Tarih Araştırmacısı, sinanmiser@hotmail.com.
“Coğrafya Kaderdir”[1] tespiti ile belki de en fazla yüzleşen topraklar Anadolu’dur. Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele dönemi bu konuda çok önemli bir deneyimdir. Yunanlılaştırma zemini üzerine inşa edilmeye çalışılan ve işgallerle beraber bir iç isyan şeklinde karşımıza çıkan Pontus kalkışması, Milli Kuvvetlerin toparlanarak kati sonuca ulaşmasında önemli bir zaman ve insan kaybına neden olmuştur. Mütareke’den sonra elde kalan kuvvetlerin sürat ve kararlılıkla tekrar teşkilatlandırılıp bir düzene sokulmasıyla Pontus kalkışmasının önü alınabilmiştir.
Pontus Meselesini esas itibariyle bölgesel bir sorun olmaktan ziyade, Türk ve Yunan devletleri arasında süregelen uluslararası bir anlaşmazlık olarak değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Yunanistan’ın bu irredentist tutumu, bölgedeki dindaşlarının selametinden daha çok, kendi politik çıkarlarına hizmet etmekten öteye gidemediği söylenebilir. Yunan tarafının etnik ve tarihsel iddialarının temelinde yatan bir takım çelişkiler, konunun uzmanları tarafından sıklıkla vurgulanmakla birlikte, bu iddiaların Müslüman ve Ortodoks toplumlar arasına nifak tohumları ekmek gibi, uzun vadede sıkıntıya neden olması muhtemel sonuçları hakkında daha dikkatli olunması gerekmektedir. Yunanistan’ın MÖ 298’de kurulan Pontus Krallığı ve MS 1203 tarihinde kurulan Trabzon Komnen Krallığını dayanak göstererek Karadeniz bölgesindeki Rumlar üzerinde giriştiği yayılmacı faaliyetler,[2] 30 Ocak 1923’de Lozan Barış Konferansı’nda imzalanan “Mübadele Sözleşmesi” ile Rumların Yunanistan’a göç ettirilmesiyle sonuçlanmıştır.[3]
Meselenin daha iyi anlaşılması bakımından öncelikle “Pontus” tabirinin ne zaman ortaya çıktığı, coğrafi ve etnik bakımdan neyi ifade ettiği konusunun aydınlatılması faydalı olacaktır.
1. Tarihte Pontus
Pontus, etnik çağrışımlı bir kelimeden ziyade coğrafi bir tabir olarak ifade edilmektedir.[4] Pontus bölgesi, kabaca, Osmanlıların Gümüşhane, Samsun (Canik) Sancakları ile Trabzon Vilayetini kapsamaktadır.[5] Eski Yunanca bir kelime olan Pontus çok sayıda yazılı kaynakta deniz, Gala’nın oğlu, ve Karadeniz sahili anlamlarının yanı sıra Küçük Asya’nın kuzey doğusunda, Kızılırmak’ın doğusunda kalan coğrafi bölgenin Antikçağdaki adıdır. Pontus kelimesinin kökeni “Kapadokya’nın deniz kıyısı” ifadesinin kısaltılmış formudur.[6] En eski dönemlerde daha çok “Pont Euksinos” şeklinde kullanılmıştır. “Euksinos” kelimesi ise “karanlık, uğursuz” anlamına gelen “ahşaena” kelimesinden gelmektedir. Karadeniz’in fırtınalı ve karanlık sularından dolayı verilen bu isim X. yüzyıla kadar gelmiştir. Türkçede ise “Kara” sözü bir rengi ifade ettiği gibi aynı zamanda bir yönü (kuzey), sert ve soğuk iklimi de anlatır. Türklerin Anadolu’ya girişinden itibaren bütün yazılı belgelerde Karadeniz adı yaygın olarak kullanılmış olmasına karşın, Türkiye Selçukluları ve Osmanlılar zamanında “Pontus” kelimesi hiç geçmemektedir.[7]
Pontus MÖ 1700-1200 Hitit[8] ve MÖ 1200-676 Frigler’in kısmi hâkimiyetlerinde geçen dönemlerin ardından MÖ 676 tarihinde, Kafkasya üzerinden gelen Kimmerler’in hakimiyetine girmiştir.[9] Bölgeye MÖ VIII-VII. yüzyıllarda giren ve Kuzey Kafkasya ile bugünkü Ukrayna ve Rusya’nın Karadeniz sahillerinde yaşarken, İskitler tarafından Kafkasya üzerinden Anadolu’ya kovalanan atlı, göçebe halk Kimmerler’in bazı Türk ve yabancı yazarlara göre “Proto-Türk” toplulukları arasında kabul edildikleri bilinmektedir.[10] Özhan Öztürk, Yunanlıların da MÖ VII. yüzyılda Karadeniz sahili boyunca polis ve emporion kurarak kent adacıkları oluşturduğunu söylerken[11], MÖ VIII-VI. yüzyıllarda, Ege ve Anadolu bölgesindeki nüfus fazlalığı ve hammadde ihtiyacının yanı sıra, Pers Akhaimenid Devleti ve Lidya Krallığı’nın İoniya’yı işgal etmesinin de bu oluşumların sebepleri arasında yer aldığını belirtmektedir.[12]
II Ariobarzanes’in oğlu Mithridates, MÖ 302 yılında yaşadığı bölgede kendi hanedanlığını kurmak istemiş, Makedon Kralı Antigonos’un takibinden kaçarak Paphlagonia’ya gelmiştir. Burada Ilgaz Dağı eteklerinde yerleşerek kendi soyundan gelen ve son Pontus kralı olan, VI. Mithriades’in ölümüne kadar (MÖ 63) varlığını sürdürmüştür. Mithridates Hanedanlığı MÖ 281-63 arasında iki asırdan fazla hüküm sürmüş olup, hanedan mensupları ülkelerini asla “Pontus Krallığı” olarak tanımlamamışlardır. Ayrıca egemenlikleri boyunca herhangi bir bölgesel unvanı da kullanmamışlardır. Pontus sikkelerinde Mithridat Kralı veya Pharnake Kralı yazılmakla birlikte, kendilerine ilk olarak “Pontus Kralı” atfı IV. Mithridates’in ölümünden sonra Roma kayıtlarında yapılmış, bu dönemden itibaren bölgeyle ilgili pek çok şey, tıpkı MÖ 47 yılında “Classis Pontica” adlı Roma Pontus lejyonu kurulurken yapıldığı gibi, bölgenin adı ile ilişkilendirilmiştir.[13]
