Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Sakalar ve Hunlar Döneminde Anadolu’da Türk Varlığı

İskit İmparatorluğu
0 15.052

Prof. Dr. İlhami DURMUŞ

Dünya üzerinde her insan topluluğu bir yer tutar. İnsanların yurt tuttukları yerler coğrafi mekânlardır. Bu mekânlar toplumların hayatı için şart olduğuna göre onların tamamıyla gelişimleri, aynı zamanda içinde bulundukları maddi şartlara da bağlıdır. Bu maddi şartlar değişik hâlleri ile toplumların hayatı üzerinde etkili olurlar. Deniz kenarlarında ve adalarda oturanlarla iç taraflarda, çöllerde, bozkırlarda veya nehir boylarında oturanların, ovadakilerle dağlık yerlerde veya yaylalarda yaşayanların, çorak yerlerde bulunanlarla sulak ve verimli yerlerde olanların hayatı aynı değildir.[1]

Yeryüzünde yaşadıkları coğrafi çevre birbirinden farklı olan insanlar, bu çevrenin başlıca üç doğal kaynağı olan orman, hayvan yetiştirme ve tarım imkânlarını değerlendirerek hayatlarını sürdürebilmişlerdir. Orman kavimleri “asalak” kültürü (avcılık, devşiricilik), tarıma elverişli yerlerde oturanlar “köylü” kültürünü (çiftçilik) ortaya koymuşlar, bozkırdakiler de “çoban” kültürünü (besicilik) meydana getirmişlerdir.[2]

Orman kavimleri güçlü teşkilatlanmayı gerçekleştiremezken bozkır kavimleri ve yerleşik kavimler teşkilatlanabilmişlerdir. Hatta kültür coğrafyalarındaki farklılığa göre, avcılık ve toplayıcılıktan hayvan besleyiciliği ve ziraata zamanla bir geçişten söz edilebilir. Bu durumda avcılık ve toplayıcılık kültürel anlamda verici, hayvan besleyiciliği hem alıcı hem de verici, yerleşiklik ise alıcı olmuştur.[3]

Anadolu’da ise çeşitli kültürlerin oluşumu ve gelişimine imkân veren şartlar erken dönemlerde ortaya çıkmıştır. Asya ve Avrupa kıtaları arasında uzanmış bir köprü gibi olması, Eski Doğu ve Batı kültür çevreleri arasında bulunması, tarihin en eski dönemlerinden başlamak üzere, doğu ve batıdan çok sayıda kavmin göçünün Anadolu topraklarına gerçekleştirilmesi Anadolu’daki kültürel oluşuma ve gelişime büyük ölçüde etki etmiştir. Anadolu’da birbirinden farklı iklimlerin görülmesi de kültürel oluşum ve gelişime büyük ölçüde katkı sağlamıştır.[4]

Anadolu’nun orta ve batı bölgeleri tarıma elverişli şartları oluştururken doğu bölgesi ise hayvancılığa dayalı şartları oluşturmuş ve kültürlerin de gelişimleri büyük ölçüde coğrafi şartların sağladığı imkânlarla paralel gelişme göstermiştir. Bu kapsamda Anadolu’nun coğrafi konumu, iklimi ve doğal kaynakları çeşitli kavimlerin Anadolu’ya gelip yaşamalarına zemin hazırlamıştır. Farklı kavimlerin Anadolu’ya gelerek yerleşmeleri, coğrafi şartlardan dolayı kolay olabilmiştir.

Anadolu’ya gelerek yerleşen kavimler arasında Turani ya da Aziyenik tabir edilen Türklük ve Türklerle bağlantılı çok sayıda kavim de yer almaktadır. Tarihî devirlerin başlangıcından itibaren klasik döneme kadar Anadolu ve çevresinde Türklerle bağlantılı kavimler varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bunların dilleri Türkçede olduğu gibi kelimelerin türetilmesinde son ekler kullanılan ve fiillerin çekiminde ne şekilde olursa olsun kökleri değişmeyen dillerdir. Bu dil grubuna dâhil Anadolu ve çevresinde varlığını sürdüren ilk kavimler dalgası arasında Sumerliler, Subarlılar, Kutlar, Elamlılar, Kaslar, Hurriler, Hattiler ve Urartulular sayılabilir.[5]

Anadolu’da yukarıda adlarını belirttiğimiz kavimlerden başka Türkler ve Türklükle bağlantılı kavimlerden de söz edebiliriz. Bunlar için Anadolu’ya gelen ikinci dalga tabirini kullanabiliriz. MÖ VIII. yüzyıldan MS VI. yüzyıla kadar Anadolu’da varlığını sürdüren ya da bir şekilde Anadolu’ya uğrayan bu kavimler arasında Kimmerler, Sakalar, Siraklar, Hunlar ve Sabarlar sayılabilir. İşte bu çalışmamızda Kimmerlerden başlayarak Sabarlara kadar Anadolu’da varlığını takip edebildiğimiz kavimler üzerinde durulacaktır.

1. Kimmerler

Türk kültür dairesi içerisinde yer alan kavimlerden birisi Kimmerlerdir. Onlar Proto-Türkler olarak tanımlanan Ural-Altay kökenli bozkır göçebelerinin batı kolunu oluşturmaktadırlar. MÖ II. bin başlarından MÖ VIII. yüzyıla kadar -merkez Kırım olmak üzere- Karadeniz’in kuzeyinde, Avrasya bozkırlarında ve Kafkasya bölgesinde yaşamışlardır. Onlar doğudan gelen Sakaların baskısı sonucunda göç etmek zorunda kalmışlardır. Kafkas geçitlerini aşan Kimmer göç dalgaları – yeni bir yurt edinmek amacıyla- Anadolu’yu istilaya başlamışlardır.[6]

Kimmerler Kafkaslar’dan Anadolu’ya yöneldiklerinde ilk olarak Urartulularla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. MÖ VIII. yüzyılın ortalarında Anadolu’nun doğusunda Urartu Devleti’nin sınırları bir taraftan Kuzey Suriye ve Fırat’a kadar, diğer taraftan Kafkaslar’a kadar genişlemiş ve Urartulular büyük bir devlete sahip olmuşlardır. Urartulular gerek Sargon ve ondan sonraki Asur krallarının gerekse Kafkas geçitlerinde gittikçe büyüyen Kimmer tehlikesi yüzünden Asur etki alanından çekilmek zorunda kalmışlardır.[7]

Kimmerler Kafkas geçitlerini aştıktan sonra doğrudan Urartulularla karşılaşmışlardır. Urartu Kralı II. Argişti (MÖ 714-685) kuzeye yönelerek Kimmer akınlarını önlemeye çalışmıştır. Ancak o, MÖ 707 yılında ağır bir yenilgiye uğramıştır. Urartu kralı olan II. Rusa (MÖ 685-645) ise akıllıca bir politika izleyerek Kimmerlerle anlaşmış, Asur’a karşı onlarla ittifak yaparak bir kısım Kimmer boylarını Urartu topraklarında bırakmış ve ana göç kolu batıya doğru ilerlemeye başlamıştır.[8]

Kimmerlerin Urartu yerleşim merkezlerine saldırılarını ve bazı yerleri yakıp yıktıklarını gösteren arkeolojik buluntular da elde edilmiştir. Patnos yakınlarında bulunan Giriktepe ya da Değirmentepe höyüğünde kazılar yapılmıştır. Burada bir Urartu sarayı bulunmuştur. Sarayın şiddetli bir yangın sonucunda tahrip olduğu, kerpiç duvarların pişerek tuğlalaştığı ve günümüze kadar sağlam kaldığı anlaşılmaktadır. Sarayda savaş sırasında yanmış olan insanların iskeletleri bulunmuştur. Savaş anındaki şiddetli yangında cesetler yanarak kömürleşmiştir. MÖ VIII. yüzyılın sonlarına doğru ani bir düşman saldırısı sonucunda saray ve eklentilerinin yanarak çöktüğü ve içindekilerin kurtulamadığı düşünülmektedir. Bu ani saldırıyı yapan düşmanın kuzeyden, Kafkaslar üzerinden gelen Kimmerler olduğu sanılmaktadır.[9]

