Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

PKK’nın Ezilmesi, İç Savaş Bölünme, Askeri Müdahale

0 12.928

Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ

Şehirlerimizde askerlerimiz kafalarına sinsice kurulan pusularda ateş edilerek öldürülmekte, asker eşleri evlerinde tehdit edilmekte, devlet memurları saldırılardan zırhlandırılmış otobüslere binerek korunmaya çalışmaktadır. Böyle bir ortamda Başbakan A. Davutoğlu, PKK açılımını Orta Doğu’nun büyük başarı hikayesi olarak nitelendirse de aslında bu nitelemenin hikaye olduğunu Afyon’da devam eden AKP kampında açılımın gittiği noktadan endişe duyan AKP’li milletvekilleri  ile Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan arasındaki tartışmanın niteliği gösteriyor. Bu tartışmada Y. Akdoğan, hem milletvekillerini “kaydettim ileride değerlendiririz” diye tehdit ediyor hem de “Ben açılımdan sorumlu bakan” değilim, diyerek, açılım ile arasına mesafe koyuyor. Öte yandan bir AKP milletvekili,  “Bizim can güvenliğimiz yok. Vatandaş ne yapsın. Alanda hakimiyet devletin elinden gitti. Evime, havaalanına rahat gidemeyeceksem bu çözüm süreci nasıl yürüyecek?” diye soruyor. AKP Şırnak Milletvekili Emin Dindar ise “Bir kardeşimi şehit verdim. Evimi taradılar. Şimdi beni öldürmeye gelirlerse ne yapacağım” diye soruyor. (Sözcü, 4 Kasım 2014) Bakan Y. Akdoğan ile milletvekili Şamil Tayyar arasında sert bir tartışma olurken, Mehmet Metiner de Aydoğan’a itiraz ediyor. AKP’li milletvekilleri gidişten endişeli bir şekilde, “HDP ve Öcalan’ın samimi olmadıklarını” ve  “Açılım ile ilgili alınan kararların milletvekillerine bildirilmediğinden” şikayet ediyorlar. (Hürriyet, 6 Kasım 2014)

AKP’li milletvekillerinin PKK açılımı ile ilgili endişelerini artıran, Başbakan Başdanışmanı Etyen Mahçupyan’ın “PKK’nın bölgede alan hakimiyeti kurduğu, şehirlere hakim olmaya başladığı, kamu düzeninin devletin değil, PKK’nın elinde olduğu ve PKK’nın bu süreçte güçlendiği” şeklindeki açıklamasından çok, bizzat İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın 2 Kasım 2014’te Afyon’da AKP kampında yapmış olduğu açıklama. Ala şöyle diyor:  “Bu süreçte alan hakimiyetinin kaybedildiği zamanlar oldu. Hakimiyeti sağlayamadığımız zamanlar oldu. Kırsalda terör baskısı arttı, şehirlere inmeye başladılar. Bölgede devletin devlet olması gerekir. Tedbirler alınsın. Yoksa iş tersine dönecek.” (Aydınlık, 3 Kasım 2014) Durumun ne kadar vahim olduğunu önlemleri alması gereken makamda olan bakanın bu şekilde ifade edişi, endişeleri daha da artırmış olsa gerek. Gerçi, Ala’nın daha sonra bir Doğulu milletvekiline “Devlet arslan gibidir, uyur gözüküyor. Sonra tahrik edilirse insanı parçalar” diyerek, endişeleri yatıştırmak istediği anlaşılıyor. (Sözcü, 4 Kasım 2014)

