Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Orta Doğu’da Hâkimiyet Mücadelesi (1382-1447) Memlûk-Timurlu Münasebetleri

0 17.694

Yrd. Doç. Dr. Cüneyt KANAT

Ondördüncü yüzyılın son çeyreği ile XV. yüzyılın başlarında, Orta Doğu, Anadolu, Mâverâünnehir ve İran’da üç büyük devlet vardı. Bunlardan birincisi ve Orta Doğu’da olanı Memlûk Devleti, ikincisi; Mâverâünnehir ve İran bölgesinde kurulmuş olan Timurlu Devleti, üçüncüsü ise; Anadolu’daki Osmanlı Devleti idi. XIV. yüzyılın ikinci yarısında devletini kuran ve güçlü bir hale getiren Timur’un enerjik ve hudut tanımaz fetih hareketlerine girişmesi ile, Orta Doğu bölgesi ve Anadolu, yukarıda bahsedilen üç büyük gücün mücadele sahası olmuştur. O yıllarda İslâm dünyasının kalbinin attığı yer olarak da adlandırabileceğimiz bölgeye ve bu bölgedeki devletlere hakim olmak, özellikle Memlûk Devleti ile Timurlu Devleti’nin başlıca amacı idi. Bunun sonucunda ise bu iki devletin karşı karşıya gelerek birbirleriyle mücadele etmesi ve bu esnada Balkanlar’daki fetihlerine devam eden Osmanlı Devleti’nin de başlangıçta eyleme dönüşmeksizin taraf olarak Memlûk Devleti’nin yanında yer alması ve daha sonra ise bizzat mücadeleye katılması kaçınılmaz oldu.

1250 yılında Eyyûbîlerin hâkim olduğu coğrafyada yani Mısır ve Suriye’de kurulan ve kısa sürede güçlü bir devlet haline gelen Memlûk Devleti, 1382 yılına kadar bir istisna dışında hep Türk olan ve Bahrî Memlûkler denilen sultanlar tarafından idare edilmiştir. Ancak yukarıda bahsedilen tarihten itibaren ise çoğunlukla, Burcî Memlûkler diye de isimlendirilen Çerkez Memlûklerine mensup sultanlar başa geçmeye başlamıştır. İşte Memlûk Devleti’nde bu dönemin başlamasını sağlayan ve ilk hükümdar olan da Berkuk’tur. Berkuk’un saltanat makamını ele geçirmesinden bir süre önce, yaklaşık 1360 yıllarında ortaya çıkan Timur, gösterdiği faaliyetler sonucunda on yıl içerisinde bütün Mâverâünnehir’i hakimiyeti altına almıştı. Daha sonra ise önce düzenlediği dört sefer neticesinde Harezm’i ele geçirmiş, ardından 27 Nisan 1391 tarihinde Kunduzca’da Toktamış ile karşılaşmış ve savaş Timur’un zaferi ile sona ermiş olmasına rağmen Toktamış ele geçirilememiş idi.[1]

Timur’un, Toktamış meselesini halletmeden önce, Orta Doğu’da ve kısmen Doğu Anadolu’da gözükmeye başlaması buralarda bulunan beglerin ve hakimlerin Memlûk Devleti sultanı Berkuk’a mektuplar yazarak, hem ona bu durum ile ilgili bilgi vermelerine hem de ondan yardım istemelerine sebebiyet vermiştir.[2]

Timur ile Memlûk sultanı Berkuk arasındaki ilk resmi münasebet, Timur’un 1385 yılında Berkuk’a özel bir elçi vasıtasıyla mektup göndermesi sonucunda başlamıştır. Berkuk da bu mektuba uygun bir cevap vermişti.[3]

Timur’un bundan sonraki hareketi ise, 1386 yılında Ahmed Celâyir’in elinden Tebriz’i almak olmuştu.[4] Ancak az önce de bahsettiğimiz gibi Timur’un Yakın Doğu’da gözüktüğü sırada, Memlûk Devleti’ne komşu olan devletlerin Berkuk ile iyi ilişkiler kurmuş olması Timur’un bu bölge ile ilgili isteklerini şimdilik ertelemesine yol açtı. Bunun ardından da Kara Koyunlu Türkmenlerinin reisi olan Kara Mehmed, Tebriz’i büyük bir hızla ele geçirdi. Daha sonra da Kahire’ye gönderdiği elçi vasıtasıyla Berkuk adına para bastırıp, yine onun adına hutbe okuttuğunu sultana bildirdi. Ayrıca Sultan Berkuk’a, Tebriz’de onun adına Nâib olmak istediğini söyleyerek iznini istedi. Berkuk onun bu isteğini kabul etti.[5]

Timur 1393 yılında aniden geri dönerek Ahmed Celâyir’in hakim olduğu Bağdat’a hücum etti ve şehri kolaylıkla ele geçirdi. Çünkü Celâyir sultanı Timur gelmeden şehri terk ederek kaçıp gitmişti.[6] Timur Bağdat’ta iki ay kaldıktan sonra Celâyir sarayını süsleyen sanatçılar ile ilim adamlarını ve ayrıca sonradan köle olarak satılacak bir miktar savaş esirini beraberine alarak 31 Ekim 1393 tarihinde Bağdat’ı terketti.[7]

Bağdat’tan kaçan Ahmed Celâyir ise Batı’ya doğru ilerleyerek önce Halep’e oradan da Sultan Berkuk’un iznini aldıktan sonra Kahire’ye geldi ve burada çok iyi karşılandı.[8]

Berkuk’un, Ahmed Celâyir örneğinde olduğu gibi Timur’dan zarar gören hâkimlere kucak açarak onlara sahip çıkması, onun bölgedeki en büyük güç olarak komşu devletçikleri Timur’a karşı koruduğunun bir delilidir. Doğu’dan gelen bu fâtihin yaptığı son fetihler ile Memlûk Devleti’ne sınırlarda komşu olması ve Berkuk ile tam anlamıyla karşı karşıya gelmesi, durumun ciddiyetini tamamıyla fark etmiş olan Memlûk sultanını gerçek anlamda harekete geçmeye sevk etmişti. Bundan sonraki adım ise, Kadı Burhaneddin Ahmed’in girişimiyle ortaya çıktı ve özellikle Yıldırım Bayezid ile Toktamış’ın elçilerinin Kahire’ye gelmesi ile Timur’a karşı dörtlü bölgesel savunma ittifakı kurulmuş oldu.[9]

Bu esnada henüz Bağdat’ta bulunan Timur, Memlûk sultanı Berkuk’a bir elçilik heyeti gönderdi. Bu heyetin beraberinde ise çeşitli hediyeler ile birlikte bir de mektup vardı. Tehditlerle dolu olan bu mektup Berkuk’un hiçte hoşuna gitmedi ve o sıradaki devletler arası hukuka aykırı olmasına rağmen Timur’un elçilerini öldürterek ona açıkça meydan okudu.[10] Bunun ardından da gönderdiği mektupta onun tehditlerinden korkmadığını kendisiyle savaşmak arzusunda olduğunu sert bir dille ortaya koydu.[11]

Kendisine karşı oluşturulmak istenen ittifak girişiminden de haberdar olan Timur, özellikle ordusunda ortaya çıkan iaşe sıkıntısı sebebiyle harekete geçerek Bağdat’tan ayrılıp Aladağ’a geldi.[12] Bu sırada da boş durmayan Timur, bir taraftan Halep ve Kahire’deki casusları vasıtasıyla Memlûk Devleti’ndeki gelişmeleri izlerken diğer taraftan Doğu Anadolu’ya öncü kuvvetlerini göndererek buralarda faaliyetlerde bulunuyordu. Ancak 1393 yılında Timur’un Halep ve Kahire’deki bazı casusları ele geçtiği gibi, öncü kuvvetleri de Berkuk’un Halep ve Malatya naiblerinin orduları tarafından mağlup edildi.[13]

Bu son gelişmeler üzerine Timur’un Suriye üzerine yürüyeceğini düşünen Berkuk, büyük bir orduyla Suriye’ye hareket etmek üzereyken Timur’un ikinci mektubu Kahire’ye ulaştı. Yine tehditler ve çeşitli suçlamalar ile dolu olan mektupta ayrıca, Ahmed Celâyir’in teslim edilmesi de isteniyordu.[14]

Berkuk, Timur’un mektubuna onunkinden aşağı kalmayacak bir mektupla cevap verdi ve hazırlıklarını bitirerek 1394 yılında Suriye’ye gitmek üzere harekete geçti.

Timur ise bu sırada Erzurum’a kadar gelmiş olmasına rağmen, birdenbire geriye dönerek Toktamış üzerine yürüdü, çünkü o şu andaki şartların Anadolu’ya ya da Berkuk üzerine yürümesi için uygun olmadığını ve eğer böyle bir şey yaparsa ittifak üyelerinin bir araya gelerek karşısına çıkacağını tahmin etmişti. Buna rağmen Berkuk Suriye’ye geldi ve Timur’un karşısına güçlü bir orduyla çıkabileceğini gösterdi. Timur ise ilk önce 1395 yılında Terek ırmağı kıyısında karşılaştığı Toktamış’ı yendi, daha sonra da 1398-1399 yılları arasında Hindistan seferini gerçekleştirdi.

Berkuk Suriye’de bulunduğu sürede kendisine ittifak üyelerinden yardım teklifleri gelmişti, ancak o bu tekliflere şimdilik sadece teşekkür etti. Daha sonra ise kendi askerleri ile takviye ettiği Ahmed Celâyir’i Bağdat’a göndererek onun şehri geri almasını sağladı. Ahmed Celâyir artık Bağdat’ta Berkuk’un nâibi olarak görev yapacaktı. Berkuk bunların ardından 1394 yılının Aralık ayında Kahire’ye döndü. Bir süre sonra Timur Hind seferine çıkmadan önce 1396 yılında Berkuk’a bir elçi ile mektup gönderdi ve Mısır’da esir olarak bulunan yakını Atlamış’ın iadesini istedi.[15] Ancak Berkuk verdiği cevapta, Timur’un yanında bulunan kendi esirleri serbest bırakılırsa ancak o zaman bunun mümkün olabileceğini söylüyordu.

