Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Millî Mücadelede Sivil Direnişin Kökleri: Müdafaa-ı Millîye Cemiyeti (1913-1919)

0 16.040

Prof. Dr. Nâzım H. POLAT

Her türlü kavramın içeriği, zamanla daralarak veya genişleyerek, biraz da güncel olaylardan etkilenerek değişir. “Sivil Direniş” kavramı da bugün resmî makamlardan tamamen bağımsız olarak bir inisiyatif grubu, bir dernek veya bir sendikal hareketi çağrıştırır. Ancak konu Millî Mücadele olunca, sivil direnişin anlamı, saldırgan düşmana karşı durma olur ve bir kısım resmî makamların en azından kısmî desteğini de kapsayacak biçimde genişler. Çünkü resmî makamlar da sivillerle aynı gemidedir.

Osmanlı Devleti’nde toplumun tamamını hedef kitle olarak gören, toplum hayatının her yanına bir istikamet vermek üzere kurulmuş ilk resmî dernek “Osmanlı Menâfi-i Milliye Cemiyeti”dir. Meclis-i Mebusan’ın açıldığı 17 Aralık 1908’de kurulan Menâfi-i Milliye Cemiyeti, tipik bir “Osmanlıcı” kuruluştur. Nizamnamesinin başındaki “Karındaşlar Osmanlılar!” hitaplı metinde Müslüman, Hıristiyan, Musevi bütün kavimler elbirliği ile vatanın selâmeti çalışmaya davet edilmiştir. Nizamnamenin 14. maddesinde ise cemiyetin hiçbir partiye mensup olmadığı vurgulanarak, “cemiyet dahilinde ne siyasî ne de dinî bir taarruza meydan verilecektir.” Cemiyetin Osmanlıcı tavrını kendisini tarif ettiği şu ifadelerde daha iyi görebiliriz: “Cemiyet, bilâ-tefrik-i cins ve mezhep bil-cümle Osmanlıların ittihat ve uhuvvet-i samimanelerini rehber-i saadet ittihaz etmiş bir heyettir.”[1] Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı ve Bulgaristan’ın bağımsızlık ilanı (5 Ekim 1908), ertesi gün Girit’in Yunanistan’a katılması (6 Ekim 1908), böyle bir cemiyeti bazılarının gözünde lüzumlu kılmış olabilir. Hakkında bir kapatma kararı bulunmadığına göre; söz konusu bölgelerin ayrılma isteklerinin Osmanlı Devleti tarafından da kabullenilmesi ve özellikle 1909 Nisan başlarında Adana yöresindeki Ermeni patırtılarının yönlendirdiği devrin sosyal ve siyasî zemini, cemiyetin çalışma alanını ortadan kaldırmış demektir. Dolayısıyla, bu derneğin aydınlarımız ve ileride yaşanacaklar üzerinde hatırı sayılır bir etkisi bulunduğu söylenemez.

Millî Mücadeleyi yapan ruhun kökleri, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra örgütlü toplum hayatının vaz geçilmez unsurları olarak faaliyet gösteren kuruluşlarda aranmalıdır. Vatandaşı Kuvâ-yı Milliye ruhuna hazırlama konusunda, her birinin farklı ölçüde payı ve hizmeti bulunduğu kabul edilebilecek Türk Derneği, Türk Teâvün Cemiyeti, Türk Yurdu Cemiyeti, Halka Doğru Cemiyeti, Türk Ocağı, Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslâmiyesi, Millî Türk Cemiyeti, Donanma Cemiyeti, Teşkilât-ı Mahsusa gibi (hepsinin İttihat ve Terakki ile bir bağlantısı mevcut) pek çok kuruluş sayılabilir. Ancak, II. Meşrutiyet ortamında kurulup, II. Balkan Savaşı’ndan itibaren toplumu yönlendirmede, yani istediği tarzda kamuoyu oluşturmada en başarılı görünen ve Millî Mücadele yıllarındaki sivil-millî direniş örgütlerinin anası diyebileceğimiz kuruluş, Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’dir. Bu makalede, Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin

  1. Hangi ortamda,
  2. Nasıl kurulduğu;
  3. Neler yaptığı;
  4. Nasıl bir muhalefetle kapatıldığı;
  5. Millî Mücadeleyi yapan irade ve kuruluşların doğmasındaki rolü ifade edilmeye çalışılacaktır.

Kuruluş Sırasındaki Siyasî, Sosyal ve Kültürel Ortam

Yukarıdaki “gemi” alegorisini sözün gelişine uysun diye kullanmıyorum. Türkiye/Osmanlı Türklüğünün karşı karşıya kaldığı ilk büyük felaket, 1828’de doğuda Ahıska’nın düşüp Kafkaslarda Rusları durduracak barikat kalmaması üzerine, Rusların batıda savaşsız Edirne’yi teslim almasıdır (22 Ağustos 1829). Sonra, millî hafızaya 93 Harbi olarak kazılan felakette doğuda Erzurum, batıda Yeşilköy’de millî gurur çiğnendi, millî vicdan kanatıldı. Ancak beterin beteri henüz geridedir. Çünkü bu düşman, nüfus ve nüfuz olarak devrin büyük güçlerinden biridir. Halbuki 1912-13’teki Balkan savaşlarında daha büyük bir felaket, henüz devlet olmayı tam anlamıyla başaramamış Balkan topluluklarından geliyordu. Dolayısıyla bu hezimet, sivil halk üzerinde 93 Harbi’nden daha onarılmaz tahribatlar bıraktı. 93 Harbi, Türklüğü Anadolu’ya sıkıştırma ve “Boğazlar”ı ele geçirme; Balkan Harbi ise Türklüğü yalnız Avrupa’dan değil, Anadolu’dan da sökme planıdır.

Osmanlı aydınının büyük bölümü, Jön Türklerden beri, iç isyanları “istibdadın unsurları birbirine düşürmesi”, toprak kaybını ise bu yönetim biçiminin sonucu olarak görüyordu. Fakat özlenen yönetim yani “hürriyet, adalet, müsavat” rejimi, 10 Temmuz (1324) “ıyd-ı millî”siyle II. Meşrutiyet rejiminin başlaması da, Balkanlardaki kopmaları durdurmaya yetmemişti. Hele hele tamamına yakını Müslüman olan Arnavutların “kavmiyât” davası, sonun başlangıcına gelindiğini gösteriyordu. Bahsetmek istediğimiz sivil direniş örgütü, işte bu ortamda, önce ruhlarda bir “millî direniş” oluşturmak üzere kurulmuştur.

II. Meşrutiyet rejimi, birden bire, politize olmuş bir kitle yarattı. Şiiri, hikâyesi, tiyatrosu, mizahı, hatta inancı 10 Temmuz’dan ibaret bir toplumda her şeyin bayağı propagandaya malzeme yapıldığı bir toplumda, II. Meşrutiyetin 9. ayında; bu duruma isyan anlamı taşıyan, ferdi ve duygusal sanat anlayışı, kendisini Fecr-i Ati Encümen-i Edebisi (kuruluş: 20 Mart 1909) ile göstermişti. Bu, akıntının karşı istikametine kürek çekmek idi. 1911’de Trablusgarp Harbinin gürültüleri, kendisi için konuşan sanatın sesini boğuyordu. Balkan Harpleri ise sanatın kendi kendisi için terennüm etmesini, bencillik olarak niteliyordu. Yakup Kadri, bu dönüşümü, kendi yaşadıklarıyla şöyle anlatır.

