Türklerin En Eski Tarihi Türk Kağanlığı’nın Kuruluşu
Altıncı yüzyılın ortalarında Altaylarda (Güney Sibirya ve Kuzey Moğolistan), göçebe bir devlet olan Türk Kağanlığı kuruldu (551-744). Bu devlet daha sonra Orta Asya’da önemli roller oynayacaktır. Kaynaklarda “Türk” isminden ilk defa 542 yılında bahsedilmiştir. Yazılı kaynaklar bu kelimeyi farklı şekillerde adlandırmışlardır: Çince kaynaklarda “tutszue” şeklinde, İran el yazmalarında “Türk”, günümüze kadar gelen yazıtlarında ise, “tyurk” şeklinde geçmektedir.
“Türk” (güçlü, sarsılmaz, kuvvetli) ismi esas olarak, etnik değil, sosyal bir anlama sahiptir. Sadece Mongoloid Aşin boyunun asil ve askeri aristokrasisinin temsilcileri ve yeni devletin çekirdeğini oluşturan alt akraba boyları bu şekilde adlandırılabilir. Daha sonraları boyların daha fazla genişleyen birimleri ve onların alt boyları Türk olarak adlandırılmıştır. Eski Aşin ismi yönetimdeki ailenin hanedan ismi haline gelmiştir.
Türk boyu hakkındaki ilk bilgi, Çin hanedan tarih yazıtları Chtzoy shu, Bey tsi shu, Sui shu, Bey shi’de görülür. Türklerin sözlü bilgilerine göre yazılmış iki soy efsanesi, tarihle bir oranda ilişkili olarak bahsedilir. Birinci efsaneye göre, büyük bir bataklığın kenarında yaşayan Türklerin ataları (Bey shi ve Sui shu’ya göre “Batı Denizi”nin sağ kıyısında) komşu boyların savaşçıları tarafından bozguna uğratılmış, sadece on yaşında bir çocuk dişi kurt tarafından kurtarılmak suretiyle hayatta kalabilmiştir. Dişi kurt düşmanlardan kaçarak Gaoachan’ın (Tufan Vahası) kuzeyindeki dağlara gider. Burada on erkek çocuk doğurur ki bunlar daha sonra Gaochanlı kadınlarla evlenir ve kendi ailelerini kurarlar. Kurdun çocuklarından birinin ismi Aşin’di ve bu bir klanın ismi oldu. Aşin, boya önderlik etti ve ailelerin sayısı yüzlerceye ulaştı. Aşin’in neslinden bir kişi olan Asyan-şad, dişi kurdun neslini Gaochan dağlarından demiri işleyerek ve eriterek çıkararak onları Juan-Juan’ın (Avarlar) halkı haline geldikleri Altay dağlarına yerleştirdi. Altay’da boy, efsaneye göre Altay dağlarının yerel ismi ile ilişkili olan Türk ismini benimsedi.
İkinci efsaneye göre Türk boyunun ataları, N. A. Aristov’un Altay dağlarının kuzey yamaçlarına yerleştirdiği So prensliğinden gelmiştir. Boyun Başı Abanbu’nun 17 erkek kardeşi vardı ve bunlardan biri dişi kurdun oğlu diye adlandırılırdı. So prensliği düşmanlar tarafından yok edildi ve kaçan aileler dağıldı. Dişi kurdun oğlunun olağanüstü yetenekleri sayesinde ailesi iyi bir duruma sahip oldu. S. K. Klayaştorniy, Türklerin ilk tarihini efsanelere dayandırarak şu şekilde ifade edilebilecek halde yapılandırdı. 256’dan sonra Aşin boyu Gansu’ya göç etti, ki bu sırada Hunlar ve Orta Asya ve Güney Sibirya’daki Hunların alt boyları Çin Seddi’nin diğer tarafında yeniden bir yerleşim gerçekleştiriyordu.
