Moğol İstilasının Sebepleri
Moğolları İslâm alemini istîlâya sevk ve teşvik eden sebeplerin en başta geleni, “seçilmiş millet inancı ve dünya devleti” düşüncesidir. Öbür âmilleri de İslâm âleminin zenginliği ve İslâm dünyasının davetkâr durumu başlıkları altında toplayabiliriz.
Seçilmiş Millet İnancı ve Dünya Devleti Düşüncesi
Moğollarda seçilmiş millet inancı ve dünya devleti düşüncesi çok belirgindir. Cengiz’in büyük büyükannesi olarak kabul edilen Alan-Ko’a, kocasının ölümünden sonra evlenmediği halde doğum yapmasının etrafta dedikoduya sebep olması üzerine çocuklarına tuhaf bir hikaye anlatarak kendisini savunmaya çalışmıştır. Eğer Alan-Ko’a efsanevi bir şahsiyet değilse, söz konusu gayr-ı meşru ilişkiye kılıf uydurmak amacıyla bu ilişkiler sonucu doğan çocukların güya “Tanrı’nın oğlu olduklarını” söyler. Daha sonra da şöyle bir kehânette bulunur: “Kardeşlerinizi (güya bacadan sızan ışıktan hamile kalınmak suretiyle dünyaya gelen bu çocukları), kara başlı adi insanlarla mukayese ederek nasıl böyle (ileri-geri) konuşabiliyorsunuz? Onlar bütün insanların Hanı oldukları zaman adi halk gerçeği anlayacaktır.”
Alan-Ko’a’yı gerçek dışı efsanevî bir şahsiyet kabul edecek olursak, peşinen birilerinin böyle efsanevi bir şahsiyet oluşturduklarını da kabul etmiş oluruz. O halde bundan kimin yararı olabilir? Elbette Cengiz hanedanının. Öyleyse ya bizzat Cengiz veya neslinden gelenler yahut hem kendisi hem de torunları; hâkimiyetlerini pekiştirmek, seçilmiş bir nesil olduklarını kabul ettirmek ve dünyayı yönetmek gibi mukaddes bir görevle görevlendirildiklerini ispatlamak için böyle efsanevî bir şahsiyetin varlığına ihtiyaç duymuşlardır. Yok eğer Alan-Ko’a gerçek bir şahsiyetse, adı etrafında oluşturulan efsaneden faydalanmak da yine Cengiz hanedanına düşmüştür.
Cengizilerin Tanrı’nın çocukları olduklarına dair bu efsane öylesine etkili olmuştur ki, Cengiz Han’ın bütün halefleri, kendilerini Tengri’nin yeryüzündeki temsilcileri olarak görmüşler, buyrukları Tanrı buyruğu, onlara isyan Tanrı’ya isyan olarak kabul edilmiştir. Cengiz adı etrafındaki efsaneler sadece büyük ninesi Alan-Ko’a ile sınırlı kalmamıştır. Sihirli gücünün çevresinde hurafeci bir çekinme oluşturan ve Teb-Tenggeri diye bilinen Şaman Kököçü, 1206 Kurultayı’nda Ulu Gök Tengri’nin Cengiz Han’a kainatın kağanlığını verdiğini ilan etmişti. Bu ilâhî tasdik yeni İmparator’a otoritesinin temelini sağlamıştı. Cengiz’in haleflerinde, meselâ Papa IV. İnnocent’e yazdığı mektupta torunu Güyük-Kağan’ın mührü üzerinde aynı ibareyi (Mongka tengri-yin küçündür) görmekteyiz.
Benzer bir rivayet de şöyledir: Temücin dokuz yaşında iken, babası tarafından kız istemeye götürülürken Unggiratlardan Dei-Seçen’e rastladılar. Dei-Seçen, baba oğulun amacını öğrenince ve o gece gördüğü bir rüyayı anlattı. Rüyasındaki müjdeyi Cengiz’e yormuştu.
Cengiz’in kağan seçilmesine büyük katkısı olan Şaman Kököçü bir ara Cengiz ailesi arasına nifak sokmaya kalkmış, ancak hilesi fark edilerek düzmece bir güreşle beli kınlmıştı. Daha sonra göçe karar verilmişti. Teb-Tenggeri’nin üzerine kurulmuş bulunan çadırın penceresi kapatılmış, kapısı örtülmüş ve etrafına nöbetçiler konmuş olmasına rağmen, üçüncü gün şafak sökerken çadırın penceresinin açıldığı ve Teb’in vücudunun kendiliğinden yükselerek kaybolduğu rivayet edilmiştir. Bu mizansen hakkında Cengiz’in yorumu ilginçtir: “Teb-Tenggeri benim kardeşlerime el uzattığından ve kardeşlerimin arasına sebepsiz yere nifak soktuğundan Tanrı onu sevmedi, ruhunu da vücudu ile birlikte alıp götürdü.”
Cengiz, gençliğinde de devamlı olarak, hattâ bazen farkına varıp ayırt edemediği efsanevî uyarı ve ikazlara muhatap olmuştur.
Fakat asıl ilginci, bu seçilmiş millet inancı ve dünya hâkimiyetinin Moğollara verildiğine dair hakim kanaat, istîlâya uğrayan halklar arasında da yaygındır. Meselâ, meşhur Ermeni tarihçisi Aknerli Grigor, tuhaf bir hikaye anlatır. Moğollar, önceleri putperest bir toplum olmakla beraber, güneşe de ilahi bir kudret olarak taparlardı. Sonra bu inançtan vazgeçip gök ve yer yaratıcısı olan Allah’tan istimdat ettiler ve emirlerine uymaya söz verdiler. Bunun üzerine melek (?), altın tüylü bir kartal şekline girmiş olduğu halde onlara göründü ve kendi lisanlarınca konuşarak, Cengiz adını taşıyan reislerini çağırdı. Reis, meleğin karşısında bir ok menzili kadar uzakta durdu. Melek, Allah’ın emirlerini ilettikten sonra, kendisine Ğayan unvanını verdi ve o, Çangız Ğayan veya Çangız Khan diye adlandırıldı. Melek, onlara bir çok memleket ve eyaletleri zapt ederek hadsiz hesapsız bir surette çoğalmalarını dahi söyledi ki bu aynen husul bulmuştur.
Grigor’un bundan sonraki ifadeleri, istîlâya maruz kalan ülkelerdeki diğer din adamlarının yorumlarıyla aynıdır: “O müthiş millet, dünyada bize hakim olacaklarına dair Allah’ın iradesine vakıf olunca, askerlerini topladı ve İranlılara (Hârizmşâhlar) karşı yürüdü…” Görüldüğü gibi, Grigor gibi dini bütün bir Gregoryen bile, Moğollara dünya hâkimiyetinin verildiğini büyük bir safdillikle kabullenmekte, hattâ kendi kavmini, istîlâya uğrama kaderini paylaşan öteki kavimlerle bir tutmaktadır.
Cengiz, ilâhî bir görevle görevlendirildiğine belki bizzat kendisi de inanıyordu. Moğolların her yerde bıkmadan tekrarladıkları ünlü söz de bunu gösterir: “Gökte tek bir güneş, yeryüzünde tek bir kağan.” Ne var ki Cengiz’e ilahi özellikler atfetmeye bağlı bu hurafeci çekinmenin, halka daralarak Cengiz Han’ın etrafına yaklaştıkça önemini yitirdiği de gözden ırak tutulmamalıdır.
Yrd. Doç. Dr. H. Ahmet ÖZDEMİR
Karadeniz Teknik Üniversitesi Rize İlahiyat Fakültesi / Türkiye