“Sultanın askerler olmadan gücü olamaz;
Askerler para olmadan temin edilemez;
Para halkın esenliği sağlanmadan elde edilemez.”
Kudatgu Bilig[1]
I. Giriş
İngilizler tarafından ABD’de kurulan[2] 13 koloni, siyasi açıdan İngiltere’ye bağlıydı. Her kolonide bir İngiliz Vali ile Senato ve Temsilciler Meclisi vardı. 1760 senesine gelindiğinde kolonilerle İngiltere’nin arası açılmıştı. Bu devreye İngiliz Kolonileri Dönemi denir.[3] ABD bağımsızlık hareketi ile, 1789 tarihli Fransız Devrimi arasında benzerlikler vardır. Her ikisinin de, başlangıçta, siyasi bir amacı yoktur, itici güç, vergi alınması meselesidir. XVI. Louis, Fransa’da yeni vergiler koymak istediği için Fransız Devrimi yapılmıştı. Amerika bağımsızlık hareketinin temelinde de vergi olayı vardır.
İngiltere, Yedi Yıl Savaşları (1756-1763) sonucunda Kuzey Amerika’daki Fransız kolonilerini, Kanada ve Hindistan’ı ele geçirmiş ama mali yönden de sıkıntıya düşmüştü. 1764-1765 yıllarında Amerika’daki kolonilerine yeni vergiler koydu. Amerikalılar, İngiltere’ye “bizim görüşümüzü neden almadın; temsilsiz vergi olmaz” diyorlardı. 1765 yılında, Virginia Meclisi, “vergiyi ancak kendi Meclisimiz salabilir” kararını aldı. İngiltere, bunun üzerine bazı konularda geri adım attı; 1776’da Pul Kanunu kaldırıldı; Şeker Kanunu değiştirildi.[4]
1774’de Philadelphia’da, ilk Amerikan Kongresi toplandı. Hedef ticari ve ekonomik bağımsızlık iken siyasi bağımsızlığa yöneldi; 18 Nisan 1775’te silahlı çatışmalar başladı. Bir yıl sonra, 1776’da II. Amerikan Kongresi toplandı. Amerikan orduları başkomutanlığına George Washington (1732-1799) atandı. 10 Mayıs 1776’da Amerikan Kongresi, bağımsızlığını ilan etti. 4 Temmuz 1776’da, Jefferson tarafından hazırlanan Bağımsızlık Bildirisi kabul edildi; bu bildiri ile ABD kurulmuş oldu.[5] ABD’nin bu bağımsızlığını İngiltere kabul etmedi. İki ülke arasındaki savaş 1783’e kadar devam etti. İngilizler, yapılan tüm savaşları kaybedince; 3 Eylül 1783’te yapılan Paris anlaşmasıyla ABD’de bulunan 13 koloninin bağımsızlığını tanımak zorunda kaldılar. 17 Eylül 1787’de Koloniler Birleşik Devlet şekline getirildi; Devlet başkanlığına George Washington seçildi (1789-1797).[6] ABD, kuruluşunu tamamladıktan sonra, Avrupa’dan uzak durmaya, Avrupa’nın iç sorunlarına girmemeye özen gösterecektir. Zira iç yapısını sağlamlaştırmak, ekonomisini düze çıkarmak, büyük bir güç olmak için ihtilaflardan uzak durması gerekiyordu.
Doğal haklar teorisi, ABD’de XVIII. yüzyıl sonunda benimsenmişti. Locke, Grotius, Pufendorf gibi Avrupalı düşünürler Amerikalıları etkiliyordu. “Temsilsiz vergi olmaz” sözünün gerisinde Locke’un izleri vardı. 12 Haziran 1776 tarihli Virginia haklar demecinin 1. maddesi, mülk kazanma ve mülkten yararlanmanın, doğuştan tüm insanlara ait olduğunu belirtiyordu. Günümüzde, Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi de (Supreme Court), özel mülkiyet hakkını doğal, salt ve dokunulmaz saymaktadır.[7]
XIX. yüzyılın serbest rekabet piyasasında işçiler ezilmeye başlamıştı. Holdingler, kartel ve tröstler tüketiciyi ve küçük esnafı eziyor; yoksulların ham maddelerini kullanıp yine onlara satıyordu ki buna emperyalizm denir. Bilimsel gelişmeler dev sanayiyi doğurdu; küçük sanayi ezildi. Ucuz işçi kullanıldı. Dev holdinglerin tekelleşmesi, tüketici bireylerin tercih özgürlüğünü kaldırabilirdi. ABD’de bugün çalışanların %76’sı 500 dev şirket için çalışmaktadır ki, bunun kolektivizmden tek farkı, patronun bir yerine 500 kişi olmasıdır.[8] XX. yüzyılın ilk yarısında Amerika Birleşik Devletleri’nde, giderek dünyada, anonim şirketler oldukça büyümüş, hisse senedini alanların şirketle ilişkileri oldukça azalmıştır. Mülkiyet ile malik arasındaki bu zayıf ilişki, mülkiyet kavramına yeni bir anlayış getirmiştir.
Avrupa’nın güçlü devletleri Fransa, İspanya ve Hollanda, ABD’nin İngiltere’ye karşı yaptığı mücadeleyi desteklemişti. Fransa, Yedi Yıl Savaşlarındaki mağlubiyetinin acısını İngiltere’den çıkarmak için Amerika’nın, İngiliz sömürgesinden kurtulmasını, bağımsız olmasını istiyordu. Bu nedenle Fransa, İngiltere’ye karşı bağımsızlık savaşı veren ABD’ye el altından yardım etti, gönüllü asker sevk etti. 1777 senesinde ABD, İngiltere’yi yendi. 6 Şubat 1778’de Fransa Amerika ile anlaşma yaptı ve ABD’nin bağımsızlığını tanıdı. İspanya, 21 Haziran 1779’da Hollanda ise 1781’de İngiltere’ye karşı savaş ilan ettiler.
Bağımsızlığını kazanan Birleşik Devletler, elindeki imkanları iyi kullandı, sınırlarını genişletti. Florida Eyaletini, 1819 yılında İspanya’dan 5 milyon dolara; Kaliforniya eyaletini 1846’da Meksika’dan 15 milyon dolara satın aldı. ABD, XIX. yüzyıl ortalarında Alaska hariç, bugünkü sınırlarına ulaştı. Rusya, 1867’de Alaska’yı 7.2 milyon dolara ABD’ye sattı. Birleşik Devletler, 1890’da Havai adalarını sınırlarına kattı. 1861-1865 yılları, Birleşik Devletlerin iç savaşla uğraştığı yıllardır. İç savaşın sonunda, Kuzey-Güney birliği yeniden kuruldu. Güneyliler yıprandı ve mağlup oldu. Abraham Lincoln, savaşın bitmesinden 4 gün sonra öldürüldü.
ABD’deki iç savaştan yararlanmak isteyen III. Napoleon, 1861’de Meksika’yı işgal etti ama ABD’nin 1865’de yaptığı itiraz üzerine 1867’den sonra Meksika’dan çekildi. 1880 sonrası, ABD’nin Güney Amerika’ya ağabeyce yaklaştığı, nüfuzunu artırdığı bir dönemdir. Bu dönemden sonra, Pan Amerikanizm (Amerikalılar Birliği) düşüncesi ortaya çıktı ve destek gördü. “Amerika Birleşik Devletleri, öbür bazı güçlerin kısmen sahip oldukları ekonomik avantajların tümüne sahipken, onların dezavantajlarının hiçbirine sahip değil”di.[9]
II. Osmanlı-ABD Hukuki İlişkileri
A. Genel Olarak
Moore gibi bazı Amerikalı yazarlar, Amerika ile Türkiye arasındaki ilişkileri değerlendirirken öncelikle Avrupa-Türk ilişkilerini incelemektedirler.[10] Avrupa (Batı)-Türk ilişkileri, Türk-Amerikan ilişkilerinin kökeni sayılabilir ama bu ilişkiler, bu araştırmanın sınırlarını aşar. İstanbul’un fethinden sonra İslam dini, Avrupa için korku ve nefret olarak anlaşılmıştır. Beş asır önce Türkler, Avrupa literatürü ve zihniyeti ile daha yakından tanışmış ve bu, modern düşünceyi, Rönesans ve Reformu olumlu bir şekilde etkilemiştir.[11] ABD’nin ortaçağının bulunmaması, Avrupa’nın bilinç altında ise “Atilla Sendromu”, “Viyana Sendromu” ve “Endülüs Sendromu”nun bulunduğu belirtilebilir. “Türk Dünyası” gerçeği de buna eklenebilir. ABD’nin bu sendromlarının bulunmayışı, Türkiye-ABD ilişkilerinin gelişimini sağlayan hususlardan biridir. ABD kültürü ile Avrupa kültürü arasındaki farklardan biri de, Avrupa tarihinde yaşanan aristokrasi anlayışının ABD’de olmayışıdır. ABD kültürü, derin çatışmalar içinde gelişmemiştir. ABD’de özel mülkiyet ve serbest teşebbüs bir iman ve inanç gücü haline gelmiş, Avrupa’nın yaşadığı aristokrasi ve sosyalizm gibi çatışma ortamları yaşanmamıştır.[12]
Aslında Türk-Amerikan ilişkileri, Amerikan altın ve gümüşünün Osmanlı Devleti’ne girmesi ve fiyat artışlarına ve züyuf akçeye neden olmasıyla başlar. Amerika altın ve gümüşü, İspanyollar eliyle 1550-1570 yıllarında Doğu’ya getirildi.[13] 1584 senesindeki büyük devalüasyon (paranın kıymetinin düşürülmesi) ve züyuf akçenin çıkarılması hareketi, İspanyol gümüşünün Osmanlı’yı istilası zamanına rastlamaktadır. İnalcık’ın Braudel’den naklettiğine göre, Osmanlı’da 1584 devalüasyonu,[14] mali buhrana yol açmış, ekonomik-yıkıcı etkiler doğurmuştur. Batı’da ucuz para alıp Osmanlı coğrafyasında fazla paraya satarak kolayca elde edilen kar, çoğu tüccarı bu ticarete teşvik ediyordu. Bu durum, XVI. asır sonlarından sonra, Osmanlı para sistemi üzerinde, büyük bir değişime neden olmuştur. Devalüasyon, züyuf para, fiyatların yükselmesi, maaşlarının artırılmasını isteyen askerlerin tazyiki altındaydı. Bu durumda Gresham yasası gereği, kötü para iyi parayı kovmaktaydı.[15] Osmanlı Devleti 1650’lere kadar Avrupa’ya gelen Amerikan gümüşünün oluşturduğu bir tür enflasyon nedeniyle fasit daireye düşmüş, bocalamaya başlamıştır.[16]
Türk-ABD ilişkileri Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüz yılı ile Cumhuriyet dönemi olmak üzere 200 yıllık bir süreci kapsar. Bu konu üzerinde tarihçilerin yeterli çalışma yaptıklarını söylemek zordur.[17] Osmanlı, ABD ilişkilerinin geç başlamasının birinci nedeni, ABD’nin tarih sahnesine geç yani 1783 tarihli Versailles Anlaşması ile çıkmış olmasıdır. ABD, 1783 tarihinde uluslararası tarih sahnesine çıkarken, Osmanlı İmparatorluğu 1699 senesinden itibaren gerileme dönemine girmiş bulunuyordu. ABD-Türk ilişkilerinde gecikmenin bir ikinci nedeni, ABD Kongresi’nin kabul ettiği Monreo Doktrini’dir. Monreo Doktrini gereğince ABD, Avrupa politikasına bulaşmamaya gayret gösterirken ticari ilişkilerini geliştirmeye büyük bir çaba gösterecektir.[18]
Monreo Doktrini, ABD-Türk ilişkilerinde de uygulandı.[19] Monreo doktrini, ABD’nin, Avrupa’nın içişlerine karışmamasıdır. Bağımsızlığını kazanan ABD, devlet gibi hareket etmesini becerebilmiştir. Şöyle ki; (i) ABD, öncelikle ekonomik kalkınmaya hız verdi. (ii) Avrupa’dan, Avrupa devletlerinin iç çekişmelerinden uzak durmayı devlet politikası kabul etti. Bununla birlikte 1789 Fransız Devrimi’ni sempatiyle karşıladı. (iii) Bağımsızlık savaşında kendisine yardım eden Fransa’nın yanında da yer almadı. Hatta ABD, Fransa ile 1798’de savaşın eşiğine geldi. ABD, İngiltere’ye de 1812’de savaş ilan etti. 1815’te barış anlaşması imzalandı. 1815’ten sonra ABD içine çekildi. ABD’nin 5. Başkanı James Monreo (1817-1825), 2 Aralık 1823’de Kongrede yaptığı konuşmada ABD’nin dış politikasını belirledi. Bu dış politika esaslarına Monreo Doktrini denir. Monreo doktrini’nin esasları şunlardır: (i) Avrupalılar, Amerika kıtasında sömürgecilik yapamaz. (ii) ABD ve Avrupa, birbirinin iç işlerine karışamaz. (iii) Bu esaslara uyulmadığı takdirde karşı koyulacaktır. Bu esasları ABD Kongresi onayladı. Orta ve Güney Amerika’da bulunan devletler de bu esasları kabul ettiklerini açıkladılar. 1911 tarihli Osmanlı-İtalya savaşında da ABD, tarafsız kaldığını açıklamış,[20] ABD’li iş adamları Türkiye’de Ticaret Odası kurmuşlardı.[21]
ABD’nin Osmanlı İmparatorluğu ile ilişki kurmasının en önemli nedenlerinden biri de, Türkiye’nin stratejik konumudur.[22] ABD ve Batı, Sevr Anlaşması ile Osmanlı’yı paramparça etmiş, Bağımsızlık Savaşı sonrasında yapılan Lozan Anlaşması sonrasında “Türkiye’nin, devamlı olarak bir dünya gücü olması ve ekonomik ve siyasi önemi nedeniyle” Türkiye Cumhuriyeti’ni 27 devlet tanımıştı.[23]
B. Garb Ocaklarında İlk Karşılama
Bilindiği üzere Türk donanması II. Bayezid ve Yavuz Selim zamanlarında önemli bir gelişme göstermiş, Kanuni zamanında büyük zaferlerin kazanılmasında yardımcı olmuştu. Asıl adı Hızır olan “Midillili yoksul sipahi Yakup’un oğlu olan”[24] Barbaros Hayrettin Paşa, ağabeyisi Oruç Reis ile birlikte Akdeniz’de korsanlık faaliyetlerinde bulunmuş, Tunus ve Cezayir’de yerleşmeye çalışmıştı. Oruç’un 1518’de şehit düşmesi üzerine tek kalan Barbaros, İspanyollara karşı yalnız kaldığından, Yavuz’a hediyeler göndererek bağlılığını bildirmiş, Yavuz da O’na beylerbeyilik hil’ati göndermişti. Barbaros, Yavuz Sultan Selim’in vefatı esnasında Cezayir hakimi idi. Alman İmparatoru Şarlken (Charles Quint), Barbaros’un faaliyetlerinden rahatsız olduğundan üzerine Amiral Andrea Doria komutasında altmış gemilik bir donanmayı göndermişti.
Kanuni’nin bir hatt-ı hümayunla daveti üzerine 1533’te İstanbul’a gelen Barbaros, merasimle karşılandı ve Halep’te kendisine Cezayir Beylerbeyiliği hil’ati giydirildi. 1534’te 84 parçalık bir donanmayla Akdeniz’e açıldı. Ünvanları “Derya Bey’i, Kaptanpaşa, ve Hayrettin Paşa” idi.[25] O, hem Cezayir Beylerbeyi ve hem de Osmanlı Devleti Kaptan-ı Deryası idi. Barbaros İtalya sahillerini vurduktan sonra Tunus’u aldı (1534). Avrupa deniz ticaretinin tehlikeye girdiğini anlayan Avrupalılar, Şarlken’e başvurdular. Andrea Dorya, Tunus üzerine geldi, şehri aldı yağmaladı ve katliam yaptı (1535). Barbaros 24 Eylül 1538’de Preveze’ye yüz yirmi iki gemi ve sekiz bin askerle geldiğinde, karşısında Venedik, Alman, İspanyol, Portekiz ve Papalık ittifakıyla oluşan 300’den fazla gemi, altmış bin asker vardı. Savaşı kazanan Barbaros’un “yarma harekatı” birçok amirale örnek olduğu gibi, Türk denizciliğinde de önem taşımaktadır.
