Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı İktisat Literatüründe Bulunan Ve Günümüzde Hâlâ Yaşayan Bir Kavram: Rençber

0 11.975

Yrd. Doç. Dr. Cahit TELCİ

Halen Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde toprağa dayalı üretim yapanlar rençber olarak tanımlanmaktadır. Ancak bugün Anadolu’da asıl rençber olarak nitelenen gruplar, arazileri ve bunun yanında bütün zirâi donanımları mevcut olduğu halde ziraatle uğraşan kişiler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kavramın tarihsel gelişmesine baktığımızda bu anlamının da var olduğunu; ancak kavramın sadece bu anlamı taşımayıp başka hususları da içerdiği görülmektedir. Biz bu kısa yazımız içerisinde tâbirin taşıdığı anlamları ana hatlarıyla ele almaya çalışacağız.

Kelime köken olarak Farsçadır. Istırap, zahmet, eziyet anlamındaki renc kelimesi ile çekmek karşılığı olan borden fiilinin birleşmesinden meydana gelmiştir.[1] Ancak zaman içerisinde Türkçeleşmiş bir kelimedir ve genel kullanım şekliyle toprak işçiliği ile ilgilidir. Gökalp, Türk medeniyetinin merhalelerinden bahsederken avcılar, sürü sahipleri, tarançiler, sortlar ve sanatkârlardan söz etmektedir[2] ve üçüncü sırada kullanmış olduğu Tarançi kelimesinin Rençber kelimesiyle benzerliği dikkat çekicidir. Tarançi kelimesi, Radloff tarafından Moğolca olarak nitelenmiş[3] olup gerçekten de çiftçi anlamında kullanılmaktadır. Dolayısıyla Türkler, bu kavramı sadece İslâmî dönemlerde değil daha önceki dönemlerde bile ekinciler, çiftçiler anlamına gelecek şekilde kullanmakta idiler.

Steingas, meşhur lügatında bu kelimeyi usta, sanatkâr anlamına gelecek şekilde “an artificer, mechanic” ve rençberdâr kelimesini de “Enduring hardships indefatigable” yani yorulmak bilmeden sıkıntılara dayanıklılık gösteren, sıkıntı çeken, anlamını vererek kaydetmiştir.[4] Zenker ise, Rençberân kelimesini “Die Bauern” yani çiftçiler, köylüler, Rençberlik’i de, “Arbeiterleben” yani işçi, amele hayatı olarak lügatına dâhil etmiştir.[5] Kelime, Azeri Türkçesinde râncbâr, âkinci; Başkurtlarda igin, igivsi, iginsi; Tatarlarda igin, igiçü, iginçi; Kazaklarda eginşi şekillerinde de kullanılmaktadır.[6]

Ziraatin, egemen ekonomik faaliyet olduğu bir toplum olan Türklerde ve özellikle Osmanlı klasik çağında toprak işçiliği, başkasının toprağını ücret mukabili işleyen bir grup bulunmamaktadır. Dolayısıyla aşağıda birkaç örneğini vereceğimiz anlam dışında rençber tâbiri de kullanılmamaktadır. Geleneksel çiftlik anlayışının bozulması neticesindedir ki faaliyet gösterdiği toprakta, herhangi bir tasarruf ya da tahsis kaydı olmaksızın, sadece ücretle çalışan işçi sınıf yani bu anlamda rençber tabiri kullanılmaya başlamıştır.

Kelime, Osman Gazi’nin halefi ve oğlu Orhan Gazi’ye manzum nasihati olarak kaydedilen metinde muhtemelen sonraki devirlerin reaya kavramını ifade edecek bir genişlikte kullanılmıştır. İlk beyitte şu ifade bulunmaktadır “Zulm eyleme rençberlere her ne istersen var yap”.[7]

