Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlılar Zamanına Ulaşan Selçuklu Medreseleri Ve Müderrisleri

0 11.034

Yrd. Doç. Dr. Zeki ATÇEKEN

Türklerin Konya şehriyle ilk tanışmaları 1067 yılında Alp Arslan’ın meşhur komutanlarından Afşin Bey’in yağması sırasında oldu. Bilahare Anadolu fatihi Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Konya’yı Martavkusta’dan aldıktan sonra yoluna devam ederek karargâhını İznik şehrinde kurdu. Fakat Orta Çağ’ın şüphesiz en önemli olaylarından biri olan Haçlıların Iznik’i ele geçirmeleri üzerine Konya, I. Kılıçarslan tarafından Anadolu Selçuklu Devleti’ne başkent yapıldı (1098).

Sultan I. Mesud, Haçlı tahribinden sonra devlete eski kudretini kazandırmak için çok çalıştı. Tam bu sıralarda patlak veren II. Haçlı Seferi’yle (1147) Anadolu tekrar heyecanlı günler yaşadı. Fakat Anadolu’dan geçemeyen bu Haçlılar, ilk defa yurdumuzdan “Turquie” olarak söz ettiler. II. Kılıçarslan zamanında ise III. Haçlı Seferi’nin (1189) Alman Friedrich Barbarossa kolu, Anadolu’dan geçmeye kalktı. Konya’yı tahrip eden Barbarossa, Silifke yöresinde boğuldu. Askerleri binbir müşkilatla Antakya’ya ulaşabildiler (1190).

Anadolu, bu hadiselerden sonra büyük bir yükseliş sürecine girdi. Yolları süsleyen kervansaraylar, ticaretin giderek gelişmesi, denizlerde fethedilen limanlar hayat seviyesini bir hayli yükseltti. Anadolu’da imar faaliyetleri hızlandı. İlme verilen değer, bilhassa başkent Konya’da kendini gösterdi. Devlet büyükleri adım başı medrese yapımına hız verdi. Uluğ Keykubad zamanında Konya’yı teşrif eden Bahâeddin Sultan Veled, bu mukaddes beldeye ayrı bir ruh kazandırdı. Konya ilim adamlarının, sanatkârların, dervişlerin uğrak yeri oldu. Yani Batı için karanlık olan Orta Çağ, Doğu’da Müslümanlar için fevkalade aydınlık idi.

Ne var ki Sultan I. Alaeddin Keykubad’ın ölümünden sonra geride kalan oğlu kendisi gibi kudretli değildi. Basiretsizliği sebebiyle Moğollarla Kösedağ’da karşılaştı (1243). Selçuklu öncülerinin yenilmesi üzerine geriye çekilen Sultan, savaşın da kaybedilmesine yol açtı. Artık Anadolu bundan sonra Moğolların manevî baskısı altındaydı. II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in ölümünden sonra çocukları II. Alaeddin Keykubad, II. İzzeddin Keykavus ve IV. Kılıçarslan’ı Celaleddin Karatay büyük bir maharetle idare etti. Devlet 1277 yılına kadar, Moğol baskısına rağmen yükselişini sürdürdü. Fakat aynı tarihte Karamanoğlu Mehmed Bey’in Cimri (Gıyaseddin Siyavuş) ile Konya’ya sahip olması (1277), Moğolların bizzat idareyi ellerine almalarına sebebiyet verdi. Nihayet varlıklarıyla yoklukları bir olan sultanların idareye sahip olamamaları, devletin yıkılışını hızlandırdı. Sonunda 1308 veya 1318’de Anadolu Selçuklu Devleti çökerken, toprakları üzerinde 16 beylik ortaya çıktı. Bu beyliklere Moğollar söz geçiremediler. İçlerinde yıldızı parlayan ve istikbal vaad eden beylik tabii ki sadece Osmanoğulları idi. Konya, Anadolu Selçuklu Devleti’ne başkent oluşundan yıkılışına kadar hareketliğini devam ettirdi. Moğolların ağır baskılan karşısında insanların ümitsizlik ve tedirginliklerine Hz. Mevlâna ve Şeyh Sadreddin-i Konevi’nin varlığı büyük teselli oldu. Fakat bu iki zatın ölümünden sonra (1272-1273) Anadolu insanının yüzü bir daha gülmedi.

Felsefenin çok hareketli oluşu ve sultanların da bizzat bu felsefe münakaşalarına ilgi götermesi Konya’da ilim alanını canlı tutuyordu. Bir yanda medreseler, bir yanda zaviyeler bir yanda da sultan saraylarındaki ilmî münakaşalar, ilim dünyasının dikkatini Konya’ya çekiyordu. Bu havaya, tarikatların çalışması da ayrı bir çeşni katıyordu. Bu yüzden Konya, meşhur âlimlerin uğrak yeri haline gelmişti. İşte Konya’da açılan medreseler, böyle bir ilim alanının mahsulleri olarak tezahür etti.