Bunun üzerine Şarlken ve Andrea Doria, 1541’de Cezayir’i kuşattıysa da başaramayıp geri döndü. Böylece Andrea Doria ve Şarlken Cezayir’i ve Akdeniz’i Türklere terk ederek çekildi.[26]
Barbaros 1541’de Fransa’nın Nice (Nis) şehrini kuşattı. 1546’da vefat etti, Beşiktaş’ta defnedildi. 1551’de Sinan Paşa komutasındaki donanma vasıtasıyla Trablusgarb alınmıştır. 1533’te Korsika adasının başşehri Bastia fethedilince Turgut Reis Trablusgarb Beylerbeyi olmuştur.[27]
Görüldüğü gibi Fas, Tunus, Cezayir ve Tarblusgarb, Avrupalı devletlerle Osmanlılar arasında bir egemenlik yarışına konu oluyordu. Cezayir, Fas, Tunus ve Trablus eyaletlerinin yönetimine Osmanlı literatüründe Garp Ocakları denir[28] ve bu bölgeyi yönetenlere “Dayı”[29] adı verilirdi.
Kuzey Afrika’ya bir de Amerika açısından baktığımızda şunları söylemek mümkündür; Amerikan Kongresi’nin 7 Mayıs 1784’de Benjamin Franklin, Thomas Jefferson ve John Adams’ı, ticari anlaşmalar yapmakla görevlendirdiği ülkeler arasında Osmanlı İmparatorluğu da vardı. Çünkü Osmanlı padişahına tabi olan Cezayir korsanları, İngiliz sömürgesi olmaktan kurtulan ve İngiliz bayrağını artık taşımayan ABD’li deniz tüccarlarını taciz ediyorlardı. Ancak Adams ve Jefferson, daha sonraları, Babıali ile anlaşmaktan vazgeçtiler.[30] Osmanlı ile ticari anlaşma yapmak üzere ikinci teşebbüs Amerika’nın Londra ortaelçisi Rufus King’den (1796-1843) geldi. Rufus King’i ikna edenler, Londra’daki Osmanlı Büyükelçisi İsmail Ferruh Efendi ile dostluğu olan İngiliz tüccarı Peter Abbott idi.[31] Adams yönetimi henüz İstanbul’a gönderilecek bir elçi bulamadan Albay William Bainbridge komutasındaki George Washington savaş gemisi Akdeniz’e giren ilk Amerikan savaş gemisi oldu ve Trablus Dayısı’nın tavsiyesi üzerine 9 Kasım 1800 tarihinde, 7 hafta kalmak üzere, İstanbul’a geldi.[32] Başkan Jefferson, William Stewart’ı 1802’de İzmir’e (Smyrna) konsolos olarak tayin etmiş, ancak arada sözleşme olmadığı için Babıali bu atamayı tanımamıştı.[33]
Türkler ve Amerikalılar ilk olarak Osmanlı Devleti’ne bağlı Kuzey Afrika Beyliklerinde (Garp Ocakları) karşı karşıya gelmişlerdir.[34] Garp Ocakları, geçimlerini Atlas Okyanusu ve Akdeniz’deki gemilere saldırarak ele geçirdikleri ganimetlerle sağlamaktaydılar. Osmanlı sultanı, Mağrip yöneticilerine zaman zaman ferman göndererek anlaşmalı ülke gemilerine ve vatandaşlarına müdahale edilmemesini emrederdi. Aynı ferman, Cezayir-i Garp Beylerbeyiliği’ne varıncaya kadar yol üzerinde bulunan beylere ve kadılara da gönderilirdi.[35] Garp Ocakları XVIII. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti ile bağlarını iyice gevşetmişti.[36] Garp Ocaklarının korsanlıklarından korunmak isteyen kimi Avrupa Ülkeleri, bu beyliklerle anlaşma yapmakta ve yıllık vergi ödemeyi kabul etmekteydiler.[37]
İngilizler’e gelince; Onlar, 1553 senesi sonlarında Kanuni Süleyman’dan İngiliz tüccarı Anthony Jenkinson’a bir ticaret müsaadesi almış, İngilizlere ilk genel ahitname 1580’de “serbest ticaret izni” olarak verilmiştir.[38] ABD bağımsızlığını kazandıktan sonra, İngiliz himayesi kalktı. İngiliz koruması olmayınca Garp Ocaklarına ait korsanlar, Amerikan gemilerine saldırılar düzenlemeye ve rehin almaya başladılar. ABD, askeri açıdan zayıf olduğu için, uzlaşmacı diplomasi kurallarını uyguladı ve kamuoyunun yönetim üzerindeki baskısını böylece hafifletmeye çalıştı.[39]
ABD, bağımsız bir sultanlık olan Fas ile 1786 yılında karşılıklı bir ticaret ve vergi anlaşması imzaladı. On yıl kadar sonra ABD, orijinalleri Türkçe olan anlaşmaları Cezayir ve Tunus ile imzaladı.
1796’da Trablus ile de benzeri anlaşma yapıldı. Bu anlaşmalara göre, Garp Ocakları, ABD gemilerinin bölgede serbestçe ticaret yapmalarına engel olmayacak, ABD hükümetleri de Garp Ocaklarına her yıl vergi vereceklerdi.[40]
- 1. 28 Haziran-15 Temmuz 1786 Tarihli Fas İle ABD Arasındaki Dostluk ve Barış Anlaşması
Afrika kıtasının kuzeyi tamamen Osmanlı egemenliği altında olmasına rağmen sadece Fas Sultanlığı III. Murat devrine kadar bağımsız bir devlet olarak kalmıştır. III. Murat devrinde Cezayir Beylerbeyi Ramazan Paşa, Fas ordusunu yenerek Abdülmelik’i Fas Sultanı olarak ilan etti (1576). Karşısına çıkan Portekiz Kralı Sebastian’ın seksen bin kişilik ordusu yenildi, Sebastian da savaş meydanında ölmüştü. Bu yıldan sonra Fas Osmanlı Devleti’ne bağlı bir ülke konumuna girdiyse de, Kuzey Afrika istikrarsız bir bölge görünümündeydi. Nitekim, ABD ile Fas arasında yapılan 1786 tarihli Dostluk ve Barış Anlaşması’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun ismi geçmemektedir. Ama bu Anlaşma, Cezayir ve Tunus ile yapılan Anlaşmalarla benzerlik göstermesi ve Fas’ın Osmanlı Eyaleti olması gibi nedenlerle buraya alınmıştır.
ABD ile Fas arasındaki “Barış ve Dostluk Anlaşması” Fas’ta (bugünkü Merakeş’te) 23 Haziran 1786 (25 Şaban 1200) tarihinde yapıldı. Anlaşmayı yapmak üzere Fas’ı temsilen Fas Sultanı, ABD’yi temsilen Thomas Barclay bulunmaktaydı. Daha sonra anlaşma kendisine sunulan John Adams Londra’da 25 Ocak 1787’de, Thomas Jefferson Paris’te 1 Ocak 1787’de imzaladılar.[41] Fas, kuşkusuz ki, Adams’ı ve Jefferson’u tanımıyordu. Anlaşmanın orijinali Arapçadır. Anlaşmanın ek-maddesi Fas Sultanı’nın isteği üzerine temsilcisi Tahir Bin Abdülhak tarafından Fas’ta imzalandı. ABD, 18 Temmuz 1787’de anlaşmayı onayladı, 18 Temmuz 1787’de de anlaşmayı ilan etti.
1786 senesinde yapılan İngilizce tercüme, 1930 senesinde Dr. Snouck Hurgronje tarafından denetlenerek ayrıca bir de yorum yazıldı.[42] Ekte bu anlaşmanın orijinali ve İngilizce tercümesi sunulmuştur.[43] Snouck Hurgronje tarafından yazılan yorum ve tahliller önem taşımaktadır; Anlaşma besmele ve tevhid kelimesi ile başlamaktadır.[44]
- 5 Eyül 1795 (21 Sefer 1210) Tarihli Osmanlı Eyaleti Cezayir İle ABD Arasındaki Dostluk ve Barış Anlaşması
Cezayir şehrinde yirmi üç madde olarak imzalanan Cezayir-ABD Dostluk ve Barış Anlaşması 5 Eylül 1795 (21 Sefer 1210) tarihinde orijinal dili Türkçe olarak yazılmış, 15 Şubat 1796’da ABD Senatosu’na sunulmuş, 7 Mart’ta onaylanmış ve aynı gün yayınlanmıştır. Anlaşmanın yapıldığı zamanda ABD’nin Lizbon temsilciliğini yapan David Humphreys, ABD başkanına yazdığı mektupta, anlaşmanın onaylanmasını istemişti. Anlaşma, bu iş için atanmış olan ABD’li temsilci Joseph Donaldson tarafından İngilizce’ye çevrilmiştir. Donaldson’a yardımcı olan James Leander Cathcart, Amerikan esirlerden biri idi ve Cezayir Dayı’sının Hıristiyan katiplerinin şefi durumundaydı.[45]
30 Temmuz 1785 tarihinde Cezayirli korsanlar, 450 kişi ve toplardan oluşan ABD’li denizcileri 11 Eylül 1795’e kadar esir etmişlerdi.[46] Bunun üzerine 5 Eylül 1795’de Cezayir’de bir anlaşma imzalandı.