Urartu Kralı II. Argişti’nin kuzeye doğru saldırıları durdurmak maksadıyla harekete geçmesi de Giriktepe Sarayı’nın Argişti’nin Urartu Kralı olduğu dönemin ortalarına doğru Kimmerler tarafından yakılıp yıkıldığı görüşünü kuvvetlendirmektedir. II. Argişti zamanında Kafkas ötesinden gelerek Anadolu içlerine kadar inen Kimmerler Urartulular için büyük tehlike oluşturmuştur. II. Argişti her ne kadar onlara karşı harekete geçtiyse de daha çok savunmaya yönelik kaleler inşa ettirmiştir. Bunlardan en önemlisi Erzincan yakınlarında bulunan Altıntepe’de çok korunaklı olarak yapılmış olan sınır kalesidir. Bu kale Erzincan Ovası’nda yükselen doğal bir tepenin üzerine kurulmuş ve etrafı da surlarla çevrilmiştir. Altıntepe’nin bu korunaklı durumundan dolayı diğer Urartu merkezleri gibi bir yağmaya maruz kalmadığı anlaşılmaktadır.[10]

II. Rusa’nın Kimmerlerle anlaşarak onları batıya doğru yönlendirmesi sonucunda Urartulular Kimmer saldırılarından kurtulabilmişlerdi. Ayrıca, Kimmerlerin batıya doğru yönelmelerinde arkadan gelmekte olan Sakaların baskısının etkili olabileceği de düşünülebilir. Asur tarihinde Sargonidler devri denen MÖ 722-626 yılları arasındaki zamanda kudretli Asur krallarını daimî surette meşgul eden olaylardan birisi Kimmerlerin Anadolu’ya girerek kısa zamanda Asur sınırlarına ulaşmış olmalarıdır. Bu dönemin başlarında kral olan Sargon (MÖ 721-705) zamanında Asur Devleti çok güçlenmiş, Fırat’ın doğusunda Güneydoğu Anadolu coğrafyasından başka, bu hattın batısında Kargamış, Zincirli, Maraş, Malatya, Adana, Tarsus ve Kayseri bölgelerini de ele geçirmiştir. Kendisinden sonraki Kral Sanherib (MÖ 704-682) zamanında Tabal, Hilakku ve Kammanu eyaletleri kaybedilmiş, daha sonra kral olan Asarhaddon (MÖ 681-668) devrinde ise Asur’un Anadolu’daki gücü gittikçe azalmıştır.[11]

Kimmerlerin adından ilk defa Asarhaddon zamanında yani Asur Devleti’nin güç kaybettiği bir dönemde bahsedilmektedir. Kimmerlerin Asur’un kuzey sınırlarına inerek Asurlularla mücadeleye girişmiş oldukları anlaşılmaktadır. Asarhaddon zamanında Kimmerler Hilakku ile de ittifak yapmışlardır. Fakat Kimmerler tarafından buranın zapt edildiğine dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Que için bir Kimmer tehlikesi gerçekleştiyse ancak Hilakku’dan ve Kimmerler’in istilasından dolayı olmuştur. Fakat Asarhaddon, Kimmerleri olduğu gibi Hilakku’yu da mağlup etmiştir. Asarhaddon devrindeki durum Asurbanipal zamanında da devam etmiştir. Hilakku ve Tabal de onun devrinde bazan Kimmerler, bazan da kendisiyle birleşen güçlü ülkelerden yana olmuşlardır.[12]

Asurbanipal tahta geçer geçmez Kimmerlere karşı ilk savunma tedbirleri alınmıştır. Anadolu’da Asur Devleti’nin de içinde bulunduğu bir mukavemet cephesi oluşturulmuştur.[13] Buradan da Kimmerlerin gücünün ne kadar fazla olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Kimmer tehlikesi büyük boyutlarda olmasaydı, Asur ve çevresinde bulunan diğer topluluklar ittifak etmek zorunda kalmazlardı. Asur ülkesine Kimmer saldırıları hakkında Asurbanipal zamanında önemli bilgiler verilmektedir. Bu malumata göre, Kimmerler kralları Tugdamme’nin önderliğinde büyük kalabalık hâlinde Asur sınırına ulaşmış ve orada karargâhlarını kurmuşlardır.[14]

Fakat Kimmer Kralı Tugdamme, Asurbanipal’in verdiği bilgiye göre, Asur sınırına saldırdığı sırada müthiş bir hastalıktan ölmüştür.[15] Kimmer baskısı daha fazla devam etmemiş ve onlar geri çekilmişlerdir. Fakat Asurbanipal zamanında Kimmerlerle Asurlular arasında bizzat Asurbanipal’in de katıldığı bir antlaşma yapılmıştır. Ön Asya hukuk anlayışına göre Asurluların Kimmerleri kendileriyle aynı seviyede gördükleri anlaşılmaktadır.[16] Asurluları Kimmerlerle anlaşma yapmaya Asurbanipal’in kardeşi Şamaş-şum-ukin’in Asur tahtı için isyan çıkarması ve Asur Devleti’nin bu sebepten güç kaybetmesi zorlamış olabilir.[17]

Fakat bu anlaşmadan sonrada Kimmerlerle Asurlular mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Kimmerler Asur üzerine ikinci kez saldırmışlardır.[18] Ancak, Kimmerlerin kendi aralarında olan mücadeleler de onların gücünü azaltmıştır. Yine de Asur sınır bölgesinde henüz sebebi bilinmeyen büyük bir bozgundan sonra Kimmer gücü birdenbire son bulmuştur. Şüphesiz, onların bu şekilde adı geçen bölgede güç kaybetmelerinde bazı göçlerin etkili olduğu düşünülebilir.[19]

Özellikle, Kilikya’ya kadar inerek Tarsus ve Anhiale şehirlerini zapt eden Kimmerlerin Akdeniz’e kadar uzandıklarını ve orada İskitler tarafından dağıtıldıklarını düşünmek mümkündür.[20] Bazı bilim adamlarının bu görüşü kabul etmemelerine rağmen özellikle Asur kaynaklarında İskitlerin adlarının geçmesi ve onların da Asur sınırına dayanmış olduğu hesaba katıldığında Kimmerlerin batıya doğru itilmelerinde ve zarar görmelerinde etkilerinin olması ihtimalinin de göz ardı edilmemesi gereğini düşünüyoruz. Kimmerlerin MÖ VII. yüzyılın başlarında Asur sınırına indikleri düşünülürse onların MÖ VII. yüzyılın son çeyreğinin başlarına yani aşağı yukarı kralları Tugdamme’nin ölümüne kadar Asurluları uğraştırmış oldukları anlaşılır. Asurluların hem çevre toplulukları ile ittifak kurma zorunda kalmaları hem de Kimmerlerle anlaşma yapmaları, o dönemde Ön Asya dünyasında güçlü bir devlete sahip olmalarına rağmen, Kimmerler tarafından ne kadar uğraştırıldıkları gerçeğini ortaya çıkarır. Kimmerler Urartu Devleti sınırlarından içeriye girdikten sonra Asur sınırına kadar ulaşmış, yukarıda da belirttiğimiz üzere, onları MÖ VII. yüzyılın başlarından itibaren MÖ VII. yüzyılın dördüncü çeyreğinin başlarına kadar uğraştırmışlardır. Kimmerler kısa bir sürede Orta Anadolu’ya doğru da yayılmaya başlamışlardır. Anadolu’da Kummuh, Meliddu, Tabal, doğuda Şupria’ya (Diyarbakır) ve batıda Hubuşna (Konya Ereğlisi)’ya kadar yayılmışlardır. Kimmerler aynı zamanda MÖ VII. yüzyılın başlarında Kızılırmak’a kadar ulaşmışlardır.[21]

