Bugün bütün uygar ülkelerde kurulmuş olan ulusal ve uluslararası yardım cemiyetleri yeni sayılabilecek kuruluşlardır. Savaş yaralılarına örgütlenerek yardım etme fikri Batı’da 19. yüzyıl ortalarında başlamıştır. Fakat Mısır, Şam ve Hicaz’da Eyyubî Devleti’ni kuran Selâhaddin-i Eyyubî’nin 1189-1192 yıllarında 3. Haçlı Seferi’nde Saint Jean Şövalyelerinin Müslüman ordusu karargâhına gelerek, yaralı Hıristiyanlara bakmalarına izin vermesi, savaşın fertler arasında olmayıp, devletler arasındaki bir münasebet olup, kişilerin insan olarak değil, asker olarak düşman olduğunu, fertlerin silâhını bıraktıktan sonra düşman olarak kabul edilmeyip, yaşama hakkı olduğunu savunan 1712-1778 yılları arasında yaşamış Fransız yazar ve filozofu Jean Jacques Rousseou’nun tezi gibi tarihi örnekler, savaş yaralılarına yardım fikrinin eskilere dayandığını göstermektedir.[1]
Bu fikrin temsilcilerinden biri de Dr. Ferdinand Palasciano’dur. 1815’te doğmuş olan bu İtalyan cerrah, Napoli Bourbonlar ordusu tıp heyetindendi. 1848 İhtilâli’nde Mesina’nın muhasarası sırasında, yaralı da olsa hiçbir âsiye aman verilmemesi emrine rağmen, mensup olduğu ordu yaralılarına yaptığı tedaviyi aynen karşı taraf yaralılarına da yapmış, bu yüzden tevkif edilmiş, Napoli kralının kişisel müdahalesi sayesinde kurtulabilmişti. Palasciano fikirlerini yaymak için büyük gayret gösterdi. İtalya, İsviçre ve Almanya’da yaralı ve ağır hasta olan muhariplerin tarafsızlığını savundu. George Sand’ın kızılhaç’ın kurucusu Henry Dunant’ın meziyetleri kadar övdüğü Fransız Arrault da aynı fikirleri savunuyordu.[2]
Kurulduğu yıllarda amacı sadece savaş yaralılarına bakmak olan Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, Kızılhaç’ın kurulmasından sonra teşkil edildi.
Kızılhaç Derneği’nin Kuruluşu
Amacı sivil örgütlerin savaş yaralılarına bakmasını sağlayacak bir derneğin kurulması fikir ve önerisi İsviçreli Henry Dunant’ın 24 Haziran 1859 tarihinde yaptığı bir İtalya seyahati sırasında gördüğü dehşet verici bir savaş sonrası sahnesinden doğdu. H. Dunant İtalya’ya giderken Kastilyon della Silvar’a Solferino savaşı yaralıları getiriliyordu. Fransa-İtalya, Avusturya arasında Solferino’da yapılan savaşta yaralanmış 40.000 askerin feci durumu Dunat’ı dehşet içinde bıraktı. Cenevre’ye döndüğünde “Bir Solferino Hatırası” isimli kitabını yazdı. H. Dunant bu yapıtında şöyle diyordu: “Savaş yaralılarını tedavi ettirmek için barış zamanında gönüllüler tarafından dernekler kurmak mümkün olamaz mı? Bir kongrede bu derneklere temel teşkil edecek, uluslararası sözleşmelere dayanan ve kutsal bazı ilkelerin formüle edilmesi uygun değil midir?[3]
H. Dunat’ın bu önerisi kabul gördü ve hukukçu Gustave Moynier bu ideale hizmet edecek yardımseverleri biraraya getirdi. G. Moynier,[4] General Guillaume H. Dufour,[5] Dr. Theodore Maunoir (1806-1869), Dr. Louis Appia (1818-1898) ve H. Dunant’tan oluşan ve Beşler Komitesi olarak da bilinen bu kurul 17 Şubat 1863 tarihinden itibaren ileride adı “Uluslararası Kızılhaç Komitesi” olacak olan “Uluslararası Askerî Yaralılara Daimi Yardım Komitesi” adı altında toplanmaya başladı. Komite görüşlerini tespit ettikten sonra, diğer ülkelerden söz konusu konuyu müzakere etmek üzere delegeler davet ettiler.
On altı ülkenin resmi olmayan delegeleri 26-29 Ekim 1863 tarihinde Cenevre’de toplandılar. Toplantıda alınan kararlar: 1. Savaşta yaralıların ve onları tedavi eden sağlık ekibinin tarafsızlığını, 2. Sağlık ekibini ayırt edecek bir sembolün tespitini, 3. Bu sembolün sancak halinde kullanılmasında, bu mahallerin tarafsız olarak kabul edilmesini kapsayan esaslardı. Bu kararlar resmi olmadığı için İsviçre Devleti aracılığı ile tüm dünya devletlerinden delege göndermeleri istendi. Bu çağrıya İsviçre, Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya, İspanya, İsveç, Norveç, Danimarka ve bir Alman Prensliği olan Bad hükümetlerinin temsilcileri geldi.
Cenevre’de toplanan bu konferansta yapılan müzakereler sonunda Cenevre Sözleşmesi (La Convention de Geneve) 22 Ağustos 1864 tarihinde kabul edilerek imzalandı.[6] Bu toplantıya katılmayan ve sözleşmeyi imzalamayan devletlere, alınan kararların duyurulması ve hükümlerini kabul ve imza için bir yıllık süre tanındı.[7]
Osmanlı Devleti’nde Ruznâme-i Ceride-i Havadis’in 11 Eylül 1864 tarihli nüshası kongreden söz etti, kabul edilen sözleşmenin tamamını da neşretti.[8]
Cenevre Sözleşmesi’nin Deniz Savaşlarına Uygulanması
Osmanlı Devleti’nin de içinde bulunduğu ülkelerin delegeleri tarafından Lahey’de 31 Ekim 1907 tarihinde benzer hükümler deniz savaşları için de kabul edilerek imzalandı.
Kızılhaç’ın gelişmesine ek olarak, Lahey’de 1899 ve 1907 yılında toplanmış olan barış konferansları, savaşın kanun ve geleneklerini tespit ediyordu. Böylece insan hakları ile ilgili meseleler iki şubeye ayrılıyordu. Cenevre Hukuku ve Lahey Hukuku. Lahey hukuku Cenevre ilkelerinin etkisindeydi. Savaş metotları ve silâhlanmanın gerektiğinde sınırlandırılması ele alınıyordu. İnsan haklarının bu kısmı hükümetler kararına bağlıydı.[9]
Kızılhaç Sembol ve Hükümleri
22 Ağustos 1864 tarihinde imzalanan Cenevre Sözleşmesi’ne göre kurulan komitenin sembolü, fikir İsviçre’den çıktığı için İsviçre’ye saygı olmak üzere, bayraklarının renginin aksi şekilde kullanılması, yani beyaz zemin üzerinde kırmızı haç kullanılması tespit edildi.[10]
Grand Larousse, Coix Rougie maddesinde beyaz zemin üzerinde haç sembolü bulunan beyaz bayrak önerisini General Dufour’un, H. Coursier ise konferans tutanaklarına göre Dr. Appia’nın yaptığını belirtiyor. Yardım derneklerine Kızılhaç adını verme fikri ilk önce Hollanda’dan geldi. 1867 yılında kurmuş oldukları derneğe bu ismi verdiler. Bu fikir daha sonra yayıldı. Cenevre Uluslararası Komitesi, “Yaralı Askerlere Yardım Milletlerarası Komitesi” olan kuruluşun adını, 20 Aralık 1875’te “Kızılhaç Uluslararası Komitesi” olarak değiştirdi.
