Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı Bosnası

0 12.548

Doç. Dr. Nenad MOAANİN

Özellikle Güney Slav ve Boşnak tarihçiliğinde çeşitli yazarlar, Bosna’nın İmparatorluk içindeki durumunun “sıradan” olmadığını savunmaktadırlar. Bu fikirler “kendine özgülük” ile “yanbağımsızlık” arasında değişiklik göstermektedir. Hatta eyaletin İmparatorluk içindeki bir “devlet olduğu” fikri bile kullanılmıştır. Son yüzyılda, bu görüşlerin oluşmasında üç aşama fark edilebilir. Bunların ilki, Müslümanların etnik ilişkileri pek de istikrarlı olmayan bir şekilde kavrayışlarıyla ikiye katlanan bir duygusal milliyetçilik devriydi. Bu aşama hemen hemen 1945’e kadar devam etmiştir. Bundan sonra, hemen hemen 1990’a kadar süren Yugoslav Marksist yaklaşım egemen hale gelmiştir. Ancak, bu dönemin ikinci safhasında Müslümanların özel etnik kimlikleri güçlü bir şekilde teyit edilmiştir. Son olarak, 1992-1995 savaş yıllarını da içine alan son on yılda iki karşıt görüş ortaya çıkmıştır: biri sert, biri milliyetçi ve diğeri ise geçmişin daha dikkatli şekilde incelenmesini savunan “liberal” görüş.

Böylece, Bosna’yı, bir Osmanlı eyaleti için en azından özel bir örnek yapan faktörlerin; 1. “imtiyazlar”a kısmi bir neden oluşturan sınır toprağı olma özelliği, 2. Müslümanlığa kitlesel geçiş, 3. Mülklerin ve bir dereceye kadar yönetici sınıfın mevkilerinin kalıtsal doğası, 4. Bir öncekinin somut örneği olarak nev’i şahsına münhasır sipahi eksenli askeri yönetim sistemi olduğuna inanılmış ve hala inanılmaktadır.[1] Bence, bunlar eşit şekilde önemli değildir. Bunlardan sadece biri, Müslümanlığa geçiş, önde gelen bir öneme sahiptir. Diğerleri, özellikle köylülerin geniş oranda din değiştirmeleri olmaksızın çok özel bir olgu haline hiçbir zaman gelemezler. Bazı tarihçilerin görüşüne göre, Bosnalılar yerel işlerde daha fazla hareket özgürlüğüne sahipti, çünkü bu topraklar “imparatorluk ülkesinin en kenarında” bulunmaktaydı ve son derece “korunmasız”dı. Bu sebeple Müslüman nüfusun neredeyse tamamı savunmada yer almak zorunda kalmıştır. Ancak, bu eyaletin gerçek stratejik değeri hiçbir zaman en yüksek düzeyde olmamıştır.

Önce Budapeşte sonra Belgrat, Bosna’yı önem bakımından geride bırakmıştır. Bosna hiçbir zaman ana hedef olmamışsa da, 17. yüzyıl sonlarına kadar hiçbir rakip Hıristiyan güç Osmanlı İmparatorluğu içinde daha geniş bir toprak ya da bir toprak parçasını işgal ya da fethedememiştir. Yoksulluk, Bosna’da binlerce “savunmacı” “üreten”, bazen köylüleri de olmak üzere birçoğunu tüm ya da en azından sıra dışı vergilerden muaf tutan kesin bir etken olmuştur. Merkezi hükümetin politik planlamasıyla birlikte, akınlar ekonominin önemli bir kolu haline gelmiştir. Benzer bir gelişmeyi Habsburglar tarafından da görmekteyiz; genellikle “uskaklar” olarak bilinen Senj garnizonu hepsinin içinde en saldırganıydı ve Osmanlı yönetimindeki komşu topraklar için bir başbelasıydı, çünkü Senj çevresinde tarım imkanları bulunmamaktaydı.

Bosna’nın nüfusunun büyük bir bölümünün, Osmanlı yönetiminin erken safhalarında Müslümanlığa geçmesi olgusu ile ilgili birçok polemik vardır. Temel olarak eski Yugoslavyalı ve özellikle Bosnalı yazarlar, bazı noktaları açıklamada son derece başarılı olmuşlardır; fakat son çözümlemede ya yanlış sonuçlara varmışlar ya da bu fikirden ayrılmayı benimsemişlerdir.[2]

“BogomiNik” aracını kullanarak, kişinin acı veren düşüncelerden kolayca kurtulabileceği fikri etkisiz hale gelmiştir.[3] “Bosna kilisesi”, “mükemmeller” elitinin dar anlamda, din adamı olmayan kitlelerce desteklendiği bir kurumdu. “Mükemmeller” kuşkusuz Papa’dan, Macar krallarından ve onların Haçlı Seferleri’nden nefret ediyordu, fakat bu nefretin onları Müslüman yaptığını söyleyemeyiz; din adamı olmayan kitleler için bu sebepler mevzubahis değildi. Ortaçağ Bosna Devleti’nin son onyıllarında, bu kitleler zorla Katolikliğ’e döndürülmüşlerdir. Ruhani eğitimlerinin son derece fakir olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanında, derviş yorumunda olduğu gibi, Hıristiyan mezhepleriyle ilgili ikili doktrinler Müslümanlığı benimsemeye özellikle uygun görünmemektedir. Diğer yandan, 15. yüzyılın sonlarına kadar yerel nüfus arasında İslam inancının önemli şekilde paylaşılmasına sebep olan birinci dalga din değiştirmenin, Bosnalı “kafirler”in kaderiyle bağlantılı olduğu varsayımı buna önemli bir destektir.

