Nutuk’tan Özetler – 4
Nutuk Atatürk’ün kaleminden çıkmıştır. Ona “Nutuk” adının verilmesinin sebebi, CHP’nin 15-20 Ekim 1927 tarihli ikinci kurultayında -6 günde 36,5 saat süren- bir söylev şeklinde Atatürk tarafından okunmuş olmasıdır.
Nutuk’u bugünkü dille yayına hazırlayan Prof. Dr. Zeynep Korkmaz [Atatürk Araştırma Merkezi yayını, Ank., 1991], yapıtın önsözünde şunları yazar: Nutuk İstiklal Savaşı’mızı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve inkılapların yapılışını anlatır. Cumhuriyet tarihimizin birinci elden, çok değerli bir kaynağıdır. Nutuk’ta tarihi “yapan”la “yazan”, aynı şahsiyette birleşmiştir. Nutuk’ta büyük bir komutanın, büyük bir önder ve devlet adamının askerî ve siyasî eylemleri ile, Türkiye Cumhuriyeti’ne şekil veren temel düşünce ve görüşleri yer alır.
Zeynep Korkmaz’ın şu değerlendirmeleri çok anlamlıdır: Nutuk “millet adına yapılan bütün işlerin, meşruluk ilkesine dayandırılarak yürütüldüğünü; verilen kararların, [yapılan] uygulamaların, derinlemesine bir düşüncenin, uzak bir görüşün, ince bir hesaplamanın, yerinde bir mantığın ve ihtiyatlı bir davranışın ürünü olduğunu ortaya koyan bir eserdir. Yapılan her işte Türk milletinin haysiyet ve şerefinin ön planda tutulduğunun, bütün düşünce ve görüşlerde aklın, mantığın ve ilmin gereklerine uygun bir millî politikanın yer aldığının göstergesi”dir.
Altını çizdiğim ifadelere dikkat isterim, ey okur!… Bugün o değerlere öyle muhtaç bir duruma düşmüş bulunuyoruz ki… Ama çok şükür çaresiz değiliz: Nutuk’u okursak ve ne kadar dikkatli ve yürekten okursak, bu eksiklerimizi de o kadar çabuk gideririz!
Özetleme sırası, Büyük Eser’in 30.-44. sayfalarında…
I) ERZURUM KONGRESİ HAZIRLIĞI VE ASKERLİKTEN AYRILIŞIM
• 3 Temmuz 1919’da Erzurum’a Vardım
Sivas’taki teşkilatla ilgili talimatı verdikten sonra, 28 Haziran’da Erzurum’a doğru yola çıktık. Bir hafta sonra 3 Temmuz günü içten gösteriler arasında Erzurum’a varıldı.
İstanbul Hükümeti’nin olumsuz emirlerine karşı önlemler alınması için, bütün komutanlara emir verdim.
Hükümetçe görevden alınan Vali Münir Bey, isteğim üzerine henüz Erzurum’da bulunuyordu. Bitlis valiliğinden ayrılan Mazhar Müfit Bey de beni bekliyordu.
• Arkadaşlarıma Millete Nasıl Hizmet Edileceğini ve Bu Yolda Karşılaşılacak Tehlikeleri Anlattım
Bu iki vali beyler ile 15’inci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, Rauf, Süreyya, Kurmay Başkanım Kâzım, Husrev ve Doktor Refik Bey’lerle ciddî bir görüşme yaptım.
Kendilerine durumu, tutulacak yolu, en elverişsiz durumları, tehlikeleri, göze alınacak özveriyi anlattım.
Ayrıca şunları söyledim: “Bugün bizi yok etmeyi düşünenler; sadece Saray, Hükümet ve yabancılardır. Ancak bütün bir ülke de aldatılıp aleyhimize çevrilebilir. Millete önder olacakların, amaçtan asla dönmemeleri, son nefeslerine kadar, uğrunda her fedakârlığa devam edeceklerine baştan karar vermeleri gerekir. Bu gücü olmayanların teşebbüse geçmemeleri doğru olur.
