Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Mütareke Dönemi İstanbulu’nda Sosyal Yaşam ve Sorunlar

0 10.008

Yrd. Doç. Dr. Mehmet TEMEL

Uygarlıkları, insanları, tarihi yok eden savaşlar, geride sağ kalabilenleri de sağlıksız, yiyeceksiz, evsiz, işsiz ve perişan bir halde bırakmıştır.

Ülkedeki bunca insan kaybına paralel olarak ekonomide de büyük bir daralma ve gerileme görülmüş, tarımsal üretim savaş öncesine oranla yarıya, dış ticaret hacmi de onda bire inmiştir. Buğday üretimi %47, tütün %51, kuru üzüm %54, fındık %65, yaş koza %69, koyun sayısı %45, keçi sayısı %33 oranında azalmış[1], dış ticaret hacminin yoğun olduğu Rusya, Fransa, Romanya, İtalya gibi ülkelerin İtilaf bloğunda yer almalarıyla bu ülkelerden yapılan hububat ithali tamamen durmuş, stokların da tükenmesiyle başta İstanbul olmak üzere tüm ülkede gıda ve yiyecek sıkıntısı baş göstermiştir.[2]

I. Dünya Savaşı’nın getirdiği sıkıntılardan en fazla etkilenen şehir başkent İstanbul idi. Savaştan sonra bir çok ordu mensubunun İstanbul’a dönmesi binlerce İtilaf Devleti askerinin 1918 Kasımı’ndan itibaren şehre yerleşmesi, Rusya’daki Bolşevik rejimden kaçan ve sayıları 200 bini bulan Beyaz Rus ve Wrangel ordusunun 1920 yılı başından itibaren İstanbul’da barındırılması, Batı Anadolu’daki Yunan zulmünden ve Kuva-yı Milliye baskısından kaçan yaklaşık 50 bin muhacirin başkente sığınması, Balkanlar’dan ve diğer kaybedilen bölgelerden İstanbul’a yönelik göçlerin de devam etmesiyle birlikte şehirdeki pahalılık, geçim sıkıntısı, asayişsizlik, her türlü bulaşıcı ve zührevi hastalık, işsizlik artmış gündelik yaşam alabildiğine zorlaşmıştır.

Almanya’dan yapılan kok kömürü ithalatının durması, Alman subayların terk etmeden önce Zonguldak maden ocaklarındaki makineleri bozmaları nedeniyle su, elektrik, tramvay ve araba vapuru hizmetleri için günlük ortalama 1200 ton kömüre ihtiyaç duyulan şehre yeterli kömür gelmeyince vapur seferleri kısıtlanmış, tramvay hizmetleri durmuş, günlerce elektrik ve su kesintileri yapılmıştır.[3]

Tüm bu ekonomik ve sosyal sıkıntılara Türk ve Rum çetelerinin yarattığı asayişsizlikler, değişik nedenlerle çıkan yangınlar ve işgal kuvvetlerinin sergiledikleri hukuk dışı davranışlar da eklenince İstanbul halkı, Mütareke Dönemi’nde ikinci bir ölüm-kalım savaşıyla karşılaşmıştır. İşgal kuvvetleri, şehirdeki kamu binaları ile kışlalara, yabancı okullara, hastanelere, özel otel ve binalara yerleşmişler, yerleşme esnasında ve sonrasında birçok yolsuzluk ve hukuk dışı davranışlara başvurmuşlardır. Üst düzeydeki İtilaf yetkilileriyle subaylar, beğendikleri yerleri ve özel meskenleri zorla boşalttırarak kendileri oturmuşlar, herhangi bir ücret veya kira bedeli ödemedikleri için de binalarına el konulan kişilerin mağduriyetine neden olmuşlardır. Meskenlerine el konulan pek çok kişi Sadaret makamına dilekçe vererek el konulan işyerlerinin ve evlerinin kiralarının hükümetçe mi yoksa işgal kuvvetleri yetkililerince mi ödeneceğinin bildirilmesini istemişlerdir.[4] Halkın yoğun şikayeti üzerine hükümet konunun barış konferansında görüşülmesi için işgal kuvvetlerince el konulan binaların yer ve sahiplerini gösteren bir defter hazırlamış, bu defterin birer özetinin 10 Ocak 1920’de konferansa katılacak delegelere verilmesini kararlaştırmıştır.[5]

Kısaca özetlemeye çalıştığımız Mütareke dönemi İstanbul’undaki bu yaşam mücadelesi başlıklar altında biraz detaylandırılacaktır.

1. İaşe Sıkıntısı ve Alınan Önlemler

Temel ihtiyaç maddelerinin az bulunması ve bulunabilenlerin fiyatlarının da çok pahalı olması, halkın en büyük sorununu oluşturuyordu. Hükümet, savaş öncesinde yiyecek, yakacak ve zahire başta olmak üzere zorunlu ihtiyaç maddelerinden epeyce stoklamıştı. Savaşın sonuna doğru eriyen stoklar, iç ve dış ticaret yollarının tıkanması nedeniyle yenilenemeyince halk zaman zaman açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. İstanbul’a sevk edilmek üzere Anadolu’nun değişik bölgelerinde toplanıp İstanbul’a sevk edilmesi beklenen hububat da kömür yokluğu, Anadolu Şimendüfer Kumpanyası’nın tüccarlara yeterli sayıda vagon tahsis etmemesi, Anadolu Demiryollarının Milli Mücadele’de askeri amaçlarla kullanılması, Anadolu’daki çetelerin Anadolu’dan İstanbul’a yapılabilecek gıda ve erzak sevkiyatını engellemek için köprüleri tahrip etmeleri nedeniyle gönderilemiyordu.[6] Ayrıca 1919 yılında Ankara, Konya, Kütahya ve Sivas’ta hububat üretiminin çok düşük olması, Afyon ve Eskişehir’deki hububat bölgelerinin askeri harekattan zarar görmesi, Kütahya, Uşak, Eskişehir, Bilecik, Konya, Kayseri, Samsun, Bolu, Adapazarı, Geyve, Çanakkale, Simav ve Gediz bölgelerindeki 1917, 18 ve 19 yıllarına ait aşar ve iaşe zahirelerinin Amerikan Yakındoğu Yardım Heyetlerine tahsis edilmesi, Anadolu’daki bazı mülki amirlerin öncelikle kendi bölgelerinin ve Milli Mücadele’deki Türk ordusunun ihtiyaçlarını dikkate alarak İstanbul’a zahire göndermek istememeleri, işi savsaklamaları ve engellemeye çalışmaları da İstanbul’u Anadolu hububatından yoksun bırakmıştır.[7] Şehrin et ihtiyacını karşılayan kasaplık hayvanların sevkiyatında da büyük bir düşüş meydana gelmiştir. Mütareke öncesinde ihtiyacın %11’i şehir içinden, %42’si Trakya ve Rumeli’den, %27’si Bulgaristan’dan, %20’si de Anadolu’dan karşılanıyordu. Savaşın sonuna doğru Bulgaristan’ın İstanbul’a yönelik et ihracını durdurması da şehirdeki et tüketiminin önceki yıllara oranla üçte bire inmesine, buna karşılık fiyatların 20 kat artmasına neden olmuştur.[8]

