Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Nutuk’tan Özetler – 5

0 13.623

Büyük Nutuk’tan özetler yapmaya devam ediyorum. Bu bölümün konusu, Erzurum Kongresi ve Atatürk’ün bu kongreye katılmasını engelleme girişimleri…

Erzurum Kongresi 23 temmuz 1919’da toplanıyor. Atatürk Kongre’de alınan kararları açıklıyor : Vatan bir bütündür. Millet kendini savunur. Egemenlik milletindir. Manda kabul olunamaz. Sonra, Kongre sırasında karşılaştığı engelleme girişimlerini anlatıyor. Kongre’ye katılmakta ısrarlı olmasının sebeplerini açıklıyor (Nutuk, 1991, ss. 44-50).

• Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-ı Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin Erzurum Şubesi Benim Derneğin Başına Geçmemi Teklif Etti ve Kongre’ye Katılmamı Kolaylaştırdı

Askerlikten ayrıldıktan sonra bütün Erzurum halkının bana gösterdiği güven ve yakınlığın bende bıraktığı hâtırayı burada belirtmeyi görev sayarım.

Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-ı Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin (Doğu İlerinin Milli Haklarını Savunma Derneği’nin) Erzurum şubesinden aldığım yazıda, Derneğin başına geçmem öneriliyor ve birlikte çalışacağım beş kişinin adları bildiriliyordu.

Derneğin İstanbul’daki genel merkezine ulaştırmaya çalıştıkları bir telgrafla da “merkez adına karar verme ve konuşma yetkisinin bana verildiğinin bildirilmesini” istediler.

Bundan başka benim Kongre’ye katılmamı kolaylaştırmak için, Erzurum temsilcisi iki arkadaş temsilcilikten istifa etti.

•Erzurum Kongresi’nde İlk Hedefin Milli İradeye Dayalı Bir Meclis ve Hükümet Olduğunu Söyledim

Erzurum Kongresi 23 Temmuz 1919’da toplandı. İlk gün, beni başkanlığa seçtiler. Yaptığım konuşmada:

İçine düştüğümüz kara tehlikeyi görüp irkilmeyecek hiçbir yurtsever düşünülemeyeceğinden, Mütareke hükümlerine aykırı olarak yapılan işgallerden söz ettim.

Tarihin bir milletin varlığını ve haklarını inkâr edemeyeceğini, bu itibarla milletimiz aleyhindeki hükümlerin iflâs edeceğini söyledim.Vatan ve milletin varlığını koruma gereğini yerine getirecek gücün, bütün vatanda bir elektrik ağı haline gelmiş olan millî akımın kahramanlık ruhu olduğunu ifade ettim.

Maneviyatı kuvvetlendirmek amacıyla, milletlerin milli gayelerine ulaşmak için yaptıkları mücadeleleri özetledim.

Milletin yazgısına egemen bir millî iradenin, ancak Anadolu’dan doğabileceğini belirttim. Millî iradeye dayalı bir Millet Meclisi’ni ve gücünü millî iradeden alacak bir hükümeti, Kongre’nin ilk hedefi olarak gösterdim.

•Kongre’de Vatan’ın Bir Bütün Olduğu, Milletin Kendini Savunacağı, Milli Ýradenin Egemen Olduğu, Manda Kabul Olunamayacağı Kararları Alındı

Erzurum Kongresi tüzük ve bildiri metninin başlıca ilke ve kararları şunlardan ibarettir:

1) Milli sınırlar içinde vatan parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz.

2)Yabancı işgaline karşı, Osmanlı Hükümeti’nin dağılması durumunda, millet kendini savunacaktır.

3)İstanbul Hükümeti bağımsızlığı koruma gücünü gösteremediği takdirde, bu gaye için geçici bir hükümet kurulacaktır. Hükümet üyeleri milli kongrece seçilecektir.

4) Kuva-yı Milliye’yi (Milli Kuvvetleri) tek kuvvet olarak tanımak ve milli iradeyi egemen kılmak esastır.

5) Hıristiyan azınlıklara imtiyazlar verilemez.

6) Manda ve himaye kabul olunamaz.

7)Milli Meclis’in derhal toplanması için çalışılacaktır.

•Ferit Paşa Milleti Dünyaya Jurnal Eden Demeçler Yayınlıyor

Biz bu kararlarla uğraşırken, Sadrazam Ferit Paşa da milleti jurnal niteliğinde demeçler yayınlıyordu. 23 Temmuz’da basında dünyaya şu ilan ediliyordu: “Anadolu’da karışıklık çıktı. Anayasa’ya aykırı toplantılar yapılıyor. Bu hareketin askerî ve sivil memurlarca önlenmesi gerekir.”

Buna karşı önlemler alındı. Meclis-i Mebusan’ın toplanması istendi.

Kongre sona ererken üyelere “önemli kararlar alındığını, bütün dünyaya milletimizin varlık ve birliğinin gösterildiğini” söyledim.

Zaman sözlerimde bir isabetsizlik olmadığını kanıtlamıştır.

•Kongre Bir Heyet-i Temsiliye Seçti, Ancak Kurul Üyeleri Hiçbir Zaman Bir Araya Gelmedi

Erzurum Kongresi bir Heyet-i Temsiliye seçmiştir. Bu kurulun üyeleri şunlardır:

Mustafa Kemal (Eski 3’ncü Ordu Müfettişi, askerlikten ayrılmış), Rauf Bey (Eski Denizcilik Bakanı), Raif Efendi, İzzet Bey, Servet Bey, Sadullah Efendi (milletvekilleri), şeyh Fevzi Efendi (Nakşi şeyhi), Bekir Sami Bey (Eski vali), Hacı Musa Bey (Mutki Aşiret Beyi).

Belirteyim ki bu kimseler hiçbir zaman bir araya gelip çalışmamıştır. Yalnızca Rauf Bey ve Bekir Sami Bey, İstanbul’da Meclis-i Mebusan’a gidinceye kadar bizimle birlikte bulunmuşlardır.

•Benim Kongre’ye Üyeliğim, Başkan Olmam, Heyet-i Temsiliye’ye Girmem Kararsızlık Konusu Oldu

Benim bu kongreye üye olarak katılıp katılmayacağım, daha sonra da başkan olup olmayacağım düşünme ve kararsızlık konusu olmuştur. Kimilerinin kararsızlığı iyi niyetlerine verilse de, öbür bazıları içtenlikten uzak, melunca bir maksadın peşindeydiler. Söz gelişi Trabzon’dan temsilci olarak gelen, sonradan düşman casusu olduğu anlaşılan Ömer Fevzi Bey ve arkadaşları gibi…

Başka bir tartışma konusu da şuydu: Bazı yakın arkadaşlarım, benim Heyet-i Temsiliye’ye girip açıkça faaliyet göstermemi sakıncalı buluyordu. Görüşleri şöyle özetlenebilir: Milli faaliyetlerin, bütünüyle milletten doğduğunu göstermek gerekir. Yapılacak girişimlerin güçlülüğü, kötüye yorumlanmaması ancak bu yoldan sağlanır. Tanınmış ve hele Hükümet’e ve Padişah’a karşı âsi duruma düşmüş, saldırıların hedef noktası hâline gelmiş benim gibi birinin, millî girişimlerin başında olduğu görülürse, faaliyetin kişisel emellere dayandığı inancı uyanır. Bu bakımdan Heyet-i Temsiliye’yi, yörelerin seçeceği kimseler oluşturmalıdır.

•Ben Bu Görüşlere Karşı Çıktım: Kongre Kararlarının Uygulanması İçin Kongre’ye Katılmalı ve Onu Yönetmeliydim

Ben bu görüşlere başlıca şu noktalardan karşıydım:

Özellikle, ben Kongre’ye kesinlikle katılmalı ve onu yönetmeliydim. Çünkü zaman geçirmeksizin, milli irade eyleme geçmeli; millet doğrudan doğruya fiilî ve silahlı olarak önlemler almaya başlamalıydı. Bunları sağlamak için, yol göstermem ve Kongre’yi kendim yönetmem gerekiyordu. Kongre’den çıkan ilke ve kararları, herhangi bir temsilciler heyetinin uygulamaya koyabileceğine güvenim yoktu.

