Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar

1 59.555

Yrd. Doç. Dr. İlknur HAYDAROĞLU

Osmanlı İmparatorluğu topraklarında açılan yabancı okullar, tarihi bir sorun ve gelişme olup, eğitim faaliyeti arkasında gizlenen siyasi etkinlikler ocağıdır. “Okul kavramının çağrıştırdığı eğitim olgusu, ölçme-değerlendirme, başarı oranı, öğrenci kabulü gibi doğrudan eğitimle ilgili noktalar üzerinde değil yabancı eğitiminin ve kurumlarının tarihi süreç içerisindeki eğitim dışı faaliyetleri ile eğitimle birlikte topluma ve düzene yaptıkları etkiler konusunda yoğunlaşmak gerekir. Bunun için de önce yabancı okul kavramına açıklık getirmek yerinde olur.

“Yabancı Okul” denilince; Osmanlı toprakları üzerinde önce gayrimüslim toplulukların açtıkları ve giderek yabancı devletlerin himayesi altına giren ve zamanla doğrudan yabancı devletler tarafından açılan okullar anlaşılmalıdır.

“Yabancı Okul” olgusunun kökeni ise 1453 yılına İstanbul’un fethine kadar dayanmaktadır.

Fetihten önce İstanbul’a hakim olan Bizans İmparatorluğu XI ve XII. yüzyılda başta batıda Türkler olmak üzere çok sayıdaki düşmanlarından korunabilmek için, ticari imtiyazlar karşılığında kendine müttefikler edinmeye çalışıyordu. Bu siyaseti, olumsuz sonuçlara neden olmuş, kendi yanına çekmeye çalıştığı Venedik 1204 yılında İstanbul’da “Latin İmparatorluğu”nu kurmuştu. Yine geniş imtiyazlar tanıyarak Cenovalılarla ittifak kurmuş ve onların yardımıyla 1261 tarihinde İstanbul’u tekrar geri almıştı. Galata’ya yerleşen Cenevizliler, kurdukları İmparatorluk sayesinde İstanbul’da çoğalan Lâtinler; Fatih’in Bizans İmparatorluğu’nu; dolayısıyla da İstanbul’u hakimiyeti altına almasıyla Osmanlı egemenliğini tanımışlar hatta İstanbul’un alınmasına yardımcı da olmuşlardı.

Fatih Sultan Mehmet, Anadolu ve Rumeli’nin değişik yerlerindeki yerleşim birimlerinde bulunan Lâtinler azınlığına kendisinden önce süregelen din ve vicdan serbestisini aynen tanımıştı.[1]

İstanbul’un fethi sırasında hemen teslim olan, üstelik yardım da eden Galata’da yerleşik Ceneviz topluluğuna “Galata Ahitnamesi” ile dini akîdelerini yerine getirme izni verilmişti ki, asıl üzerinde dikkatle durulması gereken nokta budur.[2]

Çünkü geleneklerini sürdürebilmek, ibadetlerini yerine getirebilmek, dillerini unutmamak için kendilerine yardımcı olacak kişilerin yetiştirilmesi düşüncesiyle, din adamlarının eğitimi için açılan seminerler, verilen hakların geniş kapsamlı olarak ele alınıp suiistimal edilmesi ve Latinlerin çıkarları doğrultusunda yorumlanmasıyla amacını aşmıştı. Seminerler, birer okul haline getirilmişti. Üstelik Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan bütün cemaatlere aynı haklar tanınmış, böylece Osmanlı tebaasından çeşitli milletlerin açtıkları Cemaat okulları, kilise bünyesinde kurulan “Ruhban Okulu” niteliğinde olan küçük çaptaki bu birimler, zamanla gelişmeye, büyümeye, çoğalıp yaygınlaşmaya başlamışlar, giderek çehreleri değişmiş böylece birer örgün eğitim-öğretim kurumu olma yolunda ilk adımı atmışlardı. .

Kuvvetli zamanında hiçbir olumsuzluk beklemediği bu eğitim birimlerinin gerçek anlamda okullar olarak her yönüyle teşkilatlanmasının üzerinde pek durmayan Osmanlı İmparatorluğu’nun bu tutumu, Batılı devletleri iştahlandırmıştı. Çünkü asıl politikaları, Müslüman olmayan toplulukları himayeleri ve hakimiyetleri altına almak, onların yararlandıkları haklarından istifade ederek, kendi kurumlarını açmak, giderek cemaat kurumlarının tam bağımsızlığını sağlayarak kendi kurumlarını etkin ve üstün hale getirmek, böylece dolaylı yoldan da olsa Osmanlı Devleti’ni etki altına almak olan yabancı devletler, aradıkları fırsatı bu şekilde elde etmiş olacaklardı.[3]

Hemen faaliyete geçen yabancı devletler, kendilerine yakın olan topluluğu belirlediler. Artık iş, bu topluluğu himaye altına almaya kalıyordu. Bunun en kısa yolu da maddi yardım yapmakla başlıyordu. Her devlet belirlediği topluluğunun okullarına karşılıksız olarak para, kitap, araç-gereç ve öğretmen yardımında bulunuyordu. Himaye konusunda önemli olan nokta ise azınlıkların da himaye altına girmek için büyük heves göstermeleriydi. Böylece yabancı devlet tüccarlarına tanınan kapitüler haklardan, ticari serbestiden yararlanarak rahatlıkla alışveriş imkanına, vergi ve gümrük indirimine kavuşacaklar üstelik Osmanlı Devleti’nin de denetiminden kurtulmuş olacaklardı.[4]

Böylece azınlık okulları, yabancı devletlerin himayesine girmiş, maddi manevi aldıkları yardımlarla sayıca artmaya başlamışlardı. En önemlisi de himayesinde olduğu devletin politikası doğrultusunda, Osmanlı Devleti’nin aleyhine siyasi faaliyetlere de başlamış oluyorlardı. Bu gelişmeler sonucu, cemaat okulları dışında yabancı devletlerin sahneye çıkmasıyla, elçilik okullarını da aşan bir “yabancı okul” kavramı doğmuştu. Bunda, çoktan başlamış ve büyük yol katetmiş olan milliyetçilik hareketleri ve yabancı devletlerin sürekli etkin propagandaları etkili olmuştu. Verilen tüm hakların suiistimal edilmesiyle sağlanan serbestinin esnekliği ile, önceleri çeşitli şekillerde Cemaat Okullarına etki eden Fransa, İngiltere, Amerika, İtalya gibi devletler, yasal dayanaktan yoksun, denetimden uzak kendi öğretim kurumlarını açmaya başladılar.

Himayeleri altına aldıkları toplulukların okullarının yanı sıra kendi adlarına da okul açan yabancı devletler, bu şekilde okul sayısının artmasını ve yaygınlaşmasını sağlamışlardı.

Sınırsız ve sorunsuz bir şekilde başlayan bu çoğalma 1700’lü yıllarda atağa geçmiş 1840’lı yıllarda son derece hızlanmış 1850’li ve 1860’lı yıllarda oldukça büyük boyutlara ulaşmıştı (Osmanlı toprakları üzerinde yaklaşık 1600 civarında, azınlık, misyoner ve yabancı devlet okulu vardır).[5] Bu artış ve yayılma, siyasi faaliyetlerin de artmasına neden olmuştu. Okul sayısıyla orantılı olarak artan siyasi faaliyetler, Osmanlı Devleti’nin aleyhine, oldukça tehlikeli boyutlarda idi ve denetimden uzaktı.

