Osmanlı – Safevî Mücadelesinin Toplumsal Sonuçları
Devletler arasında siyasî ve askerî mücadelelerin yaşanmadığı dönemlerde, halk arasında mevcut bulunan bazı farklı inanış, anlayış ve yaşayış biçimlerinin, bir çatışma sebebi olmadığı; ancak, siyasî ve askerî mücadelenin şiddetlendiği dönemlerde bu tip farklılıkların, büyük bunalımlara ve tâkibâta sebep olabildiği görülmektedir. XVI. asrın ilk yıllarında başlayıp, yaklaşık bir buçuk asır boyunca devam eden ve siyasî-askerî yönü, yapılan bir takım çalışmalarla kitaplara yansımış bulunmakla birlikte toplumsal sonuçları, bilhassa dinî ve sosyal tarihimizin çok önemli bir dönemini oluşturmasına rağmen, ya fazla incelenmeyen ya da çok fazla saptırma ve istismara uğrayan Osmanlı-Safevî mücadelesinin, bu konuda çarpıcı bir örnek teşkil ettiğini düşünüyoruz.
Safevîlerin siyasî maksatları ortaya çıkıncaya kadar, sadece tarikat merkezleri Erdebil’de değil, hemen bütün Ön Asya bölgesinde manevî etkilerinin bulunduğu, kendilerine saygı ve sempatiyle bakıldığı anlaşılıyor. Timur’un Anadolu’dan geri götürdüğü esirleri Safevîlerden Hoca Ali’nin serbest bıraktırması sebebiyle, Anadolu Bâtınîleri arasında Safevî muhabbetinin kuvvetle yerleşmesinin yanında, bizzat Osmanlı hükümdarlarının da, her yıl Erdebil Tekyesi’ne “çerağ akçesi” göndererek hürmetlerini izhâr ettiklerinin söylenmesi, bu etkinin göstergesi olarak kabul edilebilir.
…
Neredeyse bir buçuk asır boyunca devam eden Osmanlı-Safevî mücadelesi ve bilhassa bu mücadelenin sıcak savaşa dönüştüğü anlarda yoğunlaşan Kızılbaş tâkibâtı, toplumsal hayatta birçok olumsuzluklara sebep olmuş görünüyor. Olayların uzun bir süre devam etmesi, yüzyıllar boyu süregelen aşılmaz ön yargıların oluşmasında da etkili olmuş olmalıdır. Reayâyı Allah emaneti gören devlet anlayışının önemli ölçüde zaafa uğradığı bu sert mücadele dönemlerinin ortaya çıkardığı istismara açık bunalım devrelerinde, bir kısım Osmanlı memurlarının (kadı, naip, sübaşı, muhzır, bölükbaşı vs.) görevlerini kötüye kullandıkları, fırsat kollayan müfterîlerin bolca icraatlarını gerçekleştirebildikleri ve daha genel bir ifadeyle zulüm, taassup ve rüşvetin toplumsal hayatta, normal dönemlere göre daha fazla hakim olduğu söylenebilir.
Siyasî ve askerî mücadelenin dinî ve mezhebî renge bürünmesi, taassubun artması ve fiilî bir takibât ile baskının zirveye ulaşması karşısında, zor durumda kalan kişi ya da toplulukların, kendi tarafı saydığı devletin topraklarına ilticâ; bunu başaramadığı durumlarda ise, iki yüzlü davranarak ya da rüşvet vererek hayatını devam ettirmekten başka seçeneklerinin olmadığı söylenebilir. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız üzere Çepni ve Kızılbaş dostu olarak vasıflandırılan Kürtün Kazası halkının Safevî topraklarına göçü ile bazı cemâatlerden avârız toplamakla görevli Osmanlı memuru Gemici Ali’nin, üzerlerine uğradığı bir Kızılbaş topluluğu tarafından yakalanıp bağlanması üzerine, ancak, onların “fâsid mezheblerine mütâba’at şeklinde görünmek ile halâs” olması, meydana gelen psikolojik şartları anlatmaya yeter.
XVI. asırda yaşanan toplumsal sorunların, dönemin şartları gereği, normal zeminlerde çözüme kavuşturulamaması ve şiddet politikasıyla halledilmeye çalışılması; sorunun gittikçe ağırlaşarak zamanımıza kadar devam etmesine sebep olmuş görünmektedir. “Geçmişi bilimsel metotlarla anlamaya çalışma teşebbüsü” olarak tarif edebileceğimiz tarih araştırmalarının, siyasî, askerî, dinî ve toplumsal geçmişimizden birtakım dersler çıkarmaya yönelmesi beklenmelidir. Aksi halde tarih araştırmaları, sadece bazı kimselerin geçmişe yönelik meraklarını tatmin etmekten öte bir işe yaramayacaktır.
Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye