Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Fuhuş Ve Frengi İle Mücadele

0 10.062

Yrd. Doç. Dr. Mehmet TEMEL

Ahlâk Dışı Hareketlerle Mücadele

Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecine girmesiyle birlikte toplumdaki ekonomik sıkıntılar daha da artmış, yıllarca süren savaşlar cephe gerisinde onarılması zor toplumsal ve ahlaki yıkımlara yol açmıştır. Başta 1854 tarihli Kırım Savaşı olmak üzere 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren meydana gelen savaşların ardından yüz binlerce insan, Rusya’dan ve Balkanlar’dan İstanbul’a ve Anadolu’nun değişik bölgelerine göç etmiş, Karadeniz kıyılarından da pek çok kişi fırıncılık yapmak amacıyla Rusya’ya gitmiştir. Bu göç trafiğine İstanbul, Samsun, Sinop gibi şehirlerde bulunan İngiliz, Fransız ve Piyemonte’ye ait müttefik askerleri de eklenince ülkede fuhuş olabildiğince yaygınlaşmaya başlamıştır. Fuhuşun artmasıyla birlikte ölü doğumlara ve sakatlıklara neden olan kalıtımsal frenginin toplumda yaygınlaşması fuhuşa karşı acil önlem alınmasını gerektirmiş ve fuhuşun hükümet denetimi altında yapılmasını sağlamak amacıyla ilk defa Kırım Savaşı’ndan hemen sonra İstanbul’da genelevler açılmıştır.[1]

Anadolu’da ve ülkenin diğer bölgelerinde ise bu yıllarda genelevler açılması, halkın olumsuz tepkisi nedeniyle mümkün olamadığından, hukûki ve polisiye önlemlerin de artırılması yoluna gidilmiştir. 1859 yılı Safer ayında, fuhuş esnasında yakalanan kadın ve erkeklere uygulanacak işlemlere ilişkin bir emirname çıkarılmıştır. Emirnamede, baskında ele geçirilenlere verilecek cezalar, suçun işlendiği yere ve kişilere göre belirtilmiştir. Örneğin, kötülüğü ile tanınıp, baskında ele geçen erkeğe 48 saatten bir aya, kadına da bunun yarısı kadar hapis cezası öngörülmektedir. Namuslu olarak bilinen bir kadınla baskın veren erkeğe ise, ailenin itibarını zedelediği ve yıkılıp perişan olmasına neden olabileceği gerekçesiyle suçun derecesine göre bir haftadan üç aya kadar hapis, üç aydan altı aya kadar da sürgün cezası verileceği belirtilmektedir.[2]

Aynı cezalar, fahişe oynatanlar için de geçerli kabul edilmiştir. Tokat ve civar köylerinde bazı gençlerin bağ ve bahçe kulübelerinde içki içerek fahişe oynattıklarına ilişkin zabıta kuvvetlerinden Dahiliye Nezareti’ne bilgiler ulaşınca Nezaret bunlar hakkında da 1859 tarihli Emirnâme-i Sâmi’de belirtilen cezaların uygulanmasını isteyen bir tahrirat göndermiştir.[3] Polis Nizamnamesi’nin 80. ceza yasasının da 201. maddesinin fuhuşu yasaklamasına rağmen kontrolsüz fuhuşla mücadelede yeterince başarılı olunamadığı anlaşılmaktadır.[4]

1876 yılında Kanûn-ı Esasi’nin ilan edilmesinden sonra ise 1859 tarihli emirname hükümlerinin uygulanmasında oldukça zorluklar yaşanmıştır. Kanûn-ı Esasi’ ye göre herhangi bir yetkili mahkeme kararı veya hakim emri olmadan meskenlere girilemeyeceğinden ve kişiler tutuklanamayacağından evlere baskın ve hapse atma uygulamalarına pek başvurulmamıştır. Kastamonu’da fuhuş yapıldığı gerekçesiyle polis bazı evlere baskın düzenleyip ele geçirdiği kişileri 4 ila 7 gün arasında hapiste tutunca, Dahiliye Nezareti Muhaberat-ı Umumiyye Dairesi 26 Ekim 1910 tarihinde vilayete gönderdiği tahriratta yapılan uygulamanın Kanûn-ı Esasi’ye aykırı olduğunu bildirerek valilikten bu tür uygulamaların önlenmesini istemiştir[5] Mesken sahibi davet etmedikçe evlere baskın yapılamayacağına ilişkin Sivas, Ankara ve Hüdavendigar vilayetlerine de 30 Ekim 1910 tarihinde tahrirat gönderilmiştir.[6]