İyi bilinen bir hikaye, Bosna’nın “bütün” insanlarının Fatih Sultan Mehmed’e sadakat gösterdiklerini ve onu gördükleri anda hemen İslam’ı bir kerede benimsediklerini söylemektedir. Elbette ki, bu çok büyük bir abartmadır. Şimdiye kadar çoğunlukla gözden kaçan bir etken, bu hikayeye inandırıcılık katabilir. Bursa’da ve İmparatorluğun iç alanlarındaki diğer yerlerde, Osmanlı fethinden sonra uzunca bir süre (yarım yüzyıl), “Bosnalu” adı verilen birçok (birkaç yüz) köleye rastlamaktayız. Bu anlaşılması güç bilginin ardında ne yatmaktadır? Bu köleler hangi dini gruba aittir? Büyük ihtimalle, bunların çoğu “Bosna Kilisesi”nin taraftarlarıdır. Bosna’daki kafirlerin köle olarak satıldıkları uzun süre tespit edilen bir husustur. Yeni yerel Osmanlı yöneticileri bunu sade bir şekilde devralmış olabilirler. Dahası, demek ki burada bu özel dini grubun korunmalarının Ortodokslar veya Katoliklerde olduğu gibi, antlaşmalar ve sultan beratları tarafından güçlendirilmediklerini görmekteyiz. Sade inananları değil seçkin ve “kıdemli”leri akla getiren tahrirlerde, “sadece” bazı yüzlerce insanın açıkça bu kilisenin üyeleri olarak tayin edilmesi son derece mümkündür. Böylece hipotezimiz şöyle devam etmektedir: İlk din değiştirenler, temel olarak “Bosna Kilisesi” taraftarlarından gelmektedir. Bazıları, eski Macar düşmanına karşı nihayet savaşabilme hevesiyle orduya katılırken, bazıları ise özgür insanlar olarak durumlarını koruma amacıyla bunu yapmışlardır.

Aynı zamanda bir sipahi ya da akıncı olma fırsatı çok umut vericiydi ve Osmanlılar korunmasız sınır alanında gerçekten de gönüllülere ihtiyaç duymuşlardır. Böylece sadece “kafirler” değil, Katolik ve Ortodokslar arasından da bir hayli sayıda kişi orduya katılmış ve sonuç olarak inançlarını değiştirmişlerdir. Böyle bir kişi eski topraklarını elinde bulundurabiliyor ve bunun yanında, hayatta kalmasını sağlayan bir servet ve askeri kariyer yapabiliyordu.

Mohaç Savaşı’ndan önce oluşturulan Bosnalı sipahiler listesi, Bosnalıların (ve henüz fethedilen bugünkü iç Dalmaçya’dan Hırvatların) oranının yüksekliğini meydana çıkarmaktadır. Açıkça, bunların hemen hemen hepsi, din değiştiren mahkumlar veya gönüllüler veya böyle insanların soyundan gelen kimselerdi. Bazıları, hizmetlerindeki meziyetleri dolayısıyla bir tımar sahibi olma fırsatına sahip olamamışlardır. Bu, özellikle, Knin’den ve (1522’de fethedilen) yanındaki yerlerden olan Hırvatlar için geçerlidir. Genel olarak, tımarları düşük, bazen çok düşük nakit değere sahipti. Böylece belki de, gerçek soylular ve sade sıradan kişiler arasında bir grup olan eski özgür köylüleri ele almak durumundayız.[4]

Burada konumuzla yakından ilgili, önemli fakat çarpıtılmış bir görüşe, iddiaya göre Osmanlılar tarafından Bosnalı Müslümanlara devşirmede yer almalarına olanak sağlayan izin vermeleri ayrıcalığı rivayetine dikkat etmeliyiz.

Son dönem tarihçileri ve bazı eski yazarlar, bu delilin, ünlü “Yeniçeri Kanunu”nun bir bölümünde bulunabileceğine bizi inandırmak için uğraşmışlardır. Önce, bunun, 1724’ten beri Bosna’da bulunduğu görülen bir kopyası, belki de sadece küçük bir bölümü, 1900’de romantik Ba{agi/’in dikkatini çekmiştir. Sonra, orijinal metnin 1988’de yayınlanmasından sonra, bugün büyük ihtimalle ulusal amaçlara daha “tarihi” bir destek vermek fazladan niyetiyle, 1997’de Handîi/ tarafından tekrar kullanılmıştır.[5] Bu kaynak çok değerlidir, fakat son derece farklı bir anlamda orijinal metin (1606) sadece Bosna’ daki devşirme uygulamasını engelleyecek hiçbir kanun yapılamaz demiş, ancak her iki yazar ise bunu “Sadece Müslüman çocuklarının alınması kanun tarafından emredilmektedir” gibi “çevirmişlerdir”. Sonradan metin (kanun değil, bir risale), yazarın temel kaygısını açığa çıkarmıştır: gerçek soru, Etnik Türklerin yeniçeri birliklerine sızmalarıydı. Güvenilir değillerdi ve bu sebeple dürüst bir deveşirme çok daha iyiydi. Böylece Türkler Müslüman oldukları için değil, fakat kesinlikle Türk oldukları için uzak tutulmalıydı. Eğer elde güvenilir Müslümanlar varsa, onların çocukları neden alınmasın ki? Yine de, başlangıçta, devlet etnik Türkler dışında diğer Müslüman unsurları büyük oranda bulundurmaktaydı. Böylece, Osmanlıların ilke olarak Müslüman adaylara düşmanca olmadıkları görülmektedir: diğer yandan, güçlü bir İslamlaşma hareketi yaklaşık 1500’den sonra Bosna’da hızlı bir ilerleme kaydedince, devlet, muhtemel iyi asker ve saray hizmetlilerinin kaybını nasıl telafi edeceği konusunda kolayca endişelenmeye başlayabilirdi. Böylece, basit ve etkili çözüm mevcut uygulama ile devam etmiştir. Mükemmel şekilde, risalenin yazarının dediği gibi: hiçbir engel yoktu.

İlk Osmanlı incelemeleri yaklaşık 1485’e kadar Bosna’da son derece sınırlı sayıda Müslüman olduğundan bahsetmektedir, daha sonra yaklaşık 1500’e kadar yavaş bir artış göstermektedir. Yeni yüzyıla girilince, özellikle yirmilerin sonunda[6] ve 16. yüzyılın ortalarında zirveye ulaşmak üzere, İslamlaşma hız kazanmaya başlamıştır. Müslüman çoğunluk tartışılmaz bir gerçek haline gelmiştir.[7] Bu arada, Hıristiyan, ya da özellikle Katolik nüfus -burada Sırp- Ortodoks Ulah papazlarını bir kenara koymalıyız- son derece hızlı bir şekilde çoğalmaktaydı. Fransiskanlar’lar II.Mehmedden bir ahdname almıştı ve durumları diğerlerine nazaran daha güvenliydi. Papazların, kilisenin ve ruhani eğitiminin eksikliği, onları din değiştirmeye zorlamamıştır.[8] Erken bir 17. yüzyıl belgesinde Katolik kilisesine olan katı inançları hariç her alanda, hemen hemen hiç disiplin altına alınmamış görünmektedirler. Bundan sonra gerçekten ne olmuştur?

