İran ve Turan kavimleri arasında doğal bir sınır olara kabul edilen Ceyhun (Amu Derya) nehrinin aşağı mecrasında yer alan Hârezm eyaletinin toprakları, nehrin her iki kıyısı boyunca uzanırdı. Eyaleti dört bir taraftan çevreleyen çöller doğal bir savunma hattı vazifesini görmekteydi. Bunların ötesinde Hârezm, kuzeyden Kıpçak, Oğuz sınırı ve Aral Gölü, doğu, batı ve güney yönlerinden Horasan ve Maveraünnehir topraklarıyla çevrilmişti. Eyaletin, Ceyhun nehrinin Horasan tarafında kalan Gürgenç (Cürcaniye) ve Maveraünnehir tarafındaki Kat (Kas) olmak üzere iki merkezi bulunmaktaydı. Bunlardan, Cürcaniye zaman içinde gerek siyasî ve gerekse sosyal açıdan Kat’ı çok gerilerde bırakmıştı.
Eyalet, Hârezmşâh denilen idareciler tarafından yönetiliyordu. Ancak, Hârezmşâhların idaresi daha çok mahallî olmaktan öteye gidememişti. Zira bölge X. yy’da Sâmânîlerin, daha sonra da, Gazneliler ve Selçukluların yüksek hakimiyetinde kalmıştı. Hârezm merkez olmak üzere ortaya çıkan ilk cihanşumul devlet ise, 1097’de Kutbeddin Muhammed tarafından temelleri atılan Hârezmşâhlar Devleti olmuştur. Önceleri Büyük Selçuklu İmparatorluğuna bağlı olan bu devlet, Sultan Sencer’in 1157’deki ölümünden sonra bağımsızlığını kazanarak, kısa süre içinde başta Hârezm olmak üzere Horasan, Maveraünnehir ve Irak-ı Acem’i de içine alan çok geniş bir sahaya hükmetme imkanı buldu. Atsız döneminde, daha Selçuklulara tâbi durumda iken başlayan bu hızlı genişleme Tekiş ile devam etmiş ve Alâeddîn Muhammed ile doruk noktasına ulaşmıştı. Ancak yine, Alâeddîn Muhammed’in saltanatının sonlarında, devletin hızlı bir çöküş süreci içine girdiğini görüyoruz. Hârezmşâhlar Devleti’nin karşı karşıya kaldığı bu ani gelişmenin en büyük nedeni olarak Abbasî hilafetine karşı girişilen ve Hârezmşâhlara çok pahalıya mal olan mücadele ile 1220’de başlayan Moğol İstilası gösterilmektedir. Fakat olayların alt yapısını hazırlayan sebepler çok daha farklı olup, bunların başında Kıpçakların, Hârezmşâhlar Devleti üzerinde tesis ettikleri nüfuz gelmektedir. Başlangıçta olumlu neticeler veren Hârezmşâh-Kıpçak birlikteliği geçen zaman içinde giderek devletin aleyhine bir hal almaya başlamış ve gelişmeler Hârezmşâhlar Devleti’nin yıkılmasıyla sonuçlanmıştır. Bu çalışmamızda Kıpçak Türklerinin, Hârezmşâhlar ile olan münasebetlerini ve devlet içindeki siyasî ve askerî etkilerini ele almaya çalışacağız.
Kıpçaklar X. yy.’ın başlarından itibaren Çin’in kuzeyine hakim olan Kıtayların baskısı nedeniyle İrtiş boylarından batıya doğru hareketlenmek zorunda kalmışlardı. XI. yy’da yoğunluğu artan bu göçler esnasında, daha önceleri Hârezm’in kuzeyinde olduklarını gördüğümüz Oğuzlar yerlerini Kıpçaklara bırakmışlardı. Kıpçakların hareket sahası Hârezm’in kuzeyi ile sınırlı kalmadı. Onların, İrtiş boylarından Tuna’nın güneyindeki topraklara kadar olan sahada, Kafkasya’da ve Bizans İmparatorluğu bünyesinde gelişen siyasî olayların içinde yer aldıklarını görüyoruz. Ancak, konumuzun dışında kaldığı için bu olaylardan bahsetmeyeceğiz.
Yeniden Hârezm’in kuzeyinde faaliyet gösteren Kıpçaklara döndüğümüzde, bunların Hârezm ile olan ilk münasebetlerinin Gazne valisi Hacib Altuntaş zamanına rastladığını görürüz. Hacib Altuntaş, bölgeyi Kıpçak ve Oğuzların saldırılarına karşı başarıyla muhafaza etti. Bu zatın oğlu Hârezmşâh Harun, metbû Gazne hükümdarı Mesud’a karşı isyan ettiğinde, Kıpçaklar tarafından da desteklenmekteydi.