“Arkamda Fecr-i Âti, önümde bu büyük kumandanlar (Gros, Bergson, Gourmont), ‘sanat şahsî ve muhteremdir’ bayrağı elde, yıllarca iniş yokuş yürümediğim yer, çatmadığım adam kalmadı. San’at şahsî ve muhteremdir: Hiçbir şövalye, kendi arması üzerindeki dövizi için, eminim, benim kadar cihada çıkmamıştır.

Bu coşkunluğum, sanat perisi yolunda bu serdengeçtiliğim, ilk millî felâketimiz olan Balkan Harbi’ne kadar, bütün ateşiyle devam etti. Fakat, ne vakit ki Çatalca önüne dayanan düşman toplarının sesini tâ yatağımın içinde işitmeye başladım, hisseder gibi oldum ki, hayatta benim yaptığım mücadeleden daha mühimleri vardır.

Balkan Harbi’ni daha bir sürü millî felâketler takip etti. Ben gene ‘Sanat şahsî ve muhteremdir’ diyorum. Fakat, onun yanı başında, hiç değilse onun kadar şahsî ve muhterem şeyler olabileceğini de düşünmeye başlamıştım. Nihayet 1914-1918 geldi. Garp imperialismasının kandan ve yağmadan gözü dönmüş kurt sürüleri, bütün vahşetiyle bizim zavallı ağıllarımızın üstüne de saldırdı ve ortada, ne edebî cemiyetlerden, ne mukaddes sanat davalarından eser kaldı. O zaman, artık, sarâhatiyle anladım ki, istiklâli uğrunda o derece ter döktüğüm sanat, evvelâ, bir cemiyetin, bir milletin malıdır, sonra da nihayet bir devrin ifadesidir. Bunlardan tecrit edilmiş bir sanatın ne mânâsı, ne kıymeti vardır. Müstakil sanat, müstakil vatanda olabilir.”[2]

Aslında burada konuşan yalnızca Yakup Kadri değil, onun şahsında Türk aydınının büyük bölümüdür. “Şahsi ve muhterem” sanat anlayışını terk eden şair ruhların doğal sevgilisi/annesi, sosyal faydacı sanatın değişmez konusu olan “vatan”dır. Bahsetmek istediğimiz sivil direniş örgütü, işte bu ortamda, her şeyi ve bu arada tabii sanatı da millî hedefler istikametine yönlendirmek üzere kurulmuştur.

Nasıl Kuruldu?

Balkan savaşlarındaki hezimet, bıçağın kemiğe dayanması idi ki Bulgar toplarının İstanbul’a ulaşan vahşi seslerindeki tehdide karşı, toplu korunma mekanizmasını harekete geçirdi. 1912 sonlarına doğru, basında, siyasi grup ve endişelerden tamamen uzak bir “müdafaa-i milliye cemiyeti” kurulması gerektiğine dair yorumlar çıkmaya başladı. Hatta bu gibi yazılar sadece İstanbul’da değil, Anadolu basınında da görülüyordu.

Devrin hakim siyasî temayülünü temsil eden, iktidar partisini doğuran İttihat ve Terakki Cemiyeti, İstanbul gazeteleri, vasıtasıyla kamuoyuna, vatanın tehlikede olduğundan bahisle, tehlikeyi bertaraf edecek bir oluşumu meydana getirmek maksadıyla herkesi Darülfünun (Üniversite) konferans salonuna davet ediyordu. Kamu oyununun hassasiyetini tam zamanında değerlendiren bu stratejik çağrıya göre kurulacak Müdafaa-i Milliye Cemiyeti, Edirne ve Adalar’daki Hakimiyet-i Osmaniye’yi fiilen ve tamamen “muhafaza ve istila edilmiş vatan parçalarındaki “hukuk ve milli menfaatleri müdafaa” için çalışacaktır.

Osmanlı Devleti üç aydan beri duçar olduğu ahvâlin emsalini altı yüz senelik müddet-i mevcudiyetinde asla müsadif olmamıştır. Bugün vatan tehlikede bulunuyor. Âba ve ecdadımızın miras-ı mukaddesini, yani dinimizi, vatanımızı, müdafaa etmek en mukaddes vazifemizdir. Bu vazifenin fariza-i ifasında ihmal edersek, ahlâf ve tarihimizin lânet-i müebbedesine ihraz-ı istihkak etmiş oluruz.

Vatanımız tehlikede!… Bu musîbet-i müştereke önünde, her Osmanlıya terettûb eden vazife, şahsa ait her emel ve her hissi unutmak ve elbirliğiyle vatanı kurtarmağa çatışmaktır. Bu ümniye-i mübeccelenin (yüce umudun) husulünü temin için bir ‘Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’ teşkil olunarak her meslek ve fırka erbabından zevât-ı hamiyetsimâta müracaat olundu.

Edirne ve Adalar’daki hakimiyet-i Osmaniyeyi fiilen ve tamamen muhafaza ile beraber, istila- dîde (istila görmüş) olan mahall-i sâiredeki hukuk ve menâfi-i milliyemizi imkânın müsait olduğu derecede ve hatta en büyük fedakârlıklar ve havârık (hârikalar) göstererek müdafaa etmek makarrât-ı kat’iyyemizdendir (kat’î kararlarımızdandır). Bil-umum Osmanlıların muavenetine arz-ı ihtiyaç ediyoruz. Vatanı kurtarmak için uzanacak her ele sarılacağız, öpeceğiz ve vatanı kurtaracağız. Cenâb-ı Hak’tan tevfik ve nusret isteriz”.[3]

Edebî bakımdan çok etkili olması için özen gösterilmiş olan bu metnin üç önemli özelliğinden bahsedebiliriz:

  1. Öncelikle vurgulanan şeyler son derece açıktır ve bunların başında “vatanın tehlikede olduğu” hükmü vardır. Bu fikre ayrılan iki cümle de âdeta, “artık söze gerek yok” der gibi kısa ve yalındır.
  2. Böylesi bir metinde akla ilk gelen şey, çağrıda söz konusu cemiyetin particilik hissiyatından uzak olduğunun vurgulanmasıdır. Fakat II. Meşrutiyet gibi “örgütlü” ve “sivil toplum”a geçiş sayılan, çok partili demokratik yönetim biçiminin benimsendiği bir devirde, insanların siyasetten soğutulması istenmemiştir. Öyle ise “partisizlik” yerine, her siyasî görüş, her türlü sosyal ve iktisadî gruptan aydınlara müracaat edildiği belirtilmiştir. Metnin sonundaki “vatanı kurtarmak için uzatılan her ele sarılacağız, öpeceğiz” ifadeleri de aynı anlama gelmektedir.
  3. Söz konusu çağrı metninde, “vatan”, Hâkimiyet-i Osmaniye, “Osmanlı Devleti” gibi terimlerin kullanılmasına rağmen, bunlarla birlikte sıkça görmeye alıştığımız “hükümet” kelimesine hiç yer verilmemiştir. Böyle bir metnin kurgusu, hiç şüphesiz, kurulacak cemiyetin “sivil” özellikte olması gerektiğine işarettir.

