Musul, Dicle nehrinin batı (sağ) sahilinde kadim Ninive’nin (Ninova) karşısındadır. 36°-350 kuzey enlemleri ile 40°-430 doğu boylamları arasında yer almaktadır.[1] Türkiye sınırından (Silopi) kuş uçuşu 110 km’dir.
Şehrin kuruluş tarihi M.Ö. 1080’li yıllara dayanmaktadır. Musul ve çevresi tarih boyunca pek çok devletin hakimiyetine geçmiştir. Bölge, XI. yüzyılın ikinci yarısından sonra Türklerin nüfuzuna geçmiştir.
Bölge, 1260-1366 yılları arasında İlhanlılar; 1366-1410 arasında Celayirliler; 1410-1463 döneminde Karakoyunlular; 1463-1508 yıllarında Akkoyunlular ve 1508-1517 devresinde Safeviler idaresinde kalmıştır.[2] Bıyıklı Mehmed Paşa, Cizre hakimi Bedir Bey’in de desteğiyle Musul’u 1517 Nisan ayı içerisinde, Safevi beylerinden Ahmed Bey Afşar’ın elinden alarak Osmanlı topraklarına katmıştır.[3] Musul’un da yer aldığı Kuzey Irak’ta, bir kısım yerlerin idaresi ve muhafazası için görevlendirilen bazı Türk ve Kürt beylerinin isyanı, bölgenin Osmanlı-İran arasında zaman zaman el değiştirmesine yol açmıştır. Bölgenin tamamen Türk hâkimiyetine alınması amacıyla 1534 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman “Irakeyn Seferi”ni düzenlemiştir.
Vezir-i azam İbrahim Paşa İran üzerine serdar tayin edilerek bölgeye gönderilmiştir. Bu ordu 1534 yılı mayıs ayı ortalarında Halep’ten Diyarbekir’e hareket etmiştir. Maksadı Musul ve Bağdat’a sarkıp oraları yeniden fethederek Safevi nüfuzuna geçen beyleri yola getirmekti.[4] Fakat baş defterdar İskender Çelebi’nin teşvikiyle ordu Tebriz’e yönelerek ikinci kez burayı zaptetmiştir (13 Temmuz 1534).
Tebriz’in fethini müteakip Osmanlı ordusu güneye inmiş, arkasından bizzat Kanuni’nin kumandasındaki diğer kuvvetlerle birleşerek ileri harekata devam etmiştir. Bağdat muhafızı Tekeli Han, Osmanlı kuvvetleri gelmeden evvel Bağdat’ı terk etmiş olduğundan şehir zapt edilerek Bağdat kalesi de mukavemetsiz ele geçirilmiştir (Aralık 1534).[5]
Osmanlılardan önce uzun süre siyasi istikrarsızlıklar yüzünden çok zarar görmüş olan Musul ve havalisi Osmanlı fethini müteakip oluşturulan sağlam bir idare sayesinde ticari ve zirai bakımlardan gelişmeğe başlamıştır. Bununla beraber, zaman zaman bölge valilerinin baş kaldırmaları ve aşiretlerin ayaklanmaları huzur bozucu hadiseler olarak sık sık ortaya çıkmıştır.[6] Osmanlı hükümdarları bu durumu düzeltmek için yumuşak davranmak, kan dökmemek, şiddet kullanmamak ve korkutmamak yolunu tutmuşlardır. Şehir halkını bazı nüfuzlu eşrafı kullanmakla kontrol altına almayı en uygun yol olarak seçen Osmanlıların bu politikaları sonucu, durum düzelmiştir. Ayrıca İranlıların Musul’daki kötü izlerini yok etmek için bölgeye büyük alimler ve ehl-i vukuf devlet adamlarının gönderilmesine itina edilmiştir.[7]
Bağdat ümerasından olan Bekir Subaşı, 1623 yılında isyan ederek Bağdat valisi Yusuf Paşa’yı öldürtmüş ve padişaha bir ariza yazarak Bağdat valiliğini istemiştir. Bunun üzerine vezir-i azam Mere Hüseyin Paşa, bu mühim valiliği Diyarbekir’den azledilmiş olan Süleyman Paşa’ya vermiştir. Süleyman Paşa, Ali adında bir adamını Bağdat valiliğini almak üzere mütesellim ünvânı ile göndermişse de Ali Ağa Bağdat’a girememiştir.[8] O sırada Diyarbekir valisi olan Hafız Ahmed Paşa, asinin üzerine yürümek emriyle serdar tayin olmuş ve Bekir Subaşı Osmanlı ordusunun geldiğini haber alınca Şah Abbas’a haber göndererek kendisini Osmanlıların elinden kurtarması halinde Bağdat’ı Şah’a teslim edeceğini vaat etmiştir. Ancak Bekir Subaşı diğer yandan Hafız Ahmet Paşa’ya bir adamını göndererek Bağdat beylerbeyliğinin kendisine verilmesi şartıyla, şehri İranlılara karşı müştereken müdafaaya hazır olduğunu bildirince, bu isteği kabul edilerek Bağdat beylerbeyliğinin kendisine verildiğine dair irade çıkmıştır.[9] Bu durum karşısında Şah Abbas, Bağdat’ı muhasara etmiştir. Bekir Paşa (Önce subaşı) çetin bir mukavemet göstermiş fakat oğlu Derviş Mehmet’in ihaneti üzerine Bağdat 1623’de (1033) İranlıların eline geçmiştir.[10]
Şah Abbas Bağdat’ı aldıktan sonra, kumandanlarından Karçakay Han’ı bir kısım kuvvetlerle Musul ve Kerkük üzerine göndermiş, bunun üzerine Kerkük Valisi Bostan Paşa, şehri müdafaa edemeyeceğini görüp Diyarbekir’e çekilmiş, Musul valisi Çerkez Ahmet Paşa ise elindeki mahdut kuvvetlerle birkaç gün müdafaada bulunmuş, fakat Kerkük gibi Musul da İran hâkimiyetine geçmiştir.[11]
İranlılar Musul valiliğine Kasım Han’ı tayin etmişlerdir. Ancak, Diyarbekir’den Bağdat üzerine yürüyen Hafız Ahmed Paşa’nın ordusundaki 500 kişilik öncü kuvvetine kumanda eden Sipahi Küçük Ahmed, Musul önünde görülünce, Kasım Han şehri terk edip Bağdat’a çekilmiş[12] bilahare Şah Abbas’ın karşı mukavelesi üzerine burası tekrar İranlıların eline geçmiştir (1624). Üstelik bu suretle başlayan Safevi ileri harekatı daha kuzeye doğru genişletilerek, İran’ın hudutları Mardin yakınlarına kadar ulaşacaktır.[13]
Bununla beraber İranlılar Musul’u hâkimiyetlerinde uzun süre tutamamışlardır. Zira, IV. Murad 1625 yılında vezir-i azam ve serdar-ı ekrem Hafız Ahmed Paşa kumandasında bir kısım Osmanlı kuvvetlerini Musul üzerine sevk etmiş ve bu ordu Diyarbekir civarında iken, altın köprü denilen mevkide 10000 kadar Şii’nin toplandığı haberi geldi. Karaman Beylerbeyi Çerkez Hasan kumandasında 4000 kişilik öncü kuvvet bunları Kerkük’e kadar kovalayarak, Kerkük de dahil bu bölgeyi İranlılardan temizlediler.[14] Kerkük’ün Safevilerden alınmasından sonra, Bağdat da muhasara edilmiş fakat yedi aylık bir bekleme sonucunda erzak kıyafetsizliği sebebiyle muhasara kaldırılmıştır.
