Yrd. Doç. Dr. İlknur HAYDAROĞLU
Osmanlı İmparatorluğu topraklarında açılan yabancı okullar, tarihi bir sorun ve gelişme olup, eğitim faaliyeti arkasında gizlenen siyasi etkinlikler ocağıdır. “Okul kavramının çağrıştırdığı eğitim olgusu, ölçme-değerlendirme, başarı oranı, öğrenci kabulü gibi doğrudan eğitimle ilgili noktalar üzerinde değil yabancı eğitiminin ve kurumlarının tarihi süreç içerisindeki eğitim dışı faaliyetleri ile eğitimle birlikte topluma ve düzene yaptıkları etkiler konusunda yoğunlaşmak gerekir. Bunun için de önce yabancı okul kavramına açıklık getirmek yerinde olur.
“Yabancı Okul” denilince; Osmanlı toprakları üzerinde önce gayrimüslim toplulukların açtıkları ve giderek yabancı devletlerin himayesi altına giren ve zamanla doğrudan yabancı devletler tarafından açılan okullar anlaşılmalıdır.
“Yabancı Okul” olgusunun kökeni ise 1453 yılına İstanbul’un fethine kadar dayanmaktadır.
Fetihten önce İstanbul’a hakim olan Bizans İmparatorluğu XI ve XII. yüzyılda başta batıda Türkler olmak üzere çok sayıdaki düşmanlarından korunabilmek için, ticari imtiyazlar karşılığında kendine müttefikler edinmeye çalışıyordu. Bu siyaseti, olumsuz sonuçlara neden olmuş, kendi yanına çekmeye çalıştığı Venedik 1204 yılında İstanbul’da “Latin İmparatorluğu”nu kurmuştu. Yine geniş imtiyazlar tanıyarak Cenovalılarla ittifak kurmuş ve onların yardımıyla 1261 tarihinde İstanbul’u tekrar geri almıştı. Galata’ya yerleşen Cenevizliler, kurdukları İmparatorluk sayesinde İstanbul’da çoğalan Lâtinler; Fatih’in Bizans İmparatorluğu’nu; dolayısıyla da İstanbul’u hakimiyeti altına almasıyla Osmanlı egemenliğini tanımışlar hatta İstanbul’un alınmasına yardımcı da olmuşlardı.
Fatih Sultan Mehmet, Anadolu ve Rumeli’nin değişik yerlerindeki yerleşim birimlerinde bulunan Lâtinler azınlığına kendisinden önce süregelen din ve vicdan serbestisini aynen tanımıştı.[1]
İstanbul’un fethi sırasında hemen teslim olan, üstelik yardım da eden Galata’da yerleşik Ceneviz topluluğuna “Galata Ahitnamesi” ile dini akîdelerini yerine getirme izni verilmişti ki, asıl üzerinde dikkatle durulması gereken nokta budur.[2]
Çünkü geleneklerini sürdürebilmek, ibadetlerini yerine getirebilmek, dillerini unutmamak için kendilerine yardımcı olacak kişilerin yetiştirilmesi düşüncesiyle, din adamlarının eğitimi için açılan seminerler, verilen hakların geniş kapsamlı olarak ele alınıp suiistimal edilmesi ve Latinlerin çıkarları doğrultusunda yorumlanmasıyla amacını aşmıştı. Seminerler, birer okul haline getirilmişti. Üstelik Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan bütün cemaatlere aynı haklar tanınmış, böylece Osmanlı tebaasından çeşitli milletlerin açtıkları Cemaat okulları, kilise bünyesinde kurulan “Ruhban Okulu” niteliğinde olan küçük çaptaki bu birimler, zamanla gelişmeye, büyümeye, çoğalıp yaygınlaşmaya başlamışlar, giderek çehreleri değişmiş böylece birer örgün eğitim-öğretim kurumu olma yolunda ilk adımı atmışlardı. .