Yayılmaya ve çoğalmaya en çarpıcı örnekler, Amerikan okullarının sayısında ve açıldıkları yerlerin özelliğinde görülmektedir. 1904 yılında Osmanlı toprakları üzerinde 465 Amerikalı Protestan misyonerlerine ait okul[6] ve 1097’de de Amerika Devleti’ne ait 400 okul[7] bulunmaktadır. Bu okulların yaygın olduğu yerler, büyük bir çoğunlukla Osmanlı Devleti’ne ait Orta Doğu topraklarında Doğu Anadolu’da, Güneydoğu Anadolu’da ve İstanbul’dadır. Siyasi bir düşüncenin haritası ortaya çıkmaktadır. Üstelik bu, diğer yabancı devletler için de geçerlidir. Onların da yayılma alanı aynı yerlerdir ki bu da okulların, eğitimin yanında siyasi amaçlı birer kurum olarak da hizmet amaçladıklarının bir belirtisidir. Yoksa 1917 yılında yalnızca İstanbul’da bulunan “83” İngiliz okulu,[8] 1910 yılında Beyrut’ta[9] (Osmanlı toprağı iken) “44” Rus okulu,[10] 1894 yılında Elazığ’da “83” (1894 yılında Elazığ’ın küçüklüğü düşünülürse okul sayısının korkunçluğu anlaşılabilir) Protestan okulu, yine 1894’te Bitlis’te “22”, Diyarbakır’da “22”, Erzurum’da “24” Protestan Okulu[11] ve yalnızca Latin misyonerlerin 700’ü aşkın okul açmaları başka nasıl açıklanabilir.

Ticaret yapabilme izninden yola çıkarak öğretim kurumları açmaya kadar varan çeşitli ayrıcalıklara sahip olan yabancı devletler azınlıkları; dolayısıyla da Osmanlı Devleti’ni etki altına alarak yer altı ve yer üstü zenginliklerinden yararlanmak için okulların siyasi amaç ve çıkarlarına uygun yerlerde ve çok sayıda olmasını istiyorlardı. Bunun için önce Azınlık Okullarını kullanarak başka konularda aldıkları izinleri değişik biçimde yorumlayarak, yasal boşluklardan yararlanarak, İmparatorluğun her yerinde gerek olmasa da okullar açma yoluna gittiler. Bulgar okulunun Bulgar halkından kimsenin bulunmadığı yerde açılması[12] Kudüs’te İngiliz Protestan halktan “232” kişi olmasına rağmen 338 öğrencili “6” okulun yanı sıra bir yedincisinin açılması çalışmaları[13] gibi örnekler, okul açmada asıl gayenin siyasi faaliyet olduğuna açık birer işarettir. Açılan okullar hiçbir şekilde kapatılmayıp bir başka devlete devredilmekteydi.[14] Okulun ismi ve kadrosu değişir, bina yeni bağlandığı devletin hizmetinde olurdu.

Burada yabancı devletlerin iş birliğini de gözardı etmemek gerekir. Okulların faaliyetini bitirmektense birbirilerine devretmeleri, bir devlet için alınan herhangi bir yasal iznin her devlet tarafından emsal gösterilerek istenmesi, konuyla ilgisi olmasa bile bir başka devletin istek ya da itirazına aynen katılması unutulmamalıdır.[15] Yabancı Okulları ayakta tutan, yabancı devletleri Osmanlı Devleti’ne karşı güçlü ve gittikçe tehlikeli kılan, birbirileriyle anlaşamasalar bile ortak çıkar şemsiyesi altında birlik ve beraberlik içinde barınmaları, bu zihniyetin sonucudur.

Bu çoğalma ve yayılmanın bir başka nedeni de, bu dönemde Osmanlı eğitim-öğretim kurumlarının zayıflığı, yetersizliğiydi. Osmanlı Devleti’nde ilk dönemlerden beri en önemli eğitim kurumu medreselerdi. Çok yüksek, çok parlak bir dönem geçirmiş olan medreseler, zamanla bozulmaya başlayıp eski güç ve etkinliklerini yitirmişlerdi.

Osmanlılarda ilk medrese 1330’da Orhan Bey zamanında İznik’te yaptırılmış, giderek medreselerin sayıları artmış, birer ilim yuvası olan bu kurumlar, XVI. Yüzyıldan itibaren bozulmaya başlamışlardı. Devletin çeşitli kurumlarının bozulması yanında rüşvet ve hatır işinin yaygınlaşması, kalitesiz ve yetersiz kişilerin yapamayacağı görevlere getirilmesi, özellikle eğitimi olmayan kişilerin öğretmenliğe tayin edilmesi, Rumeli’deki yenilgiler nedeniyle büyük kentlerde ve tabii özellikle de İstanbul’da sağlıksız nüfus yoğunluğu ve savaştan kaçan sivil halkın, göçmenlerin medreselerde iskân edilmesi, Osmanlı Devleti’nin bozulmayı geç fark etmesi, yabancı okullardaki sistemin yararlarının geç anlaşılması, eğitim sorununun köklü bir biçimde tartışılacağı yasal platformlarda ele alınmaması, bu bozulmayı hızlandırmıştı.[16]

Medreselerin yanı sıra, sıbyan mektepleri ve diğer derecelerde birçok okul ihtiyacı karşılayamaz durumdaydı. Bu bozulmadan yararlanarak okullarını güçlü ve etkin kılan yabancı devletlerin eğitimi maske, okulu da silah olarak kullanmaları Osmanlı Devleti tarafından fark edilmişti. Misyonerlerin ve yabancı devletlerin elele vererek çalışmaları ve bu çalışmaların sonuçları fark edilmişti. Misyonerlerin açtıkları dini eğitim veren okullar, son derece de kaliteli ve yüksek dereceliydi. Protestanlara ait Maraş’taki Yüksek İlâhiyat Okulu, Antep’teki yüksek dereceli okuldan öğrenci alıyordu. Burada yüksek okuldan mezun olanların tekrar bir yüksek okulda okumaları söz konusudur. Üstelik bu din eğitimi veren okuldaki ders programı, dini nitelikli değil, modern bir okulun ders programı şeklindeydi. Dersler arasında Arapça, Türkçe, Fransızca, İngilizce, Yunanca, İtalyanca, Matematik, Fotoğraf tekniği, Coğrafya, Topoğrafya dersleri bulunmaktaydı. Bu da misyonerlerin siyasi, ekonomik çıkarlar doğrultusunda bulundukları yöreyi her açıdan iyi tanıyıp, istenilen hizmeti, görevi yerine getirebilmeleri yönünde eğitildiklerini düşündürmektedir.[17] Gittikleri yerin dilini bildikleri için halkla ilişki kurabilecekler, yer altı ve yer üstü kaynakları hakkında bilgi alıp jeolojik değerlendirmeleri, resimleyerek yapabileceklerdi. Birer öğretmen olarak derse giren, kendi dinine çeşitli yöntemlerle mümin kazandıran, bağlı bulunduğu devletten aldığı karşılıksız ve çok miktardaki parayı[18], [19] sırf bu iş için harcayan misyonerlerin, bu uğurda büyük çabası ve başarısı nasıl göz ardı edilebilirdi ki? İşte yalnızca kendi kurumlarına bir çeki düzen vermekle sınırlı kalmayarak Yabancı Okulları da denetim altına alabilmek amacıyla köklü ve kapsamlı bir girişim olarak 1869’da çıkarılan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, Osmanlı Devleti’nin bu gidişe dur diyebilmesi anlamına geliyordu.

