Mısır, Osmanlı askerî tarihinde çok mühim bir yer işgal etmiştir. Orta Doğu’da stratejik bir mevkii olan Mısır Eyaleti, bölgede başlıca askerî merkezi olarak Osmanlı ordularının toplanmasına ve hazırlamasına iştirak ettiği gibi, maddî ve manevî zenginliğiyle bu ordulara katılan mutemed ve askerlerin belli bir kısmını hazır etmiş, barut ve diğer asker malzemelerinin deposu, hububat deposu olmuştur. Bu yüzden, Osmanlı Devleti, Mısır Eyaleti’nin fethinden beri, askerî teşkilatıyla çok ilgilenmiş; eyalette Orta Doğu bölgesi için merkezî bir ordu teşkil etmiş; bu ordu, XVI. asrın ikinci çeyreğınden itibaren XVIII. asrın ortalarına kadar, devletin doğuda ve batıda askerî faâliyetlerinde aktif bir şekilde rol almıştır.
Mısır’da İlk Osmanlı Askerî Teşkilâtı
24 Ağustos 1516’da (25 Receb 922) “Merc-i Dabık” mevkiinde Memlûkler ve Osmanlı orduları arasında vuku bulan muharebe ve 22 Ocak 1517’de (29 Zilhicce 922) “Reydaniye” sahrasında cereyan eden Savaş, Memlûklü Devleti’nin kaderini tayin etmiş; Suriye, Mısır ve Orta Doğu’da Memlûklere tabi’ bütün bölgeler arka arkaya Osmanlı hakimiyetine geçmiştir.[1]
Osmanlı Devleti ananesi, fethedilen ülkelerin eski nizâmının ma’kûl ve âdil ölçüler altında mühafazasını, kısmen tadil ve tedricen kendi sistemini hâkim kılma esaslarını gerektiriyordu.[2] Nitekim, fethi müteakib Mısır’da da Memlûklüler devrinden intikal eden kanûn ve teamüllerin ta’dîl ıslâh ve tedricen Osmanlı nizamına tevfîk ederek tatbîki yoluna gidilmiştir. Sekiz yıl boyunca (1517-1525), Mısır’da ilk Osmanlı askerî teşkilâti, istıkrarlı bir hale gelmesine kadar bütün bu merhaleleri geçirmiştir.[3]
Mısır’da Osmanlı bir idâre teşkîl etmeye çalışıp kısa zamanda bunun güç olduğunu anlayan Sultan Selim, Asitane’ye dönmeden önce, Osmanlılara itaât edip ihlasla hizmette bulunan Hayır Bey’i Mısır eyaletine getirmiştir (29 Ağustos 1517).[4] Bu Memlûklü beylerbeyinin ma’iyetine güvenilir Osmanlı beyleri bırakıldığı gibi, Mısır’ın muhafazası için de asker görevlendirilmiştir.[5] Haydar Çelebî,[6] Mısır’da bırakılan bu kuvvetleri, Tırhale Beyi Sinan Bey kumandasında 1000 Rumeli askeri, Fâik Bey riyasetinde 1000 Anadolu sipahîsi ile Çaşnigîr Mustafa Bey liderliğinde 1000 Kapukulu süvarisi ve 1000 Yeniçeri olarak vermiştir.
Böylece, Hayır Bey’in valiliği sırasında (1517-1522), Mısır’da Rumeli ve Anadolu Sipahîleri ve Kapukulu askerlerinden teşekkül edilen bu Osmanlı askeri, nöbetçi olarak tayin edilir; miktarları ise, duruma göre değişirdi.[7] İbn İyas, Mısır’ın karargâhı ve idarenin merkezi olan Kal’atü’l-Cebel ve Kahire’nin önemli merkezleri muhafazasında bulunan Yeniçeri ağalarına aylık ulûfe olarak on beşer dinar, Yeniçeri neferlerine ise, on ikişer dinar verildiğini zikrettiği gibi, şehirde ve vilayetlerde vazifelendirilen Sipahîlerin ağalarına 30-60’ar dinar, erler ise yirmişer dinar ulûfe tevzi’ edildiğine işaret etmiştir.[8]
Diğer taraftan, Mısır’ın zabtından sonra, gizlenen Memlûklülere umûmî bir af ilân edilmesini takiben, hapiste kalanların salıverilmesiyle gerek Kölemenler gerekse ümeraları yavaş yavaş zuhûr etmeye başlamıştır.
Selim Han Mısır’dan ayrıldıktan sonra, Hayır Bey’e Mısır’da bırakılan Osmanlı beyleri ve askerlerine ilâveten, itaat eden Memlûklüleri de hizmete alma salahiyeti tanınmıştı. Bu salahiyetten faydalanan Hayır Bey, Mısır’ın ahvâlını iyi bilen Memlûklü emîrlerden Kethüda, Devadâr, Emîr-ahûr ve Mimândâr vs. gibi idârî ve askerî mu’âvinler seçmiştir.[9] Ayrıca, Hayır Bey, ortaya çıkan Kölemenlere askerî kabiliyet, maharetleri ve mertebelerine göre ulûfe ve cerâye; yaşlılara da teka’ud ülifesi tayin etmiştir.[10] Mukaddem olanları (Beylerbeyiler) hâric, bütün Memlûklü emîrleri de ülûfe almaya başlamıştır. İbn İyas,[11] bu ulûfe ve tahsısâtların, Tabilhâne emîrlernin (sancakbeyler) her birisine kırk dinar, Aşravâtlarin (alaybeyler) her birisine yirmi beş dinar olduğunu yazmıştır. Bununla beraber, onlara mukata’a, et ve ‘alîklerinin karşılığı verilirdi. Mısır’da baki kalan Mukaddem emîrleri ise, çeşitli Kâşifliklere veya Hayır Bey’e yardıma memûr edilmiştir.[12] 1519 yılı sonlarında, Hayır Bey, Mısır’da askerin azaldığını arz edince, aldığı emre binaen, Gönüllü taifesini Mısır halkından ve bilhassa “Evladü’n-Nas”[13] (Memluklü emîrlerinin oğulları) tâifesinden seçtiği kudretli kimselerle takviye etmiştir. Bu cemaatin ağalarına aylık ulûfe olarak on ikişer dinâr, efradına 8-10’ar dinar verilirdi.[14]
Bu şekilde, Mısır’da kalan Memluklüler, ülkede askerî ve mülkî bir hakimiyete sahib olurlarken, Osmanlı Devleti’nin nizamına tab’i olup aylık ulûfeli bir mahallî güç haline gelmişlerdir. Mısır beylerbeyi olan Memlûklü Hayır Bey, Osmanlı sultanının eyalette temsilcisi olup, aslında askerî bir tâife olan Kölemenlerin direk reisi sayılmışsa da, Mısır muhafazasında bulunan Osmanlı bey ve askerleri üzerinde çok sınırlı bir yetkisi vardı. Hayır Bey’in davranışlarını gözeten Osmanlı beyleri, Padişah’a raporlar gönderdikleri gibi, Hayır Bey de, Devlet Merkezine, eyaletin mühim meselelerini ve Mısır muhafazasındaki Osmanlı bey ve askerlerin durumunu arz ederdi. Genellikle, bu sıralarda, Hayır Bey ve mâiyeti, Mısır’daki Osmanlı beyleriyle ahenk içinde oldukları halde, Osmanlı askerleriyle sık sık ihtilafa düşüyordu.[15]
Osmanlı askerleriyle Memlûklüleri yan yana istihdâm ederek çok başarılı olan Hayır Bey’in vâlîliğinin sonlarına doğru, devlet seferler dolayısiyle Memluk askerlerinden bir mikdarının, barût ve zahireleri hazırlanıp gönderilmesi istenilmeye başlanmıştır. İbn İyas’in 928 yılının Receb (1522 Mayısı) ayı vakayilerinde, Sultan Süleyman (1520-1566), Rodos seferi için asker taleb edince, Hayır Beyin, kırk üç emîr ve sekiz yüz Memluk seçerek Davadâr’ın serdârlığında, Osmanlı askerlerinden yedi yüz neferi de Kethüdâ’nın kumandasında gönderip, her birisine dört aylık ülûfe vererek askerlerin techizât ve levazimâtiyle nakl için yirmi parça gemi tayin ettiğini zikretmiştir.[16]
Bu şekilde, Mısır’da Osmanlı hakimiyetinin ilk beş yılı sırasında, Osmanlı ve Memlûklü unsurlarından oluşan geçici bir askerî teşkîlâti ortaya çıkıp, neferleri Rodos seferine bile katılmışsa da, bu askerî teşkîlâtin devami, Osmanlılara sadık ve güvenilir bir Memlûklü emîr olan Hayır Bey’e bağlı olup, vefati (5 Ekim 1522) üzerine, bu geçici teşkilât alt üst olmuştur.[17]
Hayır Bey’in beylerbeyliği sırasında, nisbî bir sükûn içinde bulunan Mısır Eyaleti, müte’âkiben, kısmen Osmanlı âdet ve te’âmüllerinin tatbîk edilmesine karşı eski Çerkez ümerâsının kışkırtmasıyla iç isyanlara sahne olmuş; Hâin Ahmed Paşa’nın saltanat iddiâsı (1523) ise, Mısır’ı büsbütün çalkantı içinde bırakmıştı. İsyan tenkil edilmiş; mühafazaya gönderilen kuvvetler vaziyete hâkim olmuşlarsa da, istikrarlı bir idare tesis edememişti. Bu sebeple, devamlı tatbîk olunacak nizâmın yerinde tespit ve tanzîmi gerekli görülerek bu hizmet, geniş salahiyetlerle Vezîr-i Azam İbrahim Paşa’ya havale olunmuştur.