Rençber tâbiri, Osmanlı ziraat hayatında çeltik üretimi bahsinde kullanılmaktadır. Elbette ki çeltik ziraati, diğer ziraat türlerinden farklı bir hukuki statüyü de hâvi bulunmaktadır. İşte burada 1475 senesine ait çok net bir ifadeyle karşılaşmaktayız: Rençber çeltik zer’ edene ıtlak olunur.[8] Bu tarihlerden sonra da rençber kavramı ile çeltik ziraatinin birçok kez yan yana mütalaa edilmiş olduğunu görmekteyiz. Yine hemen öncekine yakın, 1467 tarihinde de amma ekdükleri çeltiğin iki hissesini padişah içün alurlar bir hissesini rençber alur[9] ifadesi gene aynı ilişkiyi hatırlatmaktadır. Sis Livası Kanunnâmesi’nde de çeltik ziraati konusunda rençber tabiriyle karşılaşmaktayız. “ve enhâr-ı çeltük hususunda emr-i pâdişâhi mucebince kanun budur ki yirmi kantar tohum ekilen nehre reis ve saka olanlar ikişer kantar tohum eküp birer kantarı cehd-i hizmet olup miri tarafından nesne alınmayup birer kantarından sâir rençberân gibi hisse-i miri ihrâc oluna…”.[10] Fakat aynı kayıtlar içerisinde çeltikçi ve rençber tabirlerinin ayrı ayrı olarak kullandıklarını da görmek mümkündür ki Rumeli’de Filibe şehrinin XVI. yüzyılın son çeyreğine ait olan mufassal tahririnde hem rençber hem de çeltikçi tabiri beraberce kullanılmakta bir mahalle içerisinde hem rençber hem de çeltikçi bulunmaktadır. Dolayısıyla bu durum yukarıda ifade etmiş olduğumuz ilişkiyi bir nebze olsun bozmaktadır.[11] O takdirde kavramı bu bahiste de sınırlandırmak gerekiyor. Şöyle ki burada rençberin, doğrudan zahmetli bir iş olan pirinç tarlasında bizzat çalışan ırgat olduğu yani çeltiğin asıl sahibi olmadığı gibi bir anlam çıkabilmektedir.

Elbette ki, çeltik ziraatinde rençber tabirinin kullanılıyor olması, kelimenin Farsça anlamına yani eziyet, zahmet çeken anlamına çok uygundur, bilindiği üzere çeltik ziraati zaten çok zahmetli bir iştir. Bu anlamda yani gerçekten zahmet çekenler anlamında kelimenin madenlerde çalışan maden işçileri için de kullanıldığı görülmektedir ki Kratova madenlerine ait muhtemelen 1390 tarihli bir kanunnâme metninde kavram, şu şekilde ifâdesini bulmaktadır: “ve bir kuyuda ki rençberler işler olsa, kuyu ıssı, rençberlere ücretin vermese, rençberler ol işledükleri kuyu ıssın rehn edüb ücretlerini alsalar.”[12] Ancak burada geçen rençber kelimesinin ifade etmiş olduğu anlamı sadece madende çalışan işçiler biçiminde almamak lâzımdır. Bilindiği üzere cevher bulunan mıntıkalardaki madenci köyleri kendileri kuyu açıp işleyebilecekleri aynı işi rençber adı verilen kişiler de yapabilmekteydi.[13] Kelime burada farklı bir anlama gelecek şekilde, tüccar anlamında kullanılmıştır.

Daha sonra M. 1698-99 tarihine ait Aydın-Tire civarının mufassal bir avarız tahririnde bazı isimlerin yanına “rençber”, “rençberdir” şeklinde bir derkenar düşülmüştür.[14] Tabi ki burada herhangi bir çeltik işçiliğinden söz edilmemektedir. Ancak toprağa dayalı ekonominin hâkim olduğu bir yerde hepsi değil de, sadece bazı kişiler rençber olarak tespit ediliyorsa, ki öyledir o taktirde rençber tabirinin burada daha farklı bir anlam ifade etmiş olması gerekir. Bu da yukarıda klasik dönemde mevcut olmadığını söylediğimiz, sadece ücret karşılığı yapılan toprak işçiliği ya da ırgatlık olmalıdır. Kelimenin bu anlamı yer yer hâlâ yaşamaktadır. 1991 senesinde İzmir-Karaburun civarında ahaliden bazılarına bölgenin tarihiyle ilgili yönelttiğimiz sorulardan biri olan, geçiminizi ne ile sağlardınız sorusuna, “hep aynı, kimimiz bağında bahçesinde çalışır, kimimiz rençberlik ederdik”[15] şeklinde cevap vermişlerdir ki, bu fiili durum, yukarıdaki bilgiye açıklık getirmektedir.

Bu meseleye açıklık getiren kaynaklar meyânına dahil edebileceğimiz bir diğer belge grubu da XIX. yüzyıla ait Temettüat defterleridir. Bu defterlerdeki kayıtlarda ziraatla uğraşanlar genellikle “erbâb-ı ziraatden idüğü” şeklinde tanımlanırken bazı kayıtlarda “rençberândan, rençber taifesinden idüğü” şeklinde tanımlamalar bulunmaktadır.