Kızılhaç teşkilatı, hükümlerinde bulunmamasına rağmen salgın hastalıklarda, su baskını, deprem, yangın gibi felâketlerde de yardım yaptı.
Kızılhaç Dernekleri Ligi
Kızılhaç, savaş yaralılarına yardım için kurulmuş bir dernekti. I. Dünya Savaşı’ndan sonra derneklerin elinde çok miktarda para kalmıştı. Savaştan sonra Amerikan Kızılhaçı komitesi başkanı; Amerikan, Fransız, İngiliz, İtalyan ve Japon Kızılhaçı Derneklerine, kalan paranın insanların sağlığı için ve ayrıca doğal afetlerde yardım için kullanılmasını önerdi. Böylece 5 Mayıs 1919’da “Kızılhaç Dernekleri Ligi doğdu”. Bu birlik uluslararası yardımlaşmada büyük imkânlar sağladı. İlkelerde Uluslararası Kızılhaç Komitesi’ne bağlı kalındı. Diğer milli dernekler süratle kurucu beş dernekle birleşti.
Lig’den başka 1929’da savaş esirlerinin durumu hakkında bir sözleşme daha yapıldı. Yine Cenevre’de Nisan 1949’da daha önce yapılan sözleşmeler tekrar ele alındı. Uluslararası Komite ve Lig’in dört ay süren müzakerelerinden sonra 12 Ağustos 1949’da dört Cenevre Sözleşmesi imzalandı, Bunlar; 1. Sefer halindeki ordularda yaralı ve hastaların durumlarının ıslahı, 2. Deniz kuvvetlerindeki hasta, yaralı ve deniz kazazedelerinin durumlarının ıslahı, 3. Savaş esirlerine yapılacak muamele, 4. Savaş zamanlarında sivil halkın korunmasına aitti.
Dr. Schweitzer’e göre Kızılhaç, kurucusunun hiçbir zaman tasavvur etmeye cesaret dahi edemediği derecede büyümüş ve kudret sahibi olmuştur.[11]
Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Kuruluşu
1863 yılında Cenevre’de toplanan Uluslararası Kızılhaç Konferansı’na birçok ülke gibi Osmanlı Hükümeti de katılmadı. Ancak 22 Ağustos 1864 tarihinde imzalanan Cenevre Sözleşmesi uyarınca konferansa katılmayan devletlere bir yıl zarfında sözleşme hükümlerini kabul ve imza hakkını tanıyordu. Osmanlı Devleti sözleşmeyi 5 Temmuz 1865 tarihinde imzaladı.
Mecrûhîn-i Asâkir-i Osmâniyye’ye Muâvenet Cemiyeti’nin Kurulması İçin Yapılan İlk Girişim
Daha sonra adı Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti adını alacak olan bu teşkilâtın kurulması için ilk girişim Dr. Abdullah Bey tarafından yapıldı.[12] 1867 yılında açılan Uluslararası Paris Sergisi’ne Osmanlı Devleti delegesi olarak giden Dr. Abdullah Bey, sergi münasebetiyle Paris’te toplanan Sıhhiye Konferansı’na da iştirak etti ve burada Cenevre Konferansı kararlarının Osmanlı hükümetince de uygulanmasının faydalı olacağını düşündü. Bu düşüncesini Sıhhiye Konferansı’nda da söyleyen Abdullah Bey daha sonra Sağlık Konferansı başkanı Comte Serurier ve Henry Dunant’tan İstanbul’da yaralı askerlere yardım edecek bir derneğin kurulması için öncülük yapmasını isteyen mektuplar aldı.[13]
Abdullah Bey böyle bir derneğin kurulması için çalışmalara başladıysa da bazı çevrelerce bu girişim boş bir hayal olarak değerlendirildi.
Dr. Abdullah Bey’in Kızılhaç’ın kuruluşu, hükümleri, Osmanlı Devleti’nde böyle bir derneğin kurulma güçlüklerinin sebepleri hakkında Gazette Medicale d’Orient’in çeşitli sayılarında makaleleri bulunmaktadır. Dr. Abdullah Bey bu makalelerinde, Osmanlı Devleti topraklarında yaşayan gayrimüslimlerde vatan sevgisi olmadığını, sadece servet ve kendi çıkarları peşinde olduklarını, ayrıca gayrimüslimlerle birlikte İstanbul’da yaşayan Müslümanların da askerlik yapmadıklarını, bunun sonucu kardeşi, babası veya akrabası askerde olmayan insanların bir yardım derneğine yardım etmeyeceğini yazıyordu.[14]
Abdullah Bey’in umutsuzluğuna karşın Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa[15] bu fikri himaye etti. Mekteb-i Tıbbiye Nâzırı Marko Paşa,[16] Kırımlı Aziz Bey, gibi aydın ve yardımsever kişilerin girişimleriyle Mecrûhî-i Asâkir-i Osmâniyye’ye Muavenet için kurulacak cemiyete 66 üye kaydedildi. Bu üyelerin 43’ü hekimdi.
Cemiyet Marko Paşa’nın başkanlığında toplandı. Meclis-i Sıhhiye[17] ikinci başkanı Dr. Salih Efendi,[18] Dr. Mavroyani,[19] Dr. De Castro’dan,[20] oluşan bir encümen Cemiyetin nizamnâme-i esâsîsini hazırlamakla görevlendirildi. Yapılan toplantılardan sonra Haziran 1869’da Cemiyet’in nizamnâmesi okundu ve kabul edildi. Nizamnâme hükümetin onayına sunuldu.