* * *
Osmanlıların Askerî Teşkîlâtının, İslâm devletlerinin bilhassa Anadolu Selçuklu Devleti’nin ordu müessesesinden faydalandığı gibi, kısmen de Memlûklü askerî teşkîlâtinden mülhem olduğu ileri sürülmüştür. Ancak, Osmanlılar, Memlûklü Devleti’nin, “Memlûk Sistemi”ne dayanan askerî teşkîlâtını esâs itibariyle kabul etmemekle beraber, Osmanlı ve Memlûk askerî teşkîlâtı arasında benzerlik bulunmaktadır. Ayrıca, Osmanlılar, doğuda İslâm devletlerinin topraklarını zabt ve tasarruf ettiklerinde, İslâm kanunlarıyla idâre edilen bu bölgelerin askerî vs. teşkîlâtlarını, bazı ta’dilâtlarıyla koruyup, devlet merkezine bağlarlardı.[18]
Bu şekilde, Osmanlılar, Memlûklülerin eski devlet merkezi sayılmış olan Mısır’da, Asitane’ye bağlı yeni bir askerî nizâm teşkîline çalışırken, Mısır’ın Memlûklü askerî nizâmının çözülmesi, nüfuza sahip olan Memlûklü emîr ve tecrübeli asker kölemenlerden istifade, Mısır’da ve Osmanlıların liderliğinde askerî mekez teşkîlâtı te’sisi, göz önünde bulundurulmuştur. Eyaletin bu yeni askerî teşkîlâtı, Osmanlı askeriye teşkîlâtlerinda bir dönüm noktası sayıldığı gibi, takriben iki buçuk asır boyunca, Osmanlı askerî tarihinde gerek merkezde gerekse taşrada çok etkili bir rol oynamıştır.
* * *
Osmanlıların Taşrada İlk “Saliyâne Sistem”i ve Mısır’ın Ulûfeli Askerî Teşkilâtı
Osmanlı Devleti, öteki İslâm ve Türk devletleri gibi asker bir devletti. Bunun için, Devlet nizâmı ve teşkîlâtını hep askerî gayelere uygun olarak tanzîm etmiştir.[19] Devletin örfî ve mülkî reisi ve bütün teşkîlâtlarının başı olan padişah, Osmanlı askerî kuvvetlerinin genel kumandanı sayılmaktaydı. Bilindiği gibi, bu Osmanlı kuvvetleri, Merkez ve Eyalet olarak iki kısımdı. Merkez Askerî Teşkîlâtı, iki ana sınıfa ayrılmış; bunlar, padişâhın Şahsına mahsus maaşlı olan piyade ve süvari Kapıkulu askeri ve Deniz Kuvvetleri idi. Eyalet askeri ise Osmanlı Devleti’nin en kuvvetli temel taşı olan ve “Tımâr Sistemi’ne dayanan Tımarlı Sipahi ile beraber öncü, kal’a ve geri hizmet kuvvetlerinden oluşurdu.
Vezîr-i âzam, sultanın devletin bütün işlerinde mutlak vekili ve ordularının genel kumandanlığında Serdâr-ı Ekrem-i olduğu gibi, beylerbeyinin tasarruf ettiği eyalette hem askerî hem de idârî amîr olarak sultanın tam vekili ve bölgesinde bulunan sancakbeylerinin ümûmî emîri olup, taşra kuvvetlerinin genel kumandanı sayılmıştır.
Kuruluşundan beri Osmanlı Devleti’nin bütün sancak ve beylerbeyliklerinde “Tımar Sistemi” tatbîk edilmişken, Kanûnî zamanında, Afrika ve Asya’da ele geçen devlet merkezinden uzak stratejik bölgelerin gelirlerini tahsîl ve muhafazalarını temîn için, beylerbeylikleri “Saliyâne Sistemi’ne bağlanmıştır. Diğer taraftan, XVI. asrın başlarından itibaren, Osmanlı askerî kuvvetleri ateşli silâhlarla techîz edilirken, eski silâh ve harb tekniğine bağlı Timarlı Sipahî ehemmiyetini kayb etmekteydi. Böylece, devlet, doğuda yeni feth edilmiş olan ülkeleri, doğrudan doğruya tedvîr etmeye çalışırken, merkezden uzak olan Mısır eyaletinde pek çok emlâk ve mükata’aları olan Çerkezlerin nüfûzlerine karşı tedbirler almak gereğini duymuş; daha sonra devletin bütün eyaletlerinde Tımar sistemi tatbîk edilirken, Mısır eyaleti arazîsi yavaş yavaş mirîye zapt edilip, sahiplerine veya layık kimselere iltizâm ile verilmeye başlanmıştır. Bina’enaleyh, Mısır eyaletinde, Timarli sipahî yerine ulûfeli Tüfengçi Süvârî cemaati ihdas edildiği gibi, Çerkezleden de ülûfeli bir cemaat teşkîl olunmuştu.
Mısır’a mahsûs iltizâm nizâmına bağlanan Saliyâne (senevî maaş) Sistemi, ancak saliyâne ile Mısır eyaletine tayin edilen ilk Osmanlı beylerbeyi olan Vezîr Mustafa Paşa zamanında (1522-1523), eyalette tatbîk edilmeye başlanmıştır. Memlûklü Hayır Bey’in devrinde kendisine bir saliyane tayin edilmişse de, Mısır’ı muhafazası için devlet merkezinden gelen bey ve askerlere saliyane ve ülûfe tayin edilmiş; ancak bu eyalet nizâmi hale gelmemiş; İbrahim Paşa’nın 1525 tarihinde tanzîm hareketiyle, bu nizâmi bir kanûn hükmüne inkilâp etmiştir. İlk defa Mısır eyaletinde tatbîk olunan saliyane sistemine göre, her sene, bütün eyalet, bir beylerbeyinin uhdesine saliyane ile verilir; mühafaza hizmeti gören sancakbeyleri ve vilâyet Kâşifleri hizmetleri karşılığında Timâr veya Zeâmet almayıp, nezâretleri altında bulunan nahiyelerin vergi gelirlerinden saliyaneleri ve askerilerinin ulûfeleri ödenir; geri kalan meblağ, hazîneye teslîm olunurdu.[20]
Böylece, 1525 yılında Mısır Kanûn-nâmesi sudûriyle, Mısır eyaletinde ülûfeli bir “Askerî Merkez Teşkîlâtı” ve başka tabîrle bir “Maâşlı Askerî Teşkîlât” kurulmuştur. Bu teşkîlât, bölgede Padişah’in temsilcisi olup Vezîr dereceli olan Mısır Beylerbeyiyle beraber, beylerbeyi pâyesindeki beyler ve sancakbeylerin kumandalıklarında Osmanlı ve Memlûklü unsurlarından teşekkül edilmiştir. XVII. asrın ortalarına kadar, bu askerî teşkîlâtta, önemli değişikliklere uğramadığı halde, daha sonra askerî unsurları ve kumandanlarının nufûzleri bakımından bazi değişiklikler görülmüştür.
Diğer taraftan, Mısır eyaletinin çeşitli vilayetlerinde Memlûklü kaşiflerin hizmetine giren kölemenler ve şeyhülarabların tabilerinden oluşan mahallî ve gayr-i nizâmî kuvvetler de vardı. Bu kuvvetlerin nizami Memlûklülerin ve Arab şeyhlerinin eski örf ve geleneklerine dayanır; gerektiği zaman, Mısır beylerbeyi emriyle, emîr ve Arab şeyhlerinin liderliği altında seferlere çıkarılırdı.
Bu şekilde, Mısır eyaletinde merkez ve mahallî olarak iki askerî teşkîlat vardı. Mısır beylerbeyi, bu teşkilâtların genel kumandanı olmuşsa da, sefer zamanlarında alayların serdârlıklerı sancakbey ve kaşiflere tevcih edilirdi.
I. Mısır Eyâletinde Askerî Kumandan
Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu bölgesiyle ilgili askerî, siyasî ve iktisadî siyaseti bakımından Mısır beylerbeyinin tayini ehemmiyet arz etmekteydi. XVI. asrın ilk yarısında, Osmanlı hakimiyetine giren Kızıldeniz kıyıları, Yemen ve Habeşistan bölgelerinin ele geçirilmesi ve oralarda zaman zaman zuhura gelen isyanlar sebebiyle Mısır beylerbeylerinin, daha önce bu bölgenin siyasî ve askerî durumunu iyi bilen veya bölgede daha önce hizmet görmüş olanlardan seçilmesini gerektirmiştir. Nitekim, Mısır Beylerbeyliği, 1560 yılında sabık Yemen Beylerbeyi iken Rum Beylerbeyliği yapmakta olan Mustafa Paşa’ya,[21] on yıl sonra ise, daha önce Mısır Beylerbeyi olup sonra Yemen Beylerbeyi ve serdâri olan Sinan Paşa’ya tevcih edilmiştir.[22]
Başlangıçta seyrek olarak ve 1004’ten itibaren, Mısır Eyaleti’ne vezâret payesiyle tayin edilen beylerbeyi, XVII. asrın ortalarından beri, yalnız başarısı ve hüsn-i dirayetiyle değil, padişaha, saray ve Divân-i Hümayûn’un mensuplarına sunulan daha fazla pişkeş ve hediyelerle bu makamı kazanırdı.[23] Bu devrede Mısır Eyaleti’nin askerî ve idârî âmiri olan beylerbeyinin bu tayin şekli, eyaletin çeşitli müesseselerini ve bilhassa askerî müessesesini çok kötü etkilediği görülmektedir.