Kimmerler, MÖ 676 yılında Frig egemenliğindeki toprakları istila ederek başkentleri Gordion’u ele geçirmişlerdir. En görkemli çağını yaşayan Frig Devleti’nin Kimmerler tarafından ortadan kaldırılışı istila hâlinde vuku bulan Kimmer göçünün ne kadar etkili olduğunu açık bir şeklide göstermektedir.[22] Kimmer-Frig mücadelesiyle ilgili herhangi bir yazılı belge yoktur. Gordion kazılarından anlaşılacağı üzere, kentin acımasızca tahrip edildiğini gösteren kanıtlar elde edilmiştir. MÖ VII. yüzyılın ilk çeyreği içinde Kimmerlerin akınlarına karşı direnemeyen Frig Devleti çökmüştür. Friglerin başkenti olan Gordion’da yaşayan halk evlerindeki eşyalarını bile kurtaramadan kentlerini terk etmek zorunda kalmışlardır.[23]

Her ne kadar belirli bir süre Frigler tekrar Gordion’a yerleşmişse de devlet, Kimmer akınları sonucunda tarih sahnesinden silinmiştir. Kısa bir zaman içinde Anadolu içlerine kadar yayılan Kimmerler, Frig Devleti’ne son verdikten sonra, batıya doğru yönelip Lidya sınırlarına dayanmışlardır. Kimmerlerin bazı boyları Paphlagonia üzerinden Karadeniz sahillerine ulaşmışlardır. Miletos’un güçlü kolonisi Sinope (Sinop) tahrip edilmiş ve bu yöreye yerleşilmiştir. Kimmerler Karadeniz bölgesinde, doğuda Trapezus (Trabzon)’a, batıda ise Herakleia Pontika (Karadeniz Ereğlisi)’ya kadar yayılmışlardır.[24]

Lidyalılar kendi bölgelerine Kimmerlerin ulaştığını görünce telaşa kapılmışlardır. Hatta onlar Asurlulardan yardım istemek zorunda kalmışlardır. Asurbanipal zamanından kalmış belgelerde Lidya Kralı Guggu’nun (Gyges) Ninive’ye yardım istemek maksadıyla elçiler gönderdiğinden bahsedilmektedir.[25]

Bu diplomatik temaslar sürerken Kimmerler Lidya’ya saldırmışlardır (MÖ 567). Sardes’ten uzak bir ovada yapılan savaşı Gyges’in ordusu sürpriz bir şekilde kazanmıştır. Ancak, MÖ 646/45 yıllarına doğru Kimmerler, büyük kitleler hâlinde ve çok ani bir biçimde Lidya’ya ikinci bir saldırı düzenlemişlerdir. Lidya Kralı Gyges’in ölümüyle sonuçlanan savaştan sonra Kimmerler, Lidya’nın başkenti Sardes’e ulaşmışlardır. Ovadan çok yükseğe sarp bir kayalık üzerine kurulmuş olan akropolü ele geçirememelerine rağmen, aşağı kente girerek burayı yağmalamışlardır. Sardes’i yakıp yıkan göçebeler burada durmayarak hızla geri dönmüşler, bir kısmı ise kuzeybatıya doğru yönelerek Adramyteion (Edremit) yakınlarındaki Antandros kenti çevresine yerleşmişlerdir.[26]

Güçlü Lidya Kralı Alyattes MÖ VI. yüzyılın başlarında kuzeydeki Bitinya bölgesi üzerine sefere çıkmıştır. Lidya’nın kuzeyinde Antandros yöresinde yerleşmiş olan Kimmer boyları üzerine yürüyerek onları Kızılırmak’ın doğu yakasındaki Kapadokya bölgesine sürmüştür. Böylece, bütün Batı Anadolu’yu son Kimmer kalıntılarından temizlemiştir.[27]

Kimmerler aşağı yukarı MÖ 657 yıllarından MÖ VI. yüzyılın başlarına kadar başta Lidyalılar olmak üzere diğer topluluklar için Batı Anadolu’da tehdit unsuru olmuşlardır. Onların Anadolu’nun dört bir tarafına yayılmalarına rağmen Batı Anadolu’da bile büyük bir güç olarak ortaya çıkmaları ve güçlü devletlere karşı başarılı mücadele vermeleri kayda değer bir gelişme olarak düşünülmelidir.

2. Sakalar

Sakalar geniş coğrafyalara yayılmışlar ve bu yayılmanın doğal bir sonucu olarak çeşitli kavimler tarafından tanınıp onların kaynaklarına geçmişlerdir. Böylece adları da çeşitli kavimlerin kaynaklarında farklı şekilde yer almaktadır. Grek kaynaklarında Skythai, Asur kaynaklarında Aşguzai, Pers kaynaklarında Saka ve Çin kaynaklarında Sai tabiri bu hareketli konargöçerler için kullanılmıştır.[28]

Pers kaynaklarında bu konargöçerlerin Saka tigrakhauda, Saka tiay para daray ve Saka haumavarga olmak üzere üç grubundan söz ediliyor.[29] Persler ülkelerinin kuzeydoğu, kuzey ve kuzeybatı tarafındaki gelişmeleri yakından bildiklerinden hareketli bozkır kavimlerini de yakından tanıyorlardı. Konargöçerlerin adlarıyla ilgili verdikleri bilgileri meselenin hallini kolaylaştırmaktadır. Buradan Saka tiay para daray yani denizin ötesine geçmiş olan Sakalar, Karadeniz İskitleri ile aynı kavme işaret etmektedir.[30]

Zaten Persler bütün İskitleri Sakai yani Saka olarak tanıyorlardı.[31] Bu bilgi İskit-Saka aynılığı açısından önem taşımaktadır. Bu bilgiler ışığında Karadeniz İskitlerini Sakaların Pers ülkesinin kuzeyinden batıya göçen Saka toplulukları olarak düşünebiliriz. Bundan böyle kullanacağımız Saka kelimesi aynı zamanda İskit kelimesine karşılık olup aynı kavmi ifade etmektedir. Saka/İskit adıyla bilinen kavim Türklük ve Türklerle bağlantısı en iyi kurulabilen kavimlerdendir. Onların adı, ortaya çıktıkları kültür coğrafyası, dilleri, dinleri, gelenek ve görenekleri, askerî özellikleri ve sanat anlayışları Türkler ve Türklükle bağlantılıdır. Yazılı belgeler ve arkeolojik buluntuların verdiği sonuçlar bu bağlantının rastlantı olmadığını ve her geçen gün bu hususta delillerin belirgin bir biçimde arttığını ortaya koymaktadır.[32]

Sakalar Mançurya’dan Macaristan’a kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılmış bozkır kavmidir. Onlar doğudan batıya hareketlerinde Hazar Denizi’nden batıya geçtiklerinde Kafkaslar’dan Anadolu’ya doğru da yönelmişlerdir. Bu sırada Urartulular yerleşmiş oldukları coğrafya itibarıyla, Kafkaslar’dan Ön Asya’ya açılan kapılar üzerinde bulunmaktaydılar. Urartuluların güneyinde bulunan Asur’la olduğu kadar olmasa da Kafkaslar’dan inen konargöçer kavimlerle ilişkileri olmuştur. Bunlardan ilkini Kimmerler, ikincisini ise onları takip eden Sakalar oluşturmuştur. Kimmerleri takip ederek Doğu Anadolu’ya Urartu ülkesine ulaşan Sakalarla Urartu Kralı II. Rusa (MÖ 685-645) akıllıca bir politika izleyerek bir anlaşma yapmıştır.[33]

Ancak, Sakalarla Urartuluların dostlukları uzun sürmemiş ve VII. yüzyılın başlarında Sakalar Urartu yerleşim merkezlerine baskınlar düzenleyerek bu merkezleri yakıp yıkmışlardır.[34] Yine, II. Rusa tarafından inşa ettirilen Rusahinili (Toprakkale) kentinin de MÖ VII. yüzyılın sonları ile VI. yüzyılın başlarında Sakalar tarafından yakılıp yıkıldığı sanılmaktadır. Kaleye yapılan baskın sonunda çatı ve ahşap malzemenin yanarak çökmesi, kerpiç duvarların pişerek tuğlalaşmasına neden olmuştur. Kazılar sırasında ortaya çıkarılan 30 cm’lik kül ve yangın artığı tabakası yangının şiddetini göstermektedir. Yangın ve yıkımdan sonra, Toprakkale’de herhangi bir yerleşme olmamıştır.[35] Çavuştepe Kalesi de İskitler tarafından yağma ve tahrip edilmiştir.[36]

Urartulular tarih sahnesine çıktıktan sonra, Asurlular ile münasebette bulunmuş ve onlarla savaşmışlardır. MÖ VIII. yüzyılın sonlarına doğru Kafkaslar’dan inen Kimmerlerle de mücadele eden Urartulular, onları takip ederek gelen Sakalarla zaman zaman anlaşmalarına rağmen, onların MÖ VI. yüzyılın başlarında gerçekleşen istilalarına karşı koymayarak yaklaşık olarak MÖ 585 yıllarında[37] tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Böylelikle, Saka-Urartu münasebetleri Sakaların Medlerle birlikte Urartu Devleti’ni ortadan kaldırmalarıyla son bulmuştur.