Kastamonu Valiliği, Dahiliye Nezareti’nin bu uyarısı üzerine yeni bir yöntem geliştirmiş ve 23 Şubat 1911 tarihinde Nezaret’e gönderdiği tahriratta, fuhuş ve kadın oynatma ile mücadelenin köy imamlarıyla muhtarların jandarmalarla birlikte usulüne uygun bir şekilde meskenlere girmesiyle yapılacağını bildirmiştir.[7]

Bolu Livası İdare Meclisi de bölgede yaygınlaşan fuhuşa karşı bazı önlemler alma yoluna gitmiştir. Meclis öncelikle vilayette genelev açılmasını gündeme getirmiş, ancak Müslüman halkın tepkisinden çekinildiği için vazgeçilmiştir. Genelev açılmasının mümkün olmadığı anlaşılınca fahişe kadınların tecrithaneye alınması kararlaştırılmış, ilk uygulama olarak 1914 yılı Ocak ayında Fatma ve Mübeşşire adlı iki fahişe, iaşeleri belediyeden karşılanmak üzere Eyüp oğlu İsmail’in evinde tecride alınmışlardır. Bu önlemin kalıcı çözüm sağlayamayacağını düşünen İdare Meclisi, ahlâken ve geçimlerini sağlayabilme bakımından zor durumda olan bu tür kadınların din eğitimi alabilmeleri ve dokumacılık öğrenebilmeleri için bir ıslahevi açılmasına karar vermiştir. Bu amaçla 1914 yılı bütçesine de yeteri kadar ödenek konulması uygun görülmüştür.[8] Bu kadınlar daha sonra ülkede adaba aykırı davrandıkları ve halkın galeyanını kışkırtan davranışlara açıkça cesaret ettikleri gerekçesiyle serseri kabul edilmişler ve ıslahhanede çalıştırılmalarına karar verilmiştir.[9] Islahhanede kaldıkları süre içerisinde bu kadınların nefislerini ıslah ettiklerine kanaat getirilirse, yasalara uygun olarak evlenmeleri de sağlanacaktır.[10]

Fuhuşun en yaygın olduğu başkent İstanbul’da ise daha yoğun önlemler alınmıştır. Beyoğlu, Galata, Üsküdar ve Kadıköy’de 1920 yılına kadar 175 genelev açılmış, kayıtlı mekanların dışında fuhuş yapıldığı belirlenen özel ev, koltuk, kapatma evleri ve oteller kapatılmaya çalışılmış veya yıktırılmış, polisiye önlemler artırılmıştır.[11] Mütareke döneminde İstanbul’a sığınan Rus mültecilerle, Balkanlar ve Anadolu’dan gelen göçmenlerin artırdığı fuhuş İtilaf Devletleri askerlerini de tehdit edince İtilaf Devletlerinin fevkalade siyasi temsilcileri fuhuşla mücadele çalışmalarına katılmışlardır.[12] 1921 yılı sonunda hükümet yetkililerinin, fevkalade siyasi temsilcilerin ve İstanbul’daki bütün büyükelçilerin girişimiyle Amerikalı Madam İlyasko ve Madam Elizabeth Hen Tenşinton’un başkanlığında “Men-i Fuhuş Cemiyeti” kurulmuştur. Cemiyet, etkinliklerini özellikle Beyoğlu bölgesinde yoğunlaştıracak, genç kızları ve kadınları fuhuştan uzaklaştırmaya çalışacak, ihtiyaç ve yoksulluk nedeniyle fuhuşa yönelen kadınları kuracağı ıslahhanelere sevk edecek ve fuhuşhaneleri kapatmaya çalışacaktır.[13] Kadıköy halkının yoğun tepkisine rağmen bu bölgedeki genelevlerin sayısı artırılmış, kapatılması veya başka yere taşınması şeklindeki ısrarlı istekleri, genelevlerin zührevi hastalıkların ve ahlaksızlığın yayılmasını engellediği, kapatılmaları durumunda genelev kadınlarının değişik mahallere dağılarak genel ahlâkı bozacakları gerekçesiyle kabul edilmemiş, yerlerinin değiştirilmesine bile olumlu bakılmamıştır.[14]