Bu 16 sayfalık anlaşmanın orijinali Türkçedir. ABD tarihinde İngilizce olmayan ikinci Anlaşma budur. Konu üzerinde etraflı bir araştırma yapan Dr. J. H. Kramers ve birlikte çalıştığı Dr. C. Snouck Hurgronje, bu anlaşmanın Arapçadan Türkçeye çevrildiği konusunda hiçbir bilgi ve belgenin bulunmadığını belirtmişlerdir.[47]
Anlaşmayı imzalayan bir taraftan Cezayir Beylerbeyi (Vezir rütbesindeki) Dayı Hasan Paşa, Yeniçeri Ağası, Divan üyeleri, Ocağın yaşlı askerleri idi. Diğer taraftan anlaşmanın müzakerelerinde bulunan ve anlaşmayı imzalayan kişi, ABD Başkanı George Washington’un temsilcisi Joseph Donaldson’dur. Anlaşmaya göre esirlerin salıverilmesi için ABD fidye olarak Cezayir’e 585 bin dolar ödemiş,[48] Cezayir’e yıllık vergi olarak on iki bin Cezayir altını yani yirmi bir bin altı yüz dolar veya bu miktarda olmak üzere Cezayir’in ihtiyaç duyduğu savaş malzemelerini temin edecektir.[49] Bağımsız ABD, Osmanlı Devleti eyaleti Cezayir’e vergi ödemek durumunda kalmıştır.
- 4 Kasım 1796 (3 C. Evvel 1211) Tarihli Trablus ile ABD Arasındaki Dostluk ve Barış Anlaşması
Yukarıda belirtildiği gibi Albay Bainbridge komutasındaki George Washington savaş gemisi Akdeniz’e giren ilk Amerikan savaş gemisi olmuş ve Trablus Dayısı’nın tavsiyesi üzerine 9 Kasım 1800 tarihinde İstanbul’a gelmiş ve iki ay kadar Osmanlı İmparatorluğu yöneticilerinin konuğu olmuştu.[50] Trablus Dayısı’nın Osmanlı Devleti ile yakın ilişkisine rağmen 1796 yılında ABD ile yapılan anlaşmanın orijinal dili Arapçadır.
Trablus ile ABD arasında yapılan 14 maddeden oluşan Barış ve Dostluk Anlaşması Trablus’ta 4 Kasım 1796 (3 Cemaziyel-evvel 1211) ve Cezayir’de 3 Ocak 1797 (4 Recep 1211) tarihlerinde, orijinali Arapça olarak imzalanmıştır.[51] Amerika Senatosu’na 29 Mayıs 1797’de sunulmuş, 10 Haziran 1797’de onaylanmış, aynı gün ilan edilmiştir.[52] Anlaşmayı Trablus adına Cezair Dayısı (Dey) Hasan Paşa (Hassan Bashaw) ve ABD adına da 30 Mart 1795 tarihinde ABD tarafından yetkili kılınan Cezayir genel konsülü (Consul) Joel Barlow imzalamışlardır.[53] Anlaşmanın müzakerelerinde, Cezayir’de yıllarca hapiste kalmış bulunan, Kaptan Richard O’Brien de ABD adına katılmıştır. Anlaşma eki olan Trablus Beyi olan Yusuf Paşa imzalı makbuzda ABD temsilcisinin kendilerine (dört tutsağın fidyesi -redemption- ve barış için) kırk bin İspanyol doları, ayrıca Paşa ve diğer yetkililere hediye olarak, onüç altın ve gümüş saat, üçü elmas biri safir biri içinde gözetleyeni olan toplam beş yüzük, dört kadife (brocade) kaftan verdiğini belirtmiştir.[54] Cezair Dayısı Hasan Paşa, Yusuf Paşa’nın Trablus Beyi olduğunu imzalamıştır. Cezayir Dayısı, Trablus Beyi’nin hamisi (the protector) veya garantörü (guarantor) durumundadır. 10 Şubat 1797 tarihinde Lizbon’da bu anlaşmayı ABD’nin tasdik etmesini isteyen ABD’nin Lizbon Elçisi (Minister) David Humphreys, Cezair Dayısı Hasan Paşa’nın bu anlaşmayı imzalamasını bir teminat gibi saymıştır. Amerika’nın ilk Konsülü olarak Trablus’a atanan James Leander Cathcart, 5 Nisan 1799 tarihinde Trablus’a gelmiştir. Dr. C. Snouck Hurgronje, bu anlaşmayı 1930 yılında yeniden İngilizceye tercüme etmiştir.[55]
- 28 Ağustos 1797-26 Mart 1799 Tarihli Osmanlı Eyaleti Olan Tunus İle ABD Arasındaki Dostluk ve Barış Anlaşması
ABD ile Tunus arasındaki Dostluk ve Barış Anlaşması 28 Ağustos 1797 tarihinde başladı, 26 Mart 1799 tarihinde orijinal metni Türkçe olarak imzalandı.[56] Anlaşma ABD Senatosu’na 21 Şubat 1798 tarihinde sunuldu, ama bazı tavsiyelerle geri iade edilince 13 Aralık 1799’da Senatoya yeniden sunuldu. 24 Aralık 1799’da 11, 12 ve 14. maddeler konusunda yine bazı önerilerle iade olundu. Mart 1799’da müzakereler yeniden başladı. 10 Ocak 1800’de Birleşik Devletler Anlaşmayı onayladı ama yayınlanmadı. 1801 yılında basılan ve ABD’nin yasalarını içeren The Laws of the United States, Folwell ed. V. 213-23 içerisinde bu anlaşmanın yayınlandığını gösteren bir belgeye rastlanmamıştır.[57]
Anlaşmanın başlangıcında Osmanlı Sultanı Selim III (1789-1807) ve Osmanlı İmparatorluğu övülmekte, “adaletin mührü” ve “İmparatorlar imparatoru” olarak belirtilmektedir. Bir tarafta Tunus Beyi Hamdullah Paşa, İbrahim Dayı, Divan’ın Başı Yeniçeri Ağası Süleyman bin Mahmut ve Ocağın yaşlıları anlaşmayı yaparken karşı tarafta ise Tunus’ta mukim ABD’nin maslahatgüzarı (Sefir Vekili) Fransız tüccarı Joseph Stephen Famin bulunmaktaydı.
ABD’nin Madrid temsilcisi David Humphreys, 14 Kasım 1797 tarihinde yazdığı mektupta, kendisinin ABD Başkanlığı tarafından 30 Mart 1795 tarihli mühür ve imzalı yazısı ile Tunus Beyi ve En Yüksek Komutanı ile bir anlaşma yapmak üzere görevlendirildiğini, Maslahatgüzar Fransız tüccar Joseph Stephen Famin ile Joel Barlow’un bu konuda yardımcı olduklarını, kendisinin de anlaşmayı onayladığını imza ve mührüyle onamıştır.[58] William Eaton ile James Leander Cathcart da 26 Mart 1799 tarihinde ABD Başkanına yazdıkları yazıda, aldıkları yetki çerçevesinde Tunus’la bir Anlaşma yaptıklarını, 11, 12, ve 14. maddeleri değiştirdiklerini belirterek Anlaşmanın onaylanmasını istemişlerdir.[59] Tunus Beyi Hamdullah Paşa, 30 Nisan 1799 tarihinde ABD Başkanına Fransızca olarak bir mektup göndermiş, bazı teminatlarda bulunmuş, ABD Başkanı anlaşmanın onanmasından sonra Tunus Beyi’ne cevaben bir mektup yazarak anlaşmayı onayladığını belirtmiştir.[60] Anlaşmanın değişen 12. maddesiyle Tunus, ABD’yi “the most favored nation” ilan etmiştir.
Anlaşmalara rağmen çatışmalar başlayınca, ABD ile Trablusgarp arasında 1801-1805 yılları arasında savaş çıktı; ABD’nin galip geldiği “Berberi savaşları” sonunda ABD ödediği yıllık vergiyi kaldırdı. Bu savaş, 1814-1816 arasında Cezayir’le, 1824’de Tunus’la yaşandı ve hepsi de ABD’nin galibiyetiyle sonuçlandı. 1824 yılında ABD ile Tunus arasında yeni anlaşma yapıldı ve ilan edildi.[61] Benzeri savaşlar İngiltere ile Garp Ocakları arasında oldu ve İngiltere 1815 yılında galip geldi.[62] Berberi savaşları esnasında Osmanlı İmparatorluğu yardım edebilecek gücü kendisinde bulamamıştı.