Dolayısıyla, toplum düşüncesi, toprakla uğraşan herkesi, rençber olarak nitelendiriyor olmakla beraber, iktisat literatürü içerisinde toprakla uğraşan herkes rençber olarak nitelendirilmemektedir: Erbab-ı ziraat ile rençber kavramları, aynı defter içerisinde art arda, farklı kişilere ıtlak olunmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla burada kendisi arazi sahibi olduğu halde toprağı işleyenler erbâb-ı ziraat, kendi mülkü olmaksızın başkasının arazisinde işçi olarak çalışanlar veya arazi ve hayvan kiralamak suretiyle uğraşanlar ise rençber olarak adlandırılmaktadır.[16] Ancak yine bu kayıtlarda rençber olarak nitelenen kişilerin kendi mülklerinin de olduğu anlaşılmaktadır. Yani, mutlak anlamda topraksız olmak ve sadece başkasının toprağında işçilik yapmak, rençber olmak konusunda temel belirleyici faktör değildir. Bu anlamda değerlendirdiğimiz zaman, rençberlikte asıl belirleyici unsurun, başkasının toprağını bedeli mukabilinde işlemek olduğu söylenebilir.

Rençber kavramının bir diğer anlamı da bugün ırgat ya da amele karşılığı olarak kullandığımız gündelik işçidir ki, XVI. yüzyıla ait Bursa Şer’iye sicillerinde bu anlamı veren kayıtlar bulunmaktadır. “…reâyasından olup nefs-i Bursa’da sâkin olan Petro ve Yorki Todori Nikola İsteno Nikola Yani İlya Aliksi nâm zımmîler rençberlik içün nefs-i Bursa’da sâkin olup mülk ve emlâk ve bağ ve bağçede nesneleri olmayup rençberlik ”[17] ifadesinden de anlaşıldığı gibi bağ ve bahçesi olmamakla nitelenen bu kişilerin rençberlik yani muhtemelen amelelik, işçilik gibi işlerle uğraştıkları vurgulanmaktadır. Biz buradaki hükümden hareketle bahsedilen kişilerin amele ya da işçi olduklarını düşünüyor olmamıza rağmen, aşağıda ifade edeceğimiz gibi rençber kelimesinin tüccar karşılığı olarak kullanılmış olması da muhtemeldir. XIX. yüzyılda da kelimenin bu anlamda kullanıldığını görmekteyiz. M. 1848 senesine ait bir amele ücreti listesinde özellikle inşaat sektöründe kullanılmakta olan, meselâ dülger, silici başı, duvarcı kalfası, sıvacı başı, nakkaş başı, ırgat başı, hamal, tenekeci, lağımcı, su yolcu, kurşuncu, taşçı başı, marangoz gibi kavramların yanında iki tanesi bu anlamda dikkat çekicidir. Bunlardan bir tanesi harççı rençber diğeri ise âdi rençber’dir.[18] Listenin tamamına baktığımız zaman, burada hamal, ırgatbaşı, tenekeci, lağımcı gibi düşük görevler ayrı ayrı ifade edilmiş olduğu için buradaki rençberin tam anlamıyla hamal karşılığı olarak kullanılmadığını da ifade etmek mümkündür. Ancak yevmiyelerden hareket ederek şunu söyleyebiliriz ki, görevleri ve yevmiyeleri kaydedilmiş bulunan otuz tane görevli içerisinde ücretleri en düşük olanlar adi rençberler olup, 6 akça yevmiye tespit edilmiş iken, harççı rençberlerin yevmiyeleri ise hamal ile duvarcı çırağına denk olup 7 kuruştur. Listedeki en yüksek yevmiye “kalfa yani işbaşı” olarak tevsif edilmiş olup yevmiyesi 15 kuruştur.

Kelimenin bir diğer anlamı çokça bilinmeyen tüccardır.[19] Yukarıda ifade etmiş olduğumuz gibi, Tayyip Gökbilgin bir çalışmasında yine Bursa Sicillerinden nakletmiş olduğu 22.04.1537, 17.03.1538 tarihli iki kayıttaki benzer rençberlik ifadesini belki de genel geçer anlamı olan ziraat gibi anlaşılmasın diye ticaret olarak izah etmiştir. Zikredilen belgelerden ilkinde “…hâliyâ Nikola nâm zımmî dergâh-ı muallâma gelüp ben bazı yoldaşlar ile Kazâ-i Eğriboz’dan olup varup Anadolu’da Kaza-i Kite’de reçberlik ederiz kazâ-i mezbûrede yava haracın…” ve İkincisinde ise “…hâliyâ bazı kefere dergâh-ı muallâya gelüp Cezire-i Midillü haraçgüzârlarından olub her yıl haracımız yerimizde eda eyledüğümüzden sonra rençberlik eylemek içün Mudanya İskelesi’ne gemiler ile varduğumuzda…”,[20] denilmekte olup tüccar anlamı vermeye de müsâit görünmektedir.