Fransız akademisyen Lebeau, Pontus Devleti’nin kurucusu olarak kabul edilen Mithridates’in bölgeye geldiğinde üç tür halkla karşılaştığını ve bunların: Persler, kıyı sahil şeridinde oturan Yunanlılar ve bölgenin asıl yerlileri olarak nitelediği, çok eskiden beri bölgede yerleşik bulunan Turanî topluluklar olduğunu dile getirmektedir.[14] Mesut Çapa ise, bölgede yaşayan Rumların Selçuklulardan önce bölgeye göç eden Hıristiyan Türkler olduğunu ileri sürmekte ve bu görüşüne delil olarak yerleşik halkın dil, kültür ve ahlak anlayışlarının benzerliğini, Rumlara ait kişi ismi ve köy adlarının yoğun olarak Türkçe olmasını göstermektedir.[15]
Orta Asya’dan Anadolu’ya gerçekleşen asıl Türk göçleri ise IX. yüzyılda başlayıp yaklaşık 200 yıl kadar sürmüştür. 1064’de Bizans sınır kenti Ani’nin ve 1071’de Malazgirt Savaşı’nın ardından Doğu Anadolu kentlerinin alınması ile birlikte, ilerleyen süreçte, Batı Anadolu sahillerine kadar olan bölge Türk egemenliği altına girmeye başlamıştır.[16] 1220’lerden sonra doğudan gelen yıkıcı Moğol istilası ile Türkmenlerin Orta Asya ve Kafkasya’dan göçleri ikinci büyük göç dalgasının sebepleridir.[17] Karadeniz bölgesi, XI-XIV. yüzyıllar arasında, kuzeyde Trabzon Rum İmparatorluğu’na kadar olan Sinop-Ordu hattı Selçuklu sınırları içerisinde kalırken,[18] XV. yüzyılda Trabzon Rum İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla bu bölge tamamen Osmanlı idari sistemi içerisine dâhil olmuştur.[19]
2. Yunan İsyanı ve Yunanistan’ın Bağımsızlık Süreci
Rumeli’nin fethi, Osmanlı tarihindeki en önemli dönemeçlerden biridir. 1352 yılında Süleyman Paşa’nın Çimpe (Tsympe) Kalesi’ni almasıyla Gelibolu’ya çıkan Osmanlılar, Avrupa’da, Viyana önlerine kadar yayılacak olan imparatorluklarının temellerini atmışlardır.[20] Bölgede yaşayan Rumlar (Yunanlılar) XV. yüzyıl itibariyle büyük oranda Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altına girmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin bölgede asimilasyon politikası gütmemiş olması, dört asra yakın bir süre, siyasî bir varlığı bulunmayan Yunanlıların, dil ve kültürlerinin korunmasında önemli bir etken olmuştur.[21]
XVIII. yüzyılda Sultan III. Selim ile ivme kazanan batılılaşma hareketlerinin başarısızlığa uğraması, yerel ayanların kuvvetlenmesine sebep olmuştur. Bu durum, 1806 yılındaki Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, büyük ayanların devlet iktidarını kontrol altına alma teşebbüsü olarak nitelenen “Sened-i İttifak” ile gün yüzüne çıkmıştır.[22] Bunun en belirgin örneği olarak nitelendirilen Tepedelenli Ali Paşa, Arnavutluk ve Epir bölgesinde otonom bir yapı kurarak, Bab-ı Ali’nin huzursuzluğunun artmasına sebep olmuştur.[23] Sultan II. Mahmut Balkanlarda devlet ile asiler arasındaki iki başlı yönetimi bertaraf etmek için 1819’da harekete geçirmiştir.[24] Ancak Tepedelenli İsyanı, beraberinde Yunan İsyanını da getirmiştir.[25]
XIX. yüzyılda tüm Avrupa’yı etkisi altına alan “milliyetçilik” düşüncesi, Osmanlı tebaası durumundaki Hıristiyanlar arasında da, tıpkı İtalya ve Almanya’da görüldüğü gibi kuvvetli din ekseninde ve “ırkçı” bir temelde şekillenmiştir.[26] 1814 senesinde kurulan Yunan ihtilalcı “Filiki Eterya” örgütü, Tepedelenli Ali İsyanı’nın yarattığı ortamdan istifade ederek ayaklanmayı Tuna Boyu Prensliklerinden başlatmıştır. Osmanlı Devleti’nin Balkanlara yoğunlaştığı bu dönemde, Mora’da ayaklanan Yunanlılara karşı ancak 1821 yılında Tepedelenli Ali Paşa İsyanının bastırılmasından sonra müdahale edilebilmiştir.[27] 1821 yılının Nisan ayında Mora’da yaşayan tüm Müslümanlar Yunanlı isyancılar tarafından katledilmişlerdir. İpsilanti’nin Romanya üzerinden başlattığı kalkışma sonrası, katliamlarını Galati ve Iaşi’de devam ettiren Yunan isyancılar, Balkanlar ve Mora’da yaklaşık 25 bin civarında Müslüman’ı katletmiştir. Viyana Kongresi’nin isyan karşıtı havası içinde, Rusların Yunanlılara destek vermemesi kalkışmanın başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olmuştur.[28]
1827’ye kadarki dönemde Osmanlı ordusu ve Mehmet Ali Paşa kuvvetlerinin ortaklaşa yürüttüğü mücadele sonucu Yunan İsyanı tamamen kontrol altına alınmasına rağmen, Osmanlı-Mısır donanmasının Navarin’de yakılması[29] tüm dengeleri değiştirmiştir. Avrupa devletlerinin ve Rusya’nın karşılıklı çıkarları Yunan bağımsızlık hareketinin uluslararası bir konuma yükselmesine neden olmuştur. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra devletin henüz yeni, güçlü bir ordu kuramamış olması[30] ve donanmasının yakılmış olmasından faydalanan Rusya, 26 Nisan 1828’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir. Savaşın başlamasıyla birlikte Rusların Kafkasya ve Balkanlar’daki hızlı ilerleyişleri Avrupa devletlerini rahatsız etmiş ve bunlar Londra’da Ruslarla masaya oturmuşlardır. İmzalanan protokol maddelerinin Osmanlı Devleti tarafından reddedilmesiyle Ruslar tekrar harekete geçmiş, durdurulamayan Rus ordusu batıda Edirne, doğuda Erzurum’a kadar gelerek İstanbul’u tehdit etmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti bu surette masaya oturmak zorunda kalmış, 14 Eylül 1829 tarihinde imzalanan Edirne Antlaşması’yla Yunan Devleti’nin kuruluş ve bağımsızlığını kabul etmiştir.[31]