Sıhhıye Müdüriyet-i Umumiyyesi’nin (Sağlık Genel Müdürlüğü) 1919 yılında İstanbul’daki frengi mütehassıslarına hazırlattığı bir rapora göre fuhuşa yönelimin iki nedeni bulunmaktadır. Bunların biri ekonomik sıkıntı, diğeri keyif, arzu veya alınan eğitimdir. Savaşlardan sonra yetim çocuklarıyla dul kalan kadınların kendilerini ve çocuklarını geçindirebilmeleri amacıyla namuslarını satmaları, fuhuşun önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Fuhuşun azaltılabilmesi için bu kadınlara hükümetçe geçim kaynağı bulunmalı, yardım eli uzatılmalıdır. Fuhuşu şiddetli bir şekilde izleyebilecek sorumlu bir yönetim oluşturulmalıdır. Frengiye karşı alınabilecek önlemlere de değinen rapor doğrultusunda fuhuşla mücadele için yeni idari düzenlemeler yapılmış, Polis Müdüriyeti’nin etkinliği artırılmıştır.[15]

Ülke içinde alınan bu önlemlerin yanısıra hükümet, uluslararası önlemlere de ilgi duymaya başlamıştır. 19. yüzyılın sonlarından itibaren yoğunlaşan uluslararası göç trafiğinin ve I. Dünya Savaşı’nın etkisiyle uluslararası beyaz kadın ve çocuk ticaretinde büyük artışlar gözlenince uluslararası düzeyde önlemler alınma gereği duyulmuştur. Bu amaçla birincisi 18 Mayıs 1904, ikincisi 4 Mayıs 1910, üçüncüsü de 30 Haziran-5 Temmuz 1921 tarihleri arasında Milletler Cemiyeti öncülüğünde olmak üzere üç uluslararası konferans düzenlenmiştir. İlk iki konferansta, kadınları fuhuşa sürükleyen veya iğfal edenlerin, kız veya erkek çocuk ticaretiyle uğraşanların ortaya çıkarılarak yargılanmaları gerektiği üzerinde durulmuştur. Konferansa katılan ülkeler arasında sözü edilen suçları işleyip hüküm giyenlerin iadesine ilişkin ikili anlaşmalar bulunmasa dahi taraflar, suçluların iadesi için bütün güçlerini kullanacaklar, bu da mümkün olmadığı takdirde suçlular suçun işlendiği ülkede cezalandırılacaklardır. İmzacı devletler sadece gidiş-geliş noktalarında değil, göçmen gemileri üzerinde seyahat eden kadın ve çocukların korunması için gerekli düzenlemeleri yapacaklar, tren istasyonları ve limanlarda kadın ve çocukları ticarete karşı uyaran, barınma ve diğer konularda yardım alabilecekleri yerleri gösteren afişlerin asılmasını sağlayacaklardır. 4 Mayıs 1910 tarihindeki Paris Konferansı’nda katılımcı devletler edebe aykırı yayınların da yasaklanmasını kararlaştırmışlardır. Yasadışı yollarla ülkeye giren bu tür yayınların toplatılması veya girişinin önlenmesi hususlarında gerekli yasaları çıkaracaklardır.