Yeni yerleşimden önce boyun, Si-hay bölgesinde yerleşmiş olması muhtemeldir. Gan-su’da yerleşik iken boy, ne Çin ve ne Hun olan avtoktonik bileşimleri devletin nüfusuna katmıştır. Burada, Kuzey Lian devletini oluşturdular ama bu, 439’da yıkıldıktan sonra Gaochan’a geldiler. 460’dan sonra burada Juan-Juan’ın alt kolu haline dönüştüler ve Altay’ın güney yamaçlarına göçtüler. Altay’daki yeni yerleşimden sonra boy “Türk” ismini aldı ve eski “Aşin” ismi boyun kurucusunun annesinin ismini anmak için, hüküm süren ailenin hanedanlık ismi haline geldi. S. K. Klayaştorniy Aşin boyu ve Altay ve Sibirya arasında, Çin Seddi’nin güneyindeki bölgeye göçten önce de bazı ilişkilerin olma ihtimalini reddetmemiştir. Güney Altay’ın yamaçlarındaki tepelerde 460’tan sonra bir grup boyun oluştuğunun ve bunların 552-555 yıllarında Juan-Juan Kağanlığı’nı bozguna uğratan Aşin’in liderleri tarafından yönetildiklerinin altını çizer.[1]
Türk Kağanlığı’nın kökeni 552’ye kadar uzatılabilir ki bu sırada Türkler Juan-Juan’ı yenen Aşin klanından Bumin/Tuminya tarafından kumanda ediliyordu. Bu zamandan sonra Türk yöneticiler Juan- Juanların eski güçlerinden ve prensiplerinden miras kalan “kağan” unvanını kabul ettiler. Bumin, İli- kağan taht unvanıyla ilk yönetici oldu. Oğlu ve mirasçısı Kolo (Kara kağan) hükümranlığı zamanında Juan-Juan bir defa daha yenildi (553’te) ve Kara Kağan’ın kardeşi Muhan Kağan 555’te hezimeti tamamladı. Juan-Juanların büyük kısmı Avarlar diye bilinmeye başladıkları batıya kaçtılar. Muhan Kağan’ın hükümdarlığı zamanında Kağanlık, Orta Asya’da politik bir egemenlik haline geldi. Kuzeybatı Mançurya’da Kidanlar, Yenisey’de Kırgızlar ve diğer boylar boyunduruk altına alındı.
Türklerin Batı Seferleri, Orta Asya’nın Fethi:
Kağanlığın Doğu ve Batı Olarak İkiye Bölünmesi
Tam da bu dönemde Türklerin batıdaki aktif askeri seferleri, Juan-Juanlar ve Eftalitlere karşı tam anlamıyla başlamış oldu. Yaklaşık 552-553 yıllarında “orduların on tümeni”nin lideri olarak İstemi, Yedi Irmak Bölgesi Türkleri ve Eftalitlerin bozgunuyla sona eren Bumin Kağan’ın seferlerinden biri esnasında ona eşlik etti ve Altay bölgesine yerleşerek kendini “On boy sahibi” ismiyle kağan ilan etti.[2] Batıya bir sonraki sefer 555’te devam etti. Eldeki mevcut bilgi kaynaklarına göre, Türk ordularının ilerlemelerinin batı sınırı, Orta Sir-i Derya boyunca (Taşkent Vahasının kuzeyine) ve Aral Gölünün yukarısına doğru çizilebilir. Yazılı kaynaklarda 555’te İstemi’nin Türk ordularının aşırı ilerlemesi, Sogdina’dan Toharistan’a geçen dağın Orta Çağ ismi olan Temir-kapig (Demir Kapılar) diye tanımlandılar ve bu ordular Basun dağlarına yerleştirildiler. İlk akınlarda bile Türkler, Orta Asya’nın büyük bölümünü kapsayan Eftalitlerle çarpıştılar.
5. yüzyılın sonunda Peroz’un ordularının yenilgisinden sonra Eftalitlere çok büyük vergi vermek zorunda bırakan Orta Asya’nın fethine, Sasani İran’ın diplomatik desteği altyapı olmuştu. 1. Hüsrev Anuşirvan’ın hükümdarlığı zamanında (531-579) reformlar sonucunda İran güçlendi ve Eftalitlere vergi vermeyi reddedecek kadar bir askeri güce ulaştı. I. Hüsrev, Türklerle birleşerek Eftalitlerle çarpışmayı düşündü. Dinavery’e göre olaylar şöyle gerçekleşti: I. Hüsrev Eftalitlere karşı ordular gönderdi ve Toharistan, Zabulistan, Kabulistan ve Çaganiyan. Daha sonra Türklerin hükümdarı halkını topladı ve Horasan’a doğru yola çıktı. Çaç, Fergana, Semarkand, Keş prensliklerini fethetti ve Nesef ve Buhara’ya ulaştı.[3] Birçok araştırmacı Türklerin Eftalitleri 560 ve 567 Arasında bozguna uğrattığını kabul eder.[4] Öncelikle, askeri anlaşmaların sonucunda nüfus etkilendi: “Çaç, Terek, (örneğin Parak), Semarkand ve Sogdiana’da birçok yer harabe haline getirildi ve baykuşların mekanı haline geldi. Çaganiyan, Bamian, Hutlan ve Balh’ta yaşayanların hepsi için zor zamanlar başladı.”[5]
Eftalit Devleti’nin bozgunundan hemen sonra fethedilen bölgeler, itaat ve kontrol altına alındı. Anlaşmayla Türkler Amu Derya’nın kuzeyindeki alanlara sahip olurken, güney bölgeler ise İran’ın oldu. Bununla beraber Türkler sınır ihlallerine devam ettiler ve neticede Toharistan’ı ele geçirdiler. Firdevsi ve Arap tarihçilerine göre 588’de Amu Derya’yı geçerek, tüm Toharistan’a hakim oldular ve Herat’ın batı bölgelerine kadar ilerlediler. 7. yüzyılın başlarında İran, Türkleri ve Toharistan’ın sağ tarafındaki Eftalitleri bozguna uğratmak için büyük çaba gösterdi. İran kumandanı Simbat Bagratuni bir zafer kazandıysa da, bu bölgeler İran’ın yönetimi altında uzun süre kalmadılar. Daha sonra bu bölgeden sürüldüler, böylece Türkler kolayca Toharistan’a yerleşmiş oldular.[6]
Eftalitlerin bozgunundan sonra müttefikler arasında anlaşmazlıklar baş gösterdi. Buna onların ekonomik çıkarları sebep oluyordu, bilhassa en önemli sürtüşme nedeni, en eski zamanlardan beri Çin’den Bizans’a doğru uzanan ve Orta Asya’dan geçen İpek Yolu üzerinde, hakimiyet kavgasına yol açıyordu. Sogdina’dan Bizans’a giden ipeğin taşımacılığı konusunda bir anlaşma yapmak için Türk Kağanlığı İran’la müttefik olduğu bir zamanda İran’a bir kervan gönderdi. Sogdian tüccar Maniah kervanın başındaydı. Bu görev tam bir yıkımla sonuçlandı. Satın alınmış ipek, elçilerin gözü önünde yakıldı. Sadece Türklerin olduğu ikinci kervan da dağılınca müttefikler İran ve Türk Kağanlığı arasında askeri çatışmalarla sonuçlanan bir kriz ortaya çıktı.
Daha sonra Kağanlığın yönetimi İran’ın rakibi olan Bizans İmparatorluğu ile politik ilişkiler kurmaya karar verdi. 558’de Maniah yönetimindeki kervan Hazar Denizi’nin kuzey kıyılarından Bizans tarafına, Kafkasya’ya doğru yol aldı. Bu, İran’a karşı bir askeri anlaşmayla sonuçlandı. Aynı yıl kervan geri döndü ve Zemarh yönetimindeki Bizans’ın kervanı, karşılık olarak bir ziyaret yaptı. Bizans-Türk ilişkileri sürekli hale geldi ve ilk kervanı diğerleri takip etti.[7]
Böylece 6. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türk Kağanlığı Orta Asya’da politik üstünlük haline geldi. Mançurya’daki Kidany, Yenisey’deki Kırgızlar bölgeleri fethedildi ve Orta Asya’da Eftalitler bozguna uğratıldı. 576’da Türkler Kerç’i zaptettiler. Doğuda Kore körfezinden batıda Hazar Denizi’ne, güneyde Gobi Çölü’nden kuzeyde Baykal Gölü’ne kadar dev bir göçebe imparatorluk, Kağanlık, bu zamanın en büyük devletlerinin (Bizans, Sasani, İran ve Çin) politik ve ekonomik ilişki sistemlerine katıldı ve İpek Yolu’nun kontrolü için onlarla mücadele etti.
Türk Kağanlığı’nın tüm tarihi, 581 ve 603 arasında Kağanlığın, Doğu Türk Kağanlığı ve Batı Türk Kağanlığı diye ikiye bölünmesiyle sonuçlanan iç anlaşmazlıklar ve sürekli savaşlarla doludur.[8]
Doğu Türkistan vahaları ve Orta Asya, Batı Türk Kağanlığı’nın hakimiyeti altındaydı. 630-682’de parçalanmadan hemen sonra Doğu Türk Kağanlığı hızla zayıflayarak Çin İmparatorluğu tarafından yenilgiye uğratıldı ve siyasi varlığını kaybetti. Aynı dönemde Batı Türkleri daha başarılıydılar. Tarduş Kağan (Datou) hükümdarlığı zamanında Türkler Orta Asya’daki durumlarını iyice sağlamlaştırdılar ve doğuda Telo ve Seniato boylarına karşı aktif askeri harekatlar yürüttüler. Batı Türkleri en sonunda bu boyları 615-619’da fethetti. Aktif dış politika batı sınırında sürdürüldü; 627’de Maveraünnehir’de Türk orduları, Bizans ve İran arasındaki savaşa Bizans taraftarı olarak katıldılar. 630-651 yılları, kağanlık içindeki mücadelelerle lekelendi. 651’de Aşin Halu tarafından yönetilen Batı Türkleri ana kuvvetleri Çin ordularınca ezildi. Çin, Batı Türk Kağanlığı’nın arazisini Türk kökenli Çin memurları tarafından yönetilen prensliklere böldü. Bununla beraber, bu prenslikler 7. yy.’ın 70’li yıllarında hızla güçlenen Tibet gibi Çin’e sözde bağlıydı ve açıkçası, Çin’i Orta Asya’dan ayırmaya yarıyorlardı. Türgeş Kağanlığı (702-756), Batı Türk Kağanlığı’nın yerine geçti.
Bununla beraber Türk boyları özgürlüğün kaybını sindiremediler. 682’de hanedan soy olan Aşin’den Kağan İlteres (Çin kaynaklarına göre Gudulu) yönetiminde birtakım isyancılar İkinci Türk Kağanlığı’nı kurdu. İlteres’in kardeşi Maçyo (Türk kayıtlarında Kapagan Kağan) hükümdarlığı zamanında Türkler ve Moğalistan’da yaşayan Telo boyu Tan İmparatorluğu’ndan ayrılarak bağımsız oldu. İkinci Kağanlığın ana arazisi Gobi Çölü’nden kuzeye yayıldı. Kağanın karargahı Orhun ırmağı bölgesinde dağlık ve ormanlık Ötüken Yöresi’ndeydi, güney sınırı da Kuzey Moğolistan’daydı ve uzaktaki kuzey alanları Altay ve Tuva’daydı. Orta Asya ‘daki yeni askeri seferler Kapagan Kağan’ın ismiyle ilişkilidir. 711’de Kapagan Kağan, Yedi Irmak Bölgesi’ndeki Türgeşlere karşı ilerlemeye başladı ve bunları 712’de bozguna uğrattı, daha sonra, Araplar tarafından fethedilmiş Semerkand’a dayandı. Ama yenildikleri için geri dönmek zorunda kaldılar. Kapagan Kağan’ın ölümünden ve takipçisi Bilge (Mogilyan) Kağan’ın hükümdarlığından sonra, iç çekişmeler sonucu kağanlık zayıflamayla ve sonunda 744’te çöktü.[9] Araplar arasında “Abu Müzahim”-“Fil”[10] lakaplarıyla bilinen Kağan Sulu tarafından yönetilen Türgişler Orta Asyalı yöneticilerin Arap fetihlerine karşı mücadelelerinde en büyük müttefikleri oldular.
Türk Kağanlığı’nın Yerel Yöneticilerle İlişkileri:
Orta Asyalı-Türk Sentezi
Uygulamada, Türklerin Orta Asyalı yöneticilerle nasıl ilişkileri olduğunu anlamak için Eski Türk devletlerinde otoriter yapının esaslarını göz önünde bulundurmak gerekir. Kağanlığın içindeki sosyal ve ekonomik sistem hem Türklerin kendileri hem de Çin’li vakayiname yazarları ve Arap bırakılan yazılı kaynaklar temel alınarak araştırmacılar[11] tarafından yeniden yapılandırıldı.
Eski Türk anlayışına göre devletin merkezindeki devleti şekillendiren kişi “kağan”dı veya tam anlamıyla kağanların yönetici hanedanıydı. Üç güç tarafından oluşturulmuştu; Gökyüzünün istek ve iktidarı (Tengri); Yeryüzü ve suların istek ve iktidarı (Er-Sut); Türklerin faaliyetleri.[12]
Kağanların eşlerinin “hatun” unvanı vardı. O. I. Smirnova daha sonra, bu unvanın Sogdian dilinden geldiğini ve hamilinin etnik mensupluğuna bakmaksızın genelde yöneticinin karısı anlamına gelebileceğine işaret etmiştir.[13]
Prensliğe göre tanımlanan tahta geçme sırası, Türk devlet yapısına özgü kademeli sistemdi. Buna göre, taht babadan oğula geçmez, ama büyük erkek kardeşten genç olanına, genç amcadan en büyük erkek yeğene geçerdi. Soydan gelen prensler sıranın kendilerine gelmesini beklerken kendi prensliklerini alırlardı.[14] Gücün dağılması prensibi Orta Asya’daki göçmen devletlerin yönetiminde geleneksel bir yoldu. Bunun iki etkisi vardır: Göçebe hayvan yetiştirme şartlarında yönetim ve savunmada denge ve yönetim evinde az veya çok istikrarın garantisi. Türk Kağanlığı’nın varolduğu yıllar boyunca gücün dağılmasının değişik şekilleri vardı. Bunların arasında Kağanın unvanının bölgesel yöneticilere verilmesini içeren, prensliklere yetki verme de vardır. 581’de iç anlaşmazlıklar sırasında Şabolo Kağan unvanlı Erfu Netu (Şetu) üç kağan atadı. Türk Devleti’nin yönetim parçalarına ayrılması daha küçük Kağanların varolduğu izlenimi veriyordu. Ama sadece büyük bir kağanın varolduğu devamlı akıllardaydı.[15]
Kağanın temel ayrıcalığı ve fonksiyonu, kayıtlara göre, Tanrı ile insanlar arasında bir vasıta olmasıydı.[16]
İnsanlar, toprakla ilişkilendirilen devletin temelleriydi. Bağımsız ve geleneksel Orta Asya devlet sistemi standartlarını geliştiren Türk devleti, halkın belirli sosyal yapısı ve Eski Türkler tarafından organize ve kontrol edilen ekonomik hareketler tarafından yönlendiriliyordu. Bu aktivitenin temelleri göçebe hayvan yetiştiriciliği ve küçük bir alanda yapılan tarımdı. Çin kaynakları, Türklerin “devamlı bir yerleşim yerleri olmamasına rağmen, her birinin bir toprak parçasına bağlı olduğunun” altını çizerler.[17]
Yöneticinin yardımcıları, öncelikle yönetimdeki Kağanın ailesinin ve onun tarafından oluşturulmuş yönetim yapısının üyeleriydiler ki Kağana yönetimde yardım ediyorlardı. Eski Türk kayıtlarına göre bunlar dört gruba ayrılırlardı: Kağanla ittifak eden boylar; akrabalar; Kağanın sağındaki yöneticiler, memurlar; Kağanın solundaki yöneticiler, memurlar. Oğullar, erkek yeğenler, erkek kardeşler gibi Kağanın akrabaları, Tigin (Tele) unvanını alırlardı. Çin kaynaklarındaki bilgilere göre eski Türk devletinin düzenli personeli 28 birimi içermekteydi. Ancak, bunların sadece 5 kıdemli memur konumundaydı; yehu (yabgu), shi (şadlar), tele (tiginler), silifa (elteberler) ve tufunfa (tutuklar). Diğer 23’ü daha küçük memurlar kabul edilmekteydi. Bütün mevkilerin miras yoluyla intikali mümkündü. Tutukların bulunduğu yer, alt boylardaki insanları yönetmek olarak kabul ediliyordu ve Çin kaynakları onların amaçlarının “alt boylardakilere nezaret etmek” ve “vergileri toplamak” olduğuna işaret ederler.[18]
Yazılı kaynaklarda Türk ordusunun yapısı hakkında çok az bilgi mevcuttur. Türk ordusunun sağ ve sol kanatlar şeklinde ikiye ayrıldığı anlaşılmaktadır.[19]
Tan’ın zamanındaki Çin kaynaklarının bahsettiğine göre, Türk ordusunun bölünüşü onun katları şeklindeydi ki bu Yu. S. Hudyakov’in düşüncesine göre insanları ve orduları ayıran “Asya” onluk sisteminin varlığını gösterir. Muhafızlar (Aşin ailesinden silahlı muhafızlar) bunların arasında özel bir yer tutar.[20]
10, 20 ve 40 binlik büyük ayrı birimler Şadlar veya Yabgular tarafından kumanda edilirlerdi. En parlak zamanlarında, İlk ve İkinci Kağanlıkta Türkler 100 bin asker sayısına kadar ulaşabilirlerdi. Orduda askerlik yapmak bir görevdi ve şimdi nasıl olduğu bilinmemesine rağmen, düzenliydi.[21]
Türk olmayan bazı topluluklar ve bazı Türk boyları, Türk devletine kuvvet kullanılarak dahil edildiler. Fethedilmiş yerlerdeki düşmanlar, yani yabancılar farklı bir yolla kontrol edilirlerdi. Bunlar kendi sosyal yapılarını koruyabilirlerdi ve yöneticileri tutuk onlardan sorumluydu. Ye. İ. Kiçanov’un düşüncesine göre, Türk devleti içinde Türk olmayan insanların birleşmesinde ana yapı, alt kollara ayrılmaydı. Böylece ne konfederasyonlar ne de federasyonlar oluştu. Bu, içinde insanların yönetime (askeri yönetim) göre düzenlendiği ve aile-boy yapısını kullanabilen bir devletti. Ama, yabancı insanlar alt kollara ayrılmıştı ve eğer merkezdeki yönetim yapısı bunlara kadar yayılmamışsa sosyal yapılarını korurlar ve bir yönetici vali tarafından kontrol altında bulunurlardı.[22]
Türk toplumu, bizzat özgür insanlar, serbest olanlar ve köleler (kyul-kyun) diye ayrılırlardı. Kaynaklar, köle gücünün kullanımı hakkında bilgi vermiyor. Kadın emeğinin tercihe bağlı kullanımına işaret eden S. G. Klaştorniy, köleliğin ev karakterinin üstünde durur.[23] Türk toplumunda sığır, köleler ve diğer mülkler üzerinde özel mülkiyet hakkı vardı. Sığır mülkiyet işareti tamga ile mühürlenirdi. Yu. A. Zuyev’e göre göçebelerin ve Türklerin mülkiyet çeşitliliği azdı. Ayrı ayrı kişilerin mülkiyetleri yoktu ama aile mülkü ailenin olarak anlaşılırdı ki mülkiyetin sahibinin bir işareti olan damgalarla üzeri mühürlenirdi.[24]
Türk devletinin detaylı bir ceza hukuku vardı. Temel cezalar ölüm cezası, uyuşma ve talio idi. Suçlular, devlete karşı işlenmiş suçlar (isyan, vatan hainliği) ve cinayet durumlarında ölüm cezasına çarptırılırlardı. Bir cinayet için idam etme taliodur. Ahlaksızların üreme organlarının kesilmesi de (suçun işlendiği organın cezalandırılması) bir talio olarak kabul edilir. Bir başkasına karşı işlenmiş diğer suçlar uyuşmayla cezalandırılırlardı. Çalınanın on katını ödeme; yara ve yaralılar için hem malla ödeme hem de bir kız evlat veya karısını köle olarak verme; bir kemiğin kırılması durumunda at ile ödeme yapılırdı.[25]
Türk Kağanlığı’nın ideolojik temelleri Şamanizm, ataların kültleri ve devlet kültleri olan Gök (Tengrı) ve Yeryüzü-Su (Er-Sut) idi. Çocukların ve savaşçıların koruyucusu Tanrıça Umay kültü de yaygındı.[26] Bununla beraber Türk toplumunun yönetici takımı (en azından) Budizm’e aşinaydı. Çin kaynaklarının (Suy-shu) bilgilerine göre Türkler tarafından esir edilen, Tzi devletinden Şaman rahip Huay Lin, Tobo Kağan’a başarılı bir şekilde Budizm’i öğretmiştir. Tobo Kağan oruç tutmuş ve hatta bir tapınağın etrafında dönme töreni bile yapmıştır. Bu olaylar 574-584’te meydana gelmiştir.[27] Bu zamanlarda, öncelikle Mazdeizm ve Budizm olmak üzere Asya dinlerinin büyük bir etkisi vardı. Sogdian dilindeki Bugut kayıtları “geniş yeni sanghinin kuruluşu” hakkında bilgi verir.[28]
Türklerin “yazılarının olmadığı ve ticari belgelerin ağaçların üzerine çentikler açmakla yapıldığı” şeklindeki “Suy shu” bilgilerine rağmen, Sogdian yazılarının birine dayanarak geliştirilmiş meşhur eski Türk runik yazıt abideleri vardır. S. G. Klaştorniy’in kabul ettiği gibi Sogdian alfabesinin Türk diline adaptasyonu 4. ve 5. yüzyıldan önce Doğu Türkistan Vahası’nda meydana gelmiştir. Bu tür Türk runiği daha gelişmemiş ve ilkeldi ve İlk Türk Kağanlığı devleti tarafından korunmamasına rağmen Orta Asya’nın Batı kısmındaki Türkçe konuşan topluluklar arasında kullanılmıştır. Daha sonra 7. yüzyıldan önce eski bir runik el yazısı, Sogdian alfabesinin belirli etkisi altında gelişti ve daha sonra İkinci Türk Kağanlığı’nın standart devlet yazısı haline geldi.[29]
Politik ve askeri Türk hakimiyeti ve Türk devletinin karakteristik yapısı, küçük arazilere bölünmüş, Orta Asya’nın yerleşik ve çiftçi İki Irmak Bölgesi’nin geleneksel politik ve yönetim yapısıyla etkileşimde bulunmuştur.
İlk önce Orta Asya’yı fetheden Türklerin politikası yerel yöneticilerden vergi toplamayı içeriyordu. Önceki hanedanlar korunmuş ve bölgedeki varolan kanunlar öylece kalmıştı. Eski Eftalitlerin yaptığı gibi Türkler Sogdianlarla üstün hükümran devlet olarak ilişkide bulundu.[30] Ama, daha sonra birçok Orta Asya bölgesinde yerel yöneticiler değiştirildi ve Türkler kesin yöneticiler haline geldi.
Orta Asya devletlerinin Türk Kağanlığı’na ait olma süreci kültürel gelişmelerinin en yüksek seviyesi olmasıyla özdeşleştirilir ki bu, 6. yüzyılın ortalarında kurulmuş ve Türkler tarafından kontrol edilmiş uluslararası ticari yollar sayesinde geliştirilmiştir. Ayrı yöneticiler uluslararası ticarete katılma hakkına sahiptirler ve bu da Türk Kağanı tarafından düzenlenirdi. Örneğin, İran’a bir kervanı düzenlemek isteyen Sogdian tüccar Maniah, İstemi Kağan’dan izin almak zorundaydı. 568’de Zemarh’ın Bizans kervanı Constantinopole’ye geri döndüğünde, bazı Orta Asya yöneticileri kendi kervanlarını Bizans’a göndermek için izin verdiler. İstemi Kağan, Harezmin yöneticisininki hariç hepsini reddetti.[31]
Batı Türk Kağanlığı’nın olduğu zamanlar tamamen ve farklı olarak, Türklerin ve Orta Asya İki Irmak Bölgesi yöneticilerinin karşılıklı ilişkilerinin tarihi ile özleştirilir. Çin vakayınamesinin belgeleri, Datou Kağan’ın (575/6-603) kızı Suy-şu’nun, Sogdian yönetici Daisheby ile evlilikleri hakkında bilgi verir. “Yazı ve kanunlar Türklerinkiydi”nin altını çizer.[32] Daha sonraları, asılları Türk olan, Semerkand’ın ve Penchikent’in yöneticilerinin varolduğu bilinir. V. A. Livşits, Sogdina’da tahtın miras olarak geçmediğini göstermiştir. En azından babası (Jodhshetak) yönetici olmayan Bilge Türk’ün yerine Sogdian Devaştiç geçmiştir.[33]
7. yüzyılın sonu 8. yüzyılın başında Sogdian sosyal yapısı, Türkler ve Sogdianlar arasındaki kanuni ilişkiler ve iç hayat hakkındaki görüşler, bilim adamları tarafından incelenmiş Mug dağındaki Sogdian belgeleri sayesinde biliniyor.[34] Konuyla alakalı bilgileri genelleyelim.
Sogdian belgelerinde keşfedilen sosyal terminolojinin geniş çerçevesi, gelişmiş feodal tip hiyerarşinin varlığı düşüncesine yol açmaktadır. Soyluluğun temel katagorileri şunlardır; yönetici kesimin temsilcileri (Çin kaynaklarında: chzhao-u) ve toprak aristokrasisi dihanlar, mal sahipleri (azimler ve sıradan olanlar) ve onları, en üst sınıfını unvanlı aristokrasi oluşturan sayısız azatlar (azatkar-insan) takip eder. Azatlar, devamlı prensin hizmetindeydiler ve vergiden muaftılar. Vergi yükümlüsü nüfusun büyük kısmı, el sanatlarıyla uğraşan ve köylü olan işçilerdi (karikar). Sosyal basamağın en aşağısı ömür boyu ve geçici köleleri ve değişik kategorilerden hizmetçileri içerirdi.
Herhangi bir kategorideki toprak için toprak sahibi, kadivarın mülkiyetinin temeliydi. Toprak satımı, alma senediyle belgelenirdi ki bu Mug arşivinde (belge V8) korunmuş olarak bu gerçeği tasdik eder. V. A. Livşits belgenin özelliğini tanımlar. Alım senedi şu temel konuları içerirdi: Derleme tarihi, sözleşmeyi yapan taraflar, anlaşmanın konusu ve anlaşma maddeleri, şahitlerin isimleri ve belgeyi düzenleyen sorumlunun pozisyonu. Bir toprağın fiyatı drahmalarla ifade edilirdi. İlginçtir ki bu fiyat Türk ordusundaki askerlere ödenen bir parça ipekli kumaşa eşitti.[35]
Öncelikle, ihshidlere olmak üzere dikhanların büyük bölümüne ait olan değirmenler, onların diğer bir gelir kaynağıydı. Değirmenlerin kiralanmasıyla ilgili Mug arşivinden bir başka belge[36] bunu kanıtladı. Orta Çağ’ın başlarında iki türlü değirmen kullanımı vardı: Kiralama ve sahibinin kendisinin kullanması.
Gelirlerin diğer bir maddesi de dükkanlarının çoğunun dikhanlara ait olduğu bazarlardır. Dokuma, özellikle pamuk ve ipek dokuma, Sogdina’da yaygındı. Hayvan derisi işi de iyi gelişmişti. Daha sonraki zamanlarda, bu örnekler kullanılarak Müslümanlık öncesi Sogdina’da silah üretimi üzerine uzmanlaşmış halk atölyelerinin var olduğu tahmin edilmiştir. Zırhlar, zırhaltı gömlekler, miğferler, çizmeler ve diğerleri, memurlar da dahil çeşitli kimselere verilen şeylerdi. Bütün bunlar, Pencikent’in yöneticisi Devaştiçh’in (A5 ve B1) kalemindeki özel kayıtlarda kaydedilmişti. Derinin Devahtiçh’in hazinesine gönderildiği deri atölyeleri, yukarı Zeravşan’da mevcuttu. Derilerin önemli bir bölümü göçebe Türklerden tarım bölgelerine (kurban için hayvanlar ve sürü halindeki hayvanlar) gittiği biliniyor. Türkler, yerleşmiş nüfuslar tarafından sonradan tabaklanan işlenmemiş deriyi satın alırlardı. Coğrafyalara göre bu, Şaş’taki gerçek iş durumudur.[37]
Mug koleksiyonundan[38] evlilik anlaşması denilen belge, Sogdina’da gelişmiş bir sivil hukukun varlığını kanıtlar. Bu anlaşma Asya temsilcisi Uttegin ve Navkat hükümdarının vasisi ve karısı Çer’in evliliklerini tanımlar. Belgenin yapısını araştıran V. A. Livşits, tarafların karşılıklı yükümlülükleriyle alakalı 8 cümle seçmiştir. Metni analiz ederek araştırmacı, Sogdina’da çok karılılığın varlığı sonucuna varmıştır, ama bu çok karılılık sadece soylu Asyalılar ve hali vakti yerinde aileler içinde yaygındır.[39]
Yazılı kaynaklardan alınan bilgilere dayanarak, yazıyı hazırlayanın düşüncesine göre, şöyle bitirmek mümkündür; 8. yüzyılın ilk çeyreğinde yerleşik Türkler arasında Sogdian çiftçi soyluluğu oluşuyordu. Karışım süreci başlamıştı. Sogdian soyluluğu Türk hiyerarşisine ve vahaların yakınlarına yerleşen Türklerin liderleri yerel politik sisteme dahil olmuştu.[40]