Umumiyetle, Mısır Beylerbeyi’nin seçiminde, devletin siyasetiyle, bölgenin içinde bulunduğu askerî, siyasî, idarî ve iktisadî durumuna uygun vasıflar arandığı gibi, eyaletin çoğrafî ve tarihî mevki’i de, beylerbeyinin hizmetinin tayin ve tahdîdine mü’essir olurdu. Mısır Beylerbeyi’nin mes’uliyetleri, haricî ve dahilî olarak ikiye ayrılmıştır. Haricî mes’uliyetleri, Osmanlı Devleti’nin umûmî siyasetine bağlı olduğu halde, dahilî vazifeleri, 1525’te tanzîm edilen Kanûn-nâme ile vuzuha kavuşmuştur. Askerî-idarî vs. olan bu hizmetleri, beylerbeyinin nezâretinde, Mısır divânında, divan azaları tarafından tedvîr ve tenfîz edilirdi. Beylerbeyi, şehrin ve vilayetin muhafazası eyaletin askerinin intizâmi ve ihtiyaçlarını temîn ettiği gibi, sancakbeylere ve askerlere saliyane ve ülûfelerini dağıtmak gibi mühim malî işleri Defterdâr vasıtasiyle görürdü. Eyaletin bütün askerlerini tayin ve azle salahiyeti olan Mısır Beylerbeyi’nin, eyalet askerinin meselelerini halli husûsiyle ülûfe, zahire vs. ihtiyaçlarını infaz, beylerbeyinin belli başlı askerî iç vazîfelerinden idi. Bu vazîfelerin ifasında, XVI. asrın sonlarından itibaren aksamalar görülmüş; husûsiyle ulûfelerin zamanında verilmemesi, askeri, beylerbeyine mühalefete, hatta onun katline teşebbüse tahrîk etmiştir.[24]
Bütün bu mühim hizmetlerden dolayı, Mısır eyaletinin askerî merkez teşkîlâtinin kumandanı olmasına rağmen, Mısır Beylerbeyi’nin Devlet’in giriştiği askerî harekâta katılmaktan aff edildiği, Yemen ve Hind seferleri gibi operasyonların icrası gerektiğinde yerine muhakkak bir yenisinin tayîn olunduğu gürülmektedir. Bu te’âmülün Mısır’da başlamasının bir asıl sebebi vardı. Bu sebep, Mısır muhafazasında bulunan bir Osmanlı beyinin Âsitâne’ye gönderdiği bir rapordu. Mısır beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa’nın (1525-1535) askerleriyle Mohaç seferine iştiraki emredilmişken, Mısır ümerâsınden Hatem Bey’in, eyaletin mühim işleri sebebiyle, Paşa’nın sefere katılmasının münâsib olmayacağına dâir ‘arzi üzerine aff olunmuştur.[25]
Bu şekilde, Süleyman Paşa’nın Hind seferine memüriyetinde, Mısır Hüsrev Paşa’ya (H. 941-943 / M. 1535-1536), Sinan Paşa’nın (H. 975-978 / M. 1567-1570) Yemen Seferi’ne sedâr tayîninde ise, yeri İskender Paşa’ya (H. 977-978 / M. 1570-1571) verilmiş; Koca Sinan Paşa, seferden avdetinden sonra da tekrar Mısır beyliğine tayin edilmiştir.[26] Daha sonra, Mısır Beylerbeyi, Devletin dış seferlerine katıldı. Eğer katılması çok zarûrî ise, Mısır Eyaleti’nden azl edilip yerine başkasını tayin edilir; ancak bu şekilde sefere çıkardı. Böylece, Mısır Beylerbeyi, karargâhi Kahire’den bütün eyaleti ve bölgeyi dış tehlikelerden korumak, gerekli olan tedbîrleri alarak devletin emirlerini yerine getirmek, seçip hazırladığı askeri mü’temed beylerin kumandasında sefere göndermek, bu askerin ve devletin istediği mühimmât ve levâzimi tedarik etmek gibi çok önemli askerî dış vazîfeler görürdü.[27]
II. Mısır’ın Askerî Teşkîlâtının Kumandan Mü’âvinleri
A. Muhafaza Sancakbeyleri
Mısır beylerbeyinin, eyaletin askerî ve idârî kumandanı olmuşsa da, gerek eyaletin merkezi Kahire’de ve çeşitli bender ve vilayetlerinde gerekse dışında ve bilhassa devlet seferlerinde vazife gören birçok mü’âvini vardı. Bu yardımcıların başlarında saliyaneli Muhafaza Sancakbeyleri gelmekteydi.
Mısır’ın fethinde, mühim mevki’i olan İskenderiye, Dimyât, Reşîd ve Cidde gibi limanların muhafazası ve idaresi, Osmanlı siyâset mektebinde yetişmiş mü’temed sancakbeylerine tevcih olunduğu gibi, Mısır’da bırakılan askerin zapt ve raptı ve eyaletin muhafazası da, birkaç beyin kumandasına havale edilmiştir. Vezîr-i âzâm İbrahim Paşa, Mısır’ı tanzîminde, eyaletin eski nızâmına itibâr ederek vilâyetleri Keşûfiyet olarak gerek Memlûklü gerekse Osmanlı beylerine, iskeleleri ise tekrar sancakbeylerine Saliyane ile tevcihi esâsini vaz’ etmiştir.
Bununla beraber, Mısır Beylerbeyi’ne yardım etmek üzere, birçok bey, askerî ve idarî muhtelif sahalarda vazîfelendirilmiştir. Böylece, Osmanlı Devleti’nin sefer ihtiyâçlarının tedariki, eyalette Osmanlı hakimiyetini temkîn ve mahallî husûsların zabt-u-rabt altına alınması, Mısır’da devâmli olarak yararlı ve mütemed bir zümrenin vücûduna ihtiyaç hissettirmiştir.
Umumiyetle, Mısır’ın ocak ağaları, Müteferrikalar ve Çavuşlar Kethüdâları, eyalette daha nüfûzlü askerî bir vazîfe sayılan “Mısır Mühafaza Sancakbeyliği”ne tayin edilegelmiş, salyâne ile tayin edilen bu sancakbeylerin saliyaneleri mertebelerine göre değişiyordu. XVI. asırda, sayıları, 25 civarında, daha sonra epeyce çoğalmış olan Mısır sancakbeylerinin vazifeleri ya Mısır’ın muhafazası veya Mısır’a bağlı ülkelerin korunması ve Devlet seferlerine Mısır’dan çıkan ocak askerlerine kumandanlık yapılması gibi iç ve dış hızmetlere te’âlluk ederdi. Eyalette padişahin temsilcisi olan beylerbeyi, hizmetin nev’ini tayin eder; gerekirse merkezin tasvîbini alırdı. Bu sancakbeylerinden on ikisi, sadece eyaletin mühim mevk’ilerinin isyan ve şakâvetten korunması gibi iç hizmetlerde kullanılmış; diğerlerine gerektikçe dış memûriyetler teklîf olunmuştur. Mısır’da devamlı bulunup dış hizmetlerle mükellef mühafaza sancakbeyleri ise, Mısır eyaletinde veya Mısır’a yakın eyalet ve sancaklarda askerî ve idârî vazîfelere memûr edilirdi. Onlar, civar sancakbeyleri sefere tayin edildiğinde, onların vekili olarak dönüşlerine kadar yerlerine memûr edildiği gibi, oralarda zuhûr eden isyanları bastırmak üzere gönderilen askere kumanda ederlerdi.[28]
Diğer taraftan, Akdeniz ve Kızıldeniz sahillerini düşman ve korsanlardan korumak için, İskenderiye, Dimyat ve Cidde’ye sancakbeyleri tayin edilmiş; Süveyş ise, kapudanlıkla bir sancakbeyine verilmiştir. Ayrıca, Sâîd ıklîmi, fetihten beri, urban şeyhlerine sancak tarîkiyle verilmişse de, genellikle Şeyhülarabların zapt edegeldiği ıklîmlerin sancak payesiyle tayin edildiği görülmüştür. Akdeniz ve Kızıldeniz kıyılarındaki limanlara tayin olunan sancakbeylerinin esas vazîfeleri, Nearüz’de Mısır sahilerinde tüccar ve yolcu gemilerini ve İstanbul’a müteveccihen Mısır’dan yola çıkarılan zahire gemilerini mühafaza, devletin deniz seferlerinde Donanmâ-yi Humayûn’a, istenilen gemi ve kuvvetlere katılmaktı. Bu sıralarda, livalarının merkezlerinde günlük işleri yerine getirmek üzere, yerlerine nâibler olarak kadılarını bırakırlardı.[29]
B. Kâşifler
Mısır’ın fethinden beri, vilayetlerin idaresi, eski Memlûklü sistemine göre, Kaşiflere tevcih edilmişti. Mısır kanûn-nâmesinin tanzîmine kadar vilayet kaşifleri, çoğunlukla Memlûklü emîrlerine tevcih edildiği halde, daha sonra Memlûklü idareciler yanında, devletin Kapukullarına da verilmeye başlanmıştır. Askerî, idârî ve kazâ’î olarak üç kısma ayrılan Kaşiflerin vilayetlerinde mahallî vazifeleri, beylerbeyi ve nazırü’l-emvâl’in nezâretinde görürdü. Bu idarî, malî ve kazâ’î gibi mesüliyetleriyle beraber, vilayetlerinde emniyet ve te’sîs, şeyhül arablık mıntıkalarında devlet nüfûzünü yerleştirmek, ekilen toprakları ve yolları urban tecâvüzünden korumak ve köylerde tâifeler arasında veya askerler arasında çatışmaları önlemek, kaşiflerin mühim askerî ve güvenlik vazîfelerinden idi.[30] Bu vazîfeleri, esâs itibariyle dahilî olduğu halde, Âsitâne’nin talebi üzerine, bazi Kaşifler devlet seferine katılırlardı.[31]
C. Şeyhül Arablar
Aşîret hayatına hakim olduğu bölgelerin hâkimi olagelmiş Urban Şeyhliği’ne (şeyhülarablık) tayini, Mısır Beylerbeyi’nin arayı ve devlet merkezinin tasdîkiyle tamamlanırdı. XVI. asrın sonlarından beri, şeyhliği Sâîd, Buhayre ve Menufiye vilayetlerinde bulunan şeyhlerin, sancakbeyliği payesiyle hakim tayin edildiği görülmektedir. Mısır’ın fethinden beri, şeyhülarablar, mıntıka ve vilayetlerinde müstakil hakim olarak sınırlı salahiyetlere sahib idiler. Kaşiflerin vazifelerine benzeyen şeyhül arabların vazifeleri, çok mühim ve etkili yönü, uhdelerinde bulunan memleketlerin muhafazası, Arab kabileleri arasında huzûru temini, ehl-i fesâdi engelleyip, onlara karşı münasib tedbîrler almaları idi. Ayrıca, Devletin giriştiği seferlerde fazla ihtiyacı olursa, Mısır şeyhülarabları, maiyetleriyle beraber sefere memûr edilirdi.[32]
III. Mısır’ın Askerî Teşkîlâtında Asker Cemaâtler
Selim Hân, Mısır Eyaleti’nin mühafazasi için, Mısır’da mutemed Osmanlı beyleri kumandasında bir miktar asker bırakmıştı. Bu kuvvetler 1524 sonlarına kadar, Asitane’den Mısır Eyaleti’ne nöbet tarıkiyle gönderilmeye devam edilmiştir. Ancak, nöbetleşe askerlein eyalette yaptıkları huzûsuzlukları, onların kısa müddet sonra İstanbul’a çağrılıp yerlerine başkalarının tayin edilmesi, eyaletin ahvaline vakif olmalarına engel olduğu gibi, bundan başka Ahmed Paşa’nın daha sonra da şeyhü’larabların isyanları devam ettiğinden, Mısır’daki nöbetçi Osmanlı askerlerinin Asitane’ye çağrılması kararlaştırılıp, Kala’tü’l-cebel’i muhafaza için yerlerine bir miktar Yeniçeri askeri, şehirde ve nahiyelerde asayış ve huzûru te’min için de Dergâh-i âlî askerlerinden bir miktarı da destek tayin edilmiştir.