1629 (1039) yılında İran seferine memur edilen serdar-ı ekrem Hüsrev Paşa önce Diyarbekir ve sonra Musul’a vardı. Bu sırada başlayan şiddetli yağışlar Şattülarap ve diğer nehirlerin taşmasına yol açmış ve Bağdat sahrasını baştan başa sular kaplamıştır. Bu durumda sular çekilinceye kadar Musul’da beklemek zorunluluğu doğduğundan, yaklaşık 70 gün Musul’da kalınmıştır.[15] Bu süre zarfında Musul’da kuvvetli bir kale yaptırılmış ve Bağdat’ın kuşatılması için getirilen toplar ve öteki malzemeler bu kaleye yerleştirilmiştir.[16]
28 Ocak 1630’da havaların açılması üzerine Osmanlı kuvvetleri Bağdat’a doğru ilerlemelerine devam etmişlerdir. 9 Kasım 1630’da (3 Rebbiülahir 1040) Bağdat muhasara altına alınmış, fakat yapılan hücumlardan bir netice alınamayarak 16 Kasım 1630’da muhasara kaldırılmıştır. Hüsrev Paşa emrindeki kuvvetlerle 1630 (1040)’da Musul’a ulaşmış ve burada istirahata çekilmiştir. Hüsrev Paşa Musul’da bulunduğu esnada kaleleri tahkim ettirmiştir.[17]
IV. Murad Osmanlı-İran arasındaki, Bağdat etrafındaki mücadeleyi bitirmek için 1638 yılında Bağdat seferini düzenlemiştir. İstanbul’dan hareket eden Osmanlı ordusu 8 Ekim 1638’de (29 Cemaziyelevvel 1048) Musul’a varmıştır.[18]
Musul’da on gün kalındıktan sonra, tekrar Bağdat üzerine yürünmüş ve 25 Aralık 1638 (18 Şaban 1048) cumartesi günü Bağdat alınmıştır.
Ocak ayı ortalarına doğru Bağdat’tan Diyarbekir’e doğru hareket eden IV. Murad 27 Ocak 1639’da (22 Ramazan 1048) Musul’a varmış[19] ve burada bir gün kalındıktan sonra İstanbul’a hareket etmiştir.
Bağdat seferinden sonra İran’la 1639’da Kasr-ı Şirin antlaşması yapılmış ve bu havalide genel bir istikrar sağlanmıştır. Bölge her ne kadar daha sonraki yüzyıllarda, zaman zaman Osmanlı-İran mücadele sahası olmuşsa da, Kasr-ı Şirin antlaşmasından sonraki süreçte bir huzur ortamı tesis edilmiştir.
A. Musul Şehri
I. Şehrin Konumu ve Genel Görünüşü
Musul şehri, Asurluların başkenti Ninova’nın hemen karşısında, dicle nehrinin batı yakasında kurulmuştur. Şehrin alanı 2916 km2 yüzeyi kaplamakta olup, biraz engebelidir. Bu engebelerin bir kısmı tabii iken, diğer kısmı ise tarihî süreç içerisinde yıkılan bina harabelerinden oluşmuştur.[20]
Şehrin etrafı boydan boya surlarla çevrilmiş ve 10.000 metre civarında bir muhiti kaplamıştır.[21] Surların kapladığı alan çok geniş olduğu için, içindeki alan ancak kısmen dolmuştur. Şehrin kuzeybatısında, İmadi kapısı ile Sincar kapısı arasındaki bölgenin doğu kısımları tamamen boş kalmıştır. Hatta, Herzfeld’in 1907-1908’de Musul’da araştırma yaptığı tarihte bile şehrin bahsettiğimiz kısmı henüz dolmamıştır.[22] Aslında, XVIII. Yüzyıl sonuna dek sürekli İran tehdidinin var olması, şehir sakinlerini surların dışına çıkmaktan caydıran önemli bir faktör olmuştur. Musul şehrinde nüfusun yoğunlaştığı alan, güneydoğuda başlıca ticaret akışının hareket noktaları olan Bâbü’t-Top ve Bâbü’s-Saray kapılarının bulunduğu bölgeler olmuştur. Hatta bu bölgede surların dışına doğru az da olsa bir gelişmenin olduğunu görmekteyiz[23] (Kroki-I).
