Mustafa Kemal’in Hacıbektaş’a Gelişindeki Sır!
MUSTAFA KEMAL’İN HACIBEKTAŞ’A GELİŞİNDEKİ SIR!
(22 ARALIK 1919)
Milli Mücadele Yıllarında Serçeşme’nin Tavrı
Yazı: Murtaza DEMİR
Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra ülkenin genelinde olduğu gibi Kırşehir yöresinde de, halkın, genel bir karamsarlığa düştüğü, ağır şartlar taşıyan anlaşmanın gelecekte daha büyük tehlikeleri beraberinde getireceğini düşündüğü ve bu nedenle gittikçe yaklaşan kötü günleri göğüsleyebilmek için bir takım çareler, çıkış yolları aradığı görülmektedir.
Alevi-Bektaşilerin Serçeşme’deki önderleri, Cemalettin Efendimiz, M. Kemal Paşayı ve tüm faaliyetlerini, her türlü haberleşmenin, ulaşımın, araç – gerecin son derece kısıtlı olduğu bir dönemde, Samsun’a çıkışından itibaren olabildiğince yakından takip ediyor, bu mücadelenin içinde olmak için adeta fırsat kolluyordu.
Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti’nin Sivas Kongresi’nden (04 – 11 Eylül 1919) sonra Ankara’ya varmak için izleyecekleri güzergâhın planlanması, Hüsrev Bey (Berlin Elçisi) tarafından yapılmıştı. Bu planda öngörülen konaklama yerleri, yalnız yolculuk gereği uğranılması zorunlu olan yerler değil, Mustafa Kemal Paşa’nın, Milli Mücadele’nin gerçekleşmesinde düşündüğü planın ve stratejinin de bir gereği idi.
Ve ne mutlu size, bize, hepimize ki, bu duraklardan biri de, Ulusal Kurtuluş savaşının kazanılması bakımından son derece stratejik değer taşıyan Hünkâr’ın, Alevi-Bektaşiler üzerindeki misyonu nedeniyle Hacıbektaş kasabasıydı. Osmanlı yönetimlerince yüzyıllardır fark edilmeyen ya da değeri bilinmeyen bu gerçek, Mustafa Kemal’in dehası ve büyük devlet adamlığı sayesinde fark ediliyor, ilçenin misyonu ve hakkı, Hacıbektaşlılara teslim ediliyordu. Paşanın öteden beri farkında olduğu fakat mezhep çelişkisi amacıyla kullanılır ve ulusal hareket zarar görür endişesiyle kimselere söylemediği, bir bakıma sırrı bu çerçevedeydi.
Sivas-Ankara yolculuğu için Hüsrev Bey tarafından hazırlanan genel program, M. Kemal Paşa‘ya sunulduğunda, Paşa, bu planın Kırşehir ayağına itiraz eder: “Mucur’dan sonra Hacıbektaş’a gitmeyi istemekle birlikte, Mucur’a varıncaya kadar bu ziyaretin gizli tutulması gerektiğini” Hüsrev beye dikte eder. Zira Hacıbektaş’ta, M. Kemal Paşa ve ulusal savaş için çok önemli bir zat-ı muhterem olan Cemalettin Efendimiz oturmaktadır. Bu ulu zat, sömürge olmak için güçlü ülkelere neredeyse davetiye çıkaran padişah hükümetinin bütün ısrarlarına karşın İstanbul’a dirsek çevirmiş, Mustafa Kemal’in tam bağımsızlık mücadelesine destek vermeye başlamıştı bile… Bu yüzden Mustafa Kemal, bu muhterem ve sağduyulu inanç önderiyle görüşmek ve desteğini somutlaştırmak istiyordu.
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını Samsun’dan beri takip eden Kırşehir, Mucur, Hacıbektaş ve çevre halkı, Sivas’ta milli bir kongrenin toplanacağını öğrenince Mucur’u temsilen Kaymakam Cevat Bey ile Hacıbektaş Nahiye Müdürü Avni (Erkanlı) Bey’i, Kongreye katılmak üzere Sivas’a gönderir. Ancak bu heyet Şarkışla’ya vardığında, Kongrenin bitmiş olduğunu, M. Kemal Paşa ve Temsil Heyetinin de Sivas’tan hareket ettiğini öğrenince Mucur’a geri dönmek zorunda kalır. Kırşehir ve çevresinin bu olumlu tutumu Ankara vilayetinden gelen 28 Aralık 1919 tarihli şifre telgrafından da açıkça anlaşılmaktadır.