Görevimiz makam ve üniformaya sığınarak el altından yürütülecek türden değildir. Açıkça ortaya çıkmak, milletin haklarını haykırmak ve onu bu sese ortak etmek gerekir.
Görevden alındığım için, benimle işbirliği yapmak, benimle aynı kaderi paylaşmak olur.”
• Arkadaşlarımdan Bir Önder Konusunda Karar Verilmesini İstedim
“Ülke koşullarının istediği adamın, mutlaka benim şahsım olacağı gibi bir iddia da söz konusu değildir. Yalnız, birinin ortaya atılması kaçınılmazdır. Benden başka bir arkadaş da düşünülebilir. Yeter ki bugünkü durumun gerektirdiği şekilde hareket edebilsin.”
Bu konuşmadan sonra, sağlıklı bir karar alınabilmesi için, görüşmeye ara verdim.
• Önder Olarak Benim Kalmamı İstediler
Yeniden toplandığımızda, işin başında benim kalmamı, kendilerinin bana destek olacaklarını bildirdiler.
Ben; resmî görevden ayrıldıktan sonra da, bir üst komutan gibi emirlerime uyulmasının başarı için şart olduğunu belirttim. Bu da kabul gördükten sonra, toplantıya son verildi.
• Erzurum Kongresi İçin Yeterli Sayıda Temsilci Getirtmeyi Başardık Doğu İllerinin Ulusal Haklarını Savunma Derneği’nin Erzurum Şubesi; Trabzon’la da anlaşarak, Temmuz ayında bir Doğu İlleri Kongresi toplamak istedi. Ben daha Amasya’da iken ve bugüne kadar, illerden temsilci gönderilmesi için çok uğraştı.
Ancak o günün koşullarında bunun gerçekleştirilmesi çok güçtü. Toplantı günü yaklaştığı halde, temsilciler gönderilmiyordu.
Bu kongrenin toplanması pek önemli olduğundan, ciddî girişimlerde bulunmam gerekti.
İllerin her birine, vali ve komutanlara telgraflar gönderildi. Sonunda yeterli temsilci getirtilerek, kongre gerçekleştirilebildi.
• Milli Mücadele’ye Yararlı Olacağından, Bayburt’ta Gizlenen Halit Bey’i Erzurum’a Getirttim
Millî Mücadele’ye ordunun desteğini sağlamak, askerî ve millî mücadeleyi uyumlu olarak yürütmekte son derecede önemliydi.
Trabzon’daki, vekâletle yönetilen tümenin asıl komutanı Halit Bey Bayburt’ta gizlenmişti.
Onun, gizlendiği yerden çıkarılması iki bakımdan önemliydi. Birincisi İstanbul’a çağrılmanın ve emre uymamanın gizlenmeyi gerektirmediğini herkese göstererek mânevî gücü yükseltmekti. İkincisi Trabzon’a bir saldırı olursa, tümenin başında gözü pek bir komutan bulundurmak içindi.
Bundan dolayı Halit Bey’i Erzurum’a getirttim. Gerektiğinde tümenin başına geçmesi için, hazır olmasını istedim.
• Oyun Sona Erdi: İstanbul’a Resmî Görevimden ve Askerlikten Ayrıldığımı Bildirdim
Bu işlerle uğraşırken, bir yandan da Savunma Bakanı Ferit Paşa ile Padişah’ın, geri dönmemi sağlamak üzere çektikleri aldatıcı telgraflara yanıtlar vermekle zaman kaybına mecbur oluyorduk.
Sonunda 8/9 Temmuz gecesi, bir aydır süregelen oyun sona erdi. Savunma Bakanlığı’na ve Padişah’a, resmî görevimle askerlikten ayrıldığımı bildiren telgrafları çektim.
Durumu ordulara ve millete duyurdum. Bu tarihten sonra, resmî yetkilerimden sıyrılmış olarak, yalnız milletin sevgisine güvenerek ve onun tükenmez gücünden destek alarak görevime devam ettim.