Bu şekilde, Mısır eyaletinde, esâs askerî teşkîlâtı, kurulmuş; 1525’te Mısır Kanûn-nâme’siyle ikmal edilmştir. Vezîr-i âzâm İbrahim Paşa’nın Mısır’a tanzîmi esnasında, bu ülkeye getirilen Dergâh- âlî askerlerinden, ilk defa Mısır’a mahsûs ulûfeli bir askerî teşkîlat te’sîs edilmiştir. Bu kanuna göre, Mısır askerî teşkîlâtı, yedi askerî cemaate ayrılmış; bu cemaatler, hizmetlerine göre üç sınıfa taksîm edilebilir. Birinci sınıf, sipâhî askerlerden mürekkeb cemaatleri olup Osmanlı asıllı (Gönüllüler ve Atlı Tüfengci) ve Memlûklü asıllı (Çerâkise) olarak üç askerî cemaatten oluşmakta idi. Piyadelerden teşkîl edilen Müstahfizân (Yeniçeri) ve azebân olarak iki asker cemaat idi. Üçüncü sınıf da, askerî-idârî sıfat sahibi olan iki cemaat olup, birincisi Çavuşlar cemaati; ikincisi XVI. asrın ortalarında ihdas edilen Müteferrikalar cemaati idi.
A. Sipâhî Asker Cemaâtleri (Gönüllüler-Tüfengci Süvârî-Çerâkiseler)
- Gönüllüler Cemaâti
Genellikle, XVI. asrın ilk yarısına kadar, Mısır’ın gönüllü askerleri, Dergâh-i âlî kullarından tayin edildiği halde, daha sonra bey ve ağaların oğulları ve tâb’ilerinden seçildiği gibi, gönüllü mahlûlü Mısır müstahfizlarına terakki yoluyla ve müteferrika ve çavuşların oğullarına da tevcih edildiği belirtilmiştir. Mahlûllere yeni bir asker tayini, beylerbeyler veya sancakbeyler tarafından devlete gönderilen arzları üzere olurdu. Bu cemaat askerlerinin her üç ayda bir dağıtılan ulûfeleri, gördükleri vazifelerine göre yevmiyeleri değişmektedir. Atlı olan gönüllü askerinin Mısır Eyaleti’nde esâs hizmetleri, Kahire şehrinin ve vilayetlerin muhafazası ve asayişinin temîni idi. Bu askerler, vilayetlerdeki kaşiflere gönderilirken, beylerbeyi, ağalarının aralarından birini baş seçer; bu baş, kaşifin bütün emirlerine uyardı. Vilayetlerde muhafazası yanında vergi tahsîli ve kitâbet gibi hizmetleri gören bu cemaat askerlerde, Mısır Eyaleti’nde bütün asker cemaatleri olduğu gibi, vilayetlere altı ayda bir nöbet değiştirilirdi. Ayrıca, gönüllülerden bir mikdarı, devletin askerî seferlerine katıldığı gibi, Mısır dışında çeşitli hizmetlerde de bulunurlardı. Tüfengci Ağalarından tayin edilen Gönüllü Ağası ve kethüdâsı, cemaatin zabt-u-rabtı bütün umûrlarının tedvîrinden mesûllerdi. Ayrıca, cemaatin her bölüğüne dahil neferlerinin işlerinde ağaya karşı sorumlu bir bölük başı tayin edilirdi. XVII. asrın başlarında, 160 bölükten oluşan bu topluluğun saysı 1100 neferin üstüne çıkmıştı.
- Tüfengçi Süvârî Cemaâti
Başlangıçta, Gönüllüler gibi tüfengçilerin de Kapukulu Sipâhîleri’nden teşkîl edildiği anlaşılmaktadır. Daha sonra, bu cemaate, seferlerde yoldaşlık ve yararlık gösterenler tayin olunurdu. Yevmî ülûfe tasarruf eden Tüfengçi Süvarîsine birer mikdar ceraye ve atlarına alîk tayin edildiği gibi, Tüfek talîmi için ayda kafî mıkdar barut verilirdi. Gönüllüler gibi askerî ve idarî hizmetleri ifa eden Tüfengçiler cemaati ağalığına Çerkes Ağaları tayin edilirdi. Ümûmiyetle, cemaatın zabt-u-rabtı, at üzerinden tüfek atmayı bilmeyenlerin talîmi, efradinin ulûfelerini hazîneden alıp zamanında tevzi’i, hizmetlerini layıkıyle yerine getirenlere terakki verilmesi ve kusur edenlerin tecziyesini Asitane’ye arz etmesi, ağanın başlıca vazîfelerinden idi. Ağaya yardım etmek üzere Mısır çavuşlarından bir kethüdâ, cemaatin her bölüğüne de bir bölükbaşı tayin edilirdi. XVII. asrın başlarında, 138 bölükten oluşan bu cemaatin sayısı 1400 nefer civârında idi.
- Çerâkise Cemaâti
Sultan Selim’in emriyle harbe kadar Çerkes askerlerinden seçilerek Hayır Bey tarafından meydana getirmiş olan Çerâkise cemaâti, 1525’e kadar Memlûklü bir emîr kumandasında iken, daha sonra Mısır’daki diğer asker cemaatleri gibi, ağası, kethüdası ve katibi bile Osmanlı kullarından tayin edilmiş ve bütün hizmetlerini Gönüllü taifesinin görmesi emrolunmuştur. XVI. asrın ikinci yarısında, bu cemaat efradının çoğunun çerkes olmayan ve az ulûfeli Osmanlı askerlerinden seçildiği görülmektedir. Asrın sonlarında, nüfuzları artan çerkes asıllı askerler, Müteferrika, Gönüllü ve Tüfengçi cemaatlerinde vazife almaya başlamışlardı. Bu cemaatin askerinin yevmî ulûfeleri, her üç ayda bir olup, Azeb ağalarndan seçilen ağaları vasıtasiyle dağıtılırdı.
Asker sayısı 1000 neferden fazla olmaması emr olunmuşsa da, XVII. yüzyılın başlarında, bundan daha fazla olmuş 138 bölüğe ayrılmıştı. Diğer taraftan, Osmanlılara itaat edip bir kaşiflik veya idârî bir mansıb olmayan Çerkes emîrleri, bazı askerî, emnî ve idarî işlerde istihdam olunmak üzere “Ümerâ-i Çerâkise” diye bir cemaate sokulmuştu. Ancak, XVII. asrın ortalarından itibaren, gerek vesikalarda gerekse mu’asır tarihlerde bu cemaaten hiç bir ize rastlanmamıştır.
B. Yaya Asker Cemaâtleri (Müstahfizân-Azebân)
- Müstahfizân (Yeniçeri) Cemaâti
Selim Han Mısır’dan ayrılmadan önce, Kahire’deki Kal’atü’l-cebeli ve iskele ve iç bölgelerdeki kaleleri mühafaza için Kapukulu askerlerinden bir kısmının nöbetleşe tayin edildiği, 1524’te ise, bir kısım Yeniçeri âileleriyle kalelerde ikamete memur edilmiştir. XVI. asır boyunca, Osmanlılar, Mısır eyaletinin kuzey, doğu ve güneyindeki vilayet ve benderleri, yeni zapt edilen bölgeleri muhafaza için birçok kale yaptırmışlar; zamanla yıkılmaya yüz tutanları da devamlı tamîr ettirmişlerdi. Dolayısiyle, eyaletin iç ve dış düşmanlara karşı mühafazası için kalelerde gerekli silah ve malzemeyle kâfi miktarda asker bulundurmuşlardır.
