Matbaacılık, basma, yani bir kalıp ve boya vasıtası ile bir şeklin bir satıh üzerine çok miktarda kopyesinin çıkarılması tekniği ve bu tekniğin kitap meydana getirmede kullanılması, insanoğlunun, yazıdan sonra ortaya koyduğu en önemli buluşların hemen başında gelir demek, her halde yanlış olmasa gerek. Bu buluşun ilk olarak kullanılma şerefinin Uzak Doğu’ya ait olduğu, bazı buluntular gözönüne alınarak söylenebilir. Müteharrik harfler (dağıtılıp tekrar be tekrar yeni terkipler yapmak için tek tek harflerin kullanılması) tekniği ile basım işinin başlamasını, bugüne kadar tekamül yolu ile kullanılagelmesi de göz önüne alındığında, bugünkü Almanya’da Mainz şehrinde 1440 yılında Johann Gütenberg’in bastığı ve 42 satırlık İncil adı ile bilinen kitap ile başlatmak ve bu işi tarihin dönüm noktalarından biri olarak görmek, Batı dünyasında umumî kabule mazhar olmuştur. Yalnız rönesans için değil, aynı zamanda Batı’nın reform hareketleri için de tarihî bir merhale olan basım işi, çok kısa bir zamanda Avrupa’da yayılmış, birçok yerde matbaa açılmış ve basma kitap, yazma kitabın yerini almağa başlamıştır. Öyle ki 16. yüzyıldan itibaren kitap, basılmak üzere yazılır olmuş ve manuscript terimi “yazma kitap” değil, bir kitabın basılmamış hali, müsveddesi anlamında kullanılır olmuştur.
Bu önemli buluşun 15. yüzyıl içinde ulaştığı coğrafyada Osmanlı şehirlerini de görüyoruz. 1486 veya 1493’te de, İspanya’dan muhaceret eden Yahudiler’in İstanbul’da, Sultan II. Bayezid’den aldıkları ferman ile matbaa tesis edip kitap bastıkları bilinmektedir. Kısa zamanda Selânik, İzmir ve Halep’te Yahudi teb’a matbaa kurmuşlardır.
Osmanlı topraklarında Yahudiler kendileri için kitap basmak üzere matbaa tesis ederlerken, bazı Batı merkezlerinde de İslâm kültürünün mahsullerinin aslî dillerinde basıldıklarını görüyoruz. 1514’te İtalya’da Fano’da basılmaya başlayan eserlerden sonra 1584’te Kardinal Ferdinando de Medici, Papalığın arzusu üzerine sadece İslâmî eserleri basmak üzere Roma’da bir basımevi kurmuş, İbni Sînâ’nın yıllarca Batı üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulan el-Kânûn fî’t-Tıb isimli meşhur eserinin Arapçası ilk defa 1594’te bu matbaada basılmıştır.
Osmanlı’nın aynı zamanda ilim ve kültür bakımından da âsitanesi olan İstanbul’da Yahudiler’den sonra Ermeniler (1567’de Tokatlı Abgar ile oğlu Sultanşah Ermenice gramer basmışlar) ve Rumlar (Rahip Nikodemos Metaksas, Londra’dan getirttiği âlet ve edevat ile 1627’de Rumca kitap basmıştır) da kendi matbaalarını tesis etmişler ve cemaatlerinin ihtiyacı olan kitapları basmışlardır. Azınlık cemaatlerinin zaman içinde daha başka matbaalar açtıkları bilinmektedir. Hattâ, “neşir yolu” ile iki cemaat arasında çıkan niza sebebi ile matbaa tatili vuku bulmuştur. Osmanlı coğrafyasında gayrimüslim cemaatler kendi ihtiyaçları için faal iken, Batı’da basılan İslâm medeniyetine ait bazı eserlerin Osmanlı dünyasına, ticarî meta olarak geldiği bilinmektedir. 1588’de iki İtalyan tâcir, Branton ve Orazio Bandini, III. Murad’dan aldıkları fermanla hariçte basılan Türkçe kitapları gümrük resminden muaf olarak ithal izni almışlardır. İstanbul sahhaflarını sık sık ziyaret eden seyyahlardan biri, Farsça bir divânın Avrupa’da basılmış bir nüshasının aylarca müşteri bulamadığını, aynı eserin yazmalarının birkaç kat fiyatla defalarca alınıp satıldığını zikreder. 17. asrın değerli kitabiyatçısı, ilim ve fikir adamı Kâtip Çelebi’nin, Cihannüma’sında, bizde de matbaanın kullanılması Avrupa’daki gibi taammüm etmiş olsa idi, daha çok harita koyacağını, fakat istinsah sırasında haritaların bozularak faydasını kaybedeceğinden eserinde az miktarda harita kullandığını ifade ettiği nakledilmektedir.