1869’a gelinceye kadar bu durum yine gündemde olmuş, denetim için bazı ufak-tefek yasa tasarıları hazırlanmış, bazı kanun maddeleri yürürlüğe konmuştu. Bunlardan ilki 1845’te Meclis-i Maarif-i Umumiye’nin kurulmasıydı. Böylece İmparatorluk bünyesindeki bütün eğitim öğretim kurumları yeniden yapılandırılıyor, derecelendiriliyor ve bir düzene sokulmaya çalışılıyordu.

Bundan sonra, denetim konusundaki en sağlam adım, 1868 yılına ait Gümrük Nizamnamesi’dir. Gümrük uygulamaları çerçevesinde Yabancı Okullar için söz konusu olan her türlü materyalin incelendikten sonra geçişine izin verileceği kayda bağlanmıştı.[20]

Denetim konusuna en kapsamlı yasa 1869’da çıkarılan Maarif Nizamnamesi’dir.[21] Nizamname çok amaçlı olarak öğretimin zorunlu hale getirilmesini okulların derecelendirilmesini, yeniden düzenlenmesini, öğretim kadrosunun bilgisinin ve saygınlığının arttırılarak iyi yaşam şartlarına bağlanmasını, Vilâyet Maarif Meclislerinin oluşturulmasını, öğrenciyi teşvik edici sınav kurallarının ve diploma usulünün konulmasını, ilmî kuruluşların tamamlanıp çoğaltılmasını ve yaygınlaştırılmasını, üç kısma ayrılan okulların nerede ve ne gibi şartlarla açılacağının belirlenmesini hedef almakta, 129 ve 130. maddeleriyle[22] de Yabancı Okullar konusunda yasal düzenlemeleri ve denetimi amaçlamaktadır.

Aslında Nizamname’de, “Yabancı Okul” kavramı yer almamakta buna karşılık esas olarak Osmanlı vatandaşının açtığı okulları kasteden “Özel Okul” ibaresi göze çarpmaktadır.

Yabancı Okullar için düşünülen düzenleme, denetim ve kontrol, 129. madde de özel okullar ifadesi kullanılarak ele alınmıştır. Maddenin en can alıcı noktası, okul açılması için gerekli olan 3 şartın belirtilmesi ve bunların yerine getirilmedikçe açılan okulların devam etmesine ve yeni okul açılmasına asla izin verilmeyeceğinin açıkça vurgulanmasıdır.

Bu üç şarta gelince;

  1. 1- Yabancı Okullarda görev yapan ya da yapacak olan öğretmenlerin, Maarif Nezareti’nden onay almış birer diplomaları olmalıdır.
  2. 2- Yabancı Okullarda (Özel Okullar) okutulacak kitapların listesi, ders program çizelgesi Maarif Nezareti tarafından onaylanmalıdır.
  3. 3- Hizmetine devam etmek isteyen ya da yeni açılacak olan okul, Maarif Nezareti’nden gerekli şartları yerine getirerek ruhsat almalıdır.[23] Ruhsat için gerekli şartlar ise gerçekten bir kurumu her yönüyle tanıyıp, kontrol getirecek özelliktedir. Ruhsat almak isteyen okul, daha önce açılmış ve hizmetine devam edecekse, okulun yeri, kurucusunun kimliği, hangi kurum ya da devlete bağlı olduğu, öğrenci sayısı ve milliyeti, okulun masrafının nasıl karşılanacağı, bina, okutulacak kitaplar ve ders programları hakkında bilgi, öğretim kadrosunun da güvenlik açısından durumu sorulmakta, eğer okul, daha önce herhangi bir olumsuz olaya karışmamışsa, gerekli şartları da yerine getiriyorsa ruhsat verilmekteydi.[24]

Ruhsat isteyen okul henüz yapılacaksa, okulun üzerine yapılacağı arsanın kime ait olduğu, ne şekilde alındığı, ne kadar paraya alınıp, paranın da nasıl sağlandığı; arsanın boyutları arsanın belli noktalara olan uzaklığı, arsanın cinsi, cinsine göre vergilendirilmesi[25], [26] yapılması düşünülen okul binasının boyutları, iç teşkilat-plânı; kapı pencere oda sayısına varıncaya kadar binanın eni, boyu, yüksekliği gibi ölçüleri; bina yapılı ise ne kadar fiyata alındığı, paranın nereden sağlandığı, binanın vergi durumu; inşaat cinsi, kullanılacak malzemenin nereden, ne kadar fiyatla, nasıl karşılandığı, binanın hangi amaçla kullanılacağı, binanın hıfzıssıhha açısından kullanılabilir durumda olduğunu belirten raporunun bulunması[27] açılacak okulun devamı için gerekli paranın miktarı ve nasıl karşılanacağı[28], [29] bina önceden yapılmış ve yalnızca onarım için izin isteniyorsa, onarımın neden gerektiği ve masrafının nasıl karşılanacağı, okulun kurucusu, yönetim kadrosu ve öğretmen kadrosu hakkında güvenlik soruşturmasının yapılması okulun derecesinin, öğretim süresinin, okutulacak kitap listesinin, açıklamalı ders programlarının ve okula kimlerin devam edeceğinin ait olduğu topluluk adı ile birlikte bildirilmeliydi.[30] Bütün bu bilgiler verildikten ve doğruluğu saptandıktan sonra ruhsat verilmekteydi.[31]

Bu maddelerde istenilen şartlara baktığımızda; denetim için düşünülen Nizamname’nin hedefine ulaşacak kadar kapsamlı ve isabetli yaptırımları içerdiği hemen anlaşılmaktadır. Bütün bunları uygulayan bir okulun her yönüyle Osmanlı Devleti tarafından bilinmesi, tanınması ve kontrolü çok kolay olacaktır. Ancak denetimin işleyişi hiçbir zaman istenilen şekilde olmadı.

Kimi zaman Osmanlı’dan kaynaklanan hoşgörü ve kayıtsızlık, kimi zaman yabancı okulların prosedürü[32] yerine getirememesi, ruhsatın tehlikeye gireceği durumlarda yabancı devletlerin Osmanlı Devleti’ne karşı birlik içinde hareket etmeleri, kitap yokluğu, tercüme odasının yetersizliği, devletin tüm kurumlarının bozulmaya başlaması, dini farklılıklar, ekonomik nedenler, oluşturulan denetim zincirinin kopmasına yol açmıştı.

Osmanlı Devleti denetimi gerçekleştirmek için ilk kararlı adımını Gümrük Nizamnamesi ile atmış, istediği sonucu alamayınca da geri adım atmak zorunda kalmıştı.[33]

Maarif Nizamnamesi ile bir kez daha kararlı tutumunu göstermiş; ancak şartlar gereği uygulayamamış, hatta bazı hallerde uyguladığını sanacak kadar yanılgıya düşmüştü.[34], [35]

Denetimde kararlı olan Osmanlı İmparatorluğu 1876’da çıkardığı Kanun-i Esasi ile devletin kontrolü altında bir “özel öğretim” imkanı sağlamak ve Müslüman olmayan cemaatleri Osmanlı kimliği altında toplamak amacını hedeflemişti. Bütün bu tedbirlere rağmen Osmanlı İmparatorluğu yıkılana kadar Yabancı Okullar, tam bir denetim altına alınamamış, denetim ancak daha sonra Lozan Barış Antlaşması ile (24 Temmuz 1923) sağlanabilmişti. Antlaşmadan sonra Azınlık Okulları ve Yabancı Okullar diye iki ayrı kavram olarak ele alınmış ve nihayet Cumhuriyet hükümetleri tarafından günümüze kalan ve günümüzde de devam etmekte olan denetim, yasalarla gerçekleştirilen bir uygulama olmuştur.[36]

Denetim konusunu burada bırakarak Yabancı Okullar hakkında siyasi faaliyetlerini ve neden oldukları sorunları da içeren bazı örnekleri, Devlet Okulu olarak ayrı ayrı ele almak yerinde olacaktır.

İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı İmparatorluğunda açılan ilk Yabancı Okul ya da daha doğru bir deyişle ilk Cemaat okulu Fransızlara aittir.

Fatih Sultan Mehmet’in cemaatlere tanıdığı hakları değerlendirmek isteyen misyonerlerin akınına uğrayan İstanbul’a ilk olarak Fransiscain rahip ve rahibeleri gelmişti. Resmi tarihli ilk Fransız okulu 18 Kasım 1583’te Cizvit rahiplerinin açtığı Saint-Benoit Fransız Okulu’dur.[37] Bu okul, Osmanlı toplumunu birçok yönden etkileyen Fransız misyonerlerinin öğretim faaliyetlerinin başlangıç noktasıdır. Bugünkü anlamda eğitim veren ilk öğretim kurumu olma özelliğini taşır. St. Benoit okulunun kurucularından birinin 1585’te geri dönmesi ve diğerlerinin de İstanbul’daki sıtma salgınından ölmeleri üzerine 1609’da tekrar geri gelen Cizvit misyonerleri tarafından açılmış 1612’de bulaşıcı hastalık nedeniyle yeniden kapanmıştı. 1613’te tekrar eğitime başlamış 1693’te ders programına Türkçe dersini koymuş, 1773’te Cizvit tarikatının kaldırılmasıyla okul Lazarist misyonerlere devredilmişti.

1812’de yine salgın hastalık nedeniyle kapanmış, 1831’de yeniden açılmış, 1813’te II. Mahmut’un fermanıyla bu okula Rum ve Ermeni çocuklarının yanı sıra Türklerin de kabul edilmesi sağlanmıştı.

St. Benoit; öğrencileri Kolej’in lise kısmına hazırlayan 4 sınıflı bir hazırlık bölümü, lise bölümü ve ticaret ve bankacılık bölümlerinden oluşmaktadır.[38]

St. Benoit gibi erken tarihlerde açılıp hâlen öğretime devam eden günümüz Fransız okullarından en önemlilerinden ikisi olan, Notre Dame de Sion ve Saint Joseph Fransız Kolejlerinin üzerinde durmak gerekir. Çünkü her iki okul da Türk toplumu için birçok açıdan faydalı örnekler olmuşlardır.

Notre Dame de Sion Fransız Okulu, kimsesiz kız ve erkek çocuklar için yurtlar, sınıflar; küçük kız çocuklar için beceri kazandıran iş atölyeleri ve çocuklar için yuva hizmeti de vererek, yalnız okul olarak değil bir hayır kurumu olarak da faaliyetini sürdürmenin yanı sıra, geçici bir süre için de olsa Osmanlı Devleti tarafından Maden Mühendis Mektebi olarak kullanılması bakımından önemli bir kurumdur.[39]

1864’te açılan Saint-Joseph Fransız Koleji’nin önemi, 1902’de bünyesinde açılan Ticaret Enstitüsü’nden kaynaklanmaktadır. Okul öylesine meşhur olmuştur ki; 1910’da Osmanlı Ticaret Nazırlığı bu Enstitü’nün programını ve idari yapısını aynen benimseyerek İstanbul’da Yüksek Ticaret Okulu’nu kurmuştur. Prenslerin, yüksek mevkii sahibi, toplumun üst kademesinde hizmet görmekte olan ailelerin çocuklarının bulunduğu[40] okula Ali Fuat Cebesoy, büyükelçilerden Pertev Subaşı, Ziya Tepedelen, spor yöneticilerinden Faruk Ilgaz, Adnan Süvari, devlet adamlarımızdan İhsan Sabri Çağlayangil, Hasan Esat Işık, Turhan Feyzioğlu gibi büyük Türk şahsiyetleri de öğrenci olmuşlardır.

Okulun diğer bir ilginç yanı da sosyal başarılarıdır. Birçok dalda bilimsel ödüller alan kolej, öğrencileri için, saat 10.00 ve öğle tenefüsünde basketbol ve voleybol oynamak zorunludur. Bunun için okulda “25” voleybol ve “25” basketbol sahası vardır.[41]

Başka faaliyet alanı olarak İstanbul’u (83 okul), Suriye’yi ve Lübnan’ı seçen İngiltere okullarının en önemli özelliği günümüze gelindiğinde İngiliz okullarının binalarını sorunsuzca kısa sürede Anadolu Lisesi olarak kullanılmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı’na devretmiş olmalarıdır. Bugün İstanbul’da bir iki İngiliz okulu kalmıştır.[42]

Yabancı Okulların en önemlilerinden biri de Amerikan okullarıdır. Misyonerlik faaliyeti, siyasi faaliyetler açısından günümüze taşan bazı sorunların taşıyıcılarından olan Amerikan okulları üzerinde biraz durmak gerekir. Bunun içinde, önce Amerikalı Protestan Misyonerlerin açtıkları okulları, sonra Amerikalıların himayeleri altına aldıkları Ermeni okullarını ve Amerikalıların bizzat açtıkları okulları bir bütünlük içinde ele almak gerekir.

Amerikan eğitim kurumları misyonerler vasıtasıyla varolmuş, etkin hale gelmiş, Ermeniler Protestanlığa kazandırılarak Amerikan çıkarları doğrultusunda yönlendirilmişlerdir. 1810’da Boston’da kurulan “American Board of Commisioners for Foreign Missions” adlı örgütün 1819’da Osmanlı topraklarını programına almasıyla Protestan misyonerleri akın akın Osmanlı topraklarına gelmişlerdi.[43]

İlk olarak 1797’de İzmir Limanı’na gelen Amerikalı tüccarlar, 1830’dan itibaren Osmanlı Devleti ile Amerika arasında imzalanan ilk Ticaret anlaşması (1830) sonrasında en ayrıcalıklı devlet statüsü vasfıyla, Osmanlı Devleti’nin müdahalesi olmadan her milletten ya da dinden simsar kullanma hakkını elde ettiklerinde, o zaman için simsar olarak hizmet veren Rumlar ve Ermenilerle zaman içersinde yakınlaşmışlar, bu yakınlaşma beraberinde Ermenilerin himayesini, dahası onlara Amerikan vatandaşlığı hakkını da getirmişti.[44]

Her devlet gibi, Osmanlı Devleti üzerinde söz sahibi olmak amacıyla, Osmanlı azınlıklarını kullanmayı düşünen Amerika Ermenileri kendine bağlı bir toplum olarak destekledi. İşe 1834’te İstanbul Beyoğlu’nda Ermeniler için okul açmakla başladı.[45]

Çeşitli Ermeni okullarını himayesi altına alması yanında kendi devlet okullarını da açan Amerika’nın Osmanlı topraklarındaki ilk kurumu, 1859’da açılan Harput[46] Amerikan Koleji’dir.

Harput Koleji’nin iş birliği içinde bulunduğu Harput Konsolosluğu okulun diploma törenini bile konsolosluk binasında yapmakta, yöre ile ilgili bilgileri içeren raporlar hazırlamaktadır. Harput Koleji’nin öğrenci sayısının 1000 olduğunu da yine konsolos raporlarından öğreniyoruz. Bütün bu bilgileri konsolos raporlarından öğrenmemiz okul-konsolosluk iş birliğine en güzel örnektir.[47]

Amerikan okullarının en önemlilerinden biri Robert Kolej’dir. 16 Eylül 1863’te “4” öğrenci ile açılan Robert Kolej, Türk eğitimine yaptığı katkılarıyla da önemli bir eğitim kurumudur. Robert Kolej’in biriket ve demirleri İngiltere’den, Fransa ve Belçika’dan getirilen ateşe dayanıklı tarzda inşa edilen Bebek Kampüsü’ndeki binalarında saat 18.30’dan 22.00’ye kadar süren dil kursları büyük ilgi görmüştür.