Medrese Tâbiri ve İlk Medreseler

“Medrese” kelimesi Arapça “derase” kökünden olup ‘Talebenin ilim öğrendiği yer” manasına gelir. Umumî, anlamda ise sıbyan mektebinin üstünde eğitim ve öğretim yapılan tahsil müesseseleridir.[1]

Bilindiği üzere İslâm’ın ilk emri “oku”dur. İlim adına bu kutsal emre büyük önem veren Müslümanlar, toplu eğitim ve öğretim yapmaya başladılar. Nitekim toplu öğretim yapılan ilk yer Erkam bin Ebu’l-Erkam’ın evidir.[2]

Daha sonra cami ve mescidler okul görevi yapmaya başladılar. Hz. Peygamber (S.A.V.) camide oturur ve etrafında halkalanan cemaatı aydınlatırdı.[3]

İmam-ı Azam Ebu Hanife ve İmam-ı Malik hazretleri de derslerini hep camilerde verdiler. İhtiyaçların zamanla artması ve cemiyetlerin dağılmaya başlaması üzerine, Emeviler Dönemi’nde (661-750), çocuklar için müstakil mektepler açılmaya başladı. Bu tür mekteplere “küttap” veya “mektep”, öğretmenlerine ise “muallim”[4] deniyordu. Bu mektepler camilerden ayrıldılar. Artık camiler yüksek tahsil yapılan yerlerdi. Buralarda din eğitimin yanında her çeşit müsbet ilimler de okutuluyordu.

Genel anlamda ve resmi sarayın dışında, herkese açık ilk okuma ve araştırma enstitüsü veya akademisi ise Abbasi Halifesi Memun (813-833) zamanında Zerdüşt okullarının ilhamıyla Bağdat’ta kurulmuştur (832). “Beytü’l-hikme” denilen bu müessese bir anlamda ilk medresedir. Ancak ismi medrese değildir. Beytü’l-hikmelerde Arap, Yahudi ve Hıristiyan ilim adamları beraber çalışıyorlar; Yunan, Hint ve eski İran kültürüne ait kaynakları tetkik ediyorlar, Aristo ve Eflatun gibi bir çok mütefekkirin eserlerini Arapçaya çeviriyorlardı. Bu devir Mutezile fırkasının faaliyetlerinin en çok arttığı zamandır. Hatta Mutezile’nin görüşleri Abbasî Devleti’nin zorla resmî mezhebi haline getirilmiştir.

Yine bu devirde Bağdat’ta “Beytü’l-ilim” ve “Darü’l-ilim” adıyla açılan müesseseler, asıl medreselerin doğuşunda müessir olmuşlardır.[5]

Abbasîler zamanında eğitim yerleri için henüz “medrese” tabiri yoktur. Bu tabir ilk defa IX. asırda kullanılmaya başlamışsa da, medreselerin resmî bir teşekkül olarak devlet eliyle kurulması X. asırda Karahanlılar (840-1211/2) zamanında olmuştur. Müslüman tarihçiler medresenin tarihini yazmakta zorlanmaktadırlar. İlk medresenin Nizamü’l-mülk tarafından kurulduğu ileri sürülürse de el-Makrizî ve el-Suyûtî, bundan daha önceleri de medreselerin varlığından söz ederler. Bilhassa camide esaslı bir şekilde tedrisat yapılan Nişabur’da, medreseler açılmıştır. Bunlardan dördü meşhurdu.[6] Gerçekten Nizamülmülk’ten önce Gazneli Mahmud (998-1030) Gazne’de ve kardeşi Nasr da Nişabur’da (1033) medrese açmışlardır.[7]

Medrese adını taşıyan ilk eğitim ve öğretim müesseselerinin Merv ve Nişabur çevrelerinde açılma sebeplerini eski Uygur Türklerine ait Budist viharalarının tesirlerine bağlayan tarihçiler de vardır. Medreseler umumiyetle bir dersane ve etrafında yeteri kadar talebe hücrelerinden meydana gelmektedir. Medreseyi açanın anlayış ve malî gücüne göre imaret, kütüphane, hamam… gibi ilaveler de yapılırdı. Medrese ister bir hayırsever, isterse bir devlet adamı tarafından yapılmış olsun, ders okumak ve ilim tahsil etmek için yapıldığından yaptıranın kafasında kendine göre bir program mevcuttu. Onu medresenin vakfiyesine yazdırmayı ihmal etmezdi. İslâm dünyasındaki ihtisas medreseleri, farklı hizmet sahaları bakımından üç grupta toplanır:

  1. Daru’l-hadisler,
  2. Darü’t tıplar,
  3. Daru’l-kurralar,

Daru’l-kurralar Anadolu Selçukluları ve Karamanoğulları topluluğunda “daru’l-huffaz” adını almışlardır. Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucusu Tuğrul Bey, daha Nişabur’a ilk geldiği zaman Saraçla Pazarı’nın yakınında bir medrese inşa edilmesini istemişti. Ayrıca Vezir Amidülmülk Kündurî de Merv’de bir medrese inşa ettirmişti.[8]

Selçuklular zamanında büyük bir üne kavuşan ve pek çok ilim adamı yetiştiren ve aynı zamanda Mutezile’nin bozuk düşüncesini ilimle çürüten meşhur Nizamiye Medresesi’nin Bağdat’ta inşası 1067’de tamamlanmıştır.[9] Daru’l-ilim adlı müesseseler ise sunnî inancı kuvvetlendirmek için açılmışlardır ki bunların en meşhuru Bağdat Nizamiye Medresesi’dir.