Kuvvetli zamanında hiçbir olumsuzluk beklemediği bu eğitim birimlerinin gerçek anlamda okullar olarak her yönüyle teşkilatlanmasının üzerinde pek durmayan Osmanlı İmparatorluğu’nun bu tutumu, Batılı devletleri iştahlandırmıştı. Çünkü asıl politikaları, Müslüman olmayan toplulukları himayeleri ve hakimiyetleri altına almak, onların yararlandıkları haklarından istifade ederek, kendi kurumlarını açmak, giderek cemaat kurumlarının tam bağımsızlığını sağlayarak kendi kurumlarını etkin ve üstün hale getirmek, böylece dolaylı yoldan da olsa Osmanlı Devleti’ni etki altına almak olan yabancı devletler, aradıkları fırsatı bu şekilde elde etmiş olacaklardı.[3]
Hemen faaliyete geçen yabancı devletler, kendilerine yakın olan topluluğu belirlediler. Artık iş, bu topluluğu himaye altına almaya kalıyordu. Bunun en kısa yolu da maddi yardım yapmakla başlıyordu. Her devlet belirlediği topluluğunun okullarına karşılıksız olarak para, kitap, araç-gereç ve öğretmen yardımında bulunuyordu. Himaye konusunda önemli olan nokta ise azınlıkların da himaye altına girmek için büyük heves göstermeleriydi. Böylece yabancı devlet tüccarlarına tanınan kapitüler haklardan, ticari serbestiden yararlanarak rahatlıkla alışveriş imkanına, vergi ve gümrük indirimine kavuşacaklar üstelik Osmanlı Devleti’nin de denetiminden kurtulmuş olacaklardı.[4]
Böylece azınlık okulları, yabancı devletlerin himayesine girmiş, maddi manevi aldıkları yardımlarla sayıca artmaya başlamışlardı. En önemlisi de himayesinde olduğu devletin politikası doğrultusunda, Osmanlı Devleti’nin aleyhine siyasi faaliyetlere de başlamış oluyorlardı. Bu gelişmeler sonucu, cemaat okulları dışında yabancı devletlerin sahneye çıkmasıyla, elçilik okullarını da aşan bir “yabancı okul” kavramı doğmuştu. Bunda, çoktan başlamış ve büyük yol katetmiş olan milliyetçilik hareketleri ve yabancı devletlerin sürekli etkin propagandaları etkili olmuştu. Verilen tüm hakların suiistimal edilmesiyle sağlanan serbestinin esnekliği ile, önceleri çeşitli şekillerde Cemaat Okullarına etki eden Fransa, İngiltere, Amerika, İtalya gibi devletler, yasal dayanaktan yoksun, denetimden uzak kendi öğretim kurumlarını açmaya başladılar.
Himayeleri altına aldıkları toplulukların okullarının yanı sıra kendi adlarına da okul açan yabancı devletler, bu şekilde okul sayısının artmasını ve yaygınlaşmasını sağlamışlardı.
Sınırsız ve sorunsuz bir şekilde başlayan bu çoğalma 1700’lü yıllarda atağa geçmiş 1840’lı yıllarda son derece hızlanmış 1850’li ve 1860’lı yıllarda oldukça büyük boyutlara ulaşmıştı (Osmanlı toprakları üzerinde yaklaşık 1600 civarında, azınlık, misyoner ve yabancı devlet okulu vardır).[5] Bu artış ve yayılma, siyasi faaliyetlerin de artmasına neden olmuştu. Okul sayısıyla orantılı olarak artan siyasi faaliyetler, Osmanlı Devleti’nin aleyhine, oldukça tehlikeli boyutlarda idi ve denetimden uzaktı.
Yayılmaya ve çoğalmaya en çarpıcı örnekler, Amerikan okullarının sayısında ve açıldıkları yerlerin özelliğinde görülmektedir. 1904 yılında Osmanlı toprakları üzerinde 465 Amerikalı Protestan misyonerlerine ait okul[6] ve 1097’de de Amerika Devleti’ne ait 400 okul[7] bulunmaktadır. Bu okulların yaygın olduğu yerler, büyük bir çoğunlukla Osmanlı Devleti’ne ait Orta Doğu topraklarında Doğu Anadolu’da, Güneydoğu Anadolu’da ve İstanbul’dadır. Siyasi bir düşüncenin haritası ortaya çıkmaktadır. Üstelik bu, diğer yabancı devletler için de geçerlidir. Onların da yayılma alanı aynı yerlerdir ki bu da okulların, eğitimin yanında siyasi amaçlı birer kurum olarak da hizmet amaçladıklarının bir belirtisidir. Yoksa 1917 yılında yalnızca İstanbul’da bulunan “83” İngiliz okulu,[8] 1910 yılında Beyrut’ta[9] (Osmanlı toprağı iken) “44” Rus okulu,[10] 1894 yılında Elazığ’da “83” (1894 yılında Elazığ’ın küçüklüğü düşünülürse okul sayısının korkunçluğu anlaşılabilir) Protestan okulu, yine 1894’te Bitlis’te “22”, Diyarbakır’da “22”, Erzurum’da “24” Protestan Okulu[11] ve yalnızca Latin misyonerlerin 700’ü aşkın okul açmaları başka nasıl açıklanabilir.
Ticaret yapabilme izninden yola çıkarak öğretim kurumları açmaya kadar varan çeşitli ayrıcalıklara sahip olan yabancı devletler azınlıkları; dolayısıyla da Osmanlı Devleti’ni etki altına alarak yer altı ve yer üstü zenginliklerinden yararlanmak için okulların siyasi amaç ve çıkarlarına uygun yerlerde ve çok sayıda olmasını istiyorlardı. Bunun için önce Azınlık Okullarını kullanarak başka konularda aldıkları izinleri değişik biçimde yorumlayarak, yasal boşluklardan yararlanarak, İmparatorluğun her yerinde gerek olmasa da okullar açma yoluna gittiler. Bulgar okulunun Bulgar halkından kimsenin bulunmadığı yerde açılması[12] Kudüs’te İngiliz Protestan halktan “232” kişi olmasına rağmen 338 öğrencili “6” okulun yanı sıra bir yedincisinin açılması çalışmaları[13] gibi örnekler, okul açmada asıl gayenin siyasi faaliyet olduğuna açık birer işarettir. Açılan okullar hiçbir şekilde kapatılmayıp bir başka devlete devredilmekteydi.[14] Okulun ismi ve kadrosu değişir, bina yeni bağlandığı devletin hizmetinde olurdu.