1912’de Robert Kolej adını “Robert Akademisi” olarak değiştirmiş, Mühendislik Okulu, İş İdaresi Okulu, Fen ve Yabancı Dil Okulu olarak birbirine bağlı 3 bölüm oluşturmuş, uzun yıllar Türk toplumuna eğitim hizmeti veren Robert Kolej 1971’de Boğaziçi Üniversitesi’nin çalışmalarını sürdürmesi için Türk Hükûmeti’ne devredilmiştir.[48], [49] Özellikle siyasi faaliyetler açısından üzerinde durulması gereken Merzifon Amerikan Koleji 1863’te açılmıştı.[50] American Board teşkilatı misyonerlerinden olan ve okulda Mental Disiplin kısmının kurucularından olan Marsovan tarafından Teoloji Semineri olarak kurulmuş, 1881’den itibaren yüksek okul düzeyine getirilmiştir.[51]

Okulun Türkçe öğretmeninin cesedinin Kolej yakınında bulunması üzerine okulda yapılan araştırmalar sırasında elde edilen belge ve bulgular, Pontus hareketinin Merzifon Kolej binasında plânlanıp yönetildiğini ortaya çıkarmıştı.[52] Aramalar sırasında silahlar, madalyalar, Pontusçularla ilişki içerisinde bulunan çetelerin fotoğrafları, albümler ile Pontus Kulübü Nizamnamesi’nde ele geçirilmişti.[53]

Bu bulgular ve Pontus Kulübü Nizamnamesi’ndeki maddeler, okulun siyasi amaçlı bir hareketin karargâhı olarak hizmet verdiğini gösteriyordu.

Yine siyasi faaliyetleri nedeniyle kapatılan Bursa Amerikan Okulu[54] Tarsus Koleji[55] eğitim maskeli, siyasi amaçlı kurumlara en güzel örneklerdir.

İstanbul’da özellikle Kırım Savaşı’ndan sonra geniş ölçüde yayılmış durumda olan Fransız Dil ve Kültürü yanında İtalyancanın gerilememesi için bir zorunluluk olarak başlatılan İtalyancanın yaygınlaştırılması çalışmalarının sonucunda, İtalyan eğitim sistemine uygun kurulan okulları ve dil kursları, Fransa’dan İtalyan himayesine geçen okullarıyla İtalyanlar, siyasi faaliyette bulunmadan varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır.[56] Yine siyasi faaliyet açısından önemli çalışmaları olmayan Alman ve Avusturya okulları da halen az sayıda da olsa eğitimlerine devam etmektedirler.[57]

Siyasi faaliyet açısından zararlı çalışmalara bir örnek olarak Rum-Ortodoks okulları dikkat çekmektedir. Rum okullarının tarihe geçen büyük faaliyetleri; Pan-Hellenizm’in kuvvetlenmesiyle, bağımsız Yunan Devleti’nin kuruluşuna aracı olmasını sağlayan ideolojik nitelikteki çalışmalarıdır. Bununda en elverişli yeri okullar olmuştur.

Edremit’e bağlı Cunda Adası’ndaki Rum Okulu’nun 1884 yılına ait ders programında yer alan hedefleri, bir eğitim kurumu olarak düşünüldüğünde oldukça trajiktir.

Programda Türklerin Rumlara ezeli düşman olarak tanıtılması, Türklerin ekonomik olarak çökertilmesi, Avrupa devletleri karşısında saygınlığının zedelenmesi, Türk milletinin ahlak, din, milliyet ve gelenek bakımından zayıflatılması, Türk gençliğinin bozulması, İstanbul’un ele geçirilmesi, her meslekten Türkün zor duruma düşürülerek borçlandırılması, böylece mallarının elinden alınması, rüşvet ve kandırma yoluyla Türk taraftar edinilmesi gibi hedefler yer almaktaydı.[58]

Bunun yanı sıra Merzifon Amerikan Koleji’nde faaliyet gösteren Rum Pontus Teşkilatı’nın çalışmaları da gözönüne alındığında Rum okullarının siyasi boyutlu, hatta oldukça büyük çapta zararlı bir kurum olduğu açıkça anlaşılabilir.[59], [60]

Amerikalılar ile iş birliği içinde olan Ermenilerin ilk resmi okulları 1790’da Amira Miricanyan tarafından açılan Kumkapı’daki okuldur.[61]

İsviçre ve Belçika’da uygulanan “Ecole Nouvelle” pedagojik öğretim metodunu benimseyen Nortibros Ermeni Okulu, dini denetimden kopmuş, modern anlamdaki Ermeni okullarına en güzel örnektir.[62] Günümüzde de hâlen eğitimine devam eden Ermeni okullarının geçmişteki ticari, siyasi ilişkiler çerçevesindeki siyasi faaliyet odaklı Ermeni-Amerika ilişkilerine daha önce yer verdiğimizden başka bir topluluğun okuluna geçelim.

İlk olarak 1862’de Tetuan’da açılan Yahudi okulları 1860’ta Paris’te kurulan “Alliance Israelit Universale” sayesinde modern eğitim atağına başlamışlar,[63] bu yönleriyle gelenekçi okullarla çatışmaya girip Hahamlarca aforoza bile uğramışlardı.[64]

Kudüs ile eş anlamlı tutulan “Siyon” kök sözcüğünün doğurduğu “Siyonizm” terimi, Yahudi halkı için kamu hukuku güvencesi altında bir yurt kurulmasının sembolü olmuş, bu düşünceyle hareket eden Yahudi okulları, propagandası yapılan İsrail Birliği bilincinin doğmasına zemin hazırlamıştı.[65], [66]

Buraya kadar sadece zararlı siyasi faaliyetlerinden, eğitimi bir maske olarak kullanmalarından söz ettiğimiz yabancı okulların eğitime katkılarının olup olmadığı, olumlu yönlerinin bulunup bulunmadığı konusunu da ele almak gerekir. Okulları, okul kavramının çağrıştırdığı eğitim olgusu ile değil, siyasi faaliyetleriyle değerlendirdiğimiz için bu yönleri üzerinde pek durmamıştık.

Ama eğitim öğretim sistemine olan etki ve katkılarını da kısaca ele almak konunun bütünlüğü açısından oldukça gereklidir.[67] Gayrimüslim Osmanlı tebaası üzerinde etkileri oldukça olumludur. Önceleri cemaat okulu durumundaki öğretim kurumları, yabancı devletlerin yardımı ve desteği ile güçlenmişler, siyasi çıkarlarda ortak hareket etmişler, sonunda bağlı bulundukları cemaatlerin çoğunun bağımsız devlet haline gelmesine vesile olmuşlardır.

Müslüman halk ise, Batı’dan gelen her şeye karşı duyduğu kuşkuyu yabancı okullardaki eğitim sistemine, modern yöntemlere de duymuş, ancak eğitim açısından yararlarını zamanla kavrayarak bu yanını kendi eğitim sisteminde uygulamaya başlamıştır.