Yapılan çağrı hedefine ulaşarak Darülfünun Konferans Salonu’nda toplanan aydınlar, 18 Kânun- ı sâni 1328’de (1 Şubat 1913) Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’ni kurdular. Kurucular arasında en faal görünenler, Talat Bey (sonra Paşa), Midhat Şükrü (Bleda), Hüseyin Cahit (Yalçın) Dr. Esat (Işık) gibi İttihatçılardır. Toplumun tamamına hitap etmek emelindeki bir kuruluşun daha başlangıçta “İttihatçı” diye damgalanmaması için bu faal rol alanlar, diğer siyasî grupların ileri gelenlerinden Prens Sabahattin, Ömer Lutfi Fikri, Damat Ferit Paşa, Müşir Fuat Paşa gibi etkili kimseleri ziyaret ederek cemiyete katılmalarını isterler. Hatta davet edildikleri halde kuruluş toplantısına gelmeyenlerin bu davranışına muhalefet manası verilmeyerek kabullerine bağlı olarak, çeşitli kurul üyeliklerine seçilirler. Ancak, yukarıdaki ilk üç muhalif isim ile İttihat ve Terakki içinde farklı bir çizgiyi temsil eden İstanbul muhafızı Ahmet Cemal Paşa (1872-1922), daha baştan karşı tavır takınarak cemiyete katılmayacaklarını bildirmişlerdir.[4]

Cemiyetin 31 Ocak 1913’teki kuruluş toplantısında, çeşitli çalışma alanları tespit edilip 5 ayrı heyet seçilmiştir. Bunlar

  1. İane Heyeti (9 kişi)
  2. Tenvir-i Efkâr (Heyet-i İrşadiye) (25 kişi)
  3. “Gönüllü Alaylar” Teşkili için Heyet (9 kişi)
  4. Hastahaneler Heyeti (7 kişi)
  5. Heyet-i Faale (İdare Heyeti) (27 kişi)

Cemiyetin yapılanması nizamnamesinin dördüncü maddesinde belirtilmiştir. Buna göre cemiyetin İstanbul’daki genel merkezi kongre tarafından seçilecek 1. ve 2. reis ile aşağıda adı geçen heyetlerin başkanlarından oluşan bir idare heyeti tarafından yönetilecektir. İstanbul’un bütün belediyelerinde, birer merkez şubesi bulunacaktır. Kazalardaki şubeler livalara, livalardakiler vilayetlere, vilayetlerdeki şubeler ise genel merkeze bağlı olacaklardır. Bahsedilen heyetlerin isimleri, nizamnamede

  1. Maliye heyetleri
  2. İrşat heyetleri
  3. Mümaresât-ı Bedeniye ve Askeriye heyetleri
  4. Sıhhiye heyetleri
  5. Heyet-i İdare

şeklinde belirtilmiştir. Ancak basındaki haberlerden “Maliye Heyetleri”nin görevlerini “İane Heyetleri”, “Mümaresât-ı Bedeniye ve Askeriye Heyetleri”nin görevlerini ise “Gönüllü Heyetleri”nin yürüttüğü anlaşılıyor. Bu farklılık söz konusu heyetlerin üzerinde en çok durduğu hizmet alanını da ifade etmektedir.

Kuruluş toplantısından hemen sonra yapılan ilk görev dağılımındaki isimler -muhtemelen bir kısmı kendi iradesi seçildiği için- uzun müddet aynı kalmamıştır. Nitekim dernek henüz iki ayını doldurmadan, Merkez-i Umumî Heyet-i Faalesi yeniden şekillenmiştir.

1913 Haziranı’nın ortalarında, “Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti makamına kaim bulunmak üzere Müzâheret-i Milliye Cemiyeti ünvanıyla yeni cemiyet” kurulmak istenmiş[5] fakat daha sonra bundan vaz geçilmiştir.

Çalışma Yöntemi ve Neler Yaptığı

Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti Nizamname-i Esâsîsi’nin 1. maddesinde amaç ifade edilirken cemiyete; harp meydanına koşabilecek millî terbiye, sıhhat ve imkâna sahip bir toplum yaratmak gibi çok geniş bir çalışma alanı/görevi verilerek şöyle denmiştir: “Cemiyet memâlik-i mütemeddine-i sairede olduğu gibi terbiye-i milliye ve sıhhat-i umumiyeye ihtimam ile milletin seviye-i fikriye ve faaliyet-i hayatiyesini inkişâf ve takviye ettirecek ve bütün milleti hayat-ı mesâiye alıştıracak ve led-il- hâce meydan-ı harbe koşabilecek kuvveti, idmanı, inşi-râhı verecek esbâb-ı terbiyeyi tehiye ve te’min etmek ve âlâm ve mesaib-i harbin teskinine muavenet ve milletin refah ve saadet-i hâline âlâ- kadr-il imkân gayret eylemeğe mükelleftir.”

2. ve 3. maddelerde ise Cemiyetin günlük siyasetten uzak duracağı vurgulanmıştır:

Madde 2- Cemiyet ve her gûna muamelât ve icraatında kavaran ve nizamât-ı devlete tamamıyla riayet etmekle ve umûr-ı hükümete katiyyen müdahale eylememekle mükelleftir.

Madde 3- Müdafaa-i Milliye Cemiyeti politika ve fırka hissiyâtından tamamıyla âzâdedir.”

Yukarıda belirtilen amaç uğrunda, görev bölüşümü yapılarak heyetler halinde çalışılacaktır ki bu bölümleme aynı zamanda cemiyetin şemasını da gösteriyor:

