Nutuk’tan Özetler – 6
SİVAS KONGRESİNE DOĞRU
“Özetler”in bundan önceki kısmında gördük ki Atatürk 23 Temmuz-7 Ağustos 1919’da gerçekleştirilen Erzurum Kongresi’nde şu kararların alınmasını sağladı: Vatan bir bütündür. Millet kendini savunur. Egemenlik milletindir. Manda kabul olunamaz.
Nutuk’u dikkatle okumaya devam ediyoruz. Sıra Sivas Kongresi’nde… Ancak bu arada acaba neler oldu? İşte yanıt:
-İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal Paşa’nın yakalanmasını ister.
-Paşa Erzurum Kongresi’nin kararlarını ilgili yerlere ulaştırır.
-Bir sorunla karşılaşır: Gizli bir dernek kurulduğunu öğrenir.
-Sadrazam Ferit Paşa’yı bir kez daha doğru yola davet eder.
-Bir yandan da Sivas Kongresi hazırlıklarını sürdürür.
-Derken, “Sivas Valisi engel”i çıkar: Vali Kongre’nin Sivas’ta toplanmasını önlemeye çalışmaktadır. Ancak Mustafa Kemal Paşa onu ikna etmeyi bilir.
“Özetler”in bu altıncı bölümünde (Nutuk, 1991, ss. 50-55) yukarda saydığım gelişmeleri göreceğiz.
***
Hükümet, Refet Bey’le Benim İstanbul’a Gönderilmemizi istiyor
30 Temmuz 1919’da Harbiye Nâzırı Nazım Paşa’dan Erzurum’daki 15’nci Kolordu Komutanlığı’na şu emir geldi:
Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in yakalanarak İstanbul’a gönderilmeleri için o bölgedeki memurlara emir verildi. Kolordu’ca gereken yardımın yapılması rica olunur.
Bu emre Komutanlık gerekli yanıtı verdi.
Erzurum Kongresi’nin Bildiri ve Tüzüğü Gerekli Yerlere Ulaştırıldı
Kongre bildirisi, her yere ve yabancı temsilciliklere gönderildi. Tüzük de komutanlara ve öteki güvenilir makamlara yollanarak, dağıtılması sağlandı.
Bununla ilgili olarak, 3’üncü Kolordu Komutanı Salahattin Bey’den aldığım bir telgrafta; tüzüğün, topyekûn savunma ve geçici bir yönetimle ile ilgili maddelerinin, sakıncalı bulduğundan, yeniden incelenmesi isteniyordu.
Karakol Cemiyeti Adlı Gizli Bir Dernek Kurulduğunu Öğrendim
Biz bu işlerle uğraşırken, Karakol Cemiyeti’nin Tüzüğü, Yönetmeliği diye bir takım basılı kâğıtların bütün orduya dağıtıldığı bildirildi. Bunları okuyan bana en yakın komutanlar bile, bu girişimin benden geldiğini sanarak, kuşkuya düşmüşler. Bir yandan açıktan çalışırken, bir yandan da gizli bir komite kurduğumu sanmışlar. Örgütün elebaşıları, girişimlerini benim adıma yapmaktaymış.
Derneğin tüzüğüne göre, üyeleri, toplanma yeri, usulü, görevleri gizli tutulur. Derneğe tehlike getiren, sırlarını açığa vuran kimseler derhal idam edilir. Yönetmelikte bir “gizli ordu”dan söz ediliyor. Bu ordunun birlik komutanlarının atanmış ve gizli oldukları belirtiliyor.
Komutanlara Bu Derneğin Emirlerine Uymamalarını Bildirdim
Komutanları derhal uyararak, bu tüzük ve yönetmeliklere uymamalarını, girişimin kaynağını araştırdığımı bildirdim.
Sivas’ta anladım ki bu işi yapanlar, Kara Vasıf Bey ve arkadaşlarıymış.
Bu girişim doğru değildi. Herkesi idamla tehdit ederek, gizli bir örgütün emirlerine uymak zorunda bırakmak çok tehlikeliydi. Gerçekten bütün orduda bir korku ve güvensizlik başladı.
Kara Vasıf Bey’e “bu gizli merkezin komutanları kimdir” diye sorunca, “siz ve arkadaşlarınızdır” yanıtını vermişti. Oysa, örgütlenmeden kimse bana söz etmemiş, iznimi de almamıştı.