Yabancı dil eğitiminin öneminin anlaşılmasıyla yabancı dilde eğitim yapan okullar açılmaya başlanmıştı. Bunlardan ilki, 1868’te kurulan Galatasaray Sultanisi ile 1870’te açılan ilk Kız Öğretmen Okulu’dur.[68] Öğrencilerin başarı durumunda çeşitli şekillerde ödüllendirilmesi[69] yabancı okullarda Müslüman halkın okuyabilmesi için kanun çıkartılması[70] hatta yabancı devletlere öğrenci gönderilmesi bu okulların bizim toplumumuza yansıyan olumlu yönleridir.

Lozan Antlaşması’yla imtiyazları kaldırılan 1924’te yabancı okulların her türlü hareketini hükümetin iznine bağlayan, 1926’da yabancı okullara sıkı bir denetim getiren, 1965’te ise tüm okul konularını açıkça ele alıp devlet kontrolünü etkin hale getiren “Özel Öğretim Kurumu Kanunu” gibi düzenlemelerle[71], [72] bugün Türkiye Cumhuriyeti devletinin kontrol ve denetimi altında bulunan Yabancı Okulların daha çok eğitimi ilgilendiren yanını bir kenara bırakıp, siyasi faaliyetleri açısından bir değerlendirmeye gidecek olursak;

“Yabancı Okullar, misyonerlerin Müslümanları ya da kendi mezhebinden olmayanları kazanabilmek için kullanılan, milletlerin imparatorluk bünyesinden kopmasını getiren, bağımsızlık fikrinin tohumlarının atıldığı, Osmanlı İmparatorluğu’nun politik zaafa düşüp çöküşünün hızlandırıldığı faaliyetlerin sürdürüldüğü yerler olarak eğitim açısından yararlı yönleri bulunmakla beraber, eğitimi maske gibi kullanan, siyasi faaliyetlere programlanmış kurumlardır” demek yanlış olmayacaktır