3. Pontus Devleti Düşüncesinin Ortaya Çıkışı
a. Filiki Eterya Örgütü
Oldukça geniş bir etnik tanımlaması olan Rumluk tabirinin, Sırp, Bulgar hatta Ulahları mezhepsel açıdan içine aldığı kabul görülürken, Rum-Yunan camiası sadece mezhep ve dil birliğinden ibarettir. Stefanos Yerasimos’a göre, Cizye kayıtlarında Pontus bölgesi XVI. yüzyıldan beri Anadolu Hıristiyanlarının en yoğun olduğu bölgelerin başında gelmektedir. Bunların büyük bir bölümü Ortodoks Hıristiyan olmakla beraber, Ermeni değildir ve Yunan olduklarının söylemek de eldeki veriler ışığında mümkün görünmemektedir.[32]
Ortodoks istiklali ve Bizans’ın yeniden inşası amacını güden Rumların ilk teşebbüsleri “Hetairia Philikon” (Filik Eterya/ Dostluk Cemiyeti) adlı edebi bir dernek adı altında ortaya çıkmış, akabinde “Ethniki Hetairia” adlı gizli örgütle şekillenmiştir. Filiki Eterya Örgütü XVIII. yüzyılda şair Rhigas tarafından kurulmuş, kendisinin 1798′ deki idamıyla birlikte örgüt de dağılmıştır. Rusya, 1787’de Çariçe II. Katherina’nın “Rum Projesi” (Grek Projesi) olarak adlandırılan girişimi ile XVIII. yüzyıldan itibaren Rum-Yunan davasını sahiplenmiştir. Kasası Münih’te, kafası Petersburg’da ve merkezi İstanbul’da bulunan Filiki Eterya, 1814 yılında üç tüccar tarafından tekrar canlandırılmıştır.[33]
Filiki Eterya Örgütü’nün başlıca hedefleri şöyledir:
- Yunan bağımsızlığının sağlanması,
- On İki Ada dâhil, Ege Adaları’nın tümü, Kıbrıs ve Girit Adalarının ve Batı Anadolu’nun Yunanistan’a ilhakı,
- Pontus Rum Devleti’nin kurulması ile İstanbul Fener Patriği’nin idaresinde olmak üzere Bizans’ın tekrar canlandırılması.[34]
Filiki Eterya ilk başarılarını 1821 tarihinde Romanya ve Mora isyanlarını örgütleyerek, ardından, 1830’da Yunan bağımsızlığının ilan edilmesiyle kazanmıştır. Filiki Eterya 1894’de yerini, 14 Yunan subayı tarafından kurulan Etniki Eterya’ya bırakmıştır. Etniki Eterya, Anadolu’da çekirdek örgütlenmelerin oluşturulmasında önemli roller üstlenerek, 1904 yılında ilk “Pontus” adlı derneği Merzifon Amerikan Koleji’nde kurmuştur. 1908 yılında Samsun’da kurulan “Müdafaa-ı Meşrute” ve “Mukaddes Anadolu Rum” dernekleri, Batum-İnebolu arasında örgütlenerek, kurulacak Pontus Devleti’nin Yunanistan ile birleşmesi için faaliyet göstermiştir.[35]
Hıristiyan din adamları ve dini kurumlar Pontus hareketinin ortaya çıkmasında çok önemli birer faktördür. Misyonerler, misyoner okulları ve metropolitler çetelerin örgütlenmesinden, politikalarının belirlenmesine ve hareketin uluslararası arenada temsil edilmesine kadar etkin bir rol oynamışlardır.[36] Başta Fener Rum Patrikhanesi olmak üzere, Amasya Metropoliti Germanos ve Trabzon Metropoliti Hırisantos’un Pontus kalkışmasının Anadolu içerisindeki en önemli aktörleri olarak dikkat çekmektedirler.[37]
b. Megali İdea’nın Ortaya Çıkışı ve Pontus Hareketine Etkisi
Bazı kaynaklar[38], fikirsel altyapısını “Yunan Büyük İdeali”nden (Megali İdea) alarak Anadolu’da ideolojik bir yetkinliğe ulaşan Pontus hareketinin, Balkan Savaşlarının da etkisiyle fiiliyata geçirildiği görüşündedir. Seferberlik ve Balkan göçmenlerinin yerleştirilmeleri konusunda bölgede çıkan anlaşmazlık silahlı çatışmaya dönüşmüş, ardından da devletin müdahalesi gecikmemiştir. Milliyet ve dini yönden aidiyet hissettikleri ordulara karşı silah altına alınmayı reddeden veya Osmanlı ordusundan silahlı, silahsız firar eden Rumlar, Karadeniz bölgesinde ilk Pontus çetelerini oluşturmuşlardır.[39]
Pontus Devleti hayalinin altında yatan asıl gerçek, Yunan milliyetçilerinin ideolojik altyapısını oluşturan Megali İdea (Büyük İdeal) kavramıdır. Yunanlı yazar Andreas C. Michalopoulos, Megali İdea fikrini bir ütopyadan ziyade, milyonlarca Elen’i yabancı ve zalim Türk boyunduruğundan kurtarmanın çabası olarak yorumlamıştır.[40] Bu kavram, ilk olarak, 1844 yılında Yunan Kralı Otto ile Başbakan Kolettis’in anayasa tartışmaları sırasında Parlamentoda yaptıkları konuşmalarda sarf edilmiştir. Rum ve Yunan halkının vatanlarını yeniden kazanıp, Mora Yarımadası dışında genişleyerek, başkenti Konstantinopolis olan Pontus, Trakya, Makedonya, Efir, Girit ve Kıbrıs’ı da içine alan “bağımsız bir Yunan devleti” kurma hayalidir.[41]