II) BAZI ARKADAŞLARIMIN YARATTIĞI SORUNLAR
• 2’inci Ordu Müfettişi Cemal Paşa İstanbul’a Dönüyor
Biz telgraf başında konuşurken, bununla ilgilenen başka kimseler de vardı.
Saflıklarını uyanıklık gibi göstermeye çalışanlar hakkında bir fikir vermek için, tarafımıza gönderilen şu telgrafa bakalım.
Telgraf ve Posta Genel Müdürü Refik Hâlit Bey ile Konya Valisi Cemal Bey 6/7 Temmuz gecesi, makine başında şöyle konuştular :
–Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a getirilecek. Cemal Paşa için yapılacak işlem hazır.
Konya Valisi de :-Teşekkür ederim, dediler.
2’inci Ordu Müfettişliği Şifre Memuru Hasan
Gerçekten, Konya’daki 2. Ordu müfettişi Cemal Paşa’nın, İstanbul’a gittiğini önceden öğrenmiş ve hayret etmiştim.
Cemal Paşa ile, Samsun’a çıktığımdan beri, millî dâvâ ve teşkilatlanma konusunda haberleşiyor; kendisinden umut verici yanıtlar alıyordum.
Böyle bir komutanın İstanbul’a gitmesi akıllıca bir iş olamazdı. Bu sebeple 5 Temmuz’da Konya’daki 2.’nci Kolordu Komutanı Selahattin Bey’e şunları yazdım:
1) Cemal Paşa’nın İstanbul’a hareketinin sebebini bildiriniz.
2) Sizin de oradaki birliklerin başından ayrılmanız doğru değildir.
Selahattin Bey 6/7 Temmuz’da şu yanıtı verdi: “Cemal Paşa, bazı kimselerle ve ailesiyle görüşmek üzere kendi isteğiyle izinli olarak İstanbul’a gitmiştir.”
Cemal Paşa geri dönmedi. Kendisini daha sonra Savunma Bakanı olarak göreceğiz.
• Cemal Paşa’nın Verdiği Kötü Örneğin Olumsuz Etkilerini Önlemek İçin Bir Bildiri Yayımladım
Ne yazık ki bir süre sonra Selahattin Bey de İstanbul’a gitti.
Cemal Paşa’nın sergilediği bu kötü örnek üzerine 7 Temmuz’da şu genel bildiriyi yayımladım:
-Millî kuvvetlere hiçbir şekilde karışılamaz. Ordu millî iradenin hizmetindedir.
-Müfettiş ve komutanlar; komutadan uzaklaştırıldığı takdirde, yerlerini alacaklar işbirliğine yatkın iseler, komutayı bırakacaklar, ancak kendileri de o bölgede göreve devam edeceklerdir. Aksi takdirde komuta bırakılmayacak, yapılan atama kabul edilmeyecektir.
-Ülkemizin kolayca işgali için, yabancı baskısıyla hükümet; bir askerî ya da millî teşkilatı dağıtma emri verirse, bu emir yerine getirilmeyecektir.
-Ordu, Ulusal Hakları Koruma ve İlhakı Ret derneklerinin gerilemesine yol açacak her etkiyi önleyecektir. Devletin bütün sivil memurları da bu derneklerin meşru yardımcılarıdır.
-Herhangi bir bölgeye saldırıldığı takdirde, her yer işbirliği için birbirini haberdar edecek, savunmada işbirliği sağlanacaktır.
Bu bildiri Anadolu ve Rumeli’deki bütün komutan ve diğer ilgililere gönderilmiştir.
• Refet Bey Emrime Aykırı Olarak Komutayı Selahattin Bey’e Devrediyor
Birkaç gün sonra, 3’üncü Kolordu Komutanı Refet Bey’den 13 Temmuz 1919 tarihli şu telgrafı aldım:
İstanbul’dan bir İngiliz gemisiyle, Harbiye Dairesi Başkanı Albay Selahattin Bey görevimi devralmaya geldi. Benim de geri dönmem emrediliyor. Selahattin Bey, gayeye uygun çalışacağından komutayı devrettim. Sivas yönüne hareket ediyorum.