Dernek daha sonra, özellikle İstanbul’da faaliyetini sürdürmeye çalıştı. Bu nedenle bize verilen bilgilerin içtenliği tartışma götürür.
Ferit Paşa’ya Kurtuluşun, Milli İradeye Dayanmakla Sağlanacağını Bildirdim
Ferit Paşa’nın hiçbir şey başaramadan İstanbul’a dönüşü üzerine kendisine 16 Ağustos’ta şu telgrafı yazdım:
Clémenceau’nun size verdiği yanıtı okuyunca, İstanbul’a ne acılarla döndüğünüzü takdir ettim. Vatanımızı yok etme düşüncesinin bu kadar onur kırıcı biçimde anlatımı karşısında titremeyecek bir insan düşünülemez. Ne var ki milletimiz; hayat ve varlığını ne kaderin akışına, ne de böyle cellatça yargılara kurban etmeyecektir.
Şimdi eminim ki bugünkü genel durumu ve milletin gerçek çıkarlarını farklı görüyorsunuz.
İş başına gelen hükümetlerin yıpranıp iş göremez duruma düşmesi, pek üzücüdür. Şu bir gerçektir ki milletin içerde ve dışarda sesini duyurmak ve söz sahibi olmak, millî iradeye dayanmayı gerektirir.
Milletin amacındaki bu soyluluğa karşılık, İstanbul Hükümeti düşmanca davranma yolunu tutuyor. Bu, üzücüdür ve milleti Hükümet’e karşı istenmeyen hareketlere iter. Çok açıktır ki millet, iradesini kullanacak güçtedir. Girişimlerinin önüne hiçbir kuvvet geçemez.
Hükümet’in olumsuz girişimlerini kimse uygulamayacaktır. Millet programı çerçevesinde hedefine doğru yürümektedir. Hükümetin engelleyici girişimleri hiçbir etki yapmadığına göre, gerçek durumu anlamış olmanız gerekir.
İngilizlerin gösterdiği yolda bir kurtuluş çaresi aramak da boşunadır. Bununla birlikte, İngilizler de en sonunda gerçek kuvvetin millette olduğunu anlayarak, hiçbir dayanağı olmayan, taahhütleri milletçe kabul edilmeyecek olan bir hükümetle sonuç alınamayacağına inanmışlardır.
Bütün dilekler şu noktadadır ki, hükümet; milli akımı engellemekten vazgeçerek, Kuva-yı Milliye’ye dayansın ve girişimlerinde kendine milli gayeyi rehber edinsin. Bunun için de milli iradeyi temsil edecek olan Meclis-i Mebusan’ın toplanmasını sağlasın!
Sivas Kongresi Hazırlıkları, Engellemelere Rağmen Devam Ediyor
Kongreye her yerden temsilci seçtirmek ve onların Sivas’a gelmelerini sağlamak üzere, Amasya’da başlayan çalışmalarımız devam ediyordu. Komutanlar ve yurtseverler olağanüstü bir çaba harcıyordu. Ne var ki her yerde olumsuz propagandalar ve İstanbul Hükümeti’nin engellemeleri işi güçleştiriyordu.
Bazı yerlerden hem temsilci seçmiyorlar, hem de umutsuzluk doğuran yanıtlar veriyorlardı. Örnek olarak 20’nci Kolordu Kurmay Başkanı Ömer Halis Bey’in şu telgrafına bakalım:
“ 1) İstanbul temsilci göndermiyor. Cür’etli bir duruma girmeyi istemiyor.
2) Gönderilmek istenenler, başarılı iş göreceklerine inanmadıklarından, yolculuk sıkıntısına katlanmak istemiyorlar.”
Vali Reşit Paşa Fransızlardan Etkilenerek, Kongre’nin Sivas’ta Toplanmamasını İstiyor
Biz bu güçlükleri yenmeye çalışırken, Kongre için seçtiğimiz Sivas’ta da bir telâş başladı.
Bunu, 20 Ağustos’da Sivas Valisi Reşit Paşa’dan aldığım şu telgraftan öğrendim:
Önceki gün İstanbul’dan Sivas’a gelen Fransız subaylarından Jandarma Müfettişi Brunot bana “Eğer Mustafa Kemal Paşa Sivas’ta kongre yapmaya kalkışırsa, beş on gün içinde buralar işgal edilecektir” dedi. Dahiliye Nazırlığı’ndan aldığım telgraf da aynı kanıyı verecek nitelikteydi. Binbaşı Brunot bu sabahki görüşmemizde de “Ben düşündükten sonra şu kararı verdim ki Mustafa Kemal Paşa ve Kongre Heyeti, Sivas Kongresi’nde İtilâf Devletleri aleyhinde konuşmazlarsa, kongrenin toplanmasında sakınca yoktur. General F. d’Esperey’ ye de yazar, Paşa hakkındaki tutuklama emrini geri aldırır, kongrenin engellenmemesi için Dahiliye Nazırlığı’ndan emir verdiririm. Ancak şu koşulla ki benden hiçbir şeyi saklamayınız ve bana kongrenin toplanma tarihini bildiriniz.”
Binbaşının dünkü kesin ifadesinden sonra bugünkü yumuşak yaklaşımını dikkatinize sunarım. Öyle sanıyorum ki bunların düşüncesi, kongre üyeleri ile sizi burada toplamak, bütün arkadaşları ele geçirmek, işgali bir olupbittiye getirmektir. Dün akşam Dahiliye nazırlığından aldığım telgraf da, nitelik bakımından hemen hemen aynıydı.
Ben bu gerçeği size sunuyorum. Tutulacak yolu belirlemek size düşer. Entrikalı bir tehlike bu kadar yakınken, sizi haberdar etmemeyi, Sivas’ta kongre toplanmasından vazgeçilmesini arz etmemeyi vicdanıma sığdıramadım. Sizden ve arkadaşlardan dilerim ki, bu toplantıdan vazgeçilsin. Kesinlikle gerekliyse, işgali pek kolay olan Sivas’ta değil de, Erzurum ya da Erzincan’da toplansın. Salahattin Bey de bu konudaki düşüncelerini size yazacaktır.
Reşit Paşa’ya Fransız Tehdidine Önem Vermemesini Bildirdim
Reşit Paşa’ya aynı gün şu yanıtı verdim:
Binbaşı Brunot’nun sözlerini gözdağı vermeye yönelik bir blöf saydım. Sivas Kongresi, aylarca önceden, dünyaca bilinen bir girişimdir. Gariptir ki İstanbul’daki yetkili Fransızların bana gönderdikleri haberler, Anadolu’da milletçe yapılan girişimlerin pek haklı ve meşru olduğu şeklindedir. Binbaşı’nın ağız değiştirmesi, beni kazanmak amacına dayanabilir. Sivas’ın işgali de o kadar kolay değildir. İngilizler de, sözde beni yıldırmak için, Samsun’a asker bile çıkardılar. Ancak bu girişime karşı milletin ateşle karşı koyacağını anlayınca, askerlerini alıp götürdüler.
Sivas Kongresi’nde ele alınacak konular, Erzurum Kongresi bildirisinden anlaşılacağı gibi, İtilâf Devletleri aleyhinde değildir. Burada şunu arz edeyim ki ben; herhangi bir yabancı devletin yardımına tenezzül etmem. Benim en büyük korunma ve yardım kaynağım, milletimin bağrıdır. Kongre’nin gereği, zamanı ve yeri hakkındaki karar, bana değil millete aittir.
Fransızların, Kongre üyelerini ele geçirebilmesi de pek uzak bir kuruntudur. Bütün bu yazdıklarımı Binbaşı Brunot’ya aynen söyleyebilirsiniz. Böylece Erzurum Kongresi Bildirisi ile, bütün dünyaya duyurulmuş olan temel kararların uygulanmasında kararsızlığa düşülmeyeceğini de öğrenmiş olur. Binbaşı bilmelidir ki Fransızların Sivas’ı işgal etmeleri yeni bir savaşı göze almalarına bağlıdır.
Sivas Kongresi hakkındaki kesin karar, Heyet-i Temsiliye tarafından verilecek, sonuç size bildirilecektir. Bugün için dileğim, Brunot’nun tehditlerinin halk arasında yayılmasına engel olunmasıdır.
Reşit Paşa’dan şu yanıtı aldım:
Ben vicdanî görevimi yerine getirdim. İstanbul’daki Fransız yetkililerin görüşleriyle size verdikleri sözlerin ne derecede güvenilir olduğunu kestiremiyorum. Yurtseverliğiniz kuşku götürmez. Tutulacak yolun belirlenmesi size ve Kongre Heyeti üyelerine düşer. Emirlerinizi yerine getireceğim.
Eklemeliyim ki Diyarbakır ve Bitlis dolaylarındaki halkı aydınlatmak için, oralardaki ileri gelenlere mektuplar yazdım. Van, Bayezit ve yakınlarındaki kimi aşiret beyleriyle bağlantılar kurdum.
***
BUGÜNKÜ TÜRKİYE İÇİN…
Nutuk’un bir bölümünü daha okuyup özetledim. Her cümle üzerinde uzun uzun düşündüm. Şimdi, ulaştığım bulgu ve yorumları sunuyorum.
•İstanbul Hükümeti
1) Aramızdaki bazı “bedhah”lar şu iddiayı ileri sürer, durur: “Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya gönderen, Vahdettin’dir.” Bunun maksatlı bir yalan olduğunu gösteren pek çok kanıt var (kanıtlar hakkında Turgut Özakman’ın şu kitabına bakılabilir: Vahdettin, Mustafa Kemal ve Millî Mücadele, 2.B., Bilgi Yayınevi, Ank.,1998). Bir diğer kanıtla burada karşılaşıyoruz : İstanbul Hükümeti Paşa’nın yakalanması için niçin emirname çıkartıyor? Hem bu kaçıncı tutuklama emri ? Ne mutlu ki komutanlar Vahdettin’in adamlarına gerekli yanıtı veriyor. Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya Vahdettin gönderdi ise, bu tutuklama girişimleri nedir? Komedi mi oynanıyor? Olur mu böyle şey? Yüzyılların siyaset kurdu İngiliz yutar mı böyle oyunları?
2) Atatürk’ün şu sözüne, Sadrazam Ferit Paşa’ya gönderdiği telgrafta yer alıyor, dikkat isterim: “Vatanımızı yok etme düşüncesinin bu kadar onur kırıcı biçimde anlatımı karşısında titremeyecek bir insan düşünülemez.”
Bugün de aynı aşağılayıcı davranışlarla karşılaşıyoruz, AB ve ABD tarafından… Bunların temsilcilerinin (Olli Rehn’in, Lagendijk’in,, Kretschmer’in, Wilson Ross’un) Türkiye’den taleplerini, Türkiye’ye yönelik değerlendirmelerini hatırlayınız. Tümüyle onur kırıcı görüşler ve aşağılayıcı istekler… Hattâ bugünkü tutumları belki Damat Ferit zamanında olduğundan daha alçaltıcı. Bu hakaretler karşısında bizim hükümetlerimizin -özellikle A.K.P.’nin- yapabildiği ise, sinmek, sus pus olup emirlere boyun eğmekten ibaret. Bense kişisel olarak hissiyatımı şöyle ifade edebilirim: ABD, hele özellikle AB deyince, tüylerim diken diken oluyor. Bir nefret duygusu kaplıyor içimi! Çünkü -her varlık gibi- Batı’nın da iki yüzü olduğunu unutmuyorum: Biri güzelse, öbürü çirkin mi çirkin!
•Başkan
1) “Fransız subayı Brunot olayı”nı daha yakından inceleyelim. Benim dikkatimi aynı bir olayı iki ayrı insanın nasıl farklı değerlendirdiği hususu çekiyor.
Biri, Vali ciddiye alıyor; öbürü, Mustafa Kemal ciddiye almıyor, “blöf“ olarak değerlendiriyor. Tabiî o Mustafa Kemal Paşa!… Kuru gürültüye hiç papuç bırakır mı! (Bir de bugün Türkiye’yi yönetenlerin haline bakın: Batı’dan gelen en ufak bir harekette bile dizlerinin bağı çözülüyor.)