Ankara yakınlarında, kendiliğinden meydana gelen bu güç, elbette görülmeye, ilgilenilmeye ve hiç kuşkusuz ziyaret edilmeye fazlasıyla değerdir. M. Kemal Paşa ve Temsil Heyeti’nin Ankara yolu üzerinde bulunmayan Hacıbektaş’a yönelmesi, Paşa’nın, askeri ve siyasi dehasının, devlet adamlığının somut örneğidir.
Zira Paşa, yakinen bilmektedir ki, “İstanbul Hükümeti, halkın benliğine yerleşmiş olan padişah ve halifeye bağlılığını, Ankara Valiliği aracılığı ile kendi yararları için kullanmış olsa da, yöre halkının kuvvetli önsezisi sayesinde başarıya ulaşamayacaktır.” İstanbul Hükümetinin 16.09.1335 (1919) tarihinde Konya 12. Kolordu Komutanlığına gönderdiği yazı doğrultusunda; Mucur Kaymakamı ve Kırşehir Mutasarrıfı’nın Hacıbektaş’a gelerek; “… Çelebi Efendi ile Tekkenin babalarını teslih için iğfalat ve teşfikatta bulunmuşlar ise de nail-i emel olamadıklarının” belirtilmesi, İstanbul Hükümeti’nin bu bölgede kendi lehine çalışma yaptığını ancak başarılı olamadığını gösteren en açık belgedir.
22 Aralık günü Hacıbektaş’a gelen heyet, Çelebi Cemalettin efendi ve Salih Niyazi Babayla görüşür. Görüşmede her iki Bektaşi önderi de milli mücadele saflarında olduklarını bir kez daha açıklarlar. Bu sonuç, Sivas kongresinden sonra yanlarında gördükleri en anlamlı, kitlesel ve bir o kadar da içtenlikli güçtür. Ve bu güç, heyet açısından müthiş bir moral kaynağı olur. Zira bu gelişmeden sonra Alevi-Bektaşi tekke ve dergâhlarının hepsi birden, birer Kuvay-i Milliye karargâhları olur. “Cumhuriyetin inşası” ise, cumhuriyetin ilanına değin, ilk ve son kez burada, M: Kemal ve Cemalettin Efendimiz arasında konuşulur.
M. Kemal Paşa’nın Başyaveri M. Müfit Kansu, bu ziyaretin nedenlerini (kendince ve kırıcı bir üslupla) şöyle açıklamaktadır; “Çünkü Hacıbektaş’a da uğranacaktı. Bu mühim bir merkezdi. Bütün Anadolu’daki üç, dört milyondan daha fazla Alevinin inanç önderi Cemalettin Çelebi Efendi, Hacıbektaş karyesinde oturmakta idi. O zamanki önderler; Çelebi Cemalettin Efendi ve Niyazi Salih Baba’ydı. Milyonlara varan Alevi-Bektaşiler, gerçi bitaraf vaziyette görülüyorsa da, bunlar, Çelebi’nin ve Dedebaba Vekili’nin emir ve iradesine tabi olduklarından bu zatlarla görüşmek, onları tarafımıza çekmek için gerekliydi. Nitekim Çelebi Cemalettin Efendi, Birinci Büyük Millet Meclisi’nde mebus olmuş ve bir aralık Meclis Reis Vekilliği de yapmıştır. İcabı hal bunu yaptırmış olsa gerekir.”
Atatürk’ün Hacıbektaş’a Geldiğinde Kaldığı Ev
Mazhar Müfit Beyin gözlemi ve Alevi-Bektaşilikle ilgili yaklaşımı, günümüz yöneticilerinin yaklaşımlarından farksızdır. Önyargılı, yanlış ve inciticidir. Dikkate almamız gereken husus şudur: İmparatorluğun bakiyesi olan sair yöneticiler, şeyhler, şıhlar, ağalar ve kanaat önderlerinin %60-70’i, şu ya da bu ülkenin boyunduruğunu istemiş, hatta işgalci ülkelerle işbirliği yapmışken, bu kanaat önderlerinden en geniş taban inisiyatifine sahip ikisi, kendilerine iletilen açık ya da gizli bütün ikbal taleplerini reddetmiştir. Bunlar Çelebi Cemalettin Efendimiz ve Salih Niyazi Baba’dır. Ve bu zatlar, ta milli mücadelenin başından itibaren “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Mustafa Kemal’i bütün dikkatiyle izlemiş, takip etmişlerdir.