Konya Selçuklu Devri Medreseleri

Örneklerini Büyük Selçuklu devleti’nde Melikşah’ın Veziri Nizamülmülk’ün Tus’ta, Bağdat’ta yaptırdığı eyvanlı medreselerden alan, zamanının üniversiteleri mahiyetindeki medreselere Anadolu Selçukluları da çok önem vermişlerdir. Konya’da sık sık bu güzel yapılara rastlamak insana ayrı bir ferahlık ve gurur vermektedir. Bir ülkenin mührü üzerindeki tarihi yapılardır ve bilhassa eğer bunlar ilimle alakalı olursa.

Avluya açılan dört büyük eyvanlı Asya medreseleri örneği, Selçuklular Devri’nde de muhafaza edilerek tatbik edilmiştir. Bu arada iklim şartları da göz önünde tutularak medrese yapımında iki tip ortaya çıkmıştır.

Bunlar:

  1. Açık avlu medreseler,
  2. Kapalı, kubbeli medreselerdir. [10]

Anadolu Selçuklu medreseleri genellikle tek katlıdır. Ancak Sırçalı Medrese’de olduğu gibi iki katlı olanı da mevcuttur. Eyvan sayıları belli değildir. Eyvanlar sivri, beşik tonoz örtülü; ana eyvanın yanlarındaki odalar ise umumiyetle kubbelidir.[11]

Vakfın gaye ve imkânlarına göre Selçuklu medreselerinde Kur’an, Hadis, Tefsir gibi dinî ilimler yanında tıp, fıkıh ve astronomi gibi, müsbet ilimler de okutulmuş, her ilim için ayrı medreseler yapılmıştır.[12]

Tıp öğretimi darüşşifalarla birlikte bulunan medreselerde yapılırdı. Nitekim Konya Alâeddin Daruşşifası’nın yanında da bir medrese mevcuttu.[13]

Konya medreseleri, Anadolu Selçuklu Türkleri, Hanefi mezhebinden oldukları için, Sünnî akidelerin ve bilhassa Hanefî fıkhının öğretim yerleri idi. Medreseler çok zengin vakıflarla donatıldıklan için, hem öğrenciler, hem de çalışanları katiyyen maddî bir sıkıntı çekmiyorlardı.

Konya medreselerinde ortalama 20-40 öğrenci bulunuyordu.[14]

Selçuklu medreselerinin bazıları Osmanlı devrine intikal etmeden yıkılıp yok olmuşlardır. Bazıları Osmanlılar zamanına ulaşmış, bu devirde hizmet yapmış fakat zamanımıza gelememiştir. Günümüze ulaşanlar ise geçirdikleri tamirlerle ancak ayakta kalabilmişlerdir. Şer’iyye Sicillerinde bu hususu gösteren pek çok tamirat kaydı mevcuttur. Bugün Konya’mızı süsleyen, bu tarihî yapılar tarihten günümüze sanki birer mesaj taşır gibidir.

Yapılış Tarihlerine Göre Konya Selçuklu Medreselerine Kısa Bir Bakış

  1. İplikçi (Altun Aba) Medresesi

Konya’da inşa edilen ilk medresenin Altun Aba Medresesi olduğu söylenir. 1200 yıllarında[15] II. Rükneddin Süleyman Şah’ın (1196-1204) sipehsalarlarından Şemseddin Altun Aba[16] tarafından yaptırılan medrese, vakfiyesinde görüleceği üzere mütevelli olarak “İplikçi oğlu”nun tayin edilmesinden dolayı, İplikçi Medresesi olarak şöhret yapmıştır.[17]

Hz. Mevlânâ’ya giden ana caddede ve İplikçi Câmii’nin güney bitişiğinde yer olan Altun Aba Medresesi, ortasında büyük bir kubbesi bulunan kapalı medrese tipinde idi.[18]

Sultanü’l-ulemâ Bahaeddin Veled Konya’ya teşrif ettiği zaman (1228), Konya’da Sultan sarayına misafir olmayı reddedip Altun Aba Medresesi’ne inmiştir. Bu hususta Eflaki şu bilgiyi verir: “Sultan’ın niyeti Sultanü’l-ulemâyı kendi sarayında ağırlamak ve onu orada misafir etmekti. Mevlâna Baha Veled kabul etmedi ve imamlara medrese, şeyhlere hankâh, emirlere saray, tüccarlara han, başıboş gezenlere zaviyeler, gariplere kervansaraylar münâsiptir… buyurup Altun Aba Medresesi’ne indi”.[19] Eflâkî, Konya’da o zamana kadar Altun Aba Medresesi’nden başka bir medrese olmadığını da bildirir.

