Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı Sanayileşmesi Hakkında Düşünceler

0 8.042

Osmanlı İmparatorluğumda sanayileşme veya sanayi kurumlarını incelemek, diğer kurumlan veya boyutları incelemeye göre daha büyük zorluk göstermektedir. Mesela, eğitim kurumlan veya idari yapı gibi konularda belirgin bir sistem ve bunları değerlendiren kaynaklar mevcuttur. Sanayileşme konusunda ise, bütünlüğü içinde ekonomik yapıyı ve hatta devlet yapısını değerlendirerek, bunların içinden ince tespitler yapmak gerekmektedir. Bu konuda yapılan çalışma ve araştırmalarda da aynı yönde eğilimler görülmektedir. Esasen, özellikle Osmanlı’da sanayileşme konusunda yapılan araştırma sayısı da oldukça sınırlı sayılabilir. Genellikle, ekonomik yapı veya ekonomik sistemin özellikleri konusunda çalışmalar daha fazla yapılmıştır ve sanayileşme açısından değerlendirme veya dökümler de bu kaynaklarda bulunmaktadır. Dolayısıyla, sanayileşme yönündeki tespitler, ekonomik sistemle içiçe ele alınmak durumundadır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun kendine özgü yapısı bütün araştırmacılarca kabul edilmektedir. İslam dininin rehberliğini bütün hayatın merkezi kabul eden temel ilke yanında, çok geniş bir coğrafyada, çok renkli bir etnik-dini dağılımı olan nüfus yapısı ile bugün örneği bulunmayan, tamamen kendine özgü bir imparatorluktur. Adaletli yönetimi ve devletin devamını en başa alan yaklaşımla açılım sağlandığı görülmektedir. Bu sebeple, sistemin içinden parçaları alırken veya ayrıntı sayılabilecek boyutları incelerken bütüncü yaklaşımı asla gözden kaçırmamak gerekmektedir. Bu, aslında bütün sistemler için geçerli olması gereken bir prensiptir, fakat, orjinalitesi en belirgin özelliği olan Osmanlı Devleti ve sistemi için asla ihmal edilmemesi gereken bir noktadır. Bu ihmal edilirse, ele aldığınız konuda baştan sona yanılgılar olacağı kaçınılmazdır.

… … …

Bu yanda, yalın bir teknoloji ve sanayi değerlendirmesi yerine, daha geniş bakışla sosyolojik bir tahlil yapılmaya çalışılmıştır. Sistem ve toplumsal yapı bütünlüğü içinde Osmanlı medeniyetini anlamak daha değerlidir; burada, kendi çapında böyle bir değerlendirme esas alınmıştır. Ancak, büyük bir dünya imparatorluğunu böyle sınırlı çalışmalarla değerlendirmenin imkansızlığı da ortadadır.

Osmanlı Sistemi ve Toplum Yapısı nadide ve girift bir medeniyet dizaynıdır. Kendi bütünlüğü içinde, örneği bulunmayan bir denge ve uyum medeniyetidir. Bütün ve çerçeveli bir toplum modelidir. Huzurlu, doyumlu, cemaatçi fertlerin bir harmonisidir. Klasik dönem Osmanlı sistemi, bütün kurumlarının birbirini dengelediği, boşluğun bulunmadığı, ahengin zirveye çıktığı bir sanat eseri gibidir. Bu yönü ile, Osmanlı sistemi tarihin ortaya koyduğu en orijinal tiplemedir.

Sistemin ekonomik ve buna bağlı sanayi boyutu aynı girift medeniyetin rengine boyanmıştır. Klasik dönemde her şey olması gerektiği gibidir. Dengeli, kendine yeterli, ileri ve denetimlidir. Fakat, her medeniyetin akibeti olarak, Osmanlı sisteminin de zirveye ulaştığı noktada, kendine fazlaca özgüvenin getirdiği durgunluk, iç ve dış değişimleri yeterince görmemeyi, hatta küçümsemeyi getirmiştir. Çok küçük sayılabilecek yeni bir olgu bu büyük dengeyi sarsabilecek durumdaydı ve öyle de olmuştur. Fakat, bize göre, önce içteki gayretsizlik, ferdiyetçilik, azınlık çabaları, cemaatçi atmosferin ferdiyetçi menfaatçiliğe doğru meyletmesi, gurur ve atalet, hainlikler, yetersizlikler, kurumlarda bozulmalar esas gerileme sebepleridir. Tarih-i Cevdet’e, Naima Tarihine ve benzerlerine baktığınızda çöküşün feryadını okuyorsunuz. Cevdet Paşa, çöküşü görmeden çöküşü anlatmaktadır. Bu sebeple, dış faktörleri, Avrupa’da sanayileşme, güçlenme, sömürgecilik gibi yeni gelişmeleri ikinci planda görme eğilimindeyim. Böyle büyük bir medeniyetin kendi mekanizmaları içinde o açılımları yapamaması da bir iç faktör değil midir? Zihinde bir sorudur; Osmanlı Devleti sanayileşemediği için mi çöküşe gitti, yoksa çöküşe gidiyordu da bu sebeple mi sanayileşemedi? Acaba, Osmanlı olarak kalsaydı bu manada sanayileşebilir miydi? Bu soruları kolayca cevaplamak da mümkün olamıyor. Medeniyetler tarihine bakıldığında, iç bünyedeki zayıflıkların dış faktörleri güçlendirdiği, onlara imkanlar sunduğu görülmektedir. Avrupa’nın yarısını fethetmiş ve onlarla hem komşuluk ilişkileri hem de sürekli savaşlar yaşayan bir Osmanlı için Avrupa’da gelişen yeni güç ve dinamizmi küçümsemek elbette mümkün değildir; ancak, işte güçlü medeniyetin bunları görmemesi, zamanında yakalamaması yine bir iç dinamik sorunudur

Prof. Dr. Beşir ATALAY

Kırıkkale Üniversitesi Eski Rektörü / Türkiye

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.