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da endişesini, “Süreç biterse HDP de Öcalan da AK Partisi olarak biz de bunun altında kalırız” diyerek ifade ediyor. Öte yandan PKK açılımını Orta Doğu, özellikle Irak-Suriye eksenindeki gelişmeler ile birlikte değerlendiren Cumhurbaşkanı alışılmadık bir şekilde şöyle konuşuyor: “Ne içerideki ihanet şebekelerine (müzakerelerin sürdüğü PKK ve HDP’yi kastediyor) ne de dışarıdan (ABD’yi kastediyor) gelen algı operasyonlarına Türkiye boyun eğecek, eyvallah diyecek bir ülke değildir. Sevr Antlaşması’nı yırtıp atmış, manda ve himayeyi elinin tersiyle itmiş, bağımsız, hür bir ülkeyiz, Türkiye’yiz.” PKK açılımının sahibi Erdoğan’ın bu durumun vahametini gösteren ve Davutoğlu’nun ileri sürdüğünün aksine başarı öyküsü olmadığını ortaya koyan bu açıklamasını, HDP’ye yönelik “Sabrımız da bir yere kadar” mesajı izlemiştir. Erdoğan, HDP’ye kamuoyu önünde bu mesajı verirken, Öcalan’a da gizlice Ahmet Takan’ın Yeniçağ’da ileri sürdüğü ve şimdiye değin tarafların yalanlamadığı, “Türk Silahlı Kuvvetlerini zor tutuyorum. Ne çözüm bulacaksan bul” mesajını iletmiştir. (Yeniçağ, 4 Kasım 2014)  

Açılım ile arasına mesafe koyanın sadece Y. Akdoğan değil, açılımı sürdüren kurum olan Milli İstihbarat Teşkilatı olduğu da anlaşılıyor. MİT, PKK açılımının kurumsal sorumluluğunu Kamu Güvenliği Müsteşarlığı adlı yeni ve zayıf bir kuruma devrederken, kurumun başına da bir MİT Müsteşar Yardımcısının getirilmesini sağlıyor. 

Öte yandan PKK, Ayn el-Arap’ta ABD ile gerçekleştirdiği askeri-politik stratejik ittifakın farkında olarak,  “Kobani”den PKK için bir ’Stalingrad Başarısı’çıkaracak şekilde kendisini yeniden küresel sistem, Orta Doğu ve Türkiye’de konumlandırma çabası içindedir. Suriye’nin kuzeyinde kurduğu  “devletçikleri” Türkiye’ye karşı güç projeksiyonunda kullanacağı konusunda AKP Hükümetini defaat ile uyardığımız PKK, şimdi bunu büyük bir başarı ile yapmaktadır.

Bu ortamda Murat Karayılan, PKK’nın Türkiye’yi yıkabilecek güçte olduğunu ileri sürerken, Cemil Bayık, ABD’nin müzakerelerde aracı ülke olmasını talep etmiştir. AKP Hükümetinin bütün ümidini bağladığı Öcalan konusunda ise Kandil’den önce M. Karayılan’ın “Barışı Öcalan, savaşı biz yaparız” açıklaması gelmiştir. Bunun örgüt dilinden Türkçeye tercümesi, “Öcalan, PKK’yı % 100 kontrol edemiyor demektir.” Ayrıca Kandil’den gelen son açıklamada Öcalan-Hükümet görüşmeleri çıkmazda ve beyhude olarak nitelendirilmiştir.

 PKK, 1984’ten beri devam eden terör sürecini, yerleşim bölgelerinde başlatacağı silahlı ayaklanmalar ile yeni bir aşamaya taşıma çalışmalarına başlamıştır. Kobani’de IŞİD ile süren çatışmaları küresel bir halkla ilişkiler faaliyetine dönüştüren ve çatışmalar üzerinden dünya kamuoyunun gözünde vahşi, kafa kesen terör örgütü IŞİD’e karşı medeniyetin ve mazlum Kürtlerin, Yezidilerin savunucusu rolüne terfi eden PKK, bu yeni pozisyonu değerlendirmeyi hedeflemektedir. Diğer bir ifade ile PKK, kent ayaklanmaları gerçekleştirip, Türk ordusunu meskûn mahal çatışmasına zorlamayı ve Türkiye içinde Kobaniler oluşturmayı hedeflemektedir.