Seraskerlik makamı,[21] yaralı askerlere yardım için kurulması istenen bu cemiyete, sivillerin askeri işlere müdahale edecekleri düşüncesi ile karşı çıktı. Aylarca süren yazışmalardan sonra böyle bir cemiyetin gerekli olup olmadığının tetkiki için Meclis-i Umûr-ı Tıbbiye’ye havale edildi. Böyle bir cemiyetin faydaları Bâb-ı Seraskeriye’ye bildirildi, ancak ikna edilemedi. Nizamnâme onaylanmadığı için kurucu üyeler dağıldı.[22]
Böyle bir görüş Kızılhaç’ın kurulmasından önce kamuoyu yaratma aşamasındayken İsviçre’de de mevcuttu. İsviçre’de orduyu idare edenler ve ordu mensupları, sivillerin savaş alanlarına girmeleri düşüncesine taraftar değildiler.[23]
Savaş yaralılarına yardım amacıyla bir cemiyet kurmak için yapılan girişimin sonuçsuz kalmasından birkaç yıl sonra Sırbistan, Karadağ (1875), bu takiben Osmanlı-Rus Savaşı (1877) çıktı. Kızılhaçlarını kurmuş olan Sırbistan, Karadağ, Romanya ve Rusya ordularının yaralılarına bakıyor, diğer kızılhaçlardan da yardım alıyorlardı.[24]
Cenevre Uluslararası Komitesi’nin 8 Temmuz 1876 tarihinde Sırbistan Savaşı sırasında yayınladığı 33. genelgede Başkan Gustave Moynier şöyle diyordu: “Bu genelge ile yaralılara yardım Osmanlı Cemiyeti’nin arz ve talebini beyan etmek isterdik. Zira düşmanları kadar Türk askeri de bizi düşündürüyor. Fakat ne yazık ki bu Cemiyet’in kurucusu olan Abdullah Bey’in ölümünden beri dağılmış olduğu ortadadır. Mevcûdiyetine dair bilgi vermesi hakkında tekrar tekrar vâki olan haber vermemize ve ısrarımıza rağmen hayli zamandan beri sükûnu bize bu kanaati veriyor. İstanbul’dan aldığımız bilgi de böyle düşünmekte haklı olduğumuzu gösteriyor”
Gustave Moynier, Cemiyet-i Tıbbiye-i Şâhâne[25] üyelerinden Dr. Peştemalcı Efendi’ye yazdığı özel mektupta; İstanbul’da derhal bir cemiyet tesis edilerek Cenevre’deki merkezle irtibat kurulmasını öneriyor, ancak bu şekilde Avrupa’daki yardım cemiyetlerinden önemli yardımlar alınabileceğini belirtiyordu. Dr. Peştemalcı bu mektubu mensubu olduğu Cemiyet-i Tıbbiye-i Şâhâne’de okudu.[26]
Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Resmen Kurulması
Cemiyet’in kurulması için bu kez Sadrâzam Mehmet Rüştü Paşa[27] nezdinde girişimde bulunmak üzere Cemiyet-i Tıbbiye-i Şâhâne başkanı Nurican ve üyelerden Peştemalcı Efendiler görevlendirildiler. Sadrâzam bu müracaatı önemle ele aldı ve gerekli emirleri verdi. “Mecrûhîn ve Zuafâ-i Askeriye’ye İmdâd ve Muâvenet Cemiyeti”nin resmen kurulması için hükümetten, Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne’den[28] ve sıhhiyeden üyeler çağırıldı.[29]
İlk toplantı 25 Temmuz 1876’da Mektep Nâzırı Marko Paşa’nın başkanlığında yapıldı ve şu kararlar alındı:
- Cenevre Sözleşmesi’nin Osmanlı ülkesinde nasıl uygulanacağı,
- Haç yerine ordularımızda nasıl bir sembol kullanılacağı düşünülecek ve,
- Cemiyet için bir tüzük hazırlanacak,
- Derhal yardım toplanmaya başlanacak,
- Cemiyet’i devamlı olarak idare edecek bir kurul seçilecek.
Bâb-ı Seraskeri ordularımızda haç sembolünün kullanılmasını istemediğinden, haç yerine hilal sembolünün kullanılması uygun görüldü. Kurulacak olan bu cemiyette haç yerine hilal sembolünün kullanılacağı Cenevre aracılığı ile diğer diğer devletlere bildirilip siyasi yazışmalar devam ederken komisyon Cemiyet’in tüzüğünü hazırladı ve Bab-ı Âlî’ye sundu. Bab-ı Seraskeri tüzüğü kabul etti ve onayladı.
Kızılhaç’ın 25. Kuruluş yıldönümünde G. Moynier şu sözleri söyleyecekti: “Osmanlı Devleti’nin Cenevre Antlaşması’na iltihak etmesiyle, İslâm dünyasının, Hıristiyan dünyasınca kurulmuş olan bir esere iltihak etmesi, ilk defa görülüyor. Asırlardan beri “Hilâl” ile “Haç”ın mücadelelerinin her iki taraf kanaatlerine göre amansız olarak devam etmiş bulunduğu bu mücadelenin bir nevi mukaddes cihad mahiyeti taşıdığı ve 19. asrın başlangıcına kadar bazı Hıristiyan devletlerin, Müslüman esirlerin satılmasına müsamaha ettikleri, Arap korsanların ise Hıristiyanları yakalayıp satmayı adeta bir endüstri haline getirmiş olmaları düşünülecek olursa, medeniyet yolunda aşılmış olan merhalelerin vüs’atini ölçmek mümkün olur”.[30]
14 Nisan 1877 tarihinde idare heyetini seçen Cemiyet’in adı İrâde-i Seniyye (padişah buyruğu) ile aynı yıl Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti oldu. Dönemin padişahı II. Abdülhamit cemiyeti himâyesine aldı.[31]–[32] İlk toplantı Beşiktaş Sarayı Paşa dairesinde yapıldı.[33]
Cemiyetin kurulduğu yıl Osmanlı-Rus Savaşı devam ediyordu. Ordunun sağlık malzemesine ihtiyacı vardı. Cemiyetin mevcut parası ise ancak birkaç yüz lira idi. Halk yardıma muhtaç derecede yoksuldu. Bu zor şartlarda Cemiyet gerek Ülke içinden, gerek diğer Müslüman ülkelerden bir yıl içinde 72.583 Osmanlı Lirası toplandı. Bu paraların 30.000 Lirası ile sağlık malzemesi alındı. Dokuz savaş mevkiinde seyyar hastaneler kuruldu. İstanbul’da dört daimi ambulans, savaş hattında iki geçici seyyar hastane kuruldu. Kemal Özbay, Türk Asker Hekimliği ve Asker Hastaneleri isimli eserinde Osmanlı-Rus Savaşı’nda henüz kurulmuş olan H. Ahmer Cemiyeti’nin 22 seyyar hastaneden dokuzunu Rumeli’nin muhtelif bölgelerinde faaliyete soktuğunu yazmaktadır. Yaralıları taşımak için trenler kiralandı, muhâcirlere para yardımı yapıldı. Muhtelif hizmetler için 50 tabip istihdam etti. 25.000 yaralı ve hasta tedavi etti.[34]
Osmanlı H. Ahmer Cemiyeti, Osmanlı-Rus Savaşı’nda büyük yardımlar yaptı. Topladığı paranın 5.700 Lirasını daimi sermaye olarak ayırdı. Savaş sonunda yapılan bilânçoda 61.087 lira masraf yapıldığı anlaşıldı. Kalan meblağ Osmanlı Bankası’na kondu. Cemiyet, Rusya ile anlaşma yapıldıktan sonra dağıldı.[35]
Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin İkinci Defa Resmen Kurulması
Yirmi yıl hiçbir etkinlik göstermeyen Cemiyet, 1897 Yunan Savaşı sırasında geçici olarak faaliyete geçti. Yunan Savaşı’nın başlamasından sonra 24 Mayıs 1897 tarihli Tezkire-i Sâmiyye (sadrâzamlık makamından yazılan tezkere) ile eski üyelerden hayatta olanlar ve yeni üyeler Osmanlı H. Ahmer Cemiyeti’ni yeniden kurdular. Cemiyet, eski idare heyetinin ikinci başkanı Nurican Efendi’nin başkanlığında çalışmalara başladı. Halktan ve Kızılhaç Cemiyeti’nden yardım toplandı. Galust’tan (Yunanistan’da bir yer ismi) askeri yaralıları taşımak için iki hastane vapuru kiralandı. Savaş sonunda erler Roma, Van, Asir, Mekke ve Taif vapurlarıyla İstanbul ve Çanakkale’ye sevk edildi. Orduya bol miktarda kinin ve tıbbi malzeme temin etti.[36]
Savaş bittiğinde Cemiyet resmen kurulduğu zamanki talihsizliğe uğradı ve dağıldı. Geçen zaman zarfında Cemiyet tekrar canlandırılmak istendi ve Şûrâ-yı Devlet[37] maliye dairesi başkanı Cemal Bey’i başkanlığa, diğer bazı kişiler de üyeliğe seçerek Sadâret makamına dilekçe ile başvuruda bulunulmuş ise de dönemin Padişahı II. Abdülhamit bu konuda tasavvurları olduğundan bahsederek işin geciktirilmesini 15 Eylül 1902 tarihli İrâde-i Seniyye ile Sadârete emir ve tebliğ etti. Padişahın bu irâdesinden sonra 10 Temmuz 1908 tarihinde ilân edilen II. Meşrutiyet’in ilânına kadar hiç kimse “cemiyet” kelimesini bile ağzına alamadı.