Berkuk artık özellikle Bağdat’ın geri alınmasında oynadığı rol ve Suriye’ye savaşmak üzere gelmiş olmasına rağmen, Timur’un karşısına çıkmamasından dolayı kazandığı prestij ile bölgedeki en güçlü devlet olarak kabul edilmeye başlanmış ve nüfuzu da iyice artmıştı. Ancak Timur’un, Orta Doğu’dan ve Anadolu’dan çok uzaklarda, Hindistan’da bulunduğu sırada ortaya çıkmış olan bu son durum, çok uzun ömürlü olmadı. Çünkü ilk önce 1398 yazında Kadı Burhaneddin Ahmed, Akkoyunlu Kara Yülük Osman tarafından öldürülmüş,[16] ardından ise 1399 yılının Haziran ayı ortalarında Sultan Berkuk vefat etmişti.[17] Bunun üzerine de Orta Doğu ile Anadolu’da siyasi dengeler alt üst olurken, artık şartlar özellikle bu bölgede Memlûk Sultanı ile hakimiyet mücadelesine girmiş, ancak o sırada sabretmesi gerektiğini görmüş olan Timur’un lehine dönmüş idi.

Anadolu’da bu hadiseler cereyan ettikten sonra, Memlûk Devleti’nin başında bulunan ve o ana kadar takip ettiği akılcı siyaseti sonucunda Timur’u bölgeden uzak tutmayı başarmış olan sultan Berkuk’un vefatı üzerine yerine küçük yaştaki oğlu Ferec geçti.[18]

İlk önce Kadı Burhaneddin’in, yaklaşık bir yıl sonra ise Memlûk sultanı Berkuk’un ölümü üzerine, Orta Anadolu’da bazı karışıklıklar ortaya çıkınca, batıdan Yıldırım Bayezid, doğudan ise Timur bu bölgeye göz dikmiş idi.[19] Sivas’ı Kadı Burhaneddin’in ölümü üzerine daha önce ele geçirmiş olan Yıldırım Bayezid, Timur’dan daha çabuk davranarak 1399 yılında Memlûk Sultanlığı tahtındaki değişiklikten de faydalanıp, uzun süreden beri devam eden iki devlet arasındaki iş birliği ve dostluk anlaşmasının varlığını hiçe sayarak, Fırat üzerinde bulunan Memlûk Devleti hakimiyetindeki bölgeye inmiş, Elbistan, Malatya, Darende ve Divriği’yi topraklarına katmıştı.[20]

Böylece görüldüğü üzere Yıldırım Bayezid, Orta Anadolu ve Canik bölgesinden sonra Orta Fırat bölgesini de ülkesine katarak Anadolu’nun siyasi birliğini sağlama yolunda önemli adımlar atmıştır. Ancak bu açıdan olumlu olarak nitelendirilebilecek olan bu gelişmeler, diğer taraftan Timur’a karşı meydana getirilmiş olan savunma sisteminde büyük bir boşluk ortaya çıkarmış, bu da onu Timur’a karşı verilecek olan savaşta tek başına bırakmıştı. Muhakkak ki bu sırada Timur’un Hindistan seferi ile meşgul olması Yıldırım Bayezid’a bu kadar rahat hareket etme imkanı sağlamış idi.

Hiç şüphesiz Yıldırım Bayezid’ın başarıları sonucu ortaya çıkmış olan bu yeni durumdan en fazla etkilenenler, daha önceden de Timur’un Anadolu’daki faaliyetlerini destekleyen ve ona tâbi olan devletçikler idi. Bunlar arasında da, sözü edilen devrede, hâlâ siyasi anlamda faal rol oynayan Erzincan Emirliği’dir. Ayrıca artık Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bayezid, yaptığı genişleme ile bu Emirliğe sınır komşusu olmuştu. Gerçekten bir süre sonra, Yıldırım Bayezid Taharten’e elçi gönderip Erzincan ve etrafında bulunan memleketlerden vergi isteyince, Erzincan emiri hemen bu durumu Timur’a bildirmiş ve ondan yardım istemişti.[21]

Hindistan seferini başarıyla tamamlamış olan Timur, ülkesine döndükten sonra burada bir süre kalmış ve arkasından İran’a doğru yola çıkmıştı.[22] O bu yolculuğa çıkarken, artık Suriye ve Anadolu içlerine doğru ilerlediğinde, arkasında kendisini tehdit edecek hiçbir kuvvetin kalmadığını biliyor ve bunun rahatlığı ile yoluna devam ediyordu. Çünkü o, Suriye ve Anadolu’yu ele geçirmeyi bundan yaklaşık 14 yıl önce düşünmüş ve o günlerde bunun hazırlıklarına başlamış idi. Ancak az önce de bahsedildiği gibi, o yıllarda Memlûk Devleti’nin başında çok dirayetli ve siyaseti iyi bilen bir insan yani Sultan Berkuk vardı. O, Kayseri Sivas hakimi Kadı Burhaneddin’in girişimleri ve Yıldırım Bayezid ile Toktamış’ın katılımıyla Timur’a karşı dörtlü ittifakın bölgede kurulmasını sağlamıştı. Bu ittifak sayesinde, Timur Bağdat’ın bir süre için alınması ve Anadolu sınırlarına kadar ilerlemek gibi bazı faaliyetlerde bulunmuş olmasına rağmen, esas amacını ulaşamamıştı. Fakat bu zaman zarfında Timur boş durmamış ve casusları vasıtasıyla bu bölgede olup bitenleri yakından takip etmiştir. Ayrıca yine aynı süre içerisinde, bahsedilen yerlere sefer düzenlediğinde, kendisini arkadan vurma ihtimali olan Toktamış gibi güçleri de ortadan kaldırmıştı. Timur’un bu bölgeden uzak olduğu sırada, Yıldırım Bayezid, Kadı Burhaneddin ve Sultan Berkuk ile geçinemeyen devletçikler ile sürekli irtibat halinde olarak onlara yardım vaadinde bulunduğu da bilinmektedir. Bunlar içerisinde Timur’a en sadık olanı ve her zaman onunla birlikte hareket edeni ise Erzincan emiri Taharten idi. Bunların yanı sıra Memlûk sultanı Berkuk’a muhalif olup Kahire’yi terk eden büyük emirlerin birçoğu, Timur’un yanına sığınmış ve bu kişiler Timur tarafından hoş karşılanarak, kendilerine büyük itibar gösterilmiştir. Muhakkak ki Timur, kendi tarafına geçen bu komutanlardan, istediği bilgileri almak için faydalanmıştır.

Timur Hindistan’dan dönmeden önce, evvela kendisine karşı siyasi anlamda en ciddi mücadeleyi vermiş olan Kadı Burhaneddin’in ölümü ve bir yıldan kısa bir süre içerisinde de herhalde kendisinin en fazla çekindiği insan olan Sultan Berkuk’un vefatı ve yerine küçük yaştaki oğlu Ferec’in geçtiğini öğrendiği zaman çok sevinmiş, belki de bu haberi aldığı sırada Suriye ve Anadolu’yu kapsayan fetih hareketlerini başlatmaya karar vermişti. Bu sırada harekete geçmek için uygun zamanın geldiğini düşündüğünden; Rey’den İlhanlıların son başkenti Sultaniye’ye ve buradan da Karabağ’a gelen Timur, 1399/1400 yılı kışını Azerbaycan’daki Karabağ’da geçirmiş, bu sırada Azerbaycan, Gürcistan ve Arap Irağı’nda bazı faaliyetlerde bulunduktan sonra Bingöl’e gelmişti. Artık Anadolu ve Suriye’yi istila için geride hiçbir tehlike kalmamıştı.[23] Bütün bunların yanı sıra Berkuk’tan sonra yerine geçen oğlunun küçük yaşta olması sebebiyle Memlûk Devleti içerisinde, özellikle büyük emirler ile yeni sultan arasında ciddi çatışmalar yaşanmıştı ki, bu durumdan en fazla istifade eden kişi Timur oldu.

Osmanlı Devleti’nin Anadolu içlerindeki Memlûk hakimiyetine, genişleme politikası ile son vermesi artık iki devlet arasındaki iyi ilişkileri bozmuş ve Sultan Ferec büyük Emirler ile yaptığı toplantı sonucunda Osmanlı Devleti’ne karşı düşmanca tavır takınmıştı. Buna ilaveten, bu sırada Timur’un Bingöl’e geldiğini duyan Ahmed Celâyir ile Kara Yusuf, yanlarında yedi bin asker ile Suriye sınırlarına sığınma talep etmek üzere geldiklerinde, onlara kucak açıp güçlerinden Timur’a karşı faydalanmayı düşünmek yerine, bunların üzerine kuvvet gönderilerek savaşılmış ve böylece her ikisinin de Osmanlı sultanına sığınmasına sebebiyet verilmişti.[24] İşte bu sırada daha önce Anadolu sınırlarına gelmiş olduğunu söylediğimiz Timur, Anadolu’ya girerek ilk önce Sivas’ı daha sonra da Malatya’yı ele geçirdi.[25]

Bütün bunlar olurken, belki de bundan sonra ortaya çıkacak olan olayları ciddi anlamda etkileyen bir gelişme ortaya çıktı. Bu ise; Osmanlı sultanı Bayezid’in Ferec’e, Timur tehlikesine karşı durabilmek için ittifak teklif etmesi, ancak bu teklifin Memlûk Devleti tarafından, Bayezid’in Malatya’yı istilası gerekçe gösterilerek reddedilmesidir.[26] Halbuki eğer bu ittifak gerçekleşmiş olsaydı, böylece Memlûk Devleti askerlerinin eksikleri Osmanlı ordusunun gelişmiş harp tekniği ile takviye edilerek Osmanlı ordusunun asker açığı da, sayısı fazla olan Memlûk ordusu ile telafi edilebilecekti.[27]