1097’deki ölümüne kadar Büyük Selçuklu Sultanı Berkyaruk adına Hârezm valiliği görevini yürüten Hârezmşâh Ekinci b. Koçkar bir Kıpçak Türkü idi. Bunun oğlu Tuğrul-Tegin, Hârezmşâhlar Devleti’nin kurucusu Kutbeddîn Muhammed’e karşı kuzeydeki Türklerden yardım alarak harekete geçmişti. Muhtemelen Tuğrul-Tegin’e yardım eden Türkler arasında Kıpçaklar da bulunuyordu. Ancak, bu teşebbüs başarıya ulaşmadı. Kutbeddîn Muhammed, Türkleri Hârezm sınırları dışına çıkarmayı başardı. 1128 senesinde babasının yerine Hârezmşâhlar Devleti’nin başına geçen Atsız ile birlikte devletin kuzey politikası daha belirgin bir hale geldi. Bu siyasetin temel noktasını ise, Cend şehri ve havalisinin sürekli olarak elde tutulması oluşturmaktaydı. Zira şehir, kuzeydeki bozkırlarda yaşayan gayr-i müslim Türklere karşı çok önemli bir sınır şehri (suğur) olmasının yanında Hârezm’e ulaşan ana ticaret yolunun da üzerinde yer almaktaydı. Ayrıca Hârezmşâhlar diğer cephelerde yaptıkları mücadelelerde bir asker deposu niteliğindeki bozkırlardan faydalanmak ve burada yaşayanlarla bağlantıyı korumak için Cend şehrinin önemini çok iyi kavramışlardı. Bu nedenle, Hârezmşâhlar Devleti’nin veliahtları sürekli olarak Cend valiliği görevine getirilmişlerdir. Faruk Sümer, Atsız ve haleflerinin bu siyasete bağlı kalmaları sonucunda Hârezm’de tarihte ilk defa kudretli bir devlet ve büyük bir imparatorluk kurulduğunu, eğer bu konuya gereken önemi vermeselerdi, devletin eskisi gibi mahalli bir beylik olarak kalacağı görüşündedir. Son derece yerinde bir tespit olan bu görüş aynı zamanda Kıpçakların Hârezmşâhlar Devleti üzerindeki etkisine işaret etmektedir.
Atsız’ın Hârezmşâhlar Devleti’nin idaresini ele aldıktan sonra ilk icraatlarından biri 1132-1133’de Cend üzerine yürümek oldu. Şehir ve civarı itaat altına alındı. Bundan sonra kuzeydeki bozkırlarda yaşayan Kıpçakların yavaş yavaş Hârezm ordusunda yer almaya başladıklarını görüyoruz. Nitekim, Atsız 1138’de Hârezm üzerine yürüyen Sultan Sencer’i çoğunluğu gayr-i müslim Türklerden oluşan ordusuyla Hazaresb önlerinde karşıladı. Muhtemelen, bunların arasında Kıpçaklar da bulunuyordu. Ancak yapılan savaşta ağır bir mağlubiyete uğradı. Oğlu Atlığ’ın da içlerinde olduğu 10.000 askeri öldürüldü. Atsız’ın, Sultan Sencer karşısında uğradığı bu mağlubiyet ve ardından gelen bir dizi başarısızlık, Cend şehrinin Hârezmşâhların hakimiyetinden çıkmasına neden oldu. Ancak yeniden duruma hakim olmayı başaran Atsız, 547 / 1152 bölgeye düzenlediği seferle Cend’i tekrar ele geçirdi. Oğlu ve veliahtı İl Arslan’ı, şehre vali tayin etti. Bu seferin hemen sonrasında da, Kıpçakların merkezi olan Sığnak şehrine bir sefer düzenledi. Onun 1156’da ölümünden sonra yerine oğlu İl Arslan geçti. İl Arslan’ın 1172’ye kadar süren on altı yıllık saltanatı boyunca kuzeydeki Kıpçaklarla önemli bir münasebete rastlanmaz. Sadece Cüzcanî, İl Arslan’ın Kıpçak hanıyla bir barış antlaşması yaptığından bahsetmektedir Ölümüyle birlikte Oğulları Sultan-şah ve Tekiş arasında Hârezm tahtı için mücadele baş gösterdi. Nihayetinde Tekiş, bu mücadeleden galip çıkarak devletin başına geçti.
Tekiş ile birlikte Hârezmşâh-Kıpçak münasebetlerinde yeni bir sayfa açılmıştır. Bu dönemde özellikle Tekiş’in, Kıpçak asıllı Terken Hatun ile evlenmesinden sonra Kıpçaklar giderek artan bir şekilde Hârezmşâhlar Devletinin idarî ve askerî yapısında yer almaya başladılar. Bu olayların anlatımına geçmeden önce, kaynak ve araştırmalarda adı Kıpçaklarla birlikte zikredilen Kanglıların kim olduğu konusuna açıklık getirmek gereklidir.