- Şehrin Mahalleleri
Şehirlerin mahallelere bölünmesi eski bir örgütlenme şeklidir. Osmanlı şehirleri de mahalleler halinde gelişmiştir. Osmanlıda mahalle; aynı mescitte ibadet eden cemaatin aileleri ile birlikte ikâmet ettikleri şehir kesimidir. Aynı mahallede oturan fertler birbirlerini tanıyan, bir ölçüde birbirlerinin davranışlarından sorumlu ve sosyal dayanışma içinde olan kişilerdir.[24]
Mahalleler aynı zamanda şehrin temel idarî birimleridir. Zira, vergilerin intizamlı ve adil bir şekilde toplanması, düzenin ve güvenliğin korunması, mahalleler bazında daha kolay sağlanmaktadır.[25]
Osmanlıda şehirlerin mahalle sayısı, kentin büyüklüğüne göre değişirdi. XVI. yüzyılda Musul şehrinin mahalle sayısı 20 ile 27 arasında değişmektedir. Nitekim, 1523 tarihinde 20 olan mahalle sayısı 1540 tarihinde 27’ye yükselmiştir. 1558-1575 tahrirlerinde ise 25 mahalle kaydı zikredilmiştir. Bu durum ise, 1540’ta kayıtlı olan mahallelerden dördünün iki mahalle halinde birleştirilmesinden kaynaklanmaktadır.
Bu mahallelerin dinî bakımdan dağılımı ise şu şekilde idi; 1523 tarihinde mevcut 20 mahallenin 17’si Müslim, 3’ü ise gayrimüslimdir. Gayrimüslim mahallelerden 2’si Hıristiyanlara, 1’i de Yahudilere aittir.
1540’ta Müslüman mahalle sayısı 6 adet artarak 23’e yükselmiştir. Bu 6 mahalleden 4’ü yeni kurulan mahalle olup, 2’si ise daha önce mevcut olan Bâbü’l-Irak mahallesinin müstakil üç mahalleye ayrılmış olmasından meydana gelmiştir. Bu tarihte Hıristiyan mahallelerinin sayısı 3’e yükselmiş, Yahudi mahalle sayısında ise herhangi bir değişiklik olmamıştır.
1558-1575 tarihlerinde Müslüman mahalle sayısı 21’e düşmüştür. Bu ise 4 mahallenin birleştirilip 2 mahalleye dönüştürülmesinden kaynaklanmaktadır. 1558-1575 tarihlerinde Hıristiyan ve Yahudi mahalle sayısında herhangi bir değişiklik olmamıştır. Yalnız, 1575 tahririnde Bâbü’i-Irak-2 mahallesine 6 Hıristiyan hânenin yerleşmiş olduğunu görmekteyiz.
- Şehrin Tahmini Nüfusu
Musul şehrinin XVI. yüzyıldaki nüfusunu, mevcut dört tahrir (sayım) defterindeki veriler sayesinde tespit edebilmekteyiz. XVII. ve daha sonraki yüzyılların nüfusunu tespit etmede şu aşamada elimizde herhangi bir vesika bulunmamaktadır. Belki bu yüzyılların nüfus miktarını, XVI. yüzyıl nüfusunun artış oranını alarak hesaplamak mümkün olabilecektir. Ancak, şimdilik sadece Musul şehrinin XVI. yüzyıldaki nüfusunu tespit etmekle yetiniyoruz.
Şehrin nüfusunu tespit ederken, Müslüman nüfusu vergiye tâbi olanlar ve muaflar olmak üzere iki gurupta ele aldık. Vergiye tâbi nüfus, tahrir defterlerinde verilen hâne sayılarının 726 katsayısı ile çarpılıp, mücerredlerin (bekâr) eklenmesi ile bulunmuştur (Hâne x 7 + Mücerred).
Muafları da yine iki gurupta ele aldık; medrese, câmi, zaviye, vakıf görevlileri, sadât, muaf, pir-i fâni, a’mâ, ma’lul, şeyh vs. gibi vergi dışı olanları “müteferrik” başlığı altında toplayarak her birini bir hâne sayıp, 7 rakamı ile çarparak nüfuslarını belirleme yoluna gittik. “Askerî Sınıf” başlığı altında ise, sancağın birinci derecedeki idarecileri ile kale görevlilerinin toplamını yine 7 katsayısı ile çarparak nüfuslarını belirleme çalıştık.
Gayrimüslim nüfus da, hâne sayısının 7 katsayısı ile çarpılarak mücerredlerin ilave edilmesi ile tespit edilmeye çalışılmıştır (Hâne x 7 + Mücerred).
Şehrin nüfusunu belirlemede 7 katsayısını esas almamızda iki kaynak belirleyici oldu. Bunlardan birisi XIX. yüzyılın ilk yarısında Musul’u ziyaret eden bir seyyahın verdiği bilgiler, diğeri ise XIX. yüzyılın sonlarına doğru yazılmış olan Musul Vilâyeti Salnâmesindeki kayıtlardır.
1817 tarihinde Musul’a uğrayan seyyah William Heude, Musul’un nüfusundan bahsederken her hânede 6 ile 7 kişinin barındığını ifade eder.[26] Yine, Hicri 1308 (1890) tarihli Musul Vilayeti Salnâmesindeki kayıtlar da bu doğrultudadır; “Musul şehrinin 30 mahallesinde 9000 hâneyi hâvi 60000 nüfus muhtevidir…”.[27] Salnâmede verilen nüfusu hâne sayısına böldüğümüzde her hâne başına 6-7 kişi düşmektedir.
Birbirini teyid eden bu kaynaklardaki rakamlar, nüfus hesaplamalarında hâne birimini 7 kişi olarak kabul etmemizi intac etmiştir.
Bu metodla tespit ettiğimiz Musul şehrinin nüfusu tablo-1 ve nüfusun Müslim ve gayrimüslimlere göre oranı da grafik-l’deki gibidir.
