Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı Denizlerinde Mesaha Çalışmaları

0 8.072

Şakir BATMAZ

Onsekizinci yüzyıl sonuna gelindiğinde büyük toprak kayıplarına karşın Osmanlı Devleti hâlâ çok geniş deniz kıyılarına sahip bulunuyordu. Kıyılar arasında en kolay ve ekonomik ulaşımın denizyolu olması, yakın tarihe kadar sayıları 2600’ü bulan ve 600’ü büyük tekne olan Türk ticaret gemilerinin Hindistan, Yemen, Arabistan, İran ve Avrupa ile iş yapan armatörler emrinde seyr-ü seferleri, sınırların lüzumundan fazla tevessü etmesi özelliklede vâsi ülkelerde normalden çok kıyıların bulunması dolayısıyla her an saldırıya maruz kalıyor olması denizciliğin toprak kaybına rağmen önemini artıran unsurlardır. Bu önem beraberinde donanmanın modernizasyonu, deniz trafiğinin tanzimi ve deniz haritacılığının geliştirilmesi gibi unsurları da ön plana çıkarmıştır.

Yükseliş devrinde deniz-kara mesâhası[1] ve harita çalışmaları nazarî olarak, Akdeniz dillerinden birçoğuna vakıf, matematik ve coğrafyada bilgili Osmanlı Amiralleri tarafından münferiden yapılmakta idi. Tunuslu Hacı Mehmet Reis’in İzahlı Haritası (1559), Ali Macar Reis’in Yedi Paftalı Atlası (1567), 1573’te ölen Galatalı Nakkaş Nigârî Reis’in (Çelebi) Dürer-i Deryâsı ve Gazavât-ı Sinan Paşası, Sinoplu Safâyi’nin Gazavât Nâme-i Kemâl Reisi, Murâdi Sinan Reis’in Barbaros tarafından dikte ettirilen Gazavât-ı Hayreddin Paşası ve Feth-i Kal’a-i Novası XVI. asırda yazılan bu türden eserlerdendir. Ancak bu devir deniz haritacılığının en mühim isimleri Pîrî Reis ve Seydî Ali Reis’tir. Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye adındaki büyük eseri, Akdeniz kıyılarını ve adalarını gösteren yüzlerce paftadan müteşekkil bir atlastır. Pîrî Reis ayrıca 1513 ve 1528 tarihlerini taşıyan iki dünya haritasında Atlas Okyanusu kıyılarını incelemiş Grönland’dan Florida’ya kadar olan kıyılar, çağdaşlarından daha mükemmel olarak ceylan derisi üzerine sekiz renkte çizilmiştir. Seydî Ali Reis ise Hindistan seferini anlatan Mir’âtü’l-Memâlik’i ve Muhît’i ile tanınmıştır. Muhît deniz coğrafyası, astronomi ve matematik için son derece mühim bir kaynaktır.[2]

Yükseliş devri Osmanlı deniz coğrafyasına ait bu mühim eserler XVIII. yüzyıla girerken Avrupa’da gelişen deniz teknolojisiyle beraber haritanın önem kazanması karşısında yetersiz kalmıştır. Özellikle Fransa’da “Service Geographique de L’Armee”, Almanya’da “Landes Aufnahme” gibi askerî harita çizim kuruluşları oluşturulmuş, modern cihazlarla teçhiz edilmiş gemilerle kıyı mesâha çalışmalarına girişilmiştir.[3] Bu durum Moralı Ali Efendi’nin Umûr-u Bahriye Nazırlığı zamanında bir dereceye kadar nazar-ı dikkate alınmış ve Tersane-i Amire’de bulunan şimdiki büyük havuzun yanında “mühendishâne” namıyla bir mektep inşasına başlanılmıştır.[4] 1776’da kurulmuş olan Mühendishâne-î Bahrî Hümâyun 1824’te yeniden düzenlenip Mektep-i Bahriye’ye[5] dönüştürülürken buraya bağlı olarak Tersane-i Amire Hendesehanesi’nde “Gemi Yapım Tekniği Bölümü”nün yanı sıra bir de “Harita Tekniği ve Coğrafya Bölümü” oluşturulmuştur.

