğer toplulukların kendilerini itmeleriyle daha da hızlanmıştır. Çinlilerle mücadele eden Hunların batıya doğru çekilmeleriyle ve Yüeçilere etki etmeleri sonucunda, topluluklar batıya doğru kaymıştır. Bütün bu gelişmeler Sarmat adıyla anılan toplulukların Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara yönelmelerine neden olmuştur. Karadeniz’in kuzeyinde güçleri artan Sarmatlar İskit egemenliğine son vermişlerdir. Sarmat adı da Sauromat adını taşıyan topluluklara göre, sayıca çok daha fazla topluluğu içine alan bir kavram olmuştur. Strabo’da ifade edildiği üzere, Batı Sarmatia’da Yazığlar, Ugorlar, Kralî Sarmatlar, Roksolanlar[84] ve Doğu Sarmatia’da Siraklar ve Aorslar[85] Sarmat toplulukları olarak ortaya çıkmıştır. Böylelikle Sarmat adıyla anılan toprakların sayısının fazlalığı onların kökeni meselesinin belirlenmesini de zorlaştırmıştır. Önceden Sarmatia’da var olanlar ve daha sonradan göç ederek gelenler birbirine karışmış ve Sarmatlar olarak anılmaya başlanmıştır.

Don nehrinin doğu tarafında hayatlarını devam ettiren ve başlangıçta Sauromatlar olarak anılan topluluklar Don nehrinin batısına geçmişlerdir. Dolayısıyla onların Batı, Sarmatia’da ortaya çıkan Sarmat toplulukları içerisine karıştıkları düşünülebilir. Strabo’da söz edilen Yazığlar Sarmatların öncü kolunu oluşturmuştur. Bunların asıl yaşadıkları coğrafya Azak denizi yakınındaki coğrafya olmuştur. Yazığlar M.S. I. yüzyılda batıya doğru ilerleyerek, Tuna ve Theiss nehirleri arasındaki bölgede Roma İmparatorluğu’na komşu olarak kalmışlardır. Bu yeni yerlerinde birkaçı keşfedilmiş mezarlarında Karadeniz İskitlerini hatırlatan cenaze arabaları bulunmuştur. Bundan dolayı Yazığlar Yazamatlarla birlikte düşünülmüştür. M.Ö. 179 tarihinden önce Yazamatlar Azak denizinin yakınındaki anavatanlarından sürülmüşler ve daha sonra Don ve Dinyeper arasındaki bozkırların bir bölümünü ele geçirmişlerdir. Orada iken siyasi ve kültürel yönden İskit İmparatorluğu’nun yaşamında aktif rol oynamışlardır. Yazığlar daha sonra tekrar batıya ilerlemişler ve Sauromatların bir parçası olduklarından ilk olarak Sarmat ismini almışlardır.[86] Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere Yazığlar Sauromatların bir devamıydılar.

Sarmat mezarlarında ahşap yapı, cenaze arabası, at ve insan kurganının eksikliği İskit ve Sarmat gömü tarzında belirleyici fark olarak görünmüştür. M.S. III. yüzyıla ait Jasz-Also-Szent-György’den dört Yazığ kurganı buluntusuyla bu ayırıcı farkın bütün Sarmat mezarlarında olmadığı ispatlanmıştır. Bu sebeple İskit tarzına göre yapılmış dört büyük kurgan önem taşımaktadır. Bu mezarlarda Sarmat beyi, cenaze arabası ve atlar odalardan birinde bulunmuştur. Üç yan odada ise maiyetindekiler yer almışlardır. Bunlardan birincisinde, dört tane başı kesilmiş savaşçı, ikincisinde kalkanıyla bir savaşçı bulunmuştur.[87] Böylece, bu mezarların ortaya çıkarılması İskit gömü tarzını Sarmatia’da Yazığlarda da varlığını göstermiştir.