Bosna’nın, Osmanlılar gelmeden önceki, bazı yüzyıllar boyunca bile sürekli olarak şiddetli kıtlık krizlerine maruz kaldığını biliyoruz. Yeterince sığır ve maden vardı fakat hububat bulunmamaktaydı. Sadece, vergi baskısının bir hayli gevşediği dönemlerde, sıradan tarımcıların hayatta kalması tehlikede değildi. Bunun dışında, açlıktan kaynaklanan hastalık, göç, çocukların köle olarak satılması ve basitçe ölüm olabileceği düşünülebilir. Bu sebeple, başlangıçta ılımlı Osmanlı rejimi, imparatorluktaki diğer bazı alanlarda olduğu gibi,[9] kesin bir yenilik meydana getirmiştir. Ancak daha sonra, belki sadece iki nesil sonra, eski sosyo-ekonomik sıkıntı yeniden ortaya çıkmıştır.

Sistematik olmayan fakat arşivlerdeki diğer alanların hala aydınlatıcı gözlemleri ile birlikte, Bosna Sancağı (1604)[10] ile ilgili daha önce yayınlanmış belgeler göz önüne alındığında, tarımla uğraşan “ortalama” bir Hıristiyan ev halkının ancak yeter derecede ya da mevcut asgarinin altında yiyecek üretebildiği sonucundan kaçılamaz: Jajce ve Banja Luka’da kişi başına yılda yüz, en iyi durumda 150 kg; Saray ve La{va’nın alt vilayetlerinde 280-300 kg.[11] Dayanılır bir yaşam için alternatif bir kaynak sağlayabilen Ulahlar’da olduğu gibi fazla sığıra, domuza (Sırbistan), balığa, şaraba ya da yağa (Yunanistan) sahip değillerdi ve bu ürünlerin çoğu Osmanlı vergi sisteminde çok tutulan kalemler değildi. Hersek (1477) için bu rakamlar daha aşağılardaydı, fakat orada vergi ödeyen nüfus çok büyük sayıda koyun ve sığıra sahipti.[12] Gezgin Kuripe{i/ (1530), sırasıyla nüfus azalmasına sebep olan savaş, kıtlık ve hemen ardından “veba” dan bahsetmektedir.[13]

Ayrıca, bu şartlarda yerleşim yerlerinin, her çeşit belaya karşı korunmalı olan daha az verimli tepelere ve dağların yamaçlarına doğru ilerlediğini söylemektedir. 1516, 1530 ve 1541 yıllarındaki kanunnameler sipahileri hasattan paylarını tam zamanında toplamaya sevk etmiştir, çünkü bütün ürünün felaket getiren sonuçları ile genellikle geç kalmaktaydılar.[14] Bu aynı zamanda, onların fakir hububat aşar vergileriyle çok sıkı ilgili olmadıkları anlamına gelmekteydi. Daha sonraki bir hesaplama, Bosna’daki cizyenin tüm vergilerin neredeyse %50’sine ulaştığını göstermektedir. Slavonya’daki Sava Nehri’nin hemen karşısında ise bu oran sadece %15 idi. Bunun yanında, eski toprak vergisi (ispence) için, resm-i çift (ve aynı zamanda her yetişkin erkekten alınan) için ödediklerinden daha fazlasını ödemek zorundaydılar ve Müslümanlar içinse, 16. yüzyılın sonunda salariye (aşarın %10’una eklenen %3 vergi) kaldırılırken; bazı para cezaları, düğün vergisi vb. sebebiyle daha az ödemekteydiler. Buradan kaynaklanan fark 1-2 altın paraya yükselmekteydi. Çok önemli olan başka bir şey ise, yaklaşık 1530’da ya da biraz öncesinde cizyenin kişi başına bir vergi haline gelmesidir.[15] Bu uygulamadan bir on yıl ya da yirmi yıl içinde vazgeçilmiş olabilir; fakat baş vergisinin fiilen %50’ye yükseldiği bu kritik dönemde mali olarak yönlendirilmiş değişime yönelik ivme, zorlukla gözden çıkarılabilir.

Hayatın, din değiştiren için kolay olduğunu savunur gibi görünmeyeceğiz. Fakat gevşeme, hareketlerini kolaylaştırmakta gerçekten yeterli olmalıdır. Para olarak, din değiştiren kişi bu durumda en az %50 daha az ödemek zorundaydı ve eğer tüm vergi yükünün aynı türden olduğunu düşünürsek, bu oran “sadece” %25 veya daha fazlasıdır.[16]

Fakat, sadece birkaçının yaşamak için yeterli ürün ürettiğini varsaymanın uygun olması sebebiyle, son izlenim şudur ki, din değiştirmenin gerçek kârı eski kişiye daha yakındır. Bahsettiğimiz incelemelerde, din değiştiren 10-20 hane halkı ve Hıristiyanların elinde kalmış olan 2-3 vergi birimine sahip köylerle çok sık karşılaşılmaktadır. Buralarda yiyeceğin yıllık üretimi sadece 2-3 ailenin ihtiyaçlarına cevap vermekte olduğundan etki altındaki bir kişi, bu Hıristiyanların, köylülerin çoğunun din değiştirmesinden önce kesinlikle yeterli üretimi yaptıklarına inanmak durumundadır.

Kuripe{i/’in 1530’daki raporuna göre[17] Bosna’da yirmilerden önce, bir geniş (compleks) aile tarafından ödenen bir Macar filorisinin ve sonra bir çekirdek aile için 30-40 akçelik cizyenin (ya da her yetişkin erkek için 20-30) ödenen en önemli vergi olduğunu görmekteyiz, ev halkındaki artış sadece görünüşte olabilmektedir. Daha da önemlisi, yeni sistemin gelmesiyle vergi yükü ikiye katlanmıştır. Sekiz üyeli tipik bir ailenin ödediği bir altın para, aynı aile yapay olarak ikiye (ya da üçe, yetişkin erkek üyeler sebebiyle) bölündüğünde bu toplamın iki katını ödemesi sebebiyle daha azdır.

