Toplum Tipolojisi Dikotomik Yapı
Sosyal yapı analizlerinde bazı sosyologlar sosyal yapıya dikotomik (ikili yapı) bir bakış açısı getirmişlerdir. Gordon Marshall[1] dikotomi kavramını, “yalnızca iki kategorisi olan değişkenler” olarak tanımlamaktadır. Kuramsal açıdan bakıldığında ise, bu kategorilerin birbirlerini dışladıklarını düşünmektedir. Bauman[2] ise, dikotomik yapıyı: “Dikotomi’ya bu, ya öteki’ görüşü bizatihi üzerinde bütüncül, her yerde hâzır ve nâzır denetimin yaygınlaştırılabileceği üzere özerk, kuşatılmış parçaya yönelik bir dürtünün ürünüdür” şeklinde tanımlamaktadır.
Sosyologlar herhangi bir sosyolojik sorunun ele alınmasında nereden başlanacağı, kendi duruş noktalarını ve ele aldıkları sorunu ortaya koyup karşılaştırma yapabilecekleri sabit bir noktaya ihtiyaç duymaktadırlar. Bu sabit noktanın kendisi bir yaklaşım, bir zihniyet, bir mercek, bir çerçeve olabilir. Başlangıç noktasını belirlemede söz konusu merceklerin veya yaklaşımların da üzerinde bir genelleme seviyesinde yer alan dikotomik düşünce, tüm kuramların içindeki belirli kavramsal kategorilerin biçimlenmesine, bizim sosyal dünyaya bakışımızı ve kendi duruş noktamızı karşılaştırmamıza yarayan “zihinsel tasarımlar” olarak karşımıza çıkar.[3]
Sosyolojik çözümleme yaparken, bilindiği gibi, söz konusu özgül durumları tanımlamada dikotomiler veya fikir çiftleri kullanmak yaygın bir düşünsel pratiktir. Chris Jenks’in editörlüğünü yaptığı Temel Sosyolojik Dikotomiler (1998) adlı çalışmada yer alan bazı dikotomiler; Yapı-fail (agency); süreklilik-değişme; olgu-değer; kamusal-özel; seks-cinsiyet rolleri; lokal-küresel; kalitatif-kantitatif; normal-patolojik; kültür-doğa; ırk-etnisite; idealizm-materyalizm; kuram-pratik; sivil-politik; aktif-pasif; imaj-metin olarak karşımıza çıkar. Sosyolojik anlamanın özü olan dikotomiler, gündelik hayatta kullandığımız sağduyu bilgisinin de temelinde yer alan tasarımlardır. Bu tasarımların faydası bize iki güçlü ve birbirine zıt konumlardan hareketle savlar üreterek farklı açılardan sorunlara yaklaşabilmemizi sağlamalarıdır. Dikotomiler aracılığı ile her iki tarafın da zayıf ve güçlü yönlerini görüp bazı değerlendirmeler yaparız.
Kuşkusuz, sosyolojik bilgiyi bu tür dikotomiler ile kurmamız için bazı nedenlerden bahsedilebilir. Bunlardan birincisi, durduğumuz yer ve içinde bulunduğumuz toplumun karakteri ile ilgilidir. Sosyal olayları bir takım soyut dikotomiler ile çözümlemek, bize zıt konumda yer alan karşıt bir duruşun veya bizden farklı düşünenlerin tezlerini ve yaklaşımlarını daha iyi anlamamızı sağlayarak etnosantrik eğilimleri sınırlandırmamıza yarar. İkinci olarak, tarih ve zaman da önemli etmenlerdir. Çünkü, dikotomiler, göreceli olarak zamansızdır ve problemleri farklı tarihsel zamanlarda analitik olarak formüle etmemize yararlar. Bir başka deyişle, bir problemi içinde bulunduğu tarihsel kesitten soyutlayarak ele almamıza yararlar.[4]
Bugüne kadar yapılmış ünlü ikili yapı örnekleri arasında Toennies’in cemaat-cemiyet, Durkheim’in mekanik-organik, Parsons’un duygusallık-duygusal olmayış, toplumsallık-kişisellik, özgüllük-evrensellik, başka kişileri kendilerine atfedilen özelliklere göre değerlendirme-başka kişileri başarılarına göre değerlendirme, yaygın ilgi-belirli ilgi beşli dikotomisi gösterilebilir. Bu açıdan bakıldığında, Türk kültür sosyolojisinin tarihsel sürecinde dikotomik yapının varlığından söz edilebilir.