H. Ahmer Rusya-Japonya Savaşı (1904) sırasında savaşan tarafların Kızılhaçlarına 500 lira kadar bir yardım için Sadârettin izin istedi ise de, cevap alınamadı. 25 Kasım 1905’te Yıldız’dan Sadârete gelen bir emir H. Ahmer Cemiyeti’nin ne kadar parası olduğunu soruyordu. Hazinenin sıkıntısının H. Ahmer parası ile hafifletilmesi düşünülmüştü. Para bir heyetin adına Osmanlı Bankası’ndaydı. Cemiyet kurucularından Dellasuda Faik Paşa[38] Cemiyet’in parasına el sürülmesinin doğru olmayacağını söyleyerek, isteklileri bu tasavvurlarından vazgeçirdi.
Hilâl Sembolünün Resmen Kabulü
1869 yılında gayr-ı resmi olarak kurulan Mecrûhîn-i Asâkir-i Osmâniyy’ye Muâvenet Cemiyeti’nin Bâb-ı Seraskeri tarafından rededilmesinin esas sebeplerinden biri de Cenevre Sözleşmesi’nde, tarafsızlık sembolü olarak “haç”ın kabulü ve kullanılmasıydı.
1877 yılında sembol olarak Osmanlı Devleti’nin hilâl kullanacağı Cenevre aracılığı ile diğer devletlere bildirildiğinde, devletlerin çoğu özellikle o sırada savaştığımız Rusya, “haç”a karşı saygı gösterilmesi kaydıyla “hilâl” sembolünü kabul edeceklerini bildirdiler. Hilâl sembolünün devamlı kullanılmasını Dr. Besim Ömer Paşa’nın (Akalın)[39] Haziran 1907’de Londra’da toplanan Kızılhaç toplantısındaki gayretleri ile gerçekleşti. 15 Haziran 1907 tarihinde Kızılhaç Konferansı’nın son gününü bu soruna ayırtan Paşa, İslâm ülkeleri için kendi dinlerinin dışında bir dinin sembolünün kullanılmasının mümkün olamayacağını, 30 yıl önce kuruluşu sırasında geçici olarak kullanılma hakkı tanınmış olan “hilâl” sembolünün devamlı kullanılma hakkının kabulünü istedi. Konferansta bulunan bir delege, “haç” sembolünün dini bir işaret olmadığını, beyaz zemin üzerinde bulunan bu sembolün Hıristiyan olmayan Çin, Siyam, Japonya gibi milletler tarafından da kabul edildiğini söylemesi üzerine Paşa, “haç” sembolünün dini bir sembol olmadığının kendilerince de bilinmesine rağmen, İslâm ülkesi insanlarını rencide edeceğini, “haç” işaretinin ister beyaz, ister kırmızı zemin üzerinde bulunsun Müslümanlar için “haç”ın haç olduğunu, ecdâdı “haç”la savaşan bir milletin gayet tabiidir ki “haç”ı Çin’den, Siyamdan, Japonya’dan daha iyi tanıyacağını belirtti. Kızılhaç’ın bu konferansında “hilâl” sembolü resmen kabul edildi.[40]
1877 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Batı Cephesi’nde değişik dokuz yerde seyyar hastane kurmuş olan Osmanlı H. Ahmer Cemiyeti, Cenevre Sözleşmesi hükümlerinden yararlanma hakkına sahipken, “haç”a saygı gösterilmesi kaydıyla “hilâl”i kabul edeceklerini bildiren Ruslar sözleşmeye uymadılar. Kemal Özbay, Türk Asker Hekimliği ve Asker Hastaneleri isimli eserinde konu ile ilgili olarak şunları yazmaktadır: “Rus Başkumandanı Grandük Nikola önceleri bu kuruluşlara önem vermedi ve Hazergrad[41] hastanesinde yatan birkaç yüz yaralıyı kılıçtan geçirdi. Yine bu savaşta Plevne’de yaralılara bakması için değil Rus, Türk doktorlarına bile izin vermedi. Yaraları kokan ve kurtlanan askerler bu şekilde ölüme terk edildi. Bu vahşetin yanı sıra Bulgarlar da tıbbi malzemeyi talan etti. Ruslar işkenceye devam ederken, Bulgarlar yaralıları ayaklarından sürüyerek yollara bıraktılar ve kazak beygirlerinin ayakları altında çiğnettiler. Gazi Osman Paşa, Çariçe’nin cerrahının tedavisini istemediği için Türk doktorları tarafından ilâç ve özellikle keten tohumu istekleri Ruslar tarafından kaba bir şekilde reddedildi. Aynı savaşta Doğu Cephesinde, Kars Rusların eline geçtiği zaman, hastanede bulunan yaralılar Cenevre Sözleşmesi hükümlerine göre tedavi edilmeleri gerekirken, Kumandan Melinkof’un emri ile yaralıların ellerine birkaç kuruş ve bir battaniye verilerek Erzurum’a sürüldüler. Bu korkunç yolculukta yüzlerce hasta ve yaralıların cesetleri kurtlara yem oldu. 2000 yaralıdan 317’si Erzurum’a gelebildi. Bunların da çoğunun elleri, ayakları donmuş, düşmüş, kuru siyah bir iskelete dönmüş olduğundan yatırıldıkları hastanede kesildi. Melinkof H. Ahmer bayrağı çekilmiş bulunan yerlere sığınmış hasta ve yaralılara büyük çaplı toplarla ateş etti. Melinkof, Hüseyin Hilmi Paşa’nın protestolarına alaycı cevaplar verdi ve sağlık müesseselerine saldırıya savaş boyunca devam etti.[42]
Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Üçüncü Defa Resmen Kurulması
Cemiyetin tekrar kurulması için, II. Meşrutiyet’ten (10 Temmuz 1908) sonra, başta eski kuruculardan Dellasuda Faik Paşa olmak üzere girişimlere başlandı. İki yıla yakın bir süre uygun koşullar aramasıyla geçti. Eski Hariciye Nâzırı ve o zamanki Paris elçisi Rıfat Paşa’nın eşi tarafından yapılan çalışmalarla gayr-ı resmi olarak kurulan bir heyetin az zamanda 4500 lira kadar para toplaması ve Rıfat Paşa’nın da hükümetçe H. Ahmer’in yeniden kurulması için resmi girişimlerde bulunması üzerine mesele ciddiyet kazandı.
Sadâret, Harbiye, Bahriye, Hariciye, Maârif, Sıhhiye Nezâretlerine duyuru yapılarak H. Ahmer için yeni bir nizamnâme projesi hazırlamak üzere delege tayini istendi. Komisyon şu üyelerden meydana geldi: Dr. Esat Bey, Dr. Besim Ömer Paşa, Hâriciye Nezâreti Siyasi İşler Müdürü Salih Bey, Bahriye tabip miralaylığından emekli Mehmet Ali Bey, Askeri Tıbbiye Müdürü Tabip Binbaşı Ali Galip Bey, Sıhhi İşler Dairesi Genel Müfettişi Kasım İzettin Bey.