Konuyu biraz daha açık bir şekilde ortaya koyan ve 1451-1479 yıllarına ait olduğu ifade edilen, başka bir kayıt da Rumeli’de önemli bir maden merkezi konumunda bulunan Sidrekapı Maden Kanunnâmesi’nde geçmektedir. Burada kanunnâmenin giriş ve ilk maddelerinde madenlere ait esaslara ilişkin olarak birtakım hükümler belirtildikten sonra konu, Pazar ve pazarda satılan ürünlerle ilgili düzenlemelerden bahsedilen kısma geldiğinde, kaydedilen bir maddede şu ifade yer almaktadır: “ve taşradan gelen rençberden sergi hakkı bir akça ve taşradan gelen iki koyundan bir akça yerlü kassabdan dört koyuna bir akça sığırdan iki akça, attan dört akça…”.[21] Bu ifadelerden rençber tabirinin, bir şeyler satmak üzere hâriçten gelerek bir pazarda yer tutan, mal sergileyen kişi anlamında kullanılmış olduğu anlaşılmaktadır. Belki de maddede yer alan diğer hususlardan hareketle kavramın, burada hayvan tüccarı şeklinde kullanılmış olduğu da söylenilebilir.

Rençberin tüccar anlamının daha açık olduğu bir kullanım da, Fâtih’in İstanbul’u fethettikten sonra Galata zımmîlerine vermiş olduğu Mayıs 1453 tarihli ahidnâmede görülmektedir.[22] Ahidnâmenin iki maddesinde rençber tâbiri geçmektedir ilkinde, “Anlar dahi rençberlik edeler. Gayrı memleketlerim gibi deryâdan ve kurudan sefer edeler, kimesne mâni ve müzâhim olmaya, muaf ve müsellem olalar…” ikincisinde ise “Ve Ceneviz bâzirgânları deryadan ve kurudan rençberlik edüp geleler ve gideler. Gümrüklerin âdet üzere vereler. Anlara kimesne taaddi etmeye”.[23] Bu iki maddede de görüldüğü üzere çok açık bir şekilde deniz yoluyla ya da kara yoluyla gelen tüccarlar burada rençber kavramıyla karşılanmaktadır. Denizden ve karadan gelen Cenevizli bazârgânların yaptıkları ticaret de rençberlik ifadesi kullanılmak suretiyle vurgulanmıştır.

Kelimenin bugün hâlâ daha bazı yerlerde bu anlamda da kullanıldığını görmekteyiz. Meselâ Çorum-Sungurlu’da özellikle zahire ticâreti ile uğraşan ve kendi dükkânında zahire satan kişilere rençber denilmektedir.[24]

Osmanlı belgelerinde karşımıza sıkça çıkan Rençber gemisi[25] tâbiri de bu ticaret konusuyla ilgili olmalıdır ki; Gelibolulu Mustafa Ali, meşhûr eserinde bu tabiri izah ederken, boğazda işleyen gemileri, kazançla uğraşan rençberler olarak nitelendirmektedir. Bilindiği üzere Osmanlı merkezi yönetimi ticarette, zaman zaman miri gemileri kullandığı gibi çok zaman da rayiç fiyat üzerinden kiralanmış olan rençber gemilerini kullanmaktadır.

Sonuç olarak baktığımız zaman Osmanlı coğrafyası üzerinde dünden bugüne uzayan süreçte ve bugün, gerek Anadolu sahasında gerekse hemen bütün Türk ellerinde kullanılmaya devam eden ancak anlamı yer yer sınırlanmış ve sadece bağ bahçe ziraat işleriyle uğraşan kişi anlamına inhisâr etmiş olan kelime, yüzyıllar öncesinde hem bu anlamda hem ücretli işçi anlamında hem de tüccar ve ticaret anlamında kullanılmakta idi.