Tablo-I’de görüldüğü gibi, tespit ettiğimiz hâne, mücerred ve muaf sayılarından hareketle 7 katsayısına göre bulduğumuz şehir nüfusu 1523’te 15160 kişi, 1540’ta 17013 kişi, 1558’de 19678 kişi ve 1575 tarihinde ise 22403 kişidir.
1523 tarihinde şehrin 15160 kişilik nüfusunun 11231’i müslümanlardan oluşurken, 3929’u ise gayrimüslimlerden oluşmaktaydı. Bunların birbirlerine oranı ise; %74 Müslim, %26 gayrimüslim şeklindedir (bkz. grafik-I).
Şehrin nüfusu 1523-1540 tarihleri arasında %12’lik bir artışla 17013 kişiye yükselmiştir (bkz. tablo-1). 17013 kişinin 11553 kişisi Müslim iken, 5460 kişisi de gayrimüslimdir. Dolayısıyla, bir önceki tahrire oranla Müslüman nüfus %3 nispetinde artmışken, gayrimüslimlerde bu oran %39’dur. Gayrimüslim nüfusun bu yüksek artışı şehirdeki Müslim-gayrimüslim nüfus oranlarının, Müslümanlar için %68 ve gayrimüslimler için %32 olarak değişmesine yol açmıştır (bkz. grafik-I).
Musul şehrinin nüfusu 1540-1558 döneminde %517’lik bir artışla 19678 kişiye yükselmiştir. Bunların 14099 kişisi müslüman olup, toplam şehir nüfusuna nispetleri %72’dir. Gayrimüslimler ise toplam 5579 kişidir. Bunların toplam şehir nüfusuna oranı da %28’dir (bkz. grafik-I). 1540-1558 döneminde Müslim nüfus %24 nispetinde artış göstermişken, gayrimüslimlerde bu oran ancak %2 olmuştur.
1558-1575 tarihleri arasında, hem Müslüman nüfusta hem de gayrimüslim nüfusta, daha önceki dönemlere oranla, %12 oranında bir artış olmuştur. Zira, bu dönemde şehrin toplam nüfusu 22403 kişiye yükselmiştir. Bu 22403 kişinin 15662 kişisi müslim, 6742 kişisi gayrimüslimdir. 1575 tarihinde toplam şehir nüfusunun %71’ini müslümanlar, %29’unu ise gayrimüslimler teşkil etmektedir (bkz. grafik-I).
B. Musul’un İdari Statüsü
Yukarıda da kısaca ifade ettiğimiz gibi, Musul 1517 tarihinde Osmanlı hâkimiyeti altına alındıktan sonra sancak statüsü ile Diyarbekir eyaletine bağlanmıştır. 1586 yılında eyalete tahvil edilinceye kadar bu idari yapısı devam etmiştir. Bu süre zarfında ekonomik ve siyasi şartlar ile devletin genel politikası doğrultusunda Bağdat, Şehrizul ve Diyarbekir eyaletlerine bağlanmıştır.
I. Musul Sancağı
- Coğrafî Konumu
Musul Sancağı Cezire’nin (Mezopotamya) kuzeydoğu bölümünde, Dicle nehrinin her iki yakasında yer almaktadır.
Hudutları, doğuda Şehr-i Zur eyaleti; kuzeydoğuda Van eyaleti; kuzeybatıda Diyarbekir eyaleti; batıda Sincar Sancağı, güneybatıda Zur Sancağı ve güneyde Bağdat eyaleti ile mahduttur.
Sancak dahilindeki arazinin büyük ekseriyeti engebelidir. Özellikle, kuzey ve doğu cihetleri dağlıktır. Dicle’nin batısında, Sincar ile Musul arasındaki arazi ise düzdür. Sadece Sincar dağı ile Afrin tepesi mevcuttur.[28] Kuzeyde Van eyaleti hududu ve doğuda İran hududu boyunca birtakım dağlar mevcut olup, bir kısmının kolları dicle nehrinin yakınlarına kadar uzanır. Bu dağların belli başlıları; Maklub, Ba’şika,[29] Zaho, Butma, Zilvâr, Birman, Kandil, Karakoç, Cebel-i Hamrin, Cebel-i Ali ve Köşk dağlarıdır.[30] Zikredilen dağların çoğunluğu taşlık ve çıplaktır. Eteklerinde ve yaylalarında mer’alar mevcut ise de buralarda da pek orman mevcut olmayıp,[31] yalnızca meşe vb. gibi ağaçlara tesadüf edilmektedir.[32]
Musul Sancağındaki yerleşim ve ziraat alanları dicle nehri boyunca ve diclenin doğusundaki arazide yoğunlaşmıştır. Her ne kadar diclenin kuzey ve doğu kesimleri dağlık ise de, mümbit ve mahsuldar araziler de gene bu bölgelerde bulunmaktadır.[33] Dicle’nin batı ve güney-batısındaki araziler ise kıraç olduğu için iskân ve ziraata pek elverişli değildir.[34]
Sancağın en önemli suyu Dicle nehridir. Musul’un Kuzeybatısından güneydoğusuna doğru akan nehir boyunca birçok yerleşim alanları ve ziraat sahaları mevcuttur. Diğer önemli akarsular ise; Büyük Zap, Küçük Zap, Husur ve Gazar nehirleridir[35] (bkz. Harita-I).