  1. İdare Heyetleri: Cephedeki askere, onların yetim ve dullarına, yahut yaralılara yardım etmekten, tiyatro temsilleri vermeye, çeşitli konularda kitap yayımlamaya kadar uzanan her türlü hizmet ve faaliyet alanında Cemiyetin en üst seviyede karar ve icra organıdır.
  2. Sıhhiye/Hastahaneler Heyetleri: Mesaisini Hilâl-i Ahmer ile birleştirerek savaş bölgelerinde hastahaneler kurarak, bu hastahanelerin teçhizat ihtiyacını karşılayarak, ordunun bu konudaki yükünü hafifletmişlerdir.[6]
  3. Gönüllü Heyetleri: Harp alanında sivil direniş, için kurulan bir cemiyetin yapacağı ilk şeylerden biri de gönüllü toplamaktır. Gerek Balkan Savaşları gerekse I. Dünya Savaşı yıllarının basınında gönüllü toplanması ve gönüllülerin gösterdiği kahramanlık haberlerine pek sıkça rastlanır ki bunların tamamına yakını Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’nin gayretleri sonucudur.[7] Toplanan gönüllülerin bir kısmı, Teşkilat-ı Mahsusa’ya ayrılarak Halil Paşa (Halil Kut-Enver Paşanın amcası 1882-1957), Rizeli Arslan Bey, Çürüksulu Yüzbaşı Ziya Bey komutasında bizzat cephede çarpışmış veya Hüdâvendigâr/Bursa Vilayeti Nafia Müfettişi Şefik Bey başkanlığında cephe gerisinde, askere yardımcı faaliyetlerde yer almışlardır.[8] I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti Cihad-ı Mukaddes ilan edince, bu çerçevede Veled Çelebi İzbudak’ta (1869-1955) Konya’da ulema ve eşrafı Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti şubesinde toplanıp, Gönüllü Alaylarına yazılmışlardır.[9]
  4. Hey’et-i İrşadiye/Tenviriye: Sivil direnişi vicdanlarda oluşturmaya çalışan bu kurullar, halkı uyandırıcı, bilinçlendirici konferans ve vaazlar vererek görev yapmışlardır. Bu heyetin Merkez şubesi çalışmaları büyük ölçüde Mehmet Akif Ersoy’un (1873-1936) omuzlarında yürümüştür. Hüseyin Kâzım Kadri (1870-1934), İsmail Faik, Üryanizâde Ali Vahit Uryan (?-1940), Fuat Hulusi Demirelli (1876-1955), Abdullah Cevdet, meşhur hatip Ömer Naci (1880-1916), Yusuf Akçura (1876-1934), Halide Edip Adıvar (1882-1964) ve Falih Rıfkı Atay (1894-1971) gibi toplumcu anlayıştaki edebiyat ve kültür adamları yanında, Recaizade Mahmud Ekrem (1847-1913), Cenap Şahabettin (1870-1934) ve Şahabettin Süleyman gibi ferdiyetçi tavırlı bazı edipler de yukarıda bahsedilen sosyal şartlardan ötürü cemiyetin faaliyetlerinden uzak kalmamışlardır.
  5. Mümareset-i Bedeniye ve Askeriye Heyetleri: Cemiyetin Nizamname’sinde bu heyetlere “vatan evladını her zaman için çevik ve zinde bulundurmak, çocukluktan itibaren kara ve deniz askerliği kabiliyetini geliştirme yolunda tedbirler almak” vazifesi verilmiştir. Nizamnamenin 27. maddesinde ise vazifenin vasıtaları şöyle sayılmıştır: Cimnastik, koşu, yüzücülük, kürek çekmek, top oynamak, sıçramak, fennî güreşmek, endaht (atış) poligonları tesis etmek ile nişancılık, binicilik, at yarışları, uzun piyade yürüyüşleri, kılıç, kasatura, mızrak kullanma, tüfek ve avcı talimleri, köprücülük, şimendifercilik, halıcılık, siper yapımı gibi sporlar ve faydalı seyahatler.İşte sadece bu heyete verilen görevler bile, cemiyetin tam bir sivil direniş örgütü olduğunu gösteriyor.
  6. Hanımlar Heyeti: Nizamnamede bahsedilmemesine rağmen cemiyetin en faal kurullarından biri de hanımlar heyetidir. Cemiyetin kuruluşundan bir hafta sonra, Petersburg Üniversitesi öğrencisi 4 Türk kızı, toplantı halindeki İrşat Heyetine müracaat ederek, bir “Hanımlar Heyeti” kurulmasını isterler. Bu hamiyetli Türk kızları, 5 ay önce Balkan Harbi sırasında, savaşta yaralanan soydaşlarına yardım için, yolculuğun binbir türlü sıkıntısına katlanarak İstanbul’a gelmişlerdir.[10] Yapılan teklif, duygusal bir ortam yaratarak Hanımlar Heyeti’nin kuruluşunu sağlamıştır.[11] Söz konusu kurulda, Ümmü Gülsüm Kemâlova, Rukiye, Meryem ve yine Meryem adlarındaki Petersburg Üniversitesi öğrencilerinden başka, Mahmut Muhtar Paşa’nın (1886-1935) eşi ve Hidiv İsmail Paşanın kızı Prenses Nimet Muhtar Hanım (1876-1945), Ahmet Cevdet Paşanın kızı Fatma Aliye Hanım (1864-1936), Fehime Nüzhet (?- 1925), Nakiye Huriye Elgün (1822-?), Osmanlı Mebusan Meclisi Başkanı Ahmet Rıza’nın kız kardeşi Selma Hanım, Nezihe Muhlis, Salime Servet Seyfi Seyfioğlu, İhsan Raif (1877-1926), Nigâr Binti Osman (1856-1918) ve Halide Edip Adıvar gibi devrin kadın önderleri sayılabilecek isimleri, yoğun faaliyet göstermişlerdir.

Kapatılış Süreci

Çok partili meşruti bir yönetimde, yapılan ne olursa olsun, bir muhalefet bulunacağını kabullenmek, temel ilkelerdendir. Fakat öyle anlaşılıyor ki, muhalefet olsa bile, bu çok cüz’i seviyede kalmış, basına aksetmemiş, bir başka ifade ile, yapılan işlemin uygulamada doğuracağı sonuçların görülmesi beklenmiştir. Nitekim I. Dünya Harbi’nin başlangıcında, Rum nüfus arasında, cemiyetin iane toplama faaliyetine karşı, Yunanistan ile Osmanlı Devleti Dışişleri Bakanlıklarının yazışmalarına konu olacak derecede bir muhalefet baş göstermiştir. Fakat Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’ne karşı asıl muhalefet, İttihat ve Terakki iktidarının bittiği 7 Ekim 1918’den sonradır.

Önceleri cemiyetin faaliyetlerini duyurmada onun bir yayın organı gibi davranan İkdam gazetesi de artık aleyhdar bir tavır takınmaktadır. Cemiyetin reisi Ali Rıfat Çağatay Bey’in (1867-1935) istifası üzerine yerine reisliğe Ali Fethi Bey’in (Okyar, 1881-1949) getirildiği haberi verilirken, bu kişinin daha evvel İttihat ve Terakki’den İstanbul mebusu seçildiği ve şimdi Hürriyetperver Avam Fırkası reisi olduğu, özellikle vurgulanmıştır.[12] Söz konusu haberin altında ise gazetenin cemiyet hakkındaki şu yorumu yer almaktadır:

“Balkan Harbi esnasında memleket ve millete hayli hidematı sebkat etmiş (hizmeti geçmiş) olan Müdâfaa-i Milliyenin Harb-i Umumî’de fevaidi pek mahdut kalmıştır. Memleket, harpten sulha intikal devrinde de hayırkâr cemiyetlere son derece muhtaçtır. Öyle olduğu halde Müdâfaa-i Milliye bugün ancak harpten sakat kalanlara pek cüz’i bir muavenette bulunabiliyor. Bunun sebebini teşkilatta aramak icap ettiği fikrindeyiz. ‘Müdâfaa-i Milliye’, bir sahib-i himmete arz-ı ihtiyaç ediyor. Hilâl-i Ahmer bir iki darbe-i himmetle bilhassa Harb-i Umumî’de ne fevaidli bir müessese olmuştu”.[13]

Görüldüğü gibi İkdam’ın cemiyet aleyhtarlığı, Sabah’ınki kadar ileri seviyede değildir. Fakat yine de cemiyetin hâl-i hazırdaki durumunu tasvip etmemektedir.