Timur Malatya’da bulunduğu sırada Memlûk sultanına elçi ile bir mektup gönderdi ve ona; babasının yaptığı yanlışları yapmamasını nasihat etti. Ayrıca yakını olan Atlamış’ın kendisine gönderilmesini istedi.[28] Fakat Ferec bu isteğe çok sert bir şekilde cevap verdi ve Timur’a meydan okudu. Bu durumdan haberdar olduğunda çok sinirlenen Timur ise hiç vakit kaybetmeyerek ilk önce Behisni kalesini ardından da Ayıntab’ı ele geçirdi.[29]

Bu sırada Memlûk Devleti’nde devam eden nüfuz mücadelesi sebebiyle bu durum ile ilgili her hangi bir önlem düşünülmüyordu. Ancak 1400 yılının Ağustos ayında Suriye’den gelen Emir Togaytemur Timur’un son faaliyetlerini ve geldiği noktayı haber verdiğinde hadisenin ciddiyeti anlaşılmıştı. Bu durum üzerine de Emir Esenboğa Suriye’ye gönderilerek oradaki askerleri hazırlamakla görevlendirilmişti.[30] Timur ise bu esnada Halep’e çok yakın bir sınıra gelmiş olmasına rağmen Memlûk emirleri hâlâ hazırlıkları ağırdan alıyorlardı. Timur artık Halep üzerine yürümek üzereydi, ancak hücum etmeden önce Dimaşk Nâibi Sudun’a bir mektup göndererek; amacının sadece Mısır’da adına hutbe okutmak ve sikke kestirmek olduğunu, bu sebeple barış yoluyla teslim olmalarını istiyordu. Ancak bu isteği kabul edilmedi.[31] Daha sonra da Suriye emirleri tarafından yapılan çeşitli görüşmeler ve toplantılar sonucunda şehrin dışına çıkılarak Mısır’dan gelecek kuvvetler de beklenmeden Timurlu ordusuyla bir meydan muharebesi yapılmasına karar verildi.

Timur 30 Ekim 1400 tarihinde Halep şehri önlerine geldiğinde Suriye nâiblerine bağlı kuvvetler şehir dışına çıktılar ve iki ordu şiddetli bir savaşa tutuştu. Ancak Memlûk ordusunun bozguna uğraması sonucunda savaş beklenenden çok daha kısa sürdü ve bir saat sonra dağılan ordu şehre doğru kaçmaya başladı. Bu sırada ordunun arkasında yaya olarak bulunan şehir halkından pek çoğu da ayaklar altında ezildi. Şehre kaçan Suriye nâiblerine bağlı askerler çok korunaklı olan ve daha önceden şehirdeki bütün değerli malların taşındığı iç kaleye girerek burada savunma savaşı yapmaya başladılar. Fakat Timur’un lağımcıları kısa sürede surların altını kazmaya başladıklarından teslim olmaya karar verdiler ve Timur’dan eman talep ettiler. Bu istekleri kabul edildi ve kaledeki bütün değerli mallar ele geçirildi.[32] Tabi ki bu zaferin ardından Timurlu askerleri şehirde büyük bir yağma faaliyetinde bulunmuşlar ve bu arada katliam da yapılmıştı.

Timur Halep’te bulunduğu sırada ulemayı birkaç kez yanına davet ederek onlarla çeşitli dini meseleleri konuşmuş ve tartışmıştır. O, fethettiği yerlerdeki ilim adamları ile oturup sohbet etmeyi ve onları, sorduğu zekice sorular ile zor durumda bırakmayı seviyordu.[33]

Timur Halep’te yaklaşık olarak bir ay kaldıktan sonra, şehri 19 Kasım 1400 tarihinde terk etti.[34] Bu sırada Halep şehri yangınlar sebebiyle kapkara olmuş, sokakları bomboş bir haldeydi.[35] Halep’ten Dimaşk’a gitmek niyetiyle yola çıkan Timur, ilerlerken yolu üzerindeki Hâma, Humus ve Baalbek şehirlerini de ele geçirdi.

Daha önce de ifade edildiği gibi, Timur Suriye üzerine yürümeden önce Memlûk Devleti’nin başında bulunan ve güçlü bir sultan olan Berkuk vefat edince, onun yerini çocuk yaştaki oğlu en-Nâsır Ferec almıştı. Böylece büyük emirlerin yönetime müdahale etmeleri ile devlet siyasi bir kargaşanın içerisine sürüklenmiş idi. İşte bu sebeple bölgedeki son değişiklikleri ve Memlûk Devleti’nin içinde bulunduğu durumu değerlendiren Timur, Hindistan’dan döndükten hemen sonra Suriye üzerine yürümüş ve Halep ile bahsedilen diğer şehirleri ele geçirmişti. Bu esnada ise bu son durum ile ilgili Kahire’ye gelen haberler ciddiye alınmıyor ve doğru olup olmadıkları araştırılsın diye Suriye’ye tekrar tekrar adam gönderiliyordu.[36]

Bu arada dikkate alınması gereken husus ise, Sultan Ferec’in gereken ciddiyeti göstermeyip duruma müdahale etmekte gecikmesinin, Timur tehlikesini Suriye’den uzaklaştırmak için kendisine çok şey kaybettirmesidir. Ayrıca Timur ile savaşmaktan kaçınması neticesinde çevresindeki devletlerin kendisine olan saygısının ve güveninin yok olmasına sebebiyet verdi. Halbuki o, zamanında gereken önlemleri alıp biraz daha hassas davransaydı bütün bunlara yani; Suriye’nin işgaline ve o bölgenin Timur tarafından harap edilmesine engel olma şansına sahip olabilirdi.

Bir süre sonra, daha önce Suriye’ye gönderilmiş olan emir Esenboğa Kahire’ye geri döndü ve Timur’un Halep’i ele geçirdiğini ve fetihlerine devam ettiğini sultana anlattı. Bu durum üzerine daha önce Mısır’a gelen haberlerin doğru olduğu artık anlaşılmış ve gerekli hazırlıklar yapılmaya başlanmıştı.[37]

Mısır’da bu olanlardan sonra, Sultan en-Nâsır Ferec ordusuyla Dimaşk’a gitmeye hazırlanırken, Dimaşk’ta bulunan halk ise Halep bozgunundan sonra Timur’un önünden kaçanlardan, sıranın kendilerine geldiğini öğrenmiş ve korkuları büsbütün artmıştı. Ancak herşeye rağmen, onlar Timur’a karşı yapılacak olan savaş için hazırlıklara başlamış ve Dimaşk kalesini mancınıklarla, şehrin surlarını ise değişik savunma silahları ile donatmışlardı. İşte bu sırada, Sultan Ferec’in Dimaşk’a gelerek Timur’la savaşmak için hazırlıklara başladığı haberi geldi. Bunun duyulması halk arasında büyük bir sevinç yarattı ve morallerini yükseltti.[38]

Nihayet Sultan Ferec ve ordusu 22 Kasım 1400 tarihinde Kahire’den ayrılarak Suriye’ye gitmek üzere yola çıktı.[39] Yaklaşık olarak bir ay süren uzun bir yolculuktan sonra ise 23 Aralık 1400 tarihinde Dimaşk’a girdi.[40] Sultan Ferec şehre ulaştığı zaman hemen Dimaşk kalesine çıktı ve orada iki gün kaldıktan sonra Aralık ayının 25’inde kaleden ayrılarak şehrin yaklaşık olarak iki mil kadar dışında olan Yelboğa Kubbesi civarındaki düzlüğe ordugah kurdu. Aynı gün yani Aralık’ın 25’inde Timur’da Memlûk sultanının ordugah kurduğu bölgenin civarındaki Selc Tepeleri’ne, karşı tarafın hareketlerini kontrol edecek şekilde yerleşti.[41]

Bahsedilen bölgelere konmuş olan iki ordu arasında çok küçük çaplı da olsa çarpışmalar devam ederken, hem Ferec hem de Timur birbirlerine elçiler göndermişti. Aslında Memlûk tarafından elçi görünümünde gönderilen üç kişi Timur’u öldürmekle görevlendirilmiş fedai idi. Ancak bunlar görevlerini başaramadan yakalanmışlardır.[42] Daha sonra Timurlu ordusu bulunduğu yeri değiştirmiş ve daha güvenli düz bir alana geçmiştir. İşte bu sırada Timur’u çok üzen ama Memlûk ordusuna büyük moral veren bir hadise oldu. Bu da, Timur’un torunu Sultan Hüseyin’in kendisinden kaçarak karşı taraf saflarına sığınmasıydı.[43]

Bu sırada Timur tecrübeli bir adamını Sultan Ferec’e elçi olarak gönderdi. Elçinin yanındaki mektupta ise kısaca şunlar ifade ediliyordu; Timur mektubunun başlangıcında bazı nasihatlerde bulunduktan sonra yakını olan Atlamış gönderilir ve kendi adına para bastırılıp yine hutbe okutulursa herşeyi unutarak çekilip gidecekti.[44] Memlûk sultanı bu teklifi emirleri ile görüştüğünde emirlerin bir kısmı teklifin kabul edilmesini diğer bir kısmı ise edilmemesini savundu. Sonuçta zaman kazanmak isteyen Ferec Timur’a bir elçi vasıtasıyla gönderdiği mektupta kendisinin isteklerine itaat edeceğini bildirdi.[45] Timur bu habere çok sevindi. Bu sırada adamlarının önerisi üzerine bulundukları yerde hayvanların ihtiyacını karşılayacak ot kalmadığından Dimaşk’ın doğusuna doğru gitmek için hareket emri verdi.[46] Bu durumu izleyen Memlûk emirleri ise hemen sultana giderek, o sırada Timurlu ordusunun dağılmış olduğunu ve bunu değerlendirmek için hücum edilmesinin uygun olacağını söylediler. Bazı emirlerin karşı çıkmasına rağmen bu fikir kabul gördü ve Memlûk ordusu Timurlu ordusu üzerine hücum etti. Ancak Timur hemen ordusunu toparladı ve karşı hücuma geçti. Gün bittiğinde ise zafer Timurlu tarafında kalmıştı.[47] O günün galibi Timurlular idi, fakat savaş hâlâ devam ediyordu ve iki ordudan birisi kesin zafere ulaşamamıştı. Ertesi günü taraflar yine savaş düzeni aldılar, ancak küçük çaplı birkaç çarpışmadan başka bir şey olmadı.