C. Osmanlı-ABD Hukuksal İlişkisinin Başlaması
1774 senesinde ABD Başkanı John Adams, Benjamin Franklin ve Thomas Jefferson, Osmanlı İmparatorluğu’na temsilciler göndermeyi planlamıştı.[63] O tarihte Osmanlı, ABD’den daha fazla toprak ve nüfusa sahip bir devletti.
1804 yılından sonra ABD’nin Osmanlı ile ilişkisinin hızla artmaya başladığı görülmektedir. ABD Türkiye’den ithalata başlamış, başta afyon olmak üzere, pamuk, yün, sünger ve Türk halısı gibi mallar ABD pazarlarına girmeye başlamıştır.[64] Ortadoğu bölgesinin kapısı sayılabilen Doğu Akdeniz bölgesinde ticaretini artırmak isteyen ABD Başkanı Thomas Jefferson, İzmir’de bir konsolosluk açmak için Osmanlı Devleti’nden 1802 tarihinde izin istemiş, ama Babıali, iki devlet arasında bir ticaret anlaşmasının mevcut olmaması gerekçesiyle bu talebi reddetmiştir.[65] ABD, 1808 ve 1811 tarihlerinde aynı talebini yinelemişse de, her seferinde Babıali’den red yanıtı almıştır. Daha sonra ABD Başkanı Adams, Captain William Crane’yi ve David Offley’i ikili ilişkilere memur etti.[66]
Bu durum karşısında pratik bir çözüm arayan ABD tüccarları, hammadde almak ve endüstriyel ürünlerini satmak üzere başkanlığını David Offley’in yaptığı, Amerikan Ticaretevi isimli gayri resmi bir örgütü 1811 yılı sonlarında kurdular ki aslında bu, kapısına tabela asılmamış bir konsolosluk gibi iş yapıyordu.[67] Amerikan ticari gemileri İzmir’e kahve, baharat, pamuklu ürünler getiriyor, afyon ve kuru meyve götürüyorlardı.[68] Bu örgüt, Osmanlı İmparatorluğu’nda ABD’nin ticari yararlarını korumak üzere kurulmuştu.
1811-1812 yılları arasında ABD-İngiltere savaşında ABD ticaret gemileri, güçlü İngiltere donanması tarafından bir süre engellenmişse de, savaşın sonunda, ABD ticaret gemileri yeniden Osmanlı limanlarına gelmeye başlamıştır.[69] 1816’da İzmir’e gelen gemi sayısı 8 iken, bu rakam 1828’de 28’e çıkmıştır.
1823’de İzmir’deki Amerikan şirketlerinin sayısı dörde yükselmiş, Perkins ve Woodmas and Offley şirketlerine ek olarak 1821’de Langdon Co, 1823’de Styth Co of Baltimore şirketleri eklenmiştir. Ayrıca 1820’den sonra Protestanlığı yaymak üzere Osmanlı’ya gelen misyonerlerin sayısı artmaya başlamıştır. ABD Dışişleri Bakanı, Commodore John Rodgers’e 1825’de Osmanlı Devleti ile yapılacak ticaret antlaşması için talimat vermiş, Rodgers, ABD’ye ait ticaret gemilerinin Karadeniz’de de faaliyette bulunmasını isteklerine eklemişti. Amiral John Rodgres, 20 Ağustos 1825 tarihinde İzmir’e gelmiştir. 1 Aralık 1828’de İstanbul’a gelen Amerikan heyetinin amacı Osmanlı ile ticaret yapmak iken, Osmanlı’nın kafasında siyasi ve askeri anlaşmalar yapmak yatıyordu. 8 Mart 1839’da ABD Maslahatgüzarlığı elçilik düzeyine yükseltildi; Osmanlı ise ilk daimi elçisini Washington’a 1867 senesinde göndermişti.[70]
1862 tarihli Osmanlı-ABD Seyr-ü Sefain Antlaşması’ndan sonra ABD, Osmanlı’ya sadece rom ve pamuklu malları değil, silah da satıyordu. 1869’da satılanlar içerisinde bulunan silahın oranı %79’u, 1877’de %97’yi bulmuştu.[71] ABD, geleceğini ticarette arıyordu ve bunun için de donanma ve misyonere ihtiyaç olduğunu biliyordu ama misyoner, donanmaya göre çok daha ucuza mal oluyordu; Akdeniz’de bir fırkateynin yıllık masrafı 80.000 dolar iken, bir misyoner ailesinin yıllık geliri 1.000 doları bile bulmuyordu.[72]
Osmanlı ülkesinde, Osmanlı’dan da önce, sahil limanlarında gayrimüslimler yani levantlar vardı. Bunlar tüccarlık yapardı ve bazı imtiyazları vardı; zengin idiler. Osmanlı Devleti bu konuda hiçbir önlem almamıştı ve bu durum belki de Devleti’nin zaafıydı. Ordunun başarıları, ekonomi tarafından desteklenmemişti. Batı ile din birliği içerisindeki levantlar Osmanlı Devleti’nin ekonomik yaşamını ellerinde tutuyorlardı. Bunlar Avrupa ve Amerikalı tüccarlarla bağlantılı, dünyaya açık zengin tüccarlardı.
İngiliz Dış İlişkiler Bakanı Palmerston, Mustafa Reşit Paşa vasıtasıyla Osmanlı için hazırlamış bulundukları ıslahat projesini uyguladı. 1838 tarihli anlaşma ile Osmanlı’yı açık pazar kıldılar. İngilizler’e bu planda yardım edecekler hazırdı, levantlar ve azınlıklar. Bunların her şeyi vardı ama yasal hakları ve sermayelerine güvence verilmeliydi. Ayanı dizginlemek de gerekliydi; çünkü levant ve gayrimüslimleri rahatsız ediyorlardı; ama bunlar yetmezdi; sömürmek için yeni ticaret yasaları alınmalıydı. Ayrıca bir terör ortamı oluşturulmalı, “kitleleri ayaklandır ve sömür” “toplumları parçala ve sömür” projeleri gerçekleştirilmeliydi. Balkanlar, Anadolu ve Ortadoğu coğrafyasında kimi zaman bu ortam oluşturulmalıydı.
1799 yılında Portekiz elçisi William Smith, Osmanlı ile anlaşma yapmakla görevli olduğu halde Osmanlı ile bir anlaşma yapmaya, konjonktürel ortam nedeniyle fırsat bulamadı.[73] Fransa-İngiltere savaşları nedeniyle ABD ile Fransa’nın arası iyi idi ama Napolyon Mısır’ı işgal edince ABD elçisi, Osmanlı ile iyi bir anlaşma yapmaya cesaret edememişti.
D. Osmanlı ile ABD Arasında Yapılan Anlaşmalar
- 7 Mayıs 1830 (14 Zilkade 1245) Tarihli Seyr-i Sefain ve Ticaret Anlaşması
ABD 1776 senesinde bağımsızlığını kazandıktan sonra geniş topraklara yayılmış Osmanlı İmparatorluğu ile ilgilenmeye başlamıştır. İki ülke arasındaki ticari ilişkilerin gelişmesi için Osmanlı’dan fazla ABD büyük gayret göstermiştir. Bu ticari ilişkiye fazla sıcak bakmayan Osmanlı, Navarin olayından sonra yalnızlığını ABD ile gidermek istiyordu. Çünkü silah imalatı olmayan Osmanlı İmparatorluğu silah eksiğini bu yoldan tamamlamak zorundaydı.[74] İmparatorluk, dünyanın en güçlü devletlerinden biri sayılıyordu ama silah imalinde oldukça yetersizdi. Yunan ayaklanmasını sonuca ulaştıran Navarin deniz baskını olmasaydı, Osmanlı, ABD ile anlaşmaya yanaşmazdı. II. Mahmut, Yunanistan’ı kaybettikten sonra, Navarin’de donanması yakıldı; Mısır’ın isyancı Paşa’sının, adeta imparatorluğun bir ucundan diğer ucuna kadar- Kütahya’ya kadar- gelmesiyle de itibarını kaybetti.[75]
1799 başlarında ABD Başkanı John Adams, bir komisyon kurarak, Osmanlı ile ilişkilerin başlamasını istedi ama 1820 ve 1823 teşebbüsleri başarı kazanamadı. 1799 senesinde ABD’nin Lizbon maslahatgüzarı İstanbul’a gelerek Osmanlı ile bir anlaşma yapmak istemiş ama bu gerçekleşmemiştir. 1829 senesinde ABD Başkanı Andrew Jackson, Rhind,[76] Offley ve Biddle’i gönderdi.[77] 1800 tarihinde Cezayir’in Osmanlı’ya ödediği yıllık vergiyi İstanbul’a taşıyan Amerikalı deniz subayı Kaptan William Bainbridge, Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa ile ikili bir görüşme yapmışsa da, bir anlaşma henüz imzalanmamıştır. 1820’lerde ABD Başkanı James Monroe, William Bainbridge ile Luther Bradish isimli kişileri İstanbul’a göndermiştir.