Nihayet, aslen bir Macar olan ve Osmanlı Devleti hizmetinde Müteferrikalığa kadar ulaşabilmiş Basmacı İbrahim Efendi 1719 yılında tahta kalıp ile bastığı birkaç haritadan sonra, kaynaklarda israrla zikredildiği üzere, babasının Paris sefareti esnasında maiyetinde bulunan Yirmisekiz Mehmed Çelebizâde Saîd Efendi’nin de yardımı ve devletin himâyesinde ve muâveneti ile Müteferrika Matbaası meşhur adı ile bilinen Basmahane yahut Daru’t-Tıbâati’l-Âmire’yi kurmuştur.
Müteferrika’nın kurduğu matbaayı, “bir İslâm ülkesinde, kendini İslâmî kabul eden bir devletin himâyesinde ve yardımı ile Müslümanların ihtiyacı olacak ve onların te’lif, tertip ve tercüme yolu ile meydana getirdikleri eserleri basmak üzere kurulan ilk matbaa” olarak tarif ve tavsif etmek doğru bir yaklaşım olacaktır.
Müteferrika’dan Sonra1742’de yayınlanan Ferheng-i Şuûrî ile Müteferrika devri basım ve yayıncılığı sona ermiş, bu eserin basımından üç yıl kadar sonra vefat eden İbrahim Müteferrika’nın terekesinde, bastığı eserlerden pekçoğu satılmamış olarak bulunmuştur. Matbaayı faal hale getirmek isteyen damadı İbrahim Efendi sadece Van Kulu’nun ikinci baskısını yapmıştır (1169-1170/1755-1756). Bundan sonra otuz yıl kadar âtıl kalan matbaa, Beylikçi Râşid ve Vak’a-nüvis Vâsıf Efendiler tarafından satın alınıp yenilendikten sonra tekrar faaliyete geçmiş ve 1198/1784’te Sâmi, daha sonra Suphi ve Şakir Tarihleri ile İzzî Tarihi basılarak tekrar faal hale gelmiştir.
Bundan sonra bazı kısa inkıtalarla da olsa basım faaliyeti devam etmiştir.
Basım işinin yaygınlaşması 19. asırda olmuştur. Başta Mühendishâne olmak üzere bazı kurumlar kendi matbaalarına sahip oldukları gibi gazete neşriyatının başlaması ile de resmî matbaaların yanında özel matbaalar da faaliyete geçmiştir.
Mühendishane Matbaası
Van Kulu Sözlüğü’nün İbrahim Müteferrika tarafından basımına başlanmasından takriben yetmiş sene sonra, Mühendishane Matbaası/Dar’üt-Tıbâa, ilk devlet matbaası olarak faaliyete geçmiştir. Hasköy’de, Mühendishane bünyesi içinde; Râşid Efendi uhdesinde bulunan Müteferrika Matbaası’ndan kalma âlet, edevat ve basılı kitaplar devlet tarafından satın alınarak Hendese Muallimi Abdurrahman Efendi nezaretinde tesis edilen bu matbaa, âlet ve edevatının da tecdidi ile matbaacılık tarihimizde önemli bir yere sahiptir. Matbaanın ilk bastığı eser Mütercim Âsım Efendi’nin Farsça- Türkçe Burhân-ı Kaatı‘ Sözlüğü’dür 1798. Reisülküttab Mahmud Raif Efendi’nin Tableau des nouveaux règlemens de l’Empire Ottoman adlı büyük boy ve resimli eseri de Mühendishane Matbaası’nda basılmıştır (1798).
Matbaacılık tarihimizin en ciddi araştırması Mühendishane Matbaası hakkındadır: (Kemal Beydilli, Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishane ve Mühendishane Matbaası ve Kütüphanesi 1776-1826. İstanbul 1995.)
Üsküdar Matbaası’nın faaliyete geçmesinden sonra Mühendishane Matbaası’nın bastığı eserler umumiyet ile eğitim için lâzım olan eserler olmuştur.