Bu davranıştan memnun olmadım. Geliş biçimine göre Selahattin Bey hakkında verilecek hüküm; İngiliz görüşüne hizmet konusunda kendisine güvenilmiş olmasıdır. Bu, doğru olmasa da, Refet Bey; komutayı hemen devretmemeli, hiç olmazsa bizim fikrimizi de almalıydı.
Devrettiğine göre de, hiç olmazsa görüşümüzü iyice benimsetinceye kadar birlikte çalışmalıydı. Bununla birlikte iki noktada tesellî buldum. Birincisi, Selahattin Bey’in gayeye uygun çalışacağı haberi; ikincisi, Refet Bey’in İstanbul’a gitmemiş olmasıydı.
Bunun üzerine bütün komutanların, İstanbul’a gitmekte en küçük bir yanılmanın pek pahalıya mal olacağını bildirerek, dikkatlerini çektim. Refet Bey’e de “Selahattin Bey’in kararlarımızı uygulayacağı haberinden, güç kazandığımızı” bildirdim.
Selahattin Bey’e şu telgrafı çektirdim:
İstanbul’dan milletin bağrına gelmeniz sevinçle karşılandı. Kutsal amacımız için ortak gayretimizde Tanrı bizi zafere ulaştıracaktır.
• Refet Bey Hatâ Yapıyor, Emirlerime Uymuyor, Yılgınlık Gösteriyordu
Selahattin Bey hakkında ilk kuşku, kendisine güvenip komutayı teslim eden Refet Bey’den geldi. 15 Temmuz’da çektiği, başka görüşlerini de içeren telgrafı okuyalım:
Selahattin Bey’in ürkmemesi gerekir. Önce Kâzım Paşa kendisiyle haberleşmelidir.
Hâmit Bey görevden alınırsa, buralarda kalmaz. Etkilemeye çalışıyorum. Yerinde bırakılması için girişimlerde bulunuldu.
Dönmem için, İngilizler Hükümet’e baskı yapsa da, ben duruma göre kendimi ayarlayarak buralarda kalacağım. İngilizler ve Amerikalılardan anladığıma göre, Kâzım Paşa’nın durumu da tehlikelidir.
Her zaman ölçülü davranılmasını ve durumun iyi idare edilmesini tavsiye ederim.
Hâmit Bey Samsun mutasarrıfı idi. Refet Bey’in, ortak gaye uğrunda bizimle çalışacak bir arkadaş olarak tavsiye ettiği ve benim, Hükümet’e bildirerek Samsun’a getirttiğimiz kişiydi.
Böyle bir zatın görevden alınacağına şüphe var mıydı? Refet Bey “Yerinde bırakılması için gereken yapıldı” diyor. Nerede, kimlere, kim başvurdu? “Görevden alınırsa burada kalmaz. Etkilemeye çalışıyorum” diyor. Nereye gidecek? Nasıl? Bizimle çalışmıyor muydu?
Refet Bey, kendisinin dönmesi için baskı yapılacağını, duruma göre buralarda kalacağını söylüyor. Oysa durum belliydi ve 7 Temmuz talimatımla kendisine bildirilmişti. Başka yapılacak şey yoktu.
Refet Bey yabancılardan anlamış ki “Kâzım Paşa’nın durumu da tehlikelidir.” Bu ne demektir? Azimlerini en çok koruması gereken arkadaşların, bize rahmet okumayacak kimselerin sözlerinden tehlike kuruntusuna kapılmaları ve buna inanmaları ne demektir?
Bana ders de veriyor, “ölçülü davranılmasını” öneriyor. Buradaki “ölçülü” sözcüğünden amacın ne olduğunu anlayış sahiplerine bırakırım.
Bana “iyi idare” tavsiye eden bu zat; bunu, emrimi yerine getirip görevi başından ayrılmadan önce yapsaydı, daha içten hareket etmiş olurdu.
• İstanbul’a Dönmeyi Düşünen Hâmit Bey’den Anadolu’da Kalmasını İstedim
14 Temmuz’da Hâmit bey’den şu telgrafı aldım:
Görevimden alındığımı öğrendim. Emir gelince, İstanbul’a gideceğim.