Yapım Tekniği Bölümü’nü bitirenler mimâr, Harita Tekniği Bölümü’nü bitirenler ise gemilerde çalışmaya Birlik Katipliği’nden başlayarak maharetli olanlar gemi kaptanlığına kadar terfi edebilmekte idi. Ancak öğrenci ve öğretmenlerin aldıkları maaşla geçinemediklerinden okulu bırakarak başka işlere koyuluvermeleri yeni bir düzenlemeye gidilmesini zarûrî kılmıştır. 2 Şubat 1825’te kabul edilen yeni düzenlemeye göre Hendesehane yine iki bölümden oluşmakla beraber, her bölüm üç sınıf olarak düzenlenmiştir. Harita Tekniği’nin sınıfları 15’er kişi olup ilk sınıfa kaptan ve zabit çocuklarından yetenekli olanlar alınacak, birinci sınıf öğrencisine 45 kuruş aylık, günde iki ekmek, ikinci sınıfa 30 kuruş aylık, bir ekmek, üçüncü sınıfa da 15 kuruş aylık ve 1 ekmek verilecektir. Hocalıktan boşalma olduğu takdirde son sınıf öğrencilerinden biri Tersane Emini ve Sancak Kaptanları huzurunda sınav vererek atanacaktır. Okutulacak derslere gelince birinci sınıfta usûl-ü hendese, cebir ve mukabele, ikinci sınıfta harita-i fennî, coğrafya ve ölçme, üçüncü sınıfta ise ilm-i hesab ve kitâbet olarak tanzim edilmiştir. Bu gelişme Osmanlı Devleti’nin düzenli ve teknik deniz haritaları yapımı alanında attığı ilk organize adımdır. 1818 yılında İstanbul’da ilk “Kara Haritacılık Okulu” açıldığı göz önünde tutulursa deniz haritacılığının da hemen hemen aynı yıllarda başladığını söylemek mümkündür.[6] Mühendishâne-i Bahrî Hümâyun’un birçok noksanlığına rağmen bünyesinde yetiştirdiği zabitleri artık mesâha çalışmalarına katılabilecek seviyeye getirdiği muhakkaktır. Bu konuda ilk teklif 1845 yılında Ruslar tarafından gelmiştir.

Karadeniz’in ilk mesâhası 1825-1836 yılları arasında Rus Bahriyesi’nden Kolağası Manganari adlı bir mühendis tarafından yapılmıştır. Karadeniz iskandil ölçümlerinin tamamlanıp haritalarının yayınlanmasından sonra Ruslar albay rütbesine yükseltilmiş olan Manganari’nin başkanlığında Marmara’nın iskandillerinin[7] ortak yapılması için Osmanlı Devleti’ne bir başvuruda bulunmuşlar ve bu başvuru incelenerek Bâbıâlî tarafından olumlu görüş bildirilmiştir. 1845 ve 1847 yılları arasında devam eden bu ölçüm çalışmalarında sadece Marmara’nın yüzölçümü bulunmamış yatağı araştırılarak derinliğinin tespiti yoluna da gidilmiştir. Birçok iskandillerden başka dokuz yerde en uzun iskandille deniz dibinin şekli çıkartılmıştır. Bu çalışmalar Osmanlı Devleti tarafından tahsis edilen Gülsefid adlı bir korvetle yürütülmüştür. Ayrıca bu gemiye Bahriye Mektebi’nden yetenekli on öğrenci ile tersane kaptanlarından işbilir bir şahsın tayini hususunda çıkan irade üzerine Gülsefid süvarisi Ahmed Hoca, kaptan olarak, Hasan Kaptanzade Ali Efendi, kaptan yardımcısı olarak, Mahmudiye Kalyonu yüzbaşılarından Çuhadarzade Mehmed Efendi ile Bahriye Mektebi son sınıf öğrencilerinden on kadarının gemide vazife alması Bahriye Meclisi tarafından uygun görülmüştür. Tefrîk edilen on öğrenciye bir defaya mahsus olmak üzere ve emsal gösterilmemek şartıyla 500’er kuruş harcırah verilmesi ve halen 80 guruş olan maaşlarının, gemide görev yaptıkları sürece muvakkaten 250’şer kuruşa çıkartılmış olması ve bunlarla beraber gemide görev yapanların toplamının 180 kişi olarak belirlenmesi hususu yine Meclisçe karara bağlanmıştır. Belirlenen miktardaki harcırahların tersane bütçesinden verilmesi hususunda da irade sadır olmuştur. 1848 yılında bitirilen çalışma sonuçları “Marmara Kılavuzu” adıyla yayınlanmış ve güncelliğini yitirmeden yıllarca kullanılmıştır.[8]