Burada somut bir ihanet örneği verip, kısaca söz ettikten sonra tekrar konumuza dönelim: Nedim Çakmak’ın, “Hüsnüyadis Hortladı” adlı belgesel kitabında yazılı olan şu ibretlik satırlara bakar mısınız: Tarih: 23 Aralık 1930. Yer; İzmir’in Menemen ilçesi. Yedek Subay Mustafa Fehmi Kubilay’ın başı, Girit’teki kamplarda İngiliz ve Yunan subayları tarafından eğitilen, sonra da yurdumuz topraklarına gizlice sokulan, Derviş Mehmet tarafından kör bir bıçakla kesiliyor.
15 Mayıs 1919’da Manisa işgali sırasında, işgalci Yunan birliklerini Yunan bayraklarıyla ve çiçeklerle karşılayan Manisa Valisi Hüsnü Efendi ile Derviş Mehmet kardeş çocuklarıdır. O Derviş Mehmet, aynı zamanda Bülent Arınç’ın annesinin babası, yani, öz dedesidir. Manisa Valisi Hüsnü Efendi, 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’den bir Yunan teknesiyle Yunanistan’a kaçmış, orada Hüsnüyadis adını almış ve o isimle de ölmüştür. Mezarı da Girit’tedir.”
Türkiye’m… Nereden nereye?
Teğmen Kubilay’ı ve tüm Cumhuriyet şehitlerini sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum.
Kırşehir valiliğinin ve daha birçok kurumun resmi sitelerinde yer alan makalelerde ve yukarda değinildiği gibi; “Mucur Kaymakamı ve Kırşehir Mutasarrıfı, Çelebi Efendi ile Tekkenin babalarını, teslih için iğfalat ve teşfikatta bulunmuşlardır.” Yani İstanbul hükümeti Cemalettin Efendimize ve Salih Niyazi Babaya, kendilerini desteklemeleri kaydıyla rüşvet ve makam teklif ettiği ve bu teklifin önderlerimiz tarafından reddedildiği, Müfit Bey tarafından bilerek görmezden gelinmiştir. Kuşkusuz ki, Milli Mücadele tarihine düşen bu çarpıtma, hem aldatıcı, hem de yaralayıcı olmuştur.
M. Kemal Paşa ve Temsil Heyeti Hacıbektaş’a geldiğinde, Dergâhın idari kadrosu şu kişilerden oluşmaktaydı:
1) Postnişin Vekili: Niyazi Salih Baba,
2) Çelebi Cemalettin Efendi
3) Aş Evi: Zeynel Baba
4) Ekmek Evi: Hacı Kerim Baba,
5) Mihmam Evi: A. Muhtar Baba
6) At Evi: Fevzi Baba,
7) Dedebağı: Arslan Baba,
8) Hanbağı: Şükrü Baba,
9) Balım Evi: Japon Hasan Baba.
Bu değerli ve tarihi heyeti özlem ve rahmetle anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum.
Bin yıllık Anadolu tarihimize baktığımızda, Alevi-Bektaşiler olarak; toplumsal duruşumuz, devlet, bağımsızlık, özgürlük ve medeniyet algımızla ilgili, bir olumsuzluğa rastlamıyoruz. Hele de cumhuriyet dönemiyle ilgili duruşumuz, tam bir onur vesilesidir. Bu yüzden, bugüne değin bize mürşit olan, yol gösteren ve esirgeyen kültür ve inanç önderlerimizi gururla yâd ediyor, minnetle anıyorum.
Not: Bu metin, 25 Aralık 2010 günü Hacıbektaş Belediye Başkanı Sn. A. Rıza Selmanpakoğlu’nun çağrısıyla katıldığım, “ATATÜRK’ÜN HACBEKTAŞA’A GELİŞİNİN 81. YILDÖNÜMÜ” başlıklı panelde yaptığım sunumun özetidir. Sn. Başkana teşekkür ederim.
ATATÜRK SİVAS’TAN ANKARA’YA GELİRKEN HACIBEKTAŞ’A UĞRAMASI; HACIBEKTAŞ’IN ANAYOL ÜZERİNDE OLMASINDAN DEĞİL, HACIBEKTAŞLILARIN ANAFİKİR ÜZERİNDE OLMASINDANDIR. BU BİZDEN OLAN VEYA OLMAYAN HERKES TARAFINDAN BÖYLE BİLİNE!