30 Haziran-5 Temmuz 1921 tarihleri arasında Cenevre’de toplanan üçüncü konferansa ise 29 ülke temsilcisi katılmıştır. Bu konferansta, önceki iki konferansta alınan kararların uygulanmasına devam edileceği vurgulandıktan sonra bazı ek kararlar alınmıştır. Görüşmelerde kızların korunma yaşı 20’den 21’e çıkarılmış, yabancı ülkelerde fuhuş yapan kadınlardan ülkelerini neden terk ettiklerini açıklayan birer beyanname alındıktan sonra bu beyannamelerin ilgili ülkelerin yetkili makamlarına gönderileceği kararlaştırılmıştır. Fuhuş yapan yabancı kadınların ülkelerine iade edilinceye kadar ki masrafları hayırsever kurumlar veya ilgili devlet tarafından karşılanacak, sınırı terk ettikten sonra da sorumluluğu kendi ulusal devleti üstlenecektir. Kadınlara ve kızlara, dış ülkelerde iş bulan kurumlar gözetim altında bulundurulacaklardır.[16]

Bu konferansa katılmayan ülkeler, alınan kararlara sonradan katılabilecekler, kararların uygulanması konusunda aralarında ikili anlaşmalar imzalayabileceklerdir. Osmanlı Hükümeti de 23 Mayıs 1922 tarihinde almış olduğu kararla 1904, 1910 ve 1921 tarihli konferanslarda alınan kararlara ve sözleşmelere kayıtsız şartsız katılma kararı almıştır.[17] Katılma kararından önce İstanbul Hükümeti ile İtilaf Devletleri Fevkalade Komiserleri arasında yaşanan bir sorun hükümetin katılma kararını geciktirmiştir. İtilaf yetkilileri, Osmanlı polis ve zabıtalarının yabancı fahişeleri izlemesini ve yakalamasını kabul ettiği halde sınır dışı etme yetkileri olmadığını, bu yetkinin ancak İtilaf Kuvvetleri zabıtasında olduğunu savunmuştur.[18] Buna rağmen Hükümet Hukuk Müşavirliği’nin katılmama konusunda görüş bildirmesine rağmen ülkedeki fuhuşla mücadele çalışmalarına olumlu katkıda bulunacağı düşüncesiyle, katılma kararı almıştır.

Frengi İle Mücadele

Frengi, Osmanlı Devleti’nde ilk kez 1806-1812, 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşlarından sonra görülmüş, 1854 Kırım ve 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşlarından sonra da hızla artarak salgın halini almıştır. Fırıncılık yapmak amacıyla Rusya’ya gidenler ise buradan aldıkları frengiyi Sinop, Bolu ve Kastamonu çevresine yaymışlar, buralardan da Anadolu’nun diğer bölgelerine sirayet etmiştir. Galiçya bölgesinde yaygın olan frengi de cepheden dönen Osmanlı askerleri tarafından Anadolu’ya taşınmıştır. Özellikle hastalığın yayıldığı Kastamonu ve ilçeleriyle Bolu, Sinop, Bartın ve Düzce yörelerinde kalıtımsal frengi sonucu ölü doğumlar, süt ve okul çocuğu ölümleri görülmeye başlanınca hükümet 1897 yılında “Kastamonu Vilayeti ve Bolu Sancağı Frengi Mücadelesi Teşkilat-ı Sıhhiyesi Nizamnamesi”ni hazırlamış ve yürürlüğe koymuştur.[19]