Megali İdea, özellikle Ege kıyılarına Yunanistan’dan gelip yerleşen Rumların, Anadolu Rumları üzerinde “milli bir bilinç” oluşmasına yardımcı olmuş, ideolojik altyapısı oluşturulan bu kitlenin, siyasal yönden harekete geçirilip, motive edilmesi için “milli politik bir fikre” olan ihtiyacı da karşılamıştır. Aynı zamanda, Yunanistan’ın kuruluşundan beri siyasal açıdan istikrarsız, yoksul ve kendi içinde bölünmeler yaşayan bir toplumu iç sorunlarından kurtarmanın bir aracı olarak da görülmüştür.[42]
Megali İdea’nın tarihsel sürecine baktığımızda ise köklerinin çok daha derinlerde olduğunu görmekteyiz. Konunun fikirsel temellerini 1071 Malazgirt Savaşı’ndan, 1204 yılındaki IV. Haçlı Seferine, 1453’te İstanbul’un fethinden, 1461 Trabzon Rum İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar götürmek pekâlâ mümkündür. Ancak asıl temel faktörün İstanbul’un fethi ile oluştuğunu söyleyebiliriz. Prof. Luvaris, İstanbul’un fethi ile çöken Bizans İmparatorluğu’nun yerini, devlet alametleriyle birlikte Patriğin aldığını belirterek şöyle söylemiştir:
“…Bizans ülkesinin yıkılması artık boyunduruk altına girmiş olan bu kavmin ruhundan bu zihniyeti silemedi. Bilakis kuvvetlendirip derinleştirerek İslam boyunduruğundan kurtulmak için sarsılmaz bir ümit uyandırdı. Şimdi artık parçalanmış olan kudretin ve eski ihtişamın yeniden kurulması, eski Bizans ülkesinde serbest bir Yunanlılık mânâsı herkesin ruhunda yaşayan, Yunan fikrinden ayrılmayan Haçın zaferi gibi hayaller beslemeğe başladı. Şimdi Konstantinapolis ve bilhassa yeniden canlanan Logos’un mabedi olan Ayasofya Kilisesi bu ümitlerin müşahhas bir sembolü haline geldi. Bu hâl Fatih’e karşı mücadelede surlar üzerinde ölen taşlaşmış son Yunan İmparatoru Konstantin Paleologos efsanesinde ifadesini bulmaktadır. Kavmine hilalin gasp etmiş olduğu hürriyeti geri vermek için onun tekrar dirileceğine inanılmaktadır. Ayasofya’da düşmanın gelmesiyle yarım kalan mukaddes ayin Büyük kilisenin duvarları arasında kaybolmuş olan Patriğin bütün ihtişamıyla tekrar ortaya çıkmasıyla devam edecektir”.[43]
Yunanistan’da kurulan yeni Patrikhane, “Megali İdea’nın bekçisi, Bizans İmparatorluğu davasının takipçisi, Helenizm’in beslendiği, kışkırtıldığı ve şekillendirildiği bir yer haline gelmiştir.[44] Yunan bağımsızlığını müteakip yeni bir devlet fikri kadar yeni bir ulus, yeni bir Yunan kimliğinin yaratılmasında da ön plana çıkmıştır. Bu amaçla, Antik Yunan’a duyulan hayranlık nedeniyle, Atina başkent yapılmış, Yunanistan Ortodoks Kilisesi, İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin onayını almadan (1833) özerkliğini ilan etmiştir. Böylece yeni devletin Antik Yunan’ın devamı olduğu tezi benimsemiş ve etnik kimliğin tarih içerisindeki sürekliliği sağlanmıştır. Bu proje kapsamında “Tarihin Helenleştirilmesi/Yunanlılaştırılması” en önemli çalışmadır. Yunan tarihçileri “Tarihin Yunanlılaştırılması” çalışmalarında üç önemli mesele üzerinde durmuşlardır: [45]
- Antik Yunan’dan Çağdaş Yunan Devleti’ne kadar tarihin süreklileştirilmesi,
- Çağdaş dönemde geçmiş çağların kuşku bırakmayan kanıtlarını arayıp kayıt altına alması,
- Yunan bağımsızlık savaşı meşru bir zemine çekilerek, Yunanlıların özgürlük ve milli egemenlikleri için savaştıklarının ispatlanması.
Yunan tarihçilerinin çözmek zorunda oldukları sorunların ilk sırasında Bizans’ın Yunan ulusuna dahil edilmesi meselesi yer almaktadır. Avrupa romantizminin ılımlı bakış açısı Bizans’ı da Yunan Ulus Devleti’nin bir parçası halinde kabul edilmesini sağlamıştır. Yeni Yunan kimliği, Antik Yunan medeniyetinden itibaren, Makedonya Helenizm’i, Bizans Helenizm’i ve son dönem Helenizm’i şeklinde tekrar yapılandırılmıştır.[46] Helenizm’in tarihi bütünlüğünün oluşturulması Megali İdea’nın bilimsel bir kavram etrafında toparlanmasına neden olmuştur.[47]
Yunan toprak bütünlüğü 1830-1913 arasında 63 bin km2 iken, 1913 Bükreş Antlaşması’yla 120 bin km2‘ye çıkarılmış, asıl adımlarını ise en uygun ortamın yaşandığı ve önemli fırsatlar içerdiğine inandıkları I. Dünya Savaşı sırasında atmışlardır. 15 Temmuz 1915 tarihinde İngiliz Dışişleri Bakanı Edward Grey’in, Türklere savaş açılmasına karşılık Batı Anadolu’nun Yunanistan’a verileceğine dair sunduğu teklif Yunanistan tarafından kabul edilmiştir. 15 Mayıs 1919’da İzmir’e asker çıkarılması[48] “vaat edilmiş toprakların” veya Megali İdea’nın ileri bir aşamaya geçirilmesinin başlangıcı olmuştur.[49]
4. Pontus Hareketine Destek Veren Ülkeler
Pontus hareketinin merkezinde Yunanistan bulunmakla beraber, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa ve Rusya’dan önemli destek ve yardımların alındığı görülmektedir. Yunan bağımsızlığından sonra tüm gücünü yayılmacı politikalara adayan Yunanistan, Anadolu’daki Rumların örgütlenmesinden silahlanmasına, göç politikalarının belirlenmesinden uluslararası temsilciliğine kadar, her türlü desteği kendilerine sağlamıştır.