Osmanlı-ABD devletleri arasındaki resmi görüşmelere 1820 tarihinde başlanabilmiş, Babıali temsilcisi Reisü’l-Küttap Halet Efendi ile ABD temsilcileri arasındaki görüşmeler olumlu yönde sürerken, 1821 yılında başlayan Yunan İsyanı, müzakerelerin kesilmesine neden olmuştur.
Yunan isyanında tüm Batı’nın birlik olarak Osmanlı karşısında birleşmesi ve özellikle 27 Ekim 1827 tarihindeki Navarin Olayı,[78] Osmanlı’nın Avrupa dışında bir müttefike ve donanmasını yenileyecek mali güce ihtiyaç duymasına neden olmuştur.[79] Türkiye bu anlaşmanın savunma ve saldırı konusunda olmasını önerdiyse de ABD, bunu Monreo Doktrini nedeniyle kabul etmedi. ABD Başkanı 21 Temmuz 1828’de Offley ile ABD Akdeniz filo komutanı William Crane’i Osmanlı ile en imtiyazlı millete tanıdığı haklar seviyesinde bir ticaret anlaşması yapmaya ve gemilerin Karadeniz’e de girme hakkını elde etmek üzere müzakerelere başlama talimatı verdi. Reisülküttap Efendinin görüşmeler esnasında, Navarin’de yakılan Osmanlı donanması yerine yeni bir donanma yapılması önerisini ABD temsilcileri duymazlıktan geldi.
12 Eylül 1829’da ABD Başkanı Andrew Jackson, Captain James Biddle, David Offley ve Charles Rhind’i ABD-Osmanlı ilişkilerini düzenlemek üzere memur olarak atadı.[80] Osmanlı-ABD ilişkileri 8 Şubat 1830’da İstanbul’da yeniden başladı. 10 Mayıs 1830’da iki ülke arasında ilk imzalanan bu anlaşmanın ömrü 100 sene sürdü.[81] Temsilci Charles Rhind 10 Mayıs 1830 tarihinde ABD Başkanı Andrew Jackson’a yazdığı mektupta, durumu kendisine bildirdi. Anlaşmanın gizli maddesi olan Osmanlı Devleti’ne ABD’de savaş gemileri yapılmasına izin veren gizli maddeden ABD Başkanı’na bahsetmedi. Senato, gizli maddeden haberdar olmayarak anlaşmayı onayladı. Osmanlı temsilcisi Reisü’l-Küttap Muhammet Hamit Efendi, ABD’li meslektaşı ile anlaştı ve 7 Mayıs 1830’da (14 Zi’l-kade 1245) ilk Osmanlı-ABD Ticaret ve Seyr-i Sefain Anlaşması imzalandı. Türk-ABD arasındaki yarım yüzyıllık müzakereler sonunda bir ticaret anlaşması imzalanabilmişti.[82]
Osmanlı-ABD Ticaret ve Seyr-i Sefain Anlaşması, 9 maddeden oluşmakta, ABD’ye “en ziyade müsaadeye mazhar millet” (most favored nation treatment for commerce) statüsü verilmekte,[83] Osmanlı limanlarını ziyarete gelen ABD’li tacirlerden, daha önce bu statü tanınan diğer ülke tacirlerinden alınan gümrük ve resimlerden daha fazlasının talep edilmemesi ve diğer ülkelere verilen her tür ayrıcalık ve muafiyetten yararlanmaları benimsenmektedir. Anlaşma ile iki ülke arasında diplomatik ilişki, suçluların iadesi ve ABD ticaret gemilerinin Boğazlardan serbestçe geçerek Karadeniz’e geçebilmeleri sağlandı.[84]
Bu anlaşmanın iki özelliği vardır; birinci özelliği, ABD kerestesinin bol ve sağlam, inşaat masraflarının ucuzluğu nedeniyle, ABD’nin Osmanlı’nın savaş gemileri inşasını öngören, anlaşmanın gizli ek maddesidir. ABD Anayasasına göre, bir sözleşmenin yürürlüğe girebilmesi için Senatonun onayından geçmesi gerekiyordu. Bu maddenin Senato tarafından kabul edilmeyeceği anlaşılınca Başkan ve Senatoya sunulan metinlerde bu gizli-ayrı madde yer almamış; bu haliyle Senatonun onayından sonra Sözleşme Başkan tarafından 2 Şubat 1831’de onaylanmıştır. Reisü’l-küttab’a bu durum bildirilince o, bunun anlaşmaya etkisi olmayacağını belirtmiştir.[85] Navarin’de donanması yakılmış olan Osmanlı, memnuniyetsizliğini ortaya koyunca, ABD Başkanı II. Mahmut’a açıklayıcı bir mektup göndermiştir.[86]
Bu arada ABD’nin en ünlü gemi mühendislerinden Henry Eckford yaptığı bir savaş gemisini Osmanlı’ya satınca II. Mahmut, bunu olumlu bir gelişme olarak değerlendirdi ve anlaşmayı 1831’de onayladı. Onay belgeleri (instruments of ratification) 5 Ekim 1831’de ABD’nin İstanbul maslahatgüzarı David Porter (ö. 1843)[87] ile Reis Efendi tarafından onaylanmış metinlerin teatisi gerçekleşti.[88] Henry Eckford ve ustabaşısı Rhodes tarafından yapılan bazı önemli gemiler, Nev Eser, Nusretiye, Mesir-i Ferah gibi Osmanlı donanmasının en önemli fırkateynlerinin de aralarında bulunduğu ondan fazla savaş gemisiydi.[89]
Anlaşmanın ikinci özelliği ise, kapitülasyonlarla ilgili 4. maddesidir. 4. maddeye göre anlaşmanın yorumu iki ülke yetkilileri tarafından yapılır ve temel metin Türkçe metindir. ABD temsilcisi Porter, zeyil (codicil) olarak adı geçen metinde asıl metnin Türkçe olduğunu kabule mecbur edildi. 1868 tarihine kadar yorum konusunda anlaşmazlık olmamışsa da, bu tarihten sonra Türkçe metin ile İngilizce metin arasındaki farklılık sürekli olarak anlaşmazlıklara neden olmuştur.[90] 1868’de Babıali, Suriye’de suç işleyen iki ABD vatandaşını tutukladı. ABD elçisi bunun üzerine 4. maddeyi ileri sürerek Osmanlı mahkemelerinin yetkisiz olduğunu iddia etti.[91] Hariciye Nazırı, asıl metin olan Türkçe metinde “tutuklanamazlar” kavramının bulunmadığını söyleyerek, bu metnin asıl olduğunu Porter’in imzaladığı zeyilde belirtildiğini söyledi. ABD, İngilizce tercümenin yanlış olduğunu benimsemekle birlikte, 4. maddenin anlamının zımnen de olsa tutuklamaya müsait olmadığında ısrar etti.[92]
1860’lı yıllardan itibaren özellikle Ermenilerin bir kısmı ABD’ye göç etmeye başladılar. Orada vatandaşlık hakkını kazanan Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu’na geri dönerek ABD vatandaşlarının haklarından yararlanma yolunu aramaya başladılar. Bu konu ABD ile Osmanlı arasında yeni bir tartışma konusunu oluşturdu. 1869 yılında kabul edilen bir kanuna göre, Osmanlı Padişahının izni olmadan bir Osmanlı yurttaşı, vatandaşlıktan çıkarılmazdı. Bu nedenle de, ABD’ye giden bir Ermeni kökenli Osmanlı yurttaşı, ülkesine geri döndüğünde Osmanlı vatandaşlığından çıkmamış sayılacaktı[93] Osmanlı’nın Washington sefiri Mavroyeni Bey, 3 Nisan 1893 tarih ve 6501/53 sayı ile Hariciye Nazırı Said Paşa’ya gönderdiği bir yazıda, ABD’ye göçmen olarak gelen Ermeni sayısının, Haziran 1891 yılında 560.319 kişi iken Haziran 1892’de 623.084’e yükseldiğini belirtmektedir.[94]
- 13 Şubat 1862 Tarihli Osmanlı Devleti ile Amerika Birleşik Devletleri Arasındaki Seyr-i Sefain ve Ticaret Anlaşması
7 Mayıs 1830 tarihli anlaşmadan sonra Osmanlı’nın ABD ile imzaladığı ikinci ticaret anlaşması 28 yıl süreli, “en ziyade müsadeye mazhar ülke” prensibinin kabul edildiği[95] bir biçimde imzalanan ve öncekine göre ticari münasebetleri daha ayrıntılı düzenleyen 13 Şubat 1862 tarihli anlaşmadır. 1862 anlaşması 1884 yılında Osmanlı Devleti tarafından tek taraflı olarak yürürlükten kaldırılmış, bunun üzerine 1830 tarihli anlaşmaya geri dönülmüştür.[96] 1830 anlaşmasında Amerika’nın adı “Amerika Devleti” olarak geçmekte iken, 1862 anlaşmasında Amerika’nın resmi adı “Hükümat-ı Müctemaa-i Amerika” yani “Amerika Birleşik Devletleri” olarak geçmektedir.