Kimmerlerin yurtlarını ellerinden alarak onları takip eden Sakalar Kafkaslar’ı aşarak Urartu Devleti üzerinden Asur Devleti’nin kuzey sınırlarına kadar ulaşmışlardır. Kimmerlerin hemen arkasından gelen Sakalar, Kimmerlerle birlikte Asur kaynaklarına geçmişlerdir. Asarhaddon zamanında Asur Devleti’nin kuzey ve kuzeydoğu sınırları Kimmer ve Sakaların istilasına uğramıştır. Asarhaddon Saka Hükümdarı Bartatua ile anlaşarak kızını ona vermiştir.[38] Asur ve Saka dostluğu sonucunda Asur Kralı Asarhaddon Hubaşna’ya kadar giderek Kimmer Başbuğu Teuşpa’yı ve müttefiki olan Hilakku Devleti’ni mağlup etmiştir.[39] Bu arada Sakalar da boş durmayarak Kimmerleri batıya doğru sıkıştırmaya başlamışlardır. Bunun sonucunda Kimmerler Anadolu’nun içlerine kadar yayılmışlardır.[40]

Sakalarla anlaşma yaparak batıya doğru Kimmerlerin üzerine yürüyen ve onlara karşı zafer kazanan Asarhaddon, bu zaferinden Til Barsib stelinde de bahsetmektedir. Bu belgeye göre Hilakkular Saka ordularını yenen Mannalarla birleşerek Asur Devleti’ne karşı isyan etmişler ve fakat Asur Kralı bu isyanı bastırmıştır.[41] Asarhaddon devri belgelerinde Sakalar hakkında verilen bilgileri klasik Yunan yazarlarının rivayetleri de desteklemektedir. Gerçekten de Herodos’ta Protothyes oğlu Madyas idaresinde büyük bir Saka ordusunun Karadeniz’in kuzeyinden kovduğu Kimmerleri takip etmek üzere, Asya’ya girdiklerine dair bir kayıt bulunmaktadır.[42]

Herodotos’ta Protothyes şeklinde adı geçen Saka Hükümdarının Asur belgelerinde adı geçen ve Asur Kralı Asarhaddon ile anlaşan Hükümdar Bartatua olduğu genelde kabul edilmektedir.[43] Urartu Devleti’nin Azerbaycan tarafındaki eyaleti parçalanınca Sakalar hükümdarları Bartatua ve oğlu Madyas idaresinde, bizzat Urartuluların ülkesini işgal etmek ve oradaki Sakız’ı kendilerine başkent yapmak ve de burada Kızılırmak’a kadar uzanan batı yönünde bölgeyi kontrol altında tutmak maksadıyla Kuzey Persia’da kalmışlardı. Onlar, bu dönemde güçlü görünüyorlardı. Gerçekten de MÖ 626 yılında Asurlular onların yardımı ile Medlerin yaptığı Ninive kuşatmasını kırmışlardı. Başarılarından dolayı zafer sarhoşluğuna kapılan Sakalar MÖ 611 yılında Filistin’e ulaşılıncaya kadar Suriye’yi baskı altına almışlardı. Mısır’a karşı herhangi bir hareket ise Kral Psametikos tarafından haraç ödemek suretiyle önlenmişti.[44]

Bu zaman zarfında Medler Babillerle ittifak yapmışlardır. Onların birleşik orduları, Asurlulara karşı yürümüşler ve bu defa müttefik kuvvetler bir zamanların bu güçlü imparatorluğunu yıkmışlardır.[45] Ninive’nin düşmesinden sonra Medler, vakit geçirmeden Sakaları memleketlerinden çıkarabilmek ve hiç durmaksızın bu göçebeleri, Persia’yı istilaya başladıkları noktadan Asya içlerine geri itinceye kadar gerekeni yapmak için yeniden kuvvetlerini toplamışlardır.[46] Medlerin baskısı karşısında, Batı Asya’nın büyük bir bölümüne 28 yıl hükmeden Sakalar[47] tekrar Urartuluların yaşamış olduğu coğrafyaya çekilmişlerdir. Belki de bu tarihte onların bir kısmı üç asır sonra Partları meydana getirecek olan akrabaları Dahailerle karışarak Hazar Denizi ve Aral Gölü arasında yer alan bozkır bölgesini işgal etmek için yeniden doğuya doğru dönmüşlerdi. Diğerleri Skytho-Dravidler içerisindeki Saka karışımını göz önünde bulunduracak olursak, Hindistan’a kadar itilmiş olabilirler. Burada başka bir grup da Urartu bölgesinde kalmıştır. Böylece, büyük çoğunluğu batı bozkırlarında kalan Sakalar, orada refah içinde yaşayan akrabalarını görmüşler ve Güney Rusya’nın verimli topraklarına yerleşmişlerdir.[48]

MÖ VIII. yüzyılın sonlarına doğru Asur yazılı kaynaklarında adları geçen ve daha sonraki Asur kaynaklarında da adlarından sık sık bahsedilen, Asur Kralı Asarhaddon’un anlaşmak zorunda kaldığı Sakaların Asur Devleti ile münasebetlerinin yaklaşık olarak bu coğrafyaya ulaşmalarından bir asır sonra, Asur’un ortadan kalkmasıyla sona erdiği anlaşılıyor.[49] Sakalar Çin Seddi’nden Tuna Nehri’ne kadar yayılmalarının yanında, Ön Asya’ya da yönelmişlerdir. Sakaların Ön Asya’ya yönelmelerinin sebebi Kimmerleri takip etme düşüncesidir. Kimmerleri yurtlarından çıkaran Sakalar, onların ardından, Kafkaslar’ı doğudan dolaşarak Hazar Denizi kıyısını takiben Derbent-Demirkapı geçitleri üzerinden Azerbaycan’a ve daha güneye[50] daha genel bir deyimle Ön Asya’ya dalgalar hâlinde akmaya başlarlar. Urartu Kralı II. Rusa’nın Kimmerlerle olduğu gibi, akıllıca bir siyaset izleyerek bunlarla anlaşma yaptığı görülür. İskit akınları Asur sınırlarına yönelir.[51]

Kimmerleri kovalayarak gelen Sakalar Medlerin egemenliğine son verirler. Bütün Küçük Asya’ya yayılırlar ve burada 28 yıl hüküm sürerler.[52] Sakaların çok istekli bir şekilde güneyde bulunan ülkelere gittikleri birçok tarihî hakikatten anlaşılmaktadır. Akamenit döneminden sonra, bunların bir kısmını günümüze kadar adları Arachosia ve Drangiana olarak söylenen yerlerde buluyoruz. Keza onlar, Anadolu’nun içlerine kadar da yayılmış ve egemenliklerinin izini bırakmışlardır. Yine, Sakalar muhtemelen de Akamenit dönemi öncesinde Fırat ve Dicle dolaylarında hüküm sürmüşler ve dillerine ait ipuçları bırakmışlardır.[53]

