Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı Belgelerinin Tanıklığı ile XVI. Yüzyılda Osmanlı-Fransız İlişkileri

0 15.511

Tahsin FINDIK

Devletler arası ilişkilerde savaşta elde edilen başarı hiçbir zaman sonuç için yeterli olamamıştır. Yeni zamanların devletleri siyasi oluşumları ve devamlılıkları için Ortaçağlarda pek kullanılmayan, kapı önünde sürekli tutulan askerleri zorunlu bulmuşlardır. Düzenli ordu birlikleri ve savaş teknolojisi devletler arası üstünlük mücadelelerinde uzun süre etkili olmuştur.

Ulusal özellik taşımayan hanedan devletlerinin etnik kimliklerini ön plana çıkarmalarında, “düzenli ordu” bulundurmalarının büyük bir etkisi olmuştur. Aynı etnik kökenden askerlerin oluşturduğu düzenli ordu, savaş anında satın alınma/saf değiştirmenin önüne geçilebilmesinin en ideal yolu olarak, biraz da kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Etnik Köken Birliği savaşta mukavemeti sağlamlaştırdığı gibi “milli devletlerin” ortaya çıkmasının da başlangıcı olmuştur.

Devlet mekanizması gelişen teknoloji ve güçlü ulusal askerlerle savaşın dayattığı yıkımdan kurtulmaya çalışmış; savaş olsa bile sonuç için başka yolları da kullanmaya ihtiyaç hissetmiştir. Diplomasi bu yoların en önemlilerinden birisidir. Çağdaş diplomatik örgütlerin ve yöntemlerin oluşumu 16. yüzyılda hemen hemen tamamlanmıştır denilebilir. Zira en eski zamanlardan beri kullanılan casusluk ve istihbarât faaliyetleri bu dönemde kurumsallaştırılmıştır. Devlet merkezlerinde yabancı ülkelerle ilgili birimler kurulmuş, elçiler özel görevlerle zaman zaman veya sürekli olarak yabancı ülke saraylarına gönderilmiş; böylece devletler arası hukukun temel kuralları oluşturulmuştur. Hoş karşılanmasa bile en eski ve sağlıklı yöntem olan casusluk faaliyetlerinden de vazgeçilmemiştir.

Karşılıklı güçler çatışmasını ortaya koyan sebeplerdeki çeşitlilik ne kadar fazla olursa olsun, bunlarla mücadele şekilleri de kendiliğinden gelişmiştir. Devletler düşmanlarıyla başa çıkabilmek için ordu ve donanmayı yeterli bulmamışlar, güçlerini müttefikler bularak arttırmaya çalışmışlardır. Savaşların olduğu kadar (belki de daha fazla) ittifaklar da dünya tarihinin şekillenmesinde etkili olmuştur.

Devletler arasında siyasi sebeplerle aktedilen antlaşmaların pratikteki en önemli hedefi, askeri güç birliği ile ortak düşmanı yenmek olmuştur. Ancak buna paralel olarak gelişen önemli bir yön daha vardır; antlaşmalar vasıtası ile ilişkiler sosyal ve ticari bakımdan da gelişmiş, kültürler birbirine yaklaşmıştır. Bazen de asıl amacın, politik hedeflerin gizlenmesi için antlaşmaların şekli ve muhtevası ekonomik beklentilerle sınırlandırılmıştır. Osmanlı-Fransız ilişkilerini başlattığı varsayılan 1536 tarihli ilk antlaşma da asıl maksadın dışında başka meselelerle sınırlandırılmıştır. Yani iki ülke arasındaki antlaşma ortak düşmana karşı düzenlenmiş, askeri hedefleri olan bir antlaşmadan ziyade ticaretle ilgiliymiş gibi yansıtılmıştır.

Başlangıcından 1550’ye Kadar Osmanlı-Fransız İlişkileri

Osmanlı Devleti kuruluş coğrafyasının zorlamasıyla yayılma yönünü “Batı” olarak tespit etmiş; Balkanlar ve Akdeniz havzasını kademe kademe ele geçirmiştir. Kısa sürede geniş alanları kontrol altına alan Osmanlılar, ele geçirdikleri bölgelerin idaresinde oldukça pratik bir metod uygulamışlardır. Yönetime kattıkları bölgelerde kendi idâri mekanizmalarını yerleştirirken, idâre hukuku, vergilendirme v.b. konularda mevcut mahalli sistemleri bozmadan uygulamaya çalışmışlardır. Devletler arası hukûkunda da bu yöntem kabullenilmiş; özellikle ticârî hukukta öncüllerin sağladığı kolaylıkların devamı tercih edilmiştir.[1] Modern araştırmacılar tarafından konuya ilişkin tarihsel temellendirilme yapılırken Osman Bey ve Orhan Gaziye kadar inilebileceği iddia edilerek;[2] Anadolu Selçuklu ve Memlûkluların benzer uygulamaları örnek gösterilmiştir.[3]

Elimizdeki verileri topluca incelediğimizde Osmanlı-Fransız ilişkilerini Kanûnî-François I. dönemiyle başlatmanın pek de uygun olmadığını görmekteyiz. Muhakkak ki siyasi metinlerin işaret ettiklerinin dışında önceki devirlerde de farklı şekillerde ikili ilişkiler var olmuştur. İlk akla gelen Haçlı seferi karakterli, Osmanlı karşıtı seferlerdeki Fransız varlığıdır. Bilindiği gibi Avignon’daki Papa’yı kontrolünde tutan Fransa kralı, katolik dünyanın siyasi lideri olarak kutsal savaşlara katılmış; İstanbul’u istilacılardan kurtarmaya çalışmıştır.[4]

Fransa’nın, Osmanlı Devleti ile dostane ilişkiler kurmak istemesinin temelinde, Avrupa iç politikasında ortaya çıkan karışıklıklar yatmaktadır. XV. yüzyılı İngiltere karşısında Yüz Yıl savaşları ile geçiren Fransa bu meseleyi atlattıktan sonra, kendine yayılma sahası olarak İtalya’yı seçmiştir. Rönesans döneminin getirdiği zenginlik ve estetik uygulamalar düşmanların iştahını kabartmaktaydı. Fransa kralı Charles VIII. küçük kent devletlerinin birbirleriyle ihtilaflarından istifade ile Napoli tahtının yasal mirasçısı olduğunu ilan ederek, fiili durum yaratır.[5] Bu durum karşısında, Papalık, İmparatorluk, İspanya, Venedik, Milano ve İngiltere bir “kutsal ittifak” oluşturarak 1495’te Fransızları İtalya’dan çıkartırlar. Kısa bir süre sonra 1499’da Charles VlII.’in yerine Fransa tacını giyen kuzeni Louis XII.’de kan bağını ileri sürerek Milano’yu ele geçirir. Ancak bu durum Avrupa devletlerinin çok daha farklı bir ittifak oluşturmalarına sebep olur. Louis XII., Ferdinand, Papa II. Julius ve İmparator Maximilian, Venedik Cumhuriyetinin topraklarını paylaşmak için anlaşırlar. Fakat kısa bir süre sonra Cambrai Ligi dağılır. Papalık, Ferdinand, VIII. Henri, Maximilian ve Venedik, Fransa’ya saldırarak, püskürtürler.[6]

Batı Avrupa devletleri, siyasi güçlerini kapitalistlerin destekleriyle (Anversli Fuggerler, Lyon’lu Medici vd. kentsel sermaye) arttırırken[7] yayılma politikalarını Akdeniz dışında Atlantik ötesine de taşımışlardır. Buna karşılık, aynı dönem içinde Orta Avrupa Devletleri ekonomilerdeki hızlı dönüşümden uzak, klasik yöntemlerle topraklarını genişleterek yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı.