Üsküdar Matbaası
Müteferrika Matbaası ve Mühendishane Matbaası’ndan sonra üçüncü matbaa olarak Üsküdar Matbaası adı ile bilinen Dar’üt-Tıbâat’il-Cedide adı altındaki matbaa 1803’te, Mühendishane Matbaası’nın nâzırlığını yapan Abdurrahman Efendi’nin nezaretinde faaliyete geçmiştir. Bu matbaada basılan ilk eser, birinci cildi Mühendishane Matbaası’nda basılan Van Kulu sözlüğünün ikinci cildidir (1803). Her iki matbaanın Abdurrahman Efendi’nin nezaretinde olması, Üsküdar Matbaası’nın adındaki Cedide ibâresi, aynı eserin birinci cildinin iki ayrı matbaada basılmış olması göz önüne alındığında, artmakta olan bir neşriyat faaliyetinin söz konusu olduğu, bunu karşılamak üzere yeni bir tesis olarak Üsküdar Matbaası’nın kurulduğu söylenebilir. Nitekim, Üsküdar Matbaası’nın faaliyete geçmesinden sonra Mühendishane Matbaası’nda ağırlıklı olarak talimî kitapların, Üsküdar Matbaası’nda ise umumî eserlerin basılmış olması bu görüşü teyid etmektedir.
Takvimhane Matbaası
Osmanlı Deblet-i Aliyyesi’nin resmî gazetesi olan Takvîm-i Vekâyi’nin neşri meselesi ortaya çıkınca; günün faal matbaaları olan Mühendishane Matbaası ile Üsküdar Matbaalarının iş yükü ve âlet ve edevat durumları göz önüne alınarak, yeni bir matbaa tesisi kararlaştırılmışdır. 1247 h./1831-32 yılında Vak’anüvis Es’ad Efendi’nin nezaretinde faaliyete geçen Takvimhane, Bayezid’de şimdiki İstanbul Üniversitesi Eski Eserler Kütüphanesi’nin bulunduğu, Kaptan İbrahim Paşa Camii yanında bulunan bir konak satın alınarak tesis edilmiştir. Bu matbaada haftalık yayınlanan Takvîm-i Vekâyi yanında kitap basımı da yapılmıştır. Bu matbaa, daha önce aynı mıntıkada açılmış olan Dar’üt- Tıbâat’il-Âmire ile, muhtemelen 1264 h./1847’de birleştirilerek Matbaa-i Âmire tesis edilmiştir.
Taşbasmacılığı
On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında matbaacılık teknolojisindeki gelişmelerden biri de taşbasmacılığının ortaya çıkmasıdır. Bu teknoloji Osmanlı çevrelerinde hemen benimsenmiştir. İlk Osmanlı taş-tezgâhı 1831’de Serasker Mahmud Hüsrev Paşa’nın gayreti ve Marsilyalı Caillol’ların becerisi ile Harbiye Nezareti’nde faaliyete geçmiştir. Bu teknik ile, Osmanlı kitap zevkine pek uymayan müteharrik harflerin monotonluğu yerine bir dereceye kadar yazma kitap çeşnisinde matbu kitap meydana getirilmiştir. Bu tekniğin verdiği imkânlar ile yaldızlı ve renkli mushaf basımları yapılabilmiştir. (Taşbasmacılığımız için bakınız: Selim Nüzhet Gerçek, Türk Taşbasmacılığı, İstanbul 1939)
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren çoğalmaya başlayan hususî matbaaların pekçoğu taşbasması tekniği ile çalışan matbaalardır.
Vilâyet Matbaaları
Matbaacılığın Devlet-i Aliyye coğrafyasında yaygınlaşması Vilâyet Matbaalarının kurulması ile başlamıştır. Bidayette vilâyetler için lâzım olan kırtasiyenin hazırlanması için kurulan bu matbaalarda daha sonraları on dokuzuncu asır Osmanlı coğrafyasının muhtelif açılardan en değerli referanslarını teşkil eden Vilayet Salnameleri ile gene kaynak-belge değeri bakımından ehemmiyetli mahallî matbuatın, vilâyet gazetelerinin basıldığını görüyoruz. Vilâyet matbaaları ile matbaalar vilâyetlerdeki matbuat ve neşriyatın ortaya çıkmasının en ehemmiyetli âmilleri olmuştur. Vilâyet matbaalarında yapılan neşriyatın bir bütünlük halinde değerlendirilmesi henüz yapılmamıştır.