1525’e kadar, Mısır kaleleri müstahfizları, Kapıkulu’nun mutemedlerinden seçilirdi. Daha sonra, gerek merkezin gerekse Mısır’ın yararlı kulları, Asitane’ye arz edilerek istihdam olunmuştur. Mısır Kanûn-nâmesi’ne göre, kal’e müstahfızlarının oğullarından, işe yarar olanlarına, gerek babaları hayattayken gerekse vefatından sonra zarar gören gediklerin tevcihi, dergâh-i mü’âllâ’ya bildirilirdi. Cemaatin mahlûllerine tayin edilecek kimseler, Asitane’den verilen berâtle tasarruf ederlerdi. Ülûfeleri beratlarına göre yevmiye ile tayin edilip, üç ayda bir dağıtılırdı. Kal’atü’l-cebel müstahfızlarını zabt-u- rabtı için umûmiyletle devletin mütemed adamlarından bir ağa (dizdâr) seçildiği gibi, Mısır’ın diğer kaleleri için de birer dizdâr tayin edildiği görülmektedir. Müstahfizların idârî umûrlarını tedvîre dizdâra yardımcı olmak üzere, bir kethüdâ, cemaatlerin her bölüğüne birer bölükbaşı ile çavuşlar da tayin edilirdi. Müstahfızların asıl vazifeleri, Mısır Eyaletin’in şehir ve benderlerindeki kalelerinde görüldüğü gibi, eyaletin dışında askerî hizmetler ifâ etmekti. Mısır Beylerbeyi’nin ikâmetgâh ve karargâhi olan Kalatü’l-cebel’de vazife gören müstahfızlar, beylerbeyinin özel askeri sayılıp, onun önemli emir ve hizmetlerini yerine getirirlerdi. Bunlar, kale burçlarının muhafazasiyle mükellef oldukları gibi, kaledeki mâlî ve idârî müesseseleri de hifz ederlerdi. Pek mühim bir zarûret olmadıkça, müstahfızlardan vilayetlere yardımcı asker gönderilmezdi; ancak irsâli lazım gelen müstahfızlar, kaleden hareket etmeden önce, yerlerine mütemed askerler tayin olurdu.
Mısır’ın diğer kalelerindeki erlerin mühafaza hizmetleri kalelerinin bulunduğu bölgeye göre, sınırlandırılırdı. Benderlerde mevcud olan kale erleri, limanları gözetip, denizden gelen dış tehlikeleri def’ ile görevlendirildikleri halde, vilayetlerin veya kara yolları üzerindeki hısârların erleri ise, yolcuları urban tehlikesinden korumak, vilayetlerde çıkan isyanları bastırmakla mükellef idiler. Kale müstahfızları, şehirlerde ve benderlerde bulunan mühim müessese ve dâirelerin gereği gibi idareesini emniyet altına almak üzere “Yasakçılık”, “Müşidlik” ve “Subaşılık” gibi vazifeler ifa ederlerdi. Kara yoliyle Asitane’ye gönderilen Mısır’ın İrsaliye Hazinesi’nin, Haremeyn’e teveccüh eden hacı ve tüccar kafilelerini muhafazası da müstahfizlara havale olunduğu gibi, devletin iç ve dış seferlerine katılırlar; bazan da Harameyn, Yemen, ve Habeş eyaletlerinde nöbetleşe vazife görürlerdi. Mısır’ın Kal’atü’l- cebel’de 138 bölüğü olan müstahfızlar cemaati yanında, Merdân-i Müteferrıka-i Kal’a-i Divân-i Mısır cemaati, Merdân-i Kal’a-i Hazîne-i Mısır cemaati, Cebeciyan cemaati, Topçuyan cemaati, Arabacıyan cemaati ve Mehteran cemaati de bulunurdu.
Cebeciyân-i Kal’a-i Mısır
Kal’atü’l-cebel’deki Cebehâne’de vazife gören bu cemaatın, Mısır kanûn-nâmesiyle teşkîl edilmişti. XVII. asrın başlarında 150 kadar nefer ihtiva eden on bir bölükten mürekkeb olan Mısır Cebeciyân cemaati, umûmiyetle Dergâh-i âlî çavuşlarından veya Mısır’ın atlı tüfengçilerinden seçilen bir cebecibaşı ve bölükbaşıları tarafından idâre edilirdi. Barut, kührçile ve sâir malzemeyi işlemek, silahları ta’mîr etmek yanında, Mısır askerinin silâh ve cephâne ihtiyacını karşılamak, devlet merkezi veya Donanmay-i Hümayun için istenilen barut ve sâireyi temin etmek, Mısır cebecibaşısının esas vazifelerinden idi.
Topçuyân-i Kal’â-i Mısır
Osmanlı fethini müteakib, Kal’atü’l-cebel’e ve sâir Mısır kalelerine toplar yerleştirilmişti. Böylece, toplarla ilgilenmek için topçuluk ilmini bilen bir Topçuyân cemaati teşkîl edilmiş; bu cemaat idâresi için de bir topçubaşı ve her bölüğe bir bölükbaşı tayin edilmişti. XVII. asrın başlarında 10 bölükten oluşan bu cemaatin askeri, Mısır kalelerinde mühafaza vazifesi görmekle beraber, bir mikdarı seferlere de katılırdı.
Arabaciyân-i Kal’a-i Mısır
Mısır kalesinde Topçuyân cemaati teşkîl edilince, topları taşıyan arabalarla meşgûl olmak üzere ayrı bir zümre ihdası gerekmiştir. XVII. asrın başlarında, Arabacıyân kal’a-i Mısır zümresinin, bir ağa kumandasında 41 nefere ulaştığını görülmüştür.[33]
XVI. asrın ilk yarısında, Kahire kalesi müstahfızlarının sayısı 1000 nefer olup, asrın ortalarında 1400’ü geçtiği, XVII. asrın başlarında ise, 1130 nefere düştüğü anlaşılmaktadır. Mısır’ın diğer kalelerinin (İskenderiye, Burc Mustafa Paşa, Reken, Ebü-kîr, Reşîd, Borollus, Boğaz-i Sarı Ahmed, Dimyat, Tine, Ârîş, Süveyş, Tûr- mübarek, Müvilih, İbrîm, Say, Kusayr, Acrûd, Han Yunus, Ferîn, Medine, Cidde) müstahfızlarının sayısını, bu kalelerin stratejik ehemmiyeti tayin etmiştir.[34]
- Mısır Kal’asının Azebân Cemaâti
Teşkîlâtları, Mısır Kanûn-nâmesiyle tafsîl edilen bu cemaat, Çerkes ve Arablardan seçilme, münhasıran Türk asıllı olup Kal’atü’l-cebel’de vazîfe görmüşlerdi. Mısır kalasının Azabân cemaatinden bir gedik mahlûl olunca, diğer cemaatler olduğu gibi, berâtle tayin edilir; ülûfeleri üç ayda bir verilirdi. Azeb cemaati, müstahfızlar gibi kal’a mühafazasında ve şehirde (Yasakcılık ve Müşidlik gibi sıfatlarla), İrsâliye ve Hacc kafileleri mühafazasında ve seferlerde hizmet ederlerdi. Bu cemaatin idaresi için bir ağa, bir kethüdâ, reisler ve bölükbaşılar tayin olunurdu. XVII. asrın başlarında, Mısır kalesi Azebleri, 18 cemaate ayrılır, her cemaat 5 bölüğe bölünür; her bölükde 3-5 nefer bulunurdu. Önce 500 neferden fazla olmaması emr olunan Azeban cemaatinin XVI. asrın ortalarında, 700 neferi aştığı belirtilmiş; daha sonra 1000 neferi aşmaması emr olunmuştur.
C. Askerî ve İdârî Zâbıtların Cemaâtleri
- Mısır Çavuşlar Cemaâti
Mısır’ın fethinden sonra, Mısır dıvânında, beylerbeyinin emirlerini yerine getirmek üzere, Dergâh-i mu’âlla’nın mü’temed kullarından bir miktar çavuş tayin olunmuş, Kanûn-nâmeye göre münhasıran gönüllü ve tüfengçiden seçilmiş 40 kişiden terekküb eden bir cemaat teşkil edilmiştir. XVI. asrın sonlarında mahlûl çavuşluklara, bölükbaşı, silahdâr, çaşnigîrbaşı ve müteferrıkaların tayini inha ve merkezce tasvîp olunmuştur. Esâs hizmetlilerin, Mısır beylerbeyinin cemaat mensûblarının istediği yerde kullandığı, hususuyla çeşitli emânet ve mukataalarında istihdâm ettiği gibi, eyalet dışında da birçok idârî ve askerî hizmete koşuldukları görülmektedir. XVI. asrın son çeyreğine doğru, Mısır’daki çavuşların mevcudu, 400’ün üstüne çıktığı görülünce, Mısır divanında vazifeli olanlarının 180’de dondurulması emr olunmuş; fakat, daha sonraki devrede maaş ve tayin alan çavuş yekûnu 1000’in üstüne çıkmıştır.
- Mısır’ın Müteferrika Cemaâti
Mısır divanının Müteferrika cemaâti, XVI. asrın ortalarında ihdas edilmiş olmalıdır. Umumiyetle, bey oğullarına verilen Müteferrikalık, Mısır’ın diğer cemaatlerinin yararlılarına verildiği görülmektedir. Onların tasarruf ettikleri ulûfeler, mertebelerine göre değişirdi. Mısır Müteferrikalarına beylerbeyince havâle olunan işler de Mısır veya civar ülkelerde, idârî ve askerî olmak üzere pek mühtelif idi. Böylece, Mısır Müteferrikaları, tezkirecilik, mühasebecilik, mihmandarlık, kapıcılık ve divan katipliği gibi çeşitli hizmetleri de yerine getirirler; vergi tahsîli için de emanet ve mükataaları iltizam ederlerdi. Genellikle, Haremeyn Mazırlığı ve Şeyhü’l-Harem vazifelerine tayin edilen Mısır Müteferrikaları, seferlere katılırlar, Haremeyn ile Yemen ve Habeş eyaletlerinde mühafaza hizmetlerinde bulunurlardı. Mısır’da Asitane’ye giden Surre ve Hacc kafilelerinin mühafazası için de, Mısır’ın diğer cemaatlerinden asker seçildiği gibi, Müteferrika cemaatinden bir miktarı da tayin edilirdi.
