Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Reji Uygulamalarına Bir Tepki: Tütün Kaçakçılığı

0 9.968

Mehmet AKPINAR

Dünyanın en yaygın alışkanlığı olan tütün tüm dünyada olduğu için Osmanlı İmparatorluğunda da kısa süre içersinde yaygın bir tutku haline dönüşmüştü. Ülkede değişik grupların farklı tepkileriyle karşılanan tütün uzun yıllar imparatorluk idarecileri tarafından ekonomik yönden değerlendirilememiştir.

1883 yılında tütün geliri Osmanlı dış borçlarına karşılık olmak üzere, Duyun-u Umumiye’yle yapılan anlaşmalarla tekel işletmesi olarak kurulan Reji İdaresi’ne (Müşterek Menfaa İnhisar-ı Duhan-ı Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye) verilmiştir. Reji’nin gelirinden Duyun-u Umumiye’ye sabit bir pay aktarıldıktan sonra Osmanlı Devleti ile belirlenen oranlarda kârının paylaşılması esaslarında anlaşılmıştır. Kâr payının paylaşımı esasına dayandırılmış olması, Osmanlı hükümeti tarafından da destekleneceği kanısını ortaya çıkarmıştı. Ancak, Reji’nin tütün ekim alanlarına kısıtlama getirmesi, çiftçinin tütününü koyacağı depoları yeterli sayıda inşaa ettirememesi, iç piyasaya kalitesiz tütün sunması, Reji çalışanlarının çoğunluğunun gayr-i müslim oluşu ve üreticiye iyi davranmaması, fiyatlandırma ve tartı işlemlerinde üreticiyi tatmin etmemesi Reji’nin tartışılmasına yol açmıştır.

Reji Şirketi zamanla Osmanlı hükümetinin olduğu kadar tütün üreticisini, tüccar ve kullanıcısı da rahatsız etmeye başlamıştır. Tütün üretiminin serbest olduğu dönemde çiftçi ürününü istediği şekilde değerlendirme olanağına sahipti. Osmanlı Devleti tarafından tütün tekelinin kurulmasına kadar geçen uzun süre içerisinde, üretici kendi metotları içerisinde bir üretim ve pazarlama düzeni kurmuştu. Devlet kurduğu tekel sistemiyle tütüncülüğe bir şekil vermeye çalışmışsa da bu düzenleme üreticiyi etkilememiştir.

Reji idaresinin kurulmasından sonra tütüncü üretiminin her aşamasına müdahaleyle karşılaşmıştır. Reji, tütün çiftçilerini dış borçlara karşılık, sömürülecek bir alan olarak görmeye başlamıştır. Her ne kadar Reji’yle yapılan anlaşmayla şirketin çalışma şartları ve yetkileri belirlenmişse de bu anlaşma kağıt üzerinde kalmıştır. Uygulamada Reji’nin ülke kaynaklarını daha iyi sömürme yollarını arama şeklinde ortaya çıkmıştır. Şirketin kuruluşuna kadar rahat bir üretim ve pazarlama ortamı bulan üreticilerin serbestçe ürün yetiştirme ve pazarlama hakları ellerinden alınmıştı. Ürünlerin Reji’ye satılma zorunluluğu yanında, ürüne yeterli fiyatın ödenmemesi, tütün alım merkezlerinde eksik tartımlar sonucu üreticinin mağdur edilmesi, ruhsat ve depolama zorlukları, Reji çalışanlarının üreticiye iyi davranmaması, üreticiyi Reji’ye düşman yapmıştır.

Bütün bu olumsuzluklara kalitesiz tütünün iç piyasaya sunulması ve iç piyasadaki tütünlerin eksik gramajlı oluşu üretici, tüccar ve tüketiciyi yeni arayışlara yöneltmiştir.

Tütün fiyatlarının düşük belirlenmesinin yanında, eksik tartımlar ve halkın anlamayacağı dilde (Fransızca olarak) hesaplamaların yapılması, rüşvet ve yolsuzluklar halkı bezdirmişti.[1]

Meşru yollardan ürününü Reji kontrolü dışında pazarlama imkanı olmayan üretici, kendi metodlarıyla çözüm yolları aramaya başlamıştır. Halkın Reji Şirketi’ne karşı başvurduğu en önemli direnme ve çözüm yolu olarak da kaçakçılığı seçmiştir.[2]

Tütünün üreticileri kendilerini birden bire geçim kaynaklarını denetleyen ve vergi toplayan yabancı bir şirkete karşı sorumlu olmayı kabullenmemekteydi.

Reji’nin kalitesiz tütün imal ederek iç piyasaya sürmesi tüketiciyi daha kaliteli ve ucuz olan kaçak tütün kullanmaya itmiştir. Basın yoluyla tüketici şikayetlerini dile getirmeye çalışmışsa da şirket bu isteklere karşı duyarsız kalmayı sürdürmüştür. Dünyanın en iyi tütünlerinin üretildiği ülkede yaşayan tüketiciler en kalitesiz tütün kullanmaya mecbur bırakılmıştır.[3]

Halep’te tütün kaçakçılığının önlenmesi konusunda jandarma ve polis memurlarının kolculara yardımcı olmadığı şikayet konusu olması üzerine Maliye Nezareti’nden Dahiliye Nezareti’ne 15 Şubat 1913 tarihli bir belgede; “…Tahrirat-ı Mezkürenin bir fıkrasında Reji İdaresi zürranın tütününü değerinden on kat noksanına satın almak ve bilhassa aşağı nevi tütünleri içilmeyecek derecede fena ihzar etmek keyfiyetinde bulunduğu”na işaret edilerek bu durumun kaçakçılığa sebep olduğu ve durumun Reji komiserliğine yazıldığı ifade edilmiştir.