Burada yabancı devletlerin iş birliğini de gözardı etmemek gerekir. Okulların faaliyetini bitirmektense birbirilerine devretmeleri, bir devlet için alınan herhangi bir yasal iznin her devlet tarafından emsal gösterilerek istenmesi, konuyla ilgisi olmasa bile bir başka devletin istek ya da itirazına aynen katılması unutulmamalıdır.[15] Yabancı Okulları ayakta tutan, yabancı devletleri Osmanlı Devleti’ne karşı güçlü ve gittikçe tehlikeli kılan, birbirileriyle anlaşamasalar bile ortak çıkar şemsiyesi altında birlik ve beraberlik içinde barınmaları, bu zihniyetin sonucudur.
Bu çoğalma ve yayılmanın bir başka nedeni de, bu dönemde Osmanlı eğitim-öğretim kurumlarının zayıflığı, yetersizliğiydi. Osmanlı Devleti’nde ilk dönemlerden beri en önemli eğitim kurumu medreselerdi. Çok yüksek, çok parlak bir dönem geçirmiş olan medreseler, zamanla bozulmaya başlayıp eski güç ve etkinliklerini yitirmişlerdi.
Osmanlılarda ilk medrese 1330’da Orhan Bey zamanında İznik’te yaptırılmış, giderek medreselerin sayıları artmış, birer ilim yuvası olan bu kurumlar, XVI. Yüzyıldan itibaren bozulmaya başlamışlardı. Devletin çeşitli kurumlarının bozulması yanında rüşvet ve hatır işinin yaygınlaşması, kalitesiz ve yetersiz kişilerin yapamayacağı görevlere getirilmesi, özellikle eğitimi olmayan kişilerin öğretmenliğe tayin edilmesi, Rumeli’deki yenilgiler nedeniyle büyük kentlerde ve tabii özellikle de İstanbul’da sağlıksız nüfus yoğunluğu ve savaştan kaçan sivil halkın, göçmenlerin medreselerde iskân edilmesi, Osmanlı Devleti’nin bozulmayı geç fark etmesi, yabancı okullardaki sistemin yararlarının geç anlaşılması, eğitim sorununun köklü bir biçimde tartışılacağı yasal platformlarda ele alınmaması, bu bozulmayı hızlandırmıştı.[16]
Medreselerin yanı sıra, sıbyan mektepleri ve diğer derecelerde birçok okul ihtiyacı karşılayamaz durumdaydı. Bu bozulmadan yararlanarak okullarını güçlü ve etkin kılan yabancı devletlerin eğitimi maske, okulu da silah olarak kullanmaları Osmanlı Devleti tarafından fark edilmişti. Misyonerlerin ve yabancı devletlerin elele vererek çalışmaları ve bu çalışmaların sonuçları fark edilmişti. Misyonerlerin açtıkları dini eğitim veren okullar, son derece de kaliteli ve yüksek dereceliydi. Protestanlara ait Maraş’taki Yüksek İlâhiyat Okulu, Antep’teki yüksek dereceli okuldan öğrenci alıyordu. Burada yüksek okuldan mezun olanların tekrar bir yüksek okulda okumaları söz konusudur. Üstelik bu din eğitimi veren okuldaki ders programı, dini nitelikli değil, modern bir okulun ders programı şeklindeydi. Dersler arasında Arapça, Türkçe, Fransızca, İngilizce, Yunanca, İtalyanca, Matematik, Fotoğraf tekniği, Coğrafya, Topoğrafya dersleri bulunmaktaydı. Bu da misyonerlerin siyasi, ekonomik çıkarlar doğrultusunda bulundukları yöreyi her açıdan iyi tanıyıp, istenilen hizmeti, görevi yerine getirebilmeleri yönünde eğitildiklerini düşündürmektedir.[17] Gittikleri yerin dilini bildikleri için halkla ilişki kurabilecekler, yer altı ve yer üstü kaynakları hakkında bilgi alıp jeolojik değerlendirmeleri, resimleyerek yapabileceklerdi. Birer öğretmen olarak derse giren, kendi dinine çeşitli yöntemlerle mümin kazandıran, bağlı bulunduğu devletten aldığı karşılıksız ve çok miktardaki parayı[18], [19] sırf bu iş için harcayan misyonerlerin, bu uğurda büyük çabası ve başarısı nasıl göz ardı edilebilirdi ki? İşte yalnızca kendi kurumlarına bir çeki düzen vermekle sınırlı kalmayarak Yabancı Okulları da denetim altına alabilmek amacıyla köklü ve kapsamlı bir girişim olarak 1869’da çıkarılan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, Osmanlı Devleti’nin bu gidişe dur diyebilmesi anlamına geliyordu.