Türklerde Dikotomik Yapı
Oğuz Türklerinin idarî ve sosyal teşkilâtlanmasında dikotomik, yani ikili bir yapı görülmektedir. Bu ikili yapı, sağ-sol, doğu-batı, iç-dış, ak-kara gibi birbirine paralel kavramlarla açıklanmakta idi. Nitekim buna uygun olarak Oğuzlar Boz Ok ve Üç Ok olmak üzere iki kola ayrılmışlar; her koldaki on ikişer boy, idarî ve sosyal mevkilerini yansıtan orun/yer/statü ve ongunları ile Oğuz töresi içinde yerlerini almışlardır. Oğuz geleneğine göre Boz Oklar hâkim unsur, Üç Oklar ise ona tâbidir.[5]
Türk devletlerinde, boylarında ve daha küçük birimlerinde kendine has bir teşkilâtlanma şeması vardır. Selçuklu öncesi Türk devletlerinin veya boylarının teşkilât yapıları incelendiğinde ikili bir düzen kendini göstermektedir. Asya Hun Tanhuluğu, Avrupa Hun Tanhuluğu, Tabgaç Devleti ve Göktürk Kağanlığında bu ikili düzen doğu-batı şeklindedir. Asya Hunları, Akhunlar ve Göktürklerde ayrıca sağ- sol ve kuzey-güney şeklinde de bu ikili düzenin ifade edildiği bilinmektedir. Tuna Bulgarlarında, Macarlarda, Vusanlarda bu ikili teşkilâtın büyük-küçük şeklinde ifade edildiği tespit edilmiştir. Diğer yandan Oğuz, Bulgar ve Karluk Türk gruplarında bu yapılanmanın iç-dış; gene Oğuzlar’da Boz Ok-Üç Ok; Hun, Oğur, Bulgar, Hazar, Macar, Kuman ve Türgişler’de ak-kara gibi terimlerle Türkler’e has bu teşkilâtlanma ifadesini bulmaktadır.[6]
Bu dikotomik yapılarda, (Boz Ok-Üç Ok, sağ-sol vb.) daima bir tarafın hâkimiyet üstünlüğü tanınırdı. Üç Oklar (destanda ellerinde ok bulunduranlar) da Boz Oklara tâbi idi. Başta büyük bir hükümdar (Tanhu veya hâkan) bulunup da, ülke sağ-sol kanatlar halinde teşkilâtlandırıldığı zaman her iki taraf merkeze bağlı olarak tanhu veya hâkanın kontrolü altında tutulurdu. Kanatların başındaki idareciler asıl hükümdarın yüksek hâkimiyeti altında töre hükümlerini yürütür, kendi bölgelerini ilgilendiren hususlarda dış ilişkilere girer, ancak bütün İl ile ilgili meselelerde toplanırlardı. Ordular birleştiği zaman herkes mensup olduğu cihete göre sağ veya sol kanatta yerini alırdı.[7]
Oğuz Kağan destanında bu ikili yapıya rastlanmaktadır. Bu destanda Türk toplumunun Boz Ok ve Üç Ok kollarına ayrılması şu şekilde anlatılmaktadır; Sonra Oğuz Kağan büyük bir kurultay topladı. Maiyetini ve halkını çağırttı. Onlar geldiler ve müşavere ettiler. Oğuz Kağan ordugâh … sağ yanına kırk kulaç direk diktirdi; üstüne bir altın tavuk koydu; altına bir ak koyun bağladı. Sol yanına kırk kulaç direk diktirdi. Üstüne bir gümüş tavuk koydu; dibine bir kara koyun bağladı. Sağ yanına Bozuklar (Boz Oklar) oturdu; sol yanda Üç Oklar oturdu. Sonra Oğuz Kağan oğullarına yurdunu üleştirip verdi…”.[8]
Yalnızca bu kurultay tasviri bile, yukarıda sözü edilen dikotomik ilişkinin somut örneğini vermektedir:
Sencer Divitçioğlu’da[9] Oğuz Kağan Destanından faydalanarak Boz Ok’u Üç Ok’tan ayıran yedi ikili yapı (dycotomie) ortaya çıkarıyor: Boz Ok/Üç Ok, ak/kara, doğu/batı, sağ/sol, altın/gümüş, yay/ok ve ağa/ini.