Bu cemaat, Mısır’ın diğer asker cemaatlerinden farklı olarak, bölüklere veya cemaatlere ayrılmadığı gibi, ağaları ve bölükbaşıları da yoktu. Cemaatın idaresi ve mu’amelatı, Müteferrıka katibleri vasıtasiyle Mısır Beylerbeyi tarafından icra olunurdu. XVI. asrın ortalarında, Divan-i Mısır Müteferrikaları mevcûdu, 50 neferden ibaret olduğu halde, asrın sonlarında sayıları artıldığı için 60’a düşünceye kadar mahlûl olan gediklerin kimseye tevcih edilmemesi emr olunmuştur.[35]
* * *
Yukarıda görüdüğü gibi, Mısır’ın askerî teşkîlâti, Osmanlı merkez ve taşra askerî teşkîlâtlarından mürekkeb bir teşkîlât olup, devletin asker için câri ahkâmi, Mısır askerlerine tatbîk edildiği gibi, XVI. asrın sonlarında devletin uğradığı buhranı, Mısır’ın idarî ve askerî ahvâline tesîr etmiş olması tabiidir. Bu asrın sonlarına kadar, Osmanlı Devleti’nin Mısır Eyaleti’nde idamesi, impratorluk merkezinin geçirdiği iktidâr devresine paralel olmaktadır. Bu devrede, Mısır beylerbeyliği, mustakım ve ehliyetli beylerbeylere verilmişti. Bunlar, vazifelerini layıkiyle gördüklerinden, görev müddetleri uzatılmış; yardımcıları, zamanla eyaletin idaresinde ve devletin bölgede işlerini ifa etmesinde tecrübe kazanarak Mısır’da huzur ve istikrarı temin etmişler; aynı şekilde, maiyetlerinde askerî ve idarî vazife alan sancakbeyi, ağa, kethüdâ ve askerler de bu huzûrun sağlanmasına yardımcı olmuşlardı.
XVI. asrın son çeyreğine doğru, Mısır askerinin mevcûdu, 9300’ün üstüne çıkmakla, askerin ulûfesi, eyaletin hazînesine yük olmuştur. Askerin adet ve ulûfelerinin zamanında verilmemesi, askerler arasında ihtilâf çıkmasına, eyalette askerî ve idarî salahiyetleri hâiz ola bu askerin, Mısır halkına, idarecilerine ve hatta beylerbeylerine bile baş kaldırıp, bazen devlet merkezinin emirlerini bile dinlememelerine sâik olmuştur. Eyaletin idarî ve malî işlerinin çoğu bütün muhafaza işleri, bu askerin elinde olduğundan, onların isyanları, eyaletin bütün müesseselerine te’sîr etmekteydi.
Binaenaleyh, fetihten XVII. asrın ortalarına kadar Mısır askeri, eyaletin ve devletin huzûr ve istikrarının asıl âmili iken, daha sonra, en büyük sıkıntı ve ıztırab unsurlarından biri olmuştur.
Diğer taraftan, Mısır’ın mahallî idaresinde çeşitli vazifeleri gören Çerkes beyleri, bu devirde tekrar nufûz sahibi olup, vilayet kaşifliklerini iltizamle aldıkları gibi, oğulları, tabi ve Memlûklerini de mühtelif asker cemaatlerine katabilmişler; kendilerine de sancakbeyilik payesini elde etmeye çalışmışlardı.
XVII. asrın ortalarında, Mısır Eyaleti’nde Osmanlı idaresi ve özellikle emnî ve askerî teşkîlâtları böyle huzursuzluk ve za’fa uğrarken, “Kasımiyye” ve “Fıkaryye” olarak iki Memlûklü müteğallibe fırka meydana çıkmış; bir asır boyunca, eyaletin bütün müesseselerinde ve teşkîlâtlarınde çok etkili olan bu müteğalibe fırkalar, eyaletin sancakbeylerini zıt hasım olarak ikiye ayırdıkları gibi, asker cemaâtlerinin mensublarını de tefrîk etmişlerdi.[36]
Daha sonra da, müstahfizân kethüdâsi Mustafa Kazdoğlu’nun diğer asker ocakları üzerine nüfûzunu artırmasıyla, “Kazdoğliyye” diye yeni müteğallibe bir asker fırkası zuhûr olunmuş; bu fırkanın diğer müteğalibe fırkalarıyla devamlı çatışmalarda bulunması XVIII. asrın sonlarına kadar eyaletin istikrarsında ve üzerindeki Osmanlı hakimiyetinin z’afında büyük bir rol oynamıştır.[37] Ancak, Mısır askerinin hakîki durumu, devletin dış seferlerine katılmasında zâhir olmuştur.
IV. Mısır Askerinin Mühâfaza Hizmeti ve Devletin Dış Seferlerine Katılışı
Osmanlı Devleti’nin dış seferlerine katılmak, güney sınırlarını, Orta-Doğu bölgesinin kara ve deniz yollarını muhafaza etmek ve Mısır eyaletinde Çerkes ve Urbanlarının isyan hareketlerini bastırmak üzere, Mısır’a mahsûs çeşitli asker cemaatleri teşkîl edilmişti. Böylece, bu cemaatlerin hizmetleri, dış, bölgesel ve yöresel olmak üzere üç kısma ayrılabilmektedir.
A. Mısır Askerinin Yöresel Hizmetleri
Mısır Eyaleti’nin askerî ve idarî âmiri olan beylerbeyi, Kahire’de veya vilayetlerde bir isyan zuhurunda, bazı muhafaza beyleri kumandasında askerleriyle tecrübeli kaşifleri, âsîlerin üzerlerine gönderirdi. Genellikle, Mısır’da isyanlar, bidayette, Memluklü Devleti’nin tekrar iâde-i teşkîline teşebbüs etmeye çalışan Çerkesler, eyaletin çeşitli vileyetlerinde yağma ve fesâdı âdet haline getiren bedevî Urbanlar ve bazı zamanlarda nöbetleşe tayin edilen dergâh-i âlî kulları tarafından çıkarılırdı. XVI. asrın ikinci çeyreğinden XVII. asrın ortalarına kadar, fesâd ve isyân hareketlerinin çoğunun, Ârab âşiretlerinden neş’et ettiği görülmüşse de, idarî ve malî hizmetlerinde çalışan askerler ve bid’atleri ihdas eden kaşifler, eyaletin çeşitli vilayetlerinde arasıra baş kaldırırlardı. Bu âsîlere karşı çıkagelen seferlere, eyaletin yedi asker ocağından 2000 nefer hazırlanıp, onların üzerlerine ocaklarından birer serdâr ve nezâretlerine de mü’temed sancakbeyler de seçilir, sefere katılanların her birisine, mertebelerine göre, harç için gereken masraf ve ihtiyâçları te’min edilirdi. Ayrıca, ihtiyaç duyulduğu zaman, böyle seferler için, eyaletin çeşitli vilayetlerinden bir miktar adam tayin edilirdi.[38]
Diğer taraftan, XVII. asrın ortalarından itibaren, Mısır’ın muhafız sancakbeyleri ve asker ocakları, müteğallibelerin muhtelif fırkalarına mensûb olduklarından eyaletin muhafaza kuvvetlerinin genel kumandanı olan beylerbeyinin, hiç kesilmeyen müteğalibelerin aralarındaki mucadele ve çatışmaları sona erdirmek için aldığı tedbîrleri, etkili olmadı. Zira, bu müteğalibeler, mücadele ve fesadlarına, eyaletin birçok muhafız sancakbeyleri ve ocak askerlerini de sokarlar; onları çok istismar ederlerdi. Gerçekten, bu mutegalibe çatışmalarının hakîkî tarafları eyaletin muhafaza bey ve askerleri idiler.[39] Bu şekilde, eyaletin çeşitli nahiyelerinde arasıra meydana çıkan urban fesad ve isyanları bastırmasında çok mühim bir rol oynayan Mısır’ın muhafaza kuvvetleri, eyaletin istıkrarsızlığı ve huzursuzluğunun çok etkili sebeblerinden biri sayılmaktadır.
B. Mısır Askerinin Bölgesel Hizmetleri
Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu’da yeni fethettiği bölgeler, merkeze hayli uzak olduğundan, askerî ve diğer meslelerinin çözümü, stratejik bakımdan bunların düzenleyicisi mevkiinde bulunan Mısır Eyaleti’ne mütesarrıf beylerbeylere havâle olunmuştu. Mısır Eyaleti’ne mücâvir bölgelerden Haremeyn, Yemen, Habeş, Şam ve Trablusgarb, yalnız organik bakımdan değil, tarihî bağlarla da Mısır’a bağlı olmakla, Mısır Beylerbeyi’nin bu ülkeler üzerindeki Osmanlı hakimiyetini te’sîs ve tarsîn etmesi, başta gelen vazifelerinden sayılmıştır. Bu şekilde, Orta Doğu bölgesinde, askerî ve idarî merkezi Mısır Eyalet’nin, devletin Akdeniz ve Kızıldeniz yolları ile güney sınırlarını muhafazasında büyük bir mes’uliyeti vardı.