Orta Asya ekonomisinde sogdina ticareti başrol oynadı (hem iç hem de dış). Sogdian tüccarlarının uluslararası ticaretteki önemli rolü, 10. yüzyıla kadar varolmuş Tufan vahasındaki Sogdian kolonilerine bakılarak kanıtlanabilir. Bunun hakkındaki bilgileri Sogdian kolonicilerinin (4. yüzyıl) Semerkand ve Buhara’daki akrabalarına yazdıkları mektuplardan öğreniyoruz. Mektuplarında pazarlıklar; bakır, gümüş ve altın alımı ve malların fiyatları hakkında bilgi vermişler ve hatta sıkıntılı zamanlardan kaynaklanan zorluklardan şikayet etmişlerdir.[41]
İç ticaret hakkındaki bilgilere daha çok Çin kaynaklarında ve sonradan, Müslüman kaynaklarında yoğunlaşılmıştır. Bütün kaynaklar Sogdianların ticaretteki maharetlerinin çok iyi olduğu üzerine hemfikirdir. Hacı Syuan Tszan’a (629) göre nüfusun yarısı tarımla, diğer yarısı da ticaretle uğraşıyordu.[42] Sogdina’nın ana kenti Semerkand, aynı zamanda oranın ticaret ve endüstri merkeziydi ve kervan yolu üzerinde geniş bir konak rolü üstlenmişti. Büyük miktardaki yabancı mallar, yerli sanat ürünlerinin yoğunluğu kadar burada toplanmıştı. Pakand, İshtihan ve Arbican en büyük ticaret şehirleri idi ve Tavavis ve Zandana endüstri ve ticaret yerleşimleriydi. Buhara, mücevherleriyle meşhurdu. Yerel efsaneye göre, Buhara her yıl Semerkand’a yerel el sanatları zanaatkarları tarafından yapılmış gümüş tavşan ve altın geyiği de içine alan bir vergi verirlerdi. Eski Orta Çağ Sogdinası’ndaki geniş para dönüşümüne benzer olarak, yazılı kaynaklardaki tanımlardan bilinen yerel pazarlar, yerel ticaretin göstergeleri idiler.[43]
7. yüzyılın ortalarında bakır (bronz) para üretimi Türk yöneticiler tarafından ayrılmış Orta Asya bölgelerinde serbest bırakıldı. 8. yüzyılın başlarında bu para yönetimi yerel ve sonradan Çin geleneklerinden etkilendiler. Ortası delikli döküm paralar, Türk unvanlarına dönüşmüş, Sogdian dilinde büyük kimseleri (Kağan, tutuk) ve nadiren isimleri içerirdi. Eski Türk paraları, Sogd, Çaç ve Fergana’nın ayrı prensliklerinde serbest bırakıldı ve dağıtım alanı ve miktarlarının sınırlı olmasına bakılarak sirkülasyonun yerel özelliklerini taşıdıkları öne sürülür.[44] Türgiş Kağanlığı’nın ömründe Yedi Irmak Bölgesi’nde değişik türlerin serbest bırakıldığı Türgiş paralarının aksine, bu paraların sayısı önemsizdir.[45]
Türk Kağanlığı’na dahil olması sırasında Orta Asya’nın maddi kültürü, yerel yerleşik insanlar ve göçebe Türklerin ortaklıklarını yansıtır. Bu ortaklık, askeri tesisat, süs, değerli metalden yapılmış aletlerin yapısı vb. benzerlikler ve Orta Asya toplumunun askeri ve aristokratik çevresiyle bağlantılı konularında görülebilir. Araştırmacılara göre maddi kültürdeki bu ortaklık, Sogdian kentlerinin ve Türk Kağanların kazançlarındaki ortaklığa bağlıdır.[46]
Orta Asya’nın Türk Kağanlığı’na dahil olması çok önemlidir. Bu, Türk boylarının birleşmesini sağlamlaştırmış ve Orta Asya’daki Türkçe konuşan insanların bir kısmını oluşum temellerine oturtmuştur. Kağanlıkların güçlü askeri yapısı, Çin ve İran’ın Orta Asya insanlarına karşı olan saldırgan tavırlarına karşı durmuştur. Büyük devlet birlikleri oluşturmak, el sanatları ve ticaretin gelişimi için gerekli şartları olumlu yönde geliştirir. Orta Asya’da Türkler tarafından yönetilen Sogdian kolonicilerinin yerleşim yerlerini kurmak, steplerin uzak bölgelerindeki ekonomik hayatın canlanmasını sağlamıştır. Bu durum Kağanlıkların ekonomi ve kültürlerini etkilemiştir ki bunlar, küçük bir parçayı oluşturan yerleşik çiftçi Türklerin ve çiftçilik, el sanatları, ticaret ve devletin kültürel hayatında baskın olan Sogdian nüfusu, ve politikada önder durumda ve göçebe üretime dayanan göçebe Türk nüfusunun birleşimiyle nitelendirilirler.[47]
Özbekistan Bilimler Akademisi Arkeoloji Enstitüsü / Özbekistan
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 2 Sayfa: 89-96