Bu heyet Dr. Besim Ömer Paşa’nın evinde yaptıkları toplantı ve tetkiklerden sonucunda ülkenin o günkü ihtiyacına uygun bir tüzük taslağı hazırladılar. Hazırlanan tüzük Şûrâ-yı Devlet üyelerince tetkik edildi ve onaylandı. Nâzır, ulemâ, mebusan, etibbâ, tüccar vb. olmak üzere 100 kişi kurucu üye olarak kaydedildi.
Kurucu üyeler 20 Nisan 1911’de Tokatlayan Oteli’nin kabul salonunda ilk toplantısını yaptı. Başkanlığını Sadrâzam Hakkı Paşa’nın yaptığı kongrede, Rıfat Paşa, Cemiyet’in başkanlığına, 29 kişi de genel merkez üyeliğine seçildi. Genel Merkez üyeleri de ilk toplantılarını bir hafta sonra Daire-i Umûr-ı Sıhhiye’de yaptı ve idare heyetini seçti.[43]–[44] Cemiyet bu defa, bir daha dağılmamak üzere kuruldu.
Padişah Cemiyet’i himâyesine aldı. Veliaht Yusuf İzettin Efendi’yi fahrî başkanlığa getirdi. Yusuf İzettin Efendi, tamir ve tefriş masrafı olarak 50 lira para ile Tophâne’de bulunan kendisine ait üç katlı bir binayı Cemiyet’e hediye etti. Bu bina Cemiyet’in ilk idare merkezi oldu. Daha sonra şehrin merkezine yakın bir binaya ihtiyaç duyulduğundan, Divan Yolu’nda Sultan Mahmut Türbesi karşı sokağında bulunan dört katlı kârgîr bir bina kiralanarak idare merkezi buraya nakledildi.[45]
Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Kadınlar Kısmı
Cemiyet’in gelişmesinin sonuçlarından biri de Dr. Besim Ömer Paşa’nın yardım ve kılavuzluğunda, Cemiyet çalışmalarına Osmanlı kadınlarının da iştirak etmesiydi. Başkadın Efendi’nin[46] fahrî başkanlığında H. Ahmer Cemiyeti Kadınlar Kısmı kurulmasını Dr. Besim Ömer Paşa üzerine aldı ve 100 kadın üye kaydedildi. Bu kadın üyelerin büyük çoğunluğu H. Ahmer Cemiyeti kurucu üyelerinin eşleri veya kız kardeşleriydi. Eski Bahriye Nâzırı Mahmut Muhtar Paşa’nın eşi Prenses Nimet Hanım başkanlığında kadınlar kısmı kuruldu. Kadınlar da 30 kurucu üyeden oluşan bir genel merkez üyeleri ve bunlar arasından da idare heyeti seçildi.
Osmanlı kadınları henüz Cemiyet kurulmadan çalışmalara başlamışlardı. Cemiyet’e erkekler kadar, belki de daha fazla hizmet ettiler. Çok miktarda yardım topladılar. Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ, Yunanistan Savaşları sırasında hanımlar geceli gündüzlü çalışarak, H. Ahmer hastaneleri için gerekli çamaşır, çarşaf, sargı, vb. hazırlanmasını temin ettiler.[47]
Şubeler
Cemiyet’in 1911 yılında teşkilinden sonra İzmir (1911), Bursa (1912), Hanya (1912), Trabzon (1911), Adalar (1912), Bakırköy Kadınlar (1912), Kadıköy (1912), Erenköy ve Göztepe (1912), Kütahya (1912), İznik (1912), Bodrum (1912), Gemlik (1911), Adana (1912) şubeleri kuruldu.
Trablusgarb Savaşı’ndaki Yardımları
Trablusgarb Savaşı ilân edildiğinde Cemiyet’in kurulmasının üzerinden bir yıl bile geçmemişti. Cemiyet’in malzemesi olmadığı gibi sermayesi de 15.000 lirayı geçmiyordu. Trablusgarb’daki Osmanlı sağlık heyeti sağlık malzemesini sahildeki şehirlerde bırakarak içerilere çekilmeye mecbur kalmışlardı. Bu şehirlerde kalan askeri sıhhiye, İtalyanlara esir düştüğünden, içerideki mücahitlerin şiddetle sağlık yardımına ihtiyaçları vardı.
Cemiyet bir taraftan Trablusgarb’a sağlık heyeti yollarken, bir taraftan da yardımseverlere müracaat etti. Osmanlı ülkesinden, Mısır, Hindistan, Bosna ve Güney Afrika Müslümanlarından yardım geldi. Cemiyet 5000 Lira ödenek ayırdı ve Trablusgarb’a üç sağlık ekibi yolladı.
Birinci sağlık ekibi başkanı Tıp Mektebi cerrahi muallimlerinden Dr. Kerim Sebati Bey, Paris’e giderek gerekli malzemeyi temin etti. Altı hekim, 15 hastabakıcı ve bir muhasebeciden oluşan ekip 25 Kasım’da İsfaks’a ulaştı ve burada 13 çadır kuruldu. Aziziye’de çeşitli yerlerden gelmiş olan altı askeri hekim görev yapıyordu. Bu hekimlerden Yüzbaşı Eşref Efendi tifodan şehit oldu. Cemiyet, fırka kumandanlığının isteği üzerine Aziziye’de bir okul binasında 160 yataklı bir hastane kurdu. İki günde müracaat eden 300 yaralının gerekli cerrahi müdahaleleri yapıldı. H. Ahmer yaralıları bizzat savaş meydanlarından köylere taşıyordu. Bu arada çöl Araplarından sedyeciler oluşturuldu. Bu arada özellikle Garyan’da daha yaygın olmak üzere tifo salgını çıktı. Osmanlı, Alman, İngiliz H. Ahmer ve Kızılhaçları tifoyla savaştı. Salgında Alman Kızılhaç’ından Prof. Dr. Schutze ve hekim adayı Duckstein ve H. Ahmer’den iki hastabakıcı hayatını kaybetti.[48]
Cemiyet Aralık 1911’de görülen ihtiyaç sebebi ile ikinci bir sağlık ekibi daha yolladı. Heyetin bir kısmı gerekli malzemeyi temin için Paris’e, diğer kısmı deniz yoluyla Marsilya’ya gitti. İki grup Marsilya’da buluşarak 17 Ocak 1912’de bir Fransız şirketine ait vapurla Tunus’a hareket etti. Vapur ertesi gün İtalyan savaş gemileri tarafından tevkif edildi. İtalyanlar vapurda bulunan 25 kişilik sağlık heyetinin savaş askerleri olduğunu iddia ediyorlardı. Vapurdakiler savaş esiri sıfatıyla İtalya’nın Kagliyari şehrine götürüldü. Heyet tevkif edildikten on gün sonra bir tıp heyeti önünde imtihan edildi. Hepsinin tabip ve hastabakıcı olduğu anlaşılınca İtalya sağlık ekibini serbest bırakmak zorunda kaldı. Bu durum Dr. Besim Ömer Paşa tarafından Washington Kızılhaç Konferansı’nda gündeme getirildi ve yapılanın Cenevre Sözleşmesi’ne aykırı olduğu belirtildi. Marsilya’dan hareket eden sağlık ekibi Tunus’ta parlak törenlerle karşılandı ve hatıra olarak tabiplere saat, hastabakıcılara tütün tabakası hediye edildi.