Amerika Birleşik Devletleri Pontus hareketinin siyasi propaganda ayağında yer alarak, ilkini 1830’da açtıkları misyoner okulları vasıtasıyla Pontus hareketine destek vermişlerdir.[50] Osmanlı Devleti içerisinde faaliyet gösteren en önemli misyoner teşkilatı 1810 yılında Boston’da kurulan American Board of Commissioners for Foreign Missions‘tır. Çalıştığı ülkelerde Hıristiyanlığı yaymak ve ABD adına siyasi ve kültürel nüfuz elde etmek maksadıyla kurulan ABCFM, 1820 yılından itibaren Osmanlı topraklarında çalışmaya başlayarak, bağımsız bir Pontus Cumhuriyeti’nin kurulması faaliyetlerini hazırlık aşamasından itibaren desteklemiştir.[51] Yeni bir misyoner teşkilatı olan “New Haven Ladies Greek Association” 1828’den itibaren İzmir’de çalışmalarına başlayarak iki adet misyoner okulunu faaliyete geçirmiştir.[52]
XIX. yüzyılın başlarından beri yürüttükleri faaliyetlerle Anadolu Rumlarını etkilemeyi başaran ABD misyoner teşkilatlarının en etkili çalışmaları, 1899’da açtıkları, Merzifon Amerikan Koleji’nde olmuştur.[53] Merzifon Amerikan Koleji, Merzifon Amerikan Hastanesi ve Samsun’daki Amerikan Tobacco Şirketi‘nin memurları yerel eşraf ve din adamları ile birlikte hareket ederek, İtilaf Devletleri’nin müdahalesine zemin hazırlamaya çalışmışlardır.[54]
İngiltere baştan beri Osmanlı Devleti’ni parçalama siyasetinde her türlü alternatifi değerlendirmiştir. Mütarekeden sonra Karadeniz bölgesine asker çıkartarak Pontus çetelerinin güç kazanmasını sağlamak için hiç çekinmeden 10 bin silah dağıtmıştır.[55] Amasya Metropoliti Germonos’la yaptıkları anlaşma ile Karadeniz’de belirledikleri bölgelerde, güçlü direniş noktaları oluşturulmasına katkı sağlayıp Türk birliklerinin çetelere karşı yürüttüğü takip faaliyetlerini engellemek istemişlerdir. Pontusçu çetelerin sahile çıkarılması, silah ve cephane ikmali ile Karadeniz’in abluka altında tutulması İngilizlerin Pontusçu çetelelere verdiği önemli desteklerden bazılarıdır.[56]
Megali İdea XVIII. yüzyılda Rusya’nın, Osmanlı İmparatorluğu’nu Avusturya ile paylaşma anlaşması olan 1787 “Kerson Mutabakatı” çerçevesinde şekillendirilen “Grek Projesi”nde hayata geçirilmeye çalışılmıştır.[57] Rusya, Yunan-Rum amaçlarına tarihi desteğinin yanında, I. Dünya Savaşı’nın yarattığı kaotik ortamdan istifadeyle Karadeniz bölgesindeki Rumları silahlandırıp ilk çetecilik faaliyetlerinin ortaya çıkmasında rol oynamıştır. Bölge Rumları, I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele dönemlerinde Türk orduları aleyhine cephe gerisinde istihbarat toplama ve sabotaj eylemleri yaparak Ruslara önemli desteklerde bulunmuşlardır.[58] Rusya, Ekim 1917’de Kafkasya’da 12 bin kişilik bir Pontus-Kafkas Birliği kurarak, komutasını Rum asıllı bir subaya vermiştir. Bolşevik ihtilali’yle birlikte dağılan bu birliğin amacı Trabzon’a çıkarak bir Pontus Devleti kurmaktı.[59]
1917’de Kral Konstantinos’un devrilip, Venizelos’un desteklenerek iktidara gelmesinde rolü olan Fransa, Yunanistan’ın İtlaf Devletleri yanında savaşa girmesini arzulayan devletlerin başında gelmektedir. Fransa’nın bu kapsamlı desteği sayesinde Paris’te “Pontus Milli Merkezi” adlı bir cemiyetinin açılmasına müsaade edilmiştir.[60] Fransa Pontus hareketine desteğini çok ileri götürerek, Pontus teşkilatının himayesi için Batum’u merkez olarak kullanmak istemiş, bu amaçla oluşturulacak çeteler vasıtasıyla Karadeniz sahillerinin işgal edilmesini planlamıştır.[61]
Ocak 1920’de Fransız hükümetinin değişmesi ve Türk ordularının I. ve II. İnönü Savaşları ile Sakarya Savaşı’ndaki başarılarından sonra Yunanistan’la yürüttüğü fikir ve eylem birliği değişmiştir. Fransa başbakanı Clemenceau Anadolu’da karşılaştıkları başarısızlığı itiraf ettikten sonra birçok papaza madalyalar verildiğini söylemektedir.[62]
5. Karadeniz Bölgesinde Pontus Terörü
Gümüşhane’de bir grup Rum’un, Yunan bağımsızlığından güç alarak ayaklanması, Karadeniz bölgesinde bilinen ilk çete faaliyetidir. Bu ayaklanma Osmanlı Devleti’nin müdahalesiyle bastırılmış, isyancılar Gürcistan’a kaçmıştır.[63]
Uzun bir süre fikri düzeyde kalan Pontus çalışmaları, “Büyük Yunanistan” hedefinin Anadolu ayağının teşkilatlandırılması için Mondros Ateşkes Antlaşması ile Yunanistan’a gerekli hareket alanını sağlamıştır. Anadolu’da hem Rumları, hem de Ermenileri örgütlemek için İstanbul merkez olarak seçilmiş, Fener Patrikhanesi üs olarak kullanmıştır.[64] Tüm kiliseler, Rum okulları, yetimhaneler, hastaneler ve Rum gazeteleri örgütlenme kapsamına alınmıştır.[65]
Yürütülen çalışmaların sonucunda askeri amaçlı görevlerde 15 adet, kültür ve ticaret amaçlı 4 adet Rum-Yunan cemiyeti faaliyete geçirilmiştir.[66] Amasya Metropoliti Germanos tarafından, Merzifon Amerikan Koleji’nde 1908’de kurulan, “Müdafaa-ı Meşruta” adlı cemiyet, Anadolu’da, silahlı bir ihtilal teşkilatı olarak kurulan ilk cemiyetlerden biridir. Bu cemiyet 20 yaşındaki her gence silah dağıtarak faaliyetlerini geniş bir alana yaymıştır.[67] Yunanistan’dan “ticari faaliyetler” adı altında gizlenen silah sevkiyatlarında Etniki Eterya’nın kontrolünde olan “Asya-yı Suğra” adındaki dernek şubeleri kullanılmıştır.[68]
Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı esnasında Yunanistan ve Rusya, bölge halkını silahlandırarak, Rum çetecilik faaliyetlerinin başlamasını sağlayan önemli bir etken olmuşlardır. Seferberlik emrine uymayan veya firar edenlerin kendi yörelerinde saklanarak oluşturdukları Rum çeteleri, yoğun çetecilik faaliyetlerinin ilk nüvesini meydana getirmişlerdir.[69] Trabzon’un Rus işgalinden sonra Rus subaylarının kontrolünde bir tümenlik güce ulaşan Rumlar, Bolşevik İhtilali’nden sonra bölgedeki çetelere katılmışlardır.[70] İlk önemli Rum çeteleri, I. Dünya Savaşı sırasında Bafra’nın “Nebyan Dağı” çevresinde oluşturulmuştur. Rum köylerine yakın ve nüfusu 1.000 kadar olan bölgedeki 6 Müslüman köyünden Çağşur ve Koşaca köyleri tamamen yakılıp, 367 köylü öldürülmüş, kurtulabilen köylüler köylerini terk etmiştir.[71]
1919’a gelindiğinde Rum çetecilerin Doğu Karadeniz’deki sayısı yaklaşık 25.000’e ulaşmıştır.[72] Samsun Mutasarrıfı Ethem Bey’in Nisan ayında Bab-ı Ali’ye gönderdiği bir raporda: Bölgede 58’i İslam, gerisi Rum olmak üzere toplam 439 silahlı çetenin bulunduğunu bildirmiştir.[73] 21 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Nezareti’ne gönderdiği bir başka raporda ise bölgedeki 40 kadar Rum çetesinin Pontus Devleti kurmak için “düzenli bir program dahilinde toplandığını”, 13 Türk çetesinin ise bunlara karşı çalıştığını bildirerek, Pontus çetelerini İslam köylerini yakan, Müslüman halka karşı akla ve hayale sığmaz zulümler yapan bir sürü olarak nitelemiştir.[74]
1919‘dan 1920’nin sonlarına kadar Rum çeteciler tarafından işlendiği tespit edilen suç dökümleri şu şekildedir: Samsun bölgesinde 40 köy, 27 çiftlik yakılmış, 111 köy yağmalanmış, 699 Türk öldürülmüş, 15 Türk dağa kaldırılmış, 13 kadının ırzına geçilmiştir. Çarşamba ve Terme bölgesinde 335 ev yakılmış, 15 Türk öldürülmüş, Amasya’da, 43 ev soyulmuş 25 Türk öldürülmüştür. Merzifon’da birçok Türk’ün malı gasp edilmiş 45’i öldürülmüştür. Vezirköprü’de 66 Türk öldürülmüş, Ortaklar ve Esenler köyleri tamamen yakılıp Nebyan’da yaşanan vahşetin bir örneğini de burada gösterilmiştir. Ladik kazasında 70 Türk öldürülmüş, Küpecik Köyü’nde katliam yapılmıştır. Gümüşhacıköy’de 2 Türk köyü soyulmuş, 34 Türk öldürülmüştür. Havza’da 13 Türk öldürülmüş, birçok kişinin malları gasp edilmiştir. Tokat’ta 30 Türk ve 2 Rum öldürülmüş, Pontus çeteleri bastıkları çevre köyleri yağmalamışlardır. Çeteciler Erbaa’da da 279 Türk’ü öldürmüşler, Şehli ve civar köylerde katliam yaparak yağmalamışlardır.[75]
Sonuç olarak,1919 ile Haziran 1922 arasında gerek askeri ve mülki makamlardan, gerekse de Merkez Ordusu tarafından tutulan resmi kayıtların da eklenmesiyle, 1715 Türk’ün öldürüldüğü, 591 Türk’ün de yaralandığı belirlenmiş, sayısı tespit edilemeyen dağa kaldırma, tecavüz, işkence gibi suçların yanı sıra, 3723 ev yakılmış, 2000’in üzerinde değişik gasp ve soygun yapılmış ve milyonlarca liralık maddi zarar meydana getirilmiştir.[76]
6. Mütareke Sonrası Pontus İsyanı İle Mücadele
a. Ordu Birlikleri ve Kuvay-ı Milliye’nin Konuşlanması.
19 Mayıs 1919’da 3. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a gelen Mustafa Kemal Paşa mütareke ilan edilir edilmez, savaşçı erlerin terhis edildiği, silah ve cephanelerinin ellerinden alındığı ve bunların savaşma yeteneğinden yoksun bırakıldıkları tespitini yaptıktan sonra[77] Ordu birliklerinin hangi bölgelerde konuşlandıklarına dair bilgi vermiştir. Buna göre; Karadeniz bölgesindeki birliklerin durumunu şu şekildedir: Karargâhı Samsun’da olan 3. Ordu Müfettişliği, emrinde, biri merkezi Sivas olan 3. Kolordu, bu kolorduya bağlı merkezi Amasya olan 5. Kafkas Tümeni, diğeri merkezi Samsun’da bulunan 15. Tümen ile merkezi Trabzon olan 15. Kolordu’ya bağlı 3. Tümen bulunmaktadır.[78]
18 Haziran 1919 tarihi itibariyle Maçka’dan Gümüşhane’ye kadarki bölgede iki Jandarma Taburu görev yapmakta olup, Samsun ve Amasya’da bulunan jandarma birliklerinin yetersizliği yüzünden Pontus çetelerinin faaliyette bulunduğu bölgelerde etkili mücadele yürütülememektedir.[79] Mutasarrıf Ethem Bey’in Bab-ı Ali’ye bildirdiğine göre, ellerindeki jandarma birliği sadece cezaevi ve postaneyi koruyacak kadar kuvvete sahip bulunmaktadır.[80] Bu yüzden mahalli polis ve jandarma birliklerinin yanı sıra bölgeye asker takviyesi yapılmıştır. Bu amaçla 15. Kolordu’ya bağlı 3. Kafkas Tümeni’nin 8. Alayı Trabzon-Gümüşhane mıntıkasına, 11. Alay’ı Arhavi ve Hopa’ya sevk edilmiş, Tümen karargahı ise Trabzon’da görevlendirilmiştir. Birliklerin intikalleri Haziran 1919 sonuna doğru tamamlanmış, söz konusu tümen Trabzon, Bayburt, Gümüşhane, Rize, Arhavi, Hopa hattında konuşlandırılmıştır.[81]
İçleri boşaltılan düzenli birliklerin yanı sıra, İzmir’in işgali üzerine, ilk teşkilatlanmaları Ege bölgesinde görülen, Kuvayı Milliye birlikleri Milli Mücadele’de aktif rol almaya başlamışlardır.[82] Karadeniz bölgesinde ise daha çok Rum çetelerine karşı mücadele veren Müslüman guruplar bulunmaktadır. Doğu Karadeniz’deki Kuvayı Milliye kuvvetlerinin başına Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle karargahı Trabzon’da bulunan Halit Bey atanmıştır. Gümüşhane, Torul, Şiran, Kelkit mıntıkasında Teğmen İbrahim komutasında, IV. Gurup adında, 1.000 kişilik bir kuvvet hazırlanmıştır.[83] Gümüşhane’deki Kuvayı Milliye teşkilatının başında ise Binbaşı Vehbi Bey bulunmaktadır. [84]