İdari ve tıbbi bazı önlemleri içeren bu nizamname ile örgüt bir genel müfettişin yönetiminde çalışacak, 11 hastahane 25 gezici doktor ve 25 küçük sıhhiye memurundan oluşacaktır. Bütçenin durumuna göre de bu sayılar artırılabilecektir. Hastaneler, birinci kısmı zühreviye ve dahiliye, ikinci kısmı cerrahiye olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. Hastanelerde çalışacak doktorlarla gezici doktorlar ihtisas sınavına tâbi tutulacaklardır. Genel müfettiş, her yıl başında doktorların görevlerini yapıp yapmadıklarını, örgüte ait işlemleri talimata uygun olarak yerine getirip getirmediklerini rapor edip genel müdürlüğe bildirecektir. Bu kurumun memur ve müstahdemleri genel müdürün bilgisi olmadan başka işlerde çalıştırılmayacaklardır. Genel müfettişe harcırahı dahil olduğu halde en fazla 4000, birinci sınıf hastahane baştabibine 2500, ikinci sınıf hastahane baştabibine ve operatör hekimlere 2000, seyyar doktorlara harcırahları dahil 2500, küçük sıhhiye memurlarına da harcırahlarıyla birlikte 1000 kuruş maaş ödenecektir. Nizamnamenin halka getirdiği sorumluluk da hastalığın önünün alınabilmesi için oldukça önemlidir. Kastamonu Vilayeti veya Bolu Sancağı halkından olup da her nerede bulunursa bulunsun evlenmek isteyen erkekler veya kadınlar ellerinde sağlık belgesi bulunduracaklar ve gösterecekler, bulunmayanlar da gezici doktor veya yetkili herhangi bir doktora muayene olup belgelerini alacaklar ve ilgililere göstereceklerdir. Belgeler ancak bir yıl geçerli olacak, seyyar doktorlar bu belgeleri parasız vereceklerdir. Sağlık belgelerini göstermeyenlere kadılar tarafından nikah sözleşmesi için izin verilmeyecek, imamlar ve ruhani memurlar da nikah sözleşmesi yapamayacaklardır. Tüm hastahane personeli ile seyyar doktorların görevlerinin özel talimatname ile belirleneceği bu nizamnamenin yürütülmesinden de Dahiliye Nazırı sorumlu olacaktır.

I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Biga Kazası ve köyleriyle Çan Nahiyesi’nde de yoğun frengi vakaları görülmeye başlanınca hükümet bu nizamnamenin Kale-i Sultaniyye’de de (Çanakkale) uygulanmasını kararlaştırmış, nizamnamenin suretini Mutasarrıflığa göndermiştir.[20]

Başkent İstanbul, frengi salgınının en fazla hüküm sürdüğü bir şehir olduğundan burada da geniş ölçüde tıbbi, polisiye ve hukuki önlemler alınmaya çalışılmıştır. Sıhhiye Müdüriyet-i Umumiyyesi 1914 yılında Dahiliye Nezareti’ne göndermiş olduğu bir tezkerede İstanbul’da gittikçe artmakta olan frenginin yayılmasının önlenebilmesi için sıhhi ahlakla ilgili inzibat işlerinin düzenlenmesini ve gelişmiş ülkelerdeki gibi frengi ile mücadelenin inzibati kısmının polise devredilmesi gerektiğini, hastalıkla mücadelede ancak bu şekilde başarılı olunabileceğini bildirmiştir.[21] İstanbul Polis Genel Müdürlüğü de 12 Ocak 1914 tarihinde Dahiliye Nezareti’ne gönderdiği tezkerede Sıhhiye Müdüriyeti’nin isteğine uygun olarak frengi ile mücadelenin inzibati kısmının kendilerine devredilmesini istemiştir.[22]

Frengi ile mücadele için 18 Ekim 1915 tarihinde de “Emraz-ı Zühreviyenin Men-i Sirayeti” (Zührevi Hastalıkların Yayılmasının Engellenmesi) hakkında bir nizamname çıkarılarak yürürlüğe konulmuştur. Bu nizamnameye göre, zührevi hastalıkların yayılmasını ve bulaşmasını engellemek amacıyla özel örgüt kurulacak, bu örgüt İstanbul’da Polis Genel Müdürlüğü’ne taşrada mülki idareye bağlı olarak çalışacaktır. Zührevi hastalığı bulunan birisini muayeneden kaçıranlara, başka bir kişiyle ilişkide bulunmasına aracılık edenlere cezai hükümler uygulanacak, bu suçların işlendiği umuma ait binalar da geçici veya sürekli olarak kapatılacaklardır.[23] 26 Haziran 1920 tarihinde bu nizamnamede Polis Genel Müdürlüğü ile Sağlık Genel Müdürlüğü’nün önceki istekleri doğrultusunda değişiklik yapılarak inzibatla ilgili işler Polis Müdürlüğü’ne, sağlık ve idare ile ilgili işler de sağlık Genel Müdürlüğü’ne bağlanmış, Polis Genel Müdürlüğü’ne bağlı olan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tesisleri de Sağlık Müdürlüğü’ne devredilmiştir.[24]