İskitlerde bu şekilde gömü oldukça çok ortaya çıkmıştır. Herodotos’un belirttiğine göre, hükümdar mezarları Borysthenes üzerinde gemilerin gidebildikleri son bölge olan Gerrhos topraklarında bulunmaktaydı. İskitler hükümdarları öldüğü zaman, o bölgede kare şeklinde büyük bir mezar kazmakta ve mezar hazır olduğunda ölü getirilmekteydi. Gövdesi mumyalanan ölü bir arabaya konulmaktaydı. Merasime katılanlar kulak memelerini kesmekte, saçlarını çepeçevre kazımakta, kollarını çizmekte ve burunlarını yırtmaktaydılar. Hükümdar mezara konulunca onunla beraber karılarından birisi, bir haberci ve atları da boğulup, aynı mezara konulmaktaydı. Kullandığı bazı eşyalardan da birer tane konulmaktaydı.[88]

İskitlerden herhangi birisi öldüğü zaman ise, ölü en yakınları tarafından bir arabaya konulmakta ve öbür yakınlarına götürülerek, dolaştırılmaktaydı. Bu esnada kafilenin yanlarına geldiğini görenler yemek vermekteydiler. Kırk gün boyunca ölüler böylece birinden öbürüne gezdirildikten sonra gömülmekteydiler.[89]

Bu şekilde gömüler arkeolojik buluntularla da ispatlanmıştır. Ölen beyin kıymetli eşyaları, atları ve hizmetkârlarının birlikte gömüldüğü mezarlara bozkır coğrafyasında rastlanılmaktadır. Özellikle oldukça çok at iskeleti kazılar sonucunda kurganlardan çıkarılmıştır. Kuban bölgesinde bulunan kurganlarda çok sayıda at iskeleti ortaya çıkarıldığı gibi, Altay bölgesinde Şibe kurganında on dört, Pazırık kurganlarında sayıları yedi ile on dört arasında değişen at gömüleri ortaya çıkarılmıştır.[90] Bunlar binek hayvanları da dahil ölen beyin hayatı boyunca sahip olduğu hayvanlardı. İnanışa göre bey bunları öldüğü zamanda kullanmaktaydı.[91] Şüphesiz, bunlara en güzel ömeği Pazırık buluntuları oluşturmaktadır. Buradan çıkarılan cesetler mumyalanmış[92] ve gövdeleri dövmeyle kaplanmıştı.[93] Ayrıca, buradan on at çıkarılmıştır. Bunların kulaklarına nişan olarak birbirinden farklı enler yapılmıştır. Bu nişanların farklı olmaları, atların değişik kabileler tarafından hediye edilmiş olduğu kanaatini uyandırmıştır.[94] Bu şekilde bir gömü adetinin İranilerde olmadığı, dolayısıyla İskitlerin de İrani bir topluluk olmadıkları sonucu ortaya konulmak istenmiştir.[95]

Genelde İskit-Sarmatlara etki eden, ölenin malının mezarlara birlikte gömüldüğü kanlı gömü geleneği ve hatta mezar yapısının öncüsü olarak Mezopotamya eski Sumer Ur kral mezarları bulunmaktadır.[96] Toprağa derince açılmış olan dikdörtgen kuyunun bir köşesinde örülmüş duvarlı ve üstü kubbeli odayla kral, hanımları ve hazineleri gömülmüştür. Mezara kralla birlikte altmış kişi gömülmüştü. Bunlar arasında altı silahla koruması Dromos da bulunuyordu. Bunlara ek olarak iki adet dört tekerlekli ahşap arabayı çeken altı öküz de bulunmaktaydı. Ur kral mezarları M.Ö. IV. binin ikinci yarısına aittir. Bütün Babil-Asur literatüründe bu gömü geleneği üzerine hiçbir delil bulunmamaktadır. Bunlar Mezopotamya’da erken tarihi devirlerde ortadan kalkmıştır. M.Ö. IV. bin yılda Orta Asya’dan Mezopotomya’ya göç eden Sümerlilerin bu adeti oraya getirdikleri ileri sürülmüştür. Bu geleneğin Orta Asya gömü merasimini gösterdiği belirtilmiştir. Çinliler de daha sonra da Moğol ve Türklerde ispatlanan bu gelenek, M.Ö. VII-VI. yüzyıllarda Doğu Ukrayna’da görülmektedir.[97] M.S. III. yüzyılda Yazığlarda görülen bu gömü geleneği Orta Asya bağlantısını hatıra getiriyor. Ur kral mezarlarıyla özellikle zaman farkı dikkate alındığında bağlantı kurmak mümkün görünmüyor. Ancak, Pazırık ve Kuban bölgesinde ortaya çıkan bu tür mezarlarla bağlantı kurmak mümkün görünüyor.