Charles-Quint’in İspanya’da tahta çıktığı 1516 yılında, İtalya savaşlarının son bulmasıyla, Fransız gücü zirveye çıkar. Batı Devletleri içinde en iyi yönetilen, en kalabalık nüfusa sahip olan ve nispeten ekonomik istikrâra sahip Fransız Monarşisi, Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun tacını elde edebilmek için faaliyetlere girişir.

Bunu başaramazsa Macaristan’dan Baltık Denizi ve Kuzey Denizine, oradan İspanya ve kısmen İtalya’ya kadar geniş bir etkinlik alanında hakimiyet kuran İmparatorluk, Fransa’yı bir ada gibi içine alıp yutabilirdi. François I. Charles-Quint’e karşı adaylığını koyarak bunu önlemeye çalışır.[8] Seçimin ortaya çıkardığı yeni bir durum da, tâcın orduların savaşması ya da siyâsi kulislerle değil, mâli mücadele ile sahibini bulmasıdır.[9] Medici ailesinden sağladığı altınlarla I. François; Fugger’lerin kredisi ile Charles Quint seçimi kazanmaya çalışır. Fuggerler Alman Elektörlerine bol miktarda paranın yanı sıra, seçimden sonra ödenecek bonolar da verirler. Mali yatırımları daha fazla olan Charles-Quint 1519’da seçimi kazandı.[10]

Charles-Quintin İmparatorluk tacını elde etmesi, Fransa’nın kaçınılmaz felaketini de beraberinde getirir. İmparator, Hollanda, Provance, Navarra ve İtalya cephelerinden saldırıya geçerken, İngiltere’nin de desteğini sağlar. Fransa’nın başkomutanı Costable de Bourbon’un karşı saflara geçmesinin de etkisiyle, François I. İsviçre paralı askerlerinin desteğindeki ordusuyla 1521’de Milano yakınlarındaki Pavia’da yenik düşerek esir edilir.[11]

François I. Milano, Flandre ve Artois üzerindeki hükümranlık haklarından vazgeçip; Touranai ve Burgogne Dükalığı’nı bırakan bir sözleşme imzalayıncaya kadar Madrid’de alıkonulur. Esareti sırasında I. Francois mücadeleden vazgeçmez. Başta Kanûni Sultan Süleyman olmak üzere bazı Avrupa ülkelerine destek isteyen mektuplar gönderir. Bu işleri annesi Kraliyet Naibesi Louise de Savois ile Chancellier Duprat organize etmektedir.[12] Fransa’da gelişen millet bilinci de emperyal tavırlı Charles-Quint’in ülkeyi parçalamak emellerini akîm bırakır. Paris Parlamentosu çalışmalarını sürdürürken, Bourgogne Dükâlığı ülkenin el değiştirmesini kabul etmez.[13]

Osmanlı Devleti’nde seferlerin yönü tayin edilirken; sınır bölgelerinde görevli olan üst düzey yöneticilerin Divan-ı Hümâyûna gönderdiği, karşı tarafın iç ve dış sorunları, çevresel şartlar, taraflar arasındaki ihtilâflar ya da dostluklarla ilgili ani değişiklikleri ihtiva eden bilgiler esas alınıyordu. Kanûnî Sultan Süleyman tahta çıktığında halefinin Doğu-İslam dünyasına yönelik politikalarını değiştirerek, genelde Orta Avrupa ve Macaristan’a yönelik bir strateji benimsemiştir. Politikasını belirlerken de Venedik kökenli ve Fransız sempatizanı İbrahim Paşanın tesirinde kalmıştır. Bu döneme kadar Osmanlıların Avrupa işleri hakkındaki en sağlam bilgi kaynağı Venedik olmuştur. Venedik’li politikacı ve tacirler Osmanlılardan elde ettikleri menfaatleri korumak için, vezirlerle iyi ilişkiler kurmuşlar, gerektiğinde casusluk görevi yapmışlardır.[14]

Kanûnî yeni politikasını ilk olarak 18 Mayıs 1521’de Belgrad’ın alındığı seferle yansıtır. Ertesi yıl Rodos’a karşı bir sefer düzenler, çünkü Mısır’ın fethedilmesinden sonra Doğu-Akdeniz adalarındaki Hıristiyan Misyonu, Saint Jean Şövalyeleri, korsanlık vb. tedhiş hareketleriyle Osmanlı tebasına ve yönetimine zarar vermektedir.[15] Osmanlıların Rodos’u muhasarası sırasında Şövalyelerin yardım istediği, iki hükümdâr Charles-Quint ve I. François birbirleriyle uğraştıkları için gerekli yardımı sağlayamamışlardır. Şövalyelerin lideri Philippe Williers de Lisle Adam’ın Avrupa ülkelerine yaptığı, “Hıristiyanlık düşmanlarına karşı birleşme” çağrısına rağmen 20 Aralık 1520’de Rodos’a girilir.[16] Adanın fethi ile Venedik’in kontrolündeki; Osmanlılara vergi veren Kıbrıs hariç tutulursa Doğu-Akdeniz bir Türk gölü olmuştur.[17]

Dirayetli bir hükümdar olduğunu saltanatının ilk yıllarında ispatlayan Kanûnî Sultan Süleyman’ın Avrupa’daki gelişmelere ilgisiz kalabileceğini düşünmek yanlış olacaktır. Avrupa içlerine doğru ilerleyen Osmanlı yöneticileri, askeri yayılma stratejisinin destekleyicisi olan siyasi planlarını da uygulamaya koymuşlardır. Bu meyanda Venedik’le olan diyaloga işaret edilmiştir. Charles-Quintin karşısında acze düşen I. François’nin yardım talebi zamanlama açısından Osmanlı politikasına çok uygun bir gelişme olmuştur. Kanûnî akılcı bir politika ile Fransa kralı I. François’yi destekleyerek Orta- Avrupa ve Akdeniz’deki savaşlarda Charles-Ouint’in sırtından vurulmasını sağlamaya çalışmıştır.[18]