Refet Bey’in yaptığına üzülürken, kendisinden özveri beklediğim bir arkadaşın da anlaşılmaz bir tutumuyla karşılaşıyorum.
Hâmit Bey’e şu telgraf çekildi:
Refet’e yazarak, birlikte iç taraflara gelmenizi rica ettim. Bilmem hangi güvenlik duygusuyla İstanbul’a gidiyorsunuz. Biz değerli arkadaşlarımızı milli gaye için Anadolu’ya çekmeye çalışırken, sizin düşmanla sarılı bir çevreye gitmenizi doğru bulmadık. Refet’in yanına gidiniz. Ya birlikte Sivas yakınlarında kalınız ya da yanımıza geliniz.
• Hâmit Bey Yapılması Gerekenler Konusunda Yanlış Düşünüyordu
20 Temmuz’da Hâmit Bey’in Samsun’dan gelen telgrafı şuydu:
Millet Doğu’dan bir umut ışığı bekliyor. Acaba bir şey var mı diye kuşkulanıyorum.
Gerçi bir şey yapmak istiyoruz. Ancak teori ile uğraşıyor, uzun yollar seçiyoruz. Ülkenin durumu gittikçe kötüleşiyor. Bu bakımdan düşünceler üzerinde durmadan, çalışmalarımızı hızlandırmalıyız. Hatırıma gelen şudur:
Her yerden Padişah’a birer telgraf çekelim. Kırksekiz saat içinde milletin güvendiği bir hükümet kurulmadığı, bir kurucu meclis toplanması kararı alınmadığı takdirde, kendisini ve hükümetini tanımadığımızı bildirelim. Biz yürüyelim, millet arkamızdan gelsin.
Biraz öfkeli yazılmış olan bu telgrafı karar ve hareket telkin eder niteliktedir.
Mutasarrıf Bey bir umut ışığı olduğundan kuşkulanıyor. Bizim şekil ve teoriyle uğraştığımızı sanıyor. Çalışmalarımızı nasıl hızlandıracağımızı da söylüyor. Eğer bundan sonra, görüşlerinin yanlışlığını açığa vuran bir düşünceyi ortaya koymasa iyi ederdi.
Tarih “Biz yürüyelim, millet arkamızdan gelsin” düşüncesinde olanların karşılaştığı cezalarla doludur. Yöneticilerin böyle çarpık görüşlere kapılmaması gerekir. Hâmit Bey içerilere çekilmesi isteğime hiç dokunmuyor.
Kendisine verdiğim yanıtta: “Milletin güveneceği bir hükümet kurmak için, o hükümetin dayanacağı bir kuvvet gereklidir. O da Doğu İlleri ve Sivas kongrelerinin toplanmasıyla gerçekleşecektir” dedim.
• Refet Bey’den Selahattin Bey Sorununu Kesin Olarak Çözmesini İstedim
3. Kolordu’dan, Refet ve Selahattin Bey’lerden yeniden söz etmeliyim.
İngilizlerin Sivas’a bir tabur gönderecekleri söylentisi üzerine, o bölgede askerî önlemler alınması gerekmişti. Amasya’daki 5’inci Tümen Komutanlığı’na verdiğim emirde, orada bulunan Refet Bey’le ilgili şu cümle vardı: “Belki Refet Bey bu durum karşısında, şimdilik Amasya’da kalır.”