Frengi ile mücadelede tıbbi, teknik, idari ve polisiye önlemlerin yanı sıra, halkın bilinçlendirilmesi ve aydınlatılması etkinliklerine de yer verilmiştir. Sağlık Genel Müdürlüğü, halkı aydınlatmak amacıyla yayınladığı bildirilerde, frenginin insanları zevk, sağlık ve yaşamdan yoksun bırakan ulusal bir afet haline geldiğine, dünya savaşına giren ve girmeyen pek çok ülkede görülmesine rağmen, ülkemiz insanının cahilliği ve sağlığını ihmal etmesi nedeniyle çok fazla yayıldığına dikkat çektikten sonra hastalıktan korunma yöntemleri hakkında bilgiler vermiş, bu hastalığa yakalananların kendilerini hemen tedavi ettirmeleri gerektiğine işaret etmiştir. Sağlık Müzesi’nde, frengiyi tanıtan, resim ve risalelerle korunma yöntemlerini gösteren özel bir daire açılmış, halkın bu müzeyi ziyaret etmesi için gazeteler aracılığı ile duyurular yapılmıştır.

Sağlık Genel Müdürlüğü bünyesinde oluşturulan Frengi Mücadele Komisyonu da frengi ve bel soğukluğunun tedavisine ilişkin sokaklara ilanlar yapıştırılması, Türkçe ve diğer dillerde halka konferanslar verilmesi kararını almıştır. Yabancı dilde yayımlanan risalelerden de çeviriler yapılarak Türkçe gazetelerde yayımlanmıştır. Erkek doktorlara muayene ve kontrol olmak istemeyen kadınlar için de acil olarak bayan doktorlar yetiştirilmesi kararlaştırılmıştır. İstanbul’un çeşitli semtlerinde sergiler ve müzeler açılması, sağlık müzesi sayısının artırılması, hatta şehrin mahallelerinde birer hafta sürelerle dolaşacak seyyar müzeler kurulması da alınan önlemler arasındaydı.

Frengi hastaları ve frengiden şüphesi olanlar için Üsküdar Mirahor Belediye Dispanseri’nde, Haseki Nisa Hastahanesi’nde, Cerrahpaşa Hastahanesi polikliniklerinde, Şişli Zührevi Hastalıklar Hastahanesi’nde ücretsiz muayene ve tedavi imkanları sağlanmış, Yıldız Askeri Hastahanesi ile Beşiktaş’taki Gaziosmanpaşa Mekteb-i Sultanisi de Zührevi Hastalıklar Hastahanesi’ne dönüştürülmüştür. Frengi ile mücadeleden en iyi sonucun alınabilmesi için parasal kaynaklara da önem verilmiş, bütçedeki ödeneklerin artırılmasının yanısıra tiyatro gelirlerinin beşte biri de bu çalışmalara ayrılmıştır. Halka ayrıca frengi tedavisi için dispanserlere başvuranlara her türlü kolaylığın gösterileceği frengi tedavisinde kullanılan ilaçların parasız verileceği duyurulmuştur.[25]

Sonuç

Ekonomik sıkıntılar, büyük göç hareketleri, savaşlar, doğal afetler zaman zaman toplumları ahlaki ve sosyal bunalımlarla karşı karşıya bırakabilmektedir. Geçmişte yaşanan benzer olaylardan ders alınmadığı sürece aynı sorunlarla tekrar karşılaşılmıştır. Örneğin Kırım ve Balkan göçleri yoksullukla fuhuşu beraberinde getirmiş, aynı sonuçlar Birinci Dünya Savaşı sonundaki İstanbul’a yönelik Rus ve Anadolu göçlerinden sonra da yaşanmıştır. En son tanık olduğumuz olay ise Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ekonomik sıkıntı nedeniyle Türkiye’ye gelen Rus ve Romen kadınlarının yaygınlaştırdığı fuhuştur.