Büyük çoğunluğu Avusturya-Macaristan’dan ithal edilen şekerin ithalatının da savaş yıllarında durma noktasına gelmesiyle fiyatlar 1913-1920 yılları arasında yaklaşık otuz kat artmış, 1913’de kıyyesi perakende 2-2.5 kuruş olan şeker, 1920’de 76 kuruşa yükselmiştir.[9] 1914-1920 yılları arasında İstanbul’daki temel ihtiyaç mallarının fiyatlarında %1350’lik bir artış olmuş, buna karşılık aynı dönemde memur maaşlarına %50 oranında artış yapılabilmiştir.[10]

Şehirdeki kıtlık ve aşırı pahalılığın en büyük nedenlerinden birisi de vurgunculuktu. Hükümet gıda sıkıntısını hafifletmek ve vurgunculukla mücadele etmek amacıyla bazı önlemler almıştır. 25 Kasım 1918’den itibaren ekmek sıkıntısının hafifletilmesine yardımcı olabileceği düşüncesiyle İaşe Nezareti’nin ambarlarındaki patatesin vesika ekmek fiyatından halka dağıtılması kararlaştırılmıştır.[11] 27 Mayıs 1919’da hazırlanan ihracat nizamnamesiyle birçok gıda ve temel ihtiyaç maddesinin ihracı ve İstanbul dışına un çıkışı yasaklanmıştır.[12] 19 Haziran 1919’da hazırlanan iaşe kararnamesiyle, hükümet ve belediyenin zorunlu ihtiyaç maddeleri için belirlediği fiyatlara uymayanlara, bozuk ve kalitesiz gıda maddesi üreten ve satanlara, vurgunculuk yapanlara, mallarına el koyma, işyerlerini kapatma, hapis ve ağır para cezası uygulama hükümleri getirilmiştir.[13] 1919 Ekimi’nde de pahalılık ve vurgunculukla mücadele etmek, hammaliye ve nakliye ücretlerindeki artışın önüne geçmek, aşırı zam yapmayı gerektiren etkenleri araştırmak, üretici ve tüketici arasındaki aracıları en alt düzeye indirmek, küçük esnafın fahiş fiyatlarla mal satmasını ve malın cinsini tağşiş etmesini önlemek, toptan ve perakende piyasayı her gün izlemek amacıyla Mücadele-i İktisadiyye Müdüriyeti kurulmuştur.

İtilaf Devletleri temsilcileri ve Amerikan Muavenet Heyeti yetkilileriyle işbirliği yapılarak, başta ABD olmak üzere yurtdışından zahire ve tüketim maddesi ithal edilmesi sağlanmıştır. Anadolu’daki mülki amirlerden hububat, zeytin ve zeytinyağı göndermeleri istenmiş, ancak bunda pek başarılı olunamamıştır.[14] Amerikan Muavenet Heyeti’nin yurtdışından getireceği temel tüketim maddelerine gümrük muafiyeti tanınması ithalatın artmasını sağlamış, gıda maddelerindeki aşırı fiyat artışını biraz yavaşlatmıştır.[15]

Dahiliye Nezareti, Heyet’in yurtdışından ithal ettiği tüketim maddelerinin halka ulaşabilmesi için şehrin değişik bölgelerinde satış noktaları oluşturmuştur. Atıl olarak duran hamam, imarethane ve bazı kargir binaların da depo ve satış noktası olarak kullanılmak üzere ücretsiz veya uygun bir icar bedeli ile Heyet’e verilmesini kararlaştırmıştır.[16]

Bu önlemlerin yanı sıra, kalitesiz ve sağlıksız gıda maddesi üreten ve satanlara, mahlut undan ekmek üretenlere, narhtan fazla fiyatla mal satanlara, iaşe kanununa aykırı satış yapanlara verilecek cezalar arttırılmış, bu suçları işleyenlerin Divan-ı Harp’te yargılanmaları kararlaştırılmıştır.[17] 1920 yılında bu suçlardan dolayı birçok işyeri sahibine Dersaadet Üçüncü İdare-i Örfiyye Divan-ı Harbi tarafından 10 ile 200 lira arasında değişen para, 1 hafta ile 15 gün arasında değişen hapis cezaları verilmiştir.[18]