1869’a gelinceye kadar bu durum yine gündemde olmuş, denetim için bazı ufak-tefek yasa tasarıları hazırlanmış, bazı kanun maddeleri yürürlüğe konmuştu. Bunlardan ilki 1845’te Meclis-i Maarif-i Umumiye’nin kurulmasıydı. Böylece İmparatorluk bünyesindeki bütün eğitim öğretim kurumları yeniden yapılandırılıyor, derecelendiriliyor ve bir düzene sokulmaya çalışılıyordu.
Bundan sonra, denetim konusundaki en sağlam adım, 1868 yılına ait Gümrük Nizamnamesi’dir. Gümrük uygulamaları çerçevesinde Yabancı Okullar için söz konusu olan her türlü materyalin incelendikten sonra geçişine izin verileceği kayda bağlanmıştı.[20]
Denetim konusuna en kapsamlı yasa 1869’da çıkarılan Maarif Nizamnamesi’dir.[21] Nizamname çok amaçlı olarak öğretimin zorunlu hale getirilmesini okulların derecelendirilmesini, yeniden düzenlenmesini, öğretim kadrosunun bilgisinin ve saygınlığının arttırılarak iyi yaşam şartlarına bağlanmasını, Vilâyet Maarif Meclislerinin oluşturulmasını, öğrenciyi teşvik edici sınav kurallarının ve diploma usulünün konulmasını, ilmî kuruluşların tamamlanıp çoğaltılmasını ve yaygınlaştırılmasını, üç kısma ayrılan okulların nerede ve ne gibi şartlarla açılacağının belirlenmesini hedef almakta, 129 ve 130. maddeleriyle[22] de Yabancı Okullar konusunda yasal düzenlemeleri ve denetimi amaçlamaktadır.
Aslında Nizamname’de, “Yabancı Okul” kavramı yer almamakta buna karşılık esas olarak Osmanlı vatandaşının açtığı okulları kasteden “Özel Okul” ibaresi göze çarpmaktadır.
Yabancı Okullar için düşünülen düzenleme, denetim ve kontrol, 129. madde de özel okullar ifadesi kullanılarak ele alınmıştır. Maddenin en can alıcı noktası, okul açılması için gerekli olan 3 şartın belirtilmesi ve bunların yerine getirilmedikçe açılan okulların devam etmesine ve yeni okul açılmasına asla izin verilmeyeceğinin açıkça vurgulanmasıdır.
Bu üç şarta gelince;
- 1- Yabancı Okullarda görev yapan ya da yapacak olan öğretmenlerin, Maarif Nezareti’nden onay almış birer diplomaları olmalıdır.
- 2- Yabancı Okullarda (Özel Okullar) okutulacak kitapların listesi, ders program çizelgesi Maarif Nezareti tarafından onaylanmalıdır.
- 3- Hizmetine devam etmek isteyen ya da yeni açılacak olan okul, Maarif Nezareti’nden gerekli şartları yerine getirerek ruhsat almalıdır.[23] Ruhsat için gerekli şartlar ise gerçekten bir kurumu her yönüyle tanıyıp, kontrol getirecek özelliktedir. Ruhsat almak isteyen okul, daha önce açılmış ve hizmetine devam edecekse, okulun yeri, kurucusunun kimliği, hangi kurum ya da devlete bağlı olduğu, öğrenci sayısı ve milliyeti, okulun masrafının nasıl karşılanacağı, bina, okutulacak kitaplar ve ders programları hakkında bilgi, öğretim kadrosunun da güvenlik açısından durumu sorulmakta, eğer okul, daha önce herhangi bir olumsuz olaya karışmamışsa, gerekli şartları da yerine getiriyorsa ruhsat verilmekteydi.[24]
Ruhsat isteyen okul henüz yapılacaksa, okulun üzerine yapılacağı arsanın kime ait olduğu, ne şekilde alındığı, ne kadar paraya alınıp, paranın da nasıl sağlandığı; arsanın boyutları arsanın belli noktalara olan uzaklığı, arsanın cinsi, cinsine göre vergilendirilmesi[25], [26] yapılması düşünülen okul binasının boyutları, iç teşkilat-plânı; kapı pencere oda sayısına varıncaya kadar binanın eni, boyu, yüksekliği gibi ölçüleri; bina yapılı ise ne kadar fiyata alındığı, paranın nereden sağlandığı, binanın vergi durumu; inşaat cinsi, kullanılacak malzemenin nereden, ne kadar fiyatla, nasıl karşılandığı, binanın hangi amaçla kullanılacağı, binanın hıfzıssıhha açısından kullanılabilir durumda olduğunu belirten raporunun bulunması[27] açılacak okulun devamı için gerekli paranın miktarı ve nasıl karşılanacağı[28], [29] bina önceden yapılmış ve yalnızca onarım için izin isteniyorsa, onarımın neden gerektiği ve masrafının nasıl karşılanacağı, okulun kurucusu, yönetim kadrosu ve öğretmen kadrosu hakkında güvenlik soruşturmasının yapılması okulun derecesinin, öğretim süresinin, okutulacak kitap listesinin, açıklamalı ders programlarının ve okula kimlerin devam edeceğinin ait olduğu topluluk adı ile birlikte bildirilmeliydi.[30] Bütün bu bilgiler verildikten ve doğruluğu saptandıktan sonra ruhsat verilmekteydi.[31]
Bu maddelerde istenilen şartlara baktığımızda; denetim için düşünülen Nizamname’nin hedefine ulaşacak kadar kapsamlı ve isabetli yaptırımları içerdiği hemen anlaşılmaktadır. Bütün bunları uygulayan bir okulun her yönüyle Osmanlı Devleti tarafından bilinmesi, tanınması ve kontrolü çok kolay olacaktır. Ancak denetimin işleyişi hiçbir zaman istenilen şekilde olmadı.