Marmara iskandil ölçümlerinin sonuçlanmasının ardından Ruslar Karadeniz’de ortaklaşa mesâha çalışması için tekrar başvurmuştur. İlk çalışmanın başarılı ve yararlı sonuçlanmış olması göz önünde bulundurularak ikinci başvuru da kabul edilmiştir. Bu yeni teşebbüsle Karadeniz’de ikinci mesâha çalışması 1848 yılında başlatılmış ve Ruslar tarafından gönderilen gemilere Osmanlı Devleti’nden de Ahter ve Neyyir-i Zafer adlı brikler eşlik etmiştir. Bu iki brike bahriyemizin yetenekli Binbaşılarından Edhem Bey komutan olarak atanmıştır. 1849 tarihli Kaptan-ı Derya Refet Süleyman Paşa’nın konuyla ilgili talîmâtnâmesinde gemi personelinin nizâm ve intizâmına titizlik gösterilmesi, görevi başında veyahut tâlimlerde gürültü eden ve edebe aykırı harekette bulunanların engellenmesi emredilmektedir. Ayrıca Karadeniz sahillerinde bulunan liman ve yerleşim bölgelerinin suyunu ölçmek ve haritasını çıkartmak ameliyesindeki Rus mühendislerin çalışmalarının bizim mühendisler tarafından adım adım takibinin önemine dikkat çekilmektedir. Rus gemilerinin herhangi bir limana demirleyip ikameti esnasında mürettebatın hâl ve hareketleri gizli olarak ve dikkatlice izlenecek, bölgenin valisiyle görüşme talepleri olursa Türk subayları üniformalı olarak refakat edecektir. Rus zabitlerinin karada üniforma giymesi halinde Türk zabitleri de resmî olarak yok eğer sivil iseler bizimkiler temiz, bakımlı ve kendilerine yakışır şekilde sivil elbise giyebilecektir. Sefer esnasında hiçkimse tarafından Rus gemilerine taarruz edilmeyecek, çalışmalarında kolaylık gösterilecek milliyetine bakılmaksızın ast-üst ilişkisine kati surette riâyet edilecektir.[9]

1853 yılında biten çalışma nihayetinde Türk zabitânı Ruslarla gayet samimi bir şekilde çalışmış, terbiyeleri ile takdir toplamış ilmî ve fennî bilgileri hayret ve hayranlık uyandırmıştır. Ruslarla yapılan ortak mesâha çalışmalarının ardından Karadeniz, Akdeniz ve Marmara Denizi’nde İngilizlerle ve Fransızlarla da çalışmalar yapıldığı elimizdeki belgelerden anlaşılmaktadır. Bu tarihlerde devletin sınırları içinde gerek ticarî gerekse askerî seferlerin selameti ve bahriye zabitânının yetişmesi için kullanılan haritaların yabancı ülkelerden özellikle de İngiltere’den getirtiliyor oluşu ve lisanlarından dolayı da ihtiyaca yeterince cevap verememesi Osmanlı Devleti’nin kendi gayretiyle daha lokal mesâha çalışmaları yapmasını zorunlu kılmıştır.[10]