Aynı gün, yani 6 Ocak tarihinde Memlûk ordusu saflarında bir söylenti dolaşmaya başladı, bu ise; bir grup Memlûk emirinin saltanat makamını ele geçirmek için Kahire’ye doğru yola çıktığı idi.[48] Gerçekten daha önce Timur’a karşı savaşıp savaşılmaması konusunda yapılan görüşmeler esnasında emirler ikiye bölünmüş ve bir grup savaşmaktan yana tavır koyarken diğer grup teslim olmayı teklif etmişti.[49] İşte Kahire’ye gitmek üzere yola çıkıp sultanı değiştirmek isteyenler de bu muhalif grup idi. Sultan Ferec bu haberi öğrendiğinde hemen bir toplantı yaparak durumu görüştü. Daha sonra ise alınan karar en kısa sürede Kahire’ye dönmek oldu.[50] Bunun üzerine Ferec o sırada karşılarında savaşmak için hazır bekleyen Timur’u oyalamak amacıyla tekrar bir elçi ve mektup gönderdi. Bu mektupta; bir önceki gün olan saldırıların kendi kontrollerinin dışında geliştiği ve hâlâ Timur’un emirlerini yerine getirmeye hazır oldukları bildiriliyordu.[51]

Timur bu mektubu aldığında o gün boyunca bir çarpışma olmadı ve aynı günün gece yarısı Sultan Ferec yanında güvendiği emirler ve bir grup Memlûk olduğu halde Dimaşk’tan ayrılarak Kahire’ye doğru yola çıktı.[52] Bunun ardından da bu haberin duyulması üzerine geride kalmış olan diğer emirler ile Memlûkler de Dimaşk’tan ayrılmak ve Kahire’ye gitmek üzere yola çıktılar. Yola çıkarken de hızlı ilerleyebilmek için bütün ağırlıklarını orada bıraktılar.[53] Bu sırada Memlûk ordusunun bulunduğu yeri terk ettiğini gören Timurlu kuvvetleri de onların peşine düştü ve pek çoğunu katlettikten sonra bırakılan ağırlıkları da ganimet olarak ele geçirdi.[54]

Memlûk sultanı Ferec’in Suriye’yi terk etmesinden sonra Dimaşk halkı durumdan haberdar olmamakla birlikte savunma hazırlıklarına devam etti. Bu sırada şehrin surları dışında yapılan bazı ufak çarpışmalarda Timurlu askerleri yenilgi almıştı.[55] Timur, bu durum üzerine şehrin feth edilmesinin uzun süreceğini anlayınca, şehri ele geçirmek için farklı bir yol takip etmeye karar verdi. Daha sonra da güvendiği adamlarından birisini surların yanına yollayarak; “Timur barış yapmak istiyor, bu sebeple bu meseleyi görüşmek üzere bir adamınız bize gelsin” mesajını gönderdi.[56]

Dimaşk halkı onun bu teklifini duyunca, Farsça ve Türkçeyi çok iyi bilen Hanbeli başkadısı İbn Mufleh’i Timurla görüşmesi için göndermeye karar verdi.[57] Adı geçen şahıs Timur’a gittiğinde çok iyi karşılandı. Daha sonra Timur kendisine; “Benim buraya geliş amacım elçilerimi katleden Dimaşk nâibi Sudun’u yakalamaktı ve o şimdi benim elimde. Bu sebeple siz bana Dokuzları (Timur’un bir şehri sulh yoluyla teslim aldığında değişik türlerden; yiyecek, içecek, giyecek…, gibi dokuz çeşit hediye talep etmesi) gönderin ben daha sonra burayı terk edeceğim dedi. Bu haberle büyük bir sevinç içerisinde geriye dönen elçi halka durumu anlattı. Bu sırada Memlûk Sultanının da şehri terk ettiğini öğrenen Dimaşk halkı savaşmak isteğinden vazgeçti. Sadece kale nâibi bunun bir hile olacağını tahmin ettiğinden mücadele edilmesinden yana tavır koydu. Bununla birlikte ertesi günü hediyeleri hazırlayan kadılar yanlarında meşhur tarihçi İbn Haldun da olduğu halde Timur’un yanına, kale nâibi kapıların açılmasına izin vermediği için surların üzerinden sarkıtılan ipten inerek gittiler. Yapılan görüşmeler sonunda bir milyon dinar ve şehri terk edenlerin bütün mallarının Timur’a teslim edileceği şartı ile Dimaşk halkına dokuz satırdan oluşan bir eman alan elçiler grubu geriye döndü.[58] Bu görüşmeler esnasında Timur İbn Hâldun ile özel olarak ilgilendi ve onu birkaç kere huzuruna kabul etti. Kendisiyle yaptığı sohbetlerden sonra ise ona isteğinin ne olduğunu sordu. İbn Hâldun da Mısır’a gitmek istediğini belirtince, ona kendi mührünün bulunduğu bir belgeyi vererek yola çıkmasını sağladı.[59]

Bu sırada şehre dönmüş olan kadılar ise verilen söz gereği ilk önce Timur korkusuyla şehri terk edenlerin bütün mal varlıklarını toplayarak Timurlu hazinesine teslim ettiler. Ardından da halkın topladığı eman parası olan bir milyon dinar yine elçiler vasıtasıyla Timur’a gönderildi. Ancak Timur bu miktarı görünce çok kızdı ve ben sizden bin tümen istedim, yani bir tümen on bin dinar ettiğine göre siz bana on milyon dinar getirmeliydiniz dedi. Bu sırada Dimaşk şehrinin kapılarından birisi açılmış ve Şah Melik de içeriye girmiş bulunduğundan, geriye dönüş de mümkün değildi. Bu sebeple çaresiz bu son durumu kabullenen elçiler bahsedilen miktarı şehir halkından toplamaya başladılar. Tabi ki bu sırada çok büyük sıkıntılar yaşandı. Şehirde gıda maddelerinin fiyatları oldukça yükseldi.[60]

Timur, daha önce kadılar ile yaptığı görüşmelerde Dimaşk’ı terk etmiş olan sultanın ve diğerlerinin geride bıraktığı şeyler ile birlikte şehir halkından toplanacak olan emân parası kendisine takdim edilirse savaşmaya gerek kalmayacağını ve her şeyin sulh yoluyla hal olacağını söylemişti. İşte bu sırada Dimaşk kalesi nâibinin, başlarında İbn Mufleh’in bulunduğu kadılara teslim olmanın yanlış olduğunu söylemesi ve savaşa devam edilmesi fikrinde ısrar etmesi üzerine, kadılar şehir halkını kendi düşünceleri doğrultusunda ikna etmişler ve kale nâaibine de; “Sen kendi kalenden biz ise kendi topraklarımızdan sorumluyuz” diyerek, ondan farklı bir tavır takınmışlardı. Bu sebeple de kadıların teşvikiyle şehrin kapıları açılmış ve emân parası vermek koşuluyla şehir Timur’a teslim olmuştu.[61] Nâib ise kaleye çekilerek bulunduğu yerde savunma yapmaya başlamış ancak bu mücadelesi yirmi dokuz gün sürmüş ve bunun sonunda kale Timur tarafından ele geçirilerek içerisi boşaltılıp yakılmıştır.

Bu esnada, şehirde günlerdir verilen uğraş sonucunda kadılar, Timur’un istediği bin tümeni denkleştirdiler ve bu parayı yanlarına alarak onun huzuruna gidip kendisine takdim ettiler. Ancak Timur yine bu miktardan memnun olmadı ve geriye dönüş için çok masraf yapacağını bu sebeple de bir miktar daha para toplamalarını istedi. Kadılar ise kendisine, şehir halkının bundan daha fazla bir miktarı toplayacak gücünün olmadığını söylediler. Fakat diğer taraftan Timur’un şehri terk edeceğini öğrenmek de onları sevindirmişti. Bu yüzden son bir gayretle bir miktar daha toplanıp kendisine teslim edildi.[62]

Böylece Timur, ilk önce şehir halkından Sultan Ferec ve yanındakilerin kaçarken bırakıp gittiği silahlar da dahil olmak üzere her türlü eşyayı almış, daha sonra ise Dimaşk halkının emân parası olarak anlaştığı miktarı her seferinde arttırarak üç defa tahsil etmişti.[63] Yine bu sırada şehirde bulunan halka ait silah ve değerli eşyaların tamamını kendi hazinelerine aktarmıştı. Artık bundan fazlasını zor kullanmadan alamayacağını anladığında Dimaşk şehrini mahalle mahalle komutanlarına paylaştırdı.[64] Böylece şehre giren Timur’un emirleri ve askerleri günlerce kendi paylarına düşen mahalleyi yağmaladılar ve tabi ki bu sırada şehir halkına çok eziyet edildi.[65]

Timur Dimaşk’ta yaklaşık olarak seksen gün kaldıktan sonra 19 Mart 1401 tarihinde buradan ayrılmak üzere harekete geçti.[66] O, Suriye’yi terk ederken o bölgede bulunan ulemâdan değerli ve tanınan insanlar ile birlikte sanat erbabını ve ustaları da yanında esir olarak götürdü.[67] Timur, Nisan’ın 13’ünde Halep’ten geçerken, şehrin doğusunda durmuş ve o esnada kendisi şehre girmemişti, ancak verdiği emir üzerine ilk önce bundan evvel tamamen harap edilmemiş olan kaleyi yerle bir ettirmiş, ayrıca şehrin surlarını da yıktırmıştı.[68] Daha sonra ise Mardin ve Musul üzerinden ilerleyerek Bağdat’a gelmişti. Burayı tekrar ele geçirip yağmaladıktan[69] sonra ise Tebriz üzerinden Karabağ’a gitti.[70]

Timur’un Suriye seferi sonucunda bölge tamir edilmesi zor yaralar almıştı. Şehirler tahrip edilmiş ve yaşanmaz hale gelmişti. Yine buralarda bulunan sanatkarlar ile çeşitli alet ve edevatın Semerkand’a götürülmesi sonucunda pek çok mesleğin icra edilmesi zorlaşmıştı.[71] Bunların dışında Timur’un Suriye’yi işgalinin dünya tarihi açısından da önemli olan bir sonucu ise; onun fetihleri ve işgalleri ile Orta Asya ticaret yolunun güvenliğini yitirmesi ve Akdeniz-Mısır ticaret yolunun gelişerek önem kazanması olmuştur.[72]

Timur Suriye’yi terk ettiği sırada, Memlûk sultanı Ferec Kahire’de yeni bir orduyu hazırlayıp Timur’a karşı gönderme hazırlıkları yapıyordu. Ancak tam bu sırada Suriye’den kaçıp gelen emirler Timur’un Suriye’yi terk ettiğini bildirdiler. Bunun üzerine de bu seferden vazgeçildi.[73]

Timur Suriye’den ayrıldıktan sonra Karabağ’a gelmiş ve daha Suriye’de iken yazıştığı Osmanlı sultanı Yıldırım Bayezid ile haberleşmeye devam etmiş ancak karşılıklı olarak gönderilen elçilerin çabaları da bir sonuç vermeyince, iki taraf Ankara yakınlarındaki Çubuk Ovası’nda 28 Temmuz 1402 tarihinde karşı karşıya gelmiş ve zafer Timurlu tarafında kalmıştı.[74]

Ankara Savaşı’ndan sonra Anadolu’dan henüz ayrılmamış olan Timur, Memlûk Sultanı Ferec’e bir elçi aracılığıyla mektup gönderdi.[75] Bu mektupta yakını olan Atlamış’ı geri istiyor ve Kahire’de hutbenin kendi adına okunmasını ve yine paranın da kendi adına basılmasını talep ediyor aksi takdirde ise ordusu ile Mısır üzerine yürüyeceğini bildiriyordu.[76] Bu son durum üzerine durumun ciddiyetini kavrayan Memlûk sultanı bir meclis toplayarak nasıl bir karar verilmesi gerektiğini görüştü. Sonuçta ise Timur’un Atlamış ile ilgili isteğinin yerine getirilmesi kararı alındı. Bu şahıs yolculuk için hazırlanarak Memlûk sultanının mektubunu da taşıyan elçiler ile birlikte Timur’a gönderildi.[77] Yazılan mektupta ise şimdiye dek Atlamış’ın gönderilmemiş olmasının mazeretleri sıralanıyor ve bundan sonra iki devlet arasındaki ilişkilerin iyi olmasını istediklerini belirterek bu sebeple Timur’un gönderdiği elçi ile bir barış antlaşması metni oluşturulduğu ve bu metnin iki nüshasının kendisine gönderildiği, kendisi tarafından onaylandıktan sonra ise birisinin tekrar geriye gönderilmesi isteniyordu.[78]

Özellikle Anadolu’nun Timur tarafından ele geçirilmesinden sonra Memlûk Devleti, Timur’un, kendisi için büyük ve baş edemeyeceği bir tehlike olduğunu anlamış ve mektupta da bahsedilen ve iki nüsha halinde Timur’a gönderilen sulh akdiyle bu durumu açıkça itiraf ederek kabullenmiştir. Böylece de Timur ile Sultan Ferec arasındaki dostluk anlaşması gerçekleşmiş oldu.[79] Bir süre sonra ise Timur’a gönderilmiş olan elçiler 23 Temmuz 1403 tarihinde Timur’un elçileri ile birlikte Kahire’ye geri göndüler ve yanlarında da Timur’un serbest bıraktığı Memlûk esirleri ile pek çok armağan vardı.[80] Timur tarafından gönderilen mektupta ise; arada tesis edilmiş olan dostluk ve barışın pekiştirilmesi için, Ferec’in Doğu Meliklerinden birisinin kızı ile evlenmesi teklif ediliyordu.[81]

Uzun bir süre Kahire’de ikâmet eden Timur’un elçileri 4 Şubat 1404 tarihinde yanlarında Sultan Ferec’ten bir mektup da bulunan Memlûk elçileri ile birlikte geri dönmek üzere yola çıktılar. Mektupta ise; daha önce yapılan anlaşmaya sadık kalınacağı ve bu sebeple de Ahmet Celâyir ile Kara Yusuf b. Kara Mehmed’in Dimaşkta yakalanarak hapse atıldığı ve her ikisinin de Timur’un emrinde olduğu belirtiliyordu.[82]

Huy şehrine geldiklerinde İspanya kralının elçileri ile karşılaşan Memlûk elçileri yola onlarla birlikte devam etmiş ve 8 Eylül Pazartesi günü Semerkant’taki Timur’un sarayına ulaşmışlardır.[83] Bir süre burada kalan elçiler, o sırada Timur’un rahatsızlanması üzerine ülkelerine dönmeleri istenmiş ve Memlûk, Osmanlı ve İspanya elçileri hep birlikte geriye dönmek üzere yola çıkmışlardır.[84]

Elçiler Semerkant’tan ayrıldıktan bir süre sonra ise, Timur geçirdiği bu rahatsızlığı atlatmış ve ardından 1404 yılının Kasım ayı sonlarında, topladığı askerler ile birlikte Çin seferini gerçekleştirmek üzere yola çıkmıştır. Otrar’a gelindiği sırada ise, Timur yaşlılığı ve bu soğuk kış günlerinde güç şartlarda yolculuk yapması sebebiyle tekrar hastalandı ve orada bulunduğu sırada 18 Şubat 1405 tarihinde 69 yaşında olduğu halde öldü.[85]

Timur’un ölüm haberi ve Memlûk sultanı ile Memlûk devlet erkanının bu habere gösterdiği tepkiler Memlûk kaynakları tarafından çok kısa, hemen hemen tamamen ayrıntısız ve yorumsuz bir şekilde verilmektedir.[86] Ancak biz Sultan Ferec’in, Timur’un ölümünden yaklaşık bir ay sonra Ahmed Celâyir ile Kara Yusuf’u Dimaşk nâibi Şeyh el-Mahmûdî’nin salıvermesine göz yummasından,[87] onun artık Timurlu Devleti’ne karşı olan tutumunun, Timur’un ölümünden sonra çok değiştiğini ve kendisini bu devlete karşı çok daha rahat hissettiğini anlıyoruz. Gerçekten Timur’un ölümünden sonra devletin içine düştüğü sıkıntılı dönemde ve sonrasında Şahruh’un hakim olduğu devirde Memlûk-Timurlu münasebetleri öncekine göre çok daha farklı olacaktır.

Timur’un ölümünden sonra başlayan iç karışıklıklar[88] sırasında Memlûk Devleti ile Timurlu Devleti arasındaki ilişkiler bir müddet kesintiye uğradı. Daha sonra Şahruh’un hakimiyeti tam olarak ele geçirmesi ile Memlûk sultanı Şeyh el-Mahmûdî (1412-1421) zamanında tekrar başlayan ilişkiler, bu dönemde Şahruh tarafından gönderilen elçinin bir mektupla gelmesinden ibarettir.[89]

1422 yılında Memlûk tahtına oturmuş olan Barsbay zamanında, 1425 yılına kadar iki devlet arasında herhangi bir münasebet olmamıştır. Ancak 25 Ocak 1425 tarihinde Şahruh’tan Barsbay’a bir elçinin geldiği görülmektedir. Kaynaklar bu elçinin ne sebeple geldiğini belirtmiyor olmasına rağmen, yolculuğunun dokuz ay sürdüğü ve kendisi için gelişinden üç gün sonra 28 Ocak tarihinde görkemli bir kabul töreni yapıldığı ifade edilmektedir.[90] Bu elçinin gelişinden dört yıl sonra Şahruh tarafından bir diğer elçilik heyeti Kahire’ye 13 Ekim 1429 tarihinde ulaştı. Elçiler Memlûk sultanına Şahruh’tan ve oğlu Şiraz hakimi olan İbrahim Sultan’dan birer mektup ile pek çok değerli hediyeler getirdi. Şahruh, Barsbay’a gönderdiği mektup vasıtasıyla ondan; bazı Memlûk müelliflerinin eserlerini isterken yine Kabe’ye kisve göndermek ve Mekke’ye su yolu yapmak isteklerinden söz etmekteydi. Şahruh’un eserler ile ilgili isteklerine olumlu cevap verildi. Ancak kisve ve su yolu ile ilgili istekleri reddedildi. Çünkü bu görev o dönemde bir nevi hakimiyet alameti olarak kabul ediliyordu. Bu sebeple Kabe’nin örtüsünün gönderilmesi işinin Şahruh’a bırakılması onun İslam dünyasındaki şöhretini daha da arttıracaktı. Bunun için Memlûk sultanı Barsbay’ın bu isteği reddetmesi çok doğaldı. Ancak o, halen Şahruh’un kendi sınırları yakınında olduğunu bildiğinden dolayı tedbiri elden bırakmamış ve Şahruh 1429 yılı Kasım ayında Karabağ’a geldiğinde Memlûk elçileri de huzura çıkmışlardı.[91]

Bundan önce Timur zamanında olduğu gibi Barsbay’ın sultan olmasından bir süre sonra yine bazı cepheler teşekkül etmeye başlamıştı. Bu esnada Timurlular ile Memlûkler arasındaki tampon bölgede, Akkoyunlu beyleri Timurlu tarafında yer alırken Karakoyunlular da zaman zaman Memlûkler ile iş birliği içerisinde bulunuyorlardı.[92]