I. François 14 Şubat 1525 Pavia yenilgisiyle Madrid esareti sırasında, Avrupa’daki bir çok devletle (Polonya Macaristan, Bohemya ve Transilvanya asilzadeleri) bağlantı kurarak yardım talep etmiştir.[19] Kralın annesi Saltanat Naibesi sıfatıyla Kanûnî’ye de mektup göndererek yardım istemiştir.[20] Bu maksatla Osmanlı tarafına gönderilen adamın Bosna’da öldürüldüğü iddiasına rağmen Kraliçenin mektubu Kanûnî’ye ulaşır.[21] 1525’de Venedik elçisi Bragadino’nun Laforest adlı Fransız elçisinin Bosna’da olduğuna dair verdiği bilgi[22] ve elçinin adı ile ilgili bilgiler spekülatiftir.[23] Ancak I. François adına Aralık 1525’te Kanûnî nezdine Comte de Jean Frangipani bir mektup getirmiştir. Padişah, Charles-Quint’e karşı Macaristan üzerinden saldırıya geçerek Fransa kralının yardım talebini makul karşıladığını göstermiştir.

Kanûnî-I. François yakınlaşmasının dinsel konularla da bağlantısı vardır. Kanûnî Sultan Süleyman Fransız yanlısı bir politikayı benimserken, Avrupa Hıristiyan Devletlerinin Müslüman ülkelere yönelik Haçlı zihniyetli politikalarını baltalamayı düşünmüştür. I. François ise hıristiyanların düşmanıyla dostluk kurarken, katolik dünyanın dengelerini hesaba katmak zorunda kalmış; dünyevi beklentilerini elde edebilmek için dostluk kurduğu Osmanlılara karşı zaman zaman ters davranışlar sergilemiştir.[24]

Mohaç Seferi’nde (23 Nisan 1526) Macar kralı II. Layoş’un ölümü ile ortaya çıkan Macaristan Krallığı taht ihtilafı Fransa’nın Charles-Quint’i doğudan meşgul etmesi için iyi bir fırsat olur. Szapolyai’yi destekleyen Osmanlılar ve Ferdinand’ı destekleyen Charles-Quint arasındaki gerginlik iyice artar. Fransa’nın 1528 yılında gönderdiği Antoine de Rincon’un, çocuğu olmayan Szapolyai’nin ölümünden sonra Macar tahtına Francois’nın kardeşi Henri de Valois’nın oturtulması şeklinde ilginç bir teklifi olur.[25] Görüşmeler sırasında Ferdinan’ın Macar tahtı için saldırması üzerine çıkılan seferle, Szapolyai’nin tahtı sağlamlaştırıldığı gibi 1529’da Viyana da kuşatılır. Kuşatma Avrupa Hıristiyan birliğinin sağlanmasında önemli bir etki yapar. Öyle ki Osmanlıların desteğiyle Habsburglardan kurtulan Fransa bile oluşturulan ittifaka katılır; Türklerle temaslarına dair iddiaları da kabul etmez.[26]

Ortaya çıkan tablo neticesinde Rincon 1532 Temmuzunda elçi sıfatıyla ve alenî olarak, yeni Fransız politikalarını Kanûnî’ye anlatmak üzere Belgrad’a gelir; Alman seferinden vazgeçmesini sağlamaya çalışır.[27] Avrupalı başka elçilerin de olduğu görüşmeler oldukça dostane geçer.

Osmanlı-Fransız ilişkilerinin yansıdığı bir diğer bölge ise Akdeniz’dir. Kanûnî Batı Akdeniz’i kontrolü altına almaya çalışan Barbaros’u İstanbul’a çağırarak resmen görevlendirir. Barbaros Hayreddin Paşa 1534’te, Charles-Quint’in kontrolündeki Tunus’u ele geçirirken, I. Françoisda İtalya’yı sıkıştırmaya başlar.

Kanûnî’nin Fransa kralına yazdığı mektubu Barbaros’un elçileri ihtişamlı bir heyetle Paris’e götürürler. Cevaben La Forest ve ardından Jean de Montluc, Barbaros’a elçi olarak gönderilir. Barbaros’un 1535’te gönderdiği elçi ise sıklaşmış, olgunlaşmış bir diplomatik atmosferde karşılanır.[28]

Fransa kralının Mayıs 1535’te gönderdiği elçilik heyetinden La Forest, Charles de Morillac ile Cesar de Cantelmo, Irakeyn Seferinde olan Padişahın karargahına giderler, elçiler Ocak 1536’da İstanbul’a dönerler. Şubat ayında La Forest ve İbrahim Paşa arasında barış dostluk ve ticaret anlaşması aktedilir; bir de gizli “Tecavüzü İttifak Muahedesi” imzalanır.[29] Bu muâhede ile tanınan imtiyâzi haklar Fransa’ya Levant ticaretinde önemli bir üstünlük sağlarken, başka devletlerin de aynı amaçla sıraya girmesine sebep olmuştur.

I. François, Osmanlılarla ittifaka yönelirken Hıristiyan dünyasını da hesaba katmak zorunda kalmış; düşmanla işbirliği yapan hain bir kral yerine, Osmanlı Hıristiyanlarının hâmîsi ve ticâri menfaatlerini gözeten biri gibi görünmeye çalışmıştır.[30] Anlaşmanın orijinal metni bulunamadığından mahiyetini tahlil etmek, sonraki yıllara ait belgelerdeki atıflar ve 1569 muahedesindeki ifadelerle mümkündür.[31]

La Forest’in (1535-1537) Avusturya’da ölümüyle Charles de Morillac maslahatgüzar seviyesinde Fransa’yı temsil etmeye başlar. Bu arada Jean de Montluc (1536) ve Bertrand d’Ornesan (Baron de Saint-Blancard) çeşitli görevlerle Osmanlılarla temaslarda bulunurlar.[32] Antoine de Rincon (1538¬1540) elçiliği sırasında Osmanlı-Venedik barışının sağlanmasında önemli bir rol oynar. 1541’de gelen Baron Polin de La Garde Osmanlı donanmasının Akdeniz politikalarını yönlendirmeye çalışır. Bu konuda Venedik arşivinde yer alan belgeler,[33] müzakereleri teyid ederken; görüşülen konuları da tafsil eder. Fransa ile yapılan görüşmelerde elde ettikleri bilgilere göre Osmanlılar donanmayı güçlendirme eğilimine girmişlerdir.