Kaşgarlı Mahmud’un eserinde, Kanglı kelimesi “Kıpçaklardan büyük bir adamın adı” olarak açıklanmaktadır. Ebu’l-Gazi Bahadır Han, Kanglı ve Kıpçakları anlatırken, Kıpçakların Tin (Don), Etil ve Yayık nehirleri civarında oturduklarını söyler. Bunlar daha sonra Kanglılarla birleşerek Türkmen vilayetine ulaşmışlar, Issık Göl, Çu vadisi ve Talas bölgelerine yerleşmişlerdi. Hârezmşâhlar Devleti ile ilgili çok önemli ve orijinal bilgilerin de bulunduğu bir eser kaleme alan Atamelik Cüveynî ise “Kanglı kabilelerine Acemiyân (yabancılar) ” denildiğini belirtir. O dönemde Hârezm’deki yerleşik halk tarafından göçebe kabileleri ifade etmek için kullanılan bu tabirin içine Kıpçakları da sokmak mümkündür. Zira Cüveynî, bir Kıpçak kabilesi olduğu belirtilen Uranları anlatırken, bunların Kanglılara ait bir kabile olduğunu söylemektedir. Tekiş’in İnşa Divanı reisi Bahaeddîn Muhammed b. Müeyyed el-Bağdadî’nin, Tekiş adına civar hükümdarlara yazılan mektuplardan derlediği münşeat mecmuasında, Hârezm hükümdarının hizmetine giren Uran kabilesi reisi Alp-Kara Uran adlı bir şahıstan bahsetmekte ve bu kabileyi Kıpçak olarak isimlendirmektedir.
Kanglı-Kıpçak ilişkisi konusundaki en ilginç bilgi ise Çin kaynaklarında yer almaktadır. Buna göre, Kıpçaklar’ın bir diğer ismi Pai-ya-wu (Bayağut) idi. Se-mu sınıfındandılar. Yine aynı sınıfa mensup olan Kanglılar ise, Ch’i-t’i (Kızıl Tik, kızıl elbise giydikleri için bu isim verilmiştir) ırkındandı. Kanglı kabilesi mensupları, boyunun ismini soyadı olarak kullanırlardı. İşte bu son cümle ile birlikte Kanglılarla, Kıpçaklar arasındaki bağlantı ortaya çıkmaktadır. Zira aynı eserde, Kanglı kabilesinin lideri Yesudar adlı birinden bahsedilmekte ve bu kişinin babasının adı Ay Bey Bayağut olarak verilmektedir. Burada, Ay Bey’in adının sonunda yer alan Bayağut kelimesi, onun mensup olduğu kabileyi işaret eden soyadı olmalıdır. Yukarıda ise, Kıpçaklara verilen isimlerden birinin de Bayağut olduğundan bahsedilmişti. Dolayısıyla Çin kaynaklarında aktarılan bilgiler iki kavim arasında organik bir bağın varlığına işaret etmektedir. Oğuz Kağan Destanı’nın Uzunköprü nüshasında ise, Kanglılar ve Kıpçaklar, “Beş Oğur”’u oluşturan kabileler arasında gösterilmektedir.
Zeki Velidî Togan da, Kanglı, Kun ve Kumanların etnik menşei bakımından birbirlerinden farksız oldukları görüşündedir. Bir diğer önemli husus ise, bütün kaynakların, Kanglı ve Kıpçakların yaşadığı coğrafî mekan olarak aynı bölgeyi, yani kuzeydeki bozkırları işaret etmeleridir. Bütün bu bilgilerin ışığında Kanglıların, Kıpçakların önemli bir kolu, Kıpçak federasyonuna bağlı Türk kabilelerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.