Cemiyet lehinde davranan yayın organları, kalem sahipleri de bulunmakla birlikte, etkili olamıyorlardı. Meselâ İzmir’deki mühim gazetelerden Köylü, doğrudan doğruya İttihat ve Terakkiyi savunmamakla birlikte, Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’ni, bu fırkanın hayırlı bir işi olarak görüyordu.[14]

Gerek Sabah ve İkdam’ın, gerekse diğer muhaliflerin Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ni “İttihatçı” gösterme çabaları, pek kısa bir zaman içerisinde, Tevfik Paşa hükümeti nazarında tesirini gösterecektir. Nitekim 11 Kasım 1918’de iktidara gelen Ahmet Tevfık (Okday) Paşa (1845-1936) kabinesi de Müdâfaa-i Milliye Cemiyetini Harbiye Nezaretine bağlamak fikrindedir. Hatta Hey’et-i Vekile (Bakanlar Kurulu), l Şubat 1919’da bu konuda bir karar da almıştır.[15] Fakat kararda durumun değerlendirilerek nihai karara varılması cemiyete bırakılmış; konuyla ilgili irade-i seniye ise 5 Şubat 1919 tarihli mazbata ile çıkmıştır.[16] Hürriyet ve İtilâf Fırkası, ikinci kez kurulurken 22 Ocak 1919 tarihli beyannamesinde Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’ni kapatmak değil, kaynaklarının artırılması için Hilâl-i Ahmer Cemiyetiyle birleştirileceği ifade edilmişti.[17]

Aslında bu görüş, doğrudan Hürriyet ve İtilaf Fırkası yöneticilerinin değil, idealist bir fikir adamı olan Nüzhet Sabit’in (1883-1920) arzusudur.[18] Fakat iktidara gelir gelmez Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin ilk icraatlarından biri, Tevfik Paşa Hükûmeti’nin aldığı karara işaretle, “İttihatçı yuvası” diye kabul ettiği Müdâfaa-i Milliye ve Donanma Cemiyetlerinin -Harbiye ve Bahriye Nezaretine bağlı olarak bile- yaşamasını sakıncalı bularak, kapatmak oldu (1 Nisan 1335/1919). Bu cemiyetlerin mal varlığı ise Harbiye ve Bahriye Nazırlığı’na devredildi.[19] Kararın resmî gazete Takvim-i Vekayi’de yayımlanarak yürürlüğe girmesi 6 Nisan 1919’dadır.

Millî Mücadele’deki Sivil Direniş Örgütlerine Örnek Teşkil Etmesi

Cemiyet ilk kurulduğu sıralarda, “Osmanlıcı” bir görünümdedir. Tarihî akış içinde daha sonra “İslamcı” havaya bürünecektir. Nitekim, kuruluş sürecinde Emanuel Karasu, Ayandan Aristidi Paşa, Hallacyan Efendi, Şura-yı Devlet azası Yakop Hamanon, Erzurum mebusu Vartkes Efendi, İperanosyan Efendi, Vitali Kamhi, Diran Kelekyan (1880-1916, Sabah gazetesi başyazarı), Pozant Keçiyan, Fresko Efendi (El Tiempo gazetesi müdürü) gibi bazı gayrimüslim aydınlar da heyetlere üye seçilmişlerse de bir müddet sonra çalışmalarla ilgili haberlerde adları geçmez olmuştur. I. Dünya Savaşı’na girerken, gayrımüslim unsurların zaten büyük ölçüde ayrılmış olmaları ve özellikle Ermeni isyanlarının acı tecrübeleri, devleti Osmanlıcı anlayıştan fiilen vaz geçirmişti. I. Cihan Harbi’nin sonlarında ise artık “Türkçü” renk, baskınlığını hissettirecektir. Esasen bu tavır bütün müesseseleriyle Türkiye’nin tarihî değişimi ve gelişimine uygundur. Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin bu süreci yaşadığına dair başka işaretler de gösterilebilir. Mesela 23 Kasım 1918’de, Cemiyetin Merkez-i Umumî başkâtibi (genel sekreteri) Saip Servet Bey’in de iştirakiyle Millî Türk Cemiyeti adlı Türkçü bir dernek kurulmuştur. Bu derneğin merkezinin Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’nin Divanyolu’ndaki merkez binası olarak gösterilmesi,[20] iki kuruluş arasındaki organik bağı ifadeye yeterlidir.

Memleketin üzerine Mütareke kâbusu çöktüğü günlerde (29 Teşrin-i sâni/Kasım/334/1918), kurtuluş çarelerini aramak ve bu yolda millî ve sivil direniş göstermek niyet ve ümidiyle toplanan Millî Kongre’ye Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti (merkez) ve Kadıköy Hanımlar Müdâfaa-i Milliye Heyeti de katılmıştır.[21] Kongreye katılan elli teşekkül içinde Müdâfaa-i Milliyenin en etkililerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü kongreyi toplayan Dr. Esat (IŞIK) Paşa, daha önce belirtildiği üzre Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’nin kurucularından ve İdare Heyetinin en faal üyelerinden biriydi. Esat Paşa, kongreye ev sahipliği yapan Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti’nin de kurucusu idi. Kongrenin diğer bir üyesi de Hürriyetperverân Avam Fırkası’nın başındaki Ali Fethi Okyar, Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’nin son reisidir.[22] Yukarıda adı geçen Millî Türk Cemiyeti ile Donanma Cemiyeti de Millî Kongreye katılan elli kuruluşun içindedir ve Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’nin bu cemiyetlerle organik bağları vardır.

Millî Kongre ve Milli Talim ve Terbiye Cemiyetleri işgalcilere karşı fikrî ve ilmî açıdan gösterdikleri sivil direniş faaliyetleriyle, Hürriyet ve İtilaf yanlıları tarafından, Donanma ve Müdâfaa-i Milliye Cemiyetleri’nin vârisi olarak kabul edilmiştir. Hürriyet ve İtilâfçıların sadece bu itiraz şekli bile, Millî Mücadele’deki sivil direnişin köklerini Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’ne götürür. Bir örnek olmak üzere, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın en etkili kalemlerinden birini, Refik Halit Karay’ı dinleyelim:

“.İzmir’deki mukavemet-Şarkî Anadolu’daki hareketten büsbütün ayrı-gittikçe genişlerken İstanbul’da da Millî Talim ve Terbiye, Millî Kongre gibi eski İttihat ve Terakki mensuplarıyla, muhalefete sokulmamış bazı bî-tarafların teşkilâtı artarak kuvvet buluyor, mefsuh (kapatılmış) Donanma Cemiyetleriyle Müdâfaa-i Milliye müesseselerinin, daha ilmî daha yüksek seviyede yerlerini tutuyordu.”.[23]

Refik Halid’in söylediklerinden şu iki hüküm çıkıyor:

  1. İzmir’deki direniş, Millî Kongre ve Talim ve Terbiye Cemiyeti çatısı altında gelişmiştir.
  2. Bu cemiyetlerin anası/kökleri ise Donanma ve Müdafaa-i Milliye Cemiyetleri’dir.

Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’nin, kurtuluş harekâtının sivil direniş örgütleri olan Müdâfaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin kuruluşunda da rolü ve organik bağları vardır. Söz konusu bağ;

  1. Kurucularının ve ya faal mensuplarının daha önce Müdafaa-i Milliye Cemiyeti mensubu olmaları,
  2. Bazen farklı bir mekân aramaya gerek görülmeyerek Müdafaa-i Milliye Cemiyeti binasının kullanılması,
  3. Çalışmalarındaki yöntem benzerliği hatta çoğunlukla ayniyeti ile kendini gösterir. Meselâ Vilâyât-ı Şarkiye Müdâfaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti 1918 sonlarında Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’nin en faal elemanlarından Süleyman Nazif’in teşvikleriyle kurulmuştur ve yeri de Müdâfaa-i Milliye binasının (Müdâfaa-i Milliye Sepet Fabrikası’nın üstünde) bir odasıdır.[24]

Keza, Trakya-Paşaeli Müdâfaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin kurucusu Faik Kaltakkıran (1870-1948) da Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’nin reislerindendir. İzmir Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ni en faal şubeler arasına sokan Mahmut Celâl Bayar (1883-1986), Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti’nin en faal üyelerinden olup, Millî Mücadelenin “Galip Hoca”sı ve Akhisar Millî Cephesi’nin Millî Alay Kumandanı’dır.

Herkesin bildiği bu organik bağlar, Kurtuluş Savaşı başlarında, lehte veya alehte davranan pek çok kimseyi, Kuvâ-yı Milliye güçlerini isimlendirmede hataya düşürmüştür. Meselâ “Hukuk-ı Askerî Nigah-bân Cemiyeti Kâtib-i Mesûlü M. Kemâl” imzasıyla Türk İstanbul gazetesinin 7 Temmuz 1335/1919 tarihli 217. sayısında yayımlanan beyannamede Kuvâ-yı Milliye güçleri, “Müdâfaa-i Milliye” diye adlandırılarak, dağılmış ordu mensuplarının “Müdâfaa-i Milliye maksadıyla teşekkül eden çetelere” katılması kınanmaktadır.[25]

Kurtuluş Savaşı sırasında kurulan millî-sivil direniş örgütlerinin Müdafaa-i Milliye Cemiyeti ile bir farkı bulunmadığı, cemiyeti fesheden Hürriyet ve İtilaf tarafdarlarınca da bilinmekte, kabul edilmektedir. Çeşitli vilâyetlerde “Müdafaa/Muhafaza-i Hukuk” maksatlı sivil direniş örgütleri kurulurken, İzmir’in işgalinden kısa bir müddet önce, bu tecavüzü yok etmek için İzmir’de de Menemenlizade Muvaffak, Haşim Enverî, Nazmî, emekli binbaşı Hüseyin Lutfi, Abdurrahman Sami, İtibar-ı Millî Bankası ikinci müdürü Naci, Tokadizade Şekip, (1871-1932) Salepçizade Mithat, sabık Dahiliye müsteşarı Cami (Baykurt, 1877-1958), sabık Adliye nazırı İsmail Sıtkı, talebe müfettişi Ragıp Nurettin (Eğe, 1888-1960), Şerefpaşazade Remzi, Mevlevi şeyhi Mehmet Nurettin (1858-1920), sabık İzmir mektupçusu Hasan Vasfi, tüccardan Moralızade Halit ve oğlu Nail beylerden oluşan bir grup aydın, İzmir Müdâfaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyetini kurmuştu (23 Kasım 1918).

Fakat işin ilginç yanı, İzmir’deki Hürriyet ve İtilaf Fırkası taraftarı basının Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti varken böyle yeni bir cemiyetin kurulmasına şiddetle karşı çıkmasıdır. Çünkü Hürriyet ve İtilafçılar, Müdâfaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti’ni de yeni bir İttihatçı oyunu olarak değerlendirmektedirler. İzmir’deki İtilafçı basınının mühim bir unsuru olan Islahat gazetesi 8 Ocak 1919 tarihli nüshasındaki “Gülmeli mi? Ağlamalı mı?” başlıklı yorumunda Müdâfaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti karşısında Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’ni şöyle savunmaktadır:

“Müdâfaa-i Hukuk-ı Osmanî Cemiyeti ne oluyor? Memleketimizde bir Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti var. Muntazam bir teşkilâta da mâlik. Programı ise menafi-i âtiye-i vataniyeyi müdafaa etmektir. Bunu ihya etmek, ıslah etmek hakîkaten teşkilata malik olan şu müesseseyi daha muntazam bir hale getirmek erbab-ı nâmûs ve mütefekkirîn için bir vazife iken öyle olmadı. Tokadîzade Şekip, Şeyh Nuri, Hacı Midhat, Dr. Ethem, Ahmet Burhanettin Beyler gibi cidden kıymetdar simalar da bunu düşünemedi. Kendileri çoluk çocukla tevhid-i mesai ederek ayni bir izamla Müdâfaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti’ni yaptılar. Rica ederim, Müdâfaa-i Milliye demek, Müdâfaa-i Hukuk-ı Milliye-i Osmaniye demek değil midir? O halde ikincisi cemiyete ne lüzum vardır ki halkı ianelerle, müracaatlarla adetâ iz’aç ediyoruz. Maahaza bâlâda gösterilen zevatın şahsiyet-i hakikiyelerini biz cemiyet için bir hâl-i hayr telakki ediyorken, maatteessüf öyle olmadı. Bu teşekkül eden cemiyetin müessislerinden bazılarının ilk icraatı, külhanbeylerine bile yakışmayan Karşıyaka vukuatları[26] oldu. İkinci icraatları da ahaliyi borsaya toplayarak iane talep etmektir. ‘Zenginler para vermezlerse teşhir edeceğiz’ sözleri de burada cereyan etmiş.