Bulak Matbaası
Özel olarak üzerinde durulması gereken bir matbaa da Bulak Matbaası’dır. Mısır’da Kahire yakınlarındaki Bulak nahiyesinde kurulan bu matbaanın ilk bastığı eserler arasında Osmanlı edebiyatının meşhur divânlarını görüyoruz. Bulak Matbaası, İslâm kültürünün mahsullerinin basılıp yayılması açısından ilk sıralarda sayılacak bir matbaadır. Türkçe eserler yanında Arapça eserlerin de yayınlandığı bu matbaanın bastıkları her zaman, her bakımdan aranılan ve güvenilen eserler olagelmiştir.
Müteferrika Matbaası Konusunda Bazı Mülâhazalar
Müteferrika Matbaası’nın kuruluşu ve matbaanın kullanılmasında, Gutenberg ile Müteferrika’nın ilk kitabı Van Kulu Lugati arasındaki üç asra yaklaşan zaman farkı son devir müellifleri tarafından çeşitli şekillerde değerlendirilmiş ve bu gecikmenin Osmanlı Devleti’nin geri kalışında esas sebeblerden biri olduğu yaygın kanaatı oluşturulmuştur.
Müteferrika Matbaası, günümüz nesillerine intikal ettiği şekli ile, Osmanlı tarihinin diğer birçok meselesinde olduğu gibi bir galat-ı meşhur olmuştur. Günümüzde, üzerinde hassaten durmamış olanlar için bu bahis, kısaca “İlk Türk Matbaası, 1729’da, dinî kitap basılmamak şartı ile fetvâ alındıktan sonra faaliyete geçmiştir” şeklinde bilinmektedir. Bu bilginin hemen her unsuru, kanaatimizce galattır. Şöyle ki:
- İlk Türk Matbaası ifadesi birçok açıdan izaha ve tashihe ihtiyaç göstermektedir. Türk Matbaası ifadesi ile kasdedilen nedir? Eğer Türkiye’de, tarihî coğrafya tabiri ile ifade edilecek ise, Osmanlı coğrafyasında ilk matbaa kasdediliyor ise, bu tamamen yanlıştır. Zira 1480’lerden itibaren Osmanlı topraklarında matbaalar açılmaya başlamış olup İbrahim Müteferrika’nın kurup çalıştırdığı matbaayı ilk matbaa olarak kabul etmek mümkün değildir.
Kurucusuna izafeten bu ifade kullanılmış ise bu da doğru bir ifade olmaz. İbrahim Müteferrika aslı Macar bir mühtedi olup Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin bir vazifelisidir.
Basılan eserler ve bunların dili gözönüne alındığında da ilk sıfatını kullanmak doğru olmayacaktır. Zira Müteferrika Matbaası’ndan önce, Batı’da Türkçe, Arapça ve Farsça eserlerin basıldığı bilinmektedir.
Bu durumda ilk Türk matbaası ifadesinin tashihi icabetmektedir. Hemen ifade edelim ki İbrahim Müteferrika’nın kurduğu matbaa bir “ilk”tir. Neyin ilki olduğunu doğru olarak ortaya koyarsak, “Türk- Osmanlı coğrafyasında, bir Müslüman devletin (Osmanlı Devleti)’nin, kendi kültürüne ait ve kendi kültürü için ihtiyaç duyulan eserleri basmak üzere, devletin himâyesinde kurulan ilk matbaa” tarifi daha doğru bir tarif olacaktır.
- 1729 tarihi de kanaatimizce yerinde kullanılmamıştır. 1729 tarihi, İbrahim Müteferrika Matbaası’nın ilk yayını kabul edilen Van Kulu Lügati’nin yayın tarihidir, yani iki cildin basımının tamamlandığı tarihdir. Matbaanın kuruluşunun bundan daha önce olduğu izaha muhtaç değildir. Vesilet’ut-Tıbba risalesini ve Van Kulu’ndan on sene kadar öncesine giden haritaları bir yana bırakırsak ve sadece Van Kulu’nun basımını gerçekleştirecek teknik hazırlık ve techizatı göz önüne alırsak bu tarihi birkaç yıl geriye götürmek icapedecektir. Bu bakımdan 1729 tarihini matbaanın kuruluş tarihi olarak değil, fakat bu matbaanın ilk eserini tamamladığı tarih olarak almamız icapetmektedir. Bu durumda 1729 tarihini, matbaanın kuruluş tarihi olarak değil “ilk eseri olan Van Kulu Lügati’nin basımının tamamlanma tarihi” olarak düzeltmek icabeder.