Trablus’a geçen heyet Aziziye’de ve Hom’da hastaneler kurdu, Garyan’dakini 100 yataklı olarak yeniden düzenledi. Ayrıca Nifrin’de 50 yataklı bir hastane kurdu. Garyan hastanesine Mart başından (1912) Eylül sonuna kadar 503 yaralı ve hasta başvurdu. Bunlardan 474’ü şifa buldu, 29’u öldü. Ayrıca hastaneye ek olarak yapılan poliklinikte birçok hastanın muayenesi yapıldı ve ilâçları verildi. Homs hastanesinde 575 yaralı ve 212 hastaya bakıldı. İkinci sağlık ekibi Garyan’da 400 kadar çocuğun sünnetini yaptı ve çocuklara hediyeler verdi.
Savaş sırasında üçüncü bir sağlık ekibi daha İskenderiye yoluyla Trablus’a gönderildi. Heyet 312 deveye yükledikleri malzeme ile Bingazi’ye hareket etti. Defne ve Tobruk’ta hastaneler kuruldu. Üçüncü sağlık heyeti de Mevlid Kandili hürmetine 250 kadar çocuğun sünnetini yaptı.[49]
Yangın ve Depremlerdeki Yardımları
Cemiyet 1327 Aksaray yangınında felâkete uğrayanlara yardım için 300 lira ödenek ayırdı. Çeşitli yardımlarla birlikte hasta olanlarını tedavi etti. Kızılhaç’a müracaat edildi ve yangınzedeler için yardım istedi. Gönderilen 114.000 Fransız Frankı (5000 küsur Osmanlı Lirası) dağıtıldı.
1910 yılında Edirne’de olan depremde de H. Ahmer yardıma koştu. Çadır, sedye ve çeşitli malzeme temin edip gönderdi. Ayrıca Mürefte, Şarköy ve İmroz adalarına birer operatör, birer tabip, üçer stajyer, birer kâtip, eczacı, aşçı ve ikişer hastabakıcı, ikişer hademeden oluşan sağlık heyetleri gönderdi.[50]
Balkan Savaşı’ndaki Yardımları
> Hastaneler
Balkan Savaşı felâketler zincirini beraberinde getirdi. Doğu ordusunun Bulgarlara yenilip[51] Çatalca’ya çekildiği sırada kolera salgını çıktı. Kolera felâketi en fazla Hadımköyü’nde olmak üzere büyük bir alana yayıldı. Savaş esnasında Bulgar zulmünden kaçan on binlerce Türk, muhâcir olarak İstanbul’a ve Anadolu vilâyetlerine geldi. Bir taraftan savaş yaralıları, bir taraftan kolera faciası, diğer taraftan kış ortasında çoluk çocuğu ile evsiz barksız sokaklarda kalmış olan muhâcirler ülkeyi ve devleti çok güç durumda bıraktı. Hasta ve yaralılar o kadar çoktu ki, İstanbul’da kışlalar ve karakollar dahil birçok resmi bina hastane haline getirildi, camiler ve mescitler de muhacirlere ayrıldı.
Cemiyet savaş ihtimali belirince olağanüstü toplantılar yaparak maliyesini gözden geçirdi, ayıracağı parayı, gerekli personel temini ve malzeme alımını belirledi. Soğukçeşme’de bulunan Alay Köşkü’nün geçici olarak ambar olarak kullanılması için izin alındı.[52]
En şiddetli savaşların İstanbul çevresinde olması sebebi ile İstanbul’da daha fazla hastaneye ihtiyaç vardı. Cemiyet, Dr. Besim Ömer Paşa’nın idaresinde olan Kadırga Velâdethânesi’nde (doğumevi) 100, Darülfünûn’da 600, bugün Vefa Anadolu Lisesi olan binada 150, Selânik’te 200, Üsküp’te 150 yataklı hastaneler kurdu. Savaşın ilânından önce Edirne’de bir hastane kurulması için yer bulunması ve hazırlanması için H. Ahmer genel merkez üyelerinden Dr. Bahaettin Şakir Bey delege sıfatıyla Edirne’ye gönderildi. 300 yatak alabilecek Küçük Zabitan Mektebi H. Ahmer’e tahsis edildi. Sağlık ekibi ve gerekli malzeme, tren hatlarının bozulması sebebiyle Edirne’ye ulaşamadı. Muhasara sırasında Dr. B. Şakir Bey’e para yollanarak hastane malzemesi ve sağlık ekibini tedarik etmesi sağlandı.[53]
Mütarekeden sonra savaşın tekrar başlaması ve Bolayır taraflarında müsâdeme olacağının anlaşılması üzerine, Gelibolu’daki Kızlar Mektebi’nde 50, Fransız Kız ve Erkek Mektebi’nde 120 yataklı hastaneler kuruldu. Fransız mekteplerindeki dört rahip ve üç rahibe hasta bakımında görev aldılar. Bundan başka Çanakkale’de İdâdî Mektebi ve İttihâd ve Terakki Klubü’nde 230 yataklı iki hastane açıldı.
Askeri sıhhiyenin isteği üzerine 10. kolorduyu takip etmek üzere İngiltere’den alınan tüm malzemesi mükemmel çadırlarla 100 yataklı bir hastane kurulup, tecrübeli doktorlardan oluşan sağlık ekibi H. Ahmer’in Kemriç hastane gemisi ile 7 Şubat 1913 tarihinde Gelibolu’ya sevk edildi.[54]
> Yaralı Nakli İçin Vapur Kiralaması
Mütarekeden sonra tekrar başlayan savaş sebebiyle Cemiyet, Gelibolu ve Çanakkale’de birer sabit ve seyyar hastane kurdu. Buralardaki yaralıların İstanbul’a nakli için “Osmanlı Seyr-i Sefâin İdare-i Umûmîyesi” ile 6 Şubat 1913 tarihli sözleşmeye göre Kemriç vapuru Cemiyet’in emrine verildi. Vapurda gerekli değişiklikler yapılarak 350 yataklı hastane gemisi durumuna getirildi. Tecrübeli doktor ve eczacıların bulunduğu bu gemi yüzlerce yaralıyı İstanbul’a taşıdı.[55]
> Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Kolera Salgınında Yaptığı Yardımlar
Balkan Savaşı’nda Osmanlı ordusunun geri çekilmesi sırasında kolera salgını çıktı ve süratle yayıldı. Binlerce kişi koleraya yakalındı.
Harbiye Nezâreti’nin emriyle, Rumeli’ye gönderilmek üzere Anadolu’dan gelen askerler birkaç gün istirahat için Kartal ve civarına yerleştirilmişlerdi. Burada bulunan askerlerde kolera çıkması üzerine Şehremini Dr. Cemil Topuzlu Paşa[56] Rumeli’ye asker sevkiyatının durdurulmasını istemişse de, askerler karadan ve denizden Hadımköyü’ne gönderilmiş ve hastalığın yayılmasına sebep olunmuştu.[57]
Hastanelere alabildiklerinin üzerinde hasta yatırıldı. Hastaların bir kısmı İstanbul’a gönderildiğinden, başşehirde de kolera salgını çıktı. Sarayburnu çadırlı bir ordugah oldu. Parktaki askerlerin hepsi açıkta ve bakımsızdı. Her gün yüzlerce koleralı buraya getiriliyordu. Her taraf can çekişen bir yudum suya hasret kalmış hastalarla dolmuştu.