Özellikle Karadeniz’in her iki taraf sahilinin haritasını çıkartmak üzere 1887 tarihinde Utarid Korveti yerli mühendisler eşliğinde ve Binbaşı Mehmed Efendi’nin nezaretinde Karadeniz’e hareket etmiştir.[11] Hatta 1886 tarihinde İngiltere Bahriye Nezareti tarafından Hariciyemize yapılan müracaatla Kâle-i Sultanî’den başlayarak Ege ve Yunan kıyıları ile Taşoz, Semendirek, İmroz Adaları ve İzmir Körfezi’nde mesâha yapmak isteği hükümetten alınan 1889 tarihli tezkire ile reddedilmiştir.[12] Gerekçe olarak da Adalar etrafında bulunan torpidolar ile İzmir limanının mühim ve mutena bir mahâl olmasından dolayı buraların mesâhasının tersaneden gönderilecek zabitân tarafından yapılmasının uygun olacağı belirtilmiştir. Hemen Tersane-i Amire’den iki geminin teçhiz edilerek limanların, boğazların ve adaların muntazam haritalarının çıkarılması ve bütçeden ilk yıl için 8000 diğer yıllar için ise 5’er bin lira tahsis edilmesi kararlaştırılmıştır.[13] 1890-1900 yılları arasında okul gemisi olarak kullanılan Mehmed Selim Fırkateyni, Heybetnüma Korveti ve Nüvid-i Fütuh Briki ile Deniz Harp Okulu öğrencilerine deniz trafiğinin yanı sıra deniz ölçüm ve harita eğitimi yaptırılmıştır. Bu eğitimler belli bölgelerde deniz haritası alımı ağırlıklı sürdürülmüştür.[14] 1896 tarihinde “Rusya Coğrafya Cemiyeti”nin Marmara’da yapacağı mesâha çalışması için Osmanlı Devleti’nin tahsis ettiği Yenikapı Vapuru küçük ve gayrı muntazam olmasından dolayı başka bir geminin tahsis edilerek heyete refakatle de Bahriye Kolağalarından İhsan Efendi görevlendirilmiştir.[15] Fakat heyetin daha önce İngilizlere uygulandığı gibi Adalar Denizi’ne girişi yasaklanmış ve durum İhsan Efendi’ye telgrafla bildirilmiştir.[16]

Burada Osmanlı Devleti için hassasiyet taşıyan yerlere ilmî heyetlerin ilk müracaatlarda olduğu gibi kolayca müsaade alamadıkları, alanlara da araştırma sahasının mahdut tutulduğunu görmekteyiz. Bunda devletin 50 yılı aşkındır devam eden mesâha çalışmalarının neticesinde teknik eleman ve teçhizat olarak kendi kendine yeter hale gelmesinin de etkisi vardır.

1903 yılında deniz zabitlerimizden Rahmi Bey, Fav Boğazı ve Basra Körfezi’nin planlarını yine bir asker olan Ahmed Rasim de Sivastopol Akvaryumu Müdürü Zernov ile birlikte Midye’den Kızılırmak’a kadar olan kıyılarda ve açıklarında mesâha çalışması yapmışlardır. Yine de 1908 yılına kadar olan süreyi kara haritacılığında olduğu gibi deniz haritacılığında da bir duraklama dönemi olarak nitelendirebiliriz.[17]

Bu zamana kadar elde edilen deniz haritaları başlangıçta Mekteb-i Bahriye Matbaası’nda taş baskı olarak tab olunmakta idi. Burada tab olan haritalar arasında 1840 tarihli bir Karadeniz haritası da vardır. Kasımpaşa’daki Bahriye Matbaası 1884 yılından itibaren çok muntazam deniz haritaları basmaya başlamıştır.[18] 1886’da harita tab eden matbaanın hazırladığı Marmara haritası II. Abdülhamid tarafından pek beğenilmiş ve Matbaa Müdürü Fuad Bey’le oradaki zabitâna Sanayi Madalyası verilmiştir.[19]