Kimi zaman Osmanlı’dan kaynaklanan hoşgörü ve kayıtsızlık, kimi zaman yabancı okulların prosedürü[32] yerine getirememesi, ruhsatın tehlikeye gireceği durumlarda yabancı devletlerin Osmanlı Devleti’ne karşı birlik içinde hareket etmeleri, kitap yokluğu, tercüme odasının yetersizliği, devletin tüm kurumlarının bozulmaya başlaması, dini farklılıklar, ekonomik nedenler, oluşturulan denetim zincirinin kopmasına yol açmıştı.
Osmanlı Devleti denetimi gerçekleştirmek için ilk kararlı adımını Gümrük Nizamnamesi ile atmış, istediği sonucu alamayınca da geri adım atmak zorunda kalmıştı.[33]
Maarif Nizamnamesi ile bir kez daha kararlı tutumunu göstermiş; ancak şartlar gereği uygulayamamış, hatta bazı hallerde uyguladığını sanacak kadar yanılgıya düşmüştü.[34], [35]
Denetimde kararlı olan Osmanlı İmparatorluğu 1876’da çıkardığı Kanun-i Esasi ile devletin kontrolü altında bir “özel öğretim” imkanı sağlamak ve Müslüman olmayan cemaatleri Osmanlı kimliği altında toplamak amacını hedeflemişti. Bütün bu tedbirlere rağmen Osmanlı İmparatorluğu yıkılana kadar Yabancı Okullar, tam bir denetim altına alınamamış, denetim ancak daha sonra Lozan Barış Antlaşması ile (24 Temmuz 1923) sağlanabilmişti. Antlaşmadan sonra Azınlık Okulları ve Yabancı Okullar diye iki ayrı kavram olarak ele alınmış ve nihayet Cumhuriyet hükümetleri tarafından günümüze kalan ve günümüzde de devam etmekte olan denetim, yasalarla gerçekleştirilen bir uygulama olmuştur.[36]
Denetim konusunu burada bırakarak Yabancı Okullar hakkında siyasi faaliyetlerini ve neden oldukları sorunları da içeren bazı örnekleri, Devlet Okulu olarak ayrı ayrı ele almak yerinde olacaktır.
İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı İmparatorluğunda açılan ilk Yabancı Okul ya da daha doğru bir deyişle ilk Cemaat okulu Fransızlara aittir.
Fatih Sultan Mehmet’in cemaatlere tanıdığı hakları değerlendirmek isteyen misyonerlerin akınına uğrayan İstanbul’a ilk olarak Fransiscain rahip ve rahibeleri gelmişti. Resmi tarihli ilk Fransız okulu 18 Kasım 1583’te Cizvit rahiplerinin açtığı Saint-Benoit Fransız Okulu’dur.[37] Bu okul, Osmanlı toplumunu birçok yönden etkileyen Fransız misyonerlerinin öğretim faaliyetlerinin başlangıç noktasıdır. Bugünkü anlamda eğitim veren ilk öğretim kurumu olma özelliğini taşır. St. Benoit okulunun kurucularından birinin 1585’te geri dönmesi ve diğerlerinin de İstanbul’daki sıtma salgınından ölmeleri üzerine 1609’da tekrar geri gelen Cizvit misyonerleri tarafından açılmış 1612’de bulaşıcı hastalık nedeniyle yeniden kapanmıştı. 1613’te tekrar eğitime başlamış 1693’te ders programına Türkçe dersini koymuş, 1773’te Cizvit tarikatının kaldırılmasıyla okul Lazarist misyonerlere devredilmişti.
1812’de yine salgın hastalık nedeniyle kapanmış, 1831’de yeniden açılmış, 1813’te II. Mahmut’un fermanıyla bu okula Rum ve Ermeni çocuklarının yanı sıra Türklerin de kabul edilmesi sağlanmıştı.