Cemil Paşa perişan durumdaki hastaları yatırmak için büyük camilerden faydalanmaya karar verdi. Evkaf Nâzırı Ziya Paşa ibadet yerlerinin kirletilmesine izin vermeyeceğini söyledi. Sadrâzam Kâmil Paşa’nın araya girmesi ve Şeyhülislâm Cemalettin Efendi’nin “Bu feci durumda değil camilerin birini, hepsinin koleralılara ayrılmasına taraftarım, bu hususta fetva bile veririm” demesi üzerine hastalar Ayasofya, Sultanahmet, Şehzade, Nuruosmaniye Camilerine nakledildi. İstanbul yaralılar ve hastalarla dolmuştu. Hadımköyü’nde kolera ölümleri artıyordu. Gülhâne’nin bütün asistanları cepheye gönderildi.[58]
O buhranlı ve zor günlerde H. Ahmer koleralıların bakım, tedavi, yemek işini üzerine aldı. Gerekli hazırlıkları yaptı. Yemek pişirildi, ekmek yapıldı ve dağıtıldı.
Koleranın en yaygın olduğu Hadımköyü’nde, yetmeyince Yeşilköy’de, bu da yetmeyince Ispartakule’de üçüncü bir hastane açtı. Kolera hastanelerindeki görevin ağır olması sebebiyle, burada çalıştırdığı memurlara maaşları yüzde elli zamlı olarak verildi.[59]
> Aşhâneler
Cemiyet, trenlerle sevk edilen yaralıların yolculukları sırasında acil tedavilerini yapmak ve istirahatlarını temin için Avrupa’da kurulan aş mevkîlerinin benzerlerini kurmaya karar verdi. Askeri sıhhiye ile yapılan görüşmelerden sonra Sirkeci, Çerkezköy, Çorlu, Lüleburgaz, Kuleliburgaz ve Pavliköy’de aş mevkîleri kurdu. Trenlerle bu güzergahlardan geçen yaralılara, çay, çorba vb. dağıtıldı, yaralıların pansumanları yapıldı. Bu aş mevkîleri özellikle Sirkeci’de her gün gelen yüzlerce yaralı ve hastanın ve bir aralık on binlerce koleralının beslenmesinde geceli gündüzlü çalışarak etkili bir hizmet vererek büyük başarı gösterdi.[60]
> Muhâcirlere Yaptığı Yardımlar ve Kurduğu Hastaneler
Balkan Savaşı sebebiyle Bulgar zulmünden kaçan Müslümanlar, Rumeli ve Anadolu’nun çeşitli vilâyetlerine ve İstanbul’a göç ettiler. Birkaç gün içinde İstanbul çok acı bir manzaraya büründü. Bütün camiler, mescitler muhâcirlerle doldu. İstanbul’un camileri, Edirne’nin büyük bir çoğunluğunu ve Çatalca’nın ahalisini alamadığından binlerce muhâcir arabaları ve hayvanları ile sokaklarda kaldılar. Mevsimin kış olması sebebiyle muhâcirlerin bir kısmı hastaydı.
H. Ahmer bu duruma ilgisiz kalmadı. 9 Aralık 1912 ve 28 Şubat 1913 tarihlerinde olağanüstü toplantılar yapıldı. Muhacirler için Şehremaneti’ne 7500 Osmanlı Lirası yardım yapıldı. Muhacirlere yardım işi Genel Merkez üyelerinden Dr. Celâlettin Muhtar’a[61] verildi. Dr. Celâl Muhtar kurduğu teşkilât ile unutulmaz hizmetler verdi. Muhâcirlerin giyim, kuşam, gıda, barınma vb. ihtiyaçları karşılandı. Hayvanlarının yemleri tedarik edildi.
Hasta muhâcirler için Parmakkapı’da bulunan Erzurum Valisi Reşit Paşa’nın konağı hastane haline getirildi.
İstanbul dışında bulunan muhâcirlere de çamaşır, gıda ve para yardımı yapıldı.
Cemiyet bunlardan başka diğer hastanelere de çamaşır, sağlık malzemesi vb. temin etti. Askeri sıhhiyeye para ve malzeme yardımı yapıldı.
Cemiyet esir mübadelesinde de görev aldı. Savaş ve salgın sırasında yardıma gelen Kızılhaçlarla da H. Ahmer Cemiyeti ilgilendi. Askeriye ile temasa geçerek Kızılhaç sağlık mensuplarını yerleştirdi.[62]
İ. Dünya Savaşı’ndaki Yardımları
Osmanlı Devleti henüz Balkan Savaşı’nın yaraları sarılmadan kendini I. Dünya Savaşı’nın içinde buldu. Cemiyet ancak dört aylık bir hazırlık dönemi yaşayabildi. Fakat Savaş süresince çok büyük hizmetler gerçekleştirdi.
> Hastaneler
Cemiyet gerek cephe ve cephe gerisinde kurduğu seyyar ve sabit, gerekse İstanbul’da açtığı hastanelerle savaş yaralılarına önemli hizmetlerde bulundu. Çanakkale’de çok şiddetli geçen savaş sonucu binlerce yaralının İstanbul’a geleceği duyuruldu. Cemiyet, Galatasaray Sultanisi ve Darüşşafaka’yı hastane haline getirdi. Yaralı sayısı süratle artması sebebiyle Kadırga Velâdethânesi (Doğumevi), Cağaloğlu İnas Sultanisi (Kız Lisesi) ve Darülfünûn Tıp Fakültesi de H. Ahmer Hastanesi haline getirildi. Cemiyet’in kurduğu 5500 yataklı yedi hastanede en seçkin hekimler çalıştı ve 19.443 yaralı tedavi edildi. Giderek artan Çanakkale yaralıları için Gelibolu’da yeni bir hastane daha açıldı.
Cemiyet başka cephelerde de yaralıların tedavisine koştu. Çölün çeşitli yerlerinde hastaneler kurdu. H. Ahmer’in çöl ortasında geceleri elektrikle aydınlatmış olduğu bir seyyar hastane dost ve düşman herkesin dikkatini çekmiş ve düşman kumandanları hastaneye hasar vermemeleri için tayyarelere özel emir vermişlerdi.
Dr. Galip Ata Bey’in başkanlığında Medine’de kurulan hastane büyük fedakârlıkların ürünüydü. Cemiyetin depoları boşalmış, hekim ve diğer görevlileri cephelere gönderilmişlerdi. İstanbul’dan hareketten iki ay sonra Medine’de bir hastane kurulabildi. Bu hastane şiddetli sıcak altında savaşan askerlere adeta bir vaha oldu.
Cemiyet, 4. orduyla Çöl Harekâtı’na katılan askerler için Dr. Neşet Ömer Bey’in başkanlığında bir sağlık heyeti, sağlık malzemesi ve röntgen cihazını Süveyş’e yolladı. Vadi-i Sarar’da kurulan H. Ahmer Hastanesi bir menzil hastanesi olarak görev yaptı. Burada da tayyare hücumları altında çok zor şartlarda görev yapıldı. Cemiyet, ordu ile birlikte ileri geri hareket ediyor, yaralıların naklini trenlerle yapıyordu.
> Nekahethâneler
Erzurum, Erzincan, Kemah ve Kayseri’nin bir köyü olan Zencidere’de açılan nekahethânelerde şiddetli kışta göç etmek zorunda kalmış yardıma muhtaçlara ve yüzlerce yetim barındırıldı, beslendi, giyim kuşamları sağlandı, hasta olanlar tedavi edildi.