Bu tespitin sonrasında yeniden Tekiş-Kıpçak münasebetlerine döndüğümüzde, bunun Tekiş’in veliahtlık dönemine kadar uzandığını görülmektedir. Zira Tekiş de, babasının sağlığında Cend valiliği görevini yürütmekteydi. Hârezmşâhlar Devletinin başına geçmesinin ardından ele aldığı en önemli meselelerden biri de, kuzeydeki sınırın idarî ve askerî yönden güçlendirilmesi oldu. Oğullarından Nâsireddîn Melikşah’ı Cend’e, Tâceddîn Ali-şah’ı ise Barçınlığ kent’e vali tayin etti. Onun, Gûr hükümdarı Gıyâseddîn’e yazmış olduğu Ramazan Ocak-Şubat 1181 tarihli bir mektuptan bu tayinleri Kıpçak ülkesine yapılan askerî bir harekatın takip ettiği anlaşılıyor. Mektupta, “Hârezm ordularının İslam beldelerinin sınırında bulunan Kıpçak ülkesine gidecekleri ve o tarafın işini halledecekleri” belirtilmektedir. Ancak daha sonra, aynı eserde aktarılan Mayıs-Haziran 1181 ve Ekim-Kasım 1181 tarihli iki mektup ile meselenin seyrinin değiştiği görülüyor. Bu mektuplardan ilki, yine Gûr hükümdarı Gıyâseddîn’e hitaben yazılmıştır. Mektupta “Alp Kara Uran adlı bir Kıpçak reisinin sayılamayacak kadar çok askerle Cend’e gelip, hizmet arz ettiğini ve büyük oğlu Kıran’ı, Buku-zâdegân ile birlikte Gürgenç’e yolladığını bildirmektedir. Hârezm’in merkezine ulaşan bu grup, hizmete hazır olduklarını söyleyip, kış mevsiminde herhangi bir harekata ihtiyaç olup olmadığını sordular. Tekiş ise, Kıpçak heyetini iz’az ve ikram ile karşıladı. Devletin ileri gelen kumandanlarından on tanesini askerleriyle birlikte, onların refakatine vererek, oğlu Cend valisi Nâsıreddîn Melikşah’ın yanına yolladı. Oğluna, Cend askerleri, Barçınlığ kent, Rıbatat ve Sığnak ordularını toplayıp, Gürgenç’den gönderilen kuvvetler ve Kıpçaklarla birlikte kafir Karahıtayların toprakları üzerine yürümesini emretti.8 Ancak Kıpçakların, bu olayın öncesinde de Hârezmşâhlar ile ittifak yaptıkları Azerbaycan ve Irak Atabeyi Pehlivan’a gönderilen Ekim-Kasım 1181 tarihli mektuptan anlaşılmaktadır. Buna göre, Alp Kara Uran, oğlu Kıran’ı Gürgenç’e göndermeden bir sene önce Hârezmşâhlar hesabına Karahıtay topraklarına akın ederek, Talas’a kadar olan sahayı ele geçirmeyi başarmıştı. Daha sonra, Gûr hükümdarına gönderilen ikinci mektuptaki bilgiler tekrarlanmaktadır. Atabeg Pehlivan’a gönderilen mektupta dikkati çeken diğer bir önemli nokta ise, Tekiş’in Kıpçaklarla akrabalık kurduğunun belirtilmesidir. Bu üç mektubun Hârezmşâhlar Devleti’nin tarihi ile ilgili ortaya koyduğu gelişmelerin önemi çok büyüktür. Kuzeydeki bozkırlarda yaşayan gayr-i müslim Kıpçakların, devletin tâbileri arasına girmesi bazı avantajları da beraberinde getirmiştir. Cend üzerinden geçmekte olan ticaret yolu güvenlik altına alındığı gibi, Kıpçaklar geniş kitleler halinde Hârezmşâh ordusunda istihdam edilmeye başladı. Horasan, Maveraünnehir ve Irak için yapılan mücadelelerde Hârezmşâhlar, Kıpçaklardan bir çok kez faydalandılar. Atabeg Pehlivan’a yazılan mektupta bahsi geçen Alp Kara Uran’ın, Hârezmşâhlar Devleti hesabına Karahıtay topraklarına yaptığı seferi buna örnek olarak verebiliriz. Diğer taraftan, Gûr hükümdarı Gıyaseddîn’e yazılan birinci mektupta anlatılan Kıpçak topraklarına düzenlenen seferin neticesi hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, bunun sonrasında bölgede Hârezmşâhlar aleyhine siyasî bir gelişme yaşanmadığına göre, bu harekat başarıyla sonuçlanmış olmalıdır.
Tekiş saltanatı süresince, akrabalık ilişkileri kurduğu Kıpçakların askerî alandaki güç ve potansiyelinden olabildiğince faydalanmak için çaba göstermiş ve büyük ölçüde Kıpçaklardan meydana getirdiği Hârezm ordusunu, döneminin en şeçkin kuvveti haline getirmişti. Ancak bütün bunlar, onun dirayetli, ileriyi gören ve otoriter bir hükümdar olması sayesinde gerçekleşebilmiştir. Tekiş otoritesiyle, hala göçebe adetlerini muhafaza etmekte olan Kıpçakları, kontrol altında tutmayı başarabilmişti. Yine de, zaman zaman Kıpçakların, Hârezmşâhlar Devleti için ortaya çıkardıkları tehlikeleri önleyememiştir.
Nitekim, kuzeyde Kıpçakları kontrol altına almasının ardından uzun bir süre Irak ve Horasan meseleleri ile uğraşmak zorunda kalmıştı. Aynı dönem içinde Cend valiliği görevini başarıyla yürütmekte olan oğlu Nasıreddin Melikşah’ı da Nisabur valiliğine getirdi. Ancak, Hârezmşâhlar Devleti’nin kuzeyinde bu şekilde ortaya çıkan otorite boşluğu, menfi neticeler vermekte gecikmedi. Tekiş’in ilgisinin tamamen başka taraflara kaymasının sonucunda Kıpçaklar arasında Hârezmşâhlar Devleti aleyhine bir hareket ortaya çıktı. Kafesoğlu, bunun nedenini Hârezm’in kuzeyindeki bozkırlara ulaşan yeni Kıpçak kitlelerine bağlamaktadır.
Gelişmeleri haber alan Tekiş, 1195’te Cend taraflarına yürüdü. Asi Kıpçakların lideri Kadır Buku Han ise, Sığnak şehrini kendisine merkez edinmişti. Hârezm ordusunun üzerine geldiği haberini alınca Sığnak’tan ayrılarak kaçmayı tercih etti. Hârezm ordusu hemen, onu takibe girişti. Ancak, bunlar olurken Tekiş’in hassa kuvvetleri arasında yer alan Uran kabilesine mensup bir Kıpçak birliği Kadır Buku Han ile haberleşmeye başladı. Zira bu birlik akrabalarına karşı savaşmak istemiyordu. Kıpçak hanına, Hârezm ordusuyla savaşa giriştiği takdirde, muharebe esnasında onun tarafına geçeceklerini bildirdiler. Hiç beklemediği bu destek üzerine Kadır Buku Han, Hârezm ordusuyla savaşmaya karar verdi. Taraflar 18 Mayıs 1195 tarihinde karşı karşıya geldiler. Savaşın şiddetlendiği bir sırada, Kadir Buku Han ile anlaşmış olan Kıpçaklar, saf değiştirerek Hârezm ordusunun ağırlıklarını yağmalamaya başladılar. Tekiş, ortaya çıkan bozgun havasını önlemeyi başaramadı. Mağlup olan Hârezm ordusunun bir kısmı savaş meydanında öldürüldü. Bir kısmı da geri çekilme esnasında çölde susuzluk ve sıcak nedeniyle hayatını kaybetti. Hârezmşâh Tekiş ise, ancak on sekiz gün sonra Gürgenç’e dönebildi. Kıpçaklar ise, ellerine geçirdikleri avantajı uzun süre koruyamadılar. Kadır Buku Han ile yeğeni Alp Direk arasında anlaşmazlık çıktı. Bunun üzerine Alp Direk emrindeki kuvvetlerle, Hârezmşâhların yardımına başvurmak üzere Cend’e gitmek üzere Sığnak’tan ayrıldı. Cend’e ulaştığında Tekiş’e bir mektup göndererek, kendisine yardımcı olduğu takdirde Kadır Buku Han’ı bertaraf edip, onun idaresinde bulunan toprakları kendisine teslim edeceğini bildirdi. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen Tekiş oğlu Kurbeddîn Muhammed ile birlikte yeniden Cend’e yürüdü. Hârezm ordusu, Alp Direk’i yakalamak için Cend üzerine yürüyen Kadır Buku Han’ın idaresindeki Kıpçak ordusuyla şehir yakınlarında karşılaştı. Ancak bu kez zafer Hârezm ordusu tarafında kaldı. Savaş meydanından kaçan Kadır Buku Han, kendisini takip eden Kutbeddîn Muhammed tarafından esir edildi. Diğer esirler arasında Kıpçakların ileri gelen kumandanları da bulunuyordu. Kıpçak hanı, diğer kumandanlar ile birlikte zincire vurularak Tekiş’in önünden Gürgenç’e gönderildi. Esirlerin peşinden Tekiş de, muzaffer bir şekilde başkentine girdi (Şubat-Mart 1188). Ancak, Hârezmşâhların yardımıyla göçebe Kıpçakların liderliğini ele geçiren Alp Direk’in, devlete karşı sadakati fazla uzun sürmedi. Son üç yıldır sürekli olarak Kıpçakların çıkardığı isyanlarla meşgul olan Tekiş, bu defa daha farklı bir metot takip etti. Zira, Horasan’da meydana gelen gelişmeler, onu bu tarafa gitmeye mecbur bırakmıştı. Bu nedenle bir sene öncesinde esir aldığı Kadır Buku Han’ı serbest bıraktı. Yanına asker vererek, Alp Direk’in üzerine gönderdi. Sabık Kıpçak Han’ı emrindeki kuvvetlerle Sığnak üzerine yürüdü. Alp Direk, Kadır Buku Han karşısında tutunamayarak yerini ona bırakmak zorunda kaldı (1199). Böylece kuzeydeki bozkırlar yeniden Hârezmşâhlar Devleti’nin idaresi altına girmiş oldu.