PKK baskısı kırılmalı

Bu politika yaşama geçmese dahi, kısmen gerçekleştirilmesi, AKP’yi Türkiye ve AKP için yaşamsal bir tercihin önüne koyacaktır. AKP Hükümeti ya geri adım atacak ve Türkiye’nin bir bölümünde (iddialara göre; Tendürek Dağı’nın güneyinde kalan bölgeyi Şanlıurfa içinde kalacak şekilde) Kürdistan’ın federe devlet olarak kurulmasına izin verecek ya da PKK ile süren müzakereleri keserek, PKK’yı ezmek için ağır isyan bastırma programını uygulamaya koyacaktır. TSK, sınır bölgelerinde ağır güvenlik önlemleri alacak, Kuzey Irak’taki PKK kampları işgal etmeli, Türkiye içinde tekrar alan hakimiyetine geçilmelidir. Halk üzerinde son yıllarda oluşmasına izin verilen PKK baskısı kırılmalıdır. Bu çerçevede Öcalan tecrit edilmeli, terörist örgüt ve lider kadrosu yıldırılmalıdır.

AKP eğer, PKK karşısında geri adım atar ve federal devlet mekanizmasını kabul eder ise PKK ayaklanması duracaktır. Ancak Türkiye yeni ve daha büyük bir politik, ekonomik, sosyal ve kültürel kaos süreci içine sürüklenecektir. Federal devlet modeline geçiş, PKK’nın Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu’sunu devralması, Öcalan’ın İmralı’dan çıkması ve galip bir lider olarak Diyarbakır’a dönmesi, Kandil kadrolarının Türkiye  “Kürdistan’ına”  dönmeleri, dağdan inen PKK’lılara iş vs.. kredisi adı altında PKK’ya örtülü savaş tazminatı ödenmesi, Türkiye’nin geri kalan bölümünü ya da Türkiye’den geriye kalanı çok sert bir şekilde sarsacaktır.

Liberal ekonomist Ege Cansen “Türkiye’nin en önemli iktisadi meselesi, siyasi bölünmedir. Kamusal gelir ve giderler ve kamusal varlık ve yükümlülükler yeniden paylaşılacaktır”  derken, çok önemli bir boyutun altını çizmektedir. Bu gelişmeler sonucunda Türkiye’nin batı, kuzey, orta ve güneyinde Kürt kökenli vatandaşlara yönelik büyük bir diskriminasyon başlayacaktır. Öte yandan PKK, Güneydoğu Anadolu’da Türklere ve Araplara yönelik başlatmış olduğu etnik temizliği geliştirerek sürdürecektir. Böyle bir sürecin sonucu, iç savaştır. İç savaş, milletlerin bağırsaklarının ortaya döküldüğü en olumsuz sosyal süreçlerin başında gelmektedir. Bu iç savaşa dışarıdan müdahale olmaması durumunda çok büyük acı ve kan kaybından sonra Türkiye’nin bütünlüğü sağlanabilir. Ancak Batı’nın bu iç savaşta Türkiye ile PKK’yı baş başa bırakmayacağı kesindir. 

 İnsani Müdahale veya İngilizce ifadesi ile Right to Protect (R2P)(Koruma Hakkı) uluslararası ilişkiler alanına yeni girmiş, tartışmalı ve tehlikeli bir kavram/eylemdir. Çünkü kimin kimi hangi şartlarda ve nasıl koruyacağının bir hukuki çerçevesi olmadığı için rahatlıkla insani görünümlü milli egoist planların aracı olabilmektedir. Amerikan Deniz Kuvvetleri Akademisi Öğretim Üyesi ve National Interest dergisinin eski editörü Nikolas K. Gvasdev, 1933 Montevideo Anlaşması ile egemenlik hakları belirlenen uluslararası sistemdeki devlet anlayışının aşıldığını ve  “Suriye Olayının” ,  “Suriye Normu”  diye anılan ve devletlerin otoritesini reddedenlere karşı kuvvet kullanma hakkını sınırlayan bir anlayışı ortaya çıkardığını ifade etmektedir.  