MÖ IV. yüzyılın başlarında daha Doğu Anadolu’da hâkim olduklarını bize Ksenophon bildirmektedir. Ksenophon, “Kyros’un Anabasisi” adlı eserinde paralı askerlerin Perslere karşı hareketlerinde doğuda dört plethron[54] genişliğindeki Harpasos[55] Nehri’ne kadar ilerleyerek buradan da Sakaların memleketine girdiklerini ve bir ovada dört günde yirmi parasang[56] gittiklerini[57] belirtmektedir. Sakalar yalnız Anadolu’da kalmayarak daha güneye ilerlemişlerdir. Mısır üzerine yönelerek Suriye’ye girdikleri sırada Mısır Kralı Psammatikos karşılarına çıkmış, armağanlar vermiş ve daha ileri yürümekten onları alıkoymuştur. Sonra onların bir kısmı dönmüş;[58] fakat, bazıları orada kalmayı tercih etmiştir. Bundan dolayı eski Tevrat’ta Beth-Sean, daha sonra Skythepolis (İskit/Saka şehri) olarak anılmaktadır.[59]

Sakalar Ön Asya’ya yayılmaları esnasında Filistin’e kadar ilerlemelerine rağmen, onların asıl izleri Anadolu’nun doğu kesiminde bulunmaktadır. Artık yazılı kaynakların yanında son kazılarda çıkarılmış olan arkeolojik malzemelerde bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Özellikle, MÖ VII. yüzyılın başlarında Asur sınırına kadar ulaşmaları, Urartu Devleti’nin ortadan kalkmasındaki etkileri, Asur Devleti’nin güç kaybetmesindeki rolleri ve Asurluların onlarla anlaşmak zorunda kalması Sakaların gücünü göstermektedir. Perslerin de Sakalarla mücadele etmek zorunda kalmaları onların Pers İmparatorluğu’nun etrafındaki güçlerini göstermektedir. Ksenophon’un MÖ IV. yüzyılın hemen başlarında Doğu Anadolu bölgesinden Sakaların ülkesi olarak bahsetmesi, onların hâlâ adı geçen bölgede güçlerini göstermektedir. Sakaların Asur kaynaklarında ilk olarak adlarının geçmesinden MÖ IV. yüzyılın başlarında Ksenophon tarafından bahsedildikleri döneme kadar aşağı yukarı 300 yıl geçmiştir.

Bu kadar uzun bir zaman diliminde İskitler Doğu Anadolu ve çevresinde etkili olmuşlardır. Buradan Sakaların bu bölgeyi birdenbire terk etmedikleri, ekonomileri büyük ölçüde hayvancılığa dayalı olan bu topluluğun özellikle Doğu Anadolu yüksek yaylasında hayvanlarını otlatacak yaylakları buldukları, yerleşik topluluklarla mücadele edebilecek ve onların kayıtlarına geçecek derecede siyasi güç kazandıkları anlaşılmaktadır.

3. Siraklar

Yazılı kaynaklardaki bilgiler Sirak adının ilk olarak Darius’un ülkesinin kuzeyinde varlıklarını sürdüren Sakalar üzerine yapmış olduğu seferiyle ilgilidir. Darius iktidarının beşinci yılında Sakalar üzerine bir sefer düzenleme ihtiyacı duymuştur. Behistun Kitabesi’nin 22’nci satırında “tigram (sivri)” ve “hauda (başlık)” ifadelerinde Darius’un Saka tigrakhauda üzerine hareket ettiğini anlamaktayız.[60] Pers Kralı, kendi askerlerine Saka askeri kıyafeti giydirmiş ve Saka askerleri üzerine saldırmalarını sağlayarak onları yanıltmak ve kandırmak suretiyle başarılı olabilmiştir.[61] Böylece Saka askerleri geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu sırada Saka hükümdarları Sakesphares, Homarges ve Thamyris bir araya gelerek savaş durumunu görüşmek için birlik oluşturmuşlardır.[62]

Bir araya gelen Saka hükümdarlarına Sirak adında bir at bakıcısı yaklaşıp Pers ordusunu kırmaya söz vermiştir. Buna karşılık kendi soyundan gelenlerin ödüllendirilmesini istemiştir. Saka hükümdarlarının bu isteği kabulleri üzerine, bıçağıyla bedeni üzerine yaralar açan bazı yerlerini kesen Sirak, Darius’un yanına gitmek suretiyle kendisini Sakaların düşmanı gibi göstererek güya Saka hükümdarları tarafından bu hâle getirildiği şeklinde şikâyette bulunmuştur. Sirak’ın bu durumundan çok etkilenen Darius onun sözlerine inanmıştır. Sirak ebedi odu ve mukaddes suyu intikam almaya çağırarak düşmanlarını Persler vasıtasıyla cezalandırmak kararında olduğunu, bunun ancak bu şekilde yerine getirilebileceğini, Sakaların harekete geçeceği zamanı bildiğini, böylelikle kestirme bir yoldan hareket ederlerse onlar ulaşmadan önce geçecekleri yerde oturmak suretiyle onları balık avlar gibi yakalayacaklarını belirtmiştir.

Atlara bakarken araziyi öğrendiğini, Pers ordusuna yol gösterebileceğini, yanlarında yedi günlük yiyecek ve su almaları gerektiğini söylemiştir. Bunun üzerine askerler Sirak’la yedi günlük yürüyüşe çıkmış ve kuru, susuz, yeşilliksiz sahraya varınca ordu komutanı yol göstericiden Perslerin bu büyük ordusunu ne pınar ne kuş olan, ne vahşi hayvan görünen, ne ileri ne de geri gitmek mümkün olan böyle sahraya getirip çıkarmasının nedenini sormuştur. Sirak ise kendisinin zafer kazandığını, çünkü kendi ülkesinin insanları olan Sakaları beladan kurtarmak için Persleri susuzluğa ve açlığa mahkûm ettiğini belirtmiştir. Sirak orada hemen öldürülmüştür.[63]

Yukarıdaki bilgilerden Sirak’ın Darius’un çağdaşı olduğu anlaşılmaktadır. Tarihî-efsanevi bu olay MÖ VI. yüzyılın son çeyreği içinde vuku bulmuştur. Buradaki Sirak/Şirak tarihî şahsiyet gibi verilmiştir. Sirak adı miladi yıllarda kavim adı olarak kullanılmıştır. Bu ad aynı şekilde milattan sonraki dönemlerde de kaynaklarda kavim adı olarak geçmektedir. Bozkır kavimleri arasında önemli yer tutan Siraklar hareketli topluluklardandır. Onların hareketlilikleri yayıldıkları coğrafyaya da etki etmiştir. Asya içlerinden Avrupa içlerine doğru birtakım dalgalanmalar yeni bozkır kavimlerinin ortaya çıkmalarına ve geniş sahalara yayılmalarına neden olmuştur. Bu önemli göçlerden birisi MÖ III. yüzyılda Karadeniz bozkırları yönünde gerçekleştirilen göç hareketidir. Sarmat toplulukları Kazakistan’dan batıya doğru hareket etmeye başlayınca önlerinde bulunan toplulukların da daha ileriye gitmelerine neden olmuşlardır. Çinlilerle mücadeleleri sonucunda batıya doğru hareket eden Hunlar Türkistan’a geçerek Yüeçileri batıya itmişledir. Buna karşılık Yüeçiler, daha önce Türkistan’da yaşayan toplulukları yerlerinden oynatmışlardır. Bütün bunlar Sarmat göçünü Karadeniz bozkırlarına yönlendirmiştir.[64]