Aldığım yanıtta şunlar dikkate değerdi: “Selahattin Bey Samsun’dadır. Kendisiyle ciddî bir iletişim sağlanamadığından, düşüncesinin ne olduğunu bilemiyorum. ”
Refet Bey’in 18 Temmuz’da Sivas’a hareketi üzerine, kendisine şu telgrafı çektim:
Selahattin Bey’in görüşlerinin kesinlikle belirlenmesi, kararsızlık ya da iki tarafı idare gibi bir tutuma rıza gösterilmemesi bir yurt görevi olduğundan, kendisinden bu konuda kesin söz alınması zorunludur. Bir haftadır kesin bilgi alınmaması, aldığım bir haberde kendisi hakkında sağlam görüş bildirilmemesi, Sadık Bey’le gizli bir görüşme yapmış olması; bu telgrafın yazılma sebebidir. Sorunu özellikle sizin çözmeniz gerekir. Çünkü halka karşı söyleyeceği millî gayeye aykırı tek bir sözün bile doğuracağı durumu şimdiden düşünmek yeterlidir. • Refet Bey, Selahattin Bey’i Savunuyor, İhtiyatlı ve Programlı Çalışmamızı İstiyor, Sivas Kongresi’nin Yararlı Olacağından Kuşku Duyuyordu
Refet Bey’in, başka çok şeye de yanıt olan telgrafı şöyledir:
-Selahattin Bey’i tanırsınız. Kararsız bir insandır. Az kalsın, komutayı almadan, geri kaçacaktı. Kendisine vatanî görevini hatırlattım. Ancak zamansız iş görmeye gelmez. Cevat Paşa tarafından gönderildiği için, gayeye zararlı olmaz. Tersine, milli gayeye uygun, ancak sessiz çalışacağına söz verdi. Sadık Bey’le görüştüğüne inanmıyorum. Bir haberi kontrol etmeden ve programsız çalışmak, kuvvet kaybına yol açıyor. Doğu’nun durumu hakkındaki abartılı haberlere kapılmasaydınız, belki durumu idare eder, komutayı bırakmazdım. Tek başına karar verenler, gerçek durumu bilmek zorundadır. Selahattin Bey’i boşu boşuna ürkütmeyelim. Zaten kaçmaya hazır. Yerine kim gelecek? Emirlerinizin açık olmasını dilerim. Selahattin Bey’le ilgili telgrafınızdan, ne demek istediğinizi çıkaramadım. Bununla birlikte kendisini amaca hizmet yolunda idare için gerekli önlemleri alıyorum.
-Samsun’a çıkan taburun, şahsınıza gözdağı vermek maksadıyla çıkarıldığını İngilizlerden öğrendim. Bir ingiliz binbaşısı, direnmemi fırsat bilerek, aslında sizi yıpratmak için beni görevden aldırdıklarını söyledi. Öteki dayanağınız Kâzım Karabekir Paşa imiş. Bu bakımdan Kâzım Paşa İngilizlerin ısrarına yol açacak bir fırsat vermemelidir. Kâzım Paşa’nın, yerinize komutan vekili olarak atanması, İstanbul’dakilerden bir kısmının kötü bir niyeti olmadığını ve Selahattin Bey’in Sadık Bey hesabına gelmediğini gösteriyor.
-İngilizler benim İstanbul’a götürülmem için Hükümet’e baskı yapabilir. Çünkü İngilizlerle aramda resmî bir ilişki var. Baskı artarsa, izimi kaybettireceğim.
-Hâmit Bey henüz değiştirilmedi. Yerinde bırakılması için Konya’daki 12’nci Kolordu Komutanı Selahattin Bey ve İngilizler Hükümet’e başvurdular. Bu komutanın yerine Sedat Bey’in geldiği, bütün komutanların değiştirileceği haberi de doğru değildir.
-Sadrazamlığın Sivas Kongresi ile ilgili telgrafını gördünüz mü? Karahisar’daki tümen komutanının bu kongreye temsilci seçilmesi için bildiri yayınlamasını uygun buluyor musunuz? Almanya ile yapılan barış antlaşması ve Doğu’daki sessizlik, ihtiyatlı olmamızı gerektirmiyor mu? Kendim için kaygım olmadığını artık anlamışsınızdır. Yalnız, kararsız ve programsız hareketlerle gayeyi çıkmaza sokacağız. Ya ihtiyatlı olalım, ya da işi açığa vuralım. Sivas Kongresi’nden bir yarar bekliyor musunuz? Orada ve açıkça yapılmasını tehlikeli bulmuyor musunuz? Mutlaka gerekliyse, Doğu’da başka bir yerde toplanması daha uygun düşmez mi?