Altun Aba Medresesi zengin vakıflara sahipti.

Medresenin banisi Şemseddin Altın Aba devleti ele geçirip sultanlığını ilân etmeye çalışan Emîr- i Mimar Sadeddin Köpek tarafından öldürülmüştür.[20]

İplikçi Medresesi’ne 1907 yılına kadar müderris tayini yapıldığı Şer’iyye Sicil kayıtlarıyla sabittir.[21] Fakat ne zamana kadar tedrisata devam ettiği bilinmiyor. Tekkeleri kapatan kanunun yürürlüğe ginmesinden sonra (3 Mart 1924) tamamen kapatılmıştır.

İplikçi Medresesi’nden bugün sadece küçük bir kümbet mevcuttur.

  1. Lala Ruzbe Medresesi

Adı geçen medrese, zamanımıza ulaşamayan eserlerdendir. Konya’nın İç Kalesi (Ahmedek) içinde ve hankâhının bitişiğinde yer alan bu medrese I. Alâeddin Keykubad’ın muhtedi Lalası Ruzbe tarafından yaptırılmıştı. Horozlu Hanı da bu şahsındır.[22] Konya Osmanlılara geçtiği zaman harap olduğu için geliri Hz. Mevlâna evkafına katılmıştır.

  1. Gühertaş (Molla-i Atik) Medresesi

Medrese Konya’nın Çifte Merdiven mahallesinde Seyfiyye Kümbeti’nin batısında idi.[23] Eflâki’nin verdiği bilgiye göre medreseyi “Dizdar” lakaplı Emir Bedreddin Gühertaş, Sultanü’l-ulemanın isteği üzerine, onun çocukları için yaptırmıştır. (1232).[24] Burası daha sonradan Hz. Mevlâna’nın hankâhı olmuştur. Zamanımıza kadar gelmediği için mimarî durumu hakkında bilgimiz yok denecek kadar azdır.

  1. Tacü’l-Vezir Medresesi

Tacü’l-vezir Medresesi, Konya Fuarı’nın kuzeye açılan kapısının sağında, halen ayakta bulunan türbenin bitişiğinde idi. Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in 1246 zamanının vezirlerinden Tacüddin Ahmed tarafından 1239’de yaptırılmıştır.[25]

1969 yılında, bir yanında kışlık dershane diğer yanında türbe bulunan ana eyvanın duvarları halen ayakta idi. Medrese kapı itibariyle tamamiyle bir Selçuklu medresesi tipini andırıyordu. Büyük portaldan sonra avluya girilirdi. Avlunun iki yanında odalar yer alıyordu. Solda üstü kubbeli bir oda, sağ tarafta da vâkıfın türbesi bulunuyordu.[26] Bugün Tacü’l-Vezir Külliyesi’nden sadece türbe ayaktadır.

  1. Şeref Mesud Medresesi

Bu medrese, Konya’nın Ak-Câmi mahallesinde idi.[27]1239 yılında Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Şerefşah oğlu Mesud tarafından yaptırıldığı[28] Uluırmak Ali Hoca mahallesinde Hoca Ali Mescidi cephesine yerleştirilen kitabeden anlaşılmaktadır.[29] Bu kitabede medresenin bir parçası olarak yaptırılan hankâhın fakîh ve sofilere tahsis edildiği bildiriliyor.[30]      

  1. Büyük Karatay Medresesi

Medrese, Konya’nın Ferhuniye mahallesinde Alâeddin Köşkü’nün karşısındadır. Hemen tak kapısının zerafetiyle dikkat çeken bir Selçuklu abidesidir. Emîr Celâleddin Karatay tarafından 1251 yılında yaptırılmıştır.

İ. Hakkı Konyalı, “Konya’daki Selçuklu eserlerini iri taneli bir inci tesbihine benzetirsek, Karatayî Medresesi onun pırlanta imâmesidir şeklindeki ifadesiyle, medreseye olan hayranlığını belirtir.[31]

Bir sanat şaheseri olan kapının çerçevesini ve üstündeki sathı, üç taraflı som mermerden kitabeli bir süs çevirir. Kitabe on parça taş üzerine Selçuk sülüsü ile tek satır halinde yazılmıştır.[32] Konya Rehberi’nde ise medresenin tak kapısı hakkında şu ifadeler yer alır: “Bu medresenin kapısı tenasübün fevkaladeliği, gök ve beyaz mermerin nizam ve irtibatındaki maharet ve üzerlerinde husule getirilen kabartma ve tezyinat cidden dikkat çeker ve hayret uyandırır”.[33]

Mimar Kemaleddin de bu tak kapı hakkında hayranlığını dile getirir.[34]

Medresenin vakfiyesi 1253’te tanzim edilmiş olup, şarta göre, buraya devam eden talebe dört sünnî mezhepten birine mensup olabilecektir.[35]

Zengin vakıfları olan medresenin banisi Celâleddin Karatay, kendisini ibadetten alıkoyar düşüncesiyle hiç evlenmemiş, Karatay ailesi, kardeşi Kemaleddin Rumtaş’tan türemiştir.