Bu göç hareketinden önce Sarmatların asıl yerleşim yeri, Yayık Nehri ve Hazar Denizi’nin doğu tarafındaki bozkırlardır. Onların batıya doğru hareketi, aşağı yukarı 200 yıl sürmüştü. Bu süre boyunca göç etmekte olan Sarmat toplulukları doğudaki akrabalarıyla olan ilişkilerini kesmemişlerdir.[65] Doğu Sarmat toplulukları içinde yer alan Siraklar, Aral Gölü çevresinden Karadeniz kuzeyindeki bozkırlara kadar yayılmışlardı.[66] Bu cümleden olarak Don Nehri’nin doğu tarafındaki bozkırlar büyük ölçüde Sirakların yayıldığı saha olmuş,[67] böylece Siraklar Don Nehri’ne kadar ulaşabilmişledir.[68] Onların güneyde Kafkas Dağları’na kadar olan sahaya yayıldıkları bilinmektedir.[69] Sirakların bir kısmı göçebe çoban, diğer bir kısmı ise çadırlarda oturarak tarımla uğraşan insanlardan oluşmuştu. Siraklar çok fazla dağlık kesimde oturmamaktaydılar. Özellikle düzlük yerlerde hayatlarını sürdürüyorlardı. Yazılı kaynaklarda da Sirak düzlüklerinden söz edilmektedir.[70] Siraklar kavimler göçüyle birlikte Kafkaslar’a yayılmışlardır. Onların Kafkaslar’dan aşağı doğru akan ve Maiotis’e dökülen Achardeus civarında da oturdukları bilinmektedir. Buna göre, Kafkas bozkırlarının sahile kadar ulaşan batı kesiminde bulunuyorlardı.[71]

Bu itibarla Sirakların Aral Gölü çevvresinden İtil Nehri kıyılarına ve oradan Kafkaslar’ı içine alan, hatta Anadolu’nun kuzeydoğu bölgelerine kadar çok geniş sahaya yayılmış oldukları kabul edilmektedir.[72] Sirakların adıyla ilgili yerleşim birimleri de onların yayıldığı coğrafya hakkında bilgi sahibi olmamızı mümkün kılmaktadır. Tıpkı Saka adıyla anılan yerlerde olduğu gibi Sirak adıyla anılanlarına da rastlanılmıştır.[73] Bu adlar Orta Asya, Kuban, Önkafkas, Kafkas, Azerbaycan, Gürcistan ve Anadolu’da bulunmaktadır. Bütün adı geçen ülkelerdeki Şirvan/Şiran adları Şirak/Sirak- Şir kabilesinin adı ile bağlıdır. Şirvan, Şirvankala, Şirvanmeşe, Şiran adları Sirak/Şirakların yayılma sahasını göstermektedir.[74]

Bozkır kültür coğrafyasında önemli yerleri ellerinde tutan Sirakların tarihini tam olarak anlayabilmek ve bir tarihî yapı oluşturabilmek mevcut bilgiler ışığında mümkün olmamaktadır. Yazılı kaynaklardaki bilgiler, arkeolojik buluntularla birlikte değerlendirildiğinde Sirak tarihinin bazı kesitleri ana hatları ile açıklığa kavuşturulabilmektedir. Biz de Sirak tarihini mevcut belgelerden edindiğimiz bilgilerden hareketle inceleyebiliyoruz. Sirakların tarihlerinin başlangıcı, başka bir ifadeyle ortaya çıkışları adlarının ilk geçtiği dönemle belirlenebilmektedir. Sirak adıyla ilgili kısımda da belirttiğimiz üzere, efsanevi bir bilgi Sirakları ilk kez öğrenmemize yardımcı olmaktadır. Saka-Pers mücadelesi sırasında bir şahıs gibi ortaya çıkan Sirak, Darius’a yanlış yol göstermek suretiyle ülkesini Pers esaretine düşmekten kurtarabilmiştir.[75]

Buradan Sirak’ın Darius’un çağdaşı olduğu anlaşılmaktadır. Sirak bir şahıs adı gibi verilmesine rağmen, Siraklardan birisi olduğu düşünüldüğünde onların MÖ VI. yüzyılda Pers ülkesinin kuzeyinde varlıklarını sürdürdükleri gerçeği ortaya çıkmaktadır. Kazılar sonucunda ortaya çıkartılmış olan Önmaniç ve Önkuban buluntuları Siraklarla bağlantılı görülmektedir.[76] Önmaniç ve Önkuban’daki Sirak buluntularının ortaya çıkartılması onların yayıldıkları coğrafya, kültürleri ve diğer kültürlerle karşılıklı ilişki ve etkileşimlerini aydınlatmaya yardım ettiği gibi o kültür coğrafyasında varlıklarını da anlamamızı mümkün kılmaktadır. Zamanla Sirak kültürü Önkuban-Mozdak çevresinde yaşayanlara etki etmiştir. Siraklar MÖ VII-IV. yüzyıllar arasında Aşağı İtil’de kabileler birliğine dâhil olarak yaşamaktaydılar. Bu kabile birleşmeleri Sarmat adı ile de tanınmışlardır. M.Ö. IV. yüzyılda Kuban nehrinin sol sahilinde Siraklar kalabalıklaşmışlardır. MÖ IV-III. yüzyıllarda ise Siraklar daha da çoğalmışlardır.[77]

MÖ III-II. yüzyıllarda Sarmat topluluklarının gruplar hâlinde batıya hareketleriyle birlikte Karadeniz kuzeyindeki bozkırlarda da birtakım hareketlilikler yaşanmıştır.[78] Bu sırada Sirakların da bu göç hareketinden etkilendiği ve Kafkaslar’ın belirli bir kesimine gelen Sakaların bir kolu oldukları mümkün görülmektedir.[79] Karadeniz’in kuzeyinde gerçekleştirilen göç hareketleri bir kısım Sarmat adı ile anılan toplulukların daha batıya hareketlerini mümkün kılarken diğer bir kısmının da Kafkaslar’a doğru çekilmesini zorunlu kılmıştır. Siraklar Ön Kafkasya’daki topraklarında İberia’dan Albania’ya kadar olan coğrafyada hayatlarını sürdürmüşlerdir. Hatta Ön Kafkaslar’da yaşadıkları coğrafya önce de belirttiğimiz gibi Sirak Düzlüğü olarak belirtilmiştir.[80]

Alban-Karabağ arasındaki topraklar çoktandır onların adı ile anılmaya başlamıştır. Onlar Kafkaslar’a gelen bazı topluluklarla birleşmiş ve kaynaşıp karışmışlardır. Siraklar bazı topluluklarla da mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Ancak, Siraklar MÖ I. yüzyılda mevcut durumlarını korumuşlar ve ele geçirdikleri yerde güçlenmeye devam etmişlerdir. Maiotlarla iyi komşuluk ilişkileri, Aorslara karşı şehir bölgeleri sınırlarında güçlenmeleri, Merkezî Kafkasya’nın dağlıları ile barış içinde olmaları, onların Kafkas geçitlerinde yardımcı ve ittifakçılarının bulunması, Kafkasya siyasi- askerî gündeminde belirli ve büyük başarılar sağlamalarına yardım etmiştir.[81]

Sirakların bazıları Kuban Vadisi’ni geçerek Bosporos Krallığı’nın tarihinde, Augustus’un saltanatından başlamak üzere önemli rol oynamışlardır.[82] Sirakların Kuzeybatı Kafkasya’da miladi yıllarda gücünün ve hükümranlığının artması Bosporos’un yoğun bir biçimde Sarmatlaşmasında ayrıca dikkati çekmiştir. Bosporos’a hâkimiyeti herkesçe bilinen yerli Sarmat unsurlarıyla bağlantılı olarak yeni hanedan gelmiştir. Tabii ki özellikle Sirak temsilcileri Bosporos’ta yeni hükümdar soyadını başlatmışlardır.[83] Sirakların değişik şekillerde Bosporos Krallığı, Maiot kavimleri vb. ile iki taraflı ilişkileri milattan hemen sonra Sirak kavimler ittifakının canlandığı devirde daha çok ortaya çıkmıştır. Bir defa Sirakların gücünün zirvesine ulaşması uzun sürmüştür. MS I. yüzyılın ikinci yarısından sonra Sirakların Aorslarla ve diğer Sarmat kavimleri ile uzun zaman süren savaşları başlamıştır.[84]

Siraklardan mücadeleleri sırasında Bosporos Kralı Mitridates yardım istemiştir. Siraklar Mitridates’in yardımına koşmuşlardır. Buna karşılık Aorslar Roma askerî birliklerinin yanında yer almışlardır. Birleşik kuvvetler Siraklar üzerine saldırmak suretiyle şehirleri Uspa’yı kuşatmışlardır. Surlar ve hendeklerle emniyet altına alınmış Uspa şehri kısa sürede düşmanın eline geçerek altüst edilmiştir.[85] Siraklar MS II. yüzyılın sonlarına doğru Bosporos Kralı II. Sauromatla mücadele etmişlerdir. Bu savaşı 193 yılında Sauromat’ın kazandığı Tanais yazıtlarından anlaşılmaktadır.[86] Bu mücadeleden sonra Sirakların adından bahsedilmemektedir. Onlar kısa zaman içinde güçlü Alan Konfederasyonu’na girmişler, bir kısmı ise Hazar Denizi’nin doğusundaki bozkırlarda hayatlarını sürdürmüşlerdir.