- İdarî Durumu (1523-1586)
Musul, 1517’de Bıyıklı Mehmed Paşa tarafından Osmanlı hâkimiyetine katıldıktan sonra Diyarbekir eyâletine bağlanmıştır. Yavuz Sultan Selim döneminde Anadolu’nun Güneydoğusunda bulunan yerler Osmanlı hâkimiyetine alındıktan sonra, merkezi Amid olmak üzere Diyarbekir eyaleti kurulmuş ve bölgede 1518 (924) tarihinde bir tahrir (sayım) yapılmıştır. Bu tahrire göre Diyarbekir vilayeti 12 sancaktan müteşekkildir.[36] Ancak, 1518 tahririnde Musul ile ilgili kayıtlar veya kısımlar mevcut değildir. Fakat, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde 9772 numarada kayıtlı ve 1522 (926) tarihli defterdeki bilgilere nazaran, Musul, Diyarbekir eyaletine bağlı bir sancak statüsündedir.[37] 1522,[38] 1523[39] ve 1526-27[40] tarihli kayıtlardan Musul sancağının Diyarbekir eyaletine bağlı olduğu görülmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, fethedildikten sonra sancak olarak Diyarbekir eyaletine bağlanan Musul’un bu statüsü 1534 yılına kadar devam etmiştir. 1534 yılında Bağdat fethedilip aynı isimle eyalete tahvil edildikten sonra ise Bağdat eyaletine bağlanmıştır.[41] 1558,[42] 1559-60[43] ve 1563[44] yılları arasında halen Bağdat eyaletine bağlı olan Musul sancağı, 1563-1566 yılları arasında Şehrizul eyaletine bağlanmışsa da, yine 1566’da tekrar Bağdat eyaletine bağlanmıştır.[45]
1534 yılında Diyarbekir eyaletinden ayrılıp Bağdat eyaletine bağlanan Musul Sancağının bu statüsü, 1563-1566 dönemi dışında devam etmiş ve 1571’de tekrar Şehrizul eyaletine bağlanmıştır.[46] Ancak, kısa bir süre sonra tekrar Bağdad eyaletine bağlandığını görmekteyiz. Zira 1573’te Musul Sancağı Bağdat eyaletine bağlıdır.[47] Musul’un bu statüsü 1586’da eyalete dönüştürülünceye kadar devam etmiştir.
- Musul Sancağının İdârî Taksimatı (1523-1575)
Osmanlı idarî düzeninde en üst birim olan eyaletler birkaç sancaktan müteşekkil iken, sancaklar da birden fazla nahiyeden oluşmakta idi. Nahiye kavramı ise cihet, yön, taraf, bölge ve vilâyet manalarında kullanılmasının yanı sıra; bir sancağa bağlı bulunan köylerin idarî ve coğrafî sınırlarla muayyen bölgelere taksim edilmesi sonucu oluşan en küçük idarî ünite manasında da kullanılmaktadır.[48]
Musul sancağında da nahiye, coğrafi farklılıkların belirlediği muayyen bir bölgeyi ifade için kullanıldığı gibi; idarî manada ise söz konusu bölgelerdeki köy ve mezrealar grubunu ifade etmektedir. Nitekim, Musul sancağı nahiyelerinden Musul ve Ayn-Sayna nahiyelerinin belli bir merkezinin (nefs) bulunmasına karşılık, Acuz ve Deyr-Maklub nahiyelerinin ise belli bir merkezi bulunmayıp, muayyen bir coğrafi bölgeyi ihtiva ediyordu.
Tahrir defterlerinde veya Timar-Zeamet Tevcih defterlerinde sipahilerin tasarruf ettikleri köy ve mezralar kaydedilirken mutlaka hangi nahiyeye bağlı oldukları açıklanmaktadır. Bu yüzden vergi birimi olarak itibar edildikleri ve timar-zeamet tevcihlerinde esas alındıkları görülmektedir.
3.1. 1523 Tahririne Göre İdarî Taksimat
1523 tarihli tahrire nazaran Musul sancağı iki nahiyeden müteşekkil olup, bunlar Musul ve Ayn- Safna nahiyeleredir.
3.1.1. Musul Nahiyesi
Sancağın merkez nahiyesidir. 1523’te mevcut 108 köyün 91’i Musul nahiyesine bağlıdır. Dolayısıyla geniş bir alanı muhtevidir.
3.1.2. Ayn-Safna Nahiyesi
Merkez nahiyesinin doğusunda yer almakta olup, küçük bir nahiyedir. Sancağın toplam 108 köyünden 17’si bu nahiyenin sınırları dahilindedir.
3.2. 1540, 1558 ve 1575 Tahrirlerine Göre İdari Taksimat
1540 tarihinde Musul sancağı, 1523 tahririne kıyasla bazı değişikliklere tabi tutulmuştur. Zira, 1540 tarihinde Musul Sancağı’na iki yeni nahiye daha ilave edilerek nahiye sayısı dörde yükseltilmiştir. 1558 ve 1575 tarihlerinde de nahiye sayısı dörttür. İhdas edilen yeni nahiyeler; Deyr- Maklub ve Acuz’dur. Böylece Musul Sancağı 1540-1575 tarihleri arasında; Musul, Ayn-Safna, Deyr- Maklub ve Acuz nahiyelerinden oluşmakta idi (bkz. harita-II).
3.2.1. Musul Nahiyesi
Musul sancağının en geniş nahiyesidir. 1540’ta 89, 1558’de 101 ve 1575 tarihinde 106 köyden müteşekkildir.
3.2.2. Ayn-Safna Nahiyesi
Bu nahiye 1523 tarihinde 17 köyden müteşekkil iken, daha sonraki tarihlerde bağlı köy sayısının düştüğünü görmekteyiz. Nitekim, 1540’ta 7, 1558’de 13 ve 1575’te ise 9 köyden oluşan bir nahiyedir.