St. Benoit; öğrencileri Kolej’in lise kısmına hazırlayan 4 sınıflı bir hazırlık bölümü, lise bölümü ve ticaret ve bankacılık bölümlerinden oluşmaktadır.[38]
St. Benoit gibi erken tarihlerde açılıp hâlen öğretime devam eden günümüz Fransız okullarından en önemlilerinden ikisi olan, Notre Dame de Sion ve Saint Joseph Fransız Kolejlerinin üzerinde durmak gerekir. Çünkü her iki okul da Türk toplumu için birçok açıdan faydalı örnekler olmuşlardır.
Notre Dame de Sion Fransız Okulu, kimsesiz kız ve erkek çocuklar için yurtlar, sınıflar; küçük kız çocuklar için beceri kazandıran iş atölyeleri ve çocuklar için yuva hizmeti de vererek, yalnız okul olarak değil bir hayır kurumu olarak da faaliyetini sürdürmenin yanı sıra, geçici bir süre için de olsa Osmanlı Devleti tarafından Maden Mühendis Mektebi olarak kullanılması bakımından önemli bir kurumdur.[39]
1864’te açılan Saint-Joseph Fransız Koleji’nin önemi, 1902’de bünyesinde açılan Ticaret Enstitüsü’nden kaynaklanmaktadır. Okul öylesine meşhur olmuştur ki; 1910’da Osmanlı Ticaret Nazırlığı bu Enstitü’nün programını ve idari yapısını aynen benimseyerek İstanbul’da Yüksek Ticaret Okulu’nu kurmuştur. Prenslerin, yüksek mevkii sahibi, toplumun üst kademesinde hizmet görmekte olan ailelerin çocuklarının bulunduğu[40] okula Ali Fuat Cebesoy, büyükelçilerden Pertev Subaşı, Ziya Tepedelen, spor yöneticilerinden Faruk Ilgaz, Adnan Süvari, devlet adamlarımızdan İhsan Sabri Çağlayangil, Hasan Esat Işık, Turhan Feyzioğlu gibi büyük Türk şahsiyetleri de öğrenci olmuşlardır.
Okulun diğer bir ilginç yanı da sosyal başarılarıdır. Birçok dalda bilimsel ödüller alan kolej, öğrencileri için, saat 10.00 ve öğle tenefüsünde basketbol ve voleybol oynamak zorunludur. Bunun için okulda “25” voleybol ve “25” basketbol sahası vardır.[41]
Başka faaliyet alanı olarak İstanbul’u (83 okul), Suriye’yi ve Lübnan’ı seçen İngiltere okullarının en önemli özelliği günümüze gelindiğinde İngiliz okullarının binalarını sorunsuzca kısa sürede Anadolu Lisesi olarak kullanılmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı’na devretmiş olmalarıdır. Bugün İstanbul’da bir iki İngiliz okulu kalmıştır.[42]
Yabancı Okulların en önemlilerinden biri de Amerikan okullarıdır. Misyonerlik faaliyeti, siyasi faaliyetler açısından günümüze taşan bazı sorunların taşıyıcılarından olan Amerikan okulları üzerinde biraz durmak gerekir. Bunun içinde, önce Amerikalı Protestan Misyonerlerin açtıkları okulları, sonra Amerikalıların himayeleri altına aldıkları Ermeni okullarını ve Amerikalıların bizzat açtıkları okulları bir bütünlük içinde ele almak gerekir.
Amerikan eğitim kurumları misyonerler vasıtasıyla varolmuş, etkin hale gelmiş, Ermeniler Protestanlığa kazandırılarak Amerikan çıkarları doğrultusunda yönlendirilmişlerdir. 1810’da Boston’da kurulan “American Board of Commisioners for Foreign Missions” adlı örgütün 1819’da Osmanlı topraklarını programına almasıyla Protestan misyonerleri akın akın Osmanlı topraklarına gelmişlerdi.[43]
İlk olarak 1797’de İzmir Limanı’na gelen Amerikalı tüccarlar, 1830’dan itibaren Osmanlı Devleti ile Amerika arasında imzalanan ilk Ticaret anlaşması (1830) sonrasında en ayrıcalıklı devlet statüsü vasfıyla, Osmanlı Devleti’nin müdahalesi olmadan her milletten ya da dinden simsar kullanma hakkını elde ettiklerinde, o zaman için simsar olarak hizmet veren Rumlar ve Ermenilerle zaman içersinde yakınlaşmışlar, bu yakınlaşma beraberinde Ermenilerin himayesini, dahası onlara Amerikan vatandaşlığı hakkını da getirmişti.[44]
Her devlet gibi, Osmanlı Devleti üzerinde söz sahibi olmak amacıyla, Osmanlı azınlıklarını kullanmayı düşünen Amerika Ermenileri kendine bağlı bir toplum olarak destekledi. İşe 1834’te İstanbul Beyoğlu’nda Ermeniler için okul açmakla başladı.[45]
Çeşitli Ermeni okullarını himayesi altına alması yanında kendi devlet okullarını da açan Amerika’nın Osmanlı topraklarındaki ilk kurumu, 1859’da açılan Harput[46] Amerikan Koleji’dir.