Doğu Sarmat toplulukları içerisinde sayılan Sirakların adı sir ve ak terkiplerinden oluşmuştur. Sir “ışık” anlamına gelmektedir. Sirak ise, ışık, şua veren demektir. Siraklar ateşe, ışığa tapınmış ve özlerini Sir//ak olarak adlandırmışlardır.[98] Sir adı geç kaynaklarda da geçmektedir. Tonyukuk abidesinde, “Türk Sir milletinin yerinde boy kalmadı.[99] Türk Bilge Kağanı Türk Sir milletini, Oğuz milletini besleyip duruyor.[100] Buradan Sirlerin bir topluluk olarak varlığı ortaya çıkmaktadır. Hatta Sirakların kökeninin aydınlatılması bakımından da önem taşımakta ve onların Asya kökenli olabileceğini düşünmemize de bir ölçüde dayanak oluşturmaktadır.

Sonuç

Sarmatların Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda M.Ö. II. yüzyılın sonlarına kadar egemen bir güç olarak ortaya çıktıkları arkeolojik ve yazılı belgelerden anlaşılmaktadır. Onlar İskitler, Grekler, Daklar, Romalılar ve Gotlarla münasebeti olmuş önemli bir bozkır kavmidir.

Sarmatların genel olarak kökeni düşünüldüğünde Sarmatia’da var olan topluluklar ve onların bir güç olarak ortaya çıkmalarıyla birlikte İskit bakiyelerinin hesaba katılması zorunluluğu vardır. Özellikle, Sarmat toplulukları arasında sayılan Yazığlar, Kralî Sarmatlar, Roksolanlar, Ugorlar, Aorslar ve Sirakların ayrı ayrı değerlendirilmeleri gerekmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi eldeki belge ve bilgilerin sınırlı olması, Sarmatların kökenini belirlemeyi güçleştiriyor. Onların batı kolunu oluşturan Yazığlar ve doğu kolu içerisinde yer alan Sirakların Türklükle bağlantılı olabilecekleri arkeolojik buluntu ve yazılı belgelerin yönlendirmesiyle güç kazanıyor.