Reji İdaresi Halep’te tütünleri değerinden on kat noksanına satın almakta ve halka içilmeyecek derecede fena tütün satmaktadır. Bu durum, bir taraftan üreticiyi ürününü kaçak satmaya zorlamakta, diğer taraftan halkı kaçak tütün içmeye yöneltmektedir. Bu böyle devam ettiği sürece kaçakçılığın men’i için ne kadar sıkı tedbir alınırsa alınsın başarılı olunamayacağı ifade edilmekteydi.[4]

Dünyanın en kaliteli tütünlerinin yetiştirildiği bir ülkede üretilen tütünlerin onda ikisi iç piyasada tüketilirken onda sekizi dış piyasaya satılarak iyi tütünden mahrum bırakılmaktaydı. Pek tabidir ki kaliteli tütünü yetiştirenler ondan yararlanmak istemekteydiler. Çok ucuz bir fiyata kaliteli tütün içmeye alışmış olan Osmanlı halkı, gayet yüksek bir fiyatla en kötü cinsten yapılmış Reji tütününü içmek istememekteydi.[5]

Kalitesiz tütünlerin iç piyasaya arzından kaynaklanan şikayetlerin, zaman zaman basına da yansıdığı görülmektedir ki, Aydın vilayetinde yayınlanan Hizmet gazetesinde, bu konuda birçok örneğe rastlamak mümkündür. Reji İdaresi sigara kağıdından kâr edebilmek için kaba kağıt denilebilecek kadar adi kağıt kullanmakta olduğu, bu da zaten kötü olan sigaraları daha da içilmez hale düşürmekteydi. Yine başka bir yazıda üretilen tütünlerin içinde içilebilir şeyler olmadığı, içinde uzun çöplere, yapraklara, hatta demir parçalarına rastlanıldığı dile getirilmekteydi.

Kaliteli tütün yetiştiren ve imal eden ülke içinde kalitesiz tütünlerin iç piyasaya sürülmesi şikayetlerini önlemek için, kaliteli sigara paketlerine adi sigaralar konulmaktaydı. Hatta Ramazan ayında Müslümanların inançları istismar edilerek kötü tütünden üretilen paketlerin üzerine “Ramazan-ı Şerif’e Mahsus” yazarak piyasaya sürmekteydiler.

Reji idaresi halkın tepkisi karşısında üretilen tütünün kalitesinin artacağına söz vermesine rağmen bozuk paketlerde küflenmiş ve kokmuş tütünleri satmaya devam etmiştir.

Şirketin halkı aldatması bununla da kalmamış, piyasaya eksik gramajlı tütün sunmaya başlamıştır. Bu aldatma o kadar ileri gitmiştir ki bazen paketlere konulması gereken sigara sayısı, eksik konulmuş, bazen ise boş paketler bile piyasada satışa çıkarılmıştır.[6] Bu durum o kadar yaygınlaşmıştır ki, tüketicinin ısrarlı şikayetleri üzerine tütün bayilerinin Reji İdaresi’nden alıp sattıkları tütün paketlerinin noksan çıkması üzerine Reji İdaresi’nden bir memur ile tütüncü esnafından birkaç kişi alınarak bu konuda etraflıca araştırma yapılmak zorunda kalınmıştır.[7]

Daha önce değinmiş olduğumuz Reji’nin devlet, üretici ve tüccarla olan sorunları ve haksız uygulamalar, karşısında halk adeta kaçakçılığa itilmiştir.

Artık üretici ya ürününü düşük fiyata satacak, tüketici kalitesiz tütünleri yüksek fiyata satın alacak, ya da yakalanması durumunda kanuni cezayı göze alıp kaçakçılık yolu ile ürününü değerlendirecek ve kaliteli tütün içebilecekti. Hatta kaçakçılık sırasında silahlı çatışmaları, yani ölümü göze alarak bu mücadeleye girecektir. Bu arayışlar dışında kalanların bir bölümü ise tütün üretiminden vazgeçmiş, hatta geçim sıkıntısıyla göçe mecbur kalmıştır.

Bu olumsuz tablo içinde ülkede gün geçtikçe artan bir kaçakçılık sektörü oluşmuştur.

Reji şirketinin Osmanlı ülkesinin her kesimini farklı şekilde de olsa etkilediği kesindir. Ülke halkı temelde kendi ülkelerinde yabancı bir kuruluşa karşı sorumlu olmaktan rahatsızlık duymaktaydılar. Devlet çaresizlik karşısında yetkilerinin bir bölümünü devrettiği Reji’ye karşı olumlu duygularla yaklaşmadığı kesindir. Ancak uluslararası sorumluluklar nedeniyle açık bir mücadeleye girememiştir. Tepkisini daha çok Reji’ye karşı meydana gelen olumsuzluklara göz yumarak göstermiştir.

Devlet Duyun-u Umumiye ile Avrupa devletlerinin ekonomik bağımlılığına girmiştir. Bu bağımlılıktan kurtulmak için önce ülkenin ekonomik yönden düzelmesi, iç ve dış barışın sağlanması gerekiyorsa da bunlar sağlanamamıştır. Bu olumsuzluklar devleti ekonomik yönden daha da bağımlı kılacak yükümlülükler altına sokmuştur.

Osmanlı ülkesinde yaşayan birçok kimse Reji’nin mümkünse kaldırılmasını istemekte, hoşnutsuzluğunu etkin bir biçimde şirkete direnme şeklinde göstermekteydi. Bu direnmenin en etkin ve yaygın biçimi olarak kaçakçılığa yönelmişlerdir. Osmanlı hükümeti ise bu direnmeye Reji’nin anlaşmalarla elde ettiği yetkisini kullanması sırasında engeller çıkarak ve kaçakçılığa göz yumarak yardımcı olmaya çalışmaktaydı. Kısaca Devlet, Kaçakçılığın önlenmesi için Reji’nin işbirliği tekliflerine sıcak bakmamış, kaçakçıları koruyan bir politika izlenmiştir.

Merkezi hükümeti bu tutumu özellikle II. Meşrutiyet’e kadar etkili olmuş ve tütün kaçakçılığı etkili bir şekilde yaygınlaşıp sektörleşmiştir. Öyle ki kaçakçılık bireysel bir faaliyet olmaktan çıkıp teşkilatlı bir organizasyona dönüşmüştür. Reji idaresi çiftçilerin direnişinin şirketin imparatorluğun çoğu bölgelerindeki işleyişini engelleyecek şekilde güçlü olduğunu ve organize olmuş silahlı çetelerce yürütülmekte olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır.

Reji’ye karşı direnme ülkede yaşayan her kesimce farklı metod ve anlayışla da destek görmüştür. Öteden beri Avrupa Hıristiyan topluluklarının üstünlüğüne karşı çıkan Müslüman halk Reji ve uygulamalarına şiddetle karşı çıkmıştır. Camilerde din görevlileri Reji’nin uygulamalarından doğan haksızlıklara vaaz ederek halkı şirkete karşı bilinçlendirmeye çalışmıştır. Nitekim ülkenin değişik bölgelerindeki üreticiler Reji’ye protesto mitingleri yapmaya başlamışlardır.

