Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Orta Balkanlar’da Osmanlı İdari Sistemi Ve Taşra İdaresi (XV. Yüzyıl)

0 14.998

Prof. Dr. Rossitsa GRADEVA

Onbeşinci yüzyılın başlangıcından hemen önce günümüz Balkan yarımadasının orta kesimleri Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilmişti. 14. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı seferleri ve akınları hala yıkıcı bir özellik taşımaktaydı. Buna rağmen, devletin merkez ve taşra idare yapısı ve organlarının oluşumunda bu dönem çok yoğundu. Edirne’nin fethinden hemen sonra Osmanlı’nın başkenti yapılması,[1] Balkanlar’ın devletin ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirildiğinin önemli bir göstergesiydi. Yeni fethedilen topraklarda yerleşilmesi fikri, yerel halk açısından önemli sonuçlar doğurdu. Osmanlı sultanları, sadece himaye (vassal) ilişkileri kurmak ve bu statünün gerektirdiği vergileri koymak, şeklindeki Balkan devletleri üzerinde egemenlik kurmaya ilişkin daha önceki modeli terk ederek, onların devlet olma niteliklerini ortadan kaldırma yoluna yöneldiler. O zamandan itibaren – 15. yüzyılın ilk yarısında devletin karşılaştığı bütün çalkantılara rağmen-Osmanlı otoritesi Balkanlar’da tam olarak yerleşerek XVIII ve XIX. yüzyıldaki milliyetçilik çağının gelişine kadar çok ciddi ödünler verdi.

14. yüzyılda fetihlerin erken aşamasında Osmanlı idari sistemi hâlâ kuruluş aşamasındaydı. Bunun izlerine daha sonraki dönem Osmanlı vakanüvislerinin anlatımlarında rastlayabiliriz. Balkanlar’ın fethi Orhan (1324-1362) Bey’in oğlu Süleyman’ın yanı sıra, başka askeri komutanlar ve diğer Türki beyliklerden gelen gruplar tarafından yürütüldü. Birinci Murad’ın saltanatı döneminde (1362-1389) bu İkincilerin faaliyetleri aşamalı olarak Osmanlı genişlemesinin genel yönelimleri ile eşgüdümlü hale getirildi ve onlar Osmanlı yöneticilerinin üstünlüğünü kabul etmek zorunda bırakıldılar.[2] Balkanlar’da yeni fethedilen topraklarda, Lala Şahin’i ilk Rumeli beylerbeyi atamak suretiyle ilk defa hanedanlığın doğrudan yönetiminde gerçek bir idari örgütlenmeyi başlatan I. Murad’dı. I. Beyazıd zamanında beylerbeyiliği sayısı ikiye yükseldi; ikincisi Anadolu topraklarını kapsamaktaydı. Takip eden yüzyıllarda beylerbeyilik sayısı arttı, fakat Anadolu ve Rumeli beylerbeyilikleri Tanzimat-öncesi dönemde ana yönetim birimleri olamaya devam etti-anılan dönemde Rumeli beylerbeyi, beylerbeyleri arasında en yüksek rütbeli olma statüsüne sahipti. En büyük idari bilirimler yaklaşık olarak bilinmekle birlikte, Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar ve hatta daha sonraki dönemdeki alt düzey idari yapı hakkında bilgimiz sınırlıdır. Burada amacımız orta Balkanlar bölgesinde kurulan ilk Osmanlı idari birimlerine ve Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520-1566) reformları öncesinde 15. yüzyılda taşra idaresi içinde yer alan ana kurumlara yeniden anlam vermektir. Ana kaynaklarımız, o döneme ait, çoğu basılmamış tımar ve cizye defterleridir.

Bazı kanunlarla birlikte bu kaynaklar Osmanlı taşra idari sisteminin, muhtemelen bir ölçüye kadar tahrif edilmiş ancak emsalsiz bir görüntüsünü sağlarlar. Onların bu konudaki en önemli eksikliği, elbette onların bizim burada kullanmayı düşündüğümüz amaçlar için değil de, merkezi otoritenin sipahi birlikleri ve toprak sahipliğini denetleme ihtiyacı ya da cizye vergisinin toplanması amacıyla tutulmuş olmalarıdır. Fakat onların içerikleri hakkında daha yakından yapılan bir inceleme, askeri örgütlenme üzerine kurulu idari sistemi ortaya çıkarmanın yanı sıra, Şeriat mahkemesi kadıları etrafında odaklaşan “sivil” idari birimlere yeniden anlam verilmesinde kullanılabileceklerini gösterir. Cizye defterleri, mevcut idari yapının sancaklar ve vilayetlere bölünmesini çok yakından izler gibi görünmektedirler ve bu haliyle onlar bazı durumlarda 15. yüzyıl boyunca sancakların idari yapısını öğrenebileceğimiz tek araç olma niteliğindedirler.

***

Osmanlıların Balkanlar’da genişlemesi döneminde, Osmanlı genişlemesinin bazı stratejik açıdan önemli güzergahlarında “uc”lar kuruldu. “Uc”lar, Hıristiyan komşularına karşı seferler düzenleyen ve iç işlerinde neredeyse tamamen bağımsız olan, yarı-bağımsız Osmanlı komutanları tarafından yönetilen topraklardı. Paşa Yiğit ve Evrenos Bey’in “uc”ları bu anlamda klasik örnekler olarak değerlendirilebilir. Bazı bilim adamları, Edirne’nin fethini ve hatta Hıristiyan ordularının Chernomen savaşındaki kötü yenilgisini Evrenos Bey’e ve Hacı İlbeyi’ne atfederler. Mevcut kaynakların bu yorumları şüpheli sayılabilir bir nitelikteyse de, Evrenos Bey’in Balkanlar’ın fethinde ve erken dönem Osmanlı Devleti’nin siyasi hayatında oynadığı rol konusunda şüphe yoktur. Onun yönetimi altındaki “uc”un ilk merkezi Gümülcine [günümüz Komotini şehri, Yunanistan] idi, fakat bu “uc”un, batıya doğru (bugünkü Mekadonya ve Kuzey Yunanistan’a doğru) genişlemesi ile birlikte, yönetim merkezi de batıya doğru -Serez [Serrai, Yunanistan] ve Yenice-i Vardar’a [Gianissa, Yunanistan] kaydı. Bu dönemin bir yansıması Feridun Bey’in belgeler koleksiyonunda bulunabilir. Bu koleksiyonda bir sancak olarak tarif edilen Gümülcine, Serez, Manastır [Bitola, Makedonya] Bihlişte [Belishta köyü, Arnavutluk] ve Hurpişte [Argos Orestikon, Yunanistan] arasındaki arazinin tamamı Sultan I. Murad tarafından Feridun Bey’in doğrudan yönetimine verildi ve buna topraklarını vakıflara dönüştürmek hakkı da dahildi.[3]

Paşa Yiğit’e verilen ve merkezi Üsküb’te [Skopje, Makedonya] bulunan “uc”, muhtemelen bu şehrin Ocak 1392 civarında Osmanlılar tarafından alınmasından hemen sonra kuruldu.[4] 1395’teki Rovine savaşından sonra bugünkü Makedonya’nın neredeyse tamamı doğrudan Osmanlı yönetimine girdi ve bu toprak parçasının büyük bir kısmı, sırasıyla Paşa Yiğit (1414’e kadar) ve varisleri İshak Bey (1414-1439) ve oğlu İsa Bey (1439-1463) tarafından yönetilen “uc”a dahil edildi. 1463’de Bosna da alındı. Üsküb “uc”u parçalandı ve İsa Bey Bosna’nın ilk sancakbeyi oldu. Bu “uc”un büyük bir kısmı Bosna sancağına, geri kalan kısmı da Paşa sancağına katıldı.[5] Benzer türden “uc”lar, merkezi önce Mığalkara ve daha sonra Tesalya’da olmak üzere Turakhan ailesi ve diğer askeri komutanların mensup olduğu önde gelen aileler tarafından kuruldu.

Üsküb “uc”una ait 1455[6] tarihli envanter ve Braniçevo subaşılığına ait 1467[7] tarihli envanter – Evrenos Bey’le ilgili adı geçen belge ile birlikte- bu “uc”ların yapısına ilişkin başlangıç niteliğinde bir tasvir yapmamızı mümkün kılar. 1455’te İsa Bey’e bırakılan “uc”, Üsküb, Kalkandelen [Tetovo, Makedonya], Zveçan, Ras, Seniçe, Yeleç ve Hodided vilayetlerine bölünmüştü.