2. İstanbul’a Yönelik Göçler

Kırım Savaşı’ndan itibaren Balkanlar, Kafkaslar ve Rusya’nın değişik bölgelerinden sürekli göç almaya başlayan kente, Mütareke Dönemi’nde de değişik kanallardan artarak mülteci, göçmen ve kaçak akını devam etmiştir. Balkanlar ve Rumeli’deki Sırp, Bulgar ve Yunan baskısından kaçan Müslümanların başkente sığınmaları sürerken, Yunanistan’ın işgal ettiği bölgelerden de yüzbinlerce kişi canını kurtarmak amacıyla bu şehre sığınmıştır. Megalo İdea’nın bir aşamasını oluşturan Batı Anadolu ve Trakya’nın işgaliyle birlikte Yunanistan girdiği bölgelerde uyguladığı öldürme, toplu katliam, işkence, yakma, ırza geçme ve kaçırma yöntemleriyle Türk nüfusunu azaltmaya ve yok etmeye başlamıştır. İzmir’in işgalinin ilk günlerinden 1921 yılının sonuna kadar İzmir ve Aydın’ı terk edenlerin sayısı 300.000’e ulaşmıştır.[19]

Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyyesi’nin kayıtlarına göre bunların yaklaşık 80.000’i İstanbul’a sığınmıştır.[20] Şehre yönelik diğer göç kaynakları da şunlardır:

– İşgal edilmiş bölgelerden gelen ve sayıları 5000’e ulaşan, yönetici, memur ve bunların aile, dul ve yetimleri.[21]

– I. Dünya Savaşı yıllarında esir düşüp Mısır, Sibirya, İtalya, Yunanistan, Irak ve diğer bölgelerden Mütarekeden sonra İstanbul’a getirilen ve sayıları yaklaşık 60.000’i bulan Osmanlı esirleri.[22]

– Kuvâ-yı Milliye baskısından kaçan ve Milli Mücadeleyi desteklemedikleri için İstanbul’a sığınan Anadolu mültecileri.[23]

– Rusya’daki Bolşevik rejiminden kaçıp İstanbul’a sığınan ve sayıları 200.000’i bulan Beyaz Ruslar ve Wrangel ordusu.[24]

Yunanistan Muhacirin Komisyonu ve Etnik-i Eterya Komitesi tarafından izci alayları adı altında Yunanistan ve Anadolu’nun değişik yörelerinden gizlice getirilip İstanbul’a yerleştirilen ve sayıları 5000’i bulan Rum mültecileri.[25]

Yunan zulmünden kaçan mülteciler, İstanbul’da askeri binalara, fabrikalara, camilere, tekkelere, medreselere, çadırlara ve vakıflara ait binalara yerleştirilmişler, kendilerine Muhacirin Müdüriyeti, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, Amerika Muavenet Heyeti, Dersaadet Fakirleri Himaye Cemiyeti, İstanbul ve Kadıköy Fukaraperver Cemiyetleri tarafından aynî ve nakdi yardımlar yapılmış ve değişik yardım kampanyaları düzenlenmiştir. Muhacirleri çalıştırmak ve üretici duruma getirmek için, çorap, fanila, atkı, hasır örmesini öğrenebilecekleri sanatevleri, imâlâthaneler ve dârül-mesailer, çiftçilik ve diğer sanatlarla uğraşmak isteyenler için de Eyüp, Paşamandıra ve Ağaçlı’da tenekecilik sanatevleri ve çiftlikler kurulmuştur.[26]

Kuvâ-yı Milliye’den kaçanlar da genellikle otel, han, klüp, pavyon ve kahvehanelere yerleştirilmişler, kendilerine Meclis-i Vükelâ kararıyla Masarif-i Gayr-i Melhuze Tertibinden günde yüzer kuruş para yardımı yapılmıştır. Emlak sahibi ve eşraftan olanlara ise borç şeklinde ayda 34 ile 50 lira arasında değişen aylıklar verilmiştir. Memleketlerine dönmek isteyenlere de yol parası ödenmiştir.[27]

75.000’ini Wrangel ordusunun oluşturduğu Beyaz Ruslar da Tuzla Tahaffuzhanesi, Çatalca, Silivri, Selimiye ve Davutpaşa Kışlaları, Heybeliada, Makriköy Bez Fabrikası, Zeytinburnu Fabrikalarının ek binaları, Büyükada, Burgaz ve Kınalıada ve gayrimüslimlere ait bazı pansiyon, otel ve evlere yerleştirilmişlerdir.[28] Ancak Wrangel ordusunun büyük bir kısmı bir süre sonra Sırbistan, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Karadağ, Cezayir, Limni, Brezilya, Estonya ve Letonya’ya gönderilmişlerdir.[29] İstanbul’daki Rus mülteci sayısı böylece 1921 yılı sonunda 34.000’e, 1922 Kasımı’nda 28.000’e, 1930’da da 1.400 kişiye düşmüştür.[30]

Rus mültecilere Amerikan, Rus, İngiliz, Fransız, Ermeni, Rum, Yahudi ve Türk yardım kuruluşları tarafından yardım yapılmıştır. Bunlar için sakatlarevi, sanatoryum, doğumevi, kreşler, hastaneler, ilkyardım merkezleri, eczaneler, diş klinikleri, fırınlar, oyun, eğlence ve spor merkezleri, ibadethaneler ve işyerleri açılmıştır. Sirkeci, Nişantaşı, Taksim, Yıldız, Arnavutköy, Bebek, Tuzla ve Heybeliada’da kantinler, yiyecek ve giyecek yardımı yapan merkezler kurulmuştur. Avrupa ülkelerinden de fazla miktarda para, sağlık malzemesi ve araç-gereç yardımı sağlanmış, binlercesi de değişik iş kollarında işe yerleştirilmişlerdir.[31]

Rus mültecilerin barınma ve beslenme şartları Anadolu mültecileriyle karşılaştırılamayacak kadar iyi durumda idi. Bunların bir kısmı sonradan Osmanlı ve Türk vatandaşlığına geçmiştir. İstanbul’un ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamında derin izler bırakmışlardır. Zengin, tüccar ve aristokrasiye mensup olanları Rusya’dan kaçırabildikleri menkulleri piyasaya sürerek, altın spekülasyonunu körüklemişler, şehirde geçici bir canlılık yaratmışlardır.[32] Zengin mülteciler bir oda için 100-150 lira vermekten çekinmedikleri için ev kiraları aşırı derecede artmış ve bir buhran halini almıştır.[33] Hükümet bunun üzerine Ruslara mesken kiralanmasını yasaklamış, yasağa uymayanlara para cezası uygulanacağını, kiraya verdikleri meskenlerin de boşaltılacağını bildirmiştir.[34] Rus mülteciler ancak otellerde kalabileceklerdir.