Bundan başka, Sivas Genel Kongresi’nin toplanmasını sağlamak, bütün milleti ve ülkeyi tek bir heyetle temsil etmek, vatanın her köşesini aynı duyarlıkla savunma ve kurtarma çarelerini araştırmak hususlarını herhangi bir heyetin gerçekleştirebileceğine inanmıyordum.

•Aksi Halde İki Taraflı Oynayanlar Gibi Davranmış Olurdum

Çünkü, bende o kanı olsaydı, benim başa geçmemden önce başlamış çalışmaların sonucunu bekler ve istifa yoluna gitmezdim. Hükümet’e ve Padişah’a isyan gereğini duymazdım. Aksine, ben de kimi iki yüzlüler ve iki taraflı oynayanlar gibi, pek gösterişli olan Ordu Müfettişliği ve Padişah Yaveri sıfatını bırakmazdım. Gerçi, benim açıkça ortaya atılmamda ve hareketin başına geçmemde sakınca da vardı. Ancak o sakınca; başarısızlık hâlinde en önce benim, en büyük cezaya uğratılmamdan başka ne olabilirdi? Oysa bir vatan ve milletin ölüm-kalım dâvâsı söz konusu iken, yurtseverim diyenlerin kendi sonlarını düşünmelerinin yeri var mıydı?

•Kendime Güveniyordum; Yurdumun Yazgısını Beceriksizlerin Eline Bırakamazdım

Eğer ben o görüşlere uysaydım, iki büyük sakınca doğacaktı:

Birincisi; düşünce, karar ve kişiliğimde yetersizlik olduğunu itiraf etmekti ki bu, vicdanımın emrine uyarak üstlendiğim görev bakımından bir yanılma olurdu.

Tarih kanıtlamıştır ki, büyük dâvalarda başarı için, yetenekli ve güçlü bir önder gerekir. Yöneticilerin umutsuz ve beceriksiz olduğu, milletin başsız kaldığı, yurtseverim diyen binbir insanın türlü görüş ortaya attığı ve her şeyin allak bullak olduğu bir dönemde, danışmalar, nüfuzlu kimselere bel bağlama yoluyla, kararlı ve hızlı yol almak ve hedefe ulaşmak mümkün müdür? Tarihte bunun örneği var mıdır?

İkincisi; millet, ülke, politika ve ordu yönetimiyle hiçbir ilgisi olmamış, bu alanda başarıları görülmemiş ve denenmemiş gelişigüzel kimselerden, örneğin Erzincanlı bir nakşi şeyhi ve mutkili bir aşiret başkanı gibi zavallılardan kurulacak herhangi bir temsilciler heyetine, söz konusu durum ve görev emanet edilebilir miydi? Edilirse, ülkeyi kurtaracağız derken, milleti ve kendimizi aldatmış olmaz mıydık?

Bu söylediklerim; o günlerde değilse bile, bugün yadsınmaz gerçeklerdir. Bununla birlikte bunları bazı anı ve belgelerle burada bir kez daha belirtmeyi, gelecek kuşakların siyasal ve sosyal ahlâk eğitimi bakımından bir görev sayarım.

İlerde üzerinde duracağım olaylar dolayısiyle, bu husus kendiliğinden aydınlanacaktır.

BUGÜNKÜ TÜRKİYE İÇİN…

•Ülkenin Durumu

1) Atatürk Nutuk’ta şöyle bir memleket tablosu çiziyor: Yöneticiler umutsuz ve beceriksiz… Millet başsız… Yurtseverim diyen binbir insan türlü görüşler ortaya atıyor. Her şey allak bullak olmuş. Danışmalar…, nüfuzlu kimselere bel bağlamalar…

Bir fark görüyor musunuz…, Atatürk sanki bugünkü Türkiye’yi anlatıyor.