Bu anlaşma ayrılıkçı iç savaş esnasında (1861-1865) ABD tarafından imzalanmıştır. 1830 tarihli Osmanlı-ABD anlaşmasından sekiz sene sonra yapılan, 16 Ağustos 1838 tarihli Osmanlı-İngiliz ticaret anlaşmasında İngilizlerin lehine olan hükümler, kendiliğinden ABD lehine de uygulanıyordu. 1838 sözleşmesiyle Osmanlı ihraç ürünlerine uygulanan vergi %3’den %12’ye çıkartılmışken ithalat vergileri %5’ti. 1838 anlaşmasına atfen, %8 ihracat gümrük resmi giderek %1 e indirilecek ve ithalat gümrük resmi de %’1 olacaktı. 25 yıllık bir süre için yapılan 1830 anlaşması, 1855’te yürürlükten kalkmıştı. Babıali, 1830 anlaşmasının kendisinin aleyhine, ABD’nin lehine olması nedeniyle yerine yenisinin yapılmasını istiyordu; bu durumu ABD Elçisi Caroll Spence’e iletti. ABD tarafı ise 1830’da elde ettiği imtiyazları sürdürmek istiyordu.[97] 13 Şubat 1862’de ABD ile Osmanlı arasında 23 maddeden oluşan ve 28 yıl yürürlükte kalacak yeni bir dostluk ve ticaret anlaşması imzalandı. Burada eski anlaşmanın 1. maddesi olan “en ziyade müsaadeye mazhar millet” statüsü aynen kalmıştır.[98] 1839’dan beri %8 olarak geçerli olan ihraç gümrüğü resminin, tedricen %1’e kadar indirileceği, ithal gümrüğü resminin ise %1 olarak kalacağı belirtiliyordu. Bu anlaşma Osmanlı’nın silah ve cephane için koyduğu yasağı da kabul ediyordu.[99] 1862 Anlaşmasının bir özelliği, 1830 anlaşmasına göre, Osmanlı-ABD ilişkilerini oldukça ayrıntılı olarak düzenlemesidir.[100] İstanbul’daki ABD Elçisi Edward Joy Morri’nin, “Osmanlı Devleti’nin bugüne kadar yaptığı en liberal anlaşma” olarak nitelediği anlaşma Abraham Lincoln ile Sultan Abdulaziz tarafından imzalandı. ABD iç savaşının devam ettiği bir ortamda bu anlaşma pek verimli olmadıysa da, savaştan sonra, bu anlaşma sayesinde iki ülke arasındaki ticaret hacmi oldukça genişledi. 1832 yılında Osmanlı’nın ABD’den ithalatı 64. 722 dolar iken, Osmanlı’nın ABD’ye ihracatı 923. 629 dolardır. Bu rakam 1912 yılında Osmanlı’nın ABD’den ithalatı 3.798.168 dolar, Osmanlı’nın ABD’ye ihracatı 19.208.926 dolar olmuştur. 1914 yılında İstanbul’daki Amerikan Ticaret Odasındaki üye sayısı 400’ü geçmekte idi.[101]
- ABD-Osmanlı 11 Ağustos 1874 (28 Cemaziye’l-Ahır 1291) Tarihli Suçluların İadesine Dair Anlaşma
Amerika ile Osmanlı Devleti arasında 11 Ağustos 1874 (28 Cemaziye’l-Ahır 1291) tarihinde, suçluların iadesine dair bir antlaşma imzalanmış ve buna ait belgeleri ile 22 Nisan 1875’te İstanbul’da teati edilmiştir. Amerika’da bu anlaşma, 26 Mart 1875 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İstanbul’daki Amerikan Elçisi (Minister) Mr. Cox, 16 Nisan 1886 tarihinde (Anlaşma yapıldıktan 11 sene sonra) ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği raporda, Osmanlı Devleti’nin bu anlaşmayı yürürlükte saydığını belirtmiştir. Bu anlaşma beş yıl için imza edilmiş, sürenin bitmesinden altı ay önce taraflardan biri tarafından feshedilmedikçe, beşer yıl kendiliğinden uzaması öngörülmüştür.[102] Mr. Cox’un halefi Mr. Strauss, 28 Aralık 1888’de ABD Dışişlerine gönderdiği raporunda “Bab-ı Ali’de anlaşmanın yürürlükte bulunmadığına dair bir eğilim görülmektedir çünkü bu anlaşmayı, halen müzakere edilmekte olan Tabiiyet Anlaşmasına bağlı görmektedirler. Bu iki anlaşmanın birbiriyle ne ilgisi olduğunu görmediğim gibi birinci anlaşmanın bağlayıcı olmaması için de geçerli bir neden bulamıyorum” demektedir.[103]
- ABD-Osmanlı Devleti Arasında 11 Ağustos 1874 Tarihli Tabiiyet Anlaşması
ABD ile Osmanlı Devleti arasında yine 11 Ağustos 1974’te bir de Tabiiyet Anlaşması imzalanmıştır. İmzadan sonra ABD Hükümeti, anlaşmanın ikinci maddesine itiraz ederek, bu maddenin ABD’nin uygulamasına ters düştüğünü belirterek değiştirilmesini istemiştir. Osmanlı bu isteği kabul ederek, anlaşmanın ikinci ve üçüncü maddesinde gereken değişiklikleri yapmıştır.[104] Anlaşmanın esas metni ile birlikte değişiklik ayrı metin halinde aşağıda verilmiştir.