Reji memurlarının üreticiyle olan diyologlarındaki olumsuz tavırları da halkın Reji’ye karşı düşmanlığını artırmıştır. Tütüncülükle ilgili birçok konuda olduğu gibi bu konuda da Trabzon basınında yazılar yer almıştı. Örneğin yayımlanan bir makalede; “Devlet-i aliyemizin lisan-ı resmiyesi olan Türkçeyi tekellüm edemeyen Reji Nazırı haftada iki defa hem ziyaret, hem ticaret kabilinde olarak Pulathane’ya (Akçaabat) gelir. İdarenin karşısındaki Millet bahçesinde 30 kadar kolcularını yanına çağırarak kolcuların layikiyla görevlerini yapmalarını isteyerek bunun sonucunda ayrıca idareden de mükafat almaları yolunda vaadlerde bulunuyordu… Ayrıca külli miktarda harcırah alarak buradan ayrılır. Nazır Efendi’nin şu hareketi elbette takip edilir. Yaptıklarının keyfiyetten olduğu tabiidir” şeklindeki ifadeyle halkın Reji çalışanlarına olan güvensizliği açıkça dile getirilmiştir.[8]

Tüm bu olumsuzlukların ortaya çıkarmış olduğu tütün kaçakçılığını göstermemek için Reji idaresi, verdiği istatistiklerde tarlada tahmin edilen tütün nizamname gereği icra edilen 1. ve 2. tahrirde tespit edilen tütünler fazla görülmekteydi.[9]

Bu hesaplara bakıldığında tütün kaçakçılığı yapılmadığı gibi bir sonuç ortaya çıkmış olmasına rağmen Osmanlı ülkesi nüfusuna ve Reji’nin satışına baktığımızda kişi başına ülkede 250 gram türün tüketiminin olduğu görülür.[10]0 Oysa ki Amerika, Hollanda, Belçika gibi gelişmiş ülkelerde tütün tüketimi 2-3 kilogram; diğer memleketlerde ise ortalama kişi başına bir kilogram tütün tüketimi olduğu gerçeği ortadadır.[11]

Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet döneminde 60000 köyde ortalama 11.000 köylü tütün yetiştirmekte olup üretilen tütün 35.0000 kilogramdan fazladır. Hatta 1. Dünya Savaşı öncesi yıllarda yetiştirilen tütün miktarı ortalama yedi milyon kilo civarındadır. Reji tarafından bu kadar üretici ve ürünün kontrol altına alınması mümkün değildir. Ülkede yetiştirilen tütün %35’inin kaçakçılık yoluyla satıldığı görülür.[12]

Ülkede kaçak yollarla satılan tütünlerin küçümsenemeyecek bir oranda olduğu bu yolla sarf edilen tütünlerden en büyük zararı da Reji’nin gördüğü ortadadır. Kaçakçılığın önlenmesi durumunda ülkede üretilen tütün miktarının 10.000.000 kilograma ulaşacağı düşünülürse şirketin gelirinde üç kat bir artış olacağı gibi devletin de 20.000.000 Türk Lirası civarında bir gelir elde etmesi mümkün olacağı anlaşılır.[13]

1. Dünya Savaşı öncesi 11.700 köyde, 114.000 çiftçi 424.000 dönüm arazide tütün üretiminin 325.000.000 kilogram seviyesine kadar çıkmış olduğu düşünülürse, Reji’nin zararı daha da açık ortaya çıkar. I. Dünya Savaşı’nda bu oran düşmüşse de 1924 yılında tütün üretimi serbest bırakılınca ortalama yılda 500.000.000 kilogram tütün yetiştirildiği muhakkaktır.[14]

1990 yılında sadece Sivas’ta tütünün %60’ı Reji’den kaçırılmıştır. İzmit’te ise nüfusun yine %60 kadarının kaçak tütün içtiğine bakılırsa tütün kaçakçılığının boyutu daha iyi anlaşılır.[15]

Tütün kaçakçılığı, riskli bir iş olduğu kadar kârlı bir iş olunca her kesimden insan birçok bölgede bu sektöre yönelmiştir. Bunun sonucu olarak kaçakçılığın önlenmesi konusunda sürekli yazışmalar ve suçlamalar olmuştur. Örneğin Bitlis’te tütün kaçakçılığının çok ileri bir aşamaya ulaştığından bahisle, memurların kaçakçılığı önlemede isteksiz davrandıklarından bahsedilmiştir.[16]

Dahiliye Nezareti, Sivas Valiliği’ne yazmış olduğu bir yazıda, kaçak tütün sevkiyatında bulunanların bir nevi şirket olduklarından bahisle on iki kuruşluk komisyon alınarak tütün kaçakçılığı yapıldığı belirtil mekteydi.[17]

1915 yılında, Trabzon ve Konya vilayetlerine yazılan bir yazıda tütün kaçakçılığının önlenmesi istenmekteydi.[18] 1911 yılında yazılan bir tezkerede ise Afyonkarahisar’da büyük gruplar halinde tütün kaçakçılığı yapıldığı bildirilmekteydi.[19] 1911 yılında yazılan bir başka tezkere de ise Kamış Boğazı’nda, Mendikyen tarafından ihbar üzerine orada eşkiyalık yapan üç Çerkez’in tütün kaçakçısı olduğu anlaşılmıştır.[20]

Aynı yıl Antalya’da tütün kaçakçılığının yapıldığı, hatta kaçak tütün ihracatı yapanların Reji memurlarını dövdüğü ifade edilmekteydi.[21]

Tütün kaçakçılığı sadece Anadolu’da değil tütün üretimi yapılan Osmanlı ülkesinin her bölgesinde meydana gelmekteydi. Örneğin 1912 yılında Arnavutluk Berat, İşkodra ve Tiran sancaklarında tütün kaçakçılığının yaygınlaştığından bahisle alınacak tedbirlerle ilgili bir tahrir yayınlanmıştı.[22]

Osmanlı Devleti’nde kaçakçılık o kadar yaygınlaşmıştı ki artık açık açık kaçak tütünler çarşılarda satılmaya başlamıştır. Örneğin Halep’te kaçakçılar çarşı ortasında tütünlerini yayarak satmakta olduğundan bahisle Dahiliye Nezareti’nden yazı yazılarak kaçakçılığın önlenmesi için tedbir alınması istenmişti.[23]

Kaçakçılıkta Reji’ye karşı düşmanlık ve karşı koyma olarak görüldüğünden birçok yerde güvenlik güçlerinin bu duruma göz yumarak kaçakçıları himaye ettikleri görülmektedir. Anamur’da tütün kaçakçılarının askerlerce himaye edildiği yolundaki şikayetler incelenmiş olup böyle bir olayın olmadığı yolunda bir cevap yazılmışsa da kaçakçılara göz yumulduğu bir gerçektir.[24]