Türkiye’ye apar topar getirilen, Amerikan dayatması demokrasi rejimi; ülkemizi sonunda bir uçurumun kenarına sürüklemiş bulunmakta. Türkiye’nin kimlerin eline düştüğüne bakın: Devlet yönetimiyle bir ilgisi olmamış, bu alanda başarıları görülmemiş, denenmemiş, sokaktan toplama, gelişigüzel kimselerin elinde Türkiye… Bir “demokrasi” putu uğruna Devletimizin ve milletimizin aziz varlığı böylelerinin eline mi bırakılmalıydı? Bu yapılan, “demokrasicilik oynayacağız” diye Türkiye Cumhuriyeti’ni bozuk para gibi harcamak değil midir? Kime yarıyor bu ölçüsüz demokrasi putperestliği? Yalnızca Amerika’ya yarıyor, kendilerini AB kisvesi altında gizleyen emperyalist devletlere yarıyor. Zaten ABD İsmet İnönü’ye onun için dayatmadı mı bu rejimi?

Elbette demokrasi…, ancak sanayileşme ile birlikte, şehirleşme ile, üniversiteleşme ile, uluslaşma ile birlikte!… Demokrasi tek başına bizim hiçbir işimize yaramaz.

2) Atatürk emperyalist devletlerin Mütareke hükümlerine aykırı işgallerini vurguluyor, Nutuk’ta. Bu aykırılık Avrupalı’nın önemli bir karakter çizgisini ele vermekte: Sözünde durmamasını, riyakâr olmasını, döneklik yapmasını… Bu davranış, gerçekte, ezelî bir siyasetidir avrupalının. Avrupa ve Amerikan diplomasisinde verdiği sözü tutmamak sık sık başvurulan bir araçtır. Tabii şimdi de uygulanıyor. Bizim saf ve deneyimsiz yöneticilerimize de sözler verirler, ancak daha ilk fırsatta o sözün üzerine yatarlar (K. Evren’e, R. Tayyib’e sorun, neler anlatacaklardır size). Yaptıkları antlaşmalara da uymazlar. Oysa yoksul bir ülke, örneğin Türkiye bunun yüzde birini yapacak olsa, kıyameti koparırlar.

Bizim AB ile ilişkilerimiz, bu şekilde atılan kazıklarla doludur. Çarpıcı bir örnek vereyim: AB’nin siyaset tilkileri 1999 Helsinki zirvesinde Kıbrıs sorununu da Türkiye ile yaptıkları sözleşmeye dahil ettiler. O zamanki başbakanımız Ecevit, her zamanki gibi “içime sindiremiyorum” diyerek karşı çıkacak oldu. Sen misin karşı çıkan, AB Dönem Başkanı Finli politikacı apar topar Türkiye’ye geldi. Nasıl başardıysa, Ecevit’i yumuşattı. Ensesini okşarken resimleri yayınlanmıştır basında. Sonradan öğrendiğimize göre söz vermiş, “sözleşmedeki Kıbrıs’la ilgili ifade Türkiye’nin üyelik müzakerelerini engellemeyecektir” diye. Tabiî bizimki bu lafa kanıyor. İsmail Cem’in yedeğinde apar topar Helsinki’ye uçuyor, Kıbrıs sorunlu antlaşma metninin altına basıyor imzayı. Biz Kıbrıs’ı işte o imza ile kaybettik.

3) Bugün Türkiye ne acıdır ki bundan 90 yıl öncesinin koşullarına yeniden dönmüş bulunmaktadır. Sanki yeniden Mütareke dönemindeyiz. Avrupa Birliği mandası isteniyor, o olmazsa Amerikan mandası isteniyor.