1550-1600 Yılları Arasında Osmanlı-Fransız İlişkileri

Orta-Avrupa cephesinde Avusturya ile imzalanan anlaşma (19 Haziran 1547), Kanûnî’ye, doğu sınırlarına yönelme fırsatını vermiştir. İran’a karşı sefere çıkan (1548) Sultan, Tebriz ve Van’ı ele geçirip; Doğu-Anadolu ve Gürcistan taraflarında başarılar elde ederek 1549’da İstanbul’a döner.[34] Bu arada Fransa kralı François I. ölmüş, Osmanlıların Lehistan kralı olmasına yardım ettiği II. Henri taç giymiştir. Kısa bir tereddütten sonra O’da François I.’nın politikasını takip yolunu tutmuş ve elçisi Huyson’u iki mektupla İstanbul’a yollayarak, büyük elçi D’Aramon’un Doğu seferindeki Kanûnî ile birlikte olmasını sağlamıştır. Heyetin görevi Avrupa’da son derece sıkıntıda olan Fransa’ya destek istemektir.[35]

II. Henri ve Charles-Quint arasında 1552’de savaş başlayınca, kral para karşılığında Alman prenslerinden bazıları ile anlaşarak, Doğu Fransa’da kazandığı başarıları ve başka hadiseleri Padişaha bildirmiştir. Gelişmeler üzerine Turgut Reis’inde aralarında bulunduğu Osmanlı donanması 1552’de Batı-Akdeniz’e açılmış; İran seferinde olan Kanûnî, Fransa kralına destek olacağına dair bir mektup göndermiştir. Ayrıca Alman preslerinden bazılarına da mektup göndererek Charles-Quint’e olan düşmanlıkları tahrik etmiştir.[36] Fransızların donanmaları için istedikleri elli tane kadırga ise verilmemiştir.[37]

Ancak Cezayir Beylerbeyi’nin Fransız donanması ile buluşarak (1 Mayıs 1552)[38] düşman donanmalarını kontrol altına alması sağlanmış;[39] Anapoli üzerinden hareketle mücavir alanda gerçekleştirilen ortak saldırılarla kontrol ele geçirilmiş, karşı çıkanlar cezalandırılmıştır.[40] Bu arada Osmanlı ve Fransız ajanları karşılıklı haberleşerek harekatı kolaylaştırmaya çalışmışlardır.[41] Fransa kralının, Papa ile dostluk kurduğunu, İstanbul’daki elçisine bildirmesi üzerine, Padişah dolaylı müttefiki sayılan Papanın memleketlerine yapılabilecek Türk saldırılarını yasaklamıştır. Cezayir Beylerbeyi Sinan Paşa’ya gönderdiği bir emirname ile Papanın memleketine getirilen saldırı yasağından dolayı, katolik İspanya’ya yapılacak saldırıların sekteye uğratılmamasını tembih etmiştir (21 Haziran 1552).[42] Krala yazılan bir name-i hümayun’la Fransa’ya dost olan mahalli yöneticiler ve başkalarının Kaptanpaşa’ya bildirilmesi istenmiştir.[43] Böylece Fransızların müttefiklerine rahatsızlık verilmemesi sağlanırken, onların stratejisini çözümleme yoluna da gidilmiştir. Kanûnî krala yazdığı bir başka mektupla, Avusturya kralı Ferdinand’ın İstanbul’a bir elçilik heyeti göndermek istediğini, ancak bunu kabul etmediğini, onlara güvenmediğini, kendisinin de (II Henri) güvenmemesini istemiştir.[44]

Gabriel d’Aramon’un bu dönemdeki faaliyetleri Fransızlara bir çok menfaatler sağlanmıştır. Osmanlı donanmasının Batı-Akdeniz’deki faaliyetleri, Fransa’nın düşmanları karşısında rahatlamasını temin etmiştir.[45] D’Aramon ve Rüstem Paşa arasında 1 Şubat 1553 tarihinde bir Osmanlı-Fransız Tecavüzü İttifak Muahedesi de imzalanmıştır.[46] Anlaşma ile Fransa, Osmanlılara yardımlarından dolayı 300 000 altın tazminat verecek, tazminat ödeninceye kadar Fransız donanması Osmanlı kontrolünde kalacak ve 1 Mayıs 1553’ten itibaren de Osmanlı Donanması Fransa’ya yardımda bulunacaktır.[47] Ağustos 1553’ten itibaren Baron de la Garde idaresindeki Fransız donanması, Turgut Reis’in kuvvetlerine katılarak Kalabra ve Sicilya’ya baskınların ardından, Korsika adasına çıkarma yapmıştır.[48] Donanma Aralık 1553’te Messina üzerinden Istanbul’a döner.[49]

Kanûnî Sultan Süleyman Rodos Seferi ile Doğu-Akdeniz hakimiyetini güçlendirerek Orta ve Batı-Akdeniz’e yönelmiştir. Charles-Quint ve müttefiklerinin Preveze yenilgisini (1538), Orta-Akdeniz hakimiyetini perçinleyen Trablusgarb’ın zabtı (1558) izlemiştir. 1556’dan 1598’e kadar ise Osmanlıların karşısında Batı-Akdenizde İspanya kralı olan II. Philippe mücadele etmiştir.[50] İspanya kralının Amerika kaynaklı ekonomik üstünlüğe dayalı askeri gücüne rağmen 31 Temmuz 1560’da Cerbe’nin zaptı Osmanlıların Batı-Akdeniz’deki ilerlemesinin engellenemeyeceğini ispatlamıştır. Yenilginin ardından II. Philippe İstanbul’a elçiler göndererek iyi niyet gösterisinde bulunmak gereğini duymuştur.

İspanya ile sürdürdüğü mücadeleye Cateau Cambresis Andlaşmasıyla (1559) son veren Fransa, Osmanlılarla olan eski ahdine uyarak Mayıs-Eylül 1565’teki Malta kuşatmasında tarafsız kalmış; bu tutuma mukabil Kanûnî de Kral IX. Charles’a kuşatma ile ilgili bilgileri içeren bir mektup göndermiştir.[51]

Fransa kralı II. Henri, Cateau Cambresis Andlaşmasından kısa bir süre sonra ölmüş; yerine büyük oğlu II. François kral olmuştur. Kanûnî vefat ettiğinde ise Fransa krallık tacı IX. Charles’da idi.[52] Kânûnî’nin oğlu Selim II Osmanlı tahtına geçince 17 Şubat 1568’de Maximillien’in elçileriyle sekiz yıllık bir barış antlaşması imzalanır. Fransa ile ilişkiler ise geleneksel seyrinde idi. Tam bu sıralarda Philippe II’in askerleri Flandre topraklarından Fransa’ya girerek sıkıştırmakla yetinmeyip, Atlantik ötesinde Florida’daki Fransız göçmenleri de katletmişlerdir.[53] Osmanlı Padişahı, gelişmeler üzerine Fransa’ya gönderdiği mektupla, düşmanlarıyla mücadelesini desteklediğini ifade ederek kendisine bilgi akışı sağlanmasını ister.[54]