Rus mültecilerin İstanbul’a gelmeleriyle birlikte fuhuş, kumar ve uyuşturucu kullanımı alabildiğine artmıştır. Bar, pavyon, müzikhol ve kafeşantan gibi eğlence sektörünü ellerine geçirmişler, bu gibi yerlerde konsomatris olarak görev yapan Rus kadınlar aynı zamanda hayat kadını olarak çalışmışlardır.[35] Türk erkeklerinin de Rus kadınlarıyla fuhuşa yoğun ilgi göstermesi üzerine şehirde fuhuş kontrolden çıkmış, Asri Kadınlar Cemiyeti, Beyaz Rus kadınlarının ahlâka aykırı davranışları nedeniyle sınır dışı edilmelerini istemiştir.[36] Kumar ve şans oyunlarının oynandığı kulüp sayısı da bu dönemde 400’ü aşmıştır.[37] Kahvehane ve eğlence yerlerinde Rus kadınları tarafından icra edilen tombalacılıkla binlerce erkek soyulunca tombalacılığı ortadan kaldırmak amacıyla 1921 yılında Tombalacılarla Mücadele Derneği kurulmuş, kahvehanelerde konferanslar verilmiş, konuşmalar yapılmıştır.[38]

Mülteciler Türk sporuna, resim, müzik, bale, fotoğraf, sinema, tiyatro, dans sanatına, yemek kültürüne ve edebiyatına katkıda bulunmuşlar, Rus klasiklerinin Türkiye’de daha iyi tanınmasını sağlamışlardır.

3. İstanbul’un Yangınları

İstanbul’da binlerce kişiyi evsiz, aç ve açıkta bırakan, maddî ve manevî olarak büyük tahribata yol açan bir başka tehlike de yangınlardı. Şehir, tarihinde de büyük yangınlar geçirmişti, ancak Balkan ve I. Dünya Savaşı’nın tahribatıyla birleşen yangınların etkisi telâfi edilemez boyutlarda olmuştur. 1910-1918 arasında Şehzadebaşı, Yenikapı, Samatya, Tophane, Kuruçeşme, Nişantaşı, Kapalıçarşı ve Fatih’te çıkan yangınlarda 20 bin ev ve konak içindeki eşyalarla birlikte yanmış, 40 milyon liralık hasar meydana gelmiş, yaklaşık 100 bin kişi de açıkta kalmıştır.[39] 1918-1923 yılları arasında ise şehrin değişik semtlerinde çıkan yangınlarda 11 bine yakın ev yanmıştır.[40]

Dikkatsizlik, ihmâl, sabotaj vs. gibi nedenlerle çıkan yangınlar zamanında söndürülemediği için büyük hasarlara neden olmuştur. Genellikle ahşap olan evlerde bulunan tandır ve mangallar en küçük bir dikkatsizlik ve ihmâlde yangının başlamasına neden olmuştur. Susuzluk ve tulumbacılıkla itfaiye örgütlerindeki düzensizlik yangınların zamanında söndürülememesine neden oluyordu. Hortumlar, motorlar ve hayvanlar da Abdülhamit Devri’nin mirası olduğu için eski yöntemlerden olumlu sonuç alınamıyordu.[41] Tulumbacılarla askeri itfaiye arasında da devamlı bir şekilde çekişme vardı. Tulumbacılar, yangın sahiplerinden bahşiş alabilmek için yangına ilkönce kendileri müdahale etmişler, askeri itfaiyeye haber verilmesini engellemeye çalışmışlardır. Tulumbacılığa göre daha modern olan itfaiyenin yangın yerine geç ihbar nedeniyle zamanında ulaşamaması yangınların büyümesine ve hasarın artmasına neden olmuştur.[42] Tulumbacılık, gönüllü bir itfaiye örgütü olduğu için, tulumbacılara ücret ödenmiyor, ancak bazı muafiyetler tanınıyordu. Muafiyetle yetinmek istemeyen tulumbacılar, bahşiş alabilmek için yangın sahipleriyle pazarlığa girmişlerdir.[43]

Bu olumsuz şartlarda yangınlarla mücadelede fazla başarılı olunamayacağının anlaşılması üzerine hükümet ve Şehremaneti, köklü önlemler alma yoluna gitmişlerdir. Öncelikle ahşap ev yapımı yasaklanmış, Zaptiye Nezareti’ne bağlı olan itfaiye örgütü Şehremaneti’ne bağlanarak tulumbacılık ortadan kaldırılmıştır. Yangınların itfaiye istasyonlarına hızlı bir şekilde bildirilebilmesi amacıyla, istasyonların özel bir hat ile birbirine bağlanması ve telefon şirketinin santralına başvurulmadan haberleşme uygulamasına geçilmiştir[44]. İtfaiyenin eksiklerinin giderilmesi ve teknik donanımlı araçların alınmasında harcanmak üzere yeni vergi kaynakları oluşturulmuştur[45]. İtfaiye bölüklerinin eğitimine önem verilmiş, halk yangın esnasında nasıl davranması gerektiği, yangına karşı ne gibi önlemleri alabileceği konusunda bilgilendirilmeye çalışılmıştır. Modern yangın söndürme cihazlarıyla ilgili bir araştırma başlatılmış, Amerikalı Faymanon adlı bir kişinin icat ettiği yapışkan sıvı püskürtmeli alet, 1 Aralık 1921 tarihinde Sultanahmet Meydanı’nda bazı devlet adamlarının da katıldığı yangın söndürme tatbikatında denenmiş ve beğenilmiştir[46].