Divitçioğlu,[10] Oğuz Kağan Destanı’na dayanarak Boz Ok-Üç Ok dikotomisini (zıtlığını) bugüne kadarkilerden çok farklı bir bakış açısı ile değerlendirmektedir. Oğuz Kağan Destanında Boz Ok’un ağabeyler ve yayla, Üç Ok’un iniler ve okla temsil edilmeleri iki kolun arasında bulunan bir hâkimiyet- tabiyet ilişkisinden çok, Oğuz Yabguluğunun kuruluşu esnasında ortaya çıkan olay-çatkılarıyla ilgilidir. Burada ağabey ile yayın simgeledikleri, bir yandan yaşlılık ve eskilik, öte yandan, parçalanma ve dağılmadır. Yani, Boz Ok, eski ve bölünmüş On Ok’tan başkası değildir. Üç Ok ise inidir, çünkü, uzaklardan geldiği için genç ve dolayısıyla yenidir. Sonuçta, bunların bir efsane düzeyinde olduğunu belirten Divitçioğlu, aslında ok ve yayın Selçuklu başkanları tarafından, Oğuz boyları arasında hiçbir ayırım yapılmadan, egemenlik simgesi olarak taşındığını söyler. Selçuklu Devleti’nin kuruluşu esnasında gerek Arslan İsrail Yabgu, gerek Tuğrul Bey, gerekse İbrahim Yınal ok ve yayı hem başkanlık imi olarak üzerlerinde taşırlar, hem de tuğra olarak kullanırlardı.
Ancak, Bulduk,[11] Kafesoğlu,[12] gibi tarihçiler ise Boz Ok-Üç Ok zıtlığını hâkimiyet-tabiyet ilişkisi ile değerlendirmektedirler. Bulduk’a[13] göre, Göktürk ve Uygur hakimiyetinin Türkistan’da zayıflamasıyla, doğudaki Boz Ok boyları, batıdaki Üç Ok illerine sığınmış ve hakimiyet Üç Oklara geçmiştir. Bu tarihi gidişatı Dede Korkut Destanlarından takip edebiliriz. Ayrıca, X-XI. yüzyıllarda Üç Oklardan Salur Boyunun Oğuzlara liderlik ettiğini ve 1040-1308 yıllarında yaşamış olan güçlü Selçuklu devletini yine Üç Okların Kınık Boyu mensuplarının kurduğunu hatırlayacak olursak bu gerçek daha iyi görülebilir. Moğol istilasından sonra nasibini alan Selçukluların yıkılma sürecine girmesiyle beraber Anadolu’da Osmanoğulları gittikçe güçlenmeye başlamış ve nihayetinde Anadolu’daki Türk birliğini tesis etmeyi başarmışlardır. Dolayısıyla Oğuz ananesi özüne dönmüş, yani Boz Oklar tekrar hakimiyeti ele almışlardır
Sağ-sol dikotomik yapısına gelince; Kafesoğlu, eski Türklerin bu şekildeki ikili (doğu-batı, sağ- sol vb.) teşkilât yapıları ile yönetilmesini eski Türk Gök dini inancına dayanarak açıklamaya çalışmaktadır. Kafesoğlu’na[14] göre; “Gök ve 4 cihet Türk devletinin mekânını meydana getiriyordu. Gerçekte devlet yeryüzünde olmakla beraber, Gök-Tanrı’yı hâkimiyetin sahibi ve kaynağı bilen Türklerin zihninde, iktidar Tanrı’dan (Gök’ten) aşağıya doğru intikal ettiği için, devlet içindeki mevkiler de yukarıdan aşağı sıralanıyor ve sağa, sola doğru yayılıyordu. Eski Türk inancında güneşe ve aya verilen ehemmiyetten anlaşılıyor ki, bu sağ ve sol istikametleri genellikle doğu-batı cihetleri idi. Güneşin doğduğu tarafın Türklerce kutsal yön sayıldığına dair deliller çoktur; Hükümdar otağının doğuya açılması, hâkanların tahtta doğuya dönük oturmaları örnek olarak verilebilir. Öteki cihetler güneşin gökyüzündeki seyrine göre sıralanıyordu. Orhun Kitâbelerinde cihetler şöyle gösterilmiştir: 1- ileri, gün doğusu, 2- beri, gün ortası (güney; sağ taraf), 3- geri, gün batısı, 4- yukarı, gece ortası (kuzey; sol taraf)”. Ayrıca, Türk devlet teşkilâtında batının, doğudan sonra ikinci yeri alarak Türk hâkimiyetinin gelişme ve genişleme ekseninin doğu-batı istikametinde olmasını, güneşin ve ayın battığı yer olması ile açıkladığı gibi, Öğel’e dayanarak coğrafi ve iklim şartlarını da dikkate değer bulmaktadır.
Bu noktada şunu da belirtmek gerekir; Güney sıcak, yaz ve bolluk: Yani ır; kuzey ise soğuk, kış ve yoksulluk: Yani kuz’dur. Ir, kuza tercih edildiğinden güney kuzeye, sağ da sola tercih edilir.[15]
Eski Türk ellerinde ve ordularında ikili düzen değişmez bir kaide olduğundan, Oğuz elinde ve ordusunda da bu kaide hâkimdi. Böylece el ve ordu ikiye bölünmekte, bunlara kol denilmektedir. Kollar da birbirinden sağ ve sol sıfatları ile ayrılıyor. Osmanlı Devleti’nde de sağ kol-sol kol adları verilen bu ikili düzen hem askerî, hem de mülkî teşkilâtta esaslı bir kaide olarak uygulanmıştı. Türklerde sağ kol, Moğolların aksine olarak daha şerefli sayılıyordu. Boz Oklar da hâkim kolu teşkil etmeleri itibari ile onlar sağ kol sayılmışlardır. Bu gelenek, bu kollar var oldukça devam edip gelmişlerdir.[16]
Ak-kara zıtlığının açıklanması konusunda ise yine birbirinden çok farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bu farklı tezlerden ilki Divitçioğlu tarafından ortaya atılmıştır. Divitçioğlu[17] Boz Ok’a koyun, atfedilen ak, Üç Ok’a koyun, atfedilen kara sıfatlarının, hiçbir şekilde iki toplum arasında efendilik-kulluk ya da ak budun-kara budun ilişkisi göstermediğini, bundan dolayı ak-kara zıtlığının Oğuz toplumuyla, dolayısıyla da Boz Ok ve Üç Ok kollarıyla ilgisi olmadığını belirtmektedir.
Boz Ok-Üç Ok, doğu-batı, sağ-sol, kuzey-güney, büyük-küçük gibi dikotomik yapılarda yaşayan halk, Kafesoğlu’na[18] göre, ak (veya sarı)-kara sıfatları ile birbirinden ayırt edilmekte idi. Bu ak-kara dikotomisine göre oluşan bazı halklar şöyle sıralanabilir;
- Ak Hun-Kara Hun
- Ak (sarı) Ogur-Kara Bulgar
- Ak Hazar-Kara Hazar
- Ak Macar-Kara Macar
- Ak Kuman-Kara Kuman
- Sarı (Ak) Türgiş-Kara Türgiş
- Kara Kıpçak-Ak Kıpçak
Günümüzde Uludağ yöresinde yer tutan Yörük aşiretleri arasında da buna benzer bir farklılaşma dikkati çekmektedir. Uludağ bölgesinde yurt tutan Kızılkeçili ve Karakeçili aşiretleri birbirlerinden giyim-kuşam, çalışma sahaları ve sahip oldukları hayvanlara varıncaya kadar farklılıklar göstermektedir. Bunlar arasında Kızılkeçililerin çadırları alaçık, Karakeçililer’in karaçadır olması; ip bükmek için Kızılkeçililer kirman kullanırken, Karakeçililerin iğ kullanmaları; Kızılkeçililerin deve beslemelerine karşılık, Karakeçililerin kısrak, at ve katır beslemelerini sıralanabilir. Bu Yörükler arasında diğer önemli bir kanaatin de ‘Kızılkeçililerin hünkâr elli, Karakeçililerin oba elli’ olmalarıdır. Yani kendilerini, Boz Ok-Üç Ok gibi avam-havas olarak nitelendirmektedirler”.[19]
Asya-Hunları Yabgusu Mo-tun/Mete, M.Ö. 209 yılında başa geçerken devleti, “Sol-Bilge Elig” ve “Sağ-Bilge Elig” adlarıyla iki idare bölgesine ayırmıştı. Bu “ikili düzen”in, bir millî-idarî gelenek olarak, daha çok eskilerden geldiği anlaşılıyor.[20]
Bu ikili idarî yapı dışında Türk sosyal yapısında, dörtlü-altılı-onikili-yirmidörtlü bir yapılanma şekli de görülmektedir. Bilinen en eski yapı Oğuzların boy teşkilâtıdır. Bununla ilgili olarak Oğuz Kağan Destanı konuya açıklık getirmektedir. Oğuz Han’ın altı oğlundan Gün, Ay ve Yıldız Hanlar “Boz Oklar” grubunu, Gök, Dağ ve Deniz Hanlar ise “Üç Oklar” grubunu oluşturmakta idiler. Oğuz Han’ın her oğlundan olan dörder evlat ile yani torunlarıyla 24 Oğuz boyu ortaya çıkmıştır.