Kıbrıs Adası’nın fethine kadar (1571) Osmanlılar ve İspanyollar zamanı birbirlerini gözleyerek geçirmişler ve sürekli olarak sefer hazırlıkları yapmışlardır. Nihayet sefer Kıbrıs’a düzenlenmiş, ada kısa bir kuşatmadan sonra, Venedik donanmasının tersanede yanmasının, yardımlaşmayı olanaksız hale getirmesinden de istifade ile ele geçirilmiştir.[55] Kıbrıs’ın fethinden önce Osmanlılar tedbir mahiyetinde Fransızlarla ahidnâmeyi yenilemişlerdir. İstanbul’a gelen elçi Claude de Bourg 18 Ekim 1569’da (7C. 977) aldığı ahidnâme ile dostluk tazelemenin ötesinde yeni bazı haklar da elde etmiş; Polonya tahtı ve Erdel Prensinin Fransız Hanedanıyla akrabalık kurmasını temine çalışmıştır.[56]

Osmanlılar Kıbrıs’ın fethinden sonra boş durmamışlar ve hemen toparlanmaya çalışmışlardır. Çünkü adanın fethi Avrupa’da bir Haçlı Birliği oluşturmuştu. Özelikle yeni alınan Kıbrıs’ın istihkâmı sağlanmaya çalışılır. Bu faaliyetlere Fransızlar da yardım ederler,[57] Venedik’in talebiyle oluşturulan Donjuan Dautrich komutasındaki Hhaçlı donanması 7 Ekim 1571 günü Osmanlı donanmasını İnebahtı’da yok edercesine hezimete uğratır. Tunus’un Fethi (1574) bu yenilgiyi telâfi ederken İspanyolların Kuzey Afrika politikalarını da iflas ettirmiştir.[58]

Sultan Selim II. vefatına kadar Fransa ile dostluğu sürdürmüş, İstanbul’a gelen Aix Piskoposu ve Germigny’yi iyi karşılayarak, onlardan Avrupa ile ilgili bilgileri muntazaman tarafına aktarmalarını istemiştir.[59] Lehistan kralının ölümüyle ortaya çıkan verâset sorununda da Osmanlılar Fransa kralının kardeşi Henri’nin Lehistan’a kral seçilmesini sağlamışlar;[60] Lehistan asilzadelerini ikna etmeye çalışırken; çıkabilecek askeri sorunların çözümü için de Tatar askerlerini görevlendirmişlerdir. Rusya’nın Lehistan üzerindeki planlarının engellenmesinde Tatar beylerinden başka Silistre, Niğbolu, Akkerman ve Vidin Beylerbeyleri görevlendirilmişlerdir.[61] Erdel Vayvodasından Leh ve Litvaların (Litvanyalı) kral seçimindeki tercihinin ne yönde olduğuna ilişkin bilgi aktarmasını ve tedbirli olmasını isteyen padişah, seçim şartlarını kontrol altına almaya çalışmıştır.[62] Charles IX’a yazdığı bir mektupta Padişah, Henri’nin Lehistan’a güvenli olarak gidebilmesi için, kullanabileceği iki yol tarif etmektedir. Buna göre Henri; Zedra-Kilis-Bosna-Sirem- Temeşvar ve Erdel’e gitmeli; ya da Dubrovnik-Hersek-Sirem-Temesvar ve Erdel yolunu takip etmelidir. Padişah her iki yolda da güvenliğin sağlandığını bildirir.[63] Osmanlıların daha sonraki dönemde Lehistan’a ilişkin konulardaki aktif tutumu (Istvan Bathory’nin krallığı) stratejik öneme sahip kuzey topraklarını ve yükselişte olan Rus Çarlığı’nı kontrol amacını taşımaktadır.[64]

Sultan Selim II. 1574’te vefât edince tahta oğlu III. Murad geçti. Kanûni devrinde başlayan yapısal bozulmayı kudretli Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa giderebiliyordu. Onun da ölümüyle (1579) işler daha da kötüye gitmeye başlar. İran’la yapılan uzun savaş (1477-1589) Ferhad Paşa’nın gayretiyle 1590 İstanbul anlatmasıyla sona erer. Fakat Osmanlı İmparatorluğu savaş sonrası ekonomisinden bir türlü kurtulamaz.

Sokullu Mehmed Paşa öldüğü zaman, İran ile savaş devam ediyordu. Batıda İspanya kralı II. Philippe kızını Portekiz kralına vermiştir. Portekiz kralı kayınpederinden on bin asker ve altmış kıt’a kadırga alarak, Papa’nın da desteği ile Fas Hakimi Mevlay Abdülmelik üzerine harekete geçer.[65] Padişah Cezayir Beylerbeyi Hasan Paşayı görevlendirerek hadiseleri kontrol etmeye çalışır.

15 Temmuz 1581’de gelen Fransız elçisi Jacques de Germıgny’nin ahidnameyi tecdit talebi kabul edilirken, Fransa’nın Mayıs 1580’de İngiltere’ye verilen imtiyazlarla ilgili tereddütleri giderilmeye çalışılır.[66] İngiltere, Ceneviz, Ankona, Venedik ve Sicilya dışındaki ticari muamelâtın Fransa bayrağı ile yapılması kararlaştırılır. Fransızları rahatlatmak için, Fransa’nın hâlâ en fazla imtiyâza mazhar devlet olduğuna dair güvence verilir.[67] Bu gizli bir oyundur. Zira kısa bir süre önce İngiltere kraliçesi I. Elisabeth’e gönderilen bir mektupta Lehistan, Fransa ve Venedik ile eşdeğerde imtiyazlardan bahsedilir (18 Haziran 1580).[68] Bu tarihten yaklaşık bir ay önce İngiltere’ye ilk imtiyazın verildiğini bilinmektedir.[69] Her şeye rağmen Fransa ile dostluk aynı minval üzere devam ediyordu.[70] Farklılık İspanya ile ilişkilerde ortaya çıkar.