Barsbay’ın hakimiyeti süresince, Şahruh kisve ile ilgili isteklerini pek çok kere tekrarladı. Hatta bir keresinde Barsbay’a elçileri vasıtasıyla hilat ve taç göndererek onun Mısır’da kendisinin nâibi olmasını ve adına sikke kestirip hutbe okutmasını bile istedi.[93] Bu istekler karşısında zaman zaman iki hükümdar arasındaki ilişkiler çok gerginleşmiş olmakla birlikte asla sıcak bir çatışmaya dönüşmedi. Barsbay’ın 1438 Mayısı’ndaki vefatından sonra ise, kısa bir süre için yerine oğlu geçti. Daha sonra da tahta Ağustos 1438 tarihinde Çakmak oturdu.[94]

Çakmak’ın Memlûk sultanı olmasından sonra iki devlet arasındaki ilişkiler düzeldi. Çünkü Sultan Çakmak çok yumuşak huylu ve barış yanlısı biriydi. Hatta onun bu barış yanlısı tutumu sonucunda bir kereye mahsus ve belirli bir süre olmak kaydıyla, Memlûk Emirlerinin sert tepkilerine rağmen Şahruh’un kisve ile ilgili isteğine bile izin verildi.[95] Bundan sonra da, her ikisi de barış yanlısı ve yumuşak bir mizaca sahip olan iki hükümdar arasında Şahruh’un ölüm tarihi olan 12 Mart 1447’ye kadar ciddi bir problem çıkmamış ve münasebetler barışçı bir şekilde devam etmiştir.