Burada söylediklerimizi doğrulayan bir kaynak 1938’de yayınlanmıştır. 1585’te ismi belli olmayan bir yazar tarafından derlenmiştir. 1640’ta yapılan bir kopyası yayıncının eline geçmiştir.[18] Bu hikayenin içeriğini kısaca yeniden anlatalım:

“Geçmiş zamanda Bosna vilayeti Hıristiyan inancına ve Mesih Kanunu’na mensuptu”. Fakat bu ülkenin ilk incelemesini derleyen Mesih Paşa geldiğinde, ülke güzel olmasına rağmen yıkıntı içinde ve ağır baskılara maruz kalan insanlarının dağılmış olduğunu gördü. Bu sebeple “bu insanların önceki durumlarına nasıl döndürüleceğini” sordu. Bunun üzerine tanınmış kişiler, bütün kötülüklerin “baş vergisinin (cizye) yüksek oranından ve devlet için angaryanın (kulluk) artması korkusundan” kaynaklandığı cevabını verdi. Paşa, Bab-ı Ali’ye böyle ağır bir verginin kaldırılması için bir teklif götürdü, fakat Bab-ı Ali reddetti. Sonra diğer yolu denedi: cizyeden kurtulmak için her köyden bir adamın Müslüman ismi alması konusunda köylerinin ileri gelenleriyle anlaşmaya vardı. Cizye hemen kaldırıldı ve sadece bir altın para tek vergi olarak kondu. “Köylerini yeniden yaptılar, herkes mutluydu.” Böylece hikaye bugün, İslam’ın kitlelerce nasıl benimsendiği hakkında halen geniş ölçüde inanılan “imtiyaz rivayeti”nin bir parodisi olarak görünmektedir. Büyük ihtimalle, Bayezid’in saltanatının (aşağı yukarı 1500’lerde İslamlaşmanın hızlı ve açıkça ilerlemesi) son dönemlerinde bazı olaylar, aynı zamanda paşayı suçlama fırsatı verirken, çok daha önceki yıllara da yansıtılmaktadır.[19]

İslamlaşma hakkında bir Ermeni gezgin tarafından anlatılan bir hikaye daha vardır. Burada kitlesel İslamlaşma için sebep tekrar baş vergisidir, sadece “drama” değişik şekilde gelişmiştir. Yazarın, Bosnalı bilgi kaynakları, sultanın insanların cizye yüzünden din değiştirdiklerini öğrendiği zaman, hepsine baş vergisi ödemelerini emrettiğini, çünkü din değiştirmenin temel bir yönlendirmenin sonucu olduğunu açıklamışlardır. Sadece hacılar muaf tutulabilirdi. Bunu duyunca bütün Bosnalılar hacca gitmiş ve cizyeden vazgeçilmek zorunda kalınmıştır.[20]

Daha önceleri, Bosnalı Müslümanların cizye ödediği tezini öne sürerek bu gözlemleri boşa çıkarmaya çalışan bir açıklama yapılmıştır.[21] Yazarın “kanıtların kendinde saklı olduğu”açıklamasının dışında, kaynaklardan hiçbir kanıt ortaya çıkmamıştır. Burada Hıristiyan köy nüfusunun daha az şanslı bölümü için tek mümkün çözüm, toprağın bir Müslümana satılması, bir asker, resmi görevli, kasaba sakini, köydeki bir komşu ya da daha önce din değiştirmiş olan bir seyyar satıcının akrabası olmaktı. Yeni sahibe ürünün üçte biri veya yarısının bile bırakılması, daha önce bütün vergi yükümlülüğü nakit ya da cins olarak ödendiğinden, yeterince çekici bulunmuştur. Bu şartlarda, cizye parası, bir Müslüman tarafından, elbette ki kendisine dezavantaj ifade etmeyen ve herhangi bir kanun tarafından güvenilir olmayan sözsüz anlaşmalar yoluyla sağlanmaktadır. Gerçekten de tapu tahrir kayıtları bu spekülasyonu doğrulamaktadır. Çoğu durumda, bir topraktan Hıristiyan ismi altında söz edilir. Ancak Hıristiyan ölmemiş ya da orayı terk etmemiştir, hala oradadır. Üretim miktarı, 30 dönüm olan üç tarlalı sisteme doğru hayvan ziraati noktalarının dışındadır.

Tabii ki, toprakların çoğu düşük nitelikte idi, böylece hayatta kalabilmek amacıyla toprakların çok büyük bir bölümünün koyun ve sığır beslemek için kullanıldığını farz edebiliriz. Aynı zamanda bu, sürü sahibi olmayanlar için mera alanlarının kıtlığı anlamına gelmektedir. Çünkü, “dolu” bir toprağın[22] sadece yarısı ya da çeyreği olan birçok arazi, kanunun resmen açıkladığı oranı karşılamıyordu, inceleme yapanların, çok sık şekilde, yoksul bile olan “normal” topraklarda bulundukları çok muhtemeldir.

Bu, Bosna’daki Osmanlı düzeninin temel özgünlüklerinden birinin nasıl ortaya çıkmaya başladığıdır. Köylülerin, vergi yüküyle uyuşamamaları, bunların büyük çoğunluğunun ya Müslümanlığ’a geçmelerine ya da daha iyi durumdaki Müslüman vatandaşlarla karşılaştırıldığında esaret altına girmelerine yol açmıştır. Bu ise, diğer bir süreçle, Bosna usulü çiftlik oluşumuyla kesişmektedir. Az önce sözü edilen başlangıç sürecinin yanında yerel askeri komutanlar ve varlıklı şehirliler de aynı zamanda, kaçan reayanın bıraktığı topraklara el koyabilmekte ya da toprağı eski sahibine borçlandırma ya da düpedüz güç kullanma yolu ile elinden alabilmekteydi. Bu gelişme, göçlere durmadan hız kazandırmakta, 17. ve 18. yüzyıllardaki savaşların yol açtığı nüfus azalması ve yeniden yerleşimler büyük alanları, içinde pek fazla bir yerleşim devamlılığı olmayan boşluklar haline getirmekteydi. Yeni gelenlerin, toplumun daha üst katmanının mülkiyetine geçen topraklar üzerinde herhangi bir hak elde etmeleri için hiçbir imkanları yoktu.