Bu konuda başka bir şikayet ise İşkodra, Tiran ve İlbasan’da açıktan tütün satılması yolundaydı. Yanya Reji başmüdürünün şikayeti üzerine Maliye Nezareti’nden yapılan, 7 Mart 1920 tarihli cevap yazısında “..Gerek Berat gerekse hemhudut olan mahallerdeki bayiler tarafından mamulat-ı inhısariye ile beraber kaçak tütün satılmasının men edilmesi şimdiye kadar mümkün olmamış ise de ilan-ı Meşrutiyet’ten bir kat daha.. muavenet edilmekle hükm-i nizama mugayir hareketten imtina eylenmesine ne derece teşebbüs edildiği ve bu hususta ittihaz olunan tedbirler Berat sancağına mahsus olmayıp İşkodra, Tiran, İlbasan’na da teşmil olunacağı ve bu maksadın temini hakkında hükümet-i mahaliyece matlubu vechile muavenet edilmesi lazım geleceği” bildirilmiştir.[25]

Tütün kaçakçılığına her kesimden insanın katıldığı görülmektedir. Örneğin 5 Eylül 1912 yılında Arapgir’de yakalanan kaçak tütünlere adı karışanlarla ilgili şu tahrir yazılmıştır. “Arapgir Kaymakamı idaremize karşı ilga eylediği müşkilattan bahisle Mamuratülaziz başmüdüriyetinin 9 Ağustos 1912 tarihinde vürud eden tahrirattaki işaratı… huzuru penahilerine arz eyleriz. Kanuni sanide Arapgir kolcuları tarafından 41 kilo kaçak tütün ile bunu nakil eden bir ester (katır) zapt edilip mezkür tütünlerin sahibi bir defter memuru ve mürselünüleyhi de Ziraat Bankası memuru olduğu anlaşılmış ve keyfiyet derdest geceleyin vaki olduğundan polis merkezince kaydı bilicra tütünleri Reji İdaresi’ne ve esteri de bir hancıya tevdi edilmiştir. Ertesi günü tütünlerden bir kısmı kendisine ait olduğu beyanı ile Kaymakam Bey tarafından taraf olunarak verildiği taktirde derdest olunan hayvanın aşırtılacağı makamı tehditle dermiyan edilmiş ve bir saat sonra işbu tehdit mevki icraya vaaz olunmuştur.

Bu hususta Reji müdürünün intizaratı ve mubadelatı katiyen nazar-ı itibara alınmadıktan mada bilakis Kaymakam Bey’in teşvikiyle kaçakçı zürra ve 30 Türk Lira şirket iddiasıyla kolcularımıza aleyhine igameyi dava edilmiş ve bunun üzerine kolculara karşı celb müzekkeresi tesbit kılınmıştır. Bu babda Mamuratulaziz Merkez Müdürümüzün vilayete müracatı üzerine Vali Bey Efendinin vaadlerine rağmen takip edilmediğinden Vilayet vaziyetinden cesaret alan Arapgir kaymakamı da ruhsatsız ekilen tütünlerin ekimine mani olmadığı gibi kaçakçıları kolcular aleyhinde şikayete teşvik ve tahrik etmek gibi muamelata kıyam ile mahalli mezkur memurlarımıza karşı hissettiği hiddette tereddüt tereffüt etmediği kolcularımız aleyhinde asılsız şikayetler ile haklarında hapis ve ceza-i nakdi hükümleri verdikleri gibi esteri aşırtan hancının beraatına karar verilmiştir. Reji Merkez Mürüriyetimizin şikayeti vilayetce nazar-ı itibare alınmadığı gibi tavır ve hareketiyle günden güne menafii idareyive binaenaleyh menafii hazineyi izhar eden kaymakam kaçakçıları idareye karşı değil bilakis idareyi kaçakçılara müdafaa ve himaye ettiklerini bildiririz.”,[26]

Ankara vilayetine yazılan 21 Mayıs 1912 tarihli bir şikayette ise “Yabanabad’da da Reji kolcuları tarafından der-dest olunan tütünlerin efrad-ı redife tarafından cebren ahz edildiğine dair vaki’ olan şikayetin. hakikat olduğunu müş’ir Reji Komiserliğinden i’ta olunup Maliye Nezareti Celilesine ba- tezkere tevdi kılınan müzekkire ile vesika suretleri letfen saub-ı valalarına gönderilmekte münderecatına nazaran iktizasına ifa ve ibra buyurulması babında.’’ olduğu ifade edilmiştir.[27]

Bu şikayet üzerine 24 Mayıs 1912 tarihli bir telgrafta verilen cevapta “… Reji memurlarının müzakeresi üzerine Dilaver Onbaşı yanında süvari Ankaralı Tevfik ve Yabanabad’daki Turalioğlu Hüseyin ve piyade Reji kolcuları. Mezkür köy camii şerifi yanındaki köy odasında bir kaçakçı Çerkez bir yük tütünle bulunduğu müşahade edilmiş ve odanın etrafı muhasara edilmiştir. O zaman içinde bulunan kaçakçı Çerkez Şamil olduğu, silahlı olduğu kapının arkasında silah istismal edeceğini jandarma ve kolcularla söylemekte iken iki Çerkez gelmiş. Bunlar Ankara’ya sevk edilirken kaçakçılar mukavemet ederek onları jandarma ve kolcuların ellerinden alarak hayvanların üzerine yüklenip kaçmışlardır.” Kaçakçıların firarına meydan veren askerler Yüzbaşı’ya şikayet edilmişse de nazar-ı itibara alınmamıştır.[28]

Görüldüğü gibi kaçakçıların arasında Osmanlı toplumunun her kesiminden gelen insanlar vardır. Çoğunlukla devlet memuru, ordu mensubu ve tütün üreticisi kaçakçılığın içinde yer almışlardı. Pek çoğunun kaçakçılığa girmesindeki en önemli etken mali sıkıntılardı. Devlet, sivil ve askeri personelinin maaşını çoğu kez ödeyememekte ya da düzensiz veya çok düşük maaş ödemekteydi. Bu durum ekonomik çıkmazda olan devlet görevlilerin kaçakçılığa yönelmesine sebep olmuştu. Mahalli idarecilerin kaçakçılığı, onaylamamakla birlikte, kayıtsız kalınarak destekledikleri ortadadır.