Trabzon Muhafazaa-i Hukuk Milliye Cemiyeti ile Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziye Cemiyeti, Karadeniz bölgesinde faaliyette bulunan yerel örgütlenmelerin başında gelmekteydi. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti 19 Şubat 1919 tarihinde, 11 kişilik bir merkez heyeti tarafından kurulmuştur. Dernek, Trabzon, Rize, Gümüşhane ve Ordu’da şubeler açmıştır. İzmir’in işgali öncesinde sadece basın yayın yoluyla mücadele programını izlerken, İzmir’in işgalinden sonra 22 Mayıs 1919’da topladıkları kongrede başta silahlı mücadele olmak üzere, asker toplaması, işgale karşı mitingler düzenlenmesi, kamuoyu oluşturmak için telgrafların çekilmesi ve doğu vilayetlerinin katılımıyla bir kongrenin tertip edilmesi için kararlar alınmıştır. Kongre sonrasında Topal Osman Ağa ile temasa geçilerek yürütülecek silahlı mücadele için anlaşmaya varılmıştır.[85]
Rum ve Ermeni çetelerine karşı az sayıda da olsa Türk çeteleri bulunmaktadır. Bunlar içerisinde en ünlüsü Giresun’da Topal Osman Ağa’nın grubudur. Topal Osman Ağa, Pontusçulara karşı şiddetli bir sindirme hareketine girişmiş ve çetelerin etkilerinin kırılmasında çok önemli bir rol oynamıştır.[86]
Ocak 1919 tarihlerinde İstanbul’da kurulan Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin ise Rize ve Of’ta şubeleri bulunmaktadır. Bu cemiyet Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin bir uzantısı olarak kurulmuş olup, Trabzon Muhafazaa-i Hukuk Milliye Cemiyeti’ne muhalif bir çizgidedir. Bölgede yok denecek kadar az bir etkisi olsa da Pontus Hareketiyle iş birliği içerisinde olması konumuz açısından önemli bir noktayı teşkil etmektedir.[87] 18 Nisan 1919’da Trabzona hareket eden Kazım Karabekir Paşa’nın hatıralarında: “Fransız temsilcisi dehşetli bir Türk Aleyhtarıydı. Trabzon’da “Adem-i Merkeziyet Cemiyeti diye birkaç kişilik zayıf bir şey var Fransız temsilcisinin nüfuzunda” diyerek söz konusu derneğin çalışmaları hakkında bilgi vermektedir.[88]
b. Merkez Ordusu’nun Kurulması ve Faaliyetleri
Pontus kalkışmasının bastırılması için bölgedeki askeri tedbirlerin artırılmasına rağmen sorunun biran önce sonlandırılması ve operasyonların tek bir merkezden idare edilebilmesi için 9 Aralık 1920 tarihinde “Merkez Ordusu” teşkil edilmiştir.[89] Komutanlığına Nurettin Paşa atanmış, Amasya merkez olmak üzere Sivas, Canik Vilayetleri, Sinop, Amasya, Tokat, Çorum, Yozgat mutasarrıflıkları Merkez Ordusu’nun sorumluluk sahasına verilmiştir.[90]
Merkez Ordusu, 3. Kolordu lağvedilerek, bu kolorduya ait 5. Kafkas Tümeni 15. Tümen, Sivas’ta yeniden kurulması düşünülen 6. Atlı Piyade Tümeni ve 13. Bağımsız Süvari Tugayı’ndan oluşturulmuştur.[91] Mevcudu 10.000 olan[92] Merkez Ordusu’nun kadrosuna emniyet teşkilatı, asayiş bölükleri, polis teşkilatı ve amele taburları da dahil edilmiştir.[93]
Batı cephesindeki gelişmeler üzerine Merkez Ordusu’nun kadrolarında değişikliğe gidilmiştir. Haziran 1921 tarihi itibariyle kadrosunda yer alan birlikler şu şekilde düzenlenmiştir: 2 Piyade Tümeni, 1 Süvari Tümeni, 7 Piyade Alayı, 2 Süvari Alayı, 1 Hücum Taburu ve 1 Topçu bataryası olmak üzere birlikler Amasya, Merzifon, Samsun, Karamut, Kavak, Tokat, Çorum, Sivas, Bünyan, Erbaa, Ladik merkezlerinde konuşlandırılmışlardılar.[94] Ayrıca Giresun’da kurularak komutanlığını Topal Osman Ağa’nın yaptığı 42. Piyade Alayı 16 Nisan 1921 tarihinde Samsun’a intikal ettirilerek Merkez Ordusu emrine katılmıştır.[95]
Tenkil Harekatı ilk olarak 26 Aralık 1920’de TBMM’nin aldığı bir kararla, bölge Rumların elinde bulunan silahların toplanması ve amele taburları için yaşı müsait olanların silah altına alınmak üzere askere çağrılmasıyla başlamıştır. Harekat boyunca 2.500 tüfek ile 1.200.000 mermi ele geçirilmiştir. Silahların toplanması emrine karşı çıkan çok sayıdaki Rum Bafra’daki Nebyan Dağı’na çıkarak[96] isyancı çetelere katılmıştır. Çetelere katılan Rumların geri dönenlerin affedilecekleri ilan edilmesine rağmen yapılan çağrıya uyulmamıştır.[97] 1921 yılının Şubat ve Nisan ayları içerisinde Nebyan Dağı’na iki askeri harekat düzenlenerek Mayıs sonlarına doğru çetelerin büyük bir kısmı dağıtılmıştır.[98]
7 Haziran 1921’de Yunan harp gemilerinin İnebolu’yu bombardımana tutmaları üzerine,[99] Meclis 16 Haziran’da Karadeniz sahillerini “harp sahası” ilan edilmesine hükmetmiş, bölgede yaşayan 15-50 yaşları arasındaki tüm erkek Rumların da iç bölgelere “göç ettirilmesi” kararını almıştır.[100] Göç kararının arka planında Yunan birliklerinin Batı Anadolu’da girişecekleri ileri harekatta Pontus çetelerinin Türk Ordusunu arkadan vurma ihtimali büyük oranda etkili olmuştur.[101]
Sevk güzergahı üzerindeki Rum köylerinde saklanan Rum çeteleri sürgüne gönderilen kafilelerin dağıtılması için sık sık baskınlarda bulunmuştur.[102] Özellikle Kavak’ta meydana gelen baskın sırasında, birçok Rum göçmenin yanı sıra, her iki taraftan da kayıplar yaşanmıştır.[103] Merkez Ordusu kayıtlarına göre Kasım 1921 itibariyle Samsun, Amasya, Sivas, Ordu, Tokat, Çorum, Sinop ve Giresun’dan toplam 63.844 Rum iç bölgelere göç ettirilmiştir.[104]
O zamanki şartlar içerisinde yürütülen, göç ettirme gibi, radikal kararların uygulanmasında Merkez Ordusu’nun faaliyetleri eleştiri ve şikayet konusu olmuştur. Göç kararlarının uygulanmasına karşı çıkan yerel Rum ve Müslüman eşrafın yaptıkları itirazların Meclis’e kadar taşınarak, İtilaf Devletlerinin hem Mustafa Kemal Paşa’ya hem de TBMM Hükümetine protesto notaları verdikleri görülmektedir.[105] Nurettin Paşa, Dahiliye Vekili Ali Fethi Bey, Sinop Mebusu Hakkı Hami Bey ve Lazistan Mebusu Ziya Hurşit tarafından eleştirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa ise Meclis’te yaptığı konuşmada Nurettin Paşa’yı desteklemiştir.[106] 3 Kasım 1921’de Erzincan Mebusu Emin Bey’in Nurettin Paşa’nın görevden alınarak yargılanması için verdiği takrir kabul edilerek görevden alınmıştır.[107] İtilaf Devletleri’nin notalarına ise Dışişleri Vekili Yusuf Bey tarafından 2 karşı nota ile cevap verilerek uygulamaların haklılığı savunulmuştur.[108]