Bu gelişmeler bize, toplumların refah düzeyleri yükseltilmedikçe, idari, yasal ve hukuki önlemlere gereken duyarlılık gösterilmediği sürece ileride tekrar aynı durumlarla karşılaşılacağını göstermektedir. Böyle durumlarda devletler derhal gerekli önlemleri almalı, ulusal ve uluslararası yardım ve hayır kuruluşları ortak organizasyonlarla olası tehlikeyi daha büyümeden önleyebilmelidir. Osmanlı Devleti’nin son döneminde fuhuşla mücadeleden beklenen başarı elde edilemediğinden, kontrolsüz fuhuşla yayılan zührevi hastalıklar sonucu cumhuriyetin ilk yıllarına kadar milyonlarca kişi sakat kalmış veya yaşamını yitirmiştir. Olağanüstü zamanlarda kolayca türeyebilen fırsatçılar Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında zührevi hastalıkların tedavisinde kullanılan Neoselvasan veya 606 diye tabir edilen yaşamsal ilaçları bile karaborsaya düşürebilmişlerdir. Hükümetlere düşen görev toplumun genel ahlakını ve sağlığını bozabilecek olağanüstü gelişmelere karşı hazırlıklı olmaktır. Ders alınmadığı sürece de tarih tekerrür etmeye devam edecektir.

Yrd. Doç. Dr. Mehmet TEMEL

Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 14 Sayfa: 169-172


Dipnotlar:
[1] Nuran Yıldırım, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Koruyucu Sağlık Uygulamaları”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c. V, s. 1329.
[2] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dahiliye Nezareti İdare Kısmı, Dosya: 89/1, nr. 2, Lef. 1.
[3] B. O. A., a.g.b., Lef. 4.
[4] B. O. A., a.g.b., Lef. 5.
[5] B. O. A., a.g.b., Lef. 13.
[6] B. O. A., a.g.b., Lef. 14-19.
[7] B. O. A., a.g.b., Lef. 20.
[8] B. O. A., DH. İD., Dos. 65, nr. 46, Lef. 1.
[9] B. O. A, a.g.b., Lef. 2.
[10] B. O. A., a.g.b., Lef. 4.
[11] Mehmet Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay 1998, s. 254-255; İstanbul’daki genelevlerin semtleri, çalışma koşul ve şekilleri hakkında bilgi için bkz: Clarence Richard Johnson (Ed. ), İstanbul 1920, Çev: Sönmez Taner, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yay., 1995, s. 306-315.
[12] Fransız Savaş Bakanlığı, İstanbul’daki askerleri arasında yayılma eğilimi gösteren zührevi hastalıklara karşı önlem amacıyla askerlerin fuhuş evlerini ziyareti esnasında prezervatif kullanmalarını öngören bir talimat çıkarmış, prezervatifler yerel komutanlık aracılığı ile askerlere dağıtılmıştır. Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul 1918-1923, İstanbul, İletişim Yay. 1994, s. 118.
[13] Temel, a.g.e., s. 268-269
[14] B. O. A., DH-KMS., Dos. I 61-1, nr. 62.
[15] Temel, a .g.e., s. 260-261
[16] B. O. A., HR. HMŞ. İŞO. , nr. 69/2, Lef. 1-22
[17] B. O. A., MV. Maz., Def., 223, nr. 167.
[18] B. O. A., HR. HMŞ. İŞO., a.g.b., Lef. 17.
[19] B. O. A., MV. Maz., Def., 240, nr. 51.
[20] B. O. A., DH. İD., Dos. 165, nr. 11.
[21] B. O. A., DH-EUM-EMN., Dos. 47, nr. 19.
[22] B. O. A., a.g.b., Lef. 3.
[23] Düstur, Tertip II, C. 7, s. 769-770.
[24] B. O. A., MV. Maz., Def. 254, nr. 129; B. O. A., DUİT. 15/2, nr. 28.
[25] Temel, a.g.e., s. 257-268.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.