Hârezmşâh Tekiş 1200 senesi içinde öldü. Yerine oğlu Kutbeddîn Muhammed, Alâeddîn lakabıyla Hârezmşâhlar Devleti’nin başına geçti. Yeni hükümdar, Hârezm, Horasan, Irak-ı Acem’i kapsayan büyük bir devlet ve çoğunluğu Kıpçaklar ve diğer Türk kabilelerinden meydana gelen 170.000 kişilik mükemmel bir ordu devralmıştı. Başa geçmesinden hemen sonrasında uzun bir süre iç meseleler ve Gurlu istilasıyla uğraşmak zorunda kaldı. Karahıtayların yardımıyla zorda olsa Gûrlu tehlikesini bertaraf etmeyi başardı. Ancak çok geçmeden Karahıtaylarla da bozuştu. 1210 tarihinde, Seyhun nehrinin doğu kıyısında bir Karahıtay ordusunu mağlup etti. Bu olayları aktaran Cüveynî’de “Kadır Han’ın maiyetinden kurtulanlar Cend civarını yağma ve tahrip etti” şeklinde bir cümle geçmektedir. Burada bahsi geçen kişi Kadır Buku Han olmalıdır. Onun son olarak yeğeni Alp Direk’i mağlup ettikten sonra Hârezmşâhlara tâbi olduğundan yukarıda bahsedilmişti. Muhtemelen Hârezmşâh Tekiş’in ölümünden sonra, devletin geçirdiği sarsıntılı dönemden faydalanarak Karahıtaylarla birleşmişti. Ancak birlikte hareket ettiği Karahıtayların mağlubiyeti üzerine savaş meydanını terk edip Cend tarafına gitmiş olmalıdır. Hârezmşâh Alâeddîn Muhammed, yağmacı Kıpçakları tenkil etmek için ordusunun başında Cend’e yürüdü. Kıpçakları mağlup etmesinin ardından yeniden Karahıtaylarla mücadele etmek üzere Maveraünnehir’e döndü. Fakat bu kez Karahıtay ordusuna yenilmekten kurtulamadı. Kıpçaklar ise, Alâeddîn Muhammed’in mağlubiyetten Hârezmşâhlar Devleti’nin tâbiyetinden çıkmak hususunda faydalandılar. Alâeddîn Muhammed ise, uğradığı mağlubiyetten sonra Karahıtayların artan baskısına rağmen asi Kıpçakların üzerine yürüdü. Bu arada, kendisinden harac istemek üzere Gürgenç’e gelen Karahıtay elçileriyle ilgilenme işini ise, annesi Terken Hatun’a vermişti. Hârezmşâh’ın, Kıpçak seferinden başarıyla dönmesinden önce, Terken Hatun, Karahıtay elçilik heyetini karşılayarak, hükümdarları Gürhan’ın bütün isteklerini kabul ettiğini bildirmişti. Bu olayla Hârezmşâh Alâeddîn Muhammed’in Kıpçak asıllı annesi Terken Hatun’un ilk defa siyaset sahnesine çıktığını görüyoruz. Terken Hatun, Hârezmşâh Tekiş ile evlenmesinin ardından soydaşları olan Kıpçakların kitleler halinde Hârezm ordusunda görev almalarında etkili olmuştu. Kendisi, Tekiş’in ancak güç ve otoritesini kullanarak kontrol altında tutabildiği Kıpçaklar arasında sözü geçen biriydi. Nitekim Kıpçaklar, Tekiş’den sonra devletin başına geçen Alâeddîn Muhammed’den ziyade, Terken Hatun’un sözünü dinlemeye meyilli idiler. Terken Hatun ise, ordudaki Kıpçaklar sayesinde elde etmiş olduğu güç ve nüfuzu siyasî alana taşımak arzusundaydı. Ancak bu teşebbüs, devlet içinde idarî alanda iki başlı bir yönetimin doğmasına ve kaosa neden oldu.
Terken Hatun, dünya tarihinde, siyasî arenada son derece etkili olmuş ender kadın şahsiyetlerden biri, hatta en başta gelenlerindendir. Dönemi anlatan kaynakların ifadesine göre, Terken Hatun adeta Hârezmşâhlar Devleti tahtının ortağı gibi hareket etmekteydi. Öyle ki, devrin ileri gelen ilmi şahsiyetlerinden kurulu yedi kişilik özel bir İnşa Divanı vardı. Bu divandan çıkan kararlar ve Terken Hatun’un emirleri, devlet idaresinde en az oğlu Alâeddîn Muhammed’in emirleri kadar etkili idi. Hârezmşâh hükümdarı, annesi Terken Hatun’un bilgisi dışında herhangi bir idarî ve askerî işe girişemiyordu. Bunun en açık örneklerinden biri de, asıl veliaht Celâleddîn Mengübertî’nin azledilip yerine annesi Terken Hatun ile aynı kabileye mensup olan Kutbeddîn Uzlak Şah’ın veliaht tayin edilmesidir. Yine, yukarıda da belirtildiği üzere, Alâeddîn Muhammed’in yaptığı fetihler ve elde ettiği askerî başarılara rağmen Hârezmşâh ordusunun çoğunluğunu oluşturan Kıpçaklar, Terken Hatun’un tarafını tutuyorlardı. Bu ise Alâeddîn Muhammed’in devlet üzerindeki idarî güç ve nüfuzunu azaltmakta idi. Muhtemelen Hârezm hükümdarı, annesinin tahakkümünden kurtulmak gayesiyle Hârezmşâhların ananevî başkenti Gürgenç’i, ona bırakarak 1212’de ele geçirdiği Semerkand’ı kendisine başkent yapmıştı. Ancak, Alâeddîn Muhammed’in bu hareketi Terken Hatun’un idarî açıdan rahatlamasından başka bir işe yaramadı. Bunu Terken Hatun’un aldığı Hüdâvend-i Cihân (Dünyanın Sahibi) lakabından ve tuğrasındaki İsmetü’l-dünya ve’l-din Uluğ Türkan Meliketü nisai’l-alemin (Dünyanın ve dinin temiz kadını, Dünya kadınlarının melikesi Uluğ Türkan) tevkii’nden anlamak mümkündür. Nesevî, onu memlekete çok hayır ve hasenatı olan, ancak çok rahat bir şekilde kan dökebilen bir kimse olarak tarif etmektedir. Hatta müellif eserinin bir yerinde Terken Hatun’dan “Allah, ona lanet etsin” şeklinde bahsetmektedir.