Etkili bir yazar, çiftlik oluşumu sürecini, Osmanlıların Bosna’da daha fazla askere sahip olma (Hıristiyan köylülerin mal ve mülklerinin elinden alınması-İslamlaşma-gönüllülük ve orduya yazılma) sözde isteğiyle bağlantılandırmak için çok uğraşmıştır. Benzer açıklamalar bir başka yazar tarafından kısmen yinelenmiştir. Sonuçlar sebep olarak görülse bile burada bazı önemli noktalar ele alınmaktadır.[23]

İslamlaşmanın bu kadar yaygınlaşmasıyla, Müslüman nüfus 16. yüzyılın ikinci yarısında mutlak çoğunluk haline gelmiştir. Bosna’daki askeri sınıf sonradan büyük bir sayıya ulaşmıştır. Bunun kökleri üç katlı, bir yönden neredeyse dört katlıdır. Bu, Osmanlı fethinden bir yüzyıldan daha az bir süre sonra eyaletteki askerilerin, çoğunlukla küçük ve hatta çok küçük ödenekli garnizon askerleri ve temel olarak sipahiler olmasıydı. Sonra 17. yüzyılın ilk yarısında sipahiler sayı olarak, sayıları sürekli artan süvariler olarak örgütlenen yeni bir garnizon askeri türü tarafından geçilmiştir. Bu “yukarıdan” çok “aşağıdan” gelişen yeni tür serhat birliklerinin batı Balkanlar politik-ötesi bölgesinde güçlü bir etkisi bulunmaktadır. Bu ise, askeri konumlarını kaybetmek istemeyen Hıristiyan Ulah yardımcı birlikleri arasındaki başka bir dalga İslamlaşma sebebiyledir. Birkaç onyıl sonra ve özellikle 18. yüzyılda, gönüllülerden oluşan milisler olarak askeri harekatlarda geniş biçimde yer alan kent insanları da, İmparatorluk’un merkezindeki gelişmelerle karşılaştırıldığında zıt bir eğilim gösteren yeniçeri statüsü elde etmişlerdir. Son olarak, Müslüman köylüler, kendilerinin de sultan için savaşmak durumunda oldukları iddiasıyla kendi isyanlarını haklı çıkarmaya çalışarak, klasik dönem sonrası yeni vergi sistemine karşı sert bir şekilde mücadele etmişlerdir. Bazı durumlarda başarılı olmuşlardır.

Bosna’daki ocaklık tımarlarının “tekliği” tarih yazıcılığında biraz fazla vurgulanmıştır. Tartışılabilir bir açıklama şudur ki, bu tür ödenekler, Bosna’nın tarihsel bireyselliğinin hatırına yerel feodal sistemin bir tür devamı olarak kurulmuştur. Bunun fetihten sonra olmasa bile, en azından 1593’teki Sisak Savaşı’ndan sonra olduğu sık sık tekrarlanmaktadır. Daha sonraki gelişmelere de dikkat ederek, “beylerin hemen hemen kalıtsal bolluğu” ve tımarların kalıtsal olarak çok da bol olmaması hakkında söz söylemek uygun olacaktır. Tımarlar çoğunlukla küçük ya da çok küçüktü (1500 akçe veya daha az) ve uzak eyaletlerden neredeyse hiç kimse bunlara istekli değildi. Elbette, bir mahlul tımar ölen kişinin ailesiyle ilgili olmayan bir Bosnalıya verilebilmekteydi. Mutlaka, büyük sayıda askeri seçkinin öldüğü Sisak’tan sonra, ekonomik bakımdan en tehlikeye atılmış olanlar, sağ kalan mütevazı süvari değil züamanın akrabalarıydı. Bir zeamet, İstanbul’da iyi bağlantıları olan herhangi bir kimseye bir gecede verilebilmekteydi.

Üstelik küçük sipahiler bile, bu ender durumda, yüzlerce ya da binlerce yabancının, aile geçimlerini sürdürmek için ayırdıkları yiyecekleri soyabileceklerinden büyük ihtimalle korkmaktaydı. Bazı durumlarda arazi yüzyıllardır aynı aileye ait olmasına rağmen, İstanbul’a bir arzuhal ile gitmek gereksiz sayılmamaktaydı. Dilekçenin kabul edilmesine şaşırılmamalıdır. Sultan’ın kararı klasik düzene uygun olmaktadır, ona karşı değildir. Dahası, bu yolla, ihtiyacı olan ve ızdırap çeken hizmetçilerin dini bir şekilde yönlendirilmiş özenini de gösterebilmekteydi. Birçok tımarın göreceli olarak mütevazı (bazı durumlarda çok küçük) değerinin yanında, küçük sipahilerin son derece uzun bir süre boyunca sınır toprağı gazisi rolü oynadığını ve özünde, bunların durumunun, askeri hizmet karşılığında vergi muafiyeti olan gruplara da uygulanabileceğinin üstü kapalı olarak anlaşıldığını farz etmek gerekmektedir.

Bu tür bir olgu basitçe bir sınır eyaleti olan Bosna’ya özgüdür. Çünkü yerel din değiştirmeler sonucu ortaya çıkan Müslümanlar çok sayıdadır. Oğullar, kardeşler ve önceki arazi sahibinin diğer akrabaları (en azından bunların büyük çoğunluğu) 1591’den belki de daha öncesinden beri savaşmaktaydı. Yine de, her iki taraftaki bütün sınır alanının yoksulluğunun kısmen de olsa doğrudan bir sonucu olarak, Bosna’nın sınır topraklarında böyle küçük ölçekli çatışmalar hiçbir zaman sona ermemiştir. Ara sıra, bir yabancıya da tımar verilebilmektedir fakat bu geniş oranda pek gerçekleşmemektedir. Daha önce olduğu gibi, 1594’te eyalet yiyecek ve fazla para alamamaktaydı. Sadece savaşçılar ve askeriye pek iyi durumda değildi. Yerel uygulamanın yanında, büyük gruplar halinde paralı askerleri işe alma yolu da, Bosnalı sipahileri, arazilerini intikale almak yolu ile “satın almak”tan pek de farklı olmamıştır.