Yangınlara karşı alınan bu önlemlerin yanı sıra yangınzedeler için de yardım ve imar çalışmaları başlatılmıştır. Yangınzedeler de mültecilerde olduğu gibi cami, medrese, çadır, dergah ve pavyonlarda iskan edilmişlerdir.[47] Evleri yanan birçok memur şehirde ev bulamayınca köylerde ikamet etmek zorunda kalmış, hükümet bunların zamanında işe yetişebilmelerini sağlamak amacıyla kara ve deniz ulaşım araçlarının hareket saatlerini bunlara göre ayarlamıştır[48]. Yangınzede iskanı için Romanya, Makedonya, Avusturya, Macaristan ve Almanya’da bulunan ihtiyaç fazlası askeri barakaların süratle getirilmesi kararlaştırılmıştır[49].

Yangınzedelere harcanmak üzere deniz ulaşım araçlarının birinci mevki biletlerine 20 para zam yapılmış Almanya’da ve bazı Anadolu şehirlerinde yardım kampanyaları düzenlenmiştir.[50] Yangınlardan zarar gören memurların bir kısmına, maaşlarının her ay dörtte birinden kesilmek kaydıyla ikişer maaş avans verilmiş, diğer bir kısmı da aldıkları ikişer maaşlık avansın geri ödemesinden muaf tutulmuşlardır.[51] Yangınzedelere sıcak yemek, süt, kömür, odun ve para yardımı da yapılmıştır. Yardımlar yapılırken zarar durumları da dikkate alınmıştır.

En iyi yardımın ise, yangınzedeler için konut inşa edilip yerleştirilmesi olduğunu düşünen hükümet, Laleli ve Yedikule’de 2.000 betonarme ev yapılmasını planlamış ve projesini hazırlatmıştı. Bağışlarla toplanan ve Emniyet Sandığı’nda bloke edilen 500.000 lira da bu inşaatlarda harcanacaktı. 1922 yılına gelindiğinde ancak Laleli’de birkaç apartman yaptırılabilmiş, Yedikule projesi gerçekleşmemişti. Laleli’deki binalar da yangınzedelere verilmemiş, Tayyare Cemiyeti tarafından el konularak kiraya verilmiştir.[52]

İmar konusunda önemli adımlar atılmayınca sorun Cumhuriyet Dönemi’ne intikal etmiştir.

4. Çetecilik ve Eşkıyalık

Mütareke Dönemi’nde şehirdeki belirsizlik ve yönetim boşluğunun etkisiyle eşkıyalık ve çetecilik faaliyetlerinde de artış gözlenmiştir. Anadolu’da savaşın sürmesi, ekonomideki istikrarsızlık, işsizlik, şehir polis denetimindeki sorumluluğun Türk ve Müttefik polisleri arasında bölünmesi de suç oranının artmasında etkili olmuştur.

Türkler ve Gayrimüslimler tarafından oluşturulan çeteler amaçları bakımından birkaç gruba ayrılıyorlardı. Rumlar ve Yunanlılar tarafından kurulan çeteler genellikle Türkleri İstanbul’dan kaçırtmak ve Rum nüfusunu fazla göstermek amacıyla hareket ediyorlardı. Bunların insan kaynağını da İstanbul’un yerli Rumlarıyla, Mavr-i Mira ve Kordus gibi cemiyetlerin Yunanistan, Rusya ve Avrupa ülkelerinden izci veya göçmen adı altında getirdikleri tedhişçiler oluşturuyordu.

Türkler tarafından kurulan çeteler de hem hırsızlık, gasp, soygun ve çapulculuk amacıyla hem de Rum çetelerine karşı eylemler düzenlemek düşüncesiyle oluşturulmuşlardı.

Rum Patrikhanesi, Venizelos taraftarı Yunan subayları, yerli Rumlar ve İngiltere’nin yardım ve çabalarıyla oluşan Rum ve Yunan çeteleri ve faaliyet alanları şunlardır.

Hrisantos ve Zafiri Çetesi, Tatavla, Feriköy, Papazköprüsü, Yenişehir, Dolapdere, Kalyoncukulluğu ve Aynalıçeşme bölgelerinde faaliyet göstermiş ve çok sayıda polis ve sivil katletmiştir.[53] Çok sayıda cinayet işleyen ve zor ele geçen bu çete liderini öldüren İkinci Şube Müdür Muavini Faik Bey’e sadrazam tarafından 150 lira ikramiye ve üçüncü dereceden mecidi nişanı verilmiştir.[54]

Todori Çetesi, Şile Yeniköyü, Bakkalköy, Paşaköy ve Gebze Boğazı’nda eylemler yapıyordu. İngilizlerin himayesinde çalışmış, Yunan ve İngiliz kaynaklarından gönderilen silah ve cephaneyi Rum çetelerine dağıtmıştır.

Çakır Yorgi, Karabacak, Anesti Kaplan Çetesi, Küçük Bakkalköy, Büyük Bakkalköy, Şile Yeniköyü, Kartal, Pendik, Anadoluhisarı ve Bostancı bölgelerinde faaliyet göstermiştir.

Kommit Çetesi, Yeniköy ve civarında, Milto Çetesi Paşaköy bölgesinde, Milti Kaptan Çetesi, Büyük Bakkalköy, Küçükbakkalköy ve Paşaköy civarında faaliyette bulunmuştur.