Öyleyse bugün de bir Erzurum Kongresi’ne, o kongrenin ilke ve kararlarına ihtiyacımız var. Çünkü millî sınırlar içinde vatan bir bütün olmaktan çıkarılmak, parçalanmak istenmektedir. Bunun baş müsebbibi Avrupa Birliği’dir, arkadaki kışkırtıcı Amerika Birleşik Devletleri’dir. Bölücüsü, mürtecisi, işbirlikçi sermayesiyle “dahilî bedhahlar” da bunların korumasında yapabiliyor bütün hâinliklerini…

Yine bir yabancı işgali karşısındayız. Ancak bu kez işgal topla tüfekle yapılmıyor; dış borçlandırma ile, özelleştirme ile, yabancı sermaye ile, yabancıya toprak satışı ile, azınlık hakları talepleriyle yapılıyor. Hükümet âciz olmaktan öte, teslimiyetçi konumda. Bu tür hükümetlerden hayır yoktur. Tek çıkar yol Millet’in kendisindedir, Millet kendini savunmak üzere örgütlenmelidir. Mutlaka bir hükümet yolu aranmalıdır.

Artık tek güç Milli Kuvvetlerdir, bir Millî Meclisdir.

4) Türkiye’yi bugün yöneten hükümet, bir azınlık iktidarıdır. Bu iktidar Türk unsurunu, bu ülkenin gerçek sahiplerini geri plana itiyor. Hedef Osmanlı zamanında olduğu gibi Hıristiyan azınlıkları yeniden öne çıkarmak, yeniden eski statülerine kavuşturmaktır. Daha önce göç etmiş olan unsurların, Anadolu’ya yeniden dönmeleri planlanıyor. Yalnız holding TV kanalları değil, TRT bile gösterdiği filmler, yaptığı programlarla halkı bu ihanete alıştırma gayreti içinde.

•Hükümet

Bugün Türkiye’yi öyle bir hükümet yönetiyor ki hiçbir şekilde güven vermiyor bir yurtsevere. Cumhuriyetin bütün kurumlarına muhalif, hemen bütün kurumlarla kavgalı. Böyle bir hükümet dışarıda Cumhuriyetimize ve devletimize ne ölçüde sahip çıkabilir, bunun takdirini okura bırakıyorum. İşte sanayileşmesi engellenmiş, eğitim düzeyi yükseltilmemiş bir ülkede, Amerikan ihracı demokrasinin vereceği sonuç bu olur. Geçmişte, 1938’den bu yana Türkiye’yi yönetenler, İsmet Paşa’dan Recep Tayyip’e bütün başbakanlar ve hükümetleri bu eserleriyle (!) bol bol öğünebilirler.

•Eylem

1) Eğer bugün de “Vatan ve Millet’in varlığını koruma gereği” ile karşı karşıya isek, bunun gereğini yerine getirecek gücün ne olduğunu Atatürk bize bildiriyor; o güç bütün vatanı bir elektrik ağı gibi saracak olan millî akımdır, o akımın kahramanlık ruhudur!…

2) Türkiye’nin bu bilinçsizce gidişini önleyecek çare konusunda Atatürk bize yine yol gösteriyor:

-Milletin yazgısına egemen bir millî irade, ancak Anadolu’dan doğabilir.

-Toplanacak bir kongrenin ilk hedefi şu olmalıdır: Millî iradeye dayalı bir Millet Meclisi!… Gücünü millî iradeden alacak bir hükümet!…

Bugün Türkiye’de bu ikisi de yok! Öyleyse bu ikisidir, ilk gerçekleştirilmesi gereken.

3)Halkımızın mâneviyatı kuvvetlendirilmelidir. Bunun için yapılacak işlerden biri, başta Türk İstiklal Harbi olmak üzere milletlerin gayelerine ulaşmak için yaptıkları millî mücadeleler tarihinden halkımızı, gençlerimizi haberdar etmektir.

•Başkan

1) Tarih bilgisi çok önemli… Atatürk bu bakımdan çok donanımlı. Kendini yetiştirmiş, milli mücadeleler tarihini iyi biliyor ve bunları bir çırpıda özetleyebiliyor. Bugün beklediğimiz lider de öyle olmalıdır.