Medresede 1908 yılına kadar tedrisat yapıldığı, şer’iyye sicil kayıtlarıyla sabittir. Zaman zaman tamirat gören medrese bugün “Çini Eserler Müzesi” olarak görev yapmaktadır.

  1. Küçük Karatay (Kemaliye) Medresesi

Akıncı mahallesinde, Büyük Karatay Medresesi’nin doğusunda ve yol aşırı tam karşısındadır.

Celâleddin Karatay’ın kardeşi Kemaleddin Rumtaş tarafından yaptırılan bu eserden günümüze kalan tek hatıra tonozu çökmüş bir eyvanın hüzünlü görünümüdür. Bugün rektörlük tarafından kitap satış yeri olarak kullanılmaktadır.

  1. Kadı Hurremşah Daru’l-Hadisi

Eser Şeyh Sadreddin-i Konevî mahallesinde ve Sadreddin-i Konevî Türbesi yakınında idi. Bu darü’l-hadisi,[36] yaptıran Kadı Hurremşah, Konya kadılar kadısı Ebu’l-meali Ahmed’in babasıdır.[37] Daru’l-hadis yıkılmış bulunduğundan mimarî özelliği bilinmiyor.

  1. Seyfiyye Medresesi

Rektörlüğün doğusunda. Çifte Merdiven mahallesi’nde idi.[38] Sultan II. İzzeddin Keykavuszamanında Celâleddin Karatay’ın küçük kardeşi Seyfeddin Karasungur tarafından yaptırılmış olduğu tahmin ediliyor.[39] Bugün yerinde sadece bir kümbet kalmıştır. Hatta kümbetin yakınında bulunan bir bakkala, bu eser hakkında bilgi sorduğumda bana; “Abi herhalde Yunanlılardan kalmış bir esermiş” dediğine hayretle şahit olmuştum. Karasungur’a ait bulunan bu türbenin etrafında vaktiyle bir takım hücrelerin bulunduğu bazı izlerden anlaşılmaktadır.

  1. Nizamiye Medresesi

Konya’nın Kürkçü mahallesinde, İş Bankası’nın on beş yirmi metre kadar doğusunda köşe başında idi. III. Murad zamanındaki tahrir defterlerine göre, bu ilim müessesesi, Emir Nizameddin Ebi’l-Hasan Ali İbn-i il-Almış bin İdris tarafından 1237’de yaptırılmıştır.[40]

Nizamiye Medresesi günümüze kadar ulaşamadığı için mimari özelliği de bilinmiyor. Ancak Evliya Çelebi Konya’ya geldiği zaman medreselerin en meşhurunun Nizamiye Medresesi olduğunu yazar.[41]

Nizamiye Medresesi kubbeli, kârgîr, gösterişli ve Şark âleminde çok meşhur bir ilim yeri idi. Son zamanlara kadar ayakta kalan büyük kubbesiyle, kuzey ve batı yönündeki tak kapısı 1931 yılında yıkılmıştır. Tak kapısının ve kitabesinin bazı kısımları ile bir kemeri Konya Müzesi’ndedir.

Eserin Keluk bin Abdullah tarafından yapıldığına dair medresenin batı tarafında bir kitabe vardı.[42]

Konya Rehberi de bu medreseyi kıymetli eserler arasında göstermiştir.[43]

  1. Atabekiye (Atabey-Ağazade) Medresesi

Medrese Çifte Merdiven mahallesinde Kadı İzzeddin Camii’nin karşısında idi. Medreseyi Yaruk İnaloğlu Sevinçoğlu Atabey Aslandoğmuş, takribi 1256 yılından sonra yaptırmıştır.[44] Medreseye Koçbekir Ağazade’nin torunu Ebubekir Sami Efendi müderris olduktan sonra, medrese “Ağazade Medresesi” olarak da anılmıştır.[45] Medresenin kitabesi bulunmadığından, mimarı bilinmiyor.

Medrese zamanımıza ulaşmamıştır. Ancak 1900 yılında harap olan medresenin son şeklinin kerpiç olduğu[46] biliniyor. Ayrıca medresenin diğer medreselerde olduğu gibi yanında bir de mescidi bulunduğu şer’iyye sicil kayıtlarından anlaşılıyor.[47]

Atabekiye Medresesi, devrine uygun muhteşem bir törenle açılmış ve törende Konya’nın ve zamanın büyüklerinden Hz. Mevlana, Şeyh Sıracaddin-i Urmevî, Muineddin Süleyman Pervane ve diğerleri bulunmuştur.[48]

Medresenin vâkıfı , II. İzzeddin Keykavus zamanında emîr-i ahur iken, birçok isyanları bastırmış ve üç kardeşin beraberce devleti idare etmelerine büyük yardımcı olmuştur. Moğollara düşmanlığı ile tanınmıştır. Ölüm tarihini İbn Bibi 1256; Aksariyî ise 1258 olarak belirtir.[49]

Bugün bu eserin yerinde Ata Petrol tesisleri bulunmaktadır.