Osmanlı devleti teşkilâtında sağ kol-sol kol olmak üzere ikili düzen esaslı bir kaide olarak yer aldıktan başka, 24’lü düzene ait de bazı misaller vardır. Meselâ Rum-eli eyaleti 24 sancağa ayrıldığı gibi, Diyarbekir eyaleti de sekizi yurtluk, beşi ocaklık olmak üzere 24 sancak idi. Evliya Çelebi’ye göre, Kütahya sancağı 24 kadılık idi. Rum-elindeki devlet hizmetinde bulunan yörükler 24 kişiden müteşekkil takımlara ayrılmıştı.[21]
Günümüz Kırgız Türklerinde, tarihin en eski devirlerinden beri ikili bir yapılanma vardır. Kırgızlar, “Ong-(sağ) Kol” ve “Sol-Kol” adlı iki ana kol, Türkmenistan’daki Teke Türkmenleri de “Ötemiş” ve “Toktamış” adlarıyla iki kol halinde yaşamaktadırlar. Başkurt Türkleri kendilerini “Oniki Bavlı/Oniki boy” olarak nitelendirmektedirler. Aynı şekilde, Altaylılar da kendilerinin 24 söyük (kemik/soy)’ten meydana geldiklerine inanmaktadırlar.
İkili ve 4-6-12-24 şeklindeki boy tasnifi Türkmenler ve yörükler arasında da çok yaygındır. Nitekim Karakeçili yörükleri de 12 aşiretten meydana gelmişlerdir. Bilecik Pazaryeri Günyurdu köyünde yerleşik hayata geçen Karakeçili Yörükleri, “Karakeçililer on iki kalemdir” şeklindeki ifadeleriyle Karakeçililer’in 12 aşiretten oluştuğunu vurgulamaktadırlar.
Abdulkadir İnan, Oğuz boyları arasında ikili ve katları şeklinde yaşanan bu yapının temelinde “orun” ve “ülüş” meselesinin yattığını düşünmektedir. İnan’a[22] göre, “Oğuz boylarının (Türkmenlerin) ananesine göre içtimalarda her boyun oturacak (işgal edecek) yeri,’damga’sı, ‘ongun’u ve hatta ziyafet için kesilecek hayvanın etinden alacak payları (ülüş) da belirlenmiştir”. Göçebe Türk ananelerini muhafaza eden ve hukuk meselelerinin çoğu “töre” ve “yol” (usul, kaide) ile tayin edilen Kazak-Kırgız Türklerinde “orun-mevki” meselesine çok önem verilir. Bu cihet yalnız büyük içtimalarda ve kurultaylarda değil, kabile ve oymakların yaylalarda, obaların derecelerinde ve obalarda çadırların kurulmasında da riayet edilir.[23]
Doğu
o o o
9 8 10
0
o 1 o
o 2 3 0
o 4 5 0
Güney 6 7 Kuzey
*
* *
Batı
1-7 rakamlı çadırlar kabilelerin “statü”lerine (mevkilerine) göre oturacak yerlerdir (rakamlar derecelerini gösterir). 8, 9, 10 rakamlı çadırlar hocalara, seyyidlere ve hanın akrabalarına ayrılmıştır. İçi dolu olan çadırlar toy veren boyun oturması için ayrılan yerlerdir. Bu çadırlar mutfak vazifesini görmektedir.