Vali Paşa Sivas’ın işgalinin kolay olduğunu, Mustafa Kemal Paşa tam tersine kolay olmadığını söylüyor. Biri telaşlı, acele hüküm veriyor, sanki art niyetli gibi, samimî görünmüyor; öbürü, Mustafa Kemal Paşa sağduyulu, vakur, aklını kullanıyor, insana güven veriyor, dâvâ adamı olduğu belli. Netice olarak Atatürk liderliğini bu olayda da ortaya koyuyor. Gerçekleri görüyor ve onu göre düşünüyor, muhakemesi sağlam, inandırıcı; dâvâsına öyle baş koymuş ki gökkubbe çökse gerilemiyor.
2) Atatürk karşısına çıkan bütün engellemelerde olduğu gibi “Reşit Paşa engeli” karşısında da, geçit vermez bir dağ gibi dimdik duruyor. En ufak bir tereddüt, en ufak bir gevşeme ve gerileme yok. Lider budur işte. Günümüzde de Türk milletinin en büyük şansı, böyle sağlam, dağ gibi aşılmaz bir lidere kavuşması olacaktır.
3) Gazi Paşa başkan konumunda…, ama yine de demokrat davranıyor: Muhatabını makul sebepler ortaya koyarak, aklına hitap ederek ikna etmeye çalışıyor. Bu, Atatürk’ün demokrat karakterinin bir kanıtıdır. İyi lider böyle olur: Demokrat ruhlu olur.
Mustafa Kemal Paşa’nın “demokrat” karakterinin bir diğer kanıtı da Karakol Cemiyeti oluşumuna şiddetle karşı çıkışıdır. Bir bağımsızlık mücadelesinin bile açık ve şeffaf olarak yürütülmesini istiyor.
Paşa Sivas Valisi’ne verdiği yanıtta, ilkelerinden birini bir kez daha tekrarlıyor : Ben; herhangi bir yabancı devletin yardımına tenezzül etmem. Benim en büyük korunma ve yardım kaynağım, milletimin bağrıdır. Ya bugünkü çoğu aydınımız, medyamız, siyasîlerimiz, hükümetimiz…
AB’ye mi, ABD’ye mi yoksa milletimize mi güveniyorlar?
Biz “Ulusalcılar” olarak yalnızca Milletimize güveniyoruz.
• Örgütlenme
Şu gizli dernek, Karakol Cemiyeti,… acaba hangi maksatla kurulmuştu? Yoksa Atatürk’ün önüne çıkarılan pek çok engelleme girişiminden biri de bu muydu? Ya da birtakım naif kişilerin kurduğu masum bir örgüt müydü? Ebedî Önderimiz bu konuda herhangi bir yorum yapmıyor. Cemiyet hakkında fazla bir bilgisi olmadığı anlaşılıyor. Bugüne dönersek, günümüzde de buna benzer örgütlenmelere gidenler var mıdır? Bu soru akla ister istemez geliyor.
Mustafa Kemal Paşa’nın Karakol Cemiyeti’ne karşı duruşundan şu ilkeyi çıkarıyoruz: Bir bağımsızlık mücadelesi bile açık ve şeffaf olarak yürütülmelidir. Öyleyse, bugün de yapılacak olan aynısıdır. Açık ve şeffaf olacağız.
• Yöntem
1) Atatürk diyor ki : Milletimiz; hayat ve varlığını ne kaderin akışına, ne de cellatça yargılara kurban edecektir.
Onun her sözü gibi bu sözü de bize ışık tutmakta.
Türkiyemiz, Aziz Vatanımız, Milletimiz çok büyük tehlikelerle karşı karşıya. Bir taraftan hükümet, bir taraftan Avrupa Birliği -her biri kendi özel çıkarlarının peşinde- elbirliğiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin orasından burasından tuğlalar sökmekte. Biri dışardan öbürü içerden Atatürk’ün eseri ne varsa, elbirliğiyle söküp parçalıyorlar, yıkıp yok ediyorlar. Peki biz oturup, “demokrat görüneceğiz” diye bu canice saldırıları seyir mi edeceğiz? Ne demiş Atatürk: Asıl önemli olan ve ülkeyi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerdeki cephenin suskunluğudur. Hayır, suskun olmayacağız; gerçekleri bıkıp usanmadan anlatacağız, yazıp çizeceğiz, haykıracağız. Düşüncelerimizdeki farklıkları bir tarafa itip Ana Dâvâ etrafında toplanıp birleşeceğiz. Başkanımızın önderliğinde büyük bir siyasal güç haline gelerek olayların akışını kendi lehimize, halkımızın lehine çevireceğiz. Elbette millî iradeye dayanacağız. Çünkü biliyoruz ki Milletin sesini duyurmak, söz sahibi olmak bu desteğe bağlı!…
2) ABD’nin bir planı var: Genişletilmiş Ortadoğu Projesi… Bu plan Türkiye hakkında “cellatça yargılar” içermektedir. Şimdiki Amerikan Hükümeti gerçek niyetini belli etmiyor ama yakında, koşullar oluşunca niyetini açıkça ortaya koyacaktır. Aramızdaki “bedhahlar”ın işbirliğiyle tabii. Uyanalım: Milletçe hayatımız ve varlığımız tehlikededir. Gecikmeyelim. Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderini iç ve dış bedhahlara bırakmayalım.