  1. Pamukçular (Penbe Furuşan)Medresesi

Bu medresenin mahiyeti iyi anlaşılamamıştır. Eflâki’ye göre Pamukçular Çarşısı’nda[50] İplikçi Camii civarında dam örtülü bir medrese idi.[51]

Eflâki, Hz. Mevlana ile Şems-i Tebrizi’nin buluşmalarını[52] anlatırken, Mevlâna’nın “Penbe Furuşan” Medresesi’nden çıkıp, rahvan katırla yoluna devam ederken Şems-i Tebrizi ile buluştuklarını ve Şems’in elinden tutarak kendi medresesine gördüğünü yazar.[53]

Pamukçular Medrese’nin Altun Aba Medresesi’nin diğer bir adı olması ihtimali de vardır.[54] Çünkü Hz. Mevlana, Konya’da dört muteber medresenin müderrisi idi. Bunlar, Altun Aba, Gühertaş, Akıncı ve Kadı İzzeddin medreseleri idi. Altun Aba Medresesi fetva makamı idi. Babası Sultant’l- ülema ölünceye kadar bu medresede oturmuşlardı. İşte Altun Aba Medresesi’nin bu yüzden Pamukçular Medresesi olma ihtimali yüksektir.[55]

  1. İnce Minareli Darü’l-hadis Medresesi

Bu görkemli yapı, Alâeddin Tepesi’nin batısında, Beyhekim mahallesindedir. Selçuklu Veziri ve “Ebu’l-hayrat” lakaplı Sahib-ata Fahreddin Ali tarafından, takribi 1264 yılında yaptırılmıştır. Mimarı Keluk bin Abdullah’tır.

Daru’l-hadis’in “Türk tezyinatının en parlak, mükemmel ve orijinal bir numunesi”[56] olduğu belirtilen ve kubbe başlangıcı hizasına kadar çıkan tak kapısı doğu yönündedir. Selçuklu Sarayı’nın Bab-ı Sultan denilen kapısı da onun önünden geçen yola açılırdı.[57]

Daru’l-hadis Medresesi kapalı tiptedir. Yüksek ve ferah kubbesinin örtüğü sahanlıkta, Karatay Medresesi’nde olduğu gibi bir havuz vardı. Salonun sağ ve sol tarafında bulunan nişler talebe odalarına açılan kapılara aittir.

Medreseye ismini veren ince minaresi ise, sırlı tuğlalı minarelere en güzel bir örnektir. Minare çifte şerefeli olup kapıları batıya açılırdı. İki şerefe de istalaktitli birer sepetleme üzerine dayanmakta ve kenarlarında taş korkuluklar bulunmakta idi.[58]

Minarenin aşağıdaki şerefesi hemen hemen kubbe ile aynı seviyede bulunuyordu. Öteki şerefe ise iki kat daha yüksekti.[59] 27 Kasım 1901 Çarşamba günü minareye isabet eden iki yıldırım ile hem minarenin birinci şerefesi yıkılmış hem de mescidin kubbesi yara almıştır.[60]

Medrese’nin vâkıfı olan Sahip Ata aslen Konyalı[61] olup mahlası Fahreddin’dir. II. İzzeddin Keykavus’a vezirlik yaptıktan sonra III. Gıyaseddin Keyhüsrev’in de veziri olmuştur. Meşhur Cimri olayında iki oğlunu birden kaybetmiş, 1281 yılında Akşehir’in Nadir köyünde vefat etmiştir. Cesedi mumyalanarak Konya’daki türbesine defnedilmiştir.[62] Çok zengin ve hayırseverdi. Ilgın, Akşehir, İshaklı, Kayseri ve Sivas’ta bir çok eseri bulunmaktadır.

Medresenin çok zengin vakıfları vardı. Çeşitli zamanlarda tamirat gören İnce Minareli Medrese 1956 yılından beri “Selçuklu Devri Taş ve Ahşap müzesi” olarak kullanılmaktadır.

  1. Sırçalı (Muslihiye) Medresesi

Sırçalı Medrese, Konya’nın Gazi Alemşah mahallesinde, Arapoğlu Makası’dan Sahip Ata Camii’ne giden yolun sağındadır.

Muslihiye Medresesi’nin kapısı çinileriyle meşhur olduğundan daha çok “Sırçalı Medrese” olarak anılmıştır.

Sırçalı Medrese, üzerinde kubbesi bulunmayan açık avlulu bir medresedir. Taç kapı, türbe, avlu ve revak olmak olmak üzere dört kısımdan ibarettir. İki katlı eyvanlı medreselerinden âbidevî bir yapı olan Sırçalı Medrese, tamamiyle simetrik ve dengeli planı ile klasik Selçuklu medreselerinin ilk örnekleri arasında yer alır.

Sırçalı Medrese doğu-batı istikametinde ve dikdörtgen şeklinde bir kaide üzerine oturtulmuştur. Dikdörtgenin uzun kenarını teşkil eden yanlarında altlı üstlü medrese odaları vardır.[63]

Taç kapısında bulunan kemerin üstündeki mermer kitabesinden[64] anlaşıldığına göre, II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Bedreddin Muslih, Hanefi mezhebinden fakihler ve talebeler için bu medreseyi yaptırmıştır.