4. Hunlar

Kimlikleri hakkında uzun zamandır türlü tahminler yürütülen Batı Hunlarının Asya Hunlarının torunları oldukları son zamanlardaki araştırmalarla daha da açıklık kazanmıştır. Bu hususta birçok tarihî, coğrafi, filolojik ve kültürel deliller gösterilmiştir. Bu bağlamda Batı Hunları tıpkı Asya Hunları gibi Hiungnu olarak kaynaklara geçmişlerdir. Hükümdar ailesinin soyca Türk olduğu ve Hun kitlesinin Türkçe konuştuğu da ortaya konulmuştur.[87] Hunlar Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara yayıldıkları gibi Anadolu topraklarına da yayılmışlardır. Özellikle 395 yılında harekete geçen Hunlar iki yol takip ederek ilerleyişlerini sürdürmüşlerdir. Onlardan bir kısmı Balkanlar’dan Trakya’ya ilerlerken daha büyük sayıda diğer bir kısmı Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya yönelmişlerdir.[88]

Basık ve Kursık adlı iki bey tarafından idare edilen bir kısım Hunlar Kafkasya üzerinden Anadolu ve Suriye’ye saldırmışlardır. Bu Anadolu akını sırasında Hunlar, bugünkü Erzurum, Karasu ile Fırat’ı geçerek Malatya ve Çukurova bölgesine kadar ilerlemişler, Urfa ile Antalya’yı kuşatıp Suriye’ye gelerek Kudüs taraflarına varmışlardır. Orta Anadolu’ya Kayseri-Ankara civarına kadar gittikten sonra, Azerbaycan-Bakü yolu ile merkezlerine dönmüşlerdir. Gerçekleştirilen bu akınlar planlı olmuş ve yerleşilecek vatan hâline getirilecek en uygun toprakları bulma gayesi taşımıştır. Bu durum, Doğu Roma İmparatorluğu kadar Sasanileri de telaşlandırmış ve korkutmuştur.[89] 398 yılında küçük çapta tekrarlanan bu akınlar karşısında Doğu Roma’nın genç imparatoru Arkadius hiçbir ciddi önlem alamamıştır.[90]

5. Sabarlar

Miladi V-VI. yüzyıllarda Batı Sibirya ile Kafkaslar’ın kuzey bölgesinde önemli tarihî rol oynadığı, çeşitli yabancı kaynaklardaki dağınık bilgilerin yardımı ile belirlenen Türk topluluğu kaynaklarda Sabar, Sabeir, Saber, Savır, Sabr, Sabir, Sebir vb. olarak adlandırılmaktadır. Sabarların bir Türk kavmi olduğu, taşıdıkları adları, tarihî ve kültürel durumlarıyla anlaşılmıştır.[91]

Sabarlar daha 503 yılında Doğu Avrupa’ya doğru hâkimiyetlerini genişletmişlerdir. Onlar 515 yılı sonlarında İtil-Don nehirleri arasında ve Kafkaslar’ın kuzeyindeki Kuban Irmağı boyunda yerleşmişler ve doğrudan doğruya Bizans ve Sasani imparatorlukları ile temas kurmuşlardır. İran-Bizans savaşlarının devam etmekte olduğu o yıllardan itibaren hükümdar Balak idaresinde büyük çapta askerî faaliyet gösteren Sabarların Sasanilerle anlaşarak Bizans’a karşı savaştıkları (516) ve Anadolu’ya girerek Kayseri, Ankara, Konya dolaylarına kadar ilerledikleri bilinmektedir. Bu münasebetle, Sabarların büyük savaş gücü ve bilhassa yüksek savaş malzemesi tekniği Bizans’ta hayret uyandırmıştır. Onların insan hafızasının hatırlayabildiği zamandan beri ne İranlılardan ne Romalılardan hiç kimsenin düşünemediği savaş makinelerine sahip olduğu ve ortaya koydukları buluşun insan dehasının bir eseri olduğu belirtilmiştir.[92]

Balak’tan sonra yerine geçtiği anlaşılan dul hatunu Boğarık, savaşçılığı, idareciliği ve güzelliği ile meşhur bir Türk lideri idi ve 100.000 kişilik Sabar ordusuna kumanda ediyordu. Bizans İmparatoru I. Justianus (527-565) çeşitli gümüş vazolar ve diğer zengin hediyeler vererek Boğarık ile anlaşmayı tercih etmiştir (528). Böylece Sabarların saldırılarının da önüne geçilmişti. Bundan sonra Anadolu’ya Sabar saldırıları olmamıştır.

Sonuç

Anadolu ve çevresi tarih öncesi devirlerden başlamak üzere çeşitli kavimlerin göç ettiği bir kültür coğrafyası olmuştur. Asya ve Avrupa kıtaları arasında bir köprü konumunda olması, doğu-batı, kuzey-güney yönlerinde birçok kültür coğrafyasının merkezinde bulunması, çeşitli yol ve geçitlerle Anadolu’ya ulaşılabilmesi bu kültür çevresinin erken devirlerden başlamak üzere göç almasını mümkün kılmıştır. Anadolu’nun göç almasında hem yerleşik hayat hem de konargöçer hayat açısından uygun coğrafyalara sahip olmasının etkisi vardır. Doğu Anadolu yüksek yaylası hayvancılık açısından ön plana çıktığı gibi Orta ve Batı Anadolu’da ziraat için insanlara imkân sunmuştur. Hatta yerüstü kaynakları ve ikliminin yanı sıra yer altı kaynakları da aranan ve yaşamak için arzulanan bir kültür coğrafyası olmasına zemin hazırlamıştır.

Atlı kavimler tarafında da çok arzulanan Anadolu’nun doğu kesimi hayvan besleyiciliği açısından önemli bir yer tutmuştur. Burada at ve demirin bulunması atlı kültürlerin bu coğrafyalarda tutunmalarında, hatta yerleşik kültür çevrelerine akınlar düzenlemelerinde bir üs gibi kullanılmıştır. Çünkü atlı kavimler için hayatın üç temel gayesi, av, sürü ve akındı. Bu coğrafya avcılık ve sürülerin otlatılması için elverişli olduğu gibi akınlar için de stratejik öneme sahipti.

Anadolu’nun başta doğu bölgeleri olmak üzere, diğer bölgelerine de yayılan atlı kavimler büyük ölçüde Anadolu’ya açılan önemli kapılardan birisi olan Kafkaslar’dan inerek Anadolu ve çevresine yayılmışlardır. MÖ VIII. yüzyıldan MS VI. yüzyıla kadar çeşitli bozkır kavimleri Anadolu’ya göç ederek ya da seferler düzenleyerek izlerini bırakmışlardır. Bu kavimler arasında Kimmerler, Sakalar, Siraklar, Hunlar ve Sabarlar önemli bir yer tutmaktadırlar. Yukarıda isimleri geçen kavimlerin Anadolu tarihinde oynadıkları rol, tarihî ve kültürel gelişimleri hakkında hem arkeolojik buluntular hem de yazılı kaynaklardan bilgi sahibi olabilmekteyiz. Dilleri, dinleri, sanat anlayışları, gelenek ve görenekleri vb. hareketle Türk olduklarını anlayabildiğimiz bu kavimler belirli aralıklarla Anadolu tarihinde önemli bir yer tutmuşlardır.