İspanya’dan gelen dostluk teklifine olumlu cevap veren padişah, iki tarafın diplomatik nezakete uygun olmayan davranışlarının giderilmesi şartıyla İstanbul’a elçi gönderebileceklerini bildirir (11 Mayıs 1580).[71] Birkaç yıl sonra Cezayir-i Garb Kaptanı Murad’ın İspanyol kadırgalarından kurtarılan Türk esirlerin verdiği bilgileri merkeze bildirmesi (3 Mart 1584), İspanyolların Osmanlı yönetim bölgelerine karşı düşmanca planlarını su yüzüne çıkarır.[72] Aslında ilişkileri iyi gösteren sadece ahidnâme perdesi idi. Zira İspanyolların zaman zaman Fransız bayrağı takılmış gemilerle saldırarak, Müslümanları esir tutup satmaları sık rastlanılan olaylardandı. Fransa bayrağı taşıyan gemilerin kontrol edilmesi Osmanlı yönetiminin sorunlarını gideremez.[73]

Fransa ve İngiltere arasındaki bayrak yarışı da aynı yıllara rastlar. İngiltere imtiyâzı geç elde etmenin verdiği acelecilikle, sürekli Fransızlarla rekabet eder.[74]

Osmanlılar Akdeniz’e hakim olabilmek için çok büyük çaba sarf etmişlerdir. Akdeniz’e hakim olmak siyasi olarak kolay olmadığı gibi, coğrafi şartlardan dolayı tam güvenliğin sağlanması da sorun olur. Kısa süreli işgaller, ani korsan baskınları bir yazgıdır. Osmanlılar Akdeniz’e egemen olabilmek ve asayişi temin için zaman zaman müttefiklerinin yardımlarını alırlar.[75] Ticari sirkülasyonun devamı için korsanlarca can, mal ve paraları talan edilen ahidname sahiplerinin zararları tazmin edilir.[76] Yasak malların kaçak yollarla satılması ise önlenmesi çok zor bir alışveriş şeklidir.[77] Kötü giden ekonomi Osmanlı tebasının memnu meta ticareti yapmasına sebep oluyordu. Üst düzey yöneticilerin de giriştiği bu tür işler merkezden gönderilen emirlerle yasaklanmakta, izin verilenlerin dışındaki tacirlere yasak mal satılmaması sıklıkla tembih edilmektedir.[78]

III. Murat hayatının son günlerinde İspanya kralı ile Fransa kralının dostluk kuracakları haberini alır. İngiltere kraliçesine gönderdiği mektupla, Fransa kralının Marsilya’yı ele geçiren İspanyollara karşı kendisinden yardım istediğini ifade ederek, bu garip durumla ilgili malumât alırsa bildirmesini ister.[79]

Fransa’da 1593’te taç giyen IV. Henri savaşlarla harap olmuş bir ülkede, kısa sürede bütün olumsuzlukları giderecek atılımlara başlar. 13 Nisan 1598’de bütün krallıkta din ve vicdan hürriyetini teminât altına alan reformist dîni serbest bırakan “Nantes fermanı” ile ülkesini modern zamanlara hazırlamaya çalışır.[80]

Osmanlı tahtına 1495’te geçen III. Mehmed ise Avusturya ile savaşın ortasından başlamıştır. Durum hiç de iyi değildir. Estergon 1495’te düşer. Ordu Eğri’yi alarak Haçova meydan savaşını kazanır (24-26 Ekim 1596). İçeride Celâli isyanları başını alıp giderken Sultan hayata veda eder (1603). İran ile savaşın ilanı da aynı yıl içinde gerçekleşir.

Osmanlı-Fransız İlişkilerinin Hukuki-Sosyal ve Ekonomik Boyutu

Osmanlılarla Fransızlar arasında yapılan ilk imtiyaz anlaşması (1536) sonrasındaki ilişkilerde politik çıkarlar ön plandadır. Ancak politik amaçlı taahhütler başka bazı yükümlülükleri de beraberinde getirmiştir. Özellikle ticari sahada gerçekleştirilen faaliyetlerde, ilk ahidnamede verilen haklar belirleyici unsur olmuştur. Osmanlı belgelerinde sürekli olarak evvelki ahidnamelerin hukuki zeminine atıflarda bulunularak sorunların çözümlenmesine çalışılmıştır.

Başta Fransızlarınki olmak üzere yabancı elçileri, Osmanlılar hüsnü kabulle karşılamaya çalışmışlardır. Elçiler sınırdan girerlerken karşılanırlar ve başkente gelinceye kadar yol güvenliklerinin yanında her türlü ihtiyaçları karşılanır;[81] kendilerine yardımcı olacak adamlarla beraber, yolculuk için at ve beygir verilirdi.[82] Ulaşım için genellikle beygir temin edilir, at verilmişse sınırdan at ile çıkmaması sağlanırdı. At ihracı memnu olduğu için bu konuya çok önem verilirdi.[83] Elçilere iyi muamele ve hizmet edenlere çeşitli mükâfatların verildiği görülürdü ki; bu bazen elçilerin tavassutu ile olurdu.[84] Ülke içinde faaliyet gösteren elçilere, adamlarına ve yabancılara rahat çalışabilmeleri için izin belgesi verilirdi.[85] Fransızlar kendi bayrakları altında ticaret yapan tüccardan muamelât tâkibi karşılığı komisyon ücreti alırlardı. Bu konu istismara açık olup, Osmanlılar Fransızların suistimâllerini sürekli olarak önlemeye çalışmışlardır. Aynı haklara sahip olan Dubrovnik, Venedik ve İngiltere ile Fransızlar çoğu zaman ihtilaf çıkarmışlardır.[86]

Belgelerden anlaşıldığına göre 1585 yılında Fransızlar İskenderiye’de kaldıkları metruk hanın şeklini bozmakla kalmayıp, önündeki çeşmeyi de içeri almışlar, burayı hırsız yatağına çevirmişlerdir.[87] Bu örnek Fransızların mahalli yöneticileri de zaman zaman zor duruma soktuklarının da göstergesidir. Fransızlar Venedik Balyosunun terk edilmiş hanının kullanımı konusunda da ihtilaf çıkarmışlar; mesele hanın, Osmanlı Devleti’nden henüz yeni ahidname almış olan İngiliz konsolosuna verilmesiyle halledilmiştir.[88]

Yabancı elçiler ve çevrelerindeki adamları, Osmanlıların yabancı ülkelerle ilgili en önemli bilgi kaynağıdır. Birçok belgede düşmanlarla ilgili bilgilerin doğru ve süratli ulaştırılmasının istendiği görülmektedir. Padişahın yazdığı name-i hümayun’un götürülmesi sırasında elçilik görevlileri tavassut ederlerdi.[89] Yolculuğa çıkan görevlilere, başlarına kötü bir şey gelmesin diye, kendilerini tarif eden izin belgeleri verilmiştir.[90]

Fransa’ya verilen imtiyazı kullanan tacirlerle Osmanlı tebeası tüccarlar arasında yoğun bir ekonomik diyalog yaşanmıştır. Belgelere yansıyan faaliyetler genellikle deniz ticaretine yönelik ve memnu’ meta ihracına yöneliktir. Memnu meta sınıfına giren mallar dönem dönem değişmekle birlikte genellikle, savaş araçları, savaşta kullanılabilecek malzemeler, değerli madenler, at, buğday, deri, zift v.b. mallardır. Bu malzemelerin bazı dönemlerde, duruma göre istisnâi izinlerle ihracı mümkün olmuştur.[91] Karşı taraftan Osmanlı tarafına kıymetli mallar getiren tacirlere ise özel ilgi gösterilmiştir.[92]