İstelyanus Çetesi, Darıca, Şile ve Anadolu yakasında; Paşaköylü Karaoğlan ve Panayot Çetesi, Büyükdere, Sarıyer, Çırçır, Gülbahçe, Zekeriyaköy, Bahçeköy, Fıstıksuyu ve Hacı Osmanbayırı, Kemerburgaz bölgelerinde, Apostol Çetesi, Boğazköy, Arnavutköy ve Çatalca-Terkos hattının doğu bölgesinde faaliyette bulunmuşlardır.[55]

Türkler tarafından oluşturulan çeteler ve faaliyet alanları şunlardır:

Arnavut Ali Bey çetesi, Rize’nin Karadeniz sahilleri, Laz Osman Çetesi, Üsküdar, Kısıklı, Bulgurlu ve Alemdağ Bölgesi, Sağır Murat Çetesi, Trakya bölgesi, Arnavut Küçük Aslan Çetesi, Kartal ve Darıca Bölgesi, İpsiz Recep Çetesi, Kandıra, Karasu, Çatalca ve Kocaeli Yarımadası, İsmail Kaptan Çetesi, Kandilli Çavuşbaşı, Karanlıkdere, Bozadere ve Değirmendere Bölgeleri, Yahya Kaptan Müfrezesi, Kocaeli Bölgesi, Rüştü Çetesi, (Kuva-yı Milliye Kanlı Bayrak Çetesi) Trakya Bölgesi.[56]

5. Bulaşıcı, Zührevi Hastalıklar ve Fuhuş

I. Dünya Savaşı yıllarında ülkenin hemen her yerinde veba, verem, tifüs, kolera, humma-i racia, dizanteri, tifo, paratifus, frengi gibi bulaşıcı hastalıklar yayılmaya başlamış, hükümet bu hastalıklarla mücadele edebilmek amacıyla 1916 bütçesinin Emraz-ı Sariye ve İstilaiyye Tertibine 3 milyon kuruşluk ek ödenek koymuştu.[57] Savaşın sonunda ve Mütareke Dönemi’nde bu hastalıklar daha da yaygınlaşmış ve olağanüstü önlemler alınmasını gerekli kılmıştır.

İstanbul, bu hastalıkların en yoğun olduğu şehirlerin başında geliyordu. Hem göç trafiğinin merkezi hem de yolcu ve yük gemilerinin uğrak yeri olması nedeniyle yoğun bir hastalık riski altında bulunan bu şehir için çok özel önlemler alınma gereği duyulmuştur.

Hükümet savaş yıllarında İstanbul’un birçok semtinde aşı uygulamasında bulunmuş, Kartal, Tuzla, Yakacık, Maltepe, Ayastefanos ve Makriköy’de yaygın olan tifo, kolera ve çiçek hastalığının askeri birliklere sirayet etmemesi için askerleri uzak mevkilerdeki çadırlara yerleştirmiş, İstanbul- Yalova vapur seferlerini askıya almış ve Tahaffuzhaneler hazırlamıştır. Ayrıca şehir merkeziyle, Üsküdar, Galata ve Eyüp’te yaygın olan lekeli humma vakalarına karşı fenni, sıhhi ve idari çalışmalar başlatmıştır.[58]

Sıhhiye Nezareti’nin yanı sıra 10 ayrı kurum daha İstanbul’un sağlığı ile ilgilenmiş, bu kurumlar zaman zaman işbirliği halinde, bazen de birbirlerinden habersiz bir şekilde çalışmalarını yürütmüşlerdir. Şehrin sağlık durumuyla, işgal kuvvetleri de özellikle ilgilenmişlerdir. Şehirdeki hastalıklara ilişkin alınan önlemleri şöyle özetlemek mümkündür. Veba hastalığının görüldüğü Selimiye Kışlası, Galata Rıhtımı yakınındaki ev, otel ve işyerleri, Kasımpaşa, Yağkapanı, Büyükada ve Galata Limanı’nda dezenfekte çalışmaları yapılmış, farelerin yoğun olarak görüldüğü değirmen, fırın ve erzak depolarında sıkı önlemler alınmış, halkın vebaya karşı alabileceği önlemler gazeteler aracılığı ile duyurulmuştur.[59]

Lekeli Humma hastalığına karşı tecrithaneler, tebhirhaneler (buhar evleri) ve etüv makineleri kurulmuştur. Toplu yerlerde yaşayan mülteci ve yangınzedeler sık sık hamamlara sevkedilerek temizlenmeleri sağlanmış, muhtaç durumda olanlara bedava sabun ve temizlik malzemeleri dağıtılmış, aşı kampanyaları düzenlenmiştir.[60]

Tifo, kolera ve vereme karşı halkın alabileceği önlemler de Sıhhiye Müdüriyet-i Umumiyyesi tarafından gazeteler aracılığı ile duyurulmuştur. Şehirde 25 aşı grubu oluşturulmuş ve halk lekeli humma, tifo, kolera ve veba aşısı olmaya mecbur tutulmuştur. Halkın aşı olabileceği merkezler de ilan edilmiştir. Veremle mücadele için Veremle Mücadele Cemiyeti ve Veremle Mücadele Komisyonu adıyla iki kurum oluşturulmuştur.[61]

Hem Osmanlı yetkililerinin hem de işgal kuvvetleri temsilcilerinin üzerinde yoğun olarak durdukları bir diğer sorun ise fuhuşla mücadele idi. Savaşın pek çok kadını sefalete sürüklemesi ve dul bırakması, yoğun göçler ve işsizlik fuhuşun artmasında etkili olmuştur.