Bu anlaşmanın onay belgeleri 22 Nisan 1875’de İstanbul’da teati edilmiştir. Bu teati arasında Babıali yaptığı bir açıklama ile, ABD isteklerini adeta etkisiz hale getirince, ABD bu anlaşmayı yürürlüğe koymaktan vazgeçmiştir. Durum, 1889 senesine kadar bu şekilde devam etmiş, ABD’nin İstanbul elçisi (minister) Mr. Strauss, 16 Ocak 1889’da Washington’a gönderdiği raporunda, Osmanlı padişahından sağladığı “irade” ile Osmanlı Devleti’nin ikinci maddeyi değişik şekille ve hiçbir şart ileri sürmeksizin kabul ettiğini bildirmiştir. Sorun böylece çözümlenmiş olmakla birlikte, ABD Başkanı, aradan 15 yıl geçmiş olması nedeniyle Senatonun yeniden onayını almak istemiştir. Ama onay belgeleri bir türlü teati edilmediği için bu Tabiiyet Anlaşması yürürlüğe girmemiştir.[105]
E. Osmanlı ile ABD Arasındaki Hukuki-Ticari İlişkiler
Osmanlı-ABD hukuki ve ticari ilişkiler, 1785’te başlamış, iki alanda sürmüştür; birincisi ticaret, diğeri kültürdür (eğitim, sağlık ve misyonerlik). Tüccar ve misyoner tipi Osmanlı-ABD ilişkilerinin baş aktörleri olup diğer faktörler bu iki temel etrafında gelişmiştir.[106] ABD’liler, 1811’e kadar İngiliz Levant Şirketi’nin (English Levant Company) yaptırımı ile ticaret yaptılar. 1802 yılında İzmir temsilciliği açıldı ama Osmanlı bunu 1830’a kadar tanımadı; 1830’da ilk anlaşma yapıldı,[107] 1830 ve 1862 sonrası ticaret arttı. Ticaret asla siyasi sınırları tanımaz, ticari anlaşmaların yapılmasını da beklemez, yaptırımları da pek umursamaz. Bu yıllarda İngiliz Levant Şirketi, ABD’lilere hizmet veriyor, Yakın Doğu’da ticaret yapıyordu. Bu, 1785’den 1811’e kadar sürdü. Bu yıldan sonra ABD’li tüccarlar kendi adlarına çalışmaya gayret gösterdiler. Zaten 1830’da anlaşma imzalandı. 1802’de (4 Mayıs) ilk ABD Consul olarak Mr. William Stewart atandı.[108] ABD’ye ilk elçimiz 20.03.1856’da atandı. 8.10.1835’de ABD elçisi Nicholson L. Perrich Bursa’ya atandı. 1829 ve 1830’da ABD’nin Türkiye’den ithalatı ve ihracatı giderek arttı.[109] Osmanlı, ABD’ye kahve, sabun, gümüş, meyve, fındık, pamuk, zeytinyağı satıyor, ABD’den, pamuk, şeker, demir, çelik, tütün, balık, mum, vs. alıyordu.[110]
İngiliz bandıralı ABD gemileri, Osmanlı limanlarını XVII. yüzyılda ziyarete başlamıştı. 1782’de ABD bandıralı ilk gemi Grand Turk isimli bir gemi oldu. Grand Turk ve diğer gemiler, 1786’da İstanbul’u, 1797’de İzmir’i, 1800’de İskenderiye’yi ilk kez ziyaret ettiler. Osmanlı İmparatorluğu’ndan, halı-reçine, kuru üzüm, incir, deri, afyon vb. gıda maddelerini satın alarak, bunu ABD’ye taşıyorlardı. 1820’lerde Osmanlı İmparatorluğu, Amerika için çok cazipti; hatta 1820’de Yunan Ayaklanması esnasında Yunanlıları değil Osmanlı İmparatorluğu’nu desteklediler. Gelişen ticari ilişkiler sonucunda ilk ABD Ticaret Odası 1811’de İzmir’de açılmıştı.
1831-1900 arasında ABD-Türk ilişkileri oldukça gelişti.[111] 1876’da Osmanlı İmparatorluğu dış ticarette dünyanın ilk on ülkesinden biriydi ama bu ticaret hacmi, gerçekte Osmanlı’nın olumsuz ekonomisini gösteriyordu. ABD, 1876’da Osmanlı’nın üçüncü en iyi tüketici ülkesiydi ama ithalatta altıncı sıradaydı. ABD, ticari rakibi olan İngiltere’ye karşı rekabet mücadelesi veriyordu; 1898-1899 yıllarında ticari rekabet sürüyordu. ABD’de, Osmanlı Devleti’ne, “Sick Man of Europe” (Avrupa’nın Hasta Adamı) diyordu. XX. yüzyılın ilk on dört yılında ticaret giderek artmıştı ama Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla her türlü ilişki kesilmişti. Savaş sonrasında ticari ve hukuki ilişkiler eskiden kaldığı yerden yeniden başladı.[112]
F. Diplomatik Temsilciliklerin Açılması
1830 tarihli anlaşmanın imzalanmasından sonra, 1831 yılında David Porter, ilk ABD maslahatgüzarı olarak İstanbul’a tayin edildi. ABD, Osmanlı İmparatorluğu’na verdiği önemin bir göstergesi olarak 1839 yılında diplomatik temsilciliğini mukim elçilik düzeyine çıkardı. İstanbul elçiliğinde elçinin yanında bir katip, bir-iki tercüman ve Babıali tarafından elçilik hizmetine verilen ve yasakçı adı verilen muhafızlar görevliydi. 1860’lardan sonra suç işleyen Amerikalılar için bir de elçilik hapishanesi açıldı. 1840-1881 arasında İstanbul’da 11 adet ABD temsilcisi mukim elçi rütbesini taşıyordu. 1882’de alınan yeni bir kararla, İstanbul temsilciliği orta elçilik düzeyine yükseltildi.[113] 1882-1906 arasında dokuz ABD temsilcisi ortaelçi sıfatıyla çalıştı. 1906’da ABD temsilciliği büyükelçiliğe yükseltildi ve 1914’e kadar beş büyükelçi görev yaptı.
İstanbul’daki ABD diplomatik temsilciliğinin gelişmesine paralel olarak, Osmanlı Devleti’nin çeşitli kentlerindeki ABD konsolosluklarının sayısında artış olmuştur. 1830 anlaşmasının imzalanması ile resmi bir statü kazanan İzmir konsolosluğunu, Eylül 1831’de İstanbul, 1832’de Selanik, İstanköy, Bozcaada, İskenderiye, Beyrut, Kudüs, Bursa, Çanakkale konsoloslukları takip etmiştir. ABD’nin hızla kurduğu bu diplomatik ve konsüler ağa karşılık Osmanlı, ABD’deki temsilciliklerini çok yavaş bir biçimde kurmuştur. İlk olarak 1845’de ABD’nin Boston şehrinde yaşayan Tibgeoğlu Abraham, Osmanlı gemilerinin Boston limanıyla ticari ilişkisini düzenlemek ve ABD’de bulunan Osmanlı tebaasının korunmasını ve ayrıcalıklarını sağlamak için görevlendirildi. Osmanlı Devleti 1856’da New York’a, ve 1858’de Baltimore’a temsilci ataması yaptı.[114]
İlk elçilik 2 Nisan 1867’de Bulak (Blacque) Bey’in ilk Osmanlı orta elçisi olarak ABD’ye atanmasıyla açılmış oldu.[115] 1917’de Osmanlı’nın Washington büyükelçiliği kapanıncaya kadar 11 Osmanlı diplomatı görev yaptı ama Washington temsilciliği hiçbir zaman Hariciye Nezaretinin çok önemli bir mevkii olmadı, Washington temsilciliği ortaelçiliğin üzerine çıkartılmadı.[116] Elçiliğin açılmasından sonra ABD’deki Osmanlı konsoloslukların sayısı çoğaldı; 1881’de New York, Baltimore, Chicago, Boston, Philadelphia ve New Orleans’da Osmanlı konsoloslukları mevcuttu.
G. Silah Ticareti
Savaş gemileri ve silah ticareti Osmanlı-Amerikan ticari ilişkilerine ayrı bir canlılık katmaktadır. Osmanlı Devleti’nin, Navarin olayından sonra Amerikan savaş gemilerine ve kara silahlarına duyduğu ilgi, iki ülke arasında yoğun bir silah ticareti yapılmasına yol açtı. Osmanlı özel temsilcisi Binbaşı Emin Bey’in 1851’de ABD’nin önemli tersane ve deniz üslerini gezmesinin ardından Kaptan (-ı Derya) Paşa’ya rapor sunduktan sonra Babıali yeni siparişler verdi.
1858 yılında verilen gemi siparişi, İngiltere büyükelçisinin yoğun temasları sonucunda iptal edilerek İngiltere’ye verildi.[117] Osmanlı Devleti’nin Amerikan kara silahlarını büyük miktarlarda ithal etmesi ilk kez 1865’te gerçekleşti. Amerikan iç savaşında kullanılan 40.000 Enfield marka piyade tüfeği, bu tarihte Osmanlı Devleti tarafından satın alındı. 1869’da 239.000 adet Enfield ve Springfield marka piyade tüfeği süngüsü ve fişekleriyle birlikte 1.331.000 dolara satın alındı.[118]
Osmanlı Devleti’nin ABD’den silah alımları 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı öncesinde en yüksek boyutlarına ulaştı. 1873’te Babıali ABD’den 400.000 adet Winchester marka piyade tüfeği satın aldı. 1882’de II. Abdülhamit, ABD Elçisi Lewis Wallace ile dostluk kurmuşsa da fiyat konusunda anlaşma sağlanamadığından alım gerçekleşmemiştir.[119] 1900’lerin başında Osmanlı Devleti’nin ABD’den deniz silahları satın alması konusu taraflar arasında konuşuldu ve bir savaş gemisi alma konusunda anlaşma sağlandı. Söz konusu gemi 1904’te Osmanlı Devleti’ne teslim edildi ve Mecidiye adıyla donanmadaki yerini aldı.[120]
1865-1880 döneminde yoğun biçimde devam eden Osmanlı-ABD silah ticareti, Almanya’nın 1880’lerin ortalarından itibaren Osmanlı silah piyasalarına yoğun biçimde girmeye başlamasıyla düşüşe geçti ve hiçbir zaman eski düzeyine ulaşamadı.[121]
Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 14 Sayfa: 270-282