Diğer taraftan, Terken Hatun’un bu gücü elde etmesinde başrolü oynayan Hârezmşâh ordusundaki Kıpçaklar ile Hârezmşâh Alâeddîn Muhammed arasında bu nedenle gizli bir husumet ve karşılıklı güvensizlik oluşmuştu. Terken Hatun’un himayesindeki Kıpçak Hanları, Alâeddîn Muhammed’in göstereceği en küçük bir zaafiyeti dahi değerlendirmek konusunda bir hayli istekliydiler. Bunlardan biri de, aynı zamanda Terken Hatun’un akrabası olan Nisabur valisi Kezlik Han idi. Alâeddîn Muhammed’in yukarıda bahsedilen Karahıtay mağlubiyetinden sonra Nisabur’da isyan etmişti (604 / 1208). Ancak, süratle durumunu düzeltmeyi başaran Alâeddîn Muhammed, Kezlik Han’ın üzerine yürüdü. Asî vali, onun karşısında duramadı. Nisabur’u terk ederek Kirman’a gitti. Daha sonra Hârezmşâh’ın, Horasan’dan ayrılması üzerine yeniden Nisabur’a dönmeye karar verdi. Fakat Hârezmşâh’ın veziri Şerefülmülk tarafından Torşiz kalesi yakınlarında mağlup edildi. Bundan sonra ne yapacağı konusunda tereddüde düşen Kezlik Han nihayetinde Terken Hatun’un himayesine sığınmaya karar verdi. Terken Hatun açıkça, onun isteğini kabul etmese de, eski hükümdar Tekiş’in türbesine sığındığı takdirde bağışlanabileceğini bildirdi. Terken Hatun bu hareketiyle aşikar olmasa bile devlete ve oğluna isyan etmiş olan asî valiyi desteklemiş oluyordu. Fakat Alâeddîn Muhammed, babası Tekiş’in türbesine sığınan Kezlik’i yakalatarak idam ettirdi. Gelişmeler bununla sınırlı kalmadı. Alâeddîn Muhammed ve Hârezmşâh ordusundaki Kıpçaklar arasındaki güvensizlik, en büyük etkisini Moğol İstilası döneminde gösterdi. Hârezmşâhlar ile Moğollar arasındaki ilk karşılaşma 615 / 1218 senesinde meydana gelmişti. Kuzeyde göçebe Kıpçaklara karşı sefere çıkan Hârezmşâh ordusu ile Cengiz’in oğlu Cuci idaresindeki Moğol ordusu Irgız ırmağı kıyılarında karşı karşıya geldiler. Savaşın öncesinde Merkitleri imha etmiş olan Moğollar, Hârezmşâhlar ile mücadeleye girmek istememişlerse de, Alâeddîn Muhammed’in ısrarlı takibi neticesinde savaşmaya mecbur olmuşlardı. Mücadele Moğol ordusunun çekilmesi ve Hârezm ordusunun galibiyetiyle neticelendi. Ancak, Hârezm ordusu sayıca üstünlüğüne rağmen Terken Hatun’un akrabalarından Turgay Han komutasındaki sol kanadın dağılması üzerine Moğol kuvvetleri karşısında oldukça güç duruma düşmüştü. Hatta savaş esnasında Moğol kuvvetleri tarafından kuşatılıp, esir olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Alâeddîn Muhammed, oğlu Celâleddîn’in yardıma gelmesi sayesinde kurtulabilmişti. Bu savaşın, Alâeddîn Muhammed’in zihninde meydana getirdiği menfi tesirler oldukça büyük oldu. Kendilerinden çok daha az sayıdaki Moğol kuvveti karşısında düştüğü zor durum, komuta ettiği Hârezmşâh Ordusu’nun sayıca ve kuvvetçe gücüne inanmış olan Hârezm hükümdarını, düşmanın gerçek gücü konusunda endişeye düşürmüştü.