Ticari faaliyetler ülkeler arası ajanların çalışmaları için de uygun zemin oluşturmuştur.[93] Ancak sıkı bir takip söz konusudur. Ticaretin kolaylaştırılması için gerekli bütün tedbirler alınıyor;[94] izin harici mal transferleri kontrol altında tutuluyordu.[95] Özel izinle belirli malları getiren tüccarlara yönelik korumacı bir politika takip ediliyor ve aynı işe izin belgesi olmayanların el atması önleniyordu.[96] Tüccarların haklarını istismar yönünde kullanmaları ise sert bir şekilde cezalandırılıyordu.[97] Dönem boyunca tespit edildiği kadarı ile ticarete en büyük zararı korsanlar vermiştir. Korsanlar mala verdikleri zarardan başka, insanları prangaya vurup esir pazarlarında satmışlardır. Osmanlı yönetimi müslümanların esir edilip satılmalarını ahidnâmelerdeki taahhüdlere göre önlemeye, onları kurtarmaya çalışmıştır.[98] Esirler kurtuluncaya kadar uğraşan yöneticiler, gerektiğinde bunu elde tuttukları yabancı esirleri mübadele ederek yapmışlardır.[99]

16. yüzyıl boyunca Osmanlı-Fransız yakınlaşmasında iki devletin örtüşen siyasi ve ekonomik çıkarlarının merkezde olduğunu gözlenmektedir. İki devletin ne zaman dost, ne zaman düşman olacağını kestirmek, dönem içi siyasetin fütürsuzluğu ile mümkün olmamaktadır. Üst yapıda durum böyle iken, halklar arasında daha makul, daha istikrarlı bir ilişki kendini göstermektedir. Tacirler, siyasetin ekonomik çıkarlarına vurduğu darbeleri mümkün mertebe savuşturarak işlerini yürütmüşlerdir. Zaman zaman ortaya çıkan bürokratik ve hukuki sorunlar ise, her zaman olduğu gibi sosyal hayatın devlet kurumuna göre daha hızlı bir devinime sahip olmasından kaynaklanmıştır. 16. yüzyıl boyunca Osmanlı ve Fransız ilişkileri inişli çıkışlı bir görünüm arzetmiştir. Ancak dikkati çeken nokta ise, hem devletlerin hem de halkın sürekli olarak menfaatlerini merkezde tuttuğu bir ilişkiler ağının varlığı olmuştur.

Tahsin FINDIK

Tarihçi-Yazar / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 9 Sayfa: 567-574