Müdahaleye hazırlık

Nikolas K. Gvasdev, Suriye Normu’nun kısa bir süre içinde Türkiye’de PKK’ya, Kolombiya’da FARC’a, Filipinler’de komünist ve İslamcı asilere karşı uygulanan isyan bastırma uygulamalarının sorgulanmasını beraberinde getireceğini ileri sürmüştür. Gvasdev’e göre bunun sonucu, devletlerin topraklarının bir bölümünde egemenliklerinin sınırlanması olacaktır. Üstelik bu konuda; Güney Kafkasya’da üç egemen devletin yanında, üç uluslararası sistem tarafından tanınmayan devletçiğin (Dağlık Karabağ, Abhazya, Güney Osetya) birlikte yaşaması bunun olabilirliğini göstermektedir. Özetle, Türkiye’ye müdahalenin zihinsel hazırlığının yapıldığını düşünebiliriz. Ancak Batı’nın Suriye konusunda bile askeri müdahalede ne kadar isteksiz olduğu göz önünde tutulur ise Türkiye’ye askeri müdahalenin ne kadar zor olduğu anlaşılacaktır. Öte yandan böyle bir müdahale; Türkiye-Batı ilişkilerini bitirirken, Türkiye-Rusya-İran ilişkilerini yeni bir zemine oturtacağı da kesindir. 

İmralı’ya üçüncü konuk

İç savaş tehlikesinin doğduğu ve sivil iradenin iç savaşı durdurmada yetersiz kaldığı durumda Türkiye’nin önüne çıkabilecek diğer seçenek, askeri müdahale seçeneğidir.  “Artık asker müdahale yapmaz”  gibi şablon ve gerçeklerden kopuk söylemleri bir tarafa bırakır isek yapılması gereken tespit askeri müdahaleleri askerlerin öznel arzularının değil, objektif şartların yaptığı/yaptırdığıdır. Cezayir’in Fransa’dan kopma sürecinde Fransız ordusunun bile darbe girişiminde bulunmuş olması ve darbenin ancak General de Gaulle’ün tarihi şahsiyeti sayesinde aşılabildiği gerçeği göz önünde tutulmalıdır. Türkiye’de gerçekleşecek bir askeri darbe, PKK’ya  “özgürlük savaşçısı” olma şansı verecektir. Ancak şartlar bölünmeyi ve iç çatışmayı durdurmak için başka bir yola izin vermezse Türkiye, bütünlüğünü sağlamak için son şansını bu şekilde kullanmak zorunda kalabilir.

Sonuç olarak; ülkemizin içinden geçtiği süreçte demokratik sistem ülkemizin güvenliği açısından en az Birinci Ordu kadar büyük önem taşımaktadır. Diğer bir ifade ile demokrasi Türkiye için milli güvenlik rejimidir. Türkiye, PKK’nın temsil ettiği Stalinist-Pol Pot türü terörist örgüt ve anlayışı, demokratik hukuk devleti içinde aşmanın yolunu bulmak zorundadır. PKK’nın zafer duyguları yaşadığı bir süreçte, müzakerenin başarılı olması mümkün değildir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP Hükümeti, uçuruma doğru giden Türkiye’yi uçuruma düşmekten kurtarmak için bir an önce PKK terör örgütünü yıldıracak kapsamlı önlemleri almak zorundadırlar. 1990’lı yıllara dönmek isteyen Türkiye değil, PKK’dır. Eğer 1990’lı yıllara dönmemek için Türkiye’nin parçalanmasına gidecek bir kapı açılacak ise 1990’lı yıllara dönmek ve sonunda Murat Karayılan ve Cemil Bayık’ı İmralı’da Öcalan’ın yanına koyacak önlemleri almak çok daha tercih edilir bir seçenektir.


Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ

Alıntı Kaynağı: Yeniçağ Gazetesi

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.