Prof. Dr. İlhami DURMUŞ

Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi


Dipnotlar:
[1] H. Demircioğlu; Roma Tarihi, I, Ankara, 1987, s.1.
[2] İ. Kafesoğlu; Türk Millî Kültürü, Ankara, 1989, s.201.
[3] İ. Durmuş; “Türk Denizciliği ve Türkiye’nin DenizlerdenYararlanma Stratejileri”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayı 6, 2005, s.21.
[4] F. Kınal; EskiAnadolu Tarihi, Ankara, 1987, s.1-8.
[5] İ. Durmuş; ”Milattan Önceki Dönemlerde Anadolu’da TürkVarlığı”, Uluslararası Askerî Tarih Dergisi, 87, 2007.
[6] M. T. Tarhan; “Eski Anadolu Tarihinde Kimmerler”, Araştırma Sonuçları Toplantısı Bildirileri, I,Ankara, 1984, s.109-110.
[7] K. Tansuğ; “Kimmerlerin Anadolu’ya Girişleri ve MÖ VII.Yüzyılda Asur Devleti’nin Anadolu ile Münasebetleri”, Dil ve Tarih-CoğrafyaFakültesi Dergisi, VII, 4, s.536.
[8] Tarhan; s.111.
[9] O. Belli; “Urartular”, Anadolu Uygarlıkları I, İstanbul,1982, s.157-158.
[10] agm.; s.172.
[11] Tansuğ; s.535-536.
[12] M. Kalaç; “MÖ 745-620 Yükseliş Çağında Büyük Asur İmparatorluğunun Anadolu’ya Yayılışı”, Sumeroloji Araştırmaları Dergisi I,İstanbul, 1941, s.996.
[13] Tansuğ; s.537.
[14] agm.; s.538.
[15] Kalaç; s.997.
[16] Tansuğ; s.540.
[17] Kalaç; s.1012.
[18] Tansuğ; s.541.
[19] agm.; s.544.
[20] J. Lewy; “Kimmerier und Skythen in Vorderasien”,Reallexion der Vorgeschichte, VI, Berlin, 1926, s.347.
[21] V. Sevin; “Frygler”, Anadolu Uygarlıkları, II, İstanbul,1982, s.256.
[22] Tarhan; s.112.
[23] Sevin; “Frygler”, s.256.
[24] Tarhan; s.112-113.
[25] agm.; s.544-545.
[26] Sevin; “Lydialılar”, Anadolu Uygarlıkları, II, İstanbul,1982, s.283-284.
[27] Agm.; s.286.
[28] Durmuş; “Sakalar İskitler mi?”, Kırım, 3, 1993, s.9.
[29] A. Herrmann; “Die Saken und der Skythenzug des Dareios”,Archiv für Orientforschung, I, 1993, s.158.
[30] Durmuş; İskitler (Sakalar), Ankara, 1993, s.29.
[31] Herodotos; Herodot Tarihi, VII, Remzi Kitabevi, İstanbul,1973, s.64.
[32] Durmuş; “İskitlerin Kimliği”, Türkler, I, Ankara, 2002,s.621-625.
[33] Tarhan;, s.113.
[34] H. Schmökel; Kulturgeschichte des Alten Orients,Stuttgart, 1961, s.639.
[35] Belli; s.175.
[36] agm.; s.182.
[37] agm.; s.178.
[38] M. Streck; Assurbanipal und die letzten AssyrischenKönige bis zum Untergange Niniveh’s, Leipzig, 1975, s.CCCLXXI.
[39] B. Landsberger, T. Bauer; “Zu neuveröffentlichtenGeschichtsquellen aus der Zeit von Asarhaddon bis Nabionid”, Zeitschrift fürAssyrigologie, 3 (37), Berlin-Leipzig, 1927, s.79.
[40] E. H. Minns; “The Scythians and Northern Nomads”, TheCambridge Ancient History, IX, Cambridge, 1970, s.189.
[41] Kınal; s.258.
[42] Herodotos; I,s.103.
[43] C.F. von Lehmann-Haupt; “Kimmerier”, PaulysRealencyclopaedie der Classischen ltertumswissenschaft, XI, 1, Stuttgart, 1921,s.404.
[44] Minns; s.189.
[45] T.T. Rice; The Scythians, London, 1958, s.45.
[46] E. Memiş; İskitler’in Tarihi, Konya, 1987, s.28.
[47] Herodotos; IV, s.1.
[48] Rice; s.46.
[49] Durmuş; İskitler (Sakalar), s.68-69.
[50] Herodotos; IV, s.12.
[51] Tarhan; s.113.
[52] Herodotos; IV, s.1.
[53] A. D. Mordtmann; “Über die Keilinschriften zweiter Gattung”, Zeitschrift der Morgenlaendischen Gesellschaft, XXIV, s.49-50.
[54] Plethron: 100 ayak: 29,6 m’dir. Buna göre 4 plethron4x29,6: 118,4 m eder.
[55] Çoruh Nehri.
[56] Parasang fersahtır. 1 fersah yaklaşık 5,5 km’dir. 5,5×20:110 km eder.
[57] Ksenophon;Anabasis, IV,Çev. H. Örs, İstanbul, Maarif Matbaası, 1944, s.7, 18.
[58] Herodotos; I, s.106.
[59] K. Kretschmer; “Scythae”, Paulys Real Encyclopaedie der Classischen Altertumswissenschaft, II Al, Stuttgart, 1921, s.940.
[60] W. Hinz; “Zur İranischen Altertumskunde”, Zeitschrift der Deutschen Morgenlaendischen Gesellschaft, 93, 1939, s.33.
[61] Z. V. Togan; “Sakalar (VI)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, 23, 1987, s.33.
[62] J. Junge;Saka-Studien, Der Ferne Nordosten im Weltbild der Antike, Leipzig, 1939, s.65.
[63] M. Seyidof; Azerbaycan Halkının Soy Kökünü Düşünürken,Bakü, 1989, s.48-49.
[64] G. Vernadsky; A. History of Russia, Ancient Russia, NewHaven, 1943, s.74.
[65] age.; s.78.
[66] J. Harmatta; Studies on the History of the Sarmatians,Budapest, 1950, s.28.
[67] R. Werner; “Geschichte des Donau-Schwarzmeer-Raumes imAltertum”, Abriss der Geschichte Antiker Randkulturen, München, 1961, s.139.
[68] E. Taubler; “Zur Geschichte der Alanen”, KLİO, Beitragezur alten Geschichte, 9, 1909, s.16.
[69] Strabon; The Geography of Strabo, Çev. H. L. Jones,Harward University Press, Cambridge, 1969, XI, s.2, 1.
[70] age.; s.5, 9.
[71] K. Kretschmer; “Sirakes”,Paulys Real Encylopaedie derClassischen Altertumswissenschaft, II AI, 1917, s.283.
[72] K. F. Smirnov; “İtogi i Oçerednie Zadaçi İzuçeniyaSarmatshkih Plemen i ih Kulturı”, Sovetskaya Arheologiya, XVII, 1953, s.133.
[73] Seyidof; s.54.
[74] age.; s.58-59.
[75] Togan; s.33.
[76] V. B. Vinogradov; “Sirakskih Soyoz Plemen na SevernomKavkaze”, Sovetskaya Arheologiya, 1, 1965, s.108.
[77] Seyidof; s.50.
[78] N. V. Anfimov; “Plemana Prikubanya v Sarmatskov Vremya”,Sovetskaya Arheologiya, XXVIII, 1958, s.62.
[79] M. İ. Rostovtzeff; “The Sarmatae and the Parthians”, Cambridge Ancient History, III, 1969, s.94.
[80] Strabon; XI, s. 5,1.
[81] Vinogradov; s.116.
[82] Rostovtzeff; s.96.
[83] Vinogradov; s.117.
[84] agm.; s.117.
[85] Kretschmer; “Sirakes”, s.285.
[86] Anfimov; s.58.
[87] Kafesoğlu; s.67-68.
[88] age.; s.70.
[89] A. Ahmetbeyoğlu; Avrupa Hun İmparatorluğu, Ankara, 2001,s.43-44.
[90] Kafesoğlu; s.70.
[91] age.; s.148.
[92] age.; s.149-150. 93 age.; s.150.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.