Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlılarda Haberleşme Ve Menzil Teşkilâtı’na Genel Bir Bakış

0 8.822

Haberleşme (muhâbere) yani uzaktan iletişim, mesafeye ve coğrafî şartlara göre (meselâ: yüksek yerlerde ateş yakarak, dumanla, aynayı güneşe tutup yansıtarak, davul veya tamtamla, barut kullanarak, güvercinle, kervanlar veya yolcular vâsıtasıyla, atlı habercilerle vb.) yeni teknik ve usullerle zamanla gelişerek tarihin her devresinde olagelmiştir. Bunun yanında medeniyet ilerledikçe devletlerin merkezle idârî birimleri arasında ve diğer devletlerle muhâberâtını, ticârî kervanların nakliyâtını, orduların sevkıyâtını ve insanların seyahatini emniyetle, serî ve kolayca temin bakımından ulaştırma şebekesinin, özellikle kara yollarının meydana geliş ve işleyişi, her devirde çok büyük önemi hâiz olmuştur. Bunun için müessese ve hizmet grupları teşkil edilmiş ve ana yollar üzerinde yolcuların, kervanların, habercilerin, orduların ihtiyaçlarını (iâşe, ibâte gibi) karşılamak üzere birtakım askerî, sosyal, ticârî ve hayrî tesisler (ribat, müsâfirhâne, han, kervansaray, derbent, menzil gibi) kurmak yoluna gidilmiştir.

Muhâbere, çeşitli usullerde bütün devletlerde cârî olduğu gibi, İslâm memleketlerinde de resmî olarak ilk defa Halîfe Hz. Ömer zamanında ihdâs olundu. Buna “el-berîd” veya “neccâbe” denilirdi. “El-Berîd” kelimesi, posta ve postacı manasına geldiği gibi, posta menziline ve posta atlarına da bu ad verilmişti. Bu dönemde sâ’îlere Beytü’l-mâl’den develer verilir; geçecekleri yerlerin askerî kumandanlarına ve idârecilerine emirler gönderilerek, şayet sâ’îler geri dönmeyecek olurlarsa Beytü’l- mâl nâmına develerine el konulması; şâyet develer yorulmuş ise alınıp yerine hazineden başka deve verilmesi istenirdi.

Hicrî 41 (M. 664) yılında Emevî Devleti’nin, mektûpların nakli için “Dîvân-ı Hatem” denilen bir posta teşkilâtı te’sîs ederek posta sürücüleri hakkında nizamnâmeler ve kaideler koyduğu bilinmektedir. Bütün resmî mektûplar bu dîvânda yazılıp mühürlenir ve sâ’îlere teslîm edilerek gönderilirdi. Emevîler zamanında oldukça iyi teşkilâtlanmış olan muhâbere işleri, daha sonra Abbâsîler devrinde gevşemişti.

Tarihte ilk olarak Moğolların “Tatar” (elçi) denilen serî haberciler vâsıtasıyla uyguladıkları öne sürülen muhâbere usûlü, onların İslâm memleketlerini istîlâ etmeleriyle, bilhassa Abbâsîler zamanında benimsenerek gittikçe yayılmıştır. Cengizîler’in (Moğollar) Irak’ı ve Anadolu’yu istîlâ ettikten sonra kullandıkları ulaklar, ahalînin hayvanlarından istifâde ederek kimin elinde ve nerede at, katır, deve bulurlarsa gereğinde zora başvurarak alıp giderlerdi.

Abbâsî Devleti zamanında bir posta nezâreti teşkîl edilmiş ve hatta bu devirde güvercinlerle de muhâbere usûlü ihdâs olunmuştur. İslâm topraklarının İran, Suriye ve Mısır’a kadar genişlemesiyle devletin resmî işleri ve bürokrasi çoğaldı. Bunun yanında uzak yerlere gönderilecek mektûplar için, işlek yollar üzerinde muayyen noktalara menziller teşkîl olunarak buralarda katırlar beslenirdi. Abbâsîlerden sonra hükûmet merkezinin emirlerini buraların vâlilerine ve idârecilerine, piyâde giden peyklerle (sâ’îlerle) göndermek usûlü uygulanmaya başladı.