Yrd. Doç. Dr. Cüneyt KANAT

Ege Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 5 Sayfa: 134-143


Kaynaklar :
♦ Abdusseyyid, Hâkim Emin, Kıyâm Devlet el-MemâlÎk es-Sâniye, Kahire 1967.
♦ Aka, İsmail, Mirza Şahruh ve Zamanı (1405-1447), Ankara 1994.
♦ Aka, İsmail, Timur ve Devleti, Ankara 1991.
♦ Aka, İsmail, “Timur’un Ankara Savaşı (1402) Fetihnamesi”, Belgeler, S. 15, 1986, s. 1-22.
♦ Aka, İsmail, “Timur’un Ölümünden Sonraki Hakimiyet Mücadelelerine Kısa Bir Bakış”, Cumhuriyet’in 50. Yıldönümü Anma Kitabı, Ankara 1974, s. 383-390.
♦ Aka, İsmail, “Timur’un Ölümünden Sonra Güney-İran’da Hâkimiyet Mücadeleleri”, Atsız Armağanı, İstanbul 1975, s. 3-15.
♦ Aka, İsmail, “XV. Yüzyılın İlk Yarısında Herat-Kahire Münasebetleri”, XI. Türk Tarih Kongresi’nden Ayrıbasım, Ankara 1994, s. 805-812.
♦ Aubin, Jean, “Tamerlan à Bagdad”, Arabica, IX, 1962, s. 303-309.
♦ El-’AynÎ, Bedreddin, ‘Ikd el-Cumân fÎ TârÎh Ehl ez-Zamân, nşr. Abd er Râzık el-TantâvÎ el- Karmût, Kahire 1989.
♦ El-’AynÎ, ‘Ikd el-Cumân fÎ TârÎh Ehl ez-Zamân, Bayezid Kütüphanesi, Veliyuddin Efendi Koleksiyonu, nr. 2396, XXIV.
♦ El-’AynÎ , ‘Ikd el-Cumân fÎ TârÎh Ehl ez-Zamân, nşr. Muhammed Muhammed Emin, IV, Kahire 1992.
♦ Barthold, W., Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Yayına Hazırlayanlar; K. Y. Kopraman, Afşar İsmail Aka, Ankara 1975.
♦ Barthold, W, Uluğ Beg ve Zamanı, çev; İsmail Aka, Ankara 1990.
♦ Clavijo, Ruy Gonzales, Anadolu Orta Asya ve Timur, çev. Ömer Rıza Doğrul, İstanbul 1993.
♦ Fischel, Walter J., “A New Latin Source On Tamerlane’s Conquest of Damascus (1400-1401), (B. de Mignanelli’s “Vita Tamerlanı” 1416), Oriens, IX, Leiden, 1956, s. 201-232.
♦ El-HalepÎ, ibn Şıhne, Ravzat el-Menâzir fÎ Ahbâr el-Evâil ve’l-Evâhir, Nûr Osmaniye Kütüphanesi nr. 297.
♦ Hookham, Hilda, Tamburlaine The Conqueror, London 1962.
♦ el-HüseynÎ, Hurşah bin Kubad, TârÎh-i KutbÎ (Târih-i İlçi-i Nizamşah): Tarih-i Âli Timur, nşr. Seyyid Mücahid Hüseyn-i ZeydÎ, Yeni Delhi, 1965.
♦ HvandmÎr, Dustûr el-Vuzerâ, nşr. Said NefÎsi, Tahran 1317 h. ş.
♦ HvandmÎr, HabÎb es-Siyer, III, nşr. Celâleddin-i HumayÎ, Tahran 1333 h. ş.
♦ İbn ‘Arabşah, ‘Acâib el-Makdûr fÎ Nevâib Timûr, nşr. Ali Muhammed Ömer, Kahire 1979.
♦ İbn el-Furât, NâsıreddÎn Muhammed bin Abdurrahim, TârÎh İbn el-Furât, IX, 1-2, nşr. Kostantin Zureyk, Beyrut 1936.
♦ İbn Hacer (Şihâb ed-DÎn Ahmed b. ‘Ali, el-’AskalânÎ), İnbâ’ el-Gumr bi Ebnâ’ el-Umr, nşr. Muhammed ‘Abd el-MuÎd Han, I-VI, 2. baskı, Beyrut 1986; Abdulvahâb el-BuhârÎ, VII-IX, 2. baskı, Beyrut 1986.
♦ İbn Haldûn, Abdurrahman, Kitâb el-’İber ve Divân el-Mubtedâ ve’l-Haber, V-VII, Beyrut 1992.
♦ İbn Hicce, Kahvet el-İnşâ’, Nuruosmaniye Ktb., nr. 3786.
♦ İbn İyâs, Muhammed bin Ahmed, Bedâyi’ ez-Zuhûr fÎ Vekâyi’ ed-Duhûr, I-II, nşr. Muhammed Mustafa, Kahire 1982.
♦ İbn Kadı Şuhbe, TârÎh İbn Kadı Suhbe, III, nşr; Adnan Derviş, Dimaşk 1977.
♦ İbn Tagriberdi, Ebu’l-MehâsÎn Yusuf, en-Nucûm ez-Zâhire fÎ Mulûk Mısr ve’l-Kahire, I-XII, nşr. Dâr el-Kutub el-Mısriyye, basım yeri ve tarihi yok; XIII, FehÎm Muhammed Şaltût, basım yeri yok, 1970; XIV, FehÎm Muhammed Şaltût-Cemâl Muhammed Muharrız, basım yeri yok, 1971; XV, İbrahÎm Ali Tarhân, basım yeri yok, 1971.
♦ Kafalı, Mustafa, “Timur”, İA, XII-1, 2. baskı, İstanbul 1979.
♦ El-Kalkaşandî, Ahmed bin ‘Alî, Subh el-A’şâ fî Sınâ’at el-İnşâ, I-XIV, Kahire basım tarihi yok.
♦ Kopraman, Kâzım Yaşar, “Mısır Memlûkleri (1250-1517)”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, VI, İstanbul 1989, s. 433-615.
♦ Kopraman, Kâzım Yaşar, Mısır Memlükleri Tarihi, Ankara 1989.
♦ Lamb, Harold, Tamerlene the Earth Shaker, New York 1928.
♦ El-Makrîzî, Takîy ed-Dîn Ahmed b. Ali, Kitâb es-Sulûk li-Ma’rifet Duvel el-Mulûk, I-II, nşr. Muhammed Mustafa Ziyâde, ikinci baskı, Kahire 1956; 1941; III-IV, Saîd Abdulfettâh ‘Âşûr, Kahire 1971; 1972.
♦ El-Mansûrî, Baybars, et-Tuhfe el-Mulûkiyye fî’d-Devle et-Turkiye, nşr. Abdulhamid Salih Hemdân, Kahire 1986.
♦ Manz, Beatrice Forbes, The Rise and Rule of Tamerlane, Cambridge 1989.
♦ Manz, Beatrice Forbes, “Timur and the Symbolism of Sovereignty”, Iranian Studies, XXI, 1988, s. 115-122.
♦ Manz, Beatrice Forbes, “Administration and the Delagation of Authority in Temür’s Dominions”, C.A.J. (1976) XX/3, s. 191-107.
♦ Mîrhvand, Ravzatu’s Safâ, Tahran 1338 hş.
♦ Muir, W. E., The Mamelûke or Slave Dynasty of Egypt, Netherlands 1968.
♦ Nagel, Tilman, Timur. Der Eroberer und die islamische Welt des späten Mittelalters, Münich 1993.
♦ Natanzî, Muinüddin, Muntehâb et-Tevârîh-i Muinî, nşr; J. Aubin, Tahran 1957.
♦ Özer, Yusuf Ziya, “Timur’un Yaptığı İşlere Toptan Bir Bakış”, Belleten, IX/36, 1945, s. 423-467. Roemer, H. R., ” Timur in Iran”, The Cambridge History of Iran, VI, Cambridge 1993, s. 42-98.
♦ Özer, Yusuf Ziya, “Timurlular”, İA, XII-1, 2. baskı, İstanbul 1979.
♦ Roux, Jean Paul, Aksak Timur, İslamın Kutsal Savaşçısı, çev. Ali Rıza Yalt, İstanbul 1994.
♦ Es-Sayrâfî, el-Hatîb el-Cevherî Ali bin Davud, Nuzhet en-Nufûs ve’l-Ebdân fî Tevârîh ez-Zamân, I-II-III-IV, nşr. Hasan Habeşî, Kahire, 1970-1971-1973-1994.
♦ Savory, R. M., ‘’The Struggle for Supremercy in Persia After the Death of Timur’’, Der Islam (1965), XL/1, s. 35-65.
♦ Es-SehâvÎ, et-Tibr el-Mesbûk fÎ Zeyl es-Sulûk, nşr; Mektebet el-Kulliyât el-Ezheriyye, Kahire, basım tarihi yok.
♦ Schlitberger, Johannes, Türkler ve Tatarlar Arasında (1394-1427), çev. Turgut Akpınar, İstanbul 1995.
♦ Solak-Zâde Çelebi, Mehmed HemdemÎ, Solak-Zâde Tarihi, I, hzr. Vahid Çabuk, Ankara 1989. Soberheim, M., “Berkuk”, İA, II. 5. baskı, İstanbul 1979.
♦ Solak-Zâde Çelebi, “Memlûkler”, İA, VII. 3. baskı, İstanbul 1977.
♦ Süleyman, Ahmed Abdul KerÎm, Timurlenk ve Devlet el-MemâlÎk el-Çerâkise me’a Tercume Makâle el-Kâtib el-LatÎnÎ de Mignanelli ‘an Hayâti Timurlenk, Vita Tamerlani, basım yeri yok 1985.
♦ Sümer, Faruk, Kara Koyunlular, Ankara 1984.
♦ ŞâmÎ, Nizamüddin, Zafernâme, Ankara 1987.
♦ Şerefeddin Ali-i YezdÎ, Zafernâme, nşr. Muhammed AbbâsÎ, I, Tahran 1336 h. ş.
♦ Şeref Han BidlisÎ, Şerefnâme, nşr; Muhammed AbbâsÎ, Tahran 1336.
♦ Tarhân, İbrahim ‘Ali, Mısr fÎ ‘Asr Devlet el-MemâlÎk el-Çerâkise, Kahire 1960.
♦ Tekindağ, Şehabettin, Berkuk Devrinde Memlûk Sultanlığı (XIV. Yüzyıl Mısır Tarihine Dair Araştırmalar), İstanbul 1961.
♦ Tekindağ, Şehabettin, “Memlûk Sultanlığı Tarihine Toplu Bir Bakış”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, XXV, 1971, s. 1-38.
♦ Tekindağ, Şehabettin,”II. Bayezid Devrinde Çukur-ova’da Nufûz Mücadelesi: İlk Osmanlı-Memlûklü Savaşları (1485-1491), Belleten, XXXI/123, 1967, s. 345-374.
♦ el-’UlbÎ, Ekrem Hasan, Timurlenk ve Hikâyetuhu me’a Dimaşk, 4. baskı, Dimaşk 1987.
♦ Togan, Zeki Velidi, “Büyük Türk Hükümdarı Şahruh”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi (1949), III/3- 4, s. 520-538.
♦ Togan, Zeki Velidi, “Emir Timur’un Soyuna Dair Bir Araştırma”, çev; İsmail Aka, Tarih Dergisi, S. 26, 1972, s. 75-84.
♦ Woods, John E., Akkoyunlular, çev. Sibel Özbudun, İstanbul 1993.
♦ Yıldız, Hakkı Dursun, İslamiyet ve Türkler, İstanbul 1980.
♦ Yinanç, Mükrimin Halil, “Bayezid I”, İA, II, 5. baskı, İstanbul 1979.
♦ Yücel, Yaşar, “XIV-XV. Yüzyıllar Türkiye Tarihi Hakkında Araştırmalar (Türkiye ve Yakın-Doğu Üzerinde 1393/94 Timur Tehlikesi)”, Belleten, XXXVII/146, 1973, s. 159-190.
♦ Yücel, Yaşar, Anadolu Beylikleri Hakkında Araştırmalar; Eretna Devleti, Kadı Burhaneddin Ahmed ve Devleti, Mutahharten ve Erzincan Emirliği II, Ankara 1989.
♦ Yücel, Yaşar, Timur’un Orta Doğu-Anadolu Seferleri ve Sonuçları (1393-1402), Ankara 1989.
♦ Yücel, Yaşar, “Timur Tarihi Hakkında Araştırmalar I, Timur’un Türkiye ve Yakın-Doğu ile İlişkilerine Dair Gözlemler (1394-1400), Belleten (1976), XL/158, s. 249-285.
♦ Yücel, Yaşar, “Timur Tarihine Dair Araştırmalar II, Timur’un Türkiye ve Yakın Doğu İlişkilerine Dair Genel Gözlemler (1400-1402)”, Belleten (1978), XLII/166, s. 234-299.
Dipnotlar :
[1] İsmail Aka, Timur ve Devleti, Ankara 1991, s. 9-17.
[2] İbn Hacer, İnbâ’ el-Gumr bi Ebnâ’ el-Umr, nşr. Muhammed ‘Abd el-Muîd Han, II, 2. baskı, Beyrut 1986; s. 164; el-Makrîzî, Kitâb es-Sulûk li-Ma’rifet Duvel el-Mulûk, III-2, nşr. Saîd Abdulfettâh ‘Âşûr, Kahire 1971, s. 531; İbn Kadı Şuhbe, Tarih İbn Kadı Şuhbe, III, nşr. Adnan Derviş, Dimaşk 1977, s. 155.
[3] el-Makrîzî, Sulûk, III-2, s. 537; İbn İyas, Bedâyi’ ez-Zuhûr fî Vekâyi’ ed-Duhûr, I-2, nşr. Muhammed Mustafa, Kahire 1982, s. 366; Ekrem Hasan el-‘Ulbî, Timurlenk ve Hikâyetehu me’a Dimaşk, 4. baskı, Dimaşk 1987, s. 101.
[4] İbn Kadı Şuhbe, Tarih İbn Kadı Şuhbe, III, s. 189; İbn el-Furât, Tarih ibn el-Furât, nşr. Kostantin Zureyk, IX-1, Beyrut 1936, s. 7.
[5] El-Hatib es-Seyrâfi, Nuzhet en-Nufûs ve’l-Ebdân fî Tevârîh ez-Zamân, I, nşr. Hasan Habeşî, Kahire, 1970, s. 177; İbn Tagriberdi, en-Nucûm ez-Zâhire fî Mulûk Mısr ve’l-Kahire, XI, nşr. Dâr el-Kutub el-Mısriyye, basım yeri ve tarihi yok s. 255; el-Makrîzî, Sulûk, III-2, s. 585.