Braniçevo subaşılığına ait defter bizi ilginç bir “uc” çeşidi ile karşıya getirir. Braniçevo bölgesi 1458 yılının yazında Osmanlı yönetimine geçmişti. 1460’da, Güvercinlik’te [Golubac, Sırbistan] oturan Ali Bey Mihaloğlu bölgenin subaşısı idi. Aynı yıl ilk defa Vidin sancakbeyi oldu. 1462-63 arasında Semendire [Smederevo, Sırbistan] sancakbeyi oldu ve daha sonra tekrar Vidin sancakbeyiliğine getirildi. 1467 dahil dönemin tamamında bu topraklarda “has” sahibiydi.[8] Bu olgu, bazı araştırmacıların, adı geçen bölgenin fethedilişinden kısa bir süre sonra Vidin sancağına katıldığını iddia etmeleri için sebepler oluşturdu.[9] Diğerlerine göre ise, Braniçevo bölgesi stratejik ve jeopolitik konumu nedeniyle, Vidin sancakbeyinin yönetimi altında -fakat sancağın kendi sınırları dışında- bağımsız bir subaşılık (vilayet) olmak gibi özel bir statüden yararlandı.[10] Semendire sancağının ilk sicilinde Braniçevo bu sancağın nahiyeleri arasındadır. Yine de, bölge kısa bir süre için gerçekten Vidin sancak teşkilatı içerisinde yer almış olabilir, çünkü döneme ait kayıtların neredeyse tamamı sancak sınırlarında sık sık değişiklikler yapıldığından bahseder.

Yine, henüz fethedilmemiş Tuna kıyısındaki Romanya ve Moldova prensliklerine bakan sınır bölgeleri olan ve akıncı baskınları için başlangıç noktası işlevini gören Silistre, Niğbolu, [Nikopol, Bulgaristan] ve Vidin gibi sonradan sancak yapılan diğer Balkan topraklarına da aynı ya da benzer bir statünün verilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Maalesef, Vidin[11] ve Niğbolu[12] sancaklarına ilişkin elimizdeki en eski veriler merkezileşmenin kuvvetlendiği bir döneme aittir; bu nedenle bu sancakların daha önceki statüleri hakkında sadece tahminde bulunabiliriz. Fakat, kendine ayrılan bölgede 33 köyün ve ailesinin 15. yüzyılın büyük kısmında yönetici olduğu Niğbolu ve Vidin’in[13] etrafındaki diğer yerleşim yerlerinin kendisine “arpalık -ocaklık” olarak Gazi Mihal’e verildiğinin teyidini Evliya Çelebi tarafından kaydedilen olayda ve daha sonraki dönemlere ait belgelerde bulabiliriz.

Bu “uc”lar genellikle Osmanlı sultanının fethine doğrudan katılmadığı, fakat Hıristiyan komşularla mücadelenin sürdürülmesi gerektiği topraklarda var oldu. Osmanlı fetihlerinin ilk aşamasındaki yarı-bağımsız askeri komutanlar ve liderler ve bunların varisleri de bir süre bir ölçüde bağımsız “yöneticiler” olarak hareket edebildiler, fakat zamanla bazı imtiyazlarını kaybettiler ve sonuçta normal sancak beyleri konumuna ulaştılar. Sultanın doğrudan yönetimi altındaki toprakların artmasını beraberinde getiren toprak genişlemesi sonucu olarak da “uc beyleri” önemlerinin bir kısmını kaybetti. II. Murad döneminde (1421-1451) merkezileşme ve merkez karşıtı güçler arasındaki ilişki kesinlikle sultanlar lehineydi, fakat gazi aileler Kanuni Sultan Süleyman dönemine (1520-1566) kadar yaklaşık bir asır daha önemlerini kısmen koruyabildiler. Sonunda, Kanuni döneminde idari teşkilatın bir birimi olarak “uc”lar lağvedildi ve Osmanlı topraklarının çoğunluğunun eyaletler, sancaklar, kazalar ve nahiyelere bölünmesiyle birlikte özel bir statüye sahip toprakların yerini normal Osmanlı eyaletleri aldı.[14]

***

Rumeli beylerbeyiliğinin kapsadığı merkezi otoritenin doğrudan kontrolü altındaki topraklar, sancak beyleri tarafından yönetilen sancaklara bölündü. Mevcut kaynaklara dayanarak, 15. yüzyılda Orta Balkanlar’da şu sancakların mevcut olduğunu varsayabiliriz: Paşa, Çirmen, Küstendil, Ohri, Niğbolu, Vidin, Silistre ve Sofya. Ayrıca, ele alacağımız diğer bazı merkezler-Manastır, Üsküb, Selanik [Thessaloniki, Yunanistan], ve Serez-hakkındaki bilgiler daha az kesindir. Önceki grupta yer alan sancaklara ilişkin geçerli iki prensip var gibi görünmektedir. Kronolojik olarak ilk prensip basitçe fetih sıralaması olmalıydı. Bu prensip en belirgin biçimde Paşa ve muhtemelen Çirmen ve Sofya sancakları örneğinde belirlenebilir. Anlaşılan daha sonra diğer bir prensip hakim olmuştur: fethedilen her bir devletin bir idari birim oluşturması (Niğbolu, Köstence, Ohri ve Vidin gibi) biçiminde ifade edilebilecek mevcut durumun sürdürülmesi prensibi. Silistre’nin durumuna ise her iki prensip de uygulanabilir.

Paşa sancağı, Rumeli beylerbeyiliğindeki en büyük sancaktı. Bu sancak, aynı zamanda burada yerleşmiş sipahilerin savaş zamanında şahsen komutanlığını yapan beylerbeyi tarafından doğrudan yönetilmekteydi. Sancağın ilk merkezi Edirne idi; daha sonra, 1443-44 tarihli Uzun Sefer esnasında açıkça gösterdiği gibi, merkez Filibe’ye [Plovdiv, Bulgaristan] nakledildi. Bu seferden daha sonraki bir zamanda, büyük bir ihtimalle 15. yüzyılın sonlarına doğru, beylerbeyilik merkezi (ve sancağın merkezi?) Sofya’ya taşındı ve bu durum 18. yüzyılın sonuna kadar da devam etti. Paşa sancağı alanının geniş olması nedeniyle iki bölüme ayrılmıştı-sağ ve sol. Savaş zamanında her iki bölüme ait sipahiler bir alaybeyinin komutası altına girerdi. Bu sancak, bugünkü Türkiye’nin Avrupa’daki topraklarının geniş bir parçasını, güney Bulgaristan, kuzey Yunanistan, Makedonya ve hatta Arnavutluk’un bazı bölümlerini kapsamaktaydı. Yine de sancağın sınırlarını tam olarak belirlemek şimdilik mümkün değildir. Çünkü bu sınırlar 15. yüzyıl boyunca değişikliğe uğramış, değişik zamanlarda bazı topraklar eklenmiş, bazıları da ayrılmıştır.

Bu nedenle, Bosna’nın 1463’te alınmasından sonra Üsküb, Kaçanik ve Kalkandelen vilayetleri Paşa sancağına, “uc”un geri kalan kısmı yeni kurulan Bosna sancağına katıldı.[15] Aşağı yukarı sürekli olarak bu sancağa bağlı kalan bölgeler şunlardı: Makedonya’da Kiçevo, Veles, Pirlepe [Prilep], Manastır; Kuzey Yunanistan’da Drama, Zıhna, Selânik, Demir Hisar [Siderokastron], Avret Hisar [Paleo Ginekokastron], Yenice-i Karasu, Siderokapsa, Karaferye [Verroia], Servia, Lerin, Kostur [Kastoria], Gümülcine; Arnavutluk’ta Hurpişte ve Bihlişte; Nevrekop [Gotse Delchev], Eski Zağra [Stara Zagora] bölgeleri, Filibe ve Pazarcık [Bulgaristan], Edirne’ye kadar Rodopların tamamı ve diğer yerler.[16] Sancak batıda Ohri, Arvanid ve Bosna, muhtemelen de Sofya sancakları; güneyde Gelibolu, Vize ve Çirmen ve bazen de Selanik ve Serez sancakları; kuzeyde Niğbolu ve Vidin sancakları ile sınır komşusu idi. 1530 tarihli deftere göre, Paşa sancağının sağ kısmına dokuz adet kadılık-Edirne, Dimetoka, Ferecik, İpsala, Tatar Pazarcık, Keşan, Eski Hisar-i Zağra, Kızılağaç [Elhovo, Bulgaristan], Filibe-bağlıydı; sol kısımda ise Gümülcine, Yenice-i Karasu, Zıhna, Drama, Siruz, Nevrekop, Demir Hisar, Selânik, Sidrekapsi, Avret Hisar kadılıkları vardı.[17]

Rumeli beylerbeyiliğinin bir idari alt-birimi olarak Çirmen sancağı, muhtemelen 14. yüzyılın sonu gibi erken bir dönemde, I. Murad ya da I. Bayezıd zamanında kuruldu.[18] İlk sancak beyi Saruca Murad Paşaydı ve yerine oğlu Umurbey geçti. Bu sonuncusu Çirmen’de ve sancağa bağlı Kazanlık, Hasköy [Haskovo, Bulgaristan] ve Yeni Zağra [Nova Zagora, Bulgaristan] gibi yerleşim alanlarında birkaç vakıf kurdu.[19] Bunların yanında sancak, günümüzde Bulgaristan topraklarında yer alan Chirpan bölgesini, Türkiye’deki Tekirdağ, Eyne Pazar ve Ergene bölgelerini de içine almaktaydı.[20] Osmanlı egemenliğine giren ilk Avrupa devleti Bulgar Târnovo kırallığıydı ve bu krallık bir bütün olarak bir idari birime katıldı. Elbette, burada daha önceki krallığa ait toprakların parçalara ayrılmadan 1390’lı yıllara kadar varlığını sürdürdüğünü kastetmekteyiz. Niğbolu sancağı ya da aynı toprak üzerinde bir idari yapı büyük bir ihtimalle 1395’de Ivan Shishman krallığı alındıktan hemen sonra kuruldu.[21] Bu sancağa ilişkin mevcut kayıtlar, fetihten yaklaşık seksen-doksan yıl sonrasına aittir.[22] Mevcut en eski (tımar) defterleri 1479 ve 1485 civarındaki yıllara aittir -ne yazık ki defterler bir bütün olarak mevcut değildir- ve bu kayıtlar Niğbolu sancağının aşağıda isimleri belirtilen idari alt birimlere sahip olduğunu anlamamızı mümkün kılar: Ivraca [Vratsa], Kievo (Teteven ve Yablanitsa civarında, Lovech bölgesi), Lofça [Lovech], Mramorniçe (Iskâr ve Vit nehirleri boyunca), Niğbolu, Şumnu [Shumen], Çernovi [Cherven köyü, Ruse bölgesi], Izladi [Zlatitsa], Çibre [Gorni Tsibâr köyü, Montana bölgesi], Rahova [Oriahovo], Plevne, Tırnova [Târnovo], Kur°una [Krushuna köyü, Lovech bölgesi], Reseleç [Reselets köyü, Lovech bölgesi], Nedeliçko (muhtemelen Lukovit civarında), Ziştovi [Svishtov], Krapiç [Krepcha köyü, Rusebölgesi], Ala Kilise [Omurtag], Gerilova [merkezi muhtemelen Shumen bölgesindeki Vârbitsa köyü idi], Kölene [Kolena köyü, Haskovo bölgesi], Yerkeç [Kozichino köyü, Pomorie yakınında], İslimiye [Sliven]. Bunlardan bazıları vilayet, bazıları da nahiye olarak adlandırıldı. Sadece “bağlısı” olarak tanımlanan üçüncü bir grup, bir çeşit idari merkez olarak belirdi, ancak bunların nitelikleri belirsizdi. Bu yapılanma aynı dönemin cizye defterleri tarafından da büyük ölçüde teyit edildi. 1488/89 defterinde aynı başlık altında Niğbolu, Ziştova, Pilevne, Nedeliç, Reseleç, Tırnovi, Lofça, Ivraca, Çernovi ile birlikte Rusi [Ruse], Kurşuna ve Kınık (?) vilayetlerini bulabiliriz.[23] Bu yapı 1491 tarihli cizye defterinde tek bir farkla tekrarlandı ve bu farklılığı sadece yukarıda değinilen Kınık’ın Kieva olarak doğru yazılmasına bağlayabiliriz.[24] Bu kayıtlara dayanarak sancağın sınırlarını neredeyse tamamen belirleyebiliriz. Bu sınır kuzeyde Tuna nehriydi. Bunun tek istisnası nehrin sol yakasındaki iki tahkim edilmiş bölge-Holovnik [Turnu Magurele yakınında, Romanya] ve Yergöği [Giurgiu, Romanya] adlı, Tuna ötesine yapılan Osmanlı seferleri için bir köprübaşı olan iki kale- Niğbolu sancağına bağlı olarak doğrudan Osmanlı otoritesine tabi idi. Bu yerler daha sonra kadılık statüsü kazandı. Bu sancak batıda Vidin ve Sofya sancakları ile ortak sınıra sahipti. Güneyde sınır Balkan sıradağları [Stara planina] boyunca uzanmıştı, fakat kimi yerlerde, İzladi nahiyesi (güney batıda) ve Kölene, Yerkec ve İslimiye nahiyeleri (güney doğuda) dahil olmak üzere bu dağların ötesine geçmişti. Ne yazık ki sonraki örnekte sınır çizgisinin nereden geçtiğini daha ayrıntılı olarak belirleyebilmek için çok az köyün durumu hakkında bilgi sahibiyiz. Kabaca, bu bölgede Paşa, Çirmen ve Silistre sancakları ile ortak sınır vardı. Doğuda komşu sancak Silistre idi, ancak burada sınır hattı daha da az belirgindi-yaklaşık olarak Tundzha nehrinin yön değiştirdiği noktadan Tuna nehri üzerindeki Tutrakan’a kadar uzanmaktaydı, fakat daha sonra inceleyeceğimiz gibi, çok sayıda statüsü belirsiz toprakları da içermişti.[25] 15. yüzyılın sonuna doğru ve 16. yüzyılın başında sancağın sınırları belirgin biçimde küçüldü; sancak güneydeki, diğer bir deyişle Balkan sıradağlarının ötesindeki topraklarının çoğunu -bu dağların güney silsilesi burada sınırı oluşturacak biçimde- kaybetti.[26]

Kronolojik olarak Küstendil sancağı, Niğbolu sancağı ile tamamen aynı zamanda kuruldu ve Rovine savaşında hayatını kaybeden Osmanlı himayesindeki Constantine Dejan’ın kontrolündeki toprakları kapsadı. Onun ölümü üzerine prensliği ilhak edildi ve kısa bir süre belirsiz bir statüde kaldıktan sonra tam anlamıyla bir sancak haline geldi.[27] 1488/89 ve 1491 tarihli cizye defterlerinde bu sancağın parçasını oluşturan idari birimleri kayıtlarında karşılaşılan bazı belirsizlikler bizi küçük vilayetlerin daha önemli merkezler etrafında gruplandırıldıklarını düşünmeye sevk eder. Bu nedenle, “Ilıca Küstendil [Kiustendil, Bulgaristan], Islavişte, Kumaniçe, Gorne Kraişte (bugünkü Makedonya’da) ile Batı Bulgaristan’daki Piyaniçe, Koçani, Macedonia, Dupniçe, Siriştnik (Pernik bölgesinde), Radomir vilayetlerinden gayrimüslimlerin sayısı” bölüm başlığı ile karşılaşabiliriz. Diğer bir grupta Strumiçe, Maleşevo, Konçe, Tikveş [Macedonya] ve Petriç [Bulgaristan] vilayetlerinin ve son olarak üçüncü bir grupta Iştip [{tip], Nogeriç [Nagorieane] ve Kratovo’nun (Macedonia) yer aldığını görebiliriz.[28] 16. yüzyılın başlarına doğru bu sancak bugünkü güneybatı Bulgaristan topraklarını (Kiustendil, Petrich, Radomir, Pernik, Dupnitsa) ve Makedonya’yı (Kratovo, {tip, Strumitsa, Tikve{ ve diğerleri) içeriyordu.[29]

Rovino Savaşı’ndan sonra Kral Marko’nun ölümünü takiben diğer bir sancak daha kuruldu. Ohri sancağı bugünkü Makedonya’daki Ohri, Devar, Staravo bölgelerini ve Karadağ ve Arnavutluk’tan kimi bölgeleri kapsamıştı.[30] 1488/89 ve 1491 tarihli cizye defterleri aşağıdaki vilayetleri iki bölüm başlığı altında kaydeder. Birinci grup, Debriç [Debartsa] ile birlikte Ohri [Ohrid], Prespa, Mokri (Macedonya’da), ve diğerleri, Yukarı ve Aşağı Debar (Makedonya’da) ile birlikte Çerniçe [Emici, Karadağ], Veliko Brde [Karadağ’da aynı isimdeki köy], Rika [Rieka Ernojeviee köyü, Karadağ], Akça Hisar [Kruja, Arnavutluk], Tamatie [Tamade bölgesi, Arnavutluk], Mat [Mat nehri kenarında, Arnavutluk] ve Karlo’yu içerir.[31] Fakat, Debar çevresindeki topraklar ve Arnavutluk’taki bölgeler, ancak 15. yüzyılın üçüncü çeyreğinde İskender Bey isyanının bastırılmasından hemen sonra sürekli olarak Osmanlı taşra idaresine katıldı.

Bir yıl sonra, Batı Avrupalı haçlıların 1396’da Niğbolu savaşında yenilmesini takiben Bulgar Vidin Çarlığı ilhak edildi. Yeni kurulan sancağın sınırları yaklaşık olarak Ivan Sratsimir’in krallığının sınırları ile aynıydı.[32] Bu sancağın yapısına ilişkin ilk veriler 1454/55 yıllarına aittir. İcmal defteri kayıtlarına göre, Vidin vilayetini ve İsfırlig [Svrlig köyü, Sırbistan], Bane [Soko Bane, Sırbistan] and Belgrad [Belogradchik, Bulgaristan] nahiyeleri ile birlikte Timok (aynı isimdeki nehir boyunca), Gelvie (Crni Timok nehrinin yukarı kesimi boyuca), Veleşniçe, Çerna reka (Crna reka nehrinin orta ve yukarı kesimi boyunca) ve Zagorie adlı türü kesin olarak belirlenmemiş idari birimleri kapsamıştı.[33] 1467/68 tarihli tımar defterinin bir parçası şu alt birimlerin varlığını kaydeder: Vinişniçe (yukarıda değinilen Veleşniçe adlı birimin değişik bir okunuşu olabilir), Klivie (muhtemelen Gelvie’nin değişik bir okunuşu), Zagorie, Timok, Çerna reka, Polomie, Isfırlig, Bane, Belgrad ve Vidin. Yine bu sicilden elde edilen veriler, Vidin vilayetinde ve Çerna reka, Zagorie ve Tımak vilayetlerinde olduğu gibi, küçük nahiyelerin daha önemli merkezler etrafında gruplandırıldığı daha karmaşık yapıların varlığını belirtir.[34] 1478/81 tarihli defterin parçalarına göre, Vidin sancağı şu idari birimleri içermekteydi: İsfırlig, Zagorie, Bane vialyetleri,[35] Belgrad nahiyesi, Vereniçe, Gelvie, Çerna reka, Veleşniçe zeametleri.[36] 1488/89 ve 1491 tarihli cizye defterlerinde bu sancakta yaşayan gayrimüslimlerin kayıtları tek bir bölüm başlığı altında toplandı. Burada şu vilayetlerin adı geçer: Vidin, Timok, Glavie [Gelvie, Klivie] ve Teşniç [1491 defterinde Neşbetiç][37] Çerna reka, Belgrad, Isfırlig, Bane, Vereniçe köyleri (1491 defterinde bu köylerin adı geçmez, onların yerinde Kray ve Trebiçan vilayetleri vardır).[38] Mevcut bütün kayıtlardan elde edilen veriler Vidin sancağının nispeten istikrarlı sınırlara ve iç bölünmelere sahip olduğu sonucuna ulaşmamıza imkan verir.

Silistre sancağı Osmanlı fetihlerinin değişik aşamalarında ilhak edilen toprakları kapsar. Yambol ve Nessebâr arasındaki Ivan Shishman krallığına ait bölge ve Karadeniz kıyısındaki kasabaların iç bölgeleri 1370’li yıllarda Osmanlı Devleti ile bütünleştirildi, ancak Nessebâr şehrinin yöneticileri bir kaç defa değiştirildi. 1403 tarihli anlaşma ile I. Beyazıd’ın oğlu Süleyman tarafından Bizans’a geri verildi ve İstanbul’un alınışına kadar Bizans yönetiminde kaldı.[39] Çandarlı Ali Paşa’nın 1388’deki cezalandırmayı amaçlayan seferinden sonra, Despot Ivanko’nun -Kuzeybatı Bulgaristan’ın yöneticisi- hakimiyetindeki topraklar Osmanlı Devleti’ne katıldı. O zamandan sonra bu topraklar Silistre sancağının özünü oluşturdu. 15. yüzyılın ortalarına doğru Karadeniz kıyısındaki Bizanslılara ait şehirler de sürekli olarak Osmanlı Devleti’ne katıldı. II. Beyazıd’ın saltanatı döneminde (1481-1512) yeni fethedilen Mangalie, Köstence ve Kuzey Dobruca’daki Babadağ bölgeleri (Romanya) bu sancağa katıldı.[40]

Ne yazık ki, 15. yüzyılda bu sancağın iç idari bölümlerini tanımlamak için şimdilik tamamen iki cizye defterine dayanmak zorundayız. Her iki defterdeki bilgiler benzer niteliktedir: Vilayetler iki bölüm başlığı altında toplanmıştır. İki grup vilayeti birbirinden ayıran çizgi yaklaşık olarak Balkan sıradağlarıdır. Dağ silsilesinin kuzeyinde yer alanlar birinci grubu oluşturur -Silistre, Pravadi [Provadiya], Madara, Petriç (Varna yakınlarında), Gerlovo ve Anhialo [Pomorie]; güneydekiler ise ikinci gruptadır- Yambol, Aytos, Rusikasri köyü [Rusokastro, Burgaz bölgesi], Karınabad [Karnobat], Eskihisar-i Zağra, Mesemvri [Nessebâr], Süzebolu [Sozopol], Agatopoli [Ahtopol], tamamı Bulgaristan’da, ve Midye [Kıyıköy, Türkiye] ve diğerleri.[41] Böylece, 15. yüzyılın sonuna doğru Silistre sancağı, Karadeniz kıyısı boyunca güneyde Kırklareli’nden kuzeyde Tuna deltasına kadar uzanmıştı. Ancak sancağın batı sınırı oldukça istikrarsız gibidir. Gerlovo bölgesi bazen Niğbolu bazen de Silistre sancağına bağlanmıştı. Yambol ve Eski Zağra bölgelerinin durumu da aynıydı. İlki bazen Çirmen kimi zamanlar da Silistre sancağına bağlandı. Sonraki ise, bazen Paşa diğer zamanlarda Silistre sancağına bağlıydı.

Sofya’nın yönetimi ve burada 1380’lerin ilk yıllarında fetihten kısa bir süre sonra sancak teşkilatı kurulması hakkındaki tek kaynak, burayı fethedenin ve ilk sancakbeyinin İnce Balaban olduğunu belirten Feridun Bey’in koleksiyonundan[42] iki belgedir. Muhtemelen bu eski yönetim birimi gazi beylere verilen fakat doğrudan Osmanlı sultanının kontrolü altında olan “uc” niteliğinde bir sancaktı.

Sofya sancağından bir idari birim olarak 1488/89 ve 1491 cizye defterlerinde, birisi “Sofya livasında Berkofçe [Berkovitsa] ve Aşağa Bucak [Temnisko, Pirot bölgesi, Sırbistan] vilayetlerinde garimüslimlerin cizyesi”, ikincisi ise Sofya ve Şehirköy [Pirot, Sırbistan] ile birlikte İznebol [Znepole bölgesi ile birlikte Trân kasabası, Bulgaristan] bölüm başlıkları altında bahsedildi.[43] Elbette Sofya sancağı, Rumeli beylerbeyinin ikamet ettiği merkez olarak 16. yüzyıl boyunca varlığını sürdürdü. Sofya sancakbeyi Malkoçoğlu Ali Bey Çaldıran Savaşı’nda öldü.

Onun yerine sırasıyla Canberdi Gazali ve Mustansıroğlu Ali Bey geçti. Son olarak, Sofya sancağına ilişkin 1525/26 tarihli bir kanun vardır ve bu kanuna göre bu sancak Şehirköy, Berkofçe, Samokov ve Sofya kazalarını içermekteydi.[44] Bütün bunlar Paşa sancağı ve Sofya sancağı arasındaki ilişki ve Rumeli beylerbeyinin her zaman ikamet edeceği yerin Paşa sancağı olup olmadığı sorularını gündeme getirir.

Döneme ait belgelerde bazen sancak, bazen diğer sancakların alt bölümleri olarak görünen ikinci grup sancakların durumu daha karmaşıktır. Bu nedenle kimi bilim adamlarına göre Manastır [Bitola] hiçbir zaman bir sancak merkezi olmamıştı.[45] Fakat son zamanlarda basılan kaynaklar, Fatih ve II. Beyazıd’ın saltanatının belli dönemlerinde bu sancağın var olduğunu ortaya çıkardı.[46] 16. yüzyılın başında Manastır sadece Paşa sancağına bağlı bir kaza idi.[47] 15. yüzyıl cizye defterlerinde Manastır ayrı bir bölüm başlığı altında yer aldı. Burada Manastır’ın herhangi bir sancağa bağlılığı ya da diğer vilayetlerle arasında özel ilişkiler mevcut olduğunu gösteren hiçbir işaret yoktu.[48]

D. Shopova’ya göre, Üsküb [Skopje] “uc”u 1463’de dağıtıldı ve ancak 16. yüzyılın ortasında bir sancak olabildi.[49] Fakat, statüsü bir kaç defa değişmiş olmalıdır. Çünkü Üsküb’ün bazan Paşa ya da Manastır sancağının bir kazası ve hatta bir sancak olduğu görülmektedir.[50] Son olarak, cizye defterlerinden biri, Kalkandelen’in “Üsküb vilayetine” bağlı olduğunu belirtir.[51]

Selânik [Thessaloniki] ve etrafındaki bölge de 14. ve 15. yüzyıllarda oldukça değişken idari yapılanmalar içinde yer aldı. Bu şehir sonunda 1430 yılında Osmanlıların eline geçti. Hemen sonrasında şehir ve civarının Paşa sancağına katılmış gibidir. Yine 1530’lu yılarda Paşa sancağına bağlı bir kaza olduğu anlaşılmaktadır.[52] Fakat diğer belgeler 15. yüzyılın belli dönemlerinde burasının Selanik, Drama, Yenice-i Vardar, Kavala, Karaferye, Alasonya ve Thassos adasını içine alan bir sancağın merkezi olduğunu ortaya koyar.[53] Bu durum 15. yüzyıla ait cizye defterleri tarafından kısmen teyit edilmiştir. Bu defterlerde Selanik, Kalimerie [Kalamaria], Hortaç [Hortiatis, Selanik bölgesinde], Avret Hisar, au°meni (ya da diğer kaynaklarda geçtiği şekiyle Sosmanoz), Cebl-i Bogdanos [Vertikos dağı], Yenice-i Vardar, Olivire [Mâglen’e ait bir bölge], Sidrekapsi madenleri [Siderokavsia], Evrenos Bey’in vakıfları tek bir bölüm başlığı altında toplanmıştı.[54]

Son olarak, Fatih dönemine ait bazı belgelerde Serez’i [Serrai] Manastır sancağının bir kazası, diğerlerinde ise Serez, Demir Hisar, Zıhna, Drama (Yunanistan’da), Nevrokop, Melnik ve Petriç (güney Bulgaristan’da) kazalarını içine alan bir sancak, üçüncü olarak da -daha önce bahsedildiği gibi- Paşa sancağına bağlı bir kaza olarak görebiliriz.[55] Cizye defterlerinden edinilen bilgiler, en azından bunların yazıldığı dönemde, Serez merkezli bir sancağın bulunduğunu destekler nitelikte görünmektedir. Bu sancağı oluşturan vilayetleri daha sonraki üç bölüm başlığı altında bulabiliriz: Siruz, Poroyka [bilinmiyor], Yoteaka [bilinmiyor], Keşişlik [Dervisiani köyü, Serez bölgesinde], Sirez “has”ları, Halil Paşa “has”ları vilayeti, Istifanie vilayeti [Stefanina, Selanik bölgesinde], Nigel madeni vilayeti, Çeltikçiler cemaati, Zihna vilayeti, Drama madeni dahil Nikşani vilayeti, Kavala madeni nahiyesi, Axhatie nahiyesi [Xhanthi, Yunanistan], Gümülcine dahil Yenice nahiyesi, Despina Hatun köyleri.[56]

***

Sancaklar daha alt düzeyde vilayetlere ve nahiyelere ya da her ikisine birden bölündü. O dönemde askeri bakış açısının Osmanlı idaresinde hakim anlayış olduğu dikkate alınarak, sancakların alt birimlerinin tam anlamıyla idari birimler olmaktan daha çok, bir askeri birim olan sancağın askeri alt birimlerini ifade ettiği söylenebilir. Bazı durumlarda neden belli bir terimin diğerine tercih edildiğini açıklamak henüz mümkün değildir.

Fakat mevcut kayıtlardan edinilen bilgiler daha önce ortaya atılan bir hipotezi -vilayetlere ayırma işleminin belli bir toprak fethedildiğinde yapıldığı ve zaman içinde bu ayrımın yerini normal idari birimlerin (nahiyeler) aldığı görüşü- reddetmek için yeterli nedeni sağlar.[57] Her şeyden önce, incelenen dönem boyunca -Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatına kadar- iki terim birden çok anlama gelmekteydi.[58] Her iki terim Osmanlı kronolojilerinde ve kayıtlarında sancak ve sancağın alt birimleri anlamına gelen bölgeleri ifade eder bir tarzda değişimli olarak kullanılırlar. Bu nedenle, Vidin sancağının 1454/55 tarihli defteri, terimin salt olarak vilayet anlamına gelmek yerine muhtemelen sadece “Vidin bölgesi” anlamına gelen “Vidin vilayeti” başlığı ile başlar. Cizye defterindeki bazı bölüm başlıkları da -çoğu zaman sancakları doğru biçimde göstermelerine rağmen- böyle bir uygulamayı yansıtır niteliktedir. Bu nedenle örneğin “Bosna vilâyetinde Popoviçe vilâyeti” ya da “Arnavut vilayetinde Pavlo vilayeti” ve benzerlerine rastlanabilir.[59]

Benzeri bir durum Hersek sancağına ait 1477 yılı envanterinde de görülebilir; envanteri hazırlayanlar “Hersek vilayet sancağı” başlığını kullanmıştır.[60] 16. yüzyılın başına kadar terminoloji daha tutarlı ve sistemli hale geldi. Bu süreç Kanuni Sultan Süleyman’ın reformları ile son noktasına erişti. Bu reformla vilayet temelde bir vergi birimi -özellikle cizyenin toplanması açısından[61] -olurken, nahiyeler kazaların bir alt birine dönüştü.

15. yüzyılın sonu-16. yüzyılın başında diğer bir eğilim daha oluşmaktaydı. 15. yüzyılın bazı vilayetleri ve nahiyeleri, küçük yerleşim birimlerinin komşu idari birimlere katılması ya da iki veya daha çok birim arasında paylaştırılması sonucunda büyüdüler. Bu nedenle, Niğbolu sancağının yukarıda değinilen alt birimlerinden 16. yüzyılın başına gelindiği zaman sadece Niğbolu, Ziştova, Tırnovi, Ivraca, Çernovi, Lofça, Şumnu, Izladi, Selvi ve Rahova kazaları mevcuttu ve bunlardan bir kısmı daha önceki nahiyelerden bir kaçını kapsamaktaydı. Örneğin, Tırnovi kazası, Tırnovi, Sahra, Ala Kilise, Kurşuna kazasının bazı bölümlerini; Ivraca kazası, Ivraca, Cibre Nedeliçko’nun bazı bölümlerini ve Reseleç’i; Lofça kazası, Lofça ve Kievo ile birlikte Nedeliçko, Reseleç, Mramorniçe’yi içermekteydi.[62]

Küçük birimlerin[63] sınırlarının belirlenmesinde temel sorunlar döneme özgü bir problemden kaynaklanır. Çoğu zaman bir idari birim başlığı altında, aynı sancak içinde diğer sancaklara ait olan yerleri de içeren tımarlarla karşılaşırız. Bu durumlarda muhtemelen en önemli prensip, tımar merkezinin bulunduğu ya da tımar sahibinin mensup olduğu askeri birliğin bulunduğu idari birime göre kayıtları tutmaktı. Bunun yanında, pek çok durumda kayıtlar bütünlük göstermez. Yine Türk göçebe kabilelerinin oturduğu yerleşim birimlerinden bir kısmının -özellikle bugünkü doğu ve hatta orta Bulgaristan’da bulunanların- tanımlanmasında problemler vardır. Son olarak, yirmi köyün Serez vilayetinden alınarak Gümülcine vilayetine bağlanması olayında olduğu gibi, bir veya daha fazla köyün diğer bir birime bağlanmasından kaynaklanan sınırların sıkça değişmesi olayları mevcuttu.[64]

Çoğu zaman, 15. yüzyılın vilayet ve nahiyeleri Osmanlı öncesi döneme ait isimleri taşır. Bu da Osmanlı fethinin hemen öncesinde Balkan topraklarının idari yapısına göz atmamızı mümkün kılar.[65] Ne yazık ki, toprakların çoğuna ilişkin Osmanlı öncesi malzemenin oldukça az oluşu, 15. yüzyıl Osmanlı kayıtlarından elde edilen malzemenin bu bakış açısından analiz edilmesi ihtimalini önemli ölçüde sınırlandırır. Niğbolu sancağının Kievo ve Mramorniçe vilayetleri, Vidin sancağınıın Glavie ve Zagorie ve diğerleri açık bir biçimde belli bir yerleşim yerinin ismi ile alakalı değildi ve Slav dilinden gelmemekteydi. Bunlardan bazılarının fetih öncesinde mevcut olan daha önemli feodal mülki idari birimlerinin ya da topraklarının sınırlarını takip etmesi kuvvetle muhtemeldir. 15. yüzyıl Osmanlı kayıtlarında tescil edilen idari birimlerin çoğunun, genellikle Osmanlı öncesi kaleler ve kasabaları merkez olarak alması bu açıdan bir gösterge niteliğindedir.

Osmanlılar askeri-idari sistemle birlikte, yeni fethedilen toprakların sivil idaresi ve Şeriat mahkemesi yargıçları kurumu ile alakalı olan diğer bir sistemi de -kadılar- kurdular. Bununla birlikte, 15. yüzyıl vergi ve tımar kayıtları nahiyeler ve vilayetler esas alınarak tutulmuştu ve bu da kazalar hakkındaki verilerin oldukça tesadüfi olmasına yol açmıştı. Yine de, 15. yüzyıla ait tımar defterleri ve diğer belgelerin incelenmesi, 15. yüzyıldaki kadılar arasındaki ağın (dolayısıyla kaza sisteminin) çok gelişmiş olduğunu -Osmanlı topraklarını neredeyse tamamen ve yoğun biçimde kapsadığını- ortaya çıkarır.[66] O dönemde kazalar genellikle birden fazla nahiye/vilâyet içermekte, fakat bazı durumlarda kaza ile nahiye/vilâyet’in sınırları örtüşmekteydi. 15. yüzyılda kadılar hâlâ askeri teşkilatın bir parçası konumunda idiler. Çoğu zaman ücretleri karşılığında tımar almakta ve etkin biçimde askeri görev ifa etmekteydiler, bu nedenle en azından belli bir dereceye kadar askeri yöneticiye bağlı durumdaydılar.[67] Kaza, bir kadının adli işlerden sorumlu olduğu bir bölgeydi, fakat kadılar henüz daha sonraki dönem kadılarının sahip olduğu idari işlevleri yüklenmemişlerdi. Buna ek olarak, kadıların atanması o bölgede Müslümanların bulunmasına bağlıydı; bu durum, yerel halkların Müslümanlaştırılması sürecinin henüz başlangıcında olduğu 15. yüzyılda, kaza ağının gevşek bir sistem olmasına yol açtı. Diğer taraftan, anlaşılan kadılar sultanın çıkarlarının koruyucuları olarak görülmüştü. Bu nedenle onların önemli ekonomik merkezler ve yerlerde -merkezi otoritelerin, bağımsız ve doğrudan bir bilgi kaynağına ihtiyaç duyduklarını düşündükleri her yerde- oturdukları anlaşılmaktadır.[68]

Bununla birlikte, 15. yüzyılın son yirmi yılına ait kayıtlar kazaların, tımar sistemi içinde daha fazla önem kazanmaya başladığını gösterir. aKodra sancağına ait 1485 tarihli bir kayıtta, kazanın nahiyeden daha üst bir idari birim olduğunu, örneğin Komaran nahiyesinin Bihor kazasına, Koça nahiyesinin Podgoriçe[69] kazasına bağlı olduğunu vb. görebiliriz. Aynı döneme ait diğer bir belge Niğbolu kazasının var olduğunu gösterir.[70] Bu konuda çok ilginç olan bir durum, 1494-1503 dönemine ait bir defterde vilayetlerden kazalarla birlikte söz edilmesidir.

15. yüzyıl tımar defterlerinin çoğunda olduğu gibi, yaygın formül, idari birimin türünü tam olarak belirtmeksizin “filanca köy falancaya bağlıdır” diye belirtmektir. Ancak, Mesih Paşa haslarının envanterinde şu türden kayıtlarla karşılaşabiliriz: “Pripadna köyü Avret Hisar kazasında Bogdanos’a bağlıdır”, “Graditna köyü Avret Hisar kazasında Bogdanos’a bağlıdır” ve diğerleri. Bundan başka, Rayanova köyü Demir Hisar kazasına bağlıdır ve Eftalis mezrası, Serez kazasındaki Keşişlik’e bağlıdır ifadeleri ile karşılaşabiliriz.[71]

Bu gelişme sürecinin doğal sonucu, hem sivil idare ve hem de askeri birim niteliklerini bünyesinde taşıyan kazalar sancakların temel idari alt birimi olarak 15. yüzyıl nahiyeleri ve vilayetlerinin yerini almasıydı. Bu değişimin tespit edebildiğimiz en erken işaretlerinden biri, tımarların “Bırvenik Kadılığı” başlığı altında kaydedildiği 1519 tarihli Zvornik sancağına ait defterde bulunmaktadır.[72] Ancak tımarların geri kalan kısmı nahiyeler esas alınarak kaydedilmişti. 1533’te bu sancaktaki bütün tımarlar nahiyeler esas alınarak kaydedilmişti. Bu gelişme 16. yüzyılın büyük bir kısmında, kararlı bir biçimde idari birimler arasında daha karmaşık bir hiyerarşi kurulmasına yol açacak bir tarzda, devam etti. S. Faroqhi’ye göre, bazı bölgelerde hiyerarşi “eyalet-sancak-kaza- nahiye” biçiminde bir sıralama takip ediyordu. Kuruluşu 1550’lere kadar giden, adli işlere naiblerin baktığı nahiye, bu sıralamada kazanın bir alt birimi idi. Yine de 16. yüzyılın sonuna kadar aynı idari birime bir defasında kaza diğer defasında nahiye dendiği[73] ve nahiyelerin sancak ya da kazaların alt bölüme sahip olmayan alt-birimleri olarak adlandırıldığı anlaşılmaktadır.[74]

***

Sancak idaresinin başı, aynı zamanda genellikle o sancaktaki en büyük tımarın sahibi olan – elbette sultana ve merkezi idarenin yüksek düzey yöneticilerine ait haslar hariç- sancakbeyidir. O, sefer zamanında yönettiği sancağa ait sipahilerin askeri komutanıdır. Teoride sancaktaki sivil hayatın yönetiminden de sorumludur, fakat pratikte, genişlemenin hızlı olduğu bu dönemde sürekli savaş görevine çağrılması nedeniyle, sivil görevleri giderek artan oranda, başta kadılar olmak üzere “sivil” memurlar tarafından üstlenilmiştir. İdareci olarak sancakbeyinin başlıca görevi bulunduğu yerde kamu düzenini ve güvenliğini sağlamak ve en genel ifadeyle, sultan ve merkezi otoritenin çıkarlarını korumaktı.

Tımar sisteminin 15. yüzyılda Osmanlı askeri gücünün belkemiği ve merkeziyetçiliğin başlıca askeri savunucusu olarak rolü, Osmanlı taşra idaresinin tamamını etkiler nitelikteydi. 15. yüzyılda merkezi otoritenin sancak beylerine, tımar vermek ve verilmiş tımarları denetlemek dahil, önemli miktarda imtiyaz tanıdığı anlaşılmaktadır. “Uc” beylerinin yetkileri daha bile fazla olmalıdır. Yukarıda atıfta bulunulan belgeye göre, Evrenos Bey kendi sancağındaki sipahilere tımar ve maaşlar tahsis etmenin yanında toprakları vakıflara çevirmekte serbestti.[75] “Uc” beylerinin normal sancak beylerine giderek daha fazla benzediği bir dönemde oluşturulan Üsküb “uc”u hala bazı özel durumları gösterir niteliktedir. Bunların muhtemelen en önemlilerinden biri tımar sahiplerinden büyük bir kısmının İsa Bey’in hizmetkarları ve köleleri (gulâm) olarak tanımlanmaları ve bunlardan bir kısmına “uc” beyinin hasları aleyhine olacak biçimde tımarlar verilmesi olgusudur.[76] Bununla birlikte, Üsküb ve Braniçevo envanterlerinin, “uc”ların kaldırılmasının hemen öncesinde bu idari birimlerin ileri derecede geliştiğini ortaya çıkardığı unutulmamalıdır. Tımarların ve “uc”ların envanterlerinin çıkarılması olayının kendisi bunu destekler niteliktedir. “Uc” beylerinin tımar sahiplerinin belirlenmesinde büyük ölçüde yetkili olmalarına rağmen, merkezi otoritenin bu bölgelerde toprak sahipliğini düzenlediği ve düzenleyebildiği anlaşılmaktadır. Diğer ilginç bir ayrıntı -Üsküb ve Braniçevo için ortaktır- İsa Bey’in Üsküb’ün “uc” beyliği ile subaşılık görevlerini kendi üzerine alması ve bölgedeki tek has sahibi olmasıdır.

Daha alt düzeyde, nahiye ve vilayetlerde genelde ilgili idari birimdeki en geniş tımarın sahibi subaşılardı. Çoğu zaman bu subaşılar zeamet sahibiydi. Subaşılar da bölgedeki kamu düzenini ve güvenliğini korumak ve oradaki sipahileri yönetmekle görevlendirilmişlerdi. Yine onlar askeri seferlerde kendi askerlerinin komutanlığını yaparlardı. Muhtemelen her vilayette var olan çeribaşları/seraskerler subaşının yardımcısı olarak görev yapmaktaydı. En alt düzeyde ise, idari kontrol sipahilerin kendileri tarafından yerine getirildi. Oldukça sınırlı imtiyazlara sahip olmalarına rağmen, sipahilerin Osmanlı otoritesinin temsilcileri ve bu otoritenin in situ (yerel) simgesi kabul edildikleri anlaşılmaktadır. Çoğunlukla sınırlara yakın ve askeri faaliyetlerin odağını teşkil eden topraklarda bulunan kalelerde, mustahfizan karakolları ve dizdarların komutası altındaki diğer askeri güçler ve milis müfrezeleri yer almaktaydı. 15. yüzyılda dizdarlara da hizmetlerinin karşılığında, genellikle normal sipahilerden daha küçük olan, tımarlar tahsis edilmişti.

Sancaklarda, askeri görevlilerle birlikte, bu derece titiz bir güçler ayrımı var olduğu ölçüde, “sivil” görevliler de mevcuttu. Gerçekte, “sivil” görevliler pek çok açıdan askeri teşkilat ile ilişkili ve onun bir görevlisi idiler.

15. yüzyılın ikinci yarısında defterdarlar defterhane tarafından atanmaya başlanmıştı; böylece onlar beyin gözetiminden daha bağımsız hale geldiler. Onların asıl görevi sancaktaki mali işleri ve öncelikle de sultanın mali işlerini yürütmekti. Diğer bir önemli memur da kadı idi. 15. yüzyılda adli problemlerine çözüm aramak için Şeriat mahkemelerine müracaat eden Hıristiyanların sayısı fazla değildi, ancak bu dönemde Müslümanlaştırma sürecinin hız kazanmakta olduğu beklenebilir. Kadı, şehir hayatının gözetimindeki, pazar fiyatlarının düzenlenmesindeki, pazarda satılanların üretimi ve verimi konusundaki, kazanın toprakları üzerinde bulunan gelir kaynaklarının envanterinin çıkartılmasındaki ve diğer ayrıcalıkları dolayısıyla, yerel halkın -Müslümanların olduğu kadar Hıristiyanların- hayatına girmişti. 15. yüzyıl gibi erken bir dönemde kadıların, kadılıkta yaşayan halka ve toprak sahipliklerine ilişkin kayıt işlemlerinin yürütülmesini gözetlediği açıktır. Çoğu zaman bu görev kadılara -fakat diğer kadılıklarda görevli kadılara- verilmişti. Kadılar kural olarak diğer görevlilerin çalışmalarını da gözetlemekteydiler. Sipahilerin tımarlarının ellerinden alınması sürecini başlatabilirlerdi; sancak beylerinin, eminlerin ve subaşıların yanlış davranışlarını merkezi otoriteye bildirirlerdi. Şeriat mahkemesi hakimleri, kiliseler ve manastırların yeniden açılmalarına izin verilmesi işlemlerinde ve vakıfların işleyişini denetlemekte belirleyici role sahip bir kurumdu.

***

Sonuç

15. yüzyılda Balkan toprakları Osmanlı mülküne katılmakla kalmadı, aynı zamanda bu topraklar neredeyse tamamen ve yoğun biçimde Osmanlı idaresi kapsamına alındı. Fetih esnasında idari birimlerin kuruluşuna ilişkin iki prensip ortaya çıktı. Bunlardan kronolojik olarak muhtemelen önce geleni, basitçe, yeni toprakların mevcut fethedilmiş olanlara eklendiği durumlarda bu toprakların alınış sırasıydı. 14. yüzyılın sonunda Osmanlı Devleti, sınırlarında bulunan prenslikleri himaye etme politikasını terk ettiği ve bu devletleri tamamen egemenliği altına aldığı zaman, bu devletler bir bütün olarak, genellikle sancak statüsünde, Osmanlı idaresi altına alınacaktı. Osmanlı öncesinin mirası daha alt düzey birimlerde de korundu; sancakların alt birimleri -nahiyeler ve vilayetler- belirlenirken çok sık bir biçimde Osmanlı öncesi feodal yapıların sınırlarına riayet edildiğini görmekteyiz. Sancakların bazılarında, muhtemelen hepsinde, birkaç nahiyenin/vilayetin birlikte sınıflandırıldığı durumlarda, alt düzey idari birimler arasında bir çeşit hiyerarşiye rastlarız. Bu grubun bir kadılık etrafında mı oluşturulduğu, yoksa 16. yüzyılın kadılıklar esasına göre yapılandırılmış daha büyük sancak alt birimlerine doğru bir aşama mı olduğu belirgin değildir.

Askeri prensip, genişleyen devletin idari yapısının oluşturulmasında temel ve en önemli prensiptir. Bu prensibin pratik yansımalarından birisi ülkesellik ile ilgisi olmayan, örneğin voynuk, doğancı ve benzerleri gibi her birisi kendi sancakbeyine sahip idari birimlerin varlığı idi. Bu durum aynı şekilde, sancakbeyinden en alt düzeyde normal sipahiye kadar, taşra idari yapısının bütününün temelinde gözükmektedir. Aynı dönemde yapılanmakta olan kadılık teşkilatı henüz askeri prensibi ciddi bir biçimde dengeleyecek derecede bir öneme sahip değildi; pek çok zaman kadıların kendileri de askeri yapı ile bütünleşmişti.

Onlarca yıl, muhtemelen II. Mehmed’in saltanatı kadar geç bir döneme kadar, Balkan topraklarında kurulan rejim daha çok askeri işgale benzemekteydi. 15. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı idaresinin askeri görünümü giderek artan oranda sivil özellikler kazandı. 14. yüzyılın sonunda beylerin ve Türki aristokrasinin imtiyazlarının sınırlandırıldığı ve merkezileşme girişimlerinin yapıldığını görmekteyiz.

Ancak bu politika gözle görülür sonuçlarını daha çok II. Mehmed’in saltanatı döneminde vermeye başladı. Sancakbeylerinin sipahiler ve taşra idaresine ilişkin geniş imtiyazları tedricen ellerinden alından. Aristokrat ailelerin mensuplarının yerleri, İslam dinine giren devşirmeler tarafında alındı. Bununla aynı zamanda, Balkanlar’da yaşayan Müslümanların sayısı artmaya başladı. Bu, eyaletlerde sultanın çıkarlarının ve merkeziyetçiliğin taşradaki baş temsilcisi olan kadıların işlevlerinin artması ile birlikte, bu görevlilerin Osmanlı taşra idaresinde asıl unsur olmasını sağladı.

Bütün bu değişimlerin doğrudan bir sonucu olarak, idari yapıda da değişim yaşandı. 15. yüzyılın büyük vilayetleri ve nahiyeleri zamanla küçüldü, nispeten küçük olan idari birimler ise daha önemli merkezlere katıldı. Aynı hüküm, takip eden yüzyıllarda sancaklar ve nahiyeler arasında başlıca bağlantıyı teşkil eden kazalar için de geçerliydi. Osmanlı idaresi tabana yayılır, yerel halka daha da yakınlaşırken, vilayetler temelde cizye vergisinin toplanması açısından bir birim olma özelliğini sürdürdü.

Prof. Dr. Rossitsa GRADEVA

Bulgaristan Bilimler Akademisi Balkan Çalışmaları Enstitüsü / Bulgaristan

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 9 Sayfa: 916-925


Dipnotlar :
[1] Edirne’nin alınış tarihi, OsmanlIların Balkanlar’da genişlemesi tarihine ilişkin en tartışmalı konulardan biridir. Burada mevcut görüşlerden sadece birkaçına değineceğiz. C. İmber’e göre Edirne Sultan Murad I (1362-1389) tarafından 1366’dan daha sonraki bir zamanda, büyük ihtimalle 1369’da fethedildi. Cf. Imber, C. The Ottoman Empire, 1300-1481. İstanbul: The Isis Press, 1990, s. 29. I. Beldiceanu-Steinherr, Edirne’nin Gelibolu üzerinde Osmanlı yönetiminin yeniden tesisi – bu şehir Osmanlı sultanların yönetimine geçti- ile aynı zamanda fethedildiğini belirtir. Steinherr-Beldiceanu, I. La conquête d’Adrianople par les Turcs, in Traveaux et Memoires. c. 1, 1965; Eadem. Recherches sur les actes des règnes des sultans Osman, Orkhan et Murad lier. Monachii, 1967, 46-47. H. İnalcık’a göre Edirne 1361’de, Sultan Orhan’ın saltanatının son zamanlarında alınmıştı. Bkz. İnalcık, The conquest of Edirne (1361), içinde Archivum Ottomanicum, C. Ill, 1971.
[2] Histoire de l’Empire ottoman. Sous la direction de R. Mantran. Paris: Fayard, 1989, 39-41; Beldiceanu-Steinherr, I. Recherches, s. 47, doc. 13, s. 115-120. Benzer bir görüş, daha az kesin biçimde de olsa H. Matanov tarafından belirtildi, içinde: Matanov, H., R. Mihneva. From Gallipoli to Lepanto. Sofia: Nauka i Izkustvo, 1988, s. 43 (Bulgarca).
[3] Beldiceanu-Steinherr, I. Recherches, doc. 47. s. 228-236; Mutafchieva, V. Gazi Evrenos Beyin toprak sahibi vakıfları üzerinde 20. yüzyılın başında mevcut olan çiftlikler için bkz., içinde Izvestiya na darzhavnite arhivi, vol. 63, Sofia, 1992, s. 57 (Bulgarca).
[4] Stojanovski, A. Administrative-territorial division of Macedonia under Ottoman authority till the end of the 17th century, in Glasnik na Institutot za natsionalna istoriya (GINI), 1973, No 1, s. 132 (Makedonca).
[5] Ibidem, s. 130, 132. Shopova, D. When was Skopje the centre of a sancak in the period from the fall under Turkish authority till the end of the 16th century, içinde GINI, 1957, No 1, s. 92 (Makedonca).
[6] yabanovi/, H. The Uc of Isa-beg son of Ishak. Detailed cadastral inventory of 1455. Sarajevo, 1964 (Sırpça).
[7] Stojakovi/, M. Braniçevo defter. Detailed inventory of the region of Brani/evo of 1467. Beograd, 1987 (Sırpça).
[8] 1467 kayıtlarına göre bunlar, sultanın sahip olduğu toprak parçalarından sonra, en önemli topraklardı. Cf. Stojakovi/, M. Op. cit., passim.
[9] Turkish Sources on the History of Belgrade. T. 1. Cadastral Registers of Belgrade and its Region, 1476-1566. Compiled by H. yabanovi/. Beograd, 1964, s. 2 (Sırpça).
[10] Stojakovi/, M. Op. cit., s. 6.
[11] Bojani/-Luka/, D. Vidin and the Vidin Sancak in the 15th-16th centuries. Ed. By V. Mutafchieva and M. Staynova. Sofia, 1975, 55-94 (Bulgarca).
[12] Hasses, zeamets and timars in the Niğbolu sancak, içinde Turkish Sources on Bulgarian History (further TIBI). Series 15th-16th centuries. C. 2. N. Todorov ve B. Nedkov (editörler). Sofia, 1966, s. 161-297; Zeamets and timars of mustahfizes in the Niğbolu sancak, içinde Ibidem, s. 297-335; Kovachev, R. An Inventory of the Niğbolu Sancak of the 1480s. Sofia: NBKM, 1997 (hepsi de Bulgar dilinde yayınlanmıştır).
[13] Evliya Çelebi. Seyahatname. Burada Bulgarca tercümesi kullanılmıştır. Evliya Chelebi. Travelogue. Str. Dimitrov (Çeviren). Sofia: OF, 1972; Balaschev, G. and D. Ihchiev. The Turkish Vakifs in the Bulgarian Kingdom and Documents about Them, içinde Minalo, I, 1909, No 3, 243-255.
[14] Dimitrov, S., K. Manchev. History of the Balkan Peoples. C. 1. Sofia, 1972, s. 64; Glidewell-Nadolski, D. Ottoman and Secular Civil Law, in IJMES, c. 8, 1977, No 4, s. 520.
[15] Shopova, D. Op. cit., s. 92.
[16] Stojanovski, A. Op. cit., s. 132-137.
[17] Gökbilgin, M. T. XV-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livası. Vakıflar-Mülkler-Mukataalar. İstanbul, 1952, s. 10.
[18] Halaçoğlu, Y. XVI. Yüzyılda Sosyal, Ekonomik ve Demografik Bakımdan Balkanlar’da Bazı Osmanlı Şehirleri, içinde Belleten, Ct. LIII, Sa. 207-208. Ankara, 1989, s. 637-679.
[19] Gökbilgin, M. T. Op. cit., s. 12-20; Beldiceanu-Steinherr, I. Recherches, s. 127-128.
[20] Gökbilgin, M. T. Op. cit., s. 18; Halaçoğlu, Y. Op. cit., s. 639-640.
[21] Imber, C. Op. cit., s. 43.
[22] Bkz., 14. notta atıfta bulunulan defterler.
[23] Barkan, Ö. L. 894 (1488/89) Yılı Cizyesinin Tahsilâtına ait Muhasebe Bilançoları, içinde Belgeler, I, 1964, Ct. 1, Sa. 1, 42-43.
[24] Fragment of a book-keeping register for the cizye tax, collected in the European provinces of the Ottoman Empire in 1489-1491, içinde TIBI, vol. 7, Ed. by S. Dimitrov, E. Grozdanova, S. Andreev. Sofia, 1986, s. 36-38 (Bulgarca).
[25] Stoykov, R. New evidence on the past of the Bulgarian settlements during the 15th-16th centuries, içinde Istoricheski Pregled, 1959, No 6; Todorov, N. On the demographic situation on the 1712 Balkan Peninsula during the 15th-16th centuries, içinde Godishnik na Sofiyskiya Universitet, Filosofsko-Istoricheski fakultet, 1959, c. 1, Part III, No 2 (her ikisi de Bulgarca).
[26] Kovachev, R. Op. cit., s. 46.
[27] Sancağın ortaya çıkışına ilişkin detaylar hakkında bkz. Matanov, H. The Kustendil Sancak. Sofia, 2001 (Bulgarca).
[28] Fragment of a book-keeping register, s. 47-50, 51-53, 34-35; Barkan, Ö. L. Op. cit., s. 50-52.
[29] Stojanovski, A. Op. cit., s. 138.
[30] Age., s. 140-141.
[31] Fragment of a book-keeping register, s. 40-42, 68-70; Barkan, Ö. L. Op. cit., s. 77-78.
[32] Nikov, P. The fate of the northwestern Bulgarian lands during the Middle Ages, içinde B„lgarska istoricheska biblioteka (BIB), T. Ill, No 1, Sofia, 1930, s. 147-148 (Bulgaristan).
[33] Bojani/-Luka/, D. Vidin and the Vidin Sancak, s. 55-94.
[34] Eadem. Fragments of a synoptic inventory of the Vidin sancak from 1466, içinde Me{ovita Gra7a (Miscellanea). C. 2, Beograd, 1973, s. 5-70 (Sırpça).
[35] Eadem, Fragments of a detailed inventory of the Vidin sancak of 1478-1481, içinde A.g.e., s. 79-110.
[36] Timars in the regions of Vidin, Berkovitsa, Belogradchik and along the river Timok, in TIBI, c. II, s. 102-159 (Bulgarca).
[37] Osmanlı yazı tarzı Teşniç’in bu şekilde ya da Neşbetiç olarak okunmasını mümkün kılar.
[38] Fragment of a book-keeping register, s. 85-87; Barkan, Ö. L. Op. cit., s. 57.
[39] Imber, C. Op. cit., s. 30.
[40] Akgündüz, A. Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri. 2. Kitap. II. Bayezid Devri Kanunnameleri. İstanbul, 1990, s. 508.
[41] Fragment of a book-keeping register, 25-26; Barkan, Ö. L. Op. cit., 40-41.
[42] Beldiceanu-Steinherr, I. Recherches, 43 ve 44 numaralı belgeler, s. 224-225.
[43] Fragment of a book-keeping register, s. 29, 32-32; Barkan, Ö. L. Op. cit., s. 37, 54-56.
[44] Barkan, Ö. L. XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları. Birinci Cilt. Kanunlar. İstanbul, 1943, s. 251-254.
[45] Stojanovski, A. Op. cit., s. 142.
[46] Akgündüz, A. Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri. 1. Kitap. Osmanlı Hukukuna Giriş ve Fatih Devri Kanunnameleri. İstanbul, 1990, s. 505; 2. Kitap, s. 455.
[47] Gökbilgin, M. T. Op. cit., s. 8, 76.
[48] Fragment of a book-keeping register, s. 42; Barkan, Ö. L. Op. cit., s. 83.
[49] Shopova, D. Op. cit., pass.
[50] Akgündüz, A. Op. cit., 2. Kitap, s. 521.
[51] Fragment of a book-keeping register, s. 30.
[52] Stojanovski, A. Op. cit., s. 142.
[53] Akgündüz, A. Op. cit., 1. Kitap, s. 514; 2. Kitap, s. 476.
[54] Fragment of a book-keeping register, s. 80-81; Barkan, Ö. L. Op. cit., s. 49.
[55] Akgündüz, A. Op. cit., 1. Kitap, s. 500; 2. Kitap, s. 532.
[56] Fragment of a book-keeping register, s. 97-102; Barkan, Ö. L. Op. cit., s. 46.
[57] Stojanovski, A. Op. cit., s. 131-132.
[58] Gökbilgin, M. T. Op. cit., s. 8.
[59] Barkan, Ö. L. Op. cit., s. 63, 78.
[60] Detailed Inventory of the Sancak Vilâyet Hercegovina. A. Alicic (ed. ). Monumenta Turcica. Serija III. Defteri. Vol. 3. Sarajevo, 1985 (Sırpça).
[61] Dimitrov, S. Demographic Relations ans Infiltration of Islam in the Western Rhodopes and along the Valley of Mesta during the 15th-17th centuries, in Rodopski Sbornik, c. 1, Sofia, 1965, s. 73 (Bulgarca).
[62] Kovachev, R. Op. cit., s. 46-47.
[63] Örneğin, Niğbolu sancağının bazı nahiyeleri için bkz., a.g.e., s. 43-45.
[64] Fragment of a book-keeping register, s. 22-23.
[65] Matanov, H. The Southwestern Bulgarian Lands during the 14th century. Sofia, 1986, s. 145-152 (Bulgarca). Yazar, Bulgaristan, Yunanistan ve Makedonya sınır bölgelerindeki Boğdan, Oliver ve Valkashin vilayetlerinin isimlerini ve yerlerini tespit edebilmiştir.
[66] Daha fazla ayrıntı için bkz. Gradeva, R. The Imposition of the Kadi Institution in the Balkans and its Place in the Provincial Administration (14th-beginning of the 16th centuries), içinde Balkanistika, T. 3, Sofia, 1990, 35-40 (Bulgarca).
[67] Eadem. The Kadi Institution in the Balkans, 14th-17th century. Sofia, 1989 (yayınlanmamış doktora tezi, Bulgarca).
[68] Bkz. Eadem. The Imposition of the Kadi Insitution, s. 33-52.
[69] Le cadastre de l’an 1485 de sandjak de Shkoder. T. 2. Présentation, introduction, translittération, traduction et commentaire Selami Pulaha. Tirana, 1974, s. 48, 76.
[70] St Cyril and Methodius National Library (NBKM), Or. Dept., Tn 31/10, s. 13.
[71] Fragments of a register of fiefs in the Western Rhodopes and the Serrai region. S. Dimitrov ve R. Stoykov (çevirenler), içinde Rodopski Sbornik, vol. 1, Sofia, 1965, s. 294, 296, 300, 317 (Bulgarca).
[72] The Two Earliest Inventories of the Zvornik Sancak (of 1519 and 1533). A. Handzic (Editör ve çeviren). Studies. c. XXI. Sarajevo, 1986, p. 43 ff. (Sırpça).
[73] Örneğin, bkz. The case of Istrumiçe içinde Turkish Documents on the History of the Macedonian People (TDIMN). Detailed defters for the Kustendil Sancak of the 16th century. c. 5, Part 3, Skopje, 1982, s. 33-38 (Makedonca).
[74] Faroqhi, S. Sixteenth Century Periodic Markets içinde Various Anatolian Sancaks: Içel, Hamid, Karahisar-i Sahib, Aydın ve Menteşe, içinde JESHO, c. XXII, 1979, Pt. 1, s. 37.
[75] Beldiceanu-Steinherr, I. Recherches, doc. 47, s. 236.
[76] yabanovi/, H. The Uc of Isa Beg, passim.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.