Buna bir de, Kıpçaklarla arasındaki güvensizlik eklendiğinde, Alâeddîn Muhammed’in hangi nedenlerle 1220’de başlayan Moğol istilasına karşı durmadığı daha rahat anlaşılacaktır. Zira Hârezm hükümdarı, kendisinden çok annesine bağlı olduklarını bildiği Kıpçaklara güvenmiyordu. İşte bu duyguların tesiriyle, Moğol ordusuna karşı kuvvetlerini kalelere bölüştürmek şeklinde dağınık bir savunma düzenini benimsemiş ve bu strateji Hârezmşâhlar Devleti’nin sonunu hazırlamıştı. Moğollar, kalelere dağıtılmış olan Hârezm kuvvetlerini rahatlıkla imha etmeyi başardılar. Sayıları atmış binlerle ifade edilen Kıpçak birlikleri ve yerli halk tarafından savunulan Buhara ve Semerkand gibi büyük şehirler kısa sürede birbiri ardına Moğolların eline düştü. Müdafileri öldürüldü. Hârezmşâh Alâeddîn Muhammed ise, Moğolların önünden kaçarak, Hazar Denizi’ndeki Âbiskûn adasına sığındı ve Aralık 1220’de burada öldü. Ölümünden önce, annesinin tesiriyle veliaht tayin ettiği Uzlak Şah’ı azlederek, yeniden büyük oğlu Celâleddîn’i veliaht ilan etmişti. Celâleddîn, babasının ölümünden sonra hemen işe koyuldu. İlk olarak Terken Hatun’un yaklaşan Moğol tehlikesi nedeniyle terketmiş olduğu Hârezm’e gitti. Ancak, burada bulunan Kıpçak komutanlar, onun hükümdarlığını kabul etmeye pek istekli davranmadıkları gibi, suikast teşebbüsünde bulundular. Bunun üzerine Celâleddîn, Hârezm’den ayrıldı. Geride kalan Kıpçaklar, Terken Hatun’un kardeşi Humartegin’i hükümdar seçerek, Moğollara karşı müdafaa hazırlıklarına başladılar. Moğollar ise, Cengiz’in oğullarından Cuci, Ögedey ve Çağatay komutasındaki büyük bir orduyla Hârezm’e geldiler. Kıpçaklar tarafından uzun bir süre savunulan başkent Gürgenç, buna rağmen Nisan 1221’de Moğolların eline geçti.
Hârezmşâhlar Devleti’nin parçalanması üzerine Kıpçaklar, Moğolların önünden batıya doğru çekilmek zorunda kaldılar. Hârezmşâhlar ile aralarındaki son münasebetler ise Alâeddîn Muhammed’in oğlu Celâleddîn Mengüberti zamanında Kafkasya’da meydana geldi. Kıpçaklardan bir grup, daha önceden batıya doğru hareketleri sırasında Gürcü kralı IV. David’in daveti üzerine Kafkasya’ya gelmişlerdi. Kıpçakların gelişi, Selçuklu Türklerinin akınları sebebiyle iyice köşeye sıkışmış olan Gürcü Devleti’ne yeni bir atılım gücü kazandırmış ve Gürcü Krallığı üzerindeki Türk baskısını ortadan kaldırmıştı. Hârezmşâhlar Devleti’nin yıkılmasının sonrasında batıya yönelen Kıpçakların bir bölümü de, Kafkasya’daki soydaşlarına katıldılar. Hârezmşâhlar Devleti’nin son hükümdarı Celâleddîn Mengüberti ise, batıda Tebriz merkez olmak üzere Azerbaycan, Kirman, İran ve Irak-ı Acem’de hüküm sürmekteydi. Celâleddîn, Gürcüleri itaat altına almak üzere 1229 yılında bölgeye bir sefer düzenlendi. Betak gölü kıyısında birleşik Gürcü-Kıpçak ordusuyla karşılaştı. Muhtemelen, daha önce Hârezmşâhlar Devleti’nin hizmetinde bulunmuş sayıları 20.000 civarındaki Kıpçaklar da, bu ordunun içinde yer alıyordu. Zira Celâleddîn’in onlara ekmek ve tuz göndererek, aralarındaki eski hukuku hatırlatması üzerine Kıpçaklar savaş meydanından çekildiler. Yalnız kalan Gürcü ordusu Hârezm kuvvetleri karşısında ağır bir mağlubiyete uğradı. Bu galibiyetin sonrasında, Hârezmşâh Celâleddîn, batıya doğru yaklaşmakta olan Moğol tehlikesine karşı Kafkasya’ya gelen Kıpçaklardan yardım istedi. Bunun