3) Bugün en az Amerika ve Avrupa Birliği kadar tehlikeli olan bir odak varsa, o da teslimiyetçi hükümettir. Ona Atatürk’ün Ferit Paşa’ya yaptığı tavsiyelerden hareket ederek şu esaslarla karşı durmalıyız:
-Milletimizin hayat ve varlığını kaderin akışına bırakamayız, Emperyalizm’in (ABD ve AB’nin) cellatça yargılarına kurban edemeyiz.
-Daima “mevcut genel durum”u ve “milletin gerçek çıkarları”nı göz önüne alarak düşünmeliyiz ve hareket etmeliyiz. Bu ise sürekli okuma, takip ve zihnî gayret ister, Aramızda işbirliği, ortak çalışma ister.
-Milletimizin içerde ve dışarda sesini duyurmalıyız. Söz sahibi olmalıyız. Bunun için de olmazsa olmaz bir şart vardır: Millî iradeye dayanmak!…
-Hükümet’in olumsuz girişimlerine karşı çıkmalıyız. Onun bu tür girişimlerini sürekli teşhir etmeliyiz. Teslimiyetçi uygulamalarını olabildiğince engellemeliyiz.
– Unutmayalım, herkese anlatalım: Yabancıların gösterdiği yolda kurtuluş çaresi aranmaz.
-Kemalistler olarak Kuva-yı Milliye’ye dayanmalıyız. Girişimlerimizde Ana Dâvâ’yı rehber edinmeliyiz. Millî iradeyi gerçekten temsil edecek bir Meclis’in bir an önce toplanmasını sağlamalıyız.
• Engelleme
Milli Mücadele kolay yürütülmemiş, kolay kazanılmamıştır. Atatürk daha işin başında, Samsun’a ayak bastığı tarihten itibaren sürekli engellemeler ve zorluklarla karşılaşmıştır. Daha önce okuduklarımızı hatırlayalım: Sivas operasyonunu gerektiren olay, Sabahattin Bey olayı, Erzurum engellemesi, Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklama girişimleri ve şimdi de Sivas Kongresi’nin önüne konulan engel… Bu engelleme Fransız Brunot’nun etkisinde kalan Sivas Valisi’nden geliyor. Vali Paşa Kongre’nin Sivas’da yapılmasını, birtakım basit gerekçelere dayanarak önlemeye çalışıyor. Bu girişiminde samimî mi, yoksa ikili mi oynuyor, kendini mi kurtarmaya çalışıyor, araştırılmaya değer. Reşit Paşa’nın hatırat kitabı var, okunabilir. Künyesi şöyle: Hatıralar: Sivas Valisi Reşit Paşa’nın Hatıraları, SİSKAV yayını, Sivas, 2001.
• Okura Araştırma Konusu
1) Clémanceau’nun Damat Ferit’e verdiği “onur kırıcı” yanıt neydi? Araştırınız. Kendi bulgu ve yorumlarınızı da katarak bir yazı hazırlayınız. Bu yazıyı Atatürkçü bir dergiye gönderip yayınlatınız.
2) Atatürk Erzurum Kongresi’nden sonra ikinci bir kongreye, Sivas Kongresi’ne neden gerek gördü? Atatürk’ü ve büyük eserini yüzeysel, kulaktan dolma değil, derinliğine tanımak isteyen gerçek Atatürkçü için -daha birçokları arasında- bir araştırma konusu da budur. Araştıralım, öğrendiklerimizi yazıya dökerek bizden ışık bekleyen halkımızla paylaşalım.