3.2.3. Deyr-Maklub Nahiyesi
Bu nahiyenin kaydı ilk kez 1540 tarihli tahrirde geçmektedir. Belli bir merkezi (nefsi) yoktur. Deyr-Maklub nahiyesi 1540’ta 29, 1558’de 25 ve 1575’te 17 köyden oluşmaktadır.Diğer yandan, bu nahiyeye bağlı köylerin tasarrufu İmadiye hâkimi Sultan Hüseyin Bey’e verilmiş ve daha sonraki tarihlerde Hüseyin Bey’in oğulları tarafından tasarruf edilmiştir.[49]
3.2.4. Acuz Nahiyesi
Acuz, 1523 tarihinde “karye” olarak kaydedilmiştir. Fakat, Acuz karyesinde meskun nüfus yoktur. 1540 tarihinde 8 ve 1558’de 7 köyden müteşekkil bir nahiye konumundadır. Bu tarihlerde de “Nefs-i Acuz”’da meskun nüfus bulunmamaktadır. 1575 tarihinde Acuz nahiyesi, Eski Musul sancağına, Eski Musul Sancağı ise Diyarbekir eyaletine bağlanmıştır.[50]
II. Musul eyaleti (1586-1639)
- İdârî Durumu
Musul, 1517-1586 yılları arasında sancak statüsünde idare edilmiş, 1586 tarihinde ise eyalete tahvil edilmiştir. Zira, 1586 tarihli mühimme kayıtlarında “Kızılbaş üzerine Bağdad Beylerbeyisi Süleyman Serdar tayin edilmiş olmağla, Şehrizul Beylerbeyisi aşiretleri, Musul Beylerbeyisi… kuvvetleriyle serdar emrine verilmiş olmağla.” ifadesi ile “Bağdad Beylerbeyisi Süleyman Kızılbaş üzerine serdar tayin edilmiş olmağla, kendi kuvvetleriyle ve hemen iltihak etmesine dair Musul Beylerbeyisi Ahmed’e hüküm”, şeklinde geçen ifadelere bakılırsa, 1586 (994) tarihinde Musul’un eyalet olduğu hükmüne varmamız gerekmektedir.[51]
Musul’un 1586 yılında, sancaktan eyalete dönüştürüldüğünü gösteren bir diğer kaynağımız da Kepeci, 262 no’da kayıtlı Atama Defteri’dir. Bu deftere göre Musul, eyalet olmadan önce Bağdat’ın bir sancağıdır. Ancak, Bağdat eyaleti sancakları listesinde kaydedilmişken, müstakil eyalete dönüştürüldüğü şerhi düşülmüştür.[52] Aynı defterin diğer kısımlarında Musul “Eyalet-i Musul” başlığı altında kaydedilmiştir. Eyaletin beylerbeyliğine ise Canpuladoğlu Hüseyin Bey getirilmiştir (30 Ağustos 1587/26 Ramazan 995).[53] Defterdeki bir şerhde, Canpulatoğlu Hüseyin Bey’den önceki beylerbeyi’nin Melek Ahmed olduğunun[54] tasrih edilmesi, aynı bilginin Tarih-i Selânikî’de mevcut olması[55] ve bu bilgilerin 1586 tarihli Mühimme kaydı ile örtüşmesi,[56] Musul Sancağı’nın 1586 yılında eyalete dönüştürülmüş olduğunu açıkça beyan etmektedir.
Osmanlı idarî düzeninin en üst birimi olan eyaletler bir nevi sancak konfederasyonudur. Sancaklar da alt birim olarak nahiyelerden müteşekkildir. Musul, 1586’da eyalete dönüştürüldükten sonra acaba kaç sancağı ve bu sancaklara bağlı kaç nahiyesi mevcuttu? Her nahiyeyi oluşturan köylerin sayısı ne idi?
Elimizdeki kaynak ve belgelerden bu soruların tamamına cevap bulamıyoruz. Daha doğrusu, Musul eyaletinin değişik tarihlerdeki sancak sayısını ve bu sancakların isimlerini tespit etmekle beraber, bahse konu sancakların kaç nahiyesinin bulunduğu ve bu nahiyelerin bünyesindeki köyleri tespit etmek, şimdilik, mümkün olmadı.
- İdari Taksimatı
2.1. 1587 Tarihindeki İdari Taksimat
Musul eyaletinin ilk idarî taksimatını gösteren kaynağımız 1587 tarihlidir. Buna göre Musul Eyaleti şu sancaklardan müteşekkildir:[57]
- Musul (Paşa) Sancağı
- Erbil Sancağı
- Nusaybin Sancağı
- Sincar Sancağı
- Bacvân Sancağı
- Ağca Kal’a Sancağı
- Zaho Sancağı
- Eski Musul Sancağı
Görüldüğü gibi 1587 yılında Musul eyaleti Paşa sancağı ile beraber sekiz sancaktan oluşmuştur. Aslında, Musul eyaleti sancak listesine Tikrit sancağını da ilave etmemiz gerekmektedir. Zira, 262 no’lu defterde Tikrit sancağının da Bağdat eyaletinden ayrıldığı şerhi düşülmüş olmasına rağmen[58] hangi eyalete bağlandığı belirtilmemiştir. Fakat, Nisan 1592 tarihli bir mühimme kaydından Tikrit Sancağının da Musul eyaletine bağlanmış olduğunu görmekteyiz.[59] Keza, daha sonraki sancak listelerinde de Tikrit sancağı Musul eyaletine merbuttur (bkz. harita-III).
Öte yandan 1587-1588 tarihli bir mühimme kaydında Diyarbekir Beylerbeyliğine yazılan bir hükümde şu bilgiler bulunmaktadır; “Diyarbekir Beylerbeyine hüküm; Musul Beylerbeyisi mektub gönderub, elyevm Sincar, Eski Musul, Ağca Kal’a, Nusaybin, Zaho Sancakları Musul Beylerbeyliğine ilhak olunmuşsa da mezkur sancakların icmal ve mufassal defterleri Musul’a gönderilmediği bildirilmekte, mezkur sancakların icmal ve mufassal defterlerinin bir keseye konup, üzeri mühürlenüp… gönderilmesi…”.[60]
Bu mühimme kaydında, yukarıda verdiğimiz listede mevcut olan Erbil ve Bacvân sancakları geçmemektedir. Çünkü, Erbil sancağı 1588’de Şehrizul eyaletine bağlanmış[61] ve 1590 yılına kadar bu statüsü devam etmiştir. 1590’da ise tekrar Musul eyaletine bağlanmıştır.[62] Bacvân (Bacvânlu) sancağının ise bu tarihteki idari durumu hakkında bir kayda rastlamadık. Daha sonraki yıllarda musul eyaletinin bir sancağı konumunda olduğu dikkate alınırsa, 1588 tarihli mühimme kaydında yer almamasının, icmal veya mufassal defterlerinin Musul’a gönderilmiş olmasından kaynaklandığını tahmin ediyoruz.