Böylece dirliklerin diğer kişilere verilmesi değerli bir askeri potansiyelin gereksiz yere harcanması ve suiistimale fırsat vermesi anlamına gelmektedir. Bosnalı sipahilerden ağır kayıplar verilmesiyle, “diğer kişiler” sadece uzak bölgelerden gelen insanlar olabilmektedir.[24] Sipahilerin dilekçeleri, eski uygulamanın devam etmesi için sadece bir rica olmaktadır.[25] Bu dönemde yerel ve merkezi yönetimin çıkarları bunlarla yeterli derecede paraleldir. 1831’de bunun tersi olmuştur ve Bosnalı seçkinler reformları önlemek için kıyasıya çabalayarak başkaldırmışlardır.

Eyaletteki Müslümanların sayısının yüksek olması (yaklaşık 1600’lerde tüm nüfusun 2/3’ü ya da yarısı,hiç bir zaman %40’ın altına düşmemiştir) Müslüman toplumun katmanlaşmasında hiçbir birey veya grubun üstünlüğünün olmaması ve yarı-özgür köylülerin çoğunluğu sebebiyle iyi gelişmiş olması dolayısıyla, Bosna, güçlü kişilerce özerk biçimde yönetilen diğer bazı eyaletler gibi “ayanların dönemi”ne tanıklık etmemiştir. Oralarda bir çeşit toplu ayan ortaya çıkmıştır. Topraklar, eyalet hayatının bir tür dondurulmuş eski biçimleri “müzesi” haline gelmiştir. Ne zaman merkezi otoriteler eski yapıları sökmeye çalışsa, üst tabaka İslam ve özgün Osmanlı ruhu adına ayaklanmıştır. Ancak çeşitli gruplar arasında hiçbir işbirliği bulunmamaktadır. 18. yüzyılın ortaları boyunca büyük köylü ayaklanması süresince, şehir milislerinin sadece bir kısmı ve birliklerden neredeyse yok denecek kadar azı ayaklanmayı desteklemekteydi. Bunun sebebi, beylerin ve önde gelen şehirlilerin sıklıkla vergi toplayıcısı rolü almalarıydı. Böylece, Saraybosna ve diğer şehirlerdeki milisler Yeniçeri-karşıtı öfkenin sanıkları haline geldiklerinden, karlı makamlar için mücadele edilecek çok az rakip olduğunu görmeleri dolayısıyla memnun oldukları için, içlerinden birçoğu bu milislere yardım etmeye çalışmamıştır. Son olarak, yaklaşık 1830’larda durum son derece değişik bir hal almıştır. Şimdi Tanzimat denen daha ciddi reformlar yapılmak üzereydi. Kapıkulları kendi örgütlerinin sona yaklaştığını bilmekteydi. Yüksek düzey görevlere atanma imkanı açık olmasına rağmen (bazıları ayaklanmanın sona ermesinden sonra mütesellim olmuşlardır), miras kalan mevkiler bundan böyle otomatik olarak bağışlanmayacaktı. Sadece beyler bazı askeri güçleri ellerinde tutmakta, böylece halen tahrip edilmiş ve güçsüzleşmiş seçkin grupların (yeniçeriler ve sipahiler) geri kalanı onlardan sonra gelmektedir. Bosna’daki büyük çaplı bir Müslüman toparlanması için özel bir fırsat Bab-ı Ali’nin bazı toprakları vassal Sırp Prensliği lehine bırakma isteği ile yaratılmıştır. Böylece açıkça özerklik isteyen, fakat bağımsızlığa bir adım olmayan bir hareket yükselmiştir. Bosna seçkinlerinin liderliğinin gerçek amacı Bab-Ali’yi Bosna’daki her şeyi yüzyıllardır “normal” şekilde sürdüğü gibi bırakmak için baskı altına almaktı. Bir Bosnalı’nın (Hüseyin Bey Grada{2evi/) vezir atanmak için ricası, “yabancılar”ın sultan adına yönetimde bulunmalarına doğrudan karşı olmaları değildi. Bir Türkün de, reformları uygulamayacağı güvencesiyle eşit olarak kabul edilebileceğini söyleyebiliriz. Osmanlı otoritelerinin ayaklanma hakkında her söyledikleri (“ayrılma”, “bağımsızlık isteği”, vb.) yüzeysel değerde ele alınmamalıdır. Her şeyden sonra, üzgün ya da kızgın oldukları için kesinlikle tarihçiler gibi mantıklı şekilde düşünmemektedirler.[26] Bosnalı seçkinlerin ayaklanması Sırbistan, Yunanistan ve Mısır’dakinin aksine, özel niteliği ile “Osmanlı-üstü”dür.[27] Grada{2evi/ hareketinin aynı zamanda Bab- Ali’nin Sırbistan’a toprak konusunda taviz vermede hazır olmasının yarattığı korkular ve memnuniyetsizlik tarafından büyük ölçüde kışkırtıldığının açık olduğunu tekrar etmemize izin verin. Fakat bunun bir özerklik isteğiyle ilgisi yoktur. İsyancılar, hükümeti, politik gidişatı değiştirmeye zorlamayı hayal etmişlerdir.