Vah vah üçüncü icraatı ise gayet garip. Henüz aklını bile ikmal edemeyen Moralı Ahmet Efendi’nin mahdumu Nail Efendi, Cemiyet ile hukukunu müdafaa etmek için İstanbul’a gönderilmiş!. Biz zenginlerimize deriz ki eğer iane vermek istiyor iseniz Müdâfaa-i Milliye’ye veriniz. Bâlâdaki namuskâr zevâta da hitap ederek deriz ki bu memlekette kalan erbab-ı namusun sizler serkârında bulunuyorsunuz. Sizin muhafaza-i haysiyet ve vekarınız yalnız size değil bize de aittir. Böyle çoluk çocuğun meclisleri sizin muhit-i irfanınızdaki bî-nihaye şöhretlerinizi lekeler. Memlekete hizmet etmek istiyor iseniz, gidiniz Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’ni ihya ediniz. Bir nahiyede bile teşkilâta mâlik olan bu müessese ve dolayısıyla bütün millet ve memleket sizinle iftihar etsin.”[27]

Bu davranış tarzının açıklaması da basittir. Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti ve İttihatçılar için artık yolun sonudur. Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti nasıl olsa kapatılacaktır. Öyle ise, sivil-millî direniş için, farklı bir isimle yeniden teşkilâtlanmak lazımdır. Çoğu konudaki görüşü sadece İttihat ve Terakki Fırkası’nın yaptığına karşı çıkmak olan Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın böyle bir durumda vereceği tepki, “yeni bir İttihatçı oyunu” diye gördükleri İzmir Müdâfaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti’ni reddetmektir. Bunun kendileri için faydası, Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti kapatıldıktan sonra yeni bir “İttihatçı yuvası” ile karşılaşmamaktır. Hiç şüphesiz, Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti varken sivil-millî direniş için yeni bir teşkilâtlanmaya gitmenin zaman ve güç kaybı olacağı endişesini, hiçbir parti taassubuna kapılmaksızın samimi olarak dile getirenler de vardır. Meselâ yine Islahat yazarlarından Mahmut Tahirü’l-Mevlevi, Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti varken Müdâfaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti’ne lüzum olmadığını söylemektedir:

“Vatanın her tarafında iyi kötü bir teşkilât ile senelerden beri hal-i faaliyette bulunan Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti ile bu ikinci nev-zuhur cemiyet arasında manen, maddeten acaba bir fark var mıdır? Maksat vatana şöyle buhranlı, tehlikeli bir zamanda hizmet etmek ise aynı gayeyi takiben teşekkül edecek cemiyetler meseleyi işgal ve akamete mahkum edeceğine nazaran, müesses olan ve bütün efrad-ı millet tarafından bir müessese-i milliye tanınmış bulunan Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’ni el birliğiyle ihya ve i’la edip matlup olan gayeye vusul için bu cemiyeti âlet, vasıta etsek daha ensep (çok münasip) değil midir?”.[28]

Mahmut Tahirü’l-Mevlevî imzalı bu yazının devamından, Müdâfaa-i Hukuk-ı Osmaniye’yi kuranların ve buna tarafdâr olan basının konuyla ilgili fikirlerini öğrenmek de mümkün: Söz konusu cemiyeti kuranlar, Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’ne karşı değildirler. Fakat Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’ne İtilafçı hükümetin el koyacağı yolunda kuvvetli endişeleri vardır. Dolayısıyla, aynı gayeye hizmet, yani sivil ve millî direniş için, yeni bir teşkilât kurularak, şimdiden, böyle bir tehlikenin önüne geçilmesi gerekmektedir.

Mahmut Tahir her ne kadar böyle bir ihtimalin vuku bulmayacağını söylese de, ilerideki birkaç hafta, Müdâfaa-i Milliye yerine Müdâfaa-i Hukuk-ı Osmaniye’yi kuranları, bu millî endişelerinde haklı çıkaracaktır.

Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’nin Kurtuluş Savaşı yollarındaki sivil-millî direniş örgütlerine yöntem açısından örnek teşkil ettiğini gösterecek bir başka husus da, kadınların teşkilâtlanmasıdır. Yukarıda belirtildiği gibi, Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti Nizamnamesi’ndeki teşkilât şemasında Hanımlar Heyeti mevcut değilken, bazı hanımların müracaatı üzerine kurulmuş ve halkı ruhen sivil direnişe hazırlamak, askerî direniş için cephe gerisi işlerde yardımcı olmak, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’nın – başta İtilâf Devletleri olmak üzere- çeşitli merkezlerine, kral/kraliçe ve meclislere telgraflar çekerek Türklere yapılan haksızlıkları dile getirmek gibi çok faydalı çalışmalar yapmıştır. Örgütlenme açısından bu bilgi ve tecrübe birikimi, Millî Mücadele yıllarında da önce Sivas’ta kurulup sonra Amasya, Erzincan, Kayseri, Bolu, Burdur, Viranşehir, Kastamonu, Eskişehir, Niğde, Aydın, Yozgat, Konya, Kangal ve buralara bağlı yerlerde şubesi bulunan Anadolu Kadınları Müdâfaa-i Vatan Cemiyeti adıyla ortaya çıktı. Bu cemiyet de Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti Hanımlar Heyeti’nin yaptığı çalışmaların aynısını yaptı.[29] Gönüllü toplama, silâh, yiyecek, giyecek ve çeşitli maddî yardım sağlama, halkı bilinçlendirici ve moral yükseltici yayınlar gibi konularda yapılanlar da hep aynıdır.

Sonuç

Millî Mücadele’deki sivil direniş örgütlerinin kökleri; amaç, yöntem ve yöneticiler bakımından Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’ne uzanmaktadır.

Tevfik Bıyıkoğlu, Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’nin devri içinde ne kadar mühim vazifeler ifâ etmiş olduğunu vurgularken, aynı konuya dikkat çekerek şu yorumu yapıyor:

“O vakit ehemmiyet ve mânâsı pek de anlaşılmayan ve Rumeli’nin elden çıkması gibi bir mîllî felâket karşısında faaliyete geçen bu Müdâfaa-i Milliye Cemiyetini, altı yıl sonra, l. Dünya Harbi neticesinde, bütün memleket ve millet varlığının tehlikeye düştüğü günlerde kurulan Vilayât-ı Şarkiye ve Müdâfaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti, Trakya-Paşaeli Müdâfaa-i Hey’et-i Osmaniyesi, İzmir Müdâfaa- i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti, Kilikyalılar Cemiyeti, Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti ve daha sonra Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde kurulan Şarkî Anadolu Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti gibi vatanî cemiyetlerin fikir ve isim itibariyle temeli ve öncüsü görmenin yerinde olacağını sanıyorum”.[30]

Bütün bu gelişmeler, kapatılacağı artık yöneticileri tarafından da bilinen cemiyetin -tıpkı İttihat ve Terakkinin Teceddüt Fırkası adıyla yeniden teşkilatlanması gibi- kendini günün şartlarına uydurmak istemesidir. Böylece “İttihatçı” damgalamasından kurtularak, vatanın her tarafında, düşman işgaline karşı sivil direniş örgütleri kurulmuştur.