Mısır fethedildikten sonra bilhassa Eyyûbî Sultânı Selâhaddîn-i Eyyûbî zamanında posta teşkilâtı daha mütekâmil hâle getirildi ve muhtelif mahallerde posta merkezleri kuruldu. Bu arada güvercin postaları büyük önem kazandı ve haçlı ordularının Akkâ’yı muhâsarası sırasında (1181-1191) muhâberâtta mühim hizmetleri görüldü. Güvercinlerin seyrüseferlerine nezâret emek üzere takrîben 42 saatlik mesâfelerde kuleler yaptırılıp buralara bekçiler tâyin olundu. Her güvercinin başına hükümdârın ismi ve ayaklarına güvercinin numarası yazılırdı. Güvercinlerin boyunlarına asılı olan mektûplar, kulelerdeki bekciler tarafından alınır ve diğer güvercinlerle ileri konaklara gönderilirdi.

Zengîler zamânında muhâbere ve münâkale vâsıtalarının ıslâhı husûsunda önemli çalışmalar yapıldığını görmekteyiz. Nûreddîn Zengî Dönemi’nde (1193-1211) yollar boyunca kervansaraylar, hudutlarda ise nöbet ve işaret kuleleri yapılmış; güvercin postaları ihdâs edilmişdir. Ayrıca sür’atli hecin develeri vasıtasıyla posta işleri daha etkili bir hale getirildi.

Mısır ve Sûriye Memlûkî Devleti’nde posta ve muhârebe işleriyle meşgul olmak üzere Dîvânü’l- Berîd adı verilen bir teşkilât vücûda getirilmişti. Haçlı Seferleri dolayısıyla bozulmuş olan bu teşkilât yeniden canlandırılmıştır. Memlûkîler, üç çeşit muhâbere usûlü kullanmışlardır. Bunlar: “Berîd” denilen at ve hecin postaları, güvercin postaları ve ateş işaretleri idi. Habercilere “kasıd” veya “berîdî”, posta menzillerine ise “merâkizü’l-berîd” denilirdi Berîd teşkilâtı için gerekli olan atlar, şehirler halkından temin edilirdi. Sultan Begbars (1260-1277), Trablusşâm şehrine bir iltifat olmak üzere bu şehre ait berîd masraflarını doğrudan doğruya kendi hazînesinden karşılayacağını bildirmişti.

Moğollar, özellikle İlhanlılar istilâ ettikleri ülkeler arasında irtibatı sağlamak, çok geniş ülke ve topraklara yayılmış olan imparatorluğun muhtelif yerlerinde meydana gelen olayların merkeze en sür’atli şekilde ulaştırılması için ulaşım yollarının inşa ve tâmiri ile beraber kervansaray ve köprü inşâsına önem vererek nakliyat ve sevkıyâtın, dolayısıyla ticâretin gelişmesine hizmet ettiler. Cengiz Han, en önemli ulaşım yolları üzerinde belirli mesâfelerde “yam” denilen posta istasyonları te’sîs etmiştir. Her istasyonda bulunan postacılar, devlet elçileri (Tatarlar) için 20 kadar beygir bulundurmak zorunda idiler. Bu teşkilât, eyâletlerde “nâib”lerin ve onun üstünde “sâhib-i dîvân”ların emrinde bulunuyordu. Moğollar, istîlâ etdikleri yerlerde “ulak” usûlünü, halkın atlarını ve mallarını müsâdere gibi aşırılığa kaçacak bir şekilde uyguladılar. Köy ve kasabalar bu durumdan oldukça mutazarrır olduğu gibi, ticâret kervanları da artık işlemez bir hâle geldi. Nihâyet, Gazan Han zamânında bu zâlimâne usul terk edilerek “Berîd” teşkilâtı gibi muntazam “Yam” teşkilâtı kuruldu ve yolcular, ulak zulmünden kurtuldu.

Selçuklu Devletlerinde muhâbere teştilâtı oldukça gelişmişti. Haberleşme işlerine “Dîvân-ı Berîd” bakardı ve bu dîvânın nâzırına “Sâhib-i Berîd” denilirdi. Sâhib-i Berîd’i hükümdâr, mûtemed kişilerden seçer ve tâyin ederdi. Divân-ı Berîd’in vilâyetlerde “Sâhib-i Haber” denilen memurları vardı Memleketin her tarafından haber getirmek üzere “peyk”ler, yâni piyâde “sâ‘î”ler istihdâm edilirdi. Peyklerin “Nakîb” adı verilen tîmâr sâhibi âmirleri vardı. Berîd Dîvânı’nın vâli, serasker ve tebaa hakkında mâlûmat toplamasını, yâni bir nevi hafiye ve sivil araştırma teşkilâtı hâline gelmesini, İslâm ahlâkına aykırı bulan Sultan Alp Arslan uygun görmemiş ve kaldırmışdır.

Yrd. Doç. Dr. M. Hüdai ŞENTÜRK

Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.