Harput Koleji’nin iş birliği içinde bulunduğu Harput Konsolosluğu okulun diploma törenini bile konsolosluk binasında yapmakta, yöre ile ilgili bilgileri içeren raporlar hazırlamaktadır. Harput Koleji’nin öğrenci sayısının 1000 olduğunu da yine konsolos raporlarından öğreniyoruz. Bütün bu bilgileri konsolos raporlarından öğrenmemiz okul-konsolosluk iş birliğine en güzel örnektir.[47]
Amerikan okullarının en önemlilerinden biri Robert Kolej’dir. 16 Eylül 1863’te “4” öğrenci ile açılan Robert Kolej, Türk eğitimine yaptığı katkılarıyla da önemli bir eğitim kurumudur. Robert Kolej’in biriket ve demirleri İngiltere’den, Fransa ve Belçika’dan getirilen ateşe dayanıklı tarzda inşa edilen Bebek Kampüsü’ndeki binalarında saat 18.30’dan 22.00’ye kadar süren dil kursları büyük ilgi görmüştür.
1912’de Robert Kolej adını “Robert Akademisi” olarak değiştirmiş, Mühendislik Okulu, İş İdaresi Okulu, Fen ve Yabancı Dil Okulu olarak birbirine bağlı 3 bölüm oluşturmuş, uzun yıllar Türk toplumuna eğitim hizmeti veren Robert Kolej 1971’de Boğaziçi Üniversitesi’nin çalışmalarını sürdürmesi için Türk Hükûmeti’ne devredilmiştir.[48], [49] Özellikle siyasi faaliyetler açısından üzerinde durulması gereken Merzifon Amerikan Koleji 1863’te açılmıştı.[50] American Board teşkilatı misyonerlerinden olan ve okulda Mental Disiplin kısmının kurucularından olan Marsovan tarafından Teoloji Semineri olarak kurulmuş, 1881’den itibaren yüksek okul düzeyine getirilmiştir.[51]
Okulun Türkçe öğretmeninin cesedinin Kolej yakınında bulunması üzerine okulda yapılan araştırmalar sırasında elde edilen belge ve bulgular, Pontus hareketinin Merzifon Kolej binasında plânlanıp yönetildiğini ortaya çıkarmıştı.[52] Aramalar sırasında silahlar, madalyalar, Pontusçularla ilişki içerisinde bulunan çetelerin fotoğrafları, albümler ile Pontus Kulübü Nizamnamesi’nde ele geçirilmişti.[53]
Bu bulgular ve Pontus Kulübü Nizamnamesi’ndeki maddeler, okulun siyasi amaçlı bir hareketin karargâhı olarak hizmet verdiğini gösteriyordu.
Yine siyasi faaliyetleri nedeniyle kapatılan Bursa Amerikan Okulu[54] Tarsus Koleji[55] eğitim maskeli, siyasi amaçlı kurumlara en güzel örneklerdir.
İstanbul’da özellikle Kırım Savaşı’ndan sonra geniş ölçüde yayılmış durumda olan Fransız Dil ve Kültürü yanında İtalyancanın gerilememesi için bir zorunluluk olarak başlatılan İtalyancanın yaygınlaştırılması çalışmalarının sonucunda, İtalyan eğitim sistemine uygun kurulan okulları ve dil kursları, Fransa’dan İtalyan himayesine geçen okullarıyla İtalyanlar, siyasi faaliyette bulunmadan varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır.[56] Yine siyasi faaliyet açısından önemli çalışmaları olmayan Alman ve Avusturya okulları da halen az sayıda da olsa eğitimlerine devam etmektedirler.[57]
Siyasi faaliyet açısından zararlı çalışmalara bir örnek olarak Rum-Ortodoks okulları dikkat çekmektedir. Rum okullarının tarihe geçen büyük faaliyetleri; Pan-Hellenizm’in kuvvetlenmesiyle, bağımsız Yunan Devleti’nin kuruluşuna aracı olmasını sağlayan ideolojik nitelikteki çalışmalarıdır. Bununda en elverişli yeri okullar olmuştur.
Edremit’e bağlı Cunda Adası’ndaki Rum Okulu’nun 1884 yılına ait ders programında yer alan hedefleri, bir eğitim kurumu olarak düşünüldüğünde oldukça trajiktir.
Programda Türklerin Rumlara ezeli düşman olarak tanıtılması, Türklerin ekonomik olarak çökertilmesi, Avrupa devletleri karşısında saygınlığının zedelenmesi, Türk milletinin ahlak, din, milliyet ve gelenek bakımından zayıflatılması, Türk gençliğinin bozulması, İstanbul’un ele geçirilmesi, her meslekten Türkün zor duruma düşürülerek borçlandırılması, böylece mallarının elinden alınması, rüşvet ve kandırma yoluyla Türk taraftar edinilmesi gibi hedefler yer almaktaydı.[58]
Bunun yanı sıra Merzifon Amerikan Koleji’nde faaliyet gösteren Rum Pontus Teşkilatı’nın çalışmaları da gözönüne alındığında Rum okullarının siyasi boyutlu, hatta oldukça büyük çapta zararlı bir kurum olduğu açıkça anlaşılabilir.[59], [60]
Amerikalılar ile iş birliği içinde olan Ermenilerin ilk resmi okulları 1790’da Amira Miricanyan tarafından açılan Kumkapı’daki okuldur.[61]
İsviçre ve Belçika’da uygulanan “Ecole Nouvelle” pedagojik öğretim metodunu benimseyen Nortibros Ermeni Okulu, dini denetimden kopmuş, modern anlamdaki Ermeni okullarına en güzel örnektir.[62] Günümüzde de hâlen eğitimine devam eden Ermeni okullarının geçmişteki ticari, siyasi ilişkiler çerçevesindeki siyasi faaliyet odaklı Ermeni-Amerika ilişkilerine daha önce yer verdiğimizden başka bir topluluğun okuluna geçelim.