Kaynaklar :
♦ ARIKAN, Muzaffer, ’’Paulino Toledo, Venedikteki Papalık Elçiliği Belgelerine Göre Türkler (1533¬1569)”, A. Ü., OTAM, sayı 4, s. 375-436, Ankara 1993.
♦ BRAUDEL, Fernand, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası II, çev. Melmet Ali Kılıçbay. İstanbul 1990.
♦ CASA, Jean-Michel, Le Palais de France a İstanbul (İstanbul’da bir Fransız sarayı), Yapı Kredi Yay. İstanbul 1995.
♦ CHRISTOPHER, John B. -BRİNTON, Crane, WOLF, Robert Lee, 1453’ten Bugüne Dünya Tarihi ve Çağdaş Uygarlık (çeviren: Mete Tunçay), İstanbul 1982.
♦ DAĞLI, Yücel-ÜÇER, Cumhure, Tarih Çevirme Klavuzu, C. IV. T. T. K. Ankara 1997.
♦ DERNSCHWAM, Hans, İstanbul ve Anadoluya Seyahat Günlüğü (çev. Prof. Dr. Yaşar Önen), Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 1992.
♦ EMECEN, Feridun, “Kuruluştan Küçükkaynarcaya Osmanlı Siyasi Tarihi”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi c. I, s. 130, editör, Ekmeleddin İhsanoğlu, IRCICA, İstanbul 1994.
♦ GÖKBİLGİN, Tayyib, “Kanûnî Sultan Süleyman’ın Macaristan ve Avrupa Siyasetinin Sebep ve Amilleri, Geçirdiği Safhalar” Kanûnî Armağanı, T. T. K. Yay. Ankara 1970.
♦ HAMMER, J. De, Histoire De L’empire Ottoman, c. XVII. Paris 1897.
♦ HUBERMAN, Leo, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla (çev. Murat Belge), İletişim Yay. İstanbul 1991.
♦ KÜTÜKOĞLU, Mübahat S., Osmanlı-İngiliz İktisâdi Münasebetleri I. (1580-1838), Ankara 1974. MANTRAN, Robert, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi I. İstanbul 1991.
♦ NEBİOĞLU, Osman, Bir İmparatorluğun Çöküşü ve Kapitülasyonlar, İş Bankası Yay. Ankara 1986.
♦ NORADOUNGHİAN, Gabriel Efendi, Recueil D’actes Internatıonaux de L’empıre Ottoman I. Paris 1897.
♦ PİRENNE, Jacques, Büyük Dünya Tarihi I. İstanbul.
♦ SEDİLLOT, René, Değiştokuştan Süpermarkete, İstanbul 1983.
♦ SOYSAL, İsmail, Fransız İhtilali ve Türk-Fransız Diplomasi Münasebetleri, T. T. K. Yay. Ankara 1987.
♦ SOYSAL, İsmail, “Türk-Fransız Diplomasi Münasebetlerinin İlk Devresi” İ. Ü. Ed. Fak. T. D. III/63-94, İstanbul 1952-1953.
♦ TURAN, Şerafettin, “Rados’un Zabtından Malta Muhasarasına”, Kanûnî Armağanı, T. T. K. Yay. s. 74-117, Ankara 1970.
♦ UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi C. III/1, T. T. K. Yay., Ankara 1988.
♦ UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, T. T. K. Yay. Ankara 1988.
♦ UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, T. T. K. Yay. Ankara. 1988.
♦ VEINSTEİN, Gilles, “Les Préparais de la Campagne Navale Franco-Turque de 1552 à Travers Les Ordres du Divan-Ottoman”, R. O. M. M., s. 1-39, Paris 1985.
Kaynaklar:
[1] İsmail H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, Ankara 1988. Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı s. 268, Ankara 1988.
[2] Osman Nebioğlu, Bir İmparatorluğun çöküşü ve Kapitülasyonlar, s. 11. , Ankara 1986.
[3] Uzunçarşılı, Merkez ve Bahriye, s. 267.
[4] Caren Brinton, J. B. Christopher, ş R. Lee Wolf, 1453’ten Bugüne dünya Tarihi ve Çağdaş Uygarlık; s. 88 İstanbul 1982.
[5] A.g.e., c. 1, s. 89.
[6] Jacques Pirenne, Büyük Dünya Tarihi, C. 1, s. 458-459.
[7] Leo Huberman, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, s. 136-150, İstanbul (1991).
[8] Jacques Pirenne, a.g.e, s. 477, 478.
[9] Huberman, a.g.e., s. 109-110.
[10] Rene Sedillot, Değiştokuştan Süpermarkete s. 250-251, istanbul 1983.
[11] İsmail Soysal, Fransız İhtilâli ve Türk-Fransız Diplomasi Münasebetleri (1789-1802) s. 6, Ankara 1987.
[12] İsmail Soysal, Türk-Fransız Diplomasi Münasebetlerinin ilk Devresi İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, C. III, s. 6, İstanbul, 1952-1953.
[13] Jacpues Pirenne, a.g.e., s. 491.
[14] Tayyib Gökbilgin, “Kanûnî Sultan Süleyman’ın Macaristan ve Avrupa Siyasetinin Sebep ve Amilleri, Geçirdiği Safhalar”, Kanûni Armağanı s. 8, 9. 10 Ankara 1970.
[15] Robert Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi I, s. 180, İstanbul 1981.
[16] Perafettin Turan, “Rodos’un Zaptından Malta Muharasına” Kanûnî Armağanı s. 78-79, Ankara 1970.
[17] Robert Mantran a.g.e., s. 181.
[18] İsmail H. Uzunçarşılı, Osmanli Tarihi; C. II, s. 506, Ankara 1988.
[19] İsmail Soysal, a.g.m., s. 65.
[20] J. de Hammer, Histoire De L’Empire Ottoman, c. XVII, s. 140, Paris 1841.
[21] İsmail Soysal, a.g.m., s. 66.
[22] J. de Hammer, a.g.e., s. 140.
[23] Not: Fransa Devletinin, Osmanlı nezdine gönderdiği elçilere ait bir listede Jean de la Forest 1535-1537 senelerinde faaliyet gösteren ilk büyük elçi olarak zikredilmektedir. La Forest’ten önce gelenler ise “fevkalade elçi” olarak özel görevle gelmişlerdir. Bkz. Jean Michel Casa, Le Palais de Francea, İstanbul, s. 107, İstanbul.
[24] Uzunçarşıl, a.g.e., s. 503-504.
[25] Soysal, a.g.em, s. 67.
[26] Feridun Emecen, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi C. 1, s. 35, İstanbul 1994.
[27] Gökbilgin, a.g.m., s. 21.
[28] Soysal, a.g.m., s. 72.
[29] Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisâdi Münasebetleri I. s. 8, Ankara 1974.
[30] Osman Nebioğlu, a.g.e., s. 13-14.
[31] Kütükğlu, a.g.e., s. 31.
[32] Soysal. a.g.m., s. 81.
[33] Zeki Arakın-Polin Toledo, “Venedik’teki Papalık Elçiliği Belgelerine Göre Türkler (1533¬1566), A. Ü. OTAM, s. 394, Ankara 1993.
[34] Mantran, a.g.e., s. 189.
[35] Soysal, a.g.m., s. 86.
[36] Uzunçarşılı, a.g.e., s. 508.
[37] Aıkan-Toledo, a.g.m, s. 403.
[38] TSMA, Mühimme nr. 888, H. 197.
[39] Aynı yer, 202b/1.
[40] Giles Veınstein, “Les preparatifs de la Campagne Navale Franco-Turqve de 1552’a Travers Les Ordres du Dıvan Ottoman” R. O. M. M. sayı 39, s. 55. 1985-1.
[41] TSMA, Mühimme, nr. 888, 207b.
[42] aynı yer, 276/2.
[43] aynı yer, 277/1.
[44] aynı yer, 277/1.
[45] Veinstein, a.g.m., s. 59.
[46] Soysal, a.g.em. s. 88.
[47] Soysal, a.g.m., s. 89.
[48] Hans Dernschwam, İstanbul ve Anadoluya Seyahat Günlüğü, s. 116, Ankara 192.
[49] Veınstein, a.g.m., s. 62.
[50] Turan, a.g.m., s. 47.
[51] a.g.m. s. 79.
[52] Uzunçarşılı, a.g.e., s. 510.
[53] Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, C. 2. , s. 267, İstanbul 1990.
[54] BA, MD, nr 7, 155/275.
[55] Bravdel a.g.e., s. 268.
[56] Gabriel Noradounghian, Recueil. D’actes Internationaux de L’Empire Otoman, I, s. 88, Paris 1897.
[57] BA, MD, nr. 16, 226/437.
[58] Emecen, a.g.m.s. 41.
[59] BA, MD, nr. 21, 196/566.
[60] BA, MD, nr. 22, 117-118/243, 119-120/245.
[61] BA, MD, nr. 22, 121-122/247.
[62] BA; MD, nr 22, 241/469.
[63] BA, MD, nr. 23, 192/405.
[64] Emecen, a.g.m., s. 43.
[65] BA, MD, nr 35, 189/475.
[66] Kütükogilu, a.g.e., s. 13.
[67] BA, MD, nr 42, 79/377.
[68] BA, MD, nr 42, 96/186.
[69] Kütükoglu, a.g.e., s. 13-14.
[70] BA, MD, nr. 43, 160/289.
[71] BA, MD, nr. 43. 177/322.
[72] BA, MD, nr. 52, 271/718.
[73] BA, MD, nr. 52, 306/816.
[74] BA, MD, nr. 58, 317/811, 318/812-813, 319/815
[75] BA, MD, nr. 62, 67/148.
[76] BA, MD, nr. 60, 201/472.
[77] BA, MD, nr. 62. 71/160.
[78] BA, MD, nr. 623, 190/428.
[79] A-DVN-MHM, nr. 148, 14/2.
[80] Jacques Pirenne, a.g.e., s. 550.
[81] BA, MD, nr 7, 132/1667.
[82] BA, MD, nr 2, 111/1136, 55/500, 53/488, /2020
[83] BA, MD, nr . 2a, 966/2666.
[84] BA, MD, nr 7, 195/1775.
[85] BA, MD, nr 15, 58/497.
[86] BA, MD, nr . 7, 966/2666.
[87] BA, MD, nr 35, 127/326.
[88] BA, MD, nr 58, 317/811.
[89] BA, MD, nr 42, 273/317.
[90] BA, MD, nr 55, 120/224.
[91] BA, MD, nr 888, 1066/1.
[92] BA, MD, nr 888, 10/43.
[93] BA, MD, nr 10, 224/342.
[94] BA, MD, nr 15. 99/865.
[95] BA, MD, nr 15, 138/1195.
[96] BA, MD, nr 35, 122/314.
[97] BA, MD, nr 62, 43/14, nr. 73, 574/1251.
[98] BA, MD, nr 7, 887/2433, nr. 42, 39/233.
[99] BA, MD, nr 60, 272/627, nr. 67, 30/72.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.