-İstanbul’dan aldığım haberde, Milli Mücadele’nin, bir parti veya şahsın emellerini gerçekleştirme değil, milletin bağımsızlığı gayesine dayandığı konusunda sizin tarafınızdan bir bildiri yayınlanarak İngilizlerin yatıştırılması tavsiye ediliyor. Bence bu, Erzurum Kongresi kararlarına sokularak sağlanmalıdır.
-Meclis-i Mebusan (Millet Meclisi) seçimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
• Refet Bey’e Verdiğim Yanıtta Hareketlerimizin Uygunluğunu Anlatmaya, Duyduğu Kuşkuları Gidermeye Çalıştım
Bu telgrafa verdiğim yanıt aşağıdadır:
-Selahattin Bey’le ilgili hususlar İstanbul’dan bildirilmişti. Her haberin doğruluğu kontrol edilemiyor. Doğu’nun durumu hakkındaki bilgiler, bize yanlış bir adım attırmamıştır. Geleceğimizde, yalnız Doğu’daki olaylara bağlı kalmadık. Milli teşkilatı kökleştirmek, kongrelerle millî davayı benimsetmek, ordunun desteğini sağlamak için, şimdiye kadar yaptığımızdan başka türlü davranmak, bugünkü verimli sonucu sağlayabilir miydi?
-Kâzım Paşa’nın komutan vekilliğine atanması pek yerindedir. İngilizlerin eline bir fırsat vermemeye çalışıyor. Ancak silah ve Trabzon’a asker çıkarılması konusunda hoşgörülü olamayız.
-İngilizler benim İstanbul’a götürülmem için çok ısrar ettiler ve Hükümet’e baskı yaptılar. Makine başında günlerce süren konuşmalarda bu nokta açıkça bildirildi. Yalnız meslekten ayrılınca ısrar da bitti. Bu bakımdan sizin de istifanızdan sonra, büyük bir ısrar olmayacaktır. Burada Hâlit Bey hakkında, Kâzım Paşa’ya çok ısrar ettiler. Kâzım Paşa direndiği içindir ki, Hâlit Bey tümeninin başında bulunuyor.
-Hâmit Bey daha çabuk hareket edilmesini istiyor. Şimdilik yumuşatıldı.
-Sivas Kongresi’yle ilgili telgrafı görmedim. Gerçekten de aşırılıklar görülüyor. Kuşkusuz ihtiyatlı davranma yanlısıyım. Açık ve kesin program, bugün toplanan Erzurum Kongresi’nden çıkacaktır.Sivas Kongresi’nden çok yarar beklerim. Baştan beri her yönden bir darbe gelebileceğini olası gördüğümden, savunma önlemleri alınmasını istediğimi hatırlarsınız. Bununla birlikte Erzurum Kongresi toplandıktan sonra, daha güvenilir bir şekil de düşünülebilir.
-Milli Mücadele’nin gayesi, düşündüğünüz gibi, kongre bildirileriyle duyurulacaktır.
-Meclis-i Mebusan toplanmalıdır. Fakat İstanbul’da değil, Anadolu’da!
BUGÜNKÜ TÜRKİYE İÇİN…
Nutuk’u okuyup geçmeyeceğiz. Her cümle, her paragraf, her sayfa üzerinde uzun uzun düşüneceğiz. Bu da bizim bir görevimiz… Öyleyse şimdi sıra benim katkılarımda, benim yorumlarımda…
• Ana Dâvâ
1) Büyük girişimler düz çizgi üzerinde yürümez. İnişleri olur, çıkışları olur. Milli Mücadele’de de öyle olmuş. Daha ilk günlerinde kısa da olsa bir karışıklık, bir çözülme dönemine sahne oluyor: Refet Bey görevini bırakıyor, Selahattin Bey ürkek davranıyor. Hâmit Bey İstanbul’a dönmeye kalkışıyor. Daha önce Cemal Bey, ardından öbür Selahattin Bey İstanbul’a dönmüş. Ancak işe Mustafa Kemal Paşa el koymuş, o yılar mı : Olaya azimle el koyuyor, dağılmanın önüne geçiyor.