Tütün üreticilerin çoğu Reji yüzünden azalan gelirlerini kaçakçılık yoluyla telafi etmeye çalışmaktaydı. Reji’nin, zor kullanarak, ürüne düşük fiyat verecek ve borç vermeyi reddederek üreticiyi ya kaçağa sevketmiş ya da ekonomik zorluklardan göçe mecbur bırakmıştır. Örneğin; ikiyüz civarında Trabzonlu tütün üreticisi, bu baskılar sonucunda Rusya’ya göç etmek zorunda kalmıştı.[29]

Tütün kaçakçılığı yapanların korunduğu yolunda Reji tarafından sık sık şikayetlerde bulunulmuştur. Örneğin kaçakçılığın yaygın olduğu Anamur’da bu yönde koruyuculuğun yapıldığı, bu işin de kaçakçılığın önlenmesine yardımcı olması gereken askerlerce yürütüldüğü ifade edilmekteydi. Dahiliye Nezareti 22 Muharrem 1912 tarihinde Harbiye Nezareti’ne gönderdiği bir yazıda mülkiye, adliye ve askeriye hakkında yapılan bu şikayetlerden bahisle “. ileride bu yüzden zuhur-u muhazire meydan vermemek için cihetli askeriyede tahkikat yapılması.” istenmekteydi.[30]

Her ne kadar Reji tarafından askerin kaçakçılara göz yumduğu ifade edilerek kaçakçılığın önlenememesinde en önemli etken gibi gösterilmeye çalışmışsa da kaçakçıların silahlı, kalabalık, organize kuvvetler olduğu ortadadır. Yer yer jandarma güçlerinin kaçakçılığın önlenebilmesinde yetersiz kaldığı bir gerçektir. Nitekim 27 Temmuz 1909 tarihinde Dahiliye Nezareti’ne yazılan bir yazıda Karahisar mutasarrıflığında bulunan inzibatın kaçakçılığı önlemede yetersiz kaldığından bahisle “. Kaçakçılar tedarik ettikleri tütünleri seksen doksan kişilik müsellah ve büyük kafilelerle nakil etmekte, takip ve yakalanması jandarmalara ait olduğu beyanla ciheti askeriyece muavenet ve füruhat edilemediği, bunların gücüne nazaran jandarma kuvvetleriyle takibi ve yakalanması imkansız olduğu”, askeriyenin kuvvetlendirilmesi gerektiği ifade edilmekteydi.[31]

Tütün kaçakçılığın Karadeniz Bölgesi’nde daha fazla yoğunlaştığını görmekteyiz. Bölgenin nüfusu diğer bölgelere göre daha yoğun olması, geçim kaynaklarının kısıtlı oluşu ve önemli ölçüde ziraatçinin geçimini tütüne bağlamış olması, ayrıca arazi şartlarının kaçakçılığa müsait oluşu bu bölgede kaçakçılığı yoğunlaşmıştır. Kaçakçılık daha çok Doğu Anadolu Bölgesi üzerinden yapılmaktaydı. Akçaabat’ın Sıraderesi’ndeki köylerden kalkan ve “Barhane’’ tabir edilen kaçakçı kafileleri davul zurna çalarak, bayram alayı şeklinde yola çıkarlardı.[32] Gün geçtikçe kaçakçılık bir teşkilat halini almış artık davul zurnalarla yola çıkan kaçakçı kafileleri, oluşturmuş oldukları gruplarıyla hem Osmanlı hükümetine karşı rahatça hareket edebileceklerini göstermeye başlamış, hem de kolcu teşkilatınında kaçakçılarla başa çıkmakta zorlanmalar olduğu görülmüştür.

Bölgedeki kaçakçılık bir taraftan kara diğer taraftanda deniz yoluyla yapılmaktaydı. Kara yoluyla kaçakçılık yapanlar 300-400 kişilik silahlı barhane müfrezeleri halinde hareket etmekteydiler. Trabzon’dan, Malatya ve Halep’e kadar uzanan kaçakçılık yolu üzerinde bulunan yerleşim yerlerine uğrayarak, yöre halkına zorla tütün satarak birçok zararlar verirlerdi. Bu güzergah üzerinde en önemli konaklama merkezleri Maçka, Bayburt, Erzurum ve Erzincan’dı.[33]

Kaçakçılığı önlemek için Rejice oluşturulan kolculuk örgütünün, kaçakçılarla mücadelede yetersiz kalması üzerine, şirket bölgedeki kolcu sayısını arttırmak istemişse de devlet için kolculuk örgütünün tehlike arz etmeye başlamasından dolayı, hükümetce bu istek kabul edilmemiştir. Buna karşılık, kolcuların yetersiz kalması durumunda askerden yardım alınabileceği Reji’ye bildirilmişti.

Ancak kaçakçılarla mücadelede başarılı olamayan Trabzon Erzurum hattında görev yapan kolcular jandarmadan yardım istemelerine rağmen, jandarma yetkilileri olaylara kayıtsız kalmaları yanında, kaçakçıları koruyan bir tutum sergiledikleri bilinmektedir.

Karadeniz’deki kaçakçılık özellikle sahil köylerinde yaşıyanlar tarafından yürütülmekteydi. Bölgede özellikle Sera, Hacıbeşir Deresi ile, Ağrıt Köyü’nde yaşıyan Karabinaoğulları ve Sincan Mesohori halkı kaçakçılıkla ün yapmışlardı.

Sahil boyunca Keşap, Akköy ve Giresun’da kaçakçılar tarafından bölge halkına zorla tütün satmaktaydılar.

Bu durumu önlemede kolcuların yetersiz kalması üzerine, Trabzon’daki Merkez Komutanlığı’ndan yardım istenmişse de bölgeye askeriye tarafından yeterli desteğin verilmediği bilinmektedir.[34]

Tütün kaçakçılığı Reji’nin üreticiye karşı haksız uygulamalara başlamasından itibaren ortaya çıkmıştı. II. Meşrutiyet öncesi kaçakçılığın çok yaygın olduğu bilinmektedir.