Yrd. Doç. Dr. İlknur HAYDAROĞLU

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 14 Sayfa: 181-188


Dipnotlar :
[1] Polvan, Nurettin; Türkiye’de Yabancı Öğretim, İstanbul 1952, I. Cilt, s. 31.
[2] Şakiroğlu, Mahmut; Fatih Sultan Mehmet’in Galatalılara Verdiği Fermanın Türkçe Metinleri, Tarih Araştırmaları Dergisi, Ankara 1982, C. XIV, S. 25, s. 211.
[3] Haydaroğlu, İlknur Polat; Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, Ankara 1990, s. 15.
[4] Haydaroğlu, a.g.e., s. 15.
[5] Haydaroğlu, a.g.e., s. 16.
[6] Haydaroğlu, a.g.e., s. 99, 100, 101.
[7] Başbakanlık Arşivi, İrade Hususi, No: 101, s. 1.
[8] Başbakanlık Arşivi, Mukteza Defteri, 25/15.
[9] Stratejik Ticari, Coğrafi ve Arkeolojik bakımdan önemli olan Beyrut vilayeti, Hıristiyanlarca da kutsal olan Kudüs’e yakınlığı, Akdeniz limanı oluşu nedeniyle yabancı devletlerin yoğun ilgisini çekmekteydi. 1890’lı yıllarda halen bir Osmanlı vilayeti olan, konumu itibarıyla Orta Doğu’nun en önemli yerleşim merkezlerinden Beyrut, her yönüyle yabancı devletlerin siyasi hedeflerinden biriydi. Beyrut’ta gözlenen Fransız politikası, İngiliz rekabeti, Alman mücadelesi, Cizvitler başta olmak üzere misyonerlerin çalışmaları, Rusların bile burada 44 okul açmaları, bunun en açık delilleridir. O zamanki Beyrut’u tanıtan bir rapora göre; Beyrut halkının %80’i eğitimlidir. Halkın %20’si Avrupa’da bulunmuş, ticaret ve sanatta üstün durumdadır. Yüz bini aşkın nüfusunun 20.000.000 lira serveti vardır. Kişi başına milli gelir 200 liradır. Bu miktar, o gün için Avrupa devletlerinde bile rastlanamayacak kadar yüksektir. Kasap ve kunduracı esnafına varıncaya kadar Fransızca ve İngilizce yaygın bir dildir. Avrupa’dan gelen çeşitli gazetelerin yanında, şehirde 20.000 nüshayı aşan 12 haber organı vardır. Eski medeniyetlerin beşiği olması nedeniyle sahip olduğu hazineler dolayısıyla her yıl binlerce Avrupalı turist ve araştırmacı gelmektedir. Görüldüğü gibi kültüre açık, eğitim yoluyla etkilenebilecek bir kitle bulunmaktadır. Burada açılan okullar, bu kitleyi himaye altına alıp istenilen doğrultuda etkilemek yönlendirmek için bulunmaz nimettir.
[10] Milli Eğitim Bakanlığı Arşivi, Belge No: 20, 30.
[11] Akyüz, Yahya; Abdülhamit Devrinde Protestan Okulları İle İlgili Orijinal İki Belge Eğitim Fakültesi Dergisi, Ankara, 1970, C. 3, S. 1, çizelge kısmı.
[12] Başbakanlık Arşivi, Mukteza Defteri 21/204.
[13] Başbakanlık Arşivi, Mukteza Defteri 19/231.
[14] Polvan, a.g.e., s. 147, 148, 206, 207, 208.
[15] Yabancı devletlerin konuyla ilgili olmasa da birlikte hareket etmelerine en güzel örnek Gümrük Nizamnamesi’nin uygulanmasında görülür. Osmanlı İmparatorluğu denetim amacıyla Gümrük Nizamnamesi’ni yürürlüğe koyduğunda, okullar için Avrupa’dan gelecek her türlü kitabın gümrükte kontrol edildikten sonra sahibine teslim edileceğini bildirmişti. Bu bildiri, yabancı devletler tarafından bir savaş ilânı gibi kabul görmüştü. Yasanın uygulanmasının imkansız olduğunu düşünüyorlardı ve kontrole de karşıydılar. İlk olarak İngilizlerin yaptığı itiraza diğer devletlerde katılmışlar, hatta kendileri ile ilgili bir durum söz konusu olmadığı halde Hollanda, Belçika gibi devletler de aynı protestoya birer nota ile katılmışlardı. Hemen hemen aynı satırların yer aldığı ve birkaç gün arayla arka arkaya verilen ültimatom niteliğindeki bu notalar, içeriği, veriliş nedeni, veriliş tarihlerinin yakınlığı ve ifade dilinin sertliği nedeniyle gerçekten de birer ültimatomdu. Kaldı ki notalarda çok ciddi bir anlaşmazlığın başlayabileceği belirtiliyordu. 1 Ekim 1895’te başlayıp, 2 Mart 1896’da son bulan nota yağmuru (Dışişleri Bakanlığı, Hariciye Arşivi, Hazine-i Evrak No: 384/II, 274/17, 423, 229, 18618/122) diplomatik Haçlı zihniyetinin bir göstergesi gibiydi. Bütün bu itirazlara rağmen Osmanlı Devleti, gümrük denetimi hakkını kullanacağını belirtmiş, kullanmış, ancak pratikte uygulamanın yapılamayacağını görüp vazgeçmişti. Çünkü gümrüğe gelen kitapları okuyup zararlı mı, zararsız mı olduğuna karar verecek dil bilen, yeterli sayıda elemanı yoktu (Dışişleri Bakanlığı Hariciye Arşivi, Hazine-i Evrak No: 104).
[16] Haydaroğlu, a.g.e., s. 212.
[17] Çetin, Atilla; Maarif Nazırı Ahmed Zühdü Paşa’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Yabancı Okullar Hakkındaki Raporu, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi, Güney Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, 10-11, 1981-82, s. 189-219. (Defter kısmı).
[18] American National Archives Despatches from U. S. Consults in Sivas (1886-1966) Microcopy No: T-681, Roll: 1, 15 Eylül 1887 tarihli rapor.
[19] Misyonerlerin aldıkları çok miktardaki para yardımına en çarpıcı örnek, 1810 yılında Boston’da kurulan ve 1819’da Osmanlı topraklarını faaliyet alanı içerisine alan ve 1821’de ilk misyonerlerini gönderen American Board of Commisioners for Foreign Missions teşkilâtının Amerikan Dış Okullar komisyonuna Osmanlı topraklarında kullanılmak üzere 20.000 dolar vermesiydi.
[20] Başbakanlık Arşivi, İrade-i Hariciye No: 11907.
[21] Haydaroğlu, a.g.e., s. 24-33.
[22] Maarif Nizamnamesi’nin 129. maddesi “Mekâtib-i Hususiye” terimiyle Yabancı Okul kavramına açıklık getirmekte, okullara ruhsat şartı koymaktadır (Unat, Faik Reşit; Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964, s. 110)
[23] Haydaroğlu, a.g.e., s. 24-29.
[24] Aslında uygulamada bu kurallara pek uyulmadığı, gerekli şartları yerine getirmedikten başka, siyasi faaliyet açısından da olaylara neden olduğu ve kapatıldığı anlaşılan bir okula da ruhsat verildiği görülmektedir (Başbakanlık Arşivleri, Mukteza Defteri 21/204). Bunu da denetimin işleyişindeki aksaklıklara, çıkartılan yasaların yürürlükte uygulanamamasına bağlıyoruz.
[25] Milli Eğitim Bakanlığı Arşivi, Belge No: 18/b; Başbakanlık Arşivi, Mukteza Defteri, NO: 19/510, 20/58, 20/993, 21/645, 21/675, 21/402, 22/493, 22/576, 23/386, 26/468.
[26] Okul yapılacak arsanın önce vergi açısından durumu incelenir, arazi mülk ise yıllık vergiye, arazi vakıf arsası ise mukaatay-ı zemine, arsa arazi-i emiriyyeden ise bedel-i öşre bağlanması işlemi gerçekleştirirdi. Okul arsası bazen kiralanarak, bazen satın alınarak, bazen hibe yoluyla elde edilirdi. Kimden alındığı ve ne kadar para ödendiği de belirtilirdi. Arsanın yeri, Müslüman mahallesi, ibadethane gibi noktalara uzaklığı belirtilerek ve eni boyu metre olarak verilerek tanımlanırdı.
[27] Binanın kâgir mi, ahşap mı, betonarme mi olacağı, kaç penceresi, kaç kapısı, kaç bölümü ve birimi olacağı, müştemilâtı hakkında ölçü birimleriyle ebatları, binanın hangi amaçla kullanılacağı, okul mu, mabed mi, mesken mi, hastane mi, yetimhane mi olarak kullanılacağı belirtilirdi.
[28] Binanın inşaat masrafının nasıl karşılanacağı belirtilirken, yabancı bir devletten alından yardımı varsa, kiliseden yardım alınacaksa, halktan bağış yapılacaksa, öğrenci harçları masrafın ne kadarını karşılayacaksa, okula ait olup satılacak mallardan ne kadar gelir elde edilecekse, diploma töreni, balo düzenlenmesi gibi sosyal etkinliklerden sağlanan para masrafa ne kadar katkıda bulunacaksa açık açık belirtilirdi. En önemlisi devletlerden aldıkları yardımlardı ki, yabancı devlet bütçelerinden yurt dışındaki okullarda kullanılmak üzere fasıllar ayrılmıştı. Örneğin Fransız Hükümeti’nin 1897 bütçesinde 110.000 Franklık yardım faslı (Rey, Francis; De la Protection Diplomatique et Consulaire Dans Les Echelles du Levant et Barberie, Paris 1899, s. 341-347).
[29] Başbakanlık Arşivi, Mukteza Defteri, 20/645, 21/63, 21/572, 21/675, 21/879-a, 22/576, 23/305, 23/386, 24/205. Milli Eğitim Bakanlığı No: 140, 138/b.
[30] Haydaroğlu, a.g.e., s. 65-72.
[31] Haydaroğlu, a.g.e., s. 40-22.