2.2. 1609 Tarihindeki İdari Taksimat
XVII. yüzyılın başlarında Musul eyaleti 6 sancaktan müteşekkildir. Aynî Ali Efendi’nin I. Ahmed’in veziri Murad Paşa’ya 1609 (1018-1019)’da sunduğu risalesine[63] göre Musul eyaleti şu sancaklardan oluşuyordu:[64]
- Musul (Paşa) Sancağı
- Bacvânlı Sancağı
- Tikrit Sancağı
- Eski Musul Sancağı
- Horun (Hârun) Sancağı
- Bâne Sancağı
1587 listesi ile 1609 listesini mukayese ettiğimiz vakit, XVII. yüzyıl başlarında Musul eyaletini oluşturan sancakların önemli bir değişikliğe tabi tutulduğu görülmektedir. Zira, 1587’de Musul eyaletine bağlı olan Erbil, Nusaybin, Sincar, Ağca Kal’a ve Zaho Sancaklarının 1609’da Musul eyaletinden ifraz edilmiş, buna mukabil 1587 listesinde bulunmayan Bâne ve Hârun (Horun) adlı iki yeni sancak eyalete dahil edilmiştir.
2.3. 1631-32 Yıllarındaki İdari Taksimat
Musul eyaletinin 1631-1632 (1041) tarihlerindeki idarî taksimatını Koçi Bey risalesinden öğrenmekteyiz.[65] Buna göre Musul eyaletini teşkil eden sancaklar aşağıdaki gibidir:
- Musul (Paşa) Sancağı
- Bacvânlı Sancağı
- Tikrit Sancağı
- Eski Musul Sancağı
- Horun (Hârun) Sancağı
Bu listedeki sancaklar, 1609 tarihli sancaklarla aynı olup herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Bu da XVII. yüzyılın başlarından ortalarına kadar, Musul eyaletinde belli bir istikrar ve sükunetin mevcut olduğunu bize göstermektedir.
2.4. 1632-41 Yıllarını Muhtevi İdari Taksimat
Musul eyaletinin idarî taksimatını gösteren bir diğer kaynağımız da Başbakanlık Osmanlı Arşivi Kâmil Kepeci Tasnifinde bulunan ve 1632-1641 tarihleri arasındaki idarî yapıyı gösteren Sancak Tevcih Defteri’dir.[66] Buna göre Musul eyaletinin idarî taksimatı şöyledir:
- Musul (Paşa) Sancağı
- Bâcvânlû Sancağı
- Eski Musul Sancağı
- Keşşâf Sancağı
- Tikrit Sancağı
- Hârun Sancağı
- Zâho Sancağı
Bu defterlerdeki bilgiler ile Koçi Bey risalesindeki bilgileri mukayese ettiğimizde, eyalete bağlı sancaklarda bazı değişikliklerin olduğunu görmekteyiz. Zira, 266 no’lu Sancak Tevcih Defteri’ndeki kayıtlara göre Musul eyaletine Keşşâf ve Zâho sancakları dahil edilmiş, Koçi Bey risalesinde yer alan Bâne sancağı ise eyaletten ayrılmıştır.
2.5. 1648 Tarihindeki İdari Taksimat
Cihânnümâ adlı eserini 1648 (1058)’de yazan[67] Kâtib Çelebi, Musul eyaletinin 6 sancaktan müteşekkil olduğunu yazar.[68] Buna göre Musul eyaleti sancakları şunlardır:
- Musul (Paşa) Sancağı
- Eski Musul Sancağı
- Bâcvânlu Sancağı
- Tikrit Sancağı
- Kara Dasni Sancağı
Kâtib Çelebi’nin verdiği sancak listesi ile 266 no’lu Sancak Tevcih Defterindeki listeyi mukayese ettiğimiz vakit, Keşşaf ve Zaho sancaklarının Musul eyaletinden ifraz edildiğini ve Kara Dasni adiyle yeni bir sancak teşkil edildiğini görmekteyiz. Aslında, Kara Dasni Sancağı, Dasni taifesini (aşiretini) ifade için kullanılan bir tâbirdir. Sancak tâbiri başlangıçta belli bir coğrafî bölgeyi ifade etmiyordu. Ancak, XVI. yüzyıldan itibaren belli bir coğrafî ve idarî bölgeyi ifade eder bir mana kazanmıştır. Bununla birlikte, XVI. yüzyılda da Liva-i Müsellem, Liva-i Piyade, Liva-i Çingane ve Liva-i Voynuğan gibi belirli zümreleri ifade için kullanılmaya devam etmiştir.[69] Burada dikkate değer husus, XVII. yüzyılın ortalarında bile sancak tâbiri’nin halen belli zümreleri ifade etmek için kullanılmaya devam etmiş olmasıdır.
2.6. 1653 Tarihindeki İdari Taksimat
1653 tarihinde Musul eyaletinin idarî taksimatını gösteren kaynağımız ise Sofyalı Ali Çavuş kanunnâmesidir.[70] Bu kanunnâmeye göre Musul eyaleti şu 5 sancaktan müteşekkildir:
- Musul (Paşa) Sancağı
- Kerkük Sancağı
- Tikrit Sancağı
- Bâcvânlık (Bâcvânlû)
- Huden (Hârun)-Bâne
Bu sancaklar ile Kâtib Çelebi’nin verdiği listedeki sancaklar mukayese edildiği zaman, XVII. yüzyılın ortalarında Musul eyaletini oluşturan sancakların pek değişmediği görülür. Ancak, 1648 listesinde yer alan Kara Dasni sancağı 1653 listesinde yer almamakta, buna mukabil 1653’te Kerkük, yeni bir sancak olarak Musul eyaletine dahil edilmiştir.