[6] Yezdî, Zafernâme, nşr. Muhammed ‘Abbâsî, I, Tahran 1336 hş, s. 450-452; Nizamüddin Şami, Zafernâme, Ankara 1987, s. 169-172; Hvandmîr, Habîb es-Siyer, nşr. Celâleddin-i Humayî, III, Tahran 1333 hş., s. 456; Mîrhvand, Ravzatu’s-Safâ, VI, Tahran 1333 hş., s. 215; Jean Aubin, “Tamerlan a Bagdad”, Arabica, XI, 1962, s. 303-305.
[7] Hvandmîr, Habîb es-Siyer, s. 456; Şami, Zafernâme, s. 173.
[8] İbn Hacer, İnbâ’, III, s. 192-194; el-Makrîzî, Sulûk, III-2, s. 799-801; İbn Kadı Şuhbe, Tarih İbn Kadı Şuhbe, III, s. 505-506.
[9] el-Makrîzî, Sulûk, III-2, s. 813; İbn el-Furât, Tarih ibn el-Furât, IX-2, s. 381-382; İbn Hacer, İnbâ’, III, s. 199-200; İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 59.
[10] Hâkim Emin Abdusseyyid, Kıyâm Devlet el-Memâlîk es-Sâniye, Kahire 1967, s. 126; İsmail Aka, Timur ve Devleti, s. 20.
[11] Ahmed bin ‘Alî el-Kalkaşandî, Subh el-A’şâ fî Sınâ’at el-İnşâ, VII, Kahire, basım tarihi yok, s. 308-319.
[12] Şeref Han Bidlisi, Şerefnâme, nşr. Muhammed Abbâsî, Tahran, 1336, s. 487.
[13] el-Makrîzî, Sulûk, III-2, s. 802; İbn Kadı Şuhbe, Tarih İbn Kadı Şuhbe, III, s. 506.
[14] İbn ‘Arabşah, ‘Acâib el-Makdûr fî Nevâib Timûr, nşr. Ali Muhammed Ömer, Kahire 1979. s. 97-98; İbn Kadı Şuhbe, Tarih İbn Kadı Şuhbe, III, s. 507-508.
[15] İbn el-Furât, Tarih ibn el-Furât, IX-2, s. 453.
[16] Yaşar Yücel, Timur’un Ortadoğu-Anadolu Seferleri ve Sonuçları (1393-1402), Ankara 1989, s. 56.
[17] el-Makrîzî, Sulûk, 111-2, s. 937-938; İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 168; Tilman Nagel, Timur. Der Eroberer und die islamische Welt des spaten Mittelalters, Münich 1993, s. 320.
[18] el-Makrîzî, Sulûk, 111-3, s. 959; İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 168.
[19] John E. Woods, Akkoyunlular, çev. Sibel Özbudun, İstanbul 1993, s. 80.
[20] el-Makrîzî, Sulûk, III-3, s. 971; İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 179.
[21] Şâmî, Zafernâme, s. 260-261; Jean Paul Roux, Aksak Timur İslamın Kutsal Savaşçısı, çev. Ali Rıza Yalt, İstanbul 1994, s. 133.
[22] İsmail Aka, Timur ve Devleti, s. 24-25.
[23] İsmail Aka, Timur ve Devleti, s. 25.
[24] Solak-Zâde Mehmed Hemdemî Çelebi, Solak-Zâde Tarihi, I, hzr. Vahid Çabuk, Ankara 1989, s. 90.
[25] El-‘Aynî, ‘Ikd el-Cumân fî Târîh Ehl ez-Zamân, Bayezid Kütüphanesi, Veliyuddin Efendi Koleksiyonu, nr. 2396, XXIV, vrk. 57; Şâmî, Zafernâme, s. 262-263; Yezdî, Zafernâme, II, s. 196; el- Hatîb, Nuzhet en-Nufûs, II, s. 71-72.
[26] İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 217; Mükrimin Halil Yinanç, “Bayezid I”, İA, II, 5. baskı, İstanbul 1979, s. 381-382.
[27] Hâkim Emin Abdusseyyid, a.g.e., s. 131.
[28] Yezdî, Zafernâme, II, s. 200.
[29] Şâmî, Zafernâme, s. 265-266; Mirhvand, Ravzatu’s-Safâ, VI, Tahran, 1338 hş., s. 357-358.
[30] El-Hatib, Nuzhet en-Nufûs, II, s. 71-73.
[31] İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 220.
[32] İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 224; el-Makrîzî, Sulûk, III-3, s. 1034; İbn Hacer, İnbâ’, IV, s.
[33] İbn ‘Arabşah, ‘Acâib el-Makdûr, s. 138-143; İbn Hacer, İnbâ’, IV, s. 197; İbn Şıhne el- Halepî, Ravzat el-Menâzir fî Ahbâr el-Evâil ve’l-Evâhir, Nûr Osmaniye Kütüphanesi nr. 3297, vrk. 196a-197b.
[34] İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 225; İbn ‘Arabşah, ‘Acâib el-Makdûr, s. 142; İbn Hacer, İnbâ’, IV, s. 197.
[35] El-Hatib, Nuzhet en-Nufûs, II, s. 76-77.
[36] İbn İyâs, Bedâyi’, I-2, s. 594-596.
[37] el-Makrîzî, Sulûk, III-3, s. 1037; İbn İyâs, Bedâyi’, I-2, s. 601-602; İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 228.
[38] İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 227.
[39] El-Hatib, Nuzhet en-Nufûs, II, s. 78.
[40] El-‘Aynî, ‘Ikd el-Cumân, nr. 2396, XXIV, vrk. 133.
[41] İbn Haldûn, Kitâb el-‘Iber ve Divân el-Mubtedâ ve’l-Haber, VII, Beyrut 1992, s. 618; İbn İyâs, Bedâyi’, I-2, s. 605.
[42] Şâmî, Zafernâme, s. 275; Jean Paul Roux, a.g.e., s. 136-137.
[43] El-Hatib, Nuzhet en-Nufûs, II, s. 82-83; İbn ‘Arabşah, ‘Acâib el-Makdûr, s. 152.
[44] Yezdî, Zafernâme, II, s. 228-229.
[45] Yezdî, Zafernâme, II, s. 229-230; Hâkim Emin Abdusseyyid, a.g.e., s. 175.
[46][46] Şâmî, Zafernâme, s. 277; Jean Paul Roux,   a.g.e., s. 137.
[47] El-Hatib, Nuzhet en-Nufûs, II, s. 83; Şâmî, Zafernâme, s. 277; Ahmed Abdul Kerîm Süleyman, Timurlenk ve Devlet el-Memâlîk el-Çerâkise me’a Tercume Makâle el-Kâtib el-Latînî de Mignanelli ‘an Hayâti Timurlenk, Vita Tamerlani, basım yeri yok 1985, s. 21; Jean Paul Roux, Aksak Timur, s. 137.
[48] İbn İyâs, Bedâyi’, I-2, s. 609.
[49] İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 235.
[50] Şâmî, Zafernâme, s. 279-280; İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 236.
[51] Şâmî, Zafernâme, s. 280.
[52] Ahmed Abdul Kerîm Süleyman, a.g.e., s. 21; El-Hatib, Nuzhet en-Nufûs, II, s. 84.
[53] İbn ‘Arabşah, ‘Acâib el-Makdûr, s. 153; El-Hatib, Nuzhet en-Nufûs, II, s. 85.
[54] Şâmî, Zafernâme, s. 280; Ahmed Abdul Kerîm Süleyman, a.g.e., s. 22.
[55] İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 238.
[56] İbn İyâs, Bedâyi’, I-2, s. 610. Bunların yanı sıra Timur’un böyle bir teklifte bulunmadığını ve eman talebinin Dimaşk halkından geldiği söyleyen kaynaklar da vardır; Şâmî, Zafernâme, s. 281; Ahmed Abdul Kerîm Süleyman, a.g.e., s. 22-23.
[57] el-Makrîzî, Sulûk, III-3, s. 1046.
[58] İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 241.
[59] İbn Haldûn, Târih el-‘Iber, VI, s. 618-626.
[60] el-Makrîzî, Sulûk, III-3, s. 1048.
[61] İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 242.
[62] Ahmed Abdul Kerîm Süleyman, a.g.e., s. 31-32.
[63] el-Makrîzî, Sulûk, III-3, s. 1049.
[64] Ahmed Abdul Kerîm Süleyman, a.g.e., s. 33.
[65] İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 244-246; İbn ‘Arabşah, ‘Acâib el-Makdûr, s. 171-172; Ahmed Abdul Kerîm Süleyman, a.g.e., s. 33-34; El-Hatib, Nuzhet en-Nufûs, II, s. 91-92.
[66] İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 245; İbn İyâs, Bedâyi’, I-2, s. 616.
[67] Ruy Gonzales Clavijo, Anadolu Orta Asya ve Timur, çev. Ömer Rıza Doğrul, İstanbul 1993. s. 84.
[68] İbn Şıhne, Ravzat el Menazir, nr. 3297, vrk. 198b-199a.
[69] Jean Aubin, Tamerlan a Bagdad, s. 306-308.
[70] İsmail Aka, Timur ve Devleti, s. 27.
[71] Ekrem Hasan el-‘Ulbî, Timurlenk ve Hikâyetuhu me’a Dimaşk, 4. baskı, Dimaşk 1987. s. 190-193; Hilda Hookham, Tamburlaine The Conqueror, London 1962, s. 235; W. E. Muir, The Mameluke or Slave Dynasty of Egypt, London 1968, s. 122-123; İbrahim Ali Tarhan, Mısr fî ‘Asr Devlet el-Memâlik el-Çerâkise, Kahire 1960, s. 88.
[72] Hâkim Emin Abdusseyyid, a.g.e., s. 142.
[73] İbn Tagriberdi, Nucûm, XII, s. 251-52.
[74] İsmail Aka, “Timur’un Ankara Savaşı (1402) Fetihnamesi”, Belgeler, S. 15, 1986, s. 12, vdv.
[75] el-MakrÎzÎ, Sulûk, III-3, s. 1098-99.
[76] MÎrhvand, Ravzatu’s-Safâ, VI, s. 423.
[77] El-Hatib, Nuzhet en-Nufûs, II, s. 159; el-MakrÎzÎ, Sulûk, III-3, s. 1099.
[78] KalkaşandÎ, Subh el-A’şâ, VII, s. 320-324. Ferec’in Timur’a gönderdiği mektupta sikke ve hutbe ile ilgili herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Mektupta bahsedilen anlaşma metni de günümüze kadar gelemediğinden, burada bu şartların bulunup bulunmadığı konusunda bir şey söylemek tahminden öteye gitmez.
[79] ŞâmÎ, Zafernâme, s. 327-328; YezdÎ, Zafernâme, II, s. 356-357.
[80] İbn İyâs, Bedâyi’, I-2, s. 678.
[81] İbn Hacer, İnbâ’, V, s. 130.
[82] KalkaşandÎ, Subh el-A’şâ, VII, s. 325-331.
[83] Clavijo, a.g.e., s. 139.
[84] Clavijo, a.g.e., s. 173-175.
[85] İsmail Aka, Timur ve Devleti, s. 32-33; Beatrice Forbes Manz, The Rise and Rule of Tamerlane, Cambridge 1989, s. 128.
[86] İbn Hacer, İnbâ’, V, s. 125; el-MakrÎzÎ, Sulûk, IV-1, s. 26; İbn İyâs, Bedâyi’, I-2, s. 709-710.
[87] İbn İyâs, Bedâyi’, I-2, s. 714.
[88] İsmail Aka, “Timur’un Ölümünden Sonraki Hakimiyet Mücadelelerine Kısa Bir Bakış”, Cumhuriyet’in 50. Yıldönümü Anma Kitabı, Ankara 1974, s. 383-390; İsmail Aka, “Timur’un Ölümünden Sonra Güney İran’da Hâkimiyet Mücadeleleri”, Atsız Armağanı, İstanbul 1975, s. 3-15.
[89] İbn Hicce, Kahvet el-İnşâ’, Nuruosmaniye Ktb., nr. 3786., 126a vdv.; İsmail Aka, Mirza Şahruh ve Zamanı (1405-1447), Ankara 1994, s. 177.
[90] El-‘AynÎ, ‘Ikd el-Cumân, nşr. Abd er-Râzık et-TantavÎ el-Karmut, Kahire 1989, s. 295; El- Hatib, Nuzhet en-Nufûs, III, s. 100.
[91] İsmail Aka, Mirza Şahruh ve Zamanı, s. 177; İsmail Aka, “XV. Yüzyılın İlk Yarısında Herat- Kahire Münasebetleri”, XI. Türk Tarih Kongresi’nden Ayrıbasım, Ankara 1994, s. 807.
[92] İsmail Aka, Mirza Şahruh ve Zamanı, s. 177.
[93] İbn Hacer, İnbâ’, VIII, s. 382-383.
[94] El-Hatib, Nuzhet en-Nufûs, IV, s. 17-19.
[95] El-‘AynÎ, ‘Ikd el-Cumân, s. 627-628; el-Hatib, Nuzhet en-Nufûs, IV, s. 306-308; İbn Tagriberdi, Nucûm, XV, s. 365-366; es-SehâvÎ, et-Tibr el-Mesbûk fÎ Zeyl es-Sulûk, nşr; Mektebet el-Kulliyât el-Ezheriyye, Kahire, basım tarihi yok., s. 96-98.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.