1892 yılında, Trabzon Valiliği’ne atanan Kadri Paşa, bölgedeki kaçakçılığı önlemek için büyük bir mücadele başlatmıştı. Vali ile kaçakçılar arasındaki mücadele zamanla, çok değişik boyutlarda ceryan etmiştir. Örneğin, kaçakçılıkla ün yapmış olan birisi, Kadri Paşa’ya haber göndererek kendisini takip etmekten vazgeçmesini istemişti. Ünlü kaçakçı, “Ben istersem, Kadri Paşa’nın gözü önünde tütün kaçakçılığı yaparım. O, farkına bile varamaz!’’ demiştir. Gerçekten de bir gün Kadri Paşa, şehirdeki bir kahvenin önünde otururken, kahvenin önünden bir cenaze alayı geçer. Cenazeye hürmeten halkla birlikte Kadri Paşa’da ayağa kalkar. Ertesi gün o meşhur kaçakçı, Kadri Paşa’ya haber göndererek, “Dün sizin bile hürmeten ayağa kalktığınız o taputta ölü yoktu! Taput, kaçak tütünle doluydu!” diyordu. Kadri Paşa’da yaptırdığı araştırma sonucunda olayın doğru olduğunu öğrenmiş, kaçakçılarla mücadelesini daha da şiddetlendirmiştir.[35]

Yöredeki kaçakçılık zamanla o kadar yaygınlaşmıştır ki, kadınlarda kaçakçı kafileleri arasında yer almaya başlamışlardı. Bunun üzerine Reji Şirketi, kadın kaçakçıları kontrol altına alabilmek için kadın kolcular oluşturmak zorunda kalmıştı. Ancak kadın kaçakçıların üzerlerinin aranması sırasında birçok tartışma yaşanmaya başlanmıştı. Bu konuda Trabzon basınında yer alan bir haberde, Hacı Nasuhzade Ali Nazif Efendi ve eşinin Trabzon vilayetine konuyla ilgili şikayet dilekçesi verdikleri belirtilmekteydi. Dilekçede “.Reji Nezareti’nce bazı mevkilerde istihdam edilen kadın kolcuları mevkii mezkürden geçen kadınların üzerlerine kaçak tütün taharri etmek amacıyla başlarını açıp bir takım halat-ı gayr-ı merziyeye cüret etmekte olduklarından.” bahisle bu durumun önlenmesi istenmekteydi.[36]

Kaçakçı kafileleri Trabzon’da büyük bir güce ulaşmışlar, bunun sonucunda ki devlet ve Reji temsilcilerine gözdağı verme cesaretini kendilerinde bulmaya başlamışlardır. Bu durumu İsmail Kara, Kadri Paşa hatıralarında şöyle ifade etmektedir: “Kaçakçı kafileleri, hükümet konağının önünden geçtiği sırada kapıya bir tutam tütün bırakılmakta bir manayı tahkir ifade eden itiyattır. Bu hale karşı hükümet için ca’li bir takım hareketlerden evda-ı şütur kürbeden ve daha doğrusu bütün bu şeylere karşı göz yummaktan başka ne olabilir?”[37]

Zamanla kaçakçılık bir geçim kaynağı ve sanat olarak yerleşmeye başlar. Kaçakçılar engebeli arazileri tercih ederek yollarına devam ederken, yol güzergahları üzerinde konaklama yerlerinde kendilerine yardım edecek olanları önceden tespit ederlerdi. Artık kaçakçılık sistemli bir teşkilat durumuna dönüşmüştü.

Görüldüğü gibi bölgedeki kaçakçılık tüm mücadelelere rağmen önlenememiştir. Kadri Paşa’nın Akçaabat Kaymakamlığı’na yazdığı yazıda da bu durum açıkça görülmektedir. “Bu kaçakçıların ahval-i garibesini biraz daha izah edeyim; Buraya geldiğim sekiz sene müddet zarfında bu adamlara karşı yapılmadık. Bir şey kalmadı. Her ne yapılmak lazım ise yapıldı. Tenbih edildi, tektir edildi. Bazıları müddetlerle hapsedildi. Bir takımı sürüldü. Bir takımı kaçakçılığa giderken tütünleri, silahları zaptolundu. Bir takımının hayvanlarına el konuldu. Hatta bir takımı da diğerlerine ibret olmak üzere vurdurulup öldürüldü. Bir takımı tütün ziraatinden men edildi. Bir takımının haneleri zaptiyelere, askerlere konak edildi. Bir takımı diğerlerine kefil edildi. Bunların hiç birisinden zerre kadar faide olmadı.

Şu yazılan şeyler, bunlar hakkında yapılan muamelelerin onda biridir. Bunlardan başka daha birçok şeyler yapıldı. Yine asla tesiri görülmedi.

Zannedersem bundan sonra yapılacak bir şey kalmadı. Bir yapacak var ise o da dün yazılan tahriratta beyan olunduğu gibi ya umumi birden çoluk çocuk hapislere bırakılmak veyahut olduğu gibi hepsi de başka kazalara nakl-i hane edilmektedir. Bu iki suretin icrası da hal ve maslahata ve belki adalete uygun değildir. Onun için mevzubahis olan köylerin tütün mahsulünü bütün serbest bırakmak ve Reji İdaresi’nden bir okkasını bile aldırmamak tedbirinden başka bir şey yoktur. Bu karar, sekiz senelik tecrübem üzerine verdiğim bir karardır.”.[38]

Tütün kaçakçılığı özellikle Reji şirketinin kontrol sahası dışındaki bölgelere yönelmiştir. Örneğin Bağdat bu merkezlerden biri olmuştur.[39]

Büyük kaçakçılığın inhisar usulünün uygulanmadığı Lübnan ve güney eyaletlerinde de oldukça yaygın olduğu bilinmektedir. Lübnan’a 1000 ton kadar kaçak tütün, 1500 ton tönbeki girdiği tahmin edilmekte olup, 1913 yılında nüfus başına düşen miktarın yarım kiloyu bulduğu anlaşılmaktadır.[40]

Bu bölgedeki tütün kaçağının önlenmesi için Reji İdaresi’nin Osmanlı Devleti’ne yaptığı müracaatlara, hükümetin, güvenlik görevlilerinin yetersiz olmasından dolayı kaçakçılığın yaygın olduğu cevabını vermesi üzerine, 21 Şubat 1910 tarihinde, Reji tarafından Dahiliye Nezareti’ne Fransızca bir nota gönderilmiştir. Notada Beyrut vilayetinde Reji güvenlik görevlilerinin yetersiz olduğu vurgulanarak, Reji’nin tek amacının devlet adına vergi toplamak olmasına rağmen, Beyrut Valiliği’nden gerekli desteği görememekten şikayetçi olunmaktaydı. Beyrut vilayet yöneticilerine, tütün satışı yapılacak olan yerlerin denetiminin valiliklere bırakıldığının hatırlatılması istenmişti. Notanın devamında Beyrut’ta tütün gelirlerinde bir durgunluk görüldüğü kaydedilerek, mahalli idarecilerin tütün kaçakçılarıyla mücadele etmesi istenmişti.[41]