Sırçalı Medrese, mimarlık, mimari tezyinat, yazı ve çini sanatları itibarıyle devrinin kemalini ifade eden bir eserdir. Türk sanat zevkinin, sanata istidadının, dinî vecd ve ilhamının en canlı bir şahididir.[65] Eyvan kemerine ait nişin solunda ve üstte çini bir madolyonun içindeki kitabeden, eserin mimarının Tuslu Osmanoğlu Mehmed oğlu Mehmed olduğu anlaşılıyor.

1895’te Anadolu’ya gelen Friedrich Sarre ve Charles Texier eserlerinde Sırçalı Medrese’den bahsetmişler ve birer planını da kitaplarına koymuşlardır.

Medrese bir çok tamirat geçirerek günümüze ulaşmayı başarmıştır.

Eserin bânisi Bedreddin Muslih, I. Alâeddin Keykubat’ın oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in emirlerinden olup, “Lala”, “Hadim” ve “Hoca” unvanlarını taşıyordu. Üç kardeşten biri olan II. Alâeddin Keykubat’ın öldürülmesinde eli olduğu bildirilir.[66] Bedreddin Muslih’in ne zaman öldüğü kesin olarak belli değilse de 1258’den sonra vefat ettiği ve medresesindeki türbesine defnedildiği zannediliyor.

Sonuç

Konya iline mahsus 151 şer’iye sicil defterini taramak suretiyle tespit edebildiğimiz müderrisler yukarıda belirtilmiştir. Ancak gözden kaçanlar olabileceği gibi, defterlere ismi geçmeyenlerin de olması muhtemeldir. Zaten dikkat edilirse seneler arasında uzun boşluklar olduğu gibi, aynı sene içinde adı geçen medreselerin müderrislerini topluca göstermek de mümkün olmamıştır.

Bununla beraber elde edilen bu bilgiler bize, Selçuklulardan Osmanlılara intikal eden medreselerin devlet gözetiminde ve vakıfların aynen kullanılmasıyla hizmetlerini Cumhuriyet yıllarına kadar düzen içinde sürdürmüş olduklarını gösteriyor. Vakıflara hizmet yapanlara nazaran en yüksek ücreti de daima müderrisler almışlardır. Bu durum ilme ve ilim adamlarına verilen değerin güzel bir göstergesidir.