Bu olaydan alacağımız ders şudur: Büyük girişimler düz bir çizgide gitmez. Dalgalanmaları, iniş ve çıkışları olacaktır. Kararlar bu gelip geçici değişmelere göre değil ana davaya göre verilecek, önlemler ona göre alınacaktır.
2) Mustafa Kemal Paşa Ana Dâvâ için üç koldan faaliyet yürütüyor:-Milli teşkilatı kökleştirmek, -Kongreler yoluyla millî davayı benimsetmek, -Ordunun desteğini sağlamak.
3) Görev makam ve üniformaya sığınarak el altından yürütülecek türden bir görev değildir.
• Başkan
1) Büyük işlerin başarılması mutlaka ve her zaman bir önderin çıkmasına bağlıdır. O en az kadrolar kadar önemlidir. Türkiye bugün bu eksikliği bütün şiddetiyle yaşıyor.
Ülkemizin bugünkü koşulları 1919 yılında olduğundan farksız… Koşullar yine bir başkan istemektedir. Öyle bir başkan ki cesurca ortaya atılabilmeli, durumun gerektirdiği şekilde hareket edebilmelidir.
2) Başkan gerektiği her defada sorunlara bizzat kendisi doğrudan doğruya el koymalıdır. Aynı zamanda birçok olayı takip edebilmeli, her birinin gerektirdiği tepkiyi ânında gösterebilmelidir. Karşı cepheyi sürekli izlemeli, onun her olumsuz davranışına karşı gerekli önlemi ânında alabilmelidir.
3) Atatürk bir önderin niteliklerini sayar ve bunları birlikte çalışacağı arkadaşlarında da arar. Şöyle ki:
-Millete önder olacak kişi, kendini ille de dayatmaz. Dâvâ arkadaşlarının rızasını alır.
-Ortaya açıkça çıkar. Milletin haklarını ilan eder. Milleti kendi sesine ortak etmek için çalışır.
-Dâvâdan dönmez.
-Dâvâ için her fedakârlığa, sonuna kadar katlanır.
-Gücünü makamdan, üniformadan almaz.
Başkanın bu nitelikleri günümüz için de geçerlidir. Bunlara sahip olmayan, ortaya çıkmamalı, çıkarılmamalıdır.
4) Mustafa Kemal Paşa’nın istifa mektubunu şöyle yorumlayabiliriz:
-Bir önder resmî unvan ve yetkilere muhtaç değildir.
-Önder için Milletin sevgisi yeterlidir.
-Görevde en büyük desteği, milletin tükenmez gücüdür.
• Yöntem
1) Mustafa Kemal Paşa’nın Hamit Bey’e verdiği yanıtta en anlamlı görünen husus, “Teori ile uğraşıyor, uzun yollar seçiyoruz… Biz yürüyelim, millet arkamızdan gelsin” düşüncesi hakkındaki eleştirisidir. Atatürk bu görüşü yanlış buluyor. Çünkü onun temel hareket ilkelerinden biri şudur: Bir hedefe ulaşmak için, mevcut sorunun sebeplerini belirlemeli ve her birini dikkatle incelemelidir. Çeşitli olasılıklar çok iyi hesap edilmeli; en iyi görünen, hızla uygulanmalıdır. Uygulama safhalara ayrılmalı, hedefe adım adım yürümelidir (Bkz: Cihan Dura, Düşmanı Çağırdılar Satıldık Uyanın, İleri Yayınları, İst., 2005, s.804). Dikkat ederseniz hızlı eyleme, titiz bir inceleme aşamasından sonra geçiliyor.
Oysa Hamit Bey bunların hiçbirine gerek görmeden derhal harekete geçilmesini istiyor. Düşünme yok, muhakeme yok, planlama yok. Eğer onun dediği gibi yapılsaydı, arkalarında milletten bir kişi bile bulunmazdı. Üstelik hepsi harcanır, dâvâ daha baştan kaybedilirdi.
Bu yöntem kuşkusuz günümüzde de geçerlidir.