Osmanlı Toplumunda Çevre Anlayışı
Bu çalışma Osmanlı toplumunda hakim olan insan-tabiat ilişkileri bağlamında, Osmanlı toplumunun çevre anlayışını -sınırlı da olsa- ortaya koymaya çalışacaktır. İnsanlık tarihinin tanıklık ettiği en büyük devletlerden birisi olarak bilinen Osmanlının çevreyle ilgili bakış açısını irdelemenin ve anlamanın önemi açıktır. Çevre sorunlarının yanında çevre felsefesi ve ahlakının modern üniversitelerde ders olarak okutulduğu bir zamanda, böyle bir çalışma aslında zaruret halini almaktadır. Zira çevre sorunlarının bir özelliği de, bu sorunların sadece mahalli olmayıp, küresel olması ve tüm insanları ilgilendirmesidir. Bu nedenle çevre konusundaki yeni ve farklı bakış açıları tüm insanları aynı şekilde ilgilendirmektedir.
Öncelikle “çevre” kavramıyla, Osmanlı toplumunun kendilerini kuşatan ve modern zamanlarda tabiî çevre olarak adlandırılan, ancak Müslümanların Allah’ın emaneti olarak algıladığı; tüm varlıklarla ilgili değer yargıları ile bunlarla olan ilişki ve davranış biçimlerini bu çerçevede oluşturduğu şeklinde anlaşılmalıdır. Bununla beraber, Osmanlı toplumunda insan-tabiat ve insan-toplum ilişkilerinin iç içe olduğu ve birbirinden koparılamadığı da ayrı bir gerçektir. Bunun en güzel örneği ise, Osmanlı insanın kendine ev yaparken, evin dış kısmına yapılan ve mimari ile de bir bütünlük oluşturan kuş evlerini ihmal etmemesidir. Başka bir ifadeyle, Osmanlı Müslümanının dünya görüşü, bireyin hem kendini ve hem de içinde yaşadığı sosyal çevreyi inşa edişinde açıkça görülmektedir.
Diğer önemli bir nokta ise, Osmanlı toplumu ile neyin kastedildiğidir. Burada özellikle Osmanlının hakim zümresi olan ve devletin belkemiğini oluşturan Müslüman halklar [millet-i hâkime] kastedilmektedir. Zira Devlet-i Âliye, kozmopolit, çok milletli ve çok dinli bir yapıya sahipti. Millet sitemi Yahudi ve Hıristiyanların barış içerisinde ve kendi hukuk sistemlerine göre yaşamalarına imkân veriyordu. Ünlü tarihçi Gibbons’un ifadesiyle: “Yahudilerin toptan öldürüldüğü ve Engizisyon mahkemelerinin ölüm saçtığı bir devirde Osmanlılar, idareleri altında bulunan çeşitli dinlere bağlı kimseleri barış ve ahenk içerisinde yaşatıyorlardı.” Ünlü müsteşrik C. Brockelmann ise, Müslüman Türklerin, fetihleri esnasında isteselerdi Hıristiyanlığı tamamen yok edebilecek güce ve imkâna sahip olduklarını ancak mensubu bulundukları dinin buna müsaade etmediğini belirtir ve konuyla ilgili olarak Fatih Sultan Mehmet’in (1451-1481) bir fermanını zikreder. Tüm bu zikredilenlerin temeli olan Osmanlı devlet anlayışının meşruiyet temelini İslam’dan aldığını ise biliyoruz.
Bu çalışmanın amacı, Müslüman Osmanlı toplumunun insan ve çevreyle ilgili değer ve davranışlarının anlaşılmasına katkı sağlamaktır. Amaç, Leslie Lipson’un da ifade ettiği gibi, “atalarımızın bulduğu çözümleri taklit etmekten çok, onların sorunlara yaklaşımından veya gösterdikleri canlılık ve enerjiden cesaret alacak kadar bilge olmak” ve kendi sorunlarımızı çözmede tarihimizden olumlu ve yapıcı bir şekilde yararlanmaktır. Ancak bu değerlerin kendi bağlamlarında anlaşılması ve doğru bir şekilde yorumlanabilmesi için öncelikle teorik bir çerçeveye ihtiyaç bulunmaktadır. Böylece İslam toplumlarında çevre ile ilgili değerleri oluşturan ve bunlara hayat veren temel güçler de anlaşılmış olacaktır.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi / Türkiye