2) Atatürk diyor ki: “Heyeti Temsiliye üyeleri hiçbir zaman bir araya gelip çalışmamıştır.” Bu husus, çok anlamlı. Bundan da anlaşılıyor ki bütün icra gücü Mustafa Kemal Paşa’nın omuzları üzerine yıkılmış. Çoğu zaman heyetler işlevsel olmuyor. O zaman liderin önemi daha iyi kendini gösteriyor. Kuvvetli bir lider varsa, işler yürüyor. Yoksa kalıyor. Türkiye’nin sorunu bugün budur. Heyetler çok, ancak ortada toplayıcı bir lider yok.

3)Millete hizmet yolu düz değildir, engellerle doludur. Bu engeller insanların iyi niyetinden kaynaklanabileceği gibi, çok hâinane amaçlardan da kaynaklanabilir. Mustafa Kemal Paşa da böyle engellerle çok karşılaşmıştır. Biri de yukarıda okuduğumuz Erzurum engellemesi

Öncekilerden örneğin Sivas olayını hatırlayabiliriz. Tabiî daha sonra da karşılaşacaktır böyle engellemelerle. Ancak o, Atatürk!… O zorluklar karşısında asla geri adım atmıyor. Sivas engelini, nasıl Sivas operasyonu ile aştıysa, Erzurum engelinin de üstesinden gelmesini biliyor. Liderin bir vasfı da budur: Zorlukların üzerine cesaretle yürümek! Bu yetenek de başka vasıflara bağlıdır: Bilgi ve muhakeme gücü, olup biteni iyi tahlil gücü gibi …

Mustafa Kemal Paşa, hep durumdan görev çıkarmıştır. Bir Atatürkçünün de başta gelen niteliklerinden biri bu olmalı: Durumdan görev çıkarmak! Böyle Atatürkçülere ne kadar çok ihtiyacımız var, bugün.

Dikkat ediniz: Atatürk sadece “Ben Kongre’ye kesinlikle katılmalıydım” demiyor, aynı zamanda “onu yönetmeliydim” diyor. Çünkü o her şeyi önceden düşünmüş, planlamıştır. Onun için hep derim: Atatürkçülük kafayı çalıştırmaktır, planlamaktır. Yalnız ufku değil, ufkun ötesini de görmektir.

İlk hedefini bakın nasıl çizmiş:

-Millî irade zaman geçirmeksizin, eyleme geçmelidir.

-Millet doğrudan doğruya fiilî ve silahlı olarak önlemler almaya başlamalıdır.

Peki bütün bunları kim yapacak? Kim Millet’e yol gösterecek? Kongre’yi belirlenen hedefler istikametinde kim yönetecek? Kongre’den çıkacak ilke ve kararları kim uygulamaya koyacak?

Onu da planlamış: Kendisi!

İşte önder böyle olur: Önce her şeyi planlar, kendi liderliğini ortaya koyar. Çünkü geleceğe, ufkun ötesine öylesine hâkimdir ki sonucun, başka türlü başarısız olacağını açıkça görür.

Demek ki planının temel araçlarından biri kendi liderliği… Eğer bir başkasında o yeteneği görseydi belki ısrar etmeyecek, geri çekilecekti. Sorumluluk duygusu bunu gerektirirdi. Ancak öyle bir kanıya sahip olmadığından istifa ve isyan gereği duymuştur. Öte yandan her türlü sonucu da göze almış bulunuyordu.

Şu sözü günümüz aydınlarının kulağına küpe olmalıdır: Vatan ve milletin ölüm-kalım dâvâsı söz konusu iken, yurtseverim diyenlerin kendi sonlarını düşünmelerinin yeri var mıdır?

Bir Atatürk daha, evet bir Atatürk daha, bütün planlarını hazırlamış olarak, kendi varlığını ortaya koyarak çıkacak mıdır meydana?

•Okura Ödev

Atatürk’ün şu sözü ne anlama geliyor, düşün, araştır ve yaz : Tarih bir milletin varlığını ve haklarını inkâr edemez.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.