Yukarıdan beri izah etmeye çalıştığımız Musul eyaletinin 1586-1653 tarihleri arasındaki idarî taksimatında sancak sayısı 5 ile 8 arasında değişmiştir. İlk idarî taksimatta (1587) yer alan Erbil, Nusaybin, Sincar ve Ağca Kal’a sancakları, daha sonraki taksimatların hiçbirinde bulunmamaktadır. Zâho sancağı sadece 1587 ve 1631-1632 idarî taksimatlarında mevcuttur. Keşşâf sancağı ise yalnızca 1632-1641 tarihleri arasındaki taksimatı gösteren listede yer almaktadır. Nihayet, 1653 idarî taksimatında Kerkük sancağının da bulunması, Musul eyaletinin XVII. yüzyılın ikinci yarısından sonra İran sınırına doğru genişletildiğini göstermektedir.
Öyle görünüyor ki, 1578-1590 yılları arasında vuku bulan Osmanlı-İran harpleri, bu bölgede bulunan eyaletlerin idarî taksimatlarının belirlenmesinde etkili olmuştur. Nitekim, 1587 tarihinde Musul eyaletine merbut 4 sancağın, 1609-1653 yılları arasındaki taksimatları gösteren listelerin hiçbirinde yer almaması, ayrıca 1609, 1631-32, 1632-1641 ve 1653 tarihlerinde Musul eyaletine bağlı sancakların pek fazla değişmemiş olması da bu fikrimizi teyit eder mahiyettedir. Bahse konu tarihler arasındaki Osmanlı-İran harpleri serhadlerdeki eyaletlerin idarî taksimatlarında daha büyük değişimlere yol açmıştır. Mesela, Van eyaletine bağlı sancak sayısı 1558-1585 yılları arasında 13 ile 32 arasında değişmişken, 1609-1653 tarihleri arasında ise 14 ile 18 arasında değişmiştir.[71] Bu da İran’la yapılan harplerin durulması ile bölgede bulunan eyaletlerin idarî taksimatlarının da belli bir istikrara kavuştuğunu göstermektedir.
Nihayet, Van-Basra serhaddinde bulunan aşiret reisi ümeranın daimi rekabetleri ve kararsızlıkları (bazen Osmanlı’yı bazen İran’ı metbu tanımaları) da[72] bölgedeki idarî taksimatın değişmesinde rol oynamıştır denilebilir.
Sonuç
Musul şehrinin kuruluş tarihi M.Ö. 1080’li yıllara dayanmaktadır. Musul ve çevresi tarihi süreç içerisinde birçok devletin hakimiyetinde bulunmuş, 11. yüzyılın ikinci yarısından sonra da Türklerin nüfuzuna geçmiştir. Musul ve çevresindeki Türk hakimiyeti yaklaşık 900 yıl sürmüştür.
Şehrin üzerine kurulduğu alan 2916 km2’lik bir yüzeyi kaplamakta olup, etrafı boydan boya surlarla çevrilmiştir. Bu surların kapladığı alan ise 10000 metre civarındadır.
XVI. yüzyılda şehrin mahalle sayısı 20 ile 27 arasında değişmektedir. Bu mahallelerde yaşayan nüfus miktarı ise 1523’te 15160 kişi, 1540’ta 17013 kişi, 1558’de 19678 kişi ve 1575 tarihinde ise 22403 kişidir. Bu nüfusun %70’i Müslim, %30’u ise gayrimüslimdir.
İdari bakımdan 1517-1586 yılları arasındaki 69 yıllık dönemde sancak statüsündedir. Bunun 17 yılı Diyarbekir eyaletine, 47 yılı Bağdat eyaletine ve 5 yılı Şehrizul eyaletine bağlı olarak sürdürülmüştür.
1523 tarihinde sancağa bağlı 2 Nahiye, 108 köy ve 95 mezra mevcuttur. 1540’ta nahiye sayısı 4, köy sayısı 133 ve mezra sayısı 198’dir.
Sancağın 1558 yılındaki nahiye sayısı 4, köy sayısı 146, mezra sayısı 348 iken; bu rakamlar 1575 tarihinde 4 nahiye, 132 köy ve 352 mezra şeklindedir.
1520-1586 arasında görev yapmış olan 30 sancakbeyi tesbit edilmiştir. Bunlar genellikle bölgeyi iyi tanıyan kimselerdir. Görev süreleri ortalama 2 yıldır. Ücret tutarları ise, atanan kişinin kıdem ve istihkak durumuna göre 200000 akça ile 561664 akça arasında değişmektedir.
Musul 1586-1653 döneminde eyalet statüsündedir. Bu devrede eyalete bağlı sancak sayısı 5 ile 8 arasında değişmektedir. Bu sancakların nahiye, köy ve mezraa sayılarını tesbit etme imkanımız olmadı.
1586-1653 tarihleri arasındaki 67 yıllık sürede Beylerbeyi olarak görev yapan 51 kişinin ismini tesbit ettik. Bunlar da genellikle bölgeyi iyi tanıyan kişilerdir. Ancak, görev süreleri sancakbeylerine oranla daha kısa olup, ortalama 1 yıl 2 aydır. Bu durum, herhangi bir beylerbeyinin bu yörede fazla kök salmasını, bölgenin siyasi ve ekonomik güçleriyle özdeşleşmesini önlemek düşüncesinden kaynaklanmış olmalıdır.
Musul beylerbeylerine tevcih edilen gelir tutarı ise 449450 akça ile 713452 akça arasında değişmektedir.
Musul’un eyalet statüsü ile yönetilmesi-1850/1878 yılları arasında mutasarrıflık olarak Bağdat’a bağlı olması hariç tutulursa-1918’de Osmanlı hakimiyetinden çıkışına kadar devam etmiştir.
Mustafa Kemal Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 10 Sayfa: 579-588
Dipnotlar :
Hocam allah size teşekkür ederim bu şehrin tarihi bile oldu