- “Dînî kitap basılmamak şartı ile fetvâ alınması” ise sık tekrarlanan bir başka galattır. Fetvâ’da üzerinde durulan husus olarak basılan eserin musahhah olması, hatâlardan berî olması vurgulanmış, basılacak kitap cinsi olarak günümüzün dilinde “âlet kitapları” olarak ifade edebileceğimiz ulûm-ı âliyye (hemze ile) cinsinden kitaplar için tercih gösterilmiştir. Hele yasaklayan bir ifade hiçbir şekilde kullanılmamıştır. Buna rağmen, hem de araştırıcı seviyesinde birçok yazarın, görebildiğimiz kadarı ile bu asrın başlarından beri, kanaatimizce kilise taassubunun bir ifadesi olan bu temelsiz iddiayı, hiçbir tahkike ihtiyaç duymadan tekrar ettiklerini görüyoruz.
Bu durumda bu yaygın iddianın nasıl çıktığını, ilgili diğer vesikaları incelediğimizde mesele kolayca aydınlanmaktadır. “Dînî kitap” ifadesi değil, fakat “… fıkıh, kelâm, tefsir ve hadîs ilimlerinden başka ilimlere dair kitapların basılacağı.” ifadesinin yer aldığı hatt-ı humâyûn, yahud basılı metindeki şekli ile emr-i şerîf-i âlî-şân bir çeşit tahdid veya yasaklama getirmiştir. Yâni eğer bir yasaklama söz konusu ise, bu yasaklama fetvâ ile değil, hatt-ı hümâyun ile yapılmıştır. Biz, burada, sebeblerinin araştırılıp ortaya konması icap ettiğine işaret ile, yasaklamadan değil, fakat tahdidden bahsetmenin daha doğru olacağı kanaatindeyiz.
Müteferrika Matbaası’nda basılacak eserler konusunda niçin böyle bir, tekrar edelim, yasaklamaya değil ama tahdide ihtiyaç duyulmuştur? Bunu, ilericilik ve gericilik, taassub gibi kolayca ifade edilebilen, fakat ciddî temellere dayandırılması zor sebeblere bina etmek yerine o günün usulleri ve ihtiyaçları başta olmak üzere zamanı iyi tanımak ve alâkalı diğer vesikaları değerlendirerek cevaplandırmanın mümkün olduğu kanaatindeyiz.
Tarifteki bu üç unsura işaret ettikten sonra bir başka, galat olmasa bile pek üzerinde durulmamış, fakat bilinmesi ile bazı şüphelerin giderileceği ve bu matbaanın mahiyetinin daha açık ve vâzıh bir şekilde ortaya çıkacağı bazı bahislere de işaret etmek icap etmektedir.
İlk olarak işaret etmek istediğimiz husus, yukarıda işaret ettiğimiz noktalar da göz önüne alınarak bizim ilk matbaamız’ın niçin İbrahim Müteferrika’ya kadar geciktiği meselesidir. Bugünkü Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi koleksiyonundaki batı inkunabelleri, Saray’ın Batı’daki neşriyattan haberdar olduğuna, bunları takip ettiğine işaret olarak kabul edilebilir. Sultan İkinci Bayezid Devri’nden beri Osmanlı coğrafyasında matbaacılık vardır ve Batı’da basılan İslam kültürü eserleri satışa sunulmuştur. Bu durumda Osmanlılar’dan bilmesi gerekenler tarafından bilindiğinde şüphe olmayan matbaa tekniği ve basılı kitap için millet-i islâmiyyece hiçbir gayret olmamış mıdır? Bu meselenin geçmişinin olduğuna dair gene Vesilet’ut-Tıbaa’da çok vâzıh bir ifadeye rastlıyoruz: Evvelce, bu san’atın memleketimizde tatbiki vukelâ arasında müzakere edilmiş ise de “bu iş güç ve gaileli bir iş olduğundan erbabı bulunamamıştır.”
Bu ifadeden açıkça anlaşıldığı üzere devlet, bu teknolojinin, bizde azınlıkların da kullanmakta olduğu bu teknolojinin, millet-i islâmiyye tarafından da ve kendileri için kullanılmasını ele almış, fakat iş, herhangi bir sebeple güç ve gaileli görülüp erbabı bulunamamıştır. Şimdilik, bu müzakerelerin ne zaman olduğunu bilmiyoruz. Ayrıca, ifade edilen güçlük ve gâile’den de yeni ve belgelendirilmiş bir izah bulununcaya kadar sadece teknik açıdan bu işin üstesinden gelmekden başka birşey anlamanın yanlış olacağı kanaatindeyiz. Erbabı çıkınca, İbrahim Müteferrika bu işe teşebbüs edince veya ettirilince yâni, teknik açıdan bu işi maharetle yapabilecek biri bulununca matbaa kurdurulup faaliyete geçirilmiştir.