Tütün kaçakçılığı sadece kara yoluyla değil, deniz yoluyla da yapılmaktaydı. Deniz yoluyla yapılan kaçakçılık genellikle gayri-i müslimler tarafından yürütülmekteydi. Özellikle Ege adaları birer kaçakçı üssüne dönüşmüştür. Örneğin Sombeki ve Kalımnos adalarında yılda ortalama 415000 kilo yaprak tütün kaçırılmakta, bunlar adalarda işlendikten sonra Fransız uyruklu, Fransua adında birine satıldığı takip sonucu anlaşılmıştır. Kaçak işlemlerinde Yunan bandıralı bir vapur kullanıldığı görülmüştür.[42]

Akdeniz adaları Valisi 15 Kanun-ievvel 1911 tarihinde Dahiliye Nezareti’ne yazdığı yazısında Pire hattında “İnfitriti” adlı Yunan bandıralıyla yapılan tütün kaçakçılığıyla 1.500 Türk Lirası kıymetinde İtalyan malı bulunduğu, bunların Sombeki adasına çıkarıldığı belirtilerek yüz denk halinde 7000 kilogram kaçak tütün tespit edilmiş olmasına rağmen tütünlerin alınması yeterli jandarma ve kolcunun olmadığı vurgulanarak adadaki kaçak tütünün alınmasına Yunanistan’ın müsaade etmediği belirtilmekteydi.[43]

Akdeniz adaları Valisi, Dahiliye Nezareti’ne, Aydın Valiliği’ne bildirilmek üzere 18 Nisan 1909 tarihli bir başka yazısında, Limni’ye uğramakta olan Pendaleon ve hacı Davut vapurlarının kamarot ve erzakçıları tarafından aleni surette tütün kaçakçılığı yapılmakta olduğu ve adı geçen kumpanyaya ait Eleni adlı vapurla Midilli yakınından karaya çıkarıldığı bildirilmekteydi. Kaçakçılıkla uğraşan bu kampanyaların İzmir’de bulunan acentelerine gerekli uyarılar yapılmış olmasına rağmen kaçakçılığa devam ettikleri Rodos Reji başmüdürü ve Midilli Reji başmüdürü tarafından acentelerin tekrar uyarılması istenmekteydi.[44]

Deniz yoluyla yapılan kaçakçılığı önlemek için Duyun-u Umumiye bir, Reji İdaresi ise altı vapur ve 23 sandal alarak deniz kaçak trafiğini önlemeye çalışmışlardı.[45] Ancak deniz kaçakçılığının sadece denizden denetlenmesinin mümkün olamayacağını gören Reji, karadan da deniz kaçakçılığını önlemek için tedbir almaya çalışmıştır.[46]

Zamanla deniz yoluyla sahillerde yapılan kaçakçılık tütünle sınırlı kalmamış, barut, dinamit fitili, fişek dinamiti, kapsül, fişek, tüfek, tabanca, bıçak ve kama gibi silah ve malzemelerin de kaçakçılığı yapılmaya başlayınca devlet bir önlem almak zorunda kalmıştır. 1914 yılında yayınlanan bir tezkirede “Tütün vesair kaçakçılığının önlenmesi, kaçakçıların takip ve tenkili için hükümetçe Reji’ye yardım yapılmasına karar verilmiş olup, kaçakçılıktan Osmanlı hazinesi de zarar gördüğü, ancak kaçakçılığın önlenmesi için yeterli askerin olmadığı” dile getirilmiştir.[47]

Reji idaresi kendi kolluk kuvvetleri ile kaçakçılığın önlenmesinin mümkün olmadığını görünce sık sık jandarma ve polisten yardım istemiştir.[48]

Kaçakçılığın önlenmesine askerleri teşvik etmek için kaçak tütünleri yakalayan polis ve jandarmaya ikramiye verilmesi Reji İdaresi’nce kabul edilmiştir. “Jandarmalara bu gibi hizmetlerinden dolayı verilmekte olan ikramiyelerinin muhri? zatiyeleriyle i’ta ettirilmesi 29 Kanun-i evvel 1916 tarihli tezkiresiyle.” bildirilmesine ayrıca polis memurlarına da jandarmalar hakkında verilen ikramiyenin uygulanmasına karar verildiği Rejice bildirilmişti. Reji’nin bu teklifinin resmi makamlarca hemen kabul görmediği anlaşılmaktadır. İstanbul Emniyet Müdürü (Polis Müdür-i Umumisi) Cafer Bey kaçakçılıkla mücadelenin polisin asli görevi olmasından dolayı, şimdiye kadar sadece ihbarcılara verilen ikramiyenin, polise de verilmesinin yanlış olacağını Dahiliye Nezareti’ne bildirmişti.

Maliye Nezaret Vekili Behcet Bey’de “. zaten günden güne tevessü eden kaçakçılık bir derece daha tezayüd ve hukuk-ı hazinece de o nispette zaiyat vukua geleceğinden polis memurlarına da jandarmalar hakkındaki tarz-ı tesviyeyi tatbiken Reji idaresince verilecek ikramiyeye kabulüne müsaade buyurulmaması.”nı istemişti.[49]

Reji idaresi her ne kadar bu şekilde tedbirler almaya çalışmışsa da asker ve polis kaçakçılığın içinde yer almaya devam etmiştir. Örneğin Trabzon’daki tütün kaçakçılığının önlenmesi hususunda gerekli tedbirleri almadığı gerekçesiyle polis müdürü hakkında tahkikat başlatılmıştır.[50]

Kaçakçılığa karşı yeni birtakım tedbirler alınmakla birlikte, özellikle köylerde ve kırsal alanlarda buna engel olunamamıştır.

Tüketiciler açısından kaçak ile Reji imalatı arasında fark yoktur. Tüketici daha ucuza aynı kalitede tütünü içebilmiştir. Kaçakçılar, Reji kolcularından başka güvenlik ve kolluk kuvvetlerinden çekinmemişlerdir. Çünkü jandarmalar tesadüfen kaçakçıları yakalasa ya yarı fiyatına ya da bedava içimlik tütünlerini almaktan başka bir şey yapmamışlardır.[51]

Kaçakçılık halkın alıştığı nefis tütünü kaçakçının verdiği fiyata meşru yollarla Reji satmadığı ve satın almadığı sürece devam edeceği muhakkaktı.[52] Reji İdaresi talimnamesinin 30, 37, 39, 40, 41, 43, 44. maddeleriyle kaçakçılığın önlenmesi yönünde kararlar almışsa da uygulamada başarılı olamamıştır.