Kurtuluş Savaşı sırasında Batı Anadolu’da büyük yararlıkları görülen sivil direniş güçleri “İzmir Müdafaa-i Milliye Kuvvetleri” diye anılmıştır.[31] Nisan-Mayıs 1920’de İstanbul’da kurulan Müdâfaa-i Milliye Teşkilâtı (sonraki adı Millî Müsellâh Kuvvetler Teşkilâtı) ve ondan yaklaşık bir yıl sonra ortaya çıkan M. M. (Müstahbarât-ı Mahsusa) Grubu[32] da tıpkı Müdâfaa-i Hukuk Cemiyetleri gibi, Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’nden mülhem, resmî değil gizli sivil direniş örgütleri yani milis güçlerdir. Zaten kuruluş tarihleri ve ayniyet denebilecek isim benzerliği bunu açıkça anlatmaktadır. O yıllarda “müdâfaa-i milliye”, bir kavramdır, terimdir. Osmanlı Devleti’nin Bahriye ve Harbiye Nezaretleri’ne karşılık TBMM hükümetlerinin ilk 10’unda “Müdâfaa-i Milliye Vekâleti”, sonraki 9 hükümette ise “Millî Müdâfaa Vekâleti” adıyla bir bakanlık bulunması yine Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’nden[33] beri “müdâfaa-i milliye” kavramının yaygınlaşmasına bağlanabilir.

Prof. Dr. Nâzım H. POLAT

Niğde Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 15 Sayfa: 628-636


Dipnotlar:

[1] Osmanlı Kavm-i Necibine-Osmanlı Menafi-i Milliye Cemiyeti Nizamname-i Umumîsi, Dersaadet 1324 (1908), s. 7.
[2] Yakup Kadri Karaosmanoğlu: “Bir Kıssa Bir Hisse”, Kadro mc., nr. 14, Şubat 1933, s. 26.
[3] “Beyanname”, İkdam gz., nu. 5726, 18 Kânun-ı sâni 1328, (31 Oc. 1913), s. 3.
[4] “Dünkü İçtima-ı Millî”, Tanin gz., nu. 1497, 19 Kânun-ı sâni 1328 (1 Şubat 1913), s. 4.
[5] “Müzâheret-i Milliye Cemiyeti Nizamname-i Esasîsi”, Tanin gz., nu. 1645, 15 Haziran 1329 (28 Haziran 1913), s. 4.
[6] Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti Mecmuasıdır, İstanbul 1329 (1914), s. 22.
[7] Her iki dönem için birer örnek vermekle yetinelim: “Vatan Bütün Evlâdını İmdadına Çağırıyor”, İkdam gz., nu. 5734, 26 Kânun-ı sâni 1328/8 Şubat 1913, s. 4; “Mevlevi Gönüllü Alayı”, İkdam gz. 6455, 26 Kânun-ı sâni 1330/8 Şubat 1915, s. 1.
[8] Müdafaa-i Milliye Cemiyeti Mecmuasıdır, s. 22.
[9] “Osmanlı Hey’et-i İstihbariyesinden”, İkdam gz., nu. 6400, 1 Kânun-ı evvel 1330/14 Aralık 1914, s. 1.
[10] “Türklük Şuunu-Şimal Hemşirelerimiz”, Türk Yurdu mec., sayı: 14, 18 Nisan 1329 (1 Mayıs 1913), s. 464.
[11] Abdullah Cevdet “Ağlatan bir Sahne-i Fazilet”, İçtihat mec., C. III, nu. 51, 24 Kânun-ı sani 1328 (6 Şubat 1913), s. 1163-1164.
[12] “Müdâfaa-i Millliye Riyasetinde Bir Tebeddül”, İkdam gz., ar. 7889, 24 Rebiü’l-ahir 1337-27 KS. 1335/1919, s. 1.
[13] A.g.y., s. 1.
[14] Zeki Arıkan: Mütareke ve İşgal Dönemi İzmir Basını (30 Ekim 1918-8 Eylül 1922), Ankara 1989, s. 5. 41.
[15] “Donanma ve Müdâfaa-i Milliyeye Vaz’-ı Yed”, İkdam gz., nr. 7897, 3 Cemaziye’l-evvel 1337-4 Şubat 1335/1919, s. 1.
[16] Tarık Zafer Tunaya: Türkiye’de Siyasal Partiler, 2. bas., İstanbul 1984 C. 1, s. 457.
[17] “Hürriyet ve İtilâf Fırkasının Beyannamesi”, İkdam gz., nu. 7886, 24 Kânun-ı sâni 1919, s. 1; Sabah gz; nu. 10485 aynı gün, s. 1.
[18] Refik Halit Karay: İlel-bab minel-mihrap, İstanbul 1964, s. 68.
[19] Düstûr Tertib-i Sâni-, c. 11, 1335/1919, s. 183.
[20] Tarık Zafer Tunaya: a.g.e., C. I., s. 447; C. III, s. 114.
[21] Millî Kongre -Beyanname ve Program-, (İstanbul), 1335/1919. s. 7.
[22] “Müdâfaa-i Milliye Riyasetinde Bir Tebeddül”, İkdam gz., nr. 7889, 24 Rebiü’l-ahir 1337-27 Kânûn-ı sâni 1335/1919, s. 1.
[23] Refik Halid Karay: a.g.e., s. 161.
[24] Cevat Dursunoğlu: Millî Mücadele’de Erzurum, Ankara, 1946, s. 17.
[25] “Nigâh-bân Cemiyet-i Askeriyesi Tarafından Millete Beyanname”, Millî Mücadele Dönemi Beyannâmeleri ve Basını, (haz. Zekâi Güner, Orhan Kabataş), Ankara 1990, s. 240-241.
[26] Kast edilen olay, Islahat gazetesi sahibi Sabitzade Emin Süreyya’nın Moralızade Nail tarafından dövülmesidir. Bk. Zeki Arıkan: a.g.e., s. 64 (Nail Moralı’nın “Mütareke’de İzmir Olayları” adlı kitabına/s. 46/istinaden.
[27] Zeki Arıkan: a.g.e., s. 187.
[28] Zeki Arıkan: a.g.e., s. 191.
[29] Bekir Sıtkı Baykal: Millî Mücadele’de Anadolu Kadınları Müdâfaa-i Vatan Cemiyeti, Ankara 1986, s. 5-80.
[30] Tevfik Bıyıkoğlu: Trakya’da Millî Mücadele, I. C., Ankara, 1987, s. 66.
[31] Arif Oruç: “İzmir Kuvâ-yı Milliyesi Nezdinde” (Tasvir-i Efkâr gz., nu. 2873, Teşrin-i evvel 1335/1919), Millî Mücadele’de Ege Çevresi, (haz. Yücel Özkaya), Ankara 1994, s. 41. Arif Oruç bu ismi yanlışlıkla “Müdafaa-i Hukuk Kuvvetleri” gibi bir ibare yerine kullanmış da olabilir. Fakat bu bile, Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin zihinlerde Millî Mücadele ile özdeşleştiğini gösterir.
[32] Bu kuruluşlar hakkında geniş bilgi için bk. Hüsnü Himmetoğlu: Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul ve Yardımları, I. C., İstanbul, 1975, s. 85-155. Müdâfaa-i Milliye Teşkilâtının nizâmnâmesi için bk. Nâzım H. POLAT: “İstanbul Müdâfaa-i Milliye Teşkilâtı ve ‘Talimâtnâme’si”, Tarih ve Toplum der., nr. 77, Mayıs 1990, s. 26/282-29/285.
[33] Cemiyet hakkında daha geniş bilgi için bk. Nâzım H. Polat: Müdafaa-i Milliye Cemiyeti, Ankara 1991.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.