Fuhuş genellikle özel evler, koltuklar, kapatma evleri ve otellerde yapıldığından öncelikle hükümet denetiminde olmayan ve fuhuş kütüğünde kayıtlı bulunmayan mekanlar kapatılmış, bunların yerine başta Kadıköy Rızapaşa’da olmak üzere yeni genelevler açılmıştır. Genç kızları ve kadınları fuhuştan uzaklaştırmak, ihtiyaç ve sefalet yüzünden fuhuşa yönelen kadınları ıslahhanelere sevketmek, fuhuşhaneleri kapatmak amacıyla, hükümet yetkilileriyle, işgal kuvvetlerinin siyasi mümessillerinin ve bütün büyükelçilerin girişimiyle Men-i Fuhuş Cemiyeti kurulmuştur. Frengi konusunda halkın aydınlatılmasına ağırlık verilmiş, zührevi hastalıklarla ilgili hastanelerin sayısı arttırılmış, frengililerin tedaviden kaçmamaları için ücretsiz muayene ve tedavi kolaylıkları sağlanmıştır.[62]

Şehirde yaygın olarak görülen bulaşıcı hastalıklara rağmen alınan önlemler sayesinde büyük çapta ölümler meydana gelmemiştir. Türk sağlık kuruluşları, Kızılhaç, Amerikan Yakın Doğu Yardım Örgütü ve İtilaf kuvvetleri sağlık yetkililerinin yoğun gayretleri büyük bir tehlikeyi önlemiştir. İtilaf yetkilileri şehrin temel ihtiyaç maddelerinin temin edilmesinde de yoğun çaba göstermişlerdir. Yiyecek ve sağlık konusunda duyarlı olan İtilaf yetkilileri aynı duyarlılığı şehrin asayişinin sağlanmasında pek göstermemişlerdir. Müttefik polislerinin Osmanlı vatandaşlarını tutuklama yetkisi varken, Türk polisinin yabancıları tutuklama yetkisi yoktu. İtilaf Devletlerinin zabıta kuvvetleri çoğu zaman Rum çetelerinin eylemlerine duyarsız kalmıştır. 8 Kasım 1918 günü iki Fransız subayının Galata Rıhtımı’na ayak basmasıyla başlayan işgal 6 Ekim 1922’de Türk askerinin şehre girmesiyle son bulmuştur.