Yrd. Doç. Dr. Zeki ATÇEKEN

Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 7 Sayfa: 576-584


DİPNOTLAR
[1] Cahit Baltacı, Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976, s. 25.
[2] Hüseyin Atay, Osmanlılar’da Yüksek Din Eğitimi, İstanbul 1983, s. 15.
[3] M. Cavid Baysun, “Mescid” İslam Ansiklopedisi, c. X, s. 47; Atay, a.g.e., s. 15; Baltacı, a.g.e., s. 4.
[4] Baltacı, a.g.e., s. 4.
[5] Baltacı, a.g.e., s. 6, 7.
[6] Medreseler için bkz. Baysun, a.g.m., s. 50-76.
[7] Baltacı, a.g.e., s. 6, 7.
[8] M. Altay Köymen, ”Alp-Arslan Zamanı Kültür Müesseseleri”, Selçuklu Araştırma Dergisi, IV., Ankara 1975, s. 77.
[9] Köymen, a.g.m., s. 78.
[10] Aptullah Kuran, Anadolu Medreseleri, I., İstanbul 1969, Önsöz; Celal Esat Arseven, Sanat Ansiklopedisi, V., İstanbul 1995, s. 2075; Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul 1984, s. 135.
[11] Anadolu Selçuklu ve Beylikler devri medreseleri için bkz.; Metin Sözen, Anadolu Medreseleri, I. ve II., İstanbul 1970 ve 1972.
[12] Aslanapa, a.g.e., s. 133; Mehmet Önder, Mevlâna Şehri Konya, Ankara 1971, s. 150.
[13] Konya Şer’iyye Sicil Defteri (Kısaltma: ŞSD), Cilt: 46; s. 273/3. Geniş bilgi için bkz. Yusuf Küçükdağ, “Konya’da Alâeddin Dârüş-şifâsı, Tıp Medresesi ve Mescidinin Yeri, Yapısı”, Osmanlı Araştırmaları, IX., İstanbul 1989, s. 356; aynı yazar, “Konya Alâeddin Dârüş-Şifâ Medresesine Dair Bazı belgeler”, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, VI/3, (1990), s. 325.
[14] Osman Turan, “Selçuklu Devri Vakfiyeleri-Şemseddin Altın Aba Vakfiyesi ve Hayatı”, Belleten, XI., Sayı: 42 Ankara 1947, s. 78.
[15] Önder, a.g.e., s. 152.
[16] İbni Bibi, Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi, (M. N. Gençosman), Ankara 1941, s. 249.
[17] Turan, a.g.m., s. 201.
[18] Kuran (a.g.e., s. 105, 106). İplikçi Medresesi için “dikdörtgen bir avlu etrafında tertiplenmişti” diyerek açık avlulu olduğunu belirtiyorsa da Şer’iyye sicil kayıtlarındaki bir tamirat kaydı, kapalı medrese tipinde olduğuna şüphe bırakmaz. Ş. S. D., C. 40, s. 59/1.
[19] Ahmet Eflâki, Menakıbü’l-Arîfin, (Ter: Tahsin Yazıcı), I., İstanbul 1973, s. 123.
[20] İbni Bibi, a.g.e., s. 191, 192.
[21] Ş. S. D., C.: 115, S. 144/2.
[22] İ. Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleriyle Konya Tarihi, Konya 1964, s. 883.
[23] Konyalı, a.g.e., s. 801.
[24] Eflaki, a.g.e., I., s. 134.
[25] Mehmet Önder, Konya Maarifi Tarihi, Konya 1952, s. 23; Kuran, a.g.e., I., S. 106.
[26] Önder, a.g.e., s. 23.
[27] Ş. S. D., C.: 30, S. 1/9.
[28] Konyalı, a.g.e., s. 387.
[29] Önder, a.g.e., s. 153.
[30] Kitabe için bkz., Önder, a.g.e., s. 153.
[31] Konyalı, a.g.e., s. 846.
[32] Kitabesi için bkz. Konyalı, a.g.e., s. 851; Önder, a.g.e., s. 161.
[33] M. Ferit ve Arkadaşları, Konya Rehberi, İstanbul 1339, s. 77.
[34] Mimar Kemaleddin, Yeni Mecmua, Sayı: 2, s. 50.
[35] Vakfiye için bkz. Osman Turan, “Selçuklu Devri Vakfiyeler-Celaleddin Karatay Vakıfları ve Vakfiyeleri”, Belleten, XII., Ankara 1948, s. 74.
[36] Tuncer Baykara, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Ankara 1985, s. 90.
[37] Konyalı, a.g.e., s. 842.
[38] Önder, a.g.e., s. 153.
[39] Diğer Karatay medreselerine yakın olması bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. M. Ferit Uğur-M. Mesut Koman, Selçuklu Büyüklerinden Celaleddin Karatay ile Kardeşlerinin Hayatı ve Eserleri, Y. B., Konya 1940, s. 74; Önder, a.g.e., s. 153.
[40] M. Ferit Uğur-M. M. Koman’da (a.g.e., s. 75) medresenin I. İzzeddin Keykavus (1211-1219) zamanında Mahmud Veziroğlu Nizameddin Ahmed tarafından yaptırıldığını bildirir; İ. H. Konyalı, a.g.e., s. 885.
[41] Evliya Çelebi, Seyahatnâme, III, s. 710.
[42] Konyalı, a.g.e., s. 885.
[43] M. Ferit ve arkadaşları, a.g.e., s. 91.
[44] Konyalı, a.g.e., s. 785.
[45] Ş. S. D., C.: 146, S. 5/7.
[46] Önder, a.g.e., s. 19.
[47] Ş. S. D., C.: s. 273/1.
[48] İbn-i Bibi, a.g.e., s. 243’de Uzluk notu.
[49] H. Konyalı, ”Bir Hüccet İki Vakfiye”, Vakıflar Dergisi, Sayı: 7, İstanbul 1968, s. 97.
[50] Eflâki, a.g.e., I., s. 86.
[51] Konyalı, a.g.e., s. 886.
[52] Şems-I Tebrizi Konya’ya 23 ekim 1244’de gelmiştir. Konyalı, a.g.e., s. 887.
[53] Konyalı, a.g.e., s. 887.
[54] Eflaki, a.g.e., II., s. 618.
[55] Konyalı, a.g.e., s. 887.
[56] Mister Evert H. Burger, Taymis Gazetesi, Mart 1930.
[57] Kapı işçiliği için bkz.: Arseven, a.g.e., s. 63.
[58] M. F. Uğur, M. M. Koman, a.g.e., s. 68.
[59] Arseven, a.g.e., s. 66.
[60] M. F. Uğur, M. M. Koman, a.g.e., s. 69; Ş. S. D, C.; 110, s. 88/1.
[61] Refik Turan, ”Vezir Fahreddin Ali, Konya’da yerleşmiş Hacı Ekber oğlu Hüseyin’in oğludur. Aslen İranlıdır” der. Türkiye Selçuklularında Hükümet Mekanizması, İstanbul 1995, s. 43.
[62] M. F. Uğur-M. M. Koman, a.g.e., s. 20.
[63] M. Zeki Oral, ’’Konya’da Sırçalı Medrese”, Belleten, XXV., s. 99.; A. Kuran, a.g.e., I., s. 71.
[64] Kitabe için bkz. Konyalı, a.g.e., s. 889-890.
[65] Oral, a.g.m., s. 368.
[66] Aksarayî, Musameretü’l-ahbâr, Selçuki Devletleri Tarihi, (Terc: M. N. Gencosman), Ankara 1944, s. 39.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.