[32] Osmanlı Devleti’nde prosedür çok geç işleyen bir sistem olmuştur. İstanbul’da açılmış bir Fransız Okulu, ruhsat almak için müracaat ettiğinde ancak 3 sene sonra (1908 yılı) cevap alabilmişti. Yabancı devletlerin kimi zaman kendileri de çıkarları doğrultusunda işlemleri yavaşlatma yöntemine başvurmuşlar, kimi zaman da sistemden kaynaklanan gecikmeyi kendi yararları için kullanmışlardı (Milli Eğitim Bakanlığı Arşivi, Belge No: 138, 138-b, 1-2-3-4 evrak takımı).
[33] Haydaroğlu, a.g.e., s. 24.
[34] Başbakanlık Arşivi, İrade Hususi, No: 101, s. 1, ve ek kısmı.
[35] Osmanlı İmparatorluğu denetim amacıyla daha önce açılan okulların da ruhsat alması şartını koyduğunda okulların yerini, sayısını, isimleri belirten açıklamalı bilgi istemişti. Bunun üzerine Amerikalılar defterler halinde sundukları listelerle “400” müessese için ruhsat istemişlerdi. Defterlerde birçok eksik ve yetersiz yan bulan Osmanlı Devleti, sayısının çokluğunu da öne sürerek hepsi için ruhsat veremeyeceğini bildirdiğinde Amerikan Elçiliği bu durumda “400” müesseseden vazgeçtiğini yalnızca “10” müessese için ruhsat istediğini belirtmiş bu durum Amerika ve Türkiye arasında iyi ilişkilerin devam etmesi açısından bir jest olarak kabul edilmişti. Büyük fedakârlık yapılmış gibi görünüyor, 400’den 10’a iniliyordu. Oysa politik bir hile ile 400 müessese, 10 ayrı bölgeye ayrılarak ruhsat işlemi başlatılmıştı. 10 bölgede bulunan 400 okula, bir de vergi muafiyeti sağlamak için hastane, eczane, yetimhane, misyoner ikametgâhı, mabed gibi birimlerde eklenmişti (Haydaroğlu, a.g.e., s. 142-144).
[36] Haydaroğlu, a.g.e., s. 216-219
[37] Haydaroğlu, a.g.e., s. 216-219
[38] Haydaroğlu, a.g.e., s. 113-115
[39] Haydaroğlu, a.g.e., s. 116-118
[40] Polvan, a.g.e., s. 194.
[41] Haydaroğlu, a.g.e., s. 118-120
[42] Public Record Office; Department Foreign Office 802/2428. Them: Schools in Turkey. No: 12, 14, 15. 24, 31, 37, 38, 39.
[43] Şimşir, Bilal; Ermeni Propagandasının Amerika Boyutu Üzerine Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984, Ankara, 1985, Erzurum Atatürk Üniversitesi Yay. 628, s. 94.
[44] Şimşir, a.g.e., s. 93.
[45] American National Archives Despatches from v. s. Consults in Harput (1895-1906) Microcopy T. 579, roll 1, No: 44, 13 Mart 1091 tarihli rapor Şimşir a.g.e., s. 94.
[46] Okul-konsolosluk ilişkisi bir örnek olarak Harput Konsolosluğu üzerinde durmak gerekir. Öncelikle dikkati çeken konsolosluğun memur sayısıdır. 1901 yılında Harput’ta konsoloslukta 300 Amerikalı memur ve 16 Ermeni memur bulunmaktadır. Harput Amerikan Koleji’nin biletli yapılan Diploma Töreni’ne 1000 kişinin katılması da binanın büyüklüğü ve çok sayıda kişinin dışarıda kalması da yöre halkının ilgisi konusunda bilgi vermektedir.
Harput Konsolosu’nun hazırladığı rapor da oldukça dikkat çekicidir. Harput vilayetinin modern tarım yöntemleri kullanması ve makineleşmesi gerektiği, iyi kaliteli yol ve Fırat nehrinin su gücünden yararlanmanın planlanması ve yöredeki eğitim düzeyi rakamlarla raporda değerlendirilmiştir.
[47] American National Archives Despatches from vs. Consults in Harput (1895-1906) Microcopy t. 579. Roll 1, 27 Haziran 1901, 1 Temmuz 1901 tarihli raporlar.
[48] Fincancı, May (Complied by Fincancı); Robert College Old and New, İstanbul, 1983, s. 6, 7, 8, 10, 23.
[49] Hamlin, Cyrus; My Life and Times, Boston, 1893, s. 450.
[50] American National Archives Despatches from v. s. Consults in Sivas (1886-199), Microcopy, No: T-681, Roll. 1, 15 Eylül 1887 tarihli rapor.
[51] Pontus Meselesi, Matbuat ve İstihbarat Dairesi, Ankara, 1338, s. 92, 93, 94.
[52] Pontus Teşkilâtı’nın çalışmalarını belgeleyen yine Pontus Teşkilâtı üyelerinden ikisinin yazdığı mektuplardır. Mektuplarda Merzifon Kulüp binasını kullandıkları ve hedeflerine ulaşma anının yaklaştığı belirtilmektedir. (Pontus Meselesi, s. 93-94).
[53] Pontus Teşkilatı Nizamnamesi faaliyetin türü ve amacı hakkında bilgi vermektedir. Bazı maddeleri aktaralım:
“1- Merzifon Amerikan Koleji’nde mevcut Rum talebeyi Maarif Kulubü talebesiyle birleştirerek Pontus unvanı altında bir cemiyet teşkil etmek.5- Mektep haricinde (Merzifon Koleji) bulunanlarla Merzifon dahilinde ikamet eden Rumlar asıl üyelerin bütün haklarından istifade ederler. ” (Pontus Meselesi, s. 92).
[54] Haydaroğlu, a.g.e., s. 145. 146.
[55] 1888’de Amerikalı Albay Elliot Shepard tarafından açılan ilâhiyat okulu niteliğindeki Aziz Pavlos Enstitüsü hiçbir zaman bir din eğitimi vermeyip, normal bir okul olarak Tarsus Koleji adıyla hizmet vermiştir. (Haydaroğlu, a.g.e., s. 141).
[56] Haydaroğlu, a.g.e., s. 147-159.
[57] Haydaroğlu, a.g.e., s. 159-161.
[58] Sevinç, Necdet; Ajan Okulları, İstanbul 1975, s. 192-196.
[59] Pontus Meselesi, Matbuat ve İstihbarat Dairesi, Ankara, 1338, s. 92-94.
[60] Gökbilgin, Tayyip; Milli Mücadele Başlarken, I. Cilt, Ankara, 1959, s. 184-185.
[61] Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. II, İstanbul 1985, s. 463.
[62] Özel Okullar Rehberi, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir komisyona hazırlattığı kitap, İstanbul, 1964, s. 192-193.
[63] Dumont, Paul; Une Source Pour L’etude Des Communates Juives de Turquie, Les Archives de L’Alliance Israelite Unuvirselle, Prilozi, vol. 30, Sarajevo, 1980, s. 76.
[64] Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. II, s. 464.
[65] Kutluay, Yaşar; Siyonizm ve Türkiye, Ankara, 1973, s. 17-18.
[66] Öke, Mim Kemal; Siyonizm ve Filistin Sorunu (1880-1914), İstanbul 1982, s. 10.
[67] Aslında Osmanlı eğitim kurumları ile yabancı eğitim kurumları arasında şaşırtıcı bir benzerlik bulunmaktadır. Her iki kurum da başlangıçta dini niteliklidir. Kiliselerin ya da camilerin bünyesinde faaliyete başlamışlardı. Din eğitimi ve bilimsel eğitim her ikisinde de yan yana yürütülmüştü. Osmanlı kurumlarındaki külliye sistemine karşılık yabancı okullarda kampüs sistemi birbiriyle benzeşen olgulardır. Her iki kurumda da öğrenciye yurt imkânı, burs olanağı vardır. Osmanlı okullarında ders geçme sistemi geçerli olup, her ders için icazet alınmaktaydı. Yabancı okullarda da ders geçme sistemi esastır. Öğrencinin kendi işini kendisinin görmesi, kendine yeterli olması her iki kurumda da uygulanan bir kuraldır. Osmanlı okullarında Cer Sistemi, (Recep, Şaban, Ramazan aylarında medrese hocalarının ve öğrencilerinin sohbet yoluyla bilgilerini paylaşmak için küçük yerleşim birimlerine hiçbir karşılık beklemeden gitmeleri) gece sohbetleri, camilerde halka açık bilimsel tartışma oturumları yapılmakta, tıpkı bunlar gibi yabancı okullarda da seminerler gece dersleri, halka açık kurslar düzenlenmekteydi. Ancak her iki kurumun zamanla birbirinden farklı duruma düşmesinde en büyük etken, Osmanlı eğitim kurumlarının bozulmaya başlaması, eğitimin yetersiz hale gelmesi, kiliselerin bünyesinde kurulan basit okulların ise gittikçe gelişerek düzen-sistem ve derece açısından başarılı, kararlı ve gelişmiş durumda olmasındandır.
[68] Tanzimattan Cumhuriyete Ansiklopedisi, C. II, s. 468.
[69] Yabancı okullarda başarılı öğrenciye madalya, kitap, para gibi ödüller verilmesi Osmanlı eğitimcilerinin dikkatini çekmiş, öğrenciyi teşvik ettiği düşünülerek Osmanlı Devlet Okullarında da kullanılmaya başlanmıştı. İlk olarak ödül belgeleri düzenlenmiş, Aferin, Tahsin, İmtiyaz, Levha-i İftihar ve Mükâfaat gibi isim ve derecelerle öğrencinin başarı durumu belgelendirilmişti (Akyüz, Yahya; Türk Eğitim Tarihi, Ankara, 1985, s. 212).
[70] Yabancı okullara kayıt olma hakkı 1856 Islahat Fermanı ile tam olarak tanınmıştır. Bu amaçla yabancı dil önem kazanmış 1820’de Tercüme Odası açılmış hemen ardından başta Fransızca, Arapça, Rumca, Bulgarca öğretmek üzere Dil Okulları açılmıştır (Işıksal, Cavide; Türkiye’de Açılan İlk Yabancı Dil Okulu, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Mayıs 1968,    S. 8, s. 29).
[71] Milli Eğitim Bakanlığı Arşivi, Belge no: 9, 82, 154, 157.
[72] Okan, Kenan; Türkiye’de Yabancı Okullar (Yayımlanmamış Bir Araştırma) Milli Kütüphane, s. 6, 7, 9, 10, 13.
1 yorum
  1. Emine diyor

    Tarih projem için çok yararlı oldu çok teşekkür ederim 🙂

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.