XVI. asrın ortalarında, devletin güney tarafında fethedilen Yemen ve Habeş bölgelerinde, gerek mahallî gerekse haricî huzursuzluğu bertaraf edebilmek için oraya yeterli asker tayini gerekiyordu. Bu bölgelere en yakın ve en müsâ’id mevki’de olan Mısır’ın asker cemaatlerinden bir mikdarı techizât ve muhimmâtleriyle, muhafaza için, bu taraflara nöbet tarıkiyle tayin edildiği gibi, Orta Doğu bölgesinde, bir beylerbeyinin birdenbire vefatı veya sefere tayini vakı’ olunca, vilayetinin muhafazasına Mısır askerinden münasib bir miktarı gönderilmişti.
Orta Doğu vilayetlerine nöbetçi olarak tayin edilen Mısır askeri, çeşitli cemaatlerden seçilmişse de, bu askerin sayısı ve nöbet müddeti, gönderildikleri bölgeye göre değişiyordu. Meselâ, XVI. asırda, Yemen Eyaleti’nin muhafazasına, Mısır’dan her sene “bil-münavebe” gönderilegelen asker, 500 nefer olduğu halde, Habeş eyaletinin hiraseti için 300 nefer gönderilip, üç senede bir defa değiştirilmeleri adet olmuştu. Mısır’ın nöbetçi askerinden Medine ve Cidde’ye tayin edilenlerinin miktarları bilinmediği halde, XVI. asrın ortalarına kadar, onların üç senede, 981’den itibaren altı senede bir defa tebdîl edildiğini anlaşılmaktadır. Civar bölgelerde huzursuzluk çıkıp, orada bulunan nöbetçi asker yetmeyince, devlet merkezinden âcil yardım zamanında gönderilmediğinden, Mısır askerlerinden bir miktar daha tayin edilip, isyanları tenkîle memûr edilmişti. Yemen’e giden Mısır nöbetçi askerlerinin mevâcib ve mühimmatları, Mısır hazînesinden tedarik edildiği halde, Habeş’e tayin edilenlerin ulufeleri Habeş hazinesinden ödenmiştir. Bu askerler, yola çıkınca iki kıst (altı aylık) ulufeleri ağalarına teslîm edilirdi. Ayrıca, nöbetçi Mısır askerini teşvîk için ulufelerine zam yapılmıştı.[40]
Bu kabîl hizmetlerle Mısır’dan ayrılan askerin dönüşüne kadar Mısır’ı hıfz-u-hirâset için dergâ-i mü’âlla askerleinden bir mıkdarı tayin edilirdi. Genellikle, müteferrıka, çavuş, sipahî oğlanları ve silahdârlar cemaatlerinden seçilen dergâh-i âlî askerlerinden istenilen mıkdarı hazırlanıp, onlara başbuğ tayin edilir; lüzumlu silah ve diğer mühimmât tedarik olunurdu. Hazîne-i âmire’den veya Mısır hazinesinden ulûfelerini, defterleri mücibince alan bu askerler, Mısır’a varınca, Mısır beylerbeyi, Mısır askeri seferden dönünceye kadar, Mısır’ın vilayet ve benderlerini stratejik mıntıkalarını muhafaza, Mısır’da Havâs-i humayûn’un zabt-u-rabtı için dergâh-i âlî kullarından birer mikdarı seçip, kendilerinden bir başbuğ tayin ederdi. Bu askerlerin Mısır’da hizmetleri sona erince, padişahın emriyle, onlar tekrar yoklanıp, mevacibleri verildikten sonra ağalarıyla Asitâne’ye gönderilirdi.[41] Komşu eyaletteki Mısır’ın nöbetçi askerleri, hizmetleri sonunda Mısır’a dönerken, eyaletin beylerbeyi tarafından yoklanıp, isimleri ve hizmet müddetlerini belirten defter suretiyle beraber Mısır’a gönderilirdi. Nöbetlerini sadakatla edâ edip, Mısır’a dönenlere istihkâklerine göre, terakki ve rütbeler verilirdi.
Ayrıca, XVII. asrın sonlarına kadar, Mısır askerinin, Orta Doğu bölgesindeki civâr vilayetlerinde nöbetçiler olarak hizmetlerinden hariç, oralarda Osmanlı hakimiyetine dokunan bir isyan hareketi vuku’ bulunca, Asitane fermanlarına bina’en veya Mısır Beylerbeyi’nin buyruğuna göre ocak askerlerinden uygun bir miktarı hemen hazırlanıp, o taraflara gönderilirdi. Meselâ, 1626’da Yemen halkının, hacıları hacca ve Yemen Mahmilini Mekke’ye çıkmaktan men’ etmeleri üzere, Mısır askerlerinden üç bin neferi ve üzerlerine Kansu Bey baş buğ olarak tayin edildiği gibi, 1631’de, Mekke şeriflerinden olan eş-Şerîf Namî, Yemen ve Hicaz’dan birçok müfsidi toplayıp, Mekke’ye taa’rruz ederek karşılarına çıkan Mekke Şerîfi ve Cidde Nâibi ile birçok şerifi öldürdükleri Mısır’da duyulunca, Mısır askerlerinden münasib bir miktarı, başlarına Kasım Bey ve Emîrül-hac Rızvan Bey ile beraber birkaç beyi bu sefere atanmışlar; bu şekilde, isyan hareketleri bastırılmıştır.[42]
Diğer taraftan, deniz yollarını ve üzerindeki iskeleleri düşman ta’arruzlarından müdafa’a için Mısır askerine vazîfe havâle olunurdu. Fil-hakîka, XVI. asır boyunca ve XVII. asrın ortalarına kadar, düşman ve korsan gemilerinin tecavüzünden, Akdeniz ve Kızıldeniz iskeleleriyle hac ve tüccâr gemilerini hususiyle Reşîd, İskenderiye ve Süveyş beyleri me’mûr edilir; her yıl ilk bahârında, İskenderiye veya Dimayât Kaptanı gerekli asker ve mühimmatla yüklü gemileriyle, umûmiyletle Donanma’ya katılırdı. Akdeniz yollarını korur veya münferiden Mısır iskelelerini muhafaza ederlerdi.[43]
C. Mısır Askerinin Dış Seferlere Katılması
Osmanlı Devleti’nin, bütün vilayet ve sancaklarında bulunan vezîr, beylerbeyi ve sancakbeyleri bir dış sefere çıkacağını bildirir bildirmez, Tımarlı vilayetlerinde bulunan beylerbeyiler, alay ve sancaklarını bütün ihtiyaçlarıyla hazırladıkları gibi, Saliyaneli vilayetlerdekiler de, ocak askerlerini ulûfeleriyle techîz ederlerdi. Örf ve kabûn haline gelmiş olan bu teâmül, devletin yıkılmasına kadar devam etmiştir.[44] Yukarıda gördüğümüz gibi, Osmanlı Devleti, XVI. asrın ikinci çeyreğinden itibaren, Mısır eyaletinin Âtîk askerinden istifade etmeye başlamış; ilk sefer olarak Rodos fethine katılmış olan Mısır askeri, bu seferde gayret, kahramanlık ve fedâkârlıklarını gösterince, devlet, Mısır askerini Osmanlı ordusunun esâs dayanıklarından biri add etmiştir.
Bu şekilde, Osmanlı Devleti, Orta Doğu’da yeni fethedilen vilayetleri muhafazasında Mısır bey ve askerlerine dayanarak Ordu-yı Humayûn’da XVIII. asrın ortalarına doğru, Mısır askerine esasî bir rol vermiştir. Mısır askerinin, devletin batı ve doğuya çıkarılan bütün seferlerine katılmasiyle, gerek Şiî Safevî Devleti’ne gerekse Haçlı Avrupa devletlerine karşı büyük şöhret kazanmıştır.[45] Âsitane’den Ordu-yı Humayûn serdarlarına ve Mısır askerinin başbuğlarına gönderilen bir kaç emirde, Mısır askeri, devlet askerinin en iyisi, dış seferlerine ilk koşanı, imkanlarına göre kendilerini ve esbablerini din ve devlet uğruna takdîm edeni olarak vasıflandırılmıştır.[46] Bu yüzden, devlet merkezi, aynı zamanda ve mühtelif cebhelerde, birkaç sefer için Mısır askeri istemiştir. 1615 yılında, Mısır askeri, Acem, Yemen, Habeş ve Trablusgarb olarak dört sefere birden çıktığı gibi, 1671’de birisi Mekke’ye, diğeri Kamaniçe’ye iki sefere teveccüh etmişti.[47]
Nasıl olsa, Osmanlı Devleti, yeni bir sefer-i humayûn için tayin olunagelen Mısır askeri, Mısır Beylerbeyinden taleb etmek üzere, bu sefere çıkmasına gerektiren sebeblerin, din ve devletin şânu şerefini korumak olduğunu belirterek kendisine, Mısır’ın ileri gelenlerine ve asker kıdemli ve ağalarına gerekli fermanlar gönderilirdi.[48] Padişah’ın fermanı ulakla geldiği zaman, Mısır Beylerbeyi, eyaletin divân’ı âlî’sinin azalarını çağırır; sancakbeyleri, yedi asker ocağının ağa ve ihtiyarları ve bütün ehl-i divanin önünde bu fermanı okunurdu. Eğer fermanda seferin serdarı isimlendirilmişse, beylerbeyi, onu çağırdıktan sonra, kendisine sefer hil’etini geydirir; eyaletin ileri gelenleri, bey, ocak ağaları ve ıhtıyarlarıyla seferin ihtiyâcleri hakkında tartışmak üzere, başka bir meclis tayin ederdi.[49]
Fil-hakika, devletin dış seferlerine Mısır sancakbeylerinden birini tayin sebebi, bölgede stratejik vazifeleri olan Mısır beylerbeyinin seferlere çıkmaması idi. XVI. asır ve XVII. asrın ortalarına kadar, Mısır beyleri, dış sefer serdarlığı için yarışırlardı. Daha sonra da, bu durumun değişmesiyle beraber, Mısır bey ve askerleri müteğalibelerin mühtelif fırkalarına taraftarlar olduklarından, dış seferlere çıkmaları, kendilerini Mısır’da nüfûz mücadelesi sahasından uzaklaştırmış olurlar; bu şekilde, XVIII. asrın ikinci çeyreğinden itibaren, dış sefer serdarlığının, aralarından bir beye nöbetle tevcih edilmesi hususunda anlaşmışlardır.[50] Bunun üzerinde, Mısır beylerbeyi ve sefere tayin edilen serdar, yedi ocak ağa ve ihtiyarlarıyla toplanarak her ocaktan bir başbuğ tayin etmeye çalışırdı. XVII. asrın ortalarına kadar sefer askerlerinin zabıtlarının seçilmesi, doğru bir şekilde yapılmışsa da, daha sonra, müteğalibeler, onları seferde serdar yazdırmamak bahânesiyle zengin asker reislerinin mal ve esbablarını soyarlar; sonunda istediklerini sefer askerlerinin başlarına seçerlerdi.[51]
Böylece, padişahın fermanlarında, Mısır askeri ve üzerlerine tayin edilen serdarlarının sayıları, sıfatları ve orduy-ı humayûnun bulunduğu yere varıncaya kadar takib ettiği yolları göstermekteydi.