Bu arada sık sık zikredilen taassup ve irticaî davranışlara da kısaca bir vak’a ile işareti faydalı buluyoruz. Meşhur Patrona ayaklanması, Lâle Devri’ni sona erdiren bir irtica hadisesi olarak gösterilir. Kelleler götüren bu hadise, Müteferrika Matbaası’nın faaliyeti ile alâkadar bile olmamıştır. Bu bir tenakuzdur ve izâhı iddia sahiplerince herhalde yapılmalıdır.
Üzerinde durulmasında gecikilmiş bir diğer husus ise İbrahim Müteferrika’nın bu faaliyetteki rolüdür. Her ne kadar İbrahim Müteferrika kayıtlardaki ifade ile “basmacı” yani tâbi/matbaacı olarak biliniyor ise de, bizce yalnız basmacı değil, bundan başka diğer yönleri yanında belki daha da önemli olarak bir nâşir olarak karşımıza çıkmaktadır. Vesilet’ut-Tıbâa, matbaanın kurulmasını isteyen bir vesika olduğu kadar, aynı zamanda bir neşriyat programı mahiyetinde bir vesika olarak da kabul edilebilir kanaatindeyiz. Bu vesikada, o günün şartları içinde, Devlet-i Aliyye’nin maddî ve manevî sahalarda muasırlaşması için lâzım gelen bilgilere kolayca ve geniş bir kitlece ulaşılabilmesini sağlayacak kitapların, hangi sahalardaki eserlerden olması icabettiği üzerinde durulmuştur. Bu eser nevilerine baktığımızda, fetvâda ifade edilen âlet ilimleri meselesi de açıklığa kavuşmaktadır. Tekraren ifade edecek olur isek, İbrahim Müteferrika, yalnız bir basmacı değil, aynı zamanda bir nâşirdir, müelliftir ve mütercimdir.
Müteferrika Matbaası ve burada basılan eserler kendi zamanlarında nasıl karşılandı, sualinin cevabı da bugüne kadar, kanaatimizce ciddî olarak aranmadı. Bu suali sormak ve cevabını bulmak, herşeyden önce matbaamız için İbrahim Müteferrika’ya kadar niçin beklendiğine, yâni “gecikmeye” yukarıda işaret edilen noktaya ilâveten yeni bakış açıları getirecektir. Biz burada bir örnek üstünde durmayı şimdilik kâfi görüyoruz. İbrahim Müteferrika’nın muâsırı, devrinin bir başka münevveri, İbrahim Müteferrika kadar Saray’a yakın, mütercim ve meşhur şair Nedim’in bu husustaki tavrı, matbaaya alâkası, kanaatimizce bu konuyu inceleyecekler için iyi bir başlangıç olacaktır. Bilindiği üzere okumaya, kitaba gerçekten mübtelâ olan Nedim’in birçok hususiyetinden ikisi, hâfız-ı kütüb olma hevesi ile gününün en basit hadiselerine düşürdüğü tarih beyitleridir. Bu vasıfları ile Nedim’in İbrahim Müteferrika Matbaası ve faaliyetlerine bir alâka duyması beklenir. Nedîm Divânı’nda bu hususta tek bir satırın bulunmaması câlibi dikkattir. Bu husus ve sebebi her halde aranmalıdır. Bu sebep belki de “gecikme”nin ciddî sebeblerinden birini teşkil edecektir.
Burada, iki grupta toplanabilecek vesika değerinde gördüğümüz malumatın bir bütün olarak henüz değerlendirilmediğine de işarette fayda mülâhaza ediyoruz.
Bunlardan birincisi, başta İbrahim Efendi’nin kendisi ve Matbaası ile alâkalı kendi yazdıkları, arşiv vesikaları ve devrinin kalem sahiplerinin ortaya koydukları derlenip ortaya konulmalı ve bir bütünlük içinde değerlendirilmelidir. İkinci olarak daha sonra bu mesele ile alâkalı malumat derlenmelidir. Şimdiye kadar bildiğimiz kadarı ile bunlar bir bütün olarak ele alınmamış, muhtelif araştırıcılar bulabildikleri ile iktifa etmişler veya birbirlerinden nakletmişlerdir. Bunlara ilâve olarak, Kâtip Çelebi gibi İbrahim Efendi öncesi malumatın da toplanması, bilhassa gecikmenin izahına ışık tutması bakımından ehemmiyet arzetmektedir. Bu malumata istinaden hazırlanacak bir matbaacılık kronolojisi birçok galatın tashihini mümkün kılacaktır.