Doç. Dr. Nenad MOAANİN

Zagrep Üniversitesi Felsefe Fakültesi / Hırvatistan

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 10 Sayfa: 399-405


Kaynaklar:
Arşivler
♦ BOA, TT 167 1530 tarihli Hersek Kanunnamesi.
♦ BOA, Tapu Tahrir 742, AH 1033.
♦ BOA, Roznamç e505.
♦ BOA, Hatt-ı Hümayun tasnifi.
Çalışmalar
♦ Ali2i2, Ahmed, Pokret za Autonomiju Bosne od 1831. godine, Sarajevo 1996.
♦ Ali2i2, Ahmed, Poimeni2ni Popis Sandîaka Vilajeta Hercegovina 1477. Orijentalni Institut Sarajevo, Monumenta Turcica 3, Sarajevo 1985.
♦ Ali2i2, Ahmed, yirenje İslama u Hercegovini, POF 41/1997, s. 67-74.
♦ Ali2i2, Ahmed, Popis bosanske vojske pred bitku na Moha2u, Prilozi za Orijentalnu Filologiju (POF) XXVI, Sarajevo 1977. S. 171-202.
♦ Ba{agi/-Redîepasi/, Safvet Beg Beg Kratka Uputa u Pro{lost Bosne i Hercegovine, Sarajevo 1900.
♦ 1ar, Hatidîa, Demografsko Kretanje, Socijalni i Konfesionalni Sastav Stanovni{tva u Viso2koj Nahiji, POF, 41/1991, Sarajevo 1991.
♦ Draganovi2, Krunoslav, Izvje{2e Apostolskog Vizitatora Petra Masarechia o Prilikama Katol. Naroda u Bugarskoj, Srbiji, Srijemu, Slavoniji i Bosni g. 1623., i 1624., Starine XXXIX, Zagreb 1938.
♦ Dîaja, Sre2ko M. -Dîambo, jozo (editörler), Benedikt Kuripesic, Itinerarium der Gesandtschaft.
♦ König Ferdinand, I. Von Ungarn nach Konstantinopel 1530, Bochum 1983.
♦ 5ur7ev, Branislav, vd. (editör), Kanuni i Kanunname, Sarajevo 1957.
♦ Filipovi2, Nedim, Historija naroda Jugoslavije, II, Zagreb 1959, s. 114-158, 582-601.
♦ Filipovi2, Nedim, O jednom aspektu korelacijeizmedu islamizacije i 2iftlu2enja, Prilozi Istorijskog İnstituta u Sarajevu XVII, Sarajevu 1981, s. 25-44.
♦ Filipovi/, Nenad, Islamizacija Bosne u Prva Dva Desetlje/a Osmanske vlasti, POF, 41/1991, Sarajevo 1991, Sarajevo s. 53-66.
♦ Handîi/, Adem, O Jani2arskom Zakonu Mebde-i Kanun-i Jeni2erijan Odîagi Tarihi, POF 46, Sarajevo 1997, s. 141-150.
♦ Handîi/, Adem vd. Op{irni Defter Bosanskog Sandîaka iz 1604 Godine I-III, Sarajevo 2000.
♦ Imamovi/, Mustafa, Historija Bo{njaka, Sarajevo 1997.
♦ Machiel Kiel, Art and Society in Bulgaria in the Turkish period, Asse/Maastricht 1985; The Rise and decline of Turkish Boeotia, 15th-19th Century, in: John Bintliff (ed. ), Recent Developments in the History and Archaeology of Central Greece, Proceedings of the 6th International Boeotian Conference, Oxford 1997.
♦ Kupusovi/ Amina, Nahija Banja Luka u op{irnom Popisu Bosanskog Sandîaka iz 1604. Godine, POF 44-45/1994-95, Sarajevo 1996, s. 149-205.
♦ Kupusovi/ Amina, Sirenje İslama u Vilajetu Pavli, s 113-154. POF, 41/1991, Sarajevo 1991.
♦ McGowan, Bruce, Food Supply and Taxation on the middle Danube (1568-1579), Archivum Ottomanicum I, Budapest 1969, s. 139-196.
♦ Selmanovi/, Medîida, Jaja2ka Nahija u Op{irnom Popisu za Bosanski Sandîak iz 1562. Godine, POF 44-45/1994-95, Sarajevo 1996, s. 208-278.
♦ Solovjev, Vladimir, Nestanak Bogomilstva i İslamizacija Bosne, Godi{njak Istoriskog drustva Bosne i Hercegovine I, Sarajevo 1949.
♦ Su/eska, Avdo, Spesifi/nosti Drîavno-Pravnog Poloîaja Bosne pod Turcima (part I), POF IX, Sarajevo 1961, s. 269-292; (part II) POF X, 1962, s. 317-358; (partIII) POF XII 1964, s. 99-114.
♦ Su/eska, Avdo, Elementi Koji su Uticali na Posebnost u Doba Osmanlijsko-turske vladavine, POFXXIV, Sarajevo 1976, s. 301-314.
♦ yabanovi/, Hazim Kanun-nama Bosaskog Sandîaka iz Godine 948/1541, POF I, Sarajevo 1950, s. 166-167.
♦ Olesnicki, Aleksije, tko nosi odgovornost za poraz turske vojske kod Siska 20. Ramazana 1001 godine (22. Lipnja 1593)?, Vjesnik hrvatskoga Arheolo{koga Dru{tva, n. s. XXII-XXIII, 1941-1942, Zagreb 1942, S. 115-173.
♦ Petrosyan I. Y. Ed., Mebde-i Kanun-i Jeni2erijan Odîagi Tarihi, Moscow 1988.
♦ Reindl, Hedda Männer um Bayezid, Berlin 1983, s. 279-291.
♦ Zhelyazkova, Antonina, Razprostranenie na İslyama v Zapadnobalkanskite Zemi Pod Osmanska Vlast XV-XVIII vek, Sofia 1990.
♦ Zlatar, Behija, yirenje İslama i İslamska Kultura u Sarajevu i Okolini; POF, 41/1991, Sarajevo 1991.
Dipnotlar :
[1] Bu kavram Avdo Su2eska’nın birçok yazısında çok ayrıntılı bir şekilde ileri sürülmüştür.
[2] “Son örnekte, Bosnalılar tarafından Müslümanlığ’ın kabulü sürecinin açıklanmasına gerek yoktur. Bu, kendini kendisiyle açıklayan tarihsel bir gerçektir”. Imamovi2, (1997) s. 169. Böylece tarih sürecinde herşey kendini kendisiyle açıklayabilir, ya da dışarıdan bir açıklamaya ihtiyaç duyan bazı konular olabilir, ama hangilerinin böyle olduğunu bilemeyiz. Bu yazarın kitabı doğru bir sentez olarak kitap eleştirmenlerince iyi karşılanmıştır. Daha da doğrusu, (bütün hayatı boyunca bu sorunla mücadele eden) Nedim Filipovi2’tir: “Şu anda Bosnalı köylülerin büyük çoğunluğunun İslamlaşmasına neyin katkıda bulunduğu hakkında herhangi bir açıklama yapmak imkansızdır”. Filipovi2, (1959) s. 120.