> Salgın Hastalıklarla Mücadele
1915 yılında özellikle Konya’da tifüs salgını vardı. Cemiyet, sağlık taraması yaparak temizlik ve dezenfeksiyon yaptı. Hastaların ilâçlarını parasız dağıttı. Binlerce kişiye çamaşır, sabun, naftalin dağıtıldı.
Cemiyet’in sağlık heyeti gittiği her yerde halkı aşıladı. Sivas ve Süveyş’te çiçek aşısı üretti. Ayrıca Sivas’ta kuduz lâboratuvarı kuruldu ve aşı üretildi.
Cemiyetin sağlık heyeti gittikleri yerlerde frengi ile de mücadele etti. Tıp Fakültesi’nin İstanbul’daki muayenehânesinde Cemiyet kendi adına frengi tedavihânesini kurdu. O tarihlerin yeni tedavi ilâcı olup çok pahalı olan neo-salvarsan hastalara parasız verildi.
Cemiyet, açtığı kurslarda hekimlere özellikle bakteriyoloji konusunda eğitim verdi.
İzmir’de frengi, sıtma, tifüs, kolera, lekeli humma ile mücadele edildi. Halka kinin dağıtıldı. Çamaşırhâneler açılarak, halkın çamaşırları dezenfekte edildi. Halkın hamamlarda parasız yıkanmaları sağlandı, sabun dağıtıldı. Yine İzmir’de “fukara tedavihânesi”, “lekeli humma tecridhânesi” ve “frengi hastanesi” açıldı ve hastaların tedavisi sağlandı.
Cemiyet, Samsun’da bir lâboratuvar kurdu ve Bafra’dan Trabzon’a kadar olan sahil kısmında sıtma mücadelesi yaptı.
Orduya ait hayvanlarda görülen ruam salgınının önüne geçmek için veterinerlere eğitim verildi.
> Çayhâneler
Cemiyet yaralı nakli için Edremit, Gülnihal ve şirket-i Hayriye’nin 20, 21, 23 sayılı vapurlarını kiraladı. Vapurlarla nakledilen yaralılara sıcak yiyecek ve çay ikramı yapıldı. Sirkeci, Haydarpaşa, Akbaş, Soğalıdere, Arıburnu, Anafartalar’da gibi yerlerde çayhâneler açtı. Yorgun askerlere bu çayhânelere ikram yapıldı. Günlerce istasyonlarda kalan, yolcular için de Eskişehir, Ankara, Konya, Ulukışla’da çayhâneler kuruldu.
> Aşhâneler
Peş peşe gelen savaşlar, savaş sonucu İstanbul ve Anadolu’ya gelen binlerce muhacir, sıtma, frengi ve birçok bulaşıcı hastalık, yangınlar vb. halkı yoksul düşürmüştü. Çoğu İstanbul’da olmak üzere halka parasız yemek dağıtan aşhâneler açıldı. Cemiyet hububat ve birçok gıda maddesini kendisi üretiyor böylece daha ucuza malediyordu. Balığın çok çıktığı mevsimlerde, tuzlaması yapılıyor, halka dağıtılıyordu. Ülkenin yoksul düştüğü bu acı dolu yıllarda H. Ahmer’in yaptığı hizmetler destansı niteliktedir. H. Ahmer’in bu yazıya sığmayacak kadar büyük hizmetlerinde Dr. Celâl Muhtar’ın üstün hizmetleri şükranla anılacaktır.[63]
Milli Mücadele’deki Yardımları
Cemiyet büyük taarruzdan önceki savaşlarda hastaneler açtı. Vapur kiralayarak hekimlerin Anadolu’ya geçişlerinde görev aldı. İnönü Savaşlarında hastane kurarak yaralıların bakımlarını yaptı. Orduya ilâç ve diğer tıbbi malzemeyi temin etti.
Büyük Taarruz’dan önce H. Ahmer’den 10.000 yataklık hastane malzemesi istendi. İstenen malzeme Cemiyet’in İstanbul ve Anadolu depolarından alınarak derhal ordunun emrine verildi. Savaş boyunca Cemiyet maddi ve manevi yardımlarını devam ettirdi.
1922-1924 yılları arasında Batı Anadolu’da istilâ gören birçok yere H. Ahmer yardım etti.[64] Uşak, Bilecik, Eskişehir, İzmir ve Bursa’da bulunan sağlık heyetleri muhtaçlara, gıda, elbise vb. yardımlarda bulundu. Açıkta kalanlar için 5831 mesken yapıldı, 20.000 kişi buralarda iskân edildi.
> Hemşirelik
Cemiyet süregelen savaşlar, salgın hastalıklar ve diğer afetlerde en büyük sıkıntıyı hemşirelik alanında çekti. Yaralılara bakacak eğitimli hemşire yoktu. Ülkemizde hemşirelik eğitimini başlatan ve mesleğin önemini ortaya koyan H. Ahmer Cemiyeti’dir. Balkan Savaşı sırasında bazı hanımlar gönüllü olarak hastanelerde çalıştılar. I. Dünya Savaşı’nda hemşireye duyulan ihtiyaç doruk noktasına çıktı. Dr. Besim Ömer Paşa’nın hemşirelik mesleğinin önemini ortaya koyması ve sorunu çözmek için gösterdiği gayret unutulmamalıdır. 1907’de Londra’da yapılan Kızılhaç Konferansı’na katılan Paşa, hastabakıcılık eğitimi için alınan kararlar doğrultusunda H. Ahmer Kadınlar Kısmı’nın kurulmasına öncülük etti.
Dr. B. Ömer Paşa hemşireliğin önemini vurgulamak için Batılı ressamlara, hastane içinde hasta ve hemşireyi öne çıkaran suluboya tablolar yaptırdı. Bu resimler kartpostal ve pul olarak basıldı. Kadınlar bu yolla mesleğe özendirildi.
Balkan Savaşı sırasında İstanbul’a gelen Türkistanlı Müslüman hemşirelerle, çeşitli ülkelere mensup Kızılhaç hemşireleri Türk kadınlarının hemşireliğe yönelmelerinde etkili oldu. Osmanlı kadınları İslâm ordularında çalışmış kadınları da kendilerine örnek alıyorlardı.
Dr. Besim Ömer Paşa 1914’te H. Ahmer merkezinde, 1914-1915’te Darülfünûn’da, 1916’da Kadırga Doğum Kliniği’nde hemşirelik kursları açtı. Askeri hastanelerde de açılan bu kurslara çok sayıda hanım koşarak geldi. Kurslar savaşın bitimine kadar devam etti.
Bu kurslardan mezun hanımefendilerin çoğu I. Dünya Savaşı’nda çeşitli cephelerde savaşın en kanlı günlerinde yaralılara baktılar.[65]
Sonuç
Gerçek kuruluşu 1877 yılında gerçekleşen Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, 1877 Osmanlı Rus Savaşı’ndan başlayarak süregelen bütün savaşlarda, yaralıların bakımı yanında, hasta bakımında, salgın hastalıklarla mücadelede, yangın ve deprem gibi afetlerde büyük yardımlarda bulunmuştur. Aşhâneler açarak yoksul halkı doyurmuştur.
Savaş sebebi ile göç edenlerin hem sağlık hem de iskân sorunlarını üslenmiştir. Ülkemizde hemşirelik eğitiminin başlamasına öncülük etmiştir.
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 13 Sayfa: 687-698