Doç. Dr. İlhami DURMUŞ

Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 1 Sayfa: 637-647


Kaynaklar:
♦ AMMİANUS MARCELLİNUS, Rerum Gestarum Libri, London, 1963-1964.
♦ CAH: Cambridge Ancient History.
♦ CEA: Cambridge Enzyklopädie der Archäologie.
♦ CHILDE, G., The Aryans, London, 1926.
♦ EBERHARD, W., Çin Tarihi, Ankara, 1987.
♦ EBERT, M., “Südrussland, Skytho-Sarmatische Periode”, RLV, XIII (1929), s. 52-114.
♦ ERGİN, M., Orhun Abideleri, İstanbul, 1991.
♦ GROTE, G., History of Grece, III. Cilt, New York, 1857.
♦ GROUSSET, R., Bozkır İmparatorluğu, (çev. R. Uzmen), İstanbul, 1980.
♦ HARMATTA, J., Studies on the History of the Sarmatians, Budapest, 1950.
♦ HERODOTOS, Herodot Tarihi, (çev. M. Ökmen), İstanbul, 1973.
♦ HİNZ, W., “Zur İranischen Altertumskunde”, ZDMG, XCIII, (1939), s. 363-380.
♦ HIPPOKRATES, Hippokratous to Peri Aeron, Hydaton, Topon Parisioi, 1816.
♦ İNAN, A., “Altay Pazırık Kazısında Defin Törenleri”, Makaleler ve İncelemeler, II. Cilt, Ankara, 1991.
♦ KIEPERT, H., Lehrbuch der Alten Geographie, II. Cilt, Berlin, 1878.
♦ KRETSCHMER, K., “Sarmatae”, RE, I A2, (1920), s. 2542-2550.
♦ KRETSCHMER, K., “Scythae”, RE, II A1 (1921), s. 923-942.
♦ KRETSCHMER, K., “Siraces”, RE, II A2, (1927), s. 283-285.
♦ KURAT, A. N., IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara, 1992.
♦ MEYER, E., Geschichte des Altertums, I. Cilt, II. Kısım, Stuttgart-Berlin, 1909.
♦ MOMMSEN, T., Römische Geschichte, II. Cilt, Berlin, 1869.
♦ MORDTMANN, A. D., Die Amazonnen, Hannover, 1862.
♦ ÖGEL, B., İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1984.
♦ RASONYI, L., Tarihte Türklük, Ankara, 1993.
♦ RE: Paulys Real Encylopädie der classichen Altertums Wissenschaft.
♦ RICE, T. T., The Scythians, London, 1968.
♦ RLV: Reallexion der Vorgeschichte.
♦ ROSTOVTZEFF, M. İ., Sarmatskija i İndoskifskija drevnosti, Prague, 1926.
♦ ROSTOVTZEFF, M. İ., “The Sarmatae and the Panhians’’, CAH, III. Cilt, 1969, s. 91-104. ROSTOVTZEFF, İ., İranians and Greeks in South Russia, New York, 1969.
♦ RUDENKO, S., Kultura Naseleniya Gomogo Altaya v Skifskoe Vremya, Moskva, 1953.
♦ SA: Sovetskaya Arhäologia.
♦ SEYİDOF, M., Azerbaycan Halkının Soy Kökünü Düşünürken, Bakü, 1989.
♦ STRABO, The Geograpy of Strabo, (çev. H. I. Jones), Cambridge, 1969.
♦ TÄUBLER, E., “Zur Geschichte der Alanen’’, KLIO, Beitrage zur alten Geschichte, IX, (1909), s. 14-28.
♦ VERNADSKY, G., A History of Russia, Ancient Russia, I. Cilt, New Haven, 1943. VlNOGRADOV, V. B., “Sirakskih Soyoz Plemen na Sevemom Kavkaze’’, SA, I (1965).
♦ VULIÇ, N., “Jazyges’’, RE, XVII, (1914), s. 1189-1191.
♦ ZDMG: Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft.
♦ ZVELEBİL, M., “der Aufstieg der Nomaden in Zentralasien’’, CEA, München, 1980.
Dipnotlar :
[1] Herodotos, IV, 11-12.
[2] W. Eberhard, Çin Tarihi, Ankara, l987, s. 38-39.
[3] T. T. Rice The Scythians, London, 1958, s. 43.
[4] K. Kretschmer, “ Scythae”, RE, IIAI, (1921), s. 923.
[5] G. Vernadsky, A History of Russia, I, New Haven, 1943, s. 73.
[6] N. Vuli?, “lazyges”, RE, XVII, (1914), s. 1189.
[7] Strabo, VII. 3. l7.
[8] Strabo, VII. 3. l7.
[9] Ammianus Marcellinus, XX. 8. l3.
[10] N. Vulis, a.g.m., s. 1189.
[11] Strabo, VII. 3. 2.
[12] Strabo, VII. 3. l3.
[13] M. i. Rostovtzeff, Sarmatskija i indoskifskija Drevnosti, Prague, l926, s. 244.
[14] J. Harmatta, Studies on the History of the Sarmatians, Budapest, 1950, s. 43.
[15] J. Harmatta, a.g.e., s. 45.
[16] M. i. Rostovtzeff, “The Sarmatae and the Parthians”, CAH, Ill, (1969), s. 95.
[17] J. Harmatta, a.g.e., s. 46.
[18] J. Harmatta, a.g.e., s. 48-49.
[19] J. Harmatta, a.g.e., s. 49.
[20] J. Harmatta, a.g.e., s. 49.
[21] G. Vernadsky, a.g.e., s. 88.
[22] M. i. Rostovtzeff, iranians and Greeks in South Russia, New York, 1969, s. 93