[3] Solovjev (1949), Bir Hıristiyan mezhebin Müslümanlığı nasıl benimsediği hakkında tutarlı bir teoriye sahiptir.
[4] 5ur7ev vd. (editör), Sarajevo 1957, s. 31-32. Ali2i2 (1977).
[5] Petrosyan (1988), 12b, 13a ve 13b kopyaları. Ba{agi2-Redîepasi/, (1900) s. 19. Handîi/, (1997), s. 141-150. Çeviride Handîi/, Ba{agi2’i atlamamıştır.
[6] Bazıları, Mohaç’tan sonra çoğu Hıristiyanın vazgeçme yolu ile din değiştirmeleri anlamına gelen, Hıristiyan bir yönetimin geri gelmesi umutlarını kaybettiğini düşünmektedir. Bu, daha fazla vurgulanan bir noktadır.
[7] Bkz. POF, 41/1991, Sarajevo 1991, Visoko, Fojnica ve Kre{evo nahiyeleri üzerine makale: 1ar, (1991) s. 195-252; Sarajevo kenti ve nahiye: Zlatar, (1991) s. 253-268; <<Bosna Kilisesi>>nin bir zamanlar çok güçlü olduğu doğu Bosna’daki bazı nahiyeler: Kupusovi/, (1991) s. 113-154. Ayrıca Nenad Filipovi/ (1991) s. 53-66. Eski Bosna’nın tam kalbindeki Kral vilayetindeki islamlaşmanın tamamen yokluğu kayda değerdir.
[8] Ali2i/, (1997), s. 67-74, İslamlaşmayı, zayıf eğitim, papazların az olması, son derece karmaşık bir dini çevre vb. ile açıklamaktadır. 1623/24 tarihli bir kilise kaynağı, Bosnalı Katolik köylüleri neredeyse disiplin altına alınamayan -dini eğitim konularında- fakat gerçekten de saf ve sarsılmaz bir inanca sahiplermiş gibi tasvir etmektedir. Cf. Draganovi/, (1938). Din değiştirme konusunda, papazların azlığına indirgenebilecek yeterli örnek bulunmaktadır, ancak bu bir Hıristiyanlık-içi durumdur: Hersek’teki bazı yerlerde Katolikler Ortodoksluğ’u ve Doğu Slavonya’da Kalvinizm’i kabul etmekteydiler.
[9] Cf. Kiel (1985); (1987).
[10] Kupusovi/, (1994-95), s. 149-205. Selmanovi/, (1994-95); s. 208-278. Handîi/ vd. (2000).
[11] Hesaplamada Bruce Mc Gowan’ın (1969) yöntemini kullanıyordum. Saraybosna ve La{va için BOA İstanbul’daki Tapu Tahrir’ini (742, AH 1033) kontrol ettim.
[12] Ali2i/, (1985).
[13] Dîaja-Jozo Dîambo (1983), s. 33.
[14] Durdev vd. (1957) s. 29. yabanovic, (1950), s. 166-167.
[15] BOA, TT 167 1530 tarihli Hersek kanunnamesi, Dîa/ja-Dîambo (1983) s. 22-23.
[16] Slavonya’da İslam’ı kabul etmek, büyük ihtimalle din değiştirenlere nakit karşılığı %13 veya cins karşılığı %8 vergi indirimi getirmiştir. Sadece küçük bir çoğunluk dini bağlantısını değiştirmiştir. Bosna’daki yiyecek üretimiyle karşılaştırıldığında fark 10: 1’dir (eğer domuz etinin değerini bir yana bırakırsak 4: 1).
[17] Dîaja-Dîambo, (1983), s. 22. Kuripe{i/ elindeki bilgileri, “Aşağı Bosna” adını verdiği daha önceden Macar krallarının daha doğrudan bir kontrolü altında bulunan bölgedeki Jajce’den ayrıldıktan sonra, Saraybosna’ya doğru giden yolun herhangi bir yerinde Konuştuğu Hıristiyanlardan edinmiştir, Fakat <<Yukarı Bosna>> tanımının da, bu bölgenin benzer aile yapısı ve kesinlikle daha fazla bir tarım imkanı vermemesi dolayısıyla, özellikle farklı olmaması gerektiğini farzetmekteyiz.
[18] Yayıncı ve çevirmen Mehmed Handîi/’tir. Bkz. 1938 tarihli “Narodna uzdanica” (almanak), ya da daha erişilebilir bir versiyonu, Solovjev’in çalışmasında aktarma olarak bulunmaktadır. Bundan kısa bir süre sonra ölen Handîi/ birçok önemli materyali, ancak, kaynaklar hakkındaki yeterli bilgi ile nadiren, yayınlamıştır. Ancak, bazılarını “icat etse” bile, şüpheli kaynaklı metinleri kullanmamıştır. Saraybosna Şarkiyat Enstitüsü’nden Dr. Fehim Nametak, çoğunluğunu Handîi/’in yayınladığı veya yazdığı kaynakların aslını araştırıp bulmuştur. Zayıf ve eksik olmalarına rağmen referanslar her zaman doğrudur.
[19] Cf. Reindl, (1983), s. 279-291.
[20] Zhelyazkova (1990), s. 200-201.
[21] Handîi/, (2000), XXVI-XXVII (Ali2i2 tarafından önsöz).
[22] 5ur7ev vd. (1957), sayfa 86.
[23] Filipovi /, (1981); Su / eska, (1961-62-64).
[24] Bosna’nın yeni beylerbeyi olarak Sinan Paşa’nın yeğeni gerçekten de ölenlerin arazilerini hizmetçilerine vermiştir. Olesnicki, (1942), s. 152.
[25] Roznamçe defterlerindeki notlar, sınır ülkesindeki ailelerin “bozulmamak üzere” korunduğunu söylemektedir.
[26] BOA, Hatt-ı Hümayun tasnifi.
[27] Ali2i2, (1996), s. 283-291, bu hareketin “bütün diğerlerinin kat kat en güçlüsü ve en tehlikelisi” olduğunu iddia etmektedir.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.