Yrd. Doç. Dr. Cahit TELCİ

Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 10 Sayfa: 714-717


Dipnotlar:
[1] İbrahim Olgun-Cemşid Drahşan, Farsça-Türkçe Sözlük, Ankara 1984, s. 175.
[2] Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, İstanbul 1926, s. 7.
[3] W. Radloff, Sibirya’dan II, çev. Ahmet Temir, İstanbul 1957, s. 348. Radlof Tarançilerin İli vadisinin ziraatla uğraşan yerli ahalisi olduklarını kendilerini “Yarlik” olarak adlandırmalarına rağmen komşuları tarafından Moğolca olan Tarançi (çiftçi) tabiriyle anıldıklarını ifade etmektedir.
[4] F. Steingas, Persian English Dıctıonary, London 1950, s. 588.
[5] Julius Theodor Zenker, Turkisch-Arabisch-Persisches Handvörterbuch, New York 1979, s. 469.
[6] Karşılaştırmalı Türk Sözlüğü, C. I, Ankara 1991, s. 720-21.
[7] Tayyar-zâde Ahmed Ata, Tarih-i Ata, C. IV, İstanbul 1293, s. 6.
[8] BOA. TD. 8, S. 718.
[9] BOA. MAD. 232, s. 262.
[10] BOA. TD, nr. 178, s. 3-4’ten nakleden Yusuf Halaçoğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilâtı ve Sosyal Yapı, Ankara 1991, s. 185.
[11] BOA. TD. 494, s. 518, 519, 528.
[12] Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri, I. Kitap Osmanlı Hukukuna Giriş ve Fatih Devri Kanunnâmeleri, İstanbul 1990, s. 542, kanunnâme metninde geçen bu ibâreyi nâşır aslında çifttçi manasında olup burada maden işçisi olarak kullanılmıştır demek suretiyle izah etmektedir.
[13] Halil Sahillioğlu, “Altın” TDV. İA, C. I, 534. Sahillioğlu buradaki rençberi “Rençber (tüccar)” olarak ifade etmiştir.
[14] BOA. MAD. 3013, s. 8’de Mustafa b. Abdullah rençberdir; s. 17’de Ahmed b. Süleyman rençber ibareleri yer almaktadır.
[15] Mehmet Karabıyık (1908 doğumlu) Özel görüşme, Karaburun 1991, Cahit Telci, XX. Yüzyıl Başlarında Karaburun (1900-1930) E. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi 1992.
[16] Meselâ Nif-Kemalpaşa kazâsında XIX. yüzyıl ortalarında Temettüât kayıtlarından hareketle, 576 kişi ziraat erbâbı olarak kayıtlı iken buna karşılık 57 kişi de rençber olarak kaydedilmiş bulunmaktadırlar. Bkz. Sabri Sürgevil, Kemalpaşa (Nif) Çevresinin Tarihi, İzmir 2000, s. 69.
[17] Bursa Şer’iye Sicilleri, nr. B. 14, vr. 77a/918.
[18] Takvim-i Vekâyi, 21 Za 1264.
[19] Halil Sahillioğlu, aynı yer.
[20] Bursa Şer’iye Sicilleri nr. 40/45 vr. 213’den nakleden M. Tayyip Gökbilgin, Osmanlı Müesseseleri Teşkilâtı ve Medeniyeti Tarihine Genel Bakış, İstanbul 1977, s. 172, 179.
[21] Ahmet Akgündüz, a.g.e., s. 520.
[22] İstanbul’un fethi sırasında Galata Cenevizleri ile Osmanlılar arasında bir anlaşma olmuş ve buna göre Osmanlı hükümdarı, imparatora yardım etmemeleri şartı ile Cenevizlilerin bütün imtiyazlarını tanıyacağını vadetmişti. Bununla beraber Cenevizliler, bu fetih girişiminin de diğerleri gibi akim kalacağını düşünmüşlerdi. Fakat bu tahminlerinde aldandıklarını görünce bazı müdafaa tertibatı almak istedilerse de fayda etmedi. Ardından Fatih’e bir heyet göndererek vaadlerini teyit etmelerini istediler. Fatih, Galata ahalisinin tekliflerini kabul etmiş ancak Cenevizlilerin gizlice İstanbul’un muhafazasına gayret ettikleri için onların haklarını tanımayacağını da beyan etmiştir. Daha sonra Fatih’in tanzim ettiği ahidnâmede Cenevizlilerin Galata hâkimiyetlerinin kabul edilmediği de görülecektir. Bkz. İ. H. Uzunçarşılı Osmanlı Tarihi, II, Ankara 1988, s. 7.
[23] Uzunçarşılı, a.g.e., s. 7-8; Ahmet Akgündüz, a.g.e., s. 477.
[24] Bu bilgiyi nakleden Sayın Alpay Bizbirlik’e teşekkür ediyorum.
[25] Mehmet Şeker, Gelibolulu Mustafa ‘Ali ve Mevâidü’n-Nefâis Fî Kavâidi’l-Mecâlis, Ankara 1997, s. 369. Âli, Boğaz’da işleyen gemicikleri kazançla meşgul olan rençberler olarak tanımlamaktadır.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.