Yrd. Doç. Dr. Mehmet TEMEL

Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 14 Sayfa: 162-168


Dipnotlar :
[1] Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-1985, Basım Yeri (?) Gerçek Yayınevi, 1993, s. 24.
[2] Vedat Eldem, Harp ve Mütâreke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomisi, Ankara, T.T.K. Yay., 1994, s. 8.
[3] Orhan Duru, Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları, İstanbul, Milliyet Yay., 1978, s. 13-15.
[4] BOA, DH-KMS, Dos. 51-1, no. 11; BOA, DH-KMS, Dos. 50-1, no. 36; BOA, DH-KMS, Dos. 49-2, no. 72, Lef. 3, 7-11.
[5] BOA, DH-KMS, Dos. 37-2, no. 32.
[6] BOA, MV. Maz., Def. 213, no. 29; BOA, DH. İ-UM., Dos. E-57, no. 89; Eldem, a. g. e. s. 183; Hüsâmettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, İstanbul, 1957, s. 387.
[7] Eldem, a.g.e., s. 161; Metin Ayışığı, “Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye’ye Gelen Amerikan Heyetleri”, (Basılmamış Doçentlik Takdim Tezi, Balıkesir 1995), s. 63, 67, 73, 75.
[8] Eldem, a.g.e., s. 8.
[9] Eldem, a.g.e., s. 9; BOA, a. g. dos., no. 47, 91.
[10] Stefanos Yerasimos, (Haz.) İstanbul 1914-1923, İstanbul, İletişim Yay. 1996, s. 85.
[11] BOA, MV. Maz., Def. 213, no. 29.
[12] BOA, DH-KMS, Dos. 56-1, no. 9.
[13] Düstur, Tertip II, c. 11, s. 298.
[14] BOA, DH-KMS, Dos. 51-2, no. 1-8, 9-12, 14; BOA, DH-KMS, Dos. 56-1, no. 15; DH-ŞFR, Dos. 103, no. 233.
[15] Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul 1918-1923, İstanbul 1994, s. 58, 59.
[16] BOA, MV. Maz., Def. 217, no. 53.
[17] BOA, MV. Maz., Def. 213, no. 75; BOA, BEO., no. 340987.
[18] Alemdar, 11 Haziran 1920, nr. 2838.
[19] Cengiz Orhonlu, “Yunan İşgalinin Meydana Getirdiği Göç ve Yunanlıların Yaptıkları Tehcirin Sonuçları Hakkında Bazı Düşünceler”, Belleten, c. XXXVIII, No. 148, (Ekim 1973), s. 486-487.
[20] BOA, DH. İ-UM., Dos. E-63, No. 74.
[21] BOA, DH-UMVM., Dos. 11/42; 11/45-1; 11/45-2; İleri, 30 Kasım 1920, no. 1028.
[22] Sabah, 20 Nisan 1919, no. 10572; İkdam, 18 Ocak 1920, no. 8238; Alemdar, 24 Eylül 1920,  no. 2939; İleri, 31 Temmuz 1921, no. 1259.
[23] BOA, DH-KMS, Dos. 59-1, no. 50, Lef. 6; BOA, DH-KMS, Dos. 59-2, no. 1; BOA, a. g. b., Lef. 4, 6; BOA, DH-KMS, Dos. 59-1, no. 37; BOA, DH-KMS, Dos. 57-2, no. 24.
[24] Jack Deleon, Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar (1920-1990), İstanbul 1990, s. 9; Clarence Richard Johnson, (Ed.), İstanbul 1920, Çev. Sönmez Taner, İstanbul 1995, s. 178; BOA, DH. İ-UM., Dos. 19-15, no. 1-23; BOA, BEO., no. 350290; BOA, DH. İ-UM., Dos. 19-16, no. 1-48; BOA, BEO., no. 350809; BOA, BEO., no. 351523.
[25] BOA, DH-ŞFR, Dos. 93, no. 158; BOA, DH-KMS, Dos. 49-2, no. 28; BOA, MV. Maz., Def. 218, no. 9; BOA, DH-KMS, Dos. 49-2, no. 8; İstanbul 1920, s. 178, 180.
[26] Alemdar, 29 Kasım 1920, no. 3002; İkdam, 18 Ocak 1920, no. 8238; Vakit, 30 Aralık 1919, no. 772; Ayışığı, a. g. tez, s. 81; Tasvir-i Efkar, 10 Şubat 1920, no. 2983; BOA, DH. İ-UM., Dos. E-63, no. 74; İkdam, 5 Ocak 1920, no. 8225; İleri, 30 Kasım 1920, no. 1028; Akşam, 14 Temmuz 1921,  no. 1242.
[27] BOA, DH-KMS, Dos. 59-1, no. 56, Lef. 24; BOA, a. g. dos., no. 37, Lef. 1, 2, 7; BOA, DH- KMS, Dos. 57-2, no. 24; BOA, DH-KMS, Dos. 59-2, no. 11; BOA, a. g. dos., no. 6.
[28] BOA, BEO., no. 349715; Deleon, a.g.e, s. 17; Criss, a.g.e, s. 52; BOA, DH. İ-UM., Dos. 19-15, no. 1-23.
[29] Vakit, 22 Kasım 1920, no. 1062; İleri, 9 Aralık 1920, no. 1037; Criss, a.g.e. s. 53; İstanbul 1920, s. 192.
[30] Criss, a.g.e. s. 54; İstanbul 1920, s. 194; Yerasimos, İstanbul., s. 179, 194.
[31] İleri, 22 Ekim 1920, no. 1023; Vakit, 17 Kasım 1920, no. 1057; İstanbul 1920, s. 182-194; Deleon, a.g.e., s. 12-20.
[32] Eldem, a.g.e., s. 216.
[33] İkdam, 4 Şubat 1920, no. 8255.
[34] İkdam, 18 Nisan 1920, no. 8325.
[35] Deleon, a.g.e., s. 21.
[36] Deleon, a.g.e., s. 22.
[37] Yerasimos, İstanbul., s. 193.
[38] Deleon, a.g.e., s. 317; Yerasimos, İstanbul., s. 185.
[39] Eldem, a.g.e., s. 125.
[40] Yangınların yıl, yer ve yanan ev sayısı ile ilgili dökümleri için bkz: Rakım Ziyaoğlu, Yorumlu İstanbul Kütüğü, İstanbul, 1985, s. 258; Tarık Özavcı, Cumhuriyet Devrinde İtfaiye, İstanbul, 1973, s. 68-69.
[41] Ziyaoğlu, a.g.e., s. 278.
[42] Ziyaoğlu, a.g.e., s. 259.
[43] Özavcı. a.g.e., s. 20.
[44] BOA, DH. İ-UM, Dos. E-51, no. 46.
[45] BOA, MV. Maz., Def. 217, no. 493.
[46] İleri, 2Aralık 1921, no. 1377.
[47] BOA, DH-KMS, Dos. 51-1, no. 9.
[48] BOA, MV. Maz., Def. 212. no. 167.
[49] BOA, MV. Maz., Def. 212. no. 67.
[50] BOA, DH. UMVM., Dos. 18/3, no. 19.
[51] BOA, MV. Maz., Def. 212, no. 61; BOA, MV. Maz., Def. 250, no. 23, 90.
[52] Cemil Topuzlu, 80 Yıllık Hatıralarım, İstanbul, 1982, s. 203-204.
[53] Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, İstanbul, 1957, s. 232, 254-259.
[54] Sabah, 16 Ağustos 1919, no. 10687.
[55] BOA, DH-KMS, Dos. 51-1, no. 65; Sabahattin Özel, Kocaeli ve Sakarya İllerinde Milli Mücadele 1919-1922, İstanbul, 1987, s. 12-13; BOA, DH-KMS, Dos. 49-2, no. 20; BOA, DH-KMS, Dos. 61-2, no. 1, Lef. 2; BOA, DH-KMS, Dos. 62-2, no. 58; BOA, DH-KMS, Dos. 60-3, no. 17; BOA, DH-KMS, Dos. 60-2, no. 40.
[56] Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953, s. 376-377; Tayyib Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, c. II, Ankara, 1965, s. 220-222; Alemdar, 9 Ağustos 1920, no. 2894; Hüsnü Himmetoğlu, Kurtuluş Savaşlarında İstanbul ve Yardımları, c. I, İstanbul, 1975, s. 387; BOA, DH- KMS, Dos. 61-1, no. 41; İhsan Birinci, “İpsiz Recep Çetesi”, Hayat Tarih Mecmuası, c. II, Sayı. 10 (Kasım 1966), s. 70-77; Şükrü Uras, Yahya Kaptan, İstanbul, 1968; BOA, DH-KMS, Dos. 62, no. 23.
[57] BOA, MV. Maz., Def. 243. no. 9.
[58] Birinci Dünya Savaşı yılları bulaşıcı hastalıklara karşı İstanbul’da alınan önlemler için bkz: Mehmet Temel, “Birinci Dünya Savaşı’nda ve Mütareke Yıllarında Türkiye’deki Bulaşıcı ve Zührevi Hastalıklara Karşı Alınan Önlemler “İlmi Araştırmalar, sayı, 6, İstanbul 1998, s. 227-239.
[59] Abdülkadir Noyan, Son Harplarde Salgın Hastalıklarla Savaşlarım, Ankara, 1965, s. 117; Mehmet Kamil. “İstanbul’da Tersin-i Evvel Vebası”, Darü’l-Fünün Tıp Fakültesi Mecmuası, c. II, Sayı III (Aralık 1919), s. 138; BOA, B.E.O., no 348738; İleri, 5 Kasım 1919, No. 655.
[60] BOA, BEO. no. 341621; Sabah, 12 Nisan 1919, no. 10563.
[61] BOA, BEO, no. 348789; Alemdar, 17Ağustos 1920, no. 2901; BOA, DH. İ-UM., Dos. E-63, no. 34; BOA, BEO, no. 353837.
[62] BOA, DH-KMS, Dos. 61-1, no. 62; Mütareke Dönemi’nde fuhuş ve zührevi hastalıklara karşı alınan önlemler için bkz. Temel. a.g.m., s. 236-239
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.