Merkez Ordusu 8 Şubat 1922 tarihinde lağvedilerek emrindeki birlikler merkezi Samsun’da bulunan 10. Tümen’in emrine verilmiştir.[109] Görev yaptığı süre içerisinde arama tarama faaliyetleri sonucu 10.886 çeteci sağ (teslim veya af), çarpışmalar sonucu 11.188 çeteci de ölü olarak ele geçirilmiştir.[110]
c. İstiklal mahkemeleri
Merkez Ordusu’nun Tenkil Harekatı boyunca idari ve önleyici tedbirler kapsamında İstiklal Mahkemeleri de devreye sokulmuştur. İstiklal Mahkemeleri Ergün Aybars’ın tanımlamasına göre; Milli Mücadele’nin kazanılmasında büyük etkileri olan, zamanına göre ulusal inançtan veya ihtiyaçtan doğan “devrim ve ihtilal mahkemeleridir”.[111] Bu mahkemeler dönemin olağanüstü şartları içerisinde başta askeri firarların önlenmesi, iç isyanların bastırılması, casusluk, görevi kötüye kullanma gibi ağır suçlarda hızlı ve etkili yargılama yapılması için kurulan olağanüstü mahkemeler olarak tanımlanabilir.[112]
Merkez Ordusu 31 Ocak 1921’de Sivas İstiklal Mahkemesi’nin de onayıyla yapılan istihbarat faaliyetleri sonucu, 75 Samsunlu Pontusçu Rum’un isimlerini tespit etmiştir. 3 Şubat’ta belirlenen adreslere yönelik aramalar yapılmış, 56 Rum tutuklanarak 23 Rum Amasya’ya (Sivas)[113] İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilmiştir.[114] 9 Şubat 1921’de Vekiller Heyeti’nce, Karadeniz bölgesinde halkı “zehirleyen” İstanbul ve İzmirli papazların yurt dışına çıkarılmasına yönelik bir kararname çıkartmıştır.[115] Şubat ayı içerisinde, Samsun Metropolit binasında çıkan belgelerde Fatsa, Ünye, Kırşehir, Kavak, İnebolu, Havza, Çarşamba, Bafra, Sinop, Kayseri, Ürgüp ve Tokat’ta örgütlenmiş bir Rum cemiyetinin varlığı tespit edilmiştir.[116]
Ele geçirilen önemli belge ve dokümanların ışığında, Merzifon Amerikan Kolejine, Şubat ayı içerisinde baskın yapılmıştır. Yapılan aramalarda Pontusçu bir örgütlenme ve Amerikalı misyonerlerin Anadolu’daki Hıristiyanlara yönelik çalışmalarına dair çok sayıda delil ele geçirilerek, birçok öğretmen, yönetici ve öğrenci tutuklanmıştır.[117] Tutuklananların yargılamaları 20 Ekim 1920 ile 15 Mart 1921 tarihleri arasında Sivas (Amasya), 30 Temmuz 1921 ile 31 Temmuz 1922 tarihleri arasında Samsun (Amasya)[118] İstiklal Mahkemelerinde yapılmıştır.[119] Mahkemeye çıkarılan Pontusçu sanıklara yöneltilen suçlar şu şekildedir:
- Nüfus çoğunluğunu sağlamak için muhacirler getirerek yerleştirmek, onlara silah ve para temin etmek.
- Silahlı guruplar teşkil ederek Pontus Cumhuriyeti tesisi için Osmanlı topraklarından bir kısmını ayırarak ayrı bir hükümet teşkil etmek.
- Siyasi, milli, fikri ve silahlı olarak Rum milli emellerinin tahakkukuna çalışmak.
- Bu faaliyetler sırasında işkence, cinayet, gasp, yakma ve tahribat, ırza tecavüz gibi suçlar işlemek.[120]
Sivas İstiklal Mahkemesi’nde 280 Rum sanık yargılanmış, 12 idam, 1 gıyaben idam, 109 müeccelen idam, Samsun İstiklal Mahkemesi’nde ise 3’ü Müslüman 177 idam, 74 gıyaben idam cezaları vermiştir.[121]
Sonuç
Mütareke sonrası, ülke genelinde yürütülen Milli Mücadele’de hem dış güçlerin işgal kuvvetlerine, hem de içeride kışkırtılan eşkıyaya karşı geniş çaplı bir mücadele yürütülmüştür. Doğu Karadeniz bölgesi ve kısmen güneyinde yaşanan Pontus İsyanı, Milli güçleri uğraştıran çok önemli bir mücadeledir. Yunanistan’ın bağımsızlığıyla adeta bir ütopya olarak başlayan, fakat zaman içerisinde önemli kazanımlarla güçlenen “Megali İdea” hareketi Pontus sorununun kaynağını teşkil etmektedir. Yunanistan bu amaçla fikri temellerinin olgunlaştırılması için Anadolu genelinde, Batılı Emperyalist destekçilerinin yardımlarıyla, misyonerlik faaliyetleri adı altında örgütlenme çalışmalarına yönelmiştir. I. Dünya Savaşı’nda Emperyalist devletlerce Batı Anadolu’nun, savaşa dâhil edilmesi karşılığında, Yunanistan’a bırakılması teklif edilmiştir. Yunanistan, Anadolu’ya asker çıkarıp işgallere başlamış, Doğu Karadeniz hakkındaki emellerine paralel olarak da Pontus İsyanını kışkırtmıştır.
Pontus meselesinde Yunanistan’ın desteği başat bir rol oynamakla beraber İngiltere, ABD, Rusya ve Fransa’nın da önemli desteği olmuştur. ABD misyonerlik faaliyetleriyle Anadolu’daki bölünmenin altyapısının hazırlanmasında en önemli görevlerden birini üstlenmiştir. İngiltere, Rusya ve Fransa’nın Pontus çetelerinin silahlandırılıp eğitilmesine kadar çok geniş bir alanda destekleri ortaya çıkarılmıştır.
Pontus İsyanı sebebiyle ordu birliklerinin önemli bir kısmı bölgeye kaydırılmıştır. İsyanın bastırılması için kurulan Merkez Ordusu, TBMM’nin aldığı kararlarla, tenkil ve sürgün görevlerini icra etmiştir. 1921-1922 dönemi Pontus tenkil harekatının en yoğun olduğu dönemler olmuştur. Şubat 1923’e doğru bölgede büyük ölçüde kontrol sağlanmıştır.
Merkez Ordusu’nun takibi sonucu İsyana yardım edenler, yönetenler ve yakalanan eşkıya elemanları İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanarak etkili cezalara çarptırılmışlardır. Sivas ve Samsun İstiklal Mahkemeleri bölgede görevlendirilmişler, her iki mahkemenin yargılamaları Amasya’da yapılmıştır. 9 Eylül 1921-6 Şubat 1923 tarihleri arasında yürütülen faaliyetler sonucunda bölge tamamen isyancılardan temizlenmiş, geriye kalan Rumlar Lozan Antlaşması’yla Yunanistan’a gönderilmiştir.
Tarih Araştırmacısı, sinanmiser@hotmail.com.
Alıntı Kaynak: Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1, Ocak 2019