Kaçakçılığa başlangıçta devlet göz yummuşsa da zamanla devlet idaresinde büyük ölçüde bir başı bozukluk başgöstermiş olduğunu görmekteyiz. Devletin tüm birimlerine yolsuzluk ve rüşvet girmiş, devlet memurları devlet çıkarları yerine şahsi çıkarlarına hizmet eder olmuştur. Devletin saygınlık ve otoritesi zayıfladığından devleti zarara sokacak fiillerin işlenmesine de zemin hazırlanmış oldu. Ülkede kaçakçılık adeta meşrulaştırıldı.

Reji İdaresi’nin kaçakçılığı kendi kolcu kadrosuyla önleme faaliyeti, köylüyle Reji arasındaki çatışmayı büyütmüştü. Bu durum, Osmanlı hükümetinin tutumunda da kararsızlıklar ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Üretici, yabancı bir şirketin tütün üretimlerinin her aşamasında kendilerine karışmasını kabullenememekteydi. Reji idaresi ise maliyetin artmasının kaçakçılığı önleme masraflarından kaynaklandığını ifade ederken, kaçakçılıkla mücadelede yeterli desteği sağlayamayan Osmanlı Devleti’ni suçluyordu.

Devlet içinde devlet gibi örgütlenen bir şirket Osmanlı Devleti tütün üreticileri için bir an önce kurtulması gereken büyük bir sorun haline dönüşmüştü. Bu sorun II. Meşrutiyet idarecilerince sorgulanmasına rağmen, ülkenin içinde bulunduğu savaş koşulları Reji’nin kaldırılmasını önlediği gibi, imtiyaz süresinin uzatılmasına da ortam hazırlamıştır.

Mustafa Kemal Paşa başlatmış olduğu bağımsızlık mücadelesi içerisinde ekonomik bağımlılıklar da ele alınmıştı. Nitekim tütün üretiminden pazarlanmasına kadar her aşamada üretici karşısına çıkan Reji de 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde ele alınıp, kaldırılmasının gerekliliği kabul edilmişti. Reji inhisarının kaldırılması kararı 1924 yılında şirket yetkililerine bildirilerek, 4 Mart 1925 yılında Hükümet inhisarı şekline dönüştürülerek yasalaştırılmıştır.

Mehmet AKPINAR

Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 14 Sayfa: 305-312


Dipnotlar :
[1] Mutluçağ, Hayri; “Duyun-u Umumiye ve Reji Soygunu”, Belgelerle Türk Tarihi C I. S. 11-1967, s. 40.
[2] Quataert, Donalt; Osmanlı Devleti’nde Avrupa İktisadi Yayılımı ve Direniş, Yurt Yayınları, Ank. 1987, s. 16.
[3] Hüseyin Hüsnü, 1924, Tütün Meselemiz, Amedi Mat. İst. 1924, s. 102.
[4] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, DH-İD, 95-2/11, 1916.
[5] Reji İdaresi Tarafından Nezareti Celille-i Osmaniye İli Duyun-u Umumiye İdaresine Taktim Kılınan Mıhtıradır, s. 72 (R. İ. T. N. C. O. U. O. İ.T.M).
[6] Gökdemir, Oktay; Aydın Vilayetinde Tütün Rejimi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir, 1994, s. 89-93.
[7] BOA-MVM, 13/7 1988.
[8] Feyz, 12 Eylül 1908, Trabzon.
[9] Reji Komiserliğinin Raporudur. (R. K. 12), s. 64; R. İ. T. N. C. O. D. U.O.İ.T.K.M,1910, s. 71; Milli Nevsal, 1341, s. 261.
[10] A.g.e., s. 64.
[11] Milli Nevsal, S. 264.
[12] A.g.e., s. 265.
[13] A.g.e., s. 266.
[14] A.g.e., s. 265.
[15] Quataert, a.g.e., s. 29.
[16] BOA.,, D H-M. V İ, 23-1/64, 1911
[17] BOA.,, DH-MUİK, 54-1, 1911.
[18] BOA.,, DH-KMMM, 2-1/24, 1915.
[19] BOA.,, DH-MUİK, 5-2/22, 1911.
[20] BOA, DH-MUİK, 29-2/7, 1911.
[21] BOA, DH-MUİK, 42-30, 1911.
[22] BOA, DH-MUİK, 73-2/20, 1912.
[23] BOA, DH-MUİK, 64-1/32, 1912.
[24] BOA, DH-MUİK, 52-2/31, 1912.
[25] BOA, DH-MUİK, 73-2/20, 1910.
[26] BOA, DH-İD, 95-1/56, 1911.
[27] BOA, DH. İD. 94-2/16, 1912.
[28] BOA, DH-İD 94-2/16, 1912.
[29] Quataert, a.g.e., S. 30-31.
[30] BOA, DH-MUİ, 58/35, 1912.
[31] BOA, DH-MUİ, 5-2/22, 1909.
[32] Kara, İsamail; Hüseyin Kazım Kadri, II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyete Hatıralarım, İletişim Yayınları, İst. 1991, s. 53.
[33] Kara, a.g.e., s. 53.
[34] BOA; DH-MUİ, 80-2/11, 1912.
[35] Yağmurdereli, Nesip; Trabzon Valileri “İnan” Trabzon Halkevi Yayınları, 1945, s. 32.
[36] Feyiz, 11 Eylül 1908, Trabzon.
[37] Kara, a.g.e., s. 23.
[38] Yağmurdereli, a.g.e., s. 32-33.
[39] Nusret, Tütün Meselesi, Zaman Matbaası, Selanik 1326, s. 32.
[40] Eldem, Vedat; Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomisi, TTKY, Ank. 1994,   S. 77.
[41] BOA, DH-MUİ, 62-1/25, 1910.
[42] BOA, DH-İD, 95-1/43, 1911.
[43] BOA, DH-MUİ, 95-1/43, 1911.
[44] BOA, DH-MUİ, 32-2/40, 1990.
[45] Gökdemir, a.g.e., s. 83
[46] BOA, DH-UMVM, 95-1/43, 1911.
[47] BOA, DH-UMVM, 110-61, 1914.
[48] BOA, DH-MVM, 10-67/13, 1914.
[49] BOA, DH-İD, 95-1/42, 1916.
[50] BOA, DH-KMM, 80-2/11, 1909.
[51] Quataert, a.g.e., S. 32.
[52] R. İ. T. N. C. O. D. U. O. M. İ. T. K. M, 190, s. 43.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.