Özellikle tüccar kaptanların ve zabitlerin İngilizce haritalardan yeterince istifade edemeyişi nedeniyle[20] 1891 yılında iki deniz subayı bakır ve çelik üzerine harita grave etmek sanatını tahsil için İngiltere’ye gönderilmiştir. Subaylar iki senelik bir tahsilden sonra İstanbul’a gelmişler ve Bahriye Matbaası’nda çalışmaya başlamışlardır. Evvela Bingazi limanının ardından da Selanik ve İzmir limanının haritaları bakır üzerine hakkedilmiştir.[21] Yeni ustaların yetişmesiyle bu sanat Bahriye Matbaası’nda ilerlemiş bakır, çelik levha ve taşa mükemmel surette haritalar işlenmeye başlanmıştır.[22]

1909 yılından itibaren deniz haritacılığının geliştirilmesi kararlaştırılarak Genelkurmay’ın V. Şubesi deniz haritaları ve deniz trafiği hizmetleriyle görevlendirilmiştir. Böylece umûr-u seyriyye’nin takibi, deniz fenerlerinin yönetimi ve harita işleri bu şubenin uhdesine verilmiştir. Şube planlı bir şekilde Karadeniz’de muhtelif yerlerin haritalarını yapmaya başlamış ve 1911 yılında bu görevini tamamlamıştır. 1911 yılının sonuna gelindiğinde deniz haritalarının ulusal ve uluslararası önemi daha iyi anlaşıldığından V. Şube görevini yeni kurulan VIII. Şubeye devretmiştir. Muhtemelen “Seyir Hidroğrafi ve Oşinoğrafi Dairesi”nin kuruluşu da aynı yıldır. Bu dairenin ilk başkanı deniz binbaşı Sezai Bey’dir.

Sezai Bey üç yıllık süre içinde Zonguldak limanı planı, İzmit-Gölcük haritası, Rumeli Karaburun batı limanı planı ve Kızıldeniz’de iskandil çalışması gibi faaliyetlerde bulunmuştur.[23]

Osmanlı Devleti, özellikle tuz, tönbeki, silah kaçakçılığı, esir ticareti ve korsancılık faaliyetlerinin men’i yanında Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla (1869) artan önemini de dikkate alarak Kuzey Afrika sahilleri ve Kızıldeniz’de donanmadan bir filoyu sürekli hazır bulundurmuştur. “Bahr-i Ahmer Komodorluğu” maiyetinde bulunan istimbot ve gemilerden oluşan bu donanma Kızıldeniz, Hint Okyanusu, Basra Körfezi ve Atlas Okyanusu’nda faaliyet göstermiştir.[24] Anadolu Yarımadası’nı çevreleyen sahillerden sonra Osmanlı Devleti’nin çok önem verdiği bu coğrafyayla ilgili olarak da özellikle İngiltere’den getirtilen haritalar kullanılmaktadır.[25] Muhtelif zamanlarda İngilizler tarafında yapılan mesâha çalışmaları bir yana Osmanlı Devleti bu çalışmalara kendi gayretleriyle ancak 1908’den sonra başlayabilmiştir.

1914 yılı başlarında bir Alman ticaret gemisinin, Kızıldeniz’de yerleri bilinmeyen mercan resiflerine çarparak batması Almanya’nın sert bir nota ile Osmanlı Devleti’ni uyarmasıyla sonuçlanmıştır. Almanya’nın Kızıldeniz’in haritalarının ivedilikle yapılmasını istemesi neticesinde İngiltere Deniz Kuvvetlerinden emekli Binbaşı Arsor Traskot bu göreve uygun bulunarak çağırılmıştır. Binbaşı Arsor ölçüm aletleri ve malzemeleri ile beraber emrine ayrılan Beyrut yatıyla çalışmalarına başladığı esnada Büyük Cihan Savaşı patlak vermiş, Binbaşı Arsor ülkesi İngiltere’ye dönerken Beyrut Yatı da mürettebatıyla birlikte İstanbul’a doğru yola çıkmıştır. Dönüş yolculuğunda Urla yakınlarında yat, İngilizler tarafından batırılmıştır. VIII. şubenin emrine batan Beyrut Korvetinin yerine 1914 yılı sonlarından 1927 yılına kadar Zühaf Gemisi tahsis edilmiştir.