Matbaamızın kuruluşunun Batı’ya göre gecikmesinin sebebleri de muhtelif zaviyelerden ciddî tahlillere istinat ettirilmeden, sadece işaret edilerek ve ülkenin, her ne demekse “geri kalışı”nın sebebleri arasında sayılarak bir başka galat efkârı umumiyemizin malı olmuştur. Kronoloji, matbaamızın kuruluşunun gecikmiş olduğunu gösteriyor. Bunun sebeblerine şimdiye kadar, bazı yazarlarımız çoğu bir ihtiyaç olmayan birkaç nokta ile işaret etmişlerdir. Kanaatimizce burada müdafaa halinde bulunmaya ihtiyaç yoktur. Bu konuyu ele alırken Osmanlı ilim ve kültür adamlarının kitaba olan ihtiyaçları, kitabı temin yolları ve bu kitapların vasıflarını inceleyerek bakmak bizi doğru cevaba götürecektir.
Osmanlı ilim ve kültür adamlarının ihtiyaçları olan kitapları temin etmede herhangi bir güçlük ile karşılaştıklarını söylemek kanaatimizce haksızlık olacaktır. Her devir kalem sahipleri, alâka sahaları içinde telif, tasnif ve tercüme yolu ile daima kitap meydana getirmişlerdir. Kütüphanelerimizin koleksiyonları ve kütüphane katalogları üzerinde, ufak çapta ve belirli konularda yapılan analitik çalışmalar bu görüşümüzü haklı çıkarıyor. Yukarıda sayılanlara, istinsah yolu ile bir kitabın yeni nüshalarının katıldığı hususunu da ilâve edersek o günün toplumunda, onların ihtiyaçlarını karşılayacak kitap meydana getirme ve kitabı bulabilme faaliyetinin kesintisiz olarak yapıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Pekçok rastlanan, kitaplar üzerindeki çeşitli kayıt ifadeleri, kitabın yalnız meydana getirildiğine değil, aynı zamanda ve pek serî bir şekilde yayıldığına işaret etmektedir. Tekraren ve hulâsaten ifade edelim, Osmanlı ilim ve kültür adamları ihtiyaçları olanı kolayca bulabilme imkânına sahip olmuşlardır. Umumen ihtiyacın cevabı vardır.
Daha önce bazı yazarların da işaret ettiği üzere dikkate değer bir diğer sebeb, kitabın maddî yapısındaki estetik vasıftır. Yazma kitaplardan, talebenin âlet kitaplarından başka olanları, umumiyetle hususen imâl edilmiş eserlerdir. Bunlarda kağıtlarının evsafından, yazıdaki güzelliğe, tezhibe, cilde kadar bütünüyle bir estetik yaklaşımı bulmak mümkündür. Aynı şeyleri basma kitapta bulmak ve görmek mümkün olmamıştır. Bedelini ödeme imkânını bulduktan sonra elbette yazma kitap tercih edilmiş olacak, basma kitaba itibar edilmeyecektir.
Buna bağlı olarak zamanın bir terbiye usulüne, bir eğitim metoduna da işaret etmek icapeder. Elimizdeki kitap nüshalarına, bunlardaki bazı kayıtlara ve bazı kütüphane vakfiyelerine dayanarak medrese eğitimi sisteminde, talebenin, okuyacağı derse, okuyacağı kitabı istinsah ederek, yani kendi kitabını önce kopye ederek başladığını söyleyebiliriz. Bazı kütüphane vakfiyelerinde o kütüphanenin, haftanın muayyen günlerinde sadece talebe-i uluma ve istinsah müsaadesi ile tahsis edildiğine dair ifadeler mevcuddur. Yani o kütüphaneden, o gün, sadece medrese talebeleri kitap mutâlaa ve istinsahı için faydalanmaktadırlar. Bu hususun bazı âlet kitaplarının niçin mebzul miktarda ve çoğu düzgün olmayan yazı ile mevcud olduğunun izahı olduğu kanaatindeyiz. Yani kitabın potansiyel satın alıcısı olacak olan medrese talebesi, pedagojik sebebler ile kendi kitabını sadece ve çoğu zaman bağış yolu ile temin ettiği kâğıt ve mürekkep masrafı ve el emeği karşılığı temin etmekte, aynı zamanda, daha sonra hoca ile müzakere ve mutâlaa edeceği eseri, onu kopye ederek ilk dersini almaktadır. Bu durumda bu cins basılı kitap için müşteri bulunmayacaktır. Yani kitabın basılı olarak arzını karşılayacak medrese talebesinden talep vukû bulmayacaktır.