İlk olarak 1862’de Tetuan’da açılan Yahudi okulları 1860’ta Paris’te kurulan “Alliance Israelit Universale” sayesinde modern eğitim atağına başlamışlar,[63] bu yönleriyle gelenekçi okullarla çatışmaya girip Hahamlarca aforoza bile uğramışlardı.[64]
Kudüs ile eş anlamlı tutulan “Siyon” kök sözcüğünün doğurduğu “Siyonizm” terimi, Yahudi halkı için kamu hukuku güvencesi altında bir yurt kurulmasının sembolü olmuş, bu düşünceyle hareket eden Yahudi okulları, propagandası yapılan İsrail Birliği bilincinin doğmasına zemin hazırlamıştı.[65], [66]
Buraya kadar sadece zararlı siyasi faaliyetlerinden, eğitimi bir maske olarak kullanmalarından söz ettiğimiz yabancı okulların eğitime katkılarının olup olmadığı, olumlu yönlerinin bulunup bulunmadığı konusunu da ele almak gerekir. Okulları, okul kavramının çağrıştırdığı eğitim olgusu ile değil, siyasi faaliyetleriyle değerlendirdiğimiz için bu yönleri üzerinde pek durmamıştık.
Ama eğitim öğretim sistemine olan etki ve katkılarını da kısaca ele almak konunun bütünlüğü açısından oldukça gereklidir.[67] Gayrimüslim Osmanlı tebaası üzerinde etkileri oldukça olumludur. Önceleri cemaat okulu durumundaki öğretim kurumları, yabancı devletlerin yardımı ve desteği ile güçlenmişler, siyasi çıkarlarda ortak hareket etmişler, sonunda bağlı bulundukları cemaatlerin çoğunun bağımsız devlet haline gelmesine vesile olmuşlardır.
Müslüman halk ise, Batı’dan gelen her şeye karşı duyduğu kuşkuyu yabancı okullardaki eğitim sistemine, modern yöntemlere de duymuş, ancak eğitim açısından yararlarını zamanla kavrayarak bu yanını kendi eğitim sisteminde uygulamaya başlamıştır.
Yabancı dil eğitiminin öneminin anlaşılmasıyla yabancı dilde eğitim yapan okullar açılmaya başlanmıştı. Bunlardan ilki, 1868’te kurulan Galatasaray Sultanisi ile 1870’te açılan ilk Kız Öğretmen Okulu’dur.[68] Öğrencilerin başarı durumunda çeşitli şekillerde ödüllendirilmesi[69] yabancı okullarda Müslüman halkın okuyabilmesi için kanun çıkartılması[70] hatta yabancı devletlere öğrenci gönderilmesi bu okulların bizim toplumumuza yansıyan olumlu yönleridir.
Lozan Antlaşması’yla imtiyazları kaldırılan 1924’te yabancı okulların her türlü hareketini hükümetin iznine bağlayan, 1926’da yabancı okullara sıkı bir denetim getiren, 1965’te ise tüm okul konularını açıkça ele alıp devlet kontrolünü etkin hale getiren “Özel Öğretim Kurumu Kanunu” gibi düzenlemelerle[71], [72] bugün Türkiye Cumhuriyeti devletinin kontrol ve denetimi altında bulunan Yabancı Okulların daha çok eğitimi ilgilendiren yanını bir kenara bırakıp, siyasi faaliyetleri açısından bir değerlendirmeye gidecek olursak;
“Yabancı Okullar, misyonerlerin Müslümanları ya da kendi mezhebinden olmayanları kazanabilmek için kullanılan, milletlerin imparatorluk bünyesinden kopmasını getiren, bağımsızlık fikrinin tohumlarının atıldığı, Osmanlı İmparatorluğu’nun politik zaafa düşüp çöküşünün hızlandırıldığı faaliyetlerin sürdürüldüğü yerler olarak eğitim açısından yararlı yönleri bulunmakla beraber, eğitimi maske gibi kullanan, siyasi faaliyetlere programlanmış kurumlardır” demek yanlış olmayacaktır
Yrd. Doç. Dr. İlknur HAYDAROĞLU
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 14 Sayfa: 181-188
Tarih projem için çok yararlı oldu çok teşekkür ederim 🙂