1916 yılı ve daha sonraki yıllarda genelde savaş bölgelerinden uzak liman ve yörelerin haritalarının yapımı ile uğraşılmıştır. Kurtuluş Savaşı’ndaki mücadeleler kara savaşları yoğunlukta olduğundan bu sürede Samsun limanı dışında herhangi bir faaliyette bulunulmamıştır. Kurtuluş Savaşı sonuçlandığında, Deniz Harita Şubesi, Bahriye Nezareti’ne bağlı olarak görevini sürdürmekte idi. Bu durum, Deniz Harita Şubesi’nin Harita Genel Müdürlüğü emrine verileceği 1928 yılına kadar devam etmiştir.[26]

Şakir BATMAZ

Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 14 Sayfa: 915-918


Dipnotlar:
[1] Mesâha: Arazinin ilm-i hendese ile ölçülmesi anlamındadır. Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî’sinde kelimeyi “misâha” şeklinde kullanıp mesâhanın galat olduğunu ifade etse de çağdaş kaynaklarda mesâha şeklinde kullanılageldiğinden kelimenin mesâha olarak kullanımı uygun görülmüştür. Kıyı mesâhası denizlerin, kıyıların ve limanların haritasının yapılması anlamındadır.
[2] Yılmaz Öztuna, “Osmanlıların Yükselme Çağında Türk Denizciliği”, Türk Kültürü, S: 34, 1965, s: 750.
[3] Cevat Ülkekul, Cumhuriyet Dönemi Türk Haritacılık Tarihi, İstanbul 1988, s: 13.
[4] Abdurrahman Aygün, ’’Ruslarla Müştereken Karadeniz ve Marmara’nın Mesahası”, Haritacılar Mecmuası, s: 13, 29-I. Teşrin 1936, s: 61.
[5] Mekteb-i Bahriye ve buradaki haritacılık faaliyetleriyle ilgilili bkz: Ertuğrul, Deniz Okulumuz, 18 -İkinciteşrin- 1936.; Deniz Harp Okulu Tarihçesi, DKK. Yay.; Rasim Ünlü, Deniz Lisesi Tarihçesi, DKK, Yay.
[6] Fahri Çoker, Deniz Harp Okulumuz 1773, DDK. Basımevi, Ankara 1994, s: 13.
[7] İskandil: Deniz derinliğinin ölçüm işi.
[8] Safvet, Filasalar, Matbaa-i Bahriye, İstanbul 1329, s: 50-51.
[9] Safvet, a.g.e., s: 65-67; İslam Erokan, “Türkiye’de Deniz Haritacılığı”, Harita Dergisi, S: 54-55-56, 1958, s: 59.
[10] Deniz Müzesi Arşivi (DMA), Mektûbî, 509/3.
[11] DMA, Mektûbî, 509/246.
[12] DMA, Mektûbî, 507/121; Mektûbî, 509/247-1.
[13] DMA, Mektûbî, 509/246.
[14] Ülkekul, a.g.e., s: 73.
[15] DMA, Mektûbî, 907/135.
[16] DMA, Mektûbî, 903/32.
[17] Ülkekul, a.g.e., s: 73.
[18] BDA, Şûrâ-yı Bahrî, 234/52A.
[19] BDA, Yoklama Defteri, No: 14.
[20] BDA, Şûrâ-yı Bahri, 211/111A.
[21] BDA, Mektûbî, 1027/93; Mektûbî, 975/11.
[22] Haluk Şehsuvaroğlu, Deniz Tarihimize Ait Makaleler, İstanbul 1965, s: 378-379
[23] Ülkekul, a.g.e., s: 73-75.
[24] BDA, Erkân-ı Harbiye-i Bahriye, 65/21.
[25] BDA, Mektûbî, 509/3.
[26] Ülkekul, a.g.e., 75-78.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.