Kanaatimizce matbaamızın gecikmesinin en önemli sebebi “kitabın arzı ve kitaba olan talep” meselesidir. Osmanlı ilim ve kültür adamları talep ettikleri kitabı her zaman için temin etme imkânına sahip olmuşlardır. Yukarıda ifade edildiği gibi kütüphanelerde veya diğer vasıtalar ile arîyet edilen kitabın istinsahı yanında sahhaflar çarşısı da kitap temin etme merkezlerinden birisi olmuştur. Sahhaflar çarşısında kitap alım-satımı, kitap ticaretinin yanında, kitap îmâli de faaliyet sahalarından biri olagelmiştir.
Sahhaflar, her zaman talebi olacak eserleri istinsah ettirerek miktarı kâfi hazır bulundurdukları gibi, vâki talep üzere muayyen bir kitabı; meslekleri kitap istinsah etmek olan ve sayıları binler ile ifade edilen yazıcılara, hattatlara, kitabın hacmine ve konan süreye göre, taksim ederek bazen bir, bazen birkaç gün içinde hazırlatarak temin etmişler ve talebi karşılamıştır. (Hattatların adedi olarak ortaya konan rakamların doğruluğu da ayrı bir araştırma konusudur.) Burada söz konusu olan arza talep yaratma değil, talebe göre arz imkânı hazırlamaktır. Yâni önce talep, sonra buna cevap verecek arzı temin etme yoluna gidilmiştir. Bu talep ve arz meselesini, Osmanlı iktisadiyatının, hattâ hayatının diğer sahalarında da aramak, kanaatimizce başka sahalardaki galat kanaatlerinin tashihine de imkân sağlayacaktır. Batı ile Osmanlı’nın maddeye yaklaşımındaki temel fark, kanaatimizce bu noktadır. Batıda matbaa ürünlerinde olduğu gibi hemen her sahada arz ve arza talep yaratma öncelik alırken Osmanlı dünyasında önce talep ve talebe cevap verecek arz öncelik almıştır. Kapitalist yaklaşımın, klâsik Osmanlı anlayışında olmadığı kanaatindeyiz. Şarktaki kanaat anlayışı şarkta aslolan ihtiyacı duymak, buna göre talebde bulunmak, bu talebe cevap verecek arzı aramak iken Batıda aksi istikamette bir cereyan olarak arz etmek, arza göre talep yaratmak şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bunların çeşitli açılardan doğruluk ve yanlışlığını bir tarafa bırakarak Batı’nın teknolojiyi meydana getirme ve kullanmada Osmanlı’dan önce olmasını ve bu anlayışa uygun ekonomik ve politik sistemler geliştirmesini bu anlayışa bağlamak, matbaa meselesini de buna iyi bir örnek olarak göstermek herhalde yanlış olmayacaktır.
Sayın Alpay Kabacalı’nın çalışmaları. Sayın Kabacalı’nın kitap tarihimiz üzerindeki araştırmaları ve yayınları ihmal edilmemesi gereken neşriyattır. Kabacalı araştırmalarında ulaşabildiği bilgileri, ihmal etmeden değerlendirmekte ve okuyucusunun dikkatine sunmaktadır.
İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 14 Sayfa: 927-932
Bu eserlerin dışında özellikle Niyazi Berkes’in iki makalesi ile “Türkiye’de Çağdaşlaşma” isimli araştırmasının ilgili bölümünün de bibliyografyaya ilâvesinde fayda mülâhaza edilmiştir. Berkes, bu yazılarında, özellik ile Müteferrika’nın şahsiyeti ve devrin genel gidişatı içinde matbaaya işaret etmektedir.
Yukarıda zikredilen eserlerin bibliyografya ve dip notlarının, bu konuda derinleşmek isteyecekler için yol gösterici olacağı kanaatindeyiz.
Mühendishane Matbaası için Prof. Dr. Kemal Beydilli’nin metinde işaret edilen, ciddî tedkikat mahsulü, metod açısından örnek alınacak değerli eseri ile Taşbasmacılığı için Selim Nüzhet Gerçek’in Türk Taşbasmacılığı eseri ilk müracaat edilecek kaynaklardır.
* Merhum M. Esad Coşan’ın Aziz Hatırasına