[23] M. i. Rostovtzeff, a.g.e., s. 145.
[24] G. Vernadsky, a.g.e., s. 58.
[25] J. Harmatta, a.g.e., s. 56-57.
[26] J. Harmatta, a.g.e., s. 57.
[27] Ammianus Marcellinus, XVII. 12. 18.
[28] Strabo, VII. 3. 18.
[29] Harmatta, a.g.e., s. 4.
[30] Herodotos, IV. 22, 56-59.
[31] Harmatta, a.g.e., s. 5-6.
[32] Harmatta, a.g.e., s. 7.
[33] Harmatta, a.g.e., s. 43-44.
[34] A. N. Kurat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara, 1992, s. 8.
[35] A. N. Kurat a.g.e., s. 8.
[36] L. Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1993, s. 118.
[37] L. Rasonyi, a.g.e., s. 118.
[38] Strabo, VII. 3. l8.
[39] Harmatta, a.g.e., s. 43.
[40] Strabo, XI. 2. 1.
[41] Strabo, XI. 2. 1.
[42] Strabo, XI. 5. 9.
[43] K. Kretschmer, “Siraces”, RE, IIA1, (1927), s. 283.
[44] K. Kretschmer, a.g.m., s. 283.
[45] M. Seyidof, Azerbaycan Halkının Soy Kökünü Düşünürken, Bakü, 1989, s. 48.
[46] M. Seyidof, a.g.e., s. 48-49.
[47] W. Hinz, “Zur iranischen Altertumskunde”, ZDMG, XCIII, (1939), s. 365.
[48] Strabo, XI. 5. 1.
[49] K. Kretschmer. a.g.m., s. 285.
[50] M. Seyidof, a.g.e., s. 50.
[51] V. B. Vinogradov, “Sirakskih Soyoz Plemen na Severnom Kavkaze”, SA, 1, (1965), s. 108.
[52] M. Seyidof, a.g.e., s. 50.
[53] V. B. Vinogradov, a.g.m., s. 112.
[54] Strabo, XI. 5. 1.
[55] Strabo, XI. 5. 8.
[56] K. Kretschmer, a.g.m., s. 285.
[57] K. Kretschmer, a.g.m., s. 285.
[58] M. Seyidof, a.g.e., s. 52.
[59] G. Vernadsky, a.g.e., s. 88.
[60] Strabo, XI. 5. 9.
[61] J. Harmatta, a.g.e., s. 28-29.
[62] E. Taubler, “Zur Geschichte der Alainen”, KLIO, Beitrage zur alten Geschichte, IX, (1909), s. 16.
[63] E. Täubler, a.g.m., s. 24.
[64] J. Harmata, a.g.e., s. 52.
[65] M. i. Rostovtzeff, “The Sarmatae and the Parthians”, s. 97.
[66] G. Grote, History of Greece, III, New York, 1857, 242-243.
[67] A. D. Mordtmann, Die Amazonen, Hannover, 1862, s. 121.
[68] T. Mommsen, Römische Geschichte, II, Berlin, 1869, s. 276.
[69] H. Kiepert, Lehrbuch der alten Geographie, II, Berlin, 1878, s. 345-346.
[70] E. Meyer, Geschichte der Altertums, I, Stuttgart-Berlin, 1909, s. 798.
[71] K. Kretschmer, “Sarmatae”, RE, IA2, (1920), s. 2543.
[72] M. Ebert, “Südrussland, Skytho-Sarmatische Periode”, RLV, XIII, (1929), s. 99.
[73] G. Vernadsky, a.g.e., s. 74.
[74] J. Harmatta, a.g.e., s. 37.
[75] M. i. Rostovtzeff, iranians and Greeks in South Russia, New York, 1969 s. 91.
[76] R. Grousset, Bozkır İmparatorluğu, İstanbul, 1973, s. 33.
[77] M. Seyidof, a.g.e., s. 58.
[78] A. N. Kurat, a.g.e., s. 7.
[79] Herodotos, IV. 110-117.
[80] Hippokrates, VI. 17.
[81] Hippokrates, VI. 18.
[82] Hippokrates, VI. 22.
[83] B. Ögel, İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1984, s. 198.
[84] Strabo, VII. 3. 17.
[85] Strabo, XI. 5. 9.
[86] M. İ. Rostovtzeff, “The Sarmatae and the Parthians”, s. 92-93.
[87] M. Ebert, a.g.m., s. 99.
[88] Herodotos, IV. 71.
[89] Herodotos, IV. 73.
[90] R. Rolle, Totenkult der Skythen, Berlin-New York, 1979, s. 100-101.
[91] S. Rudenko, Kultura Naseleniya Gornogo Altaya v Skifskogo Vremya, Moskova, 1953, s. 148.
[92] B. Ögel, a.g.e., s. 68.
[93] M. Zvelebil, “Der Aufstieg der Nomaden in Zentralasien”, CEA, München, l980, s. 255.
[94] A. İnan, “Altay Pazırık Kazısında Defin Törenleri”, Makaleler ve İncelemeler, II, Ankara, 1991, s. 263.
[95] G. Childe, The Aryans, London, 1926, s. 38-39.
[96] M. Ebert, a.g.m., s. 60.
[97] M. Ebert, a.g.m., s. 60-61.
[98] M. Seydiof, a.g.e., s. 55-56.
[99] M. Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul, 1991, s. 53.
[100] M. Ergin, a.g.e., s. 97.
1 yorum
  1. sedat kaptan diyor

    Çalışmalarınız için teşekkür ederim. bir tarih öğrencisi olarak faydalanıyorum. saygılarımla…

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.