Başlangıçta, devletin dış seferlerine gelen Mısır askerinin sayısı devamlı değişir; seferde görecekleri hizmetlere göre 500 neferden 2000’e kadar ulaşır; XVII. asrın sonlarından itibaren ise genellikle sefer için 3000 nefer istenilirdi. Ancak, bu sayıya, bey, ağa ve ihtiyarların hademeleri dahil değildi. Bazan da, sefere çıkacak olan Mısır askeri, her ocaktan kaç kişiye ve sipahî ve yayalardan ne kadar nefere ihtiyaç duyulduğu belirtilirdi.[52]
Mısır Eyaleti’nin yedi ocağından asker seçilmesi ise, Mısır beylerbeyi, sancakbeyleri, ocak zabıt ve ihtiyarlarının mes’uliyetlerinde olup, ehliyetsiz ve yabancı bir bedel olarak kabul edilmeyip, savaşta kerr-u-ferre kâdir, çeşitli silahı kullanmaya mâhir ve bey ve ağalarına itaat eden ocaklı ‘âtîk Mısır askeri istenildiği gibi, hasta, ‘amelmânde ve hademelerden olmaması gerektiği belirtilmiştir.[53] Askerlerin üzerlerine tayin edilen serdar ve zabıtların ise mü’temedün-aleyh, müstakim, savaşta kahramanlıkla marûf ve liderliğinde bulunan askeri zabt-u-rabta kâdir olanlardan seçilmeleri gerekirdi.[54] Devlet tarafından sefere çıkacak Mısır’ın ocak askerleri, emîr, ağa ve serdarlarını itaat ve ‘adem-i mühalefetlerine dair emirler gönderildiği gibi, zabıtlarına da orduy-ı humayûnun serdarının emrinde bulunmak için gerekli fermanlar gönderilirdi.[55]
Devlet merkezi, istenilen Mısır askerini ikmal ve tertîb, isim defterlerine göre yoklayıp, te’hîrsiz yola çıkarmak ve zamanında devlet ordusunun toplandığı yere ulaştırmak üzere dergâh-i mu’âllâ adamlarından biri “Mübâşir” olarak tayin ederdi.[56] Bu şekilde, seferde yazılanlar yola çıkmadan önce, bir yıllık (ağır) ulûfelerini ağalarına teslîm, Mısır’a dönmelerine kadar levâzim-i seferiye, harçlıklar ve bütün mühimmat ve ihtiyaçları temîn edilirdi. Ancak, XVII. asrın ortalarından itibaren, Mısır askerinin sefer serdarları, şehir ve vilayetlerdeki pazarlardan sefer ihtiyâçlarını te’mîn etmek üzere bazen halka eziyyet, reayanın mal ve esbâblarına teâddî, eyaleti harâb hali getirirlerdi.[57] Nehvuz mevsiminden biraz önce, Mısırın sefer askeri, İskenderiye limanına devletin mübâşiri marifetiyle çıkarlar; orada sefer için beklenen donanma-yı humayûnun gemilerini binerler; onlara yetmezse, tüccar ve müste’menlerin istenilen kalyonlarını kiralayarak kullanırlardı. Bu gemilere askerlerle birlikte, buğday, piksimat ve bütün muhimmâtları savaş cebhesine götürürdü. Umumiyetle, sefer askerlerinin ulufe, terakkî, sefer mühimmâtlrının masrafları, Mısır hazînesinden, şer’î hüccetlerle karşılanırdı.[58]
Böylece, devletin seferi, doğu cebhesinde ise, Mısır askeri, İskenderiye’den ya İskenderun ya da Trabzon limanlarına doğru hareket eder; oradan kara yoluyla savaş meydanına giderler; istenilen taraf, batı cebhesi olunca, İskenderiye’den Gelibolu limanına tevccüh edip, oradan kara yoluyla Edirne ovasına varırlardı.[59] Mısır askeri, ordu-yu humayûnun bulunduğu yere zamanında ulaştığında, ordunun genel serdarı tarafından yoklanıp, noksan asker bulununca, ne kadar ve hangi ocağa ait olduğu öğrenildikten sonra, zabıtlar mühürlü defterlerine kayd edilirdi.[60] Seferde Osmanlı ordusu serdarının, Mısır askerini gerek savaş meydanında olsun gerekse sınır ve liman muhafazasında olsun gerektiği mevkilerde ve gördüğü şekilde kullanma salahiyeti vardı. Mısır askeri, bu hizmetlerde bulunarak sadâkâtle üç seneyi tamamladıktan sonra, Mısır’a dönmesi için gereken izni alırdı. Eğer bu cephede Mısır askerinden istenilen hizmetleri bitirip, onlardan bir miktarları başka cephelerde kullanılması istenilirse, bunlar isim defterlerine göre yoklanarak o taraflara gider; orada hizmetlerini üç seneyi doldurmasıyla bitirir bitirmez, Mısır’a insıraf izni aldıktan sonra, serdarleri tarafından tekrar yoklanarak bırakılırdı.
XVIII. asrın ortalarında, Osmanlı ordusuna perişan hâlde geç ulaşmaya başlayan Mısır askeri, orada hiç bir hizmet yapamaz bir durumda bulunduğundan, üç senelik müddetleri tamamlamadan önce, Mısır’a avdetine izin verilirdi.[61] Seferden dönmüş olan Mısır askerlerinden tam üç sene içinde kendilerine havâle edilen hizmetleri yerine getirip, din ve devlet uğruna kahramanlık ve fedakârlılık gösterenlere istihkaklarına göre tarkıyeleri dağıtılr; müddetleri tamamlanmadan önce dönmüşse, böyle tarkıyeler hak etmezlerdi.
XVIII asrın ikinci çeyreğinde ve özellikle H. 1143 (M. 1730) ve H. 1145 (M. 1732) seferlerinde, Mısır’ın müteğalibelerinin fesadı yüzünden huzursuz ve istıkrarsız durumunu, ilk defa sefere çıkan Mısır bey ve askerlerine yansıtmıştır. Öteden beri, hatıralarda kalmış olan Mısır askerinin kahramanlığı ve fedakarlığının yerini, bu seferlerde mes’uliyetsiz davranışları almış o zamandan beri, Mısır askeri, devlet ordusunun merkezine geç gelir olmuş; onlara ihtiyaç olduğu zamanda bulunmaz olup, orduya geç ulaşarak seferde faidesiz olmuşlardı. Ayrıca, yolda reaya ve fukaraya te’addi, halkın esbablarını ve hatta arkada bulunan devlet ordusunun zahirelerini yağma eder olmuşlar; faidesizlik ve zararlılıklarıyle birlikte, seferde harcadıkları masrafları beytü’l-mâle ağır yük olmuş oldu.[62]
Böylece, devlet merkezi, eyaletinin istıkrarsız durumunu, ocak askerlerinin zaaf ve perişânlığını ve artık dış seferlerdeki faidesizliğini duyarken, Mısır beylerbeyinin Asitane’ye arzı üzere, H. 1159/ M. 1764 yılında, Mısır vezîrine, beylerine, yedi ocak zabıt ve ihtiyarlarına gönderilen fermana göre, “Mısır askerinin za’f-i hâllerine binâen” Mısır beylerbeyinin iltimâsı kabûl edilip, sefer-i humayûndan “bedel-i ‘âfv” verilmeye müsa’âde edilmiştir.[63] O zamandan beri, iki buçuk asır boyunca Osmanlı Devleti’nin seferlerine katılmaya devam etmiş olan Mısır askeri, para ödeme bedeliyle böyle seferlere çıkmaz oldu.
Yukarıda görüldüğü gibi, Osmanlı Devleti’nin askerî teşkîlâti çerçevesinde Mısır Eyaleti’nin askerî teşkîlâti, devletin taşrada ilk saliyane askerî teşkîlâtı sayılır; XVII. asrın ortalarına kadar titizlikle idare edilip, yöresel, bölgesel ve dış hizmetlerini tâm liyâketle yerine getirebilen Mısır askeri, din ve devlet uğruna fedakârlığı izhâr ve devletin çeşitli sınır, kıyı, kale, ada, şehir ve yollarını hıfz-u-hıraset etmişse de, XVIII. asrın ortalarından itibaren, Mısır eyaleti, kendi askerlerinden korunmak istenmiş olup, o zamandan beri, Mısır’ı muhafazası için devlet merkezinden Mısıru’l-Kahire’ye Dergâh-i âlî askeri tekrar istid’â edilmeye başlanmıştır.
Sohaq Sanat Fakültesi / Mısır
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 10 Sayfa: 159-171