“Orun” ve “Ülüş” her kabilenin ve her oymağın kavim ve cemiyet içinde birçok şeyler üzerindeki hukuklarını gösteren delildir; müessesedir. Yayla, av, harp ganimetleri taksim edilirken her kabilenin “orun”u ve “ülüş”ü dikkate alınarak ona göre “pay” verilir. Mühim içtimalardan birinde “orun” ve “ülüş”ünü bir defa kaybeden kabile yahut oymak mer’a, av ve sair şeyler üzerindeki hukukunu da kaybetmek tehlikesine maruz kalır. Onun içindir ki her kabile bu “orun” ve “ülüş” haklarına ehemmiyet vermek mecburiyetindedir.[24] (İnan 1968: 254).
Bayındır “Uyluk” Avşar
Üç Ok Çavuldur “Yanbaş” Yazgır Boz Ok Salgur “Aşıklı Ülik” Kayı
Alayundlug “Umaca” Dodurga Üç Ok Igdır “Kara İlik” Alka Evli Boz Ok
Yıva “Yağrın” Beğdili
Divitçioğlu, yüzyılların deneyimleri sonucu mükemmel bir yapıya sahip devlet aygıtının, Selçuklu tarafından diriltilirken tek bir kusurlu tarafının Türk-Oğuz ülüş sistemi olduğunu düşünmektedir. Divitçioğlu’na (2000: 122)[25] göre; “üretilen ya da gasp edilen ürünü, bey içindeki dizilişe göre üleşen Oğuz Beyleri, zaptettikleri ülkeyi de kendi atauruk iniş sistemleri çerçevesinde üleştirmeyi bir borç biliyorlardı. Böyle bir sistem içinde beklenilen olumsuz sonuçların doğması kaçınılmazdı. Nitekim, Selçukluda bütün ülüş sahibi beylerin bir kısmı (Musa Yabgu, İbrahim Yınal, Kutalmış) fırsat buldukları taktirde Sultana karşı ayaklanmaktan geri kalmamışlardı.”
Sonuç
Oğuz Türklerinin boy teşkilâtları ve onların kavramsallaştılmaları ile ilgili olarak çeşitli kaynaklarda birbirinden farklı görüşler yer almaktadır. Eski Türk topluluğunun sosyal yapısı hakkında şimdiye kadar ileri sürülen sınıflandırmalar hem sosyal bünye, hem de kavramsallaştırma bakımından birbirini tutmadığı gibi birbirini destekler mahiyette olanların da az sayıda olduğu görülmektedir.
Oğuz Türklerinin boy teşkilâtındaki yapılanma gibi Türk devletlerinin yapılanmasında da sistematik bir düzen vardır. Türk devlet ve boy teşkilatı, Boz Ok-Üç Ok, iç Oğuz-dış Oğuz, sağ (kuzey)-sol (güney), doğu-batı, büyük-küçük olarak tespit edilen dikotomik düşünceler çerçevesinde değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Bu ikili yapılarda yaşayan halklar ise ak-kara dikotomisine göre adlandırılmaktadırlar. Türk toplumlarında, ak budun (beyler)-kara budun (kullar vehalk) adlandırması gibi, Osmanlı Beyliği döneminde de buyuran sınıfı oluşturanların tümüne “ak kemik”, kırsal kesimde yaşayan hayvancılarla köylülere “kara kemik” sınıflaması yapılmıştır.
Türk toplumlarının sosyo-kültürel yapılarını açıklamakta bizlere sosyolojik perspektifler kazandıran bu dikotomik düşünceler, toplumdaki “orun/statü/mevki” ve “ülüş” sistemine göre oluşturulmuşlardır. Oğuz toplumunda doğu yeğdir batı, güney yeğdir kuzey, sağ yeğdir sol inancı, törenlerde beylerle uluların orunlarına göre yerleşmelerine ve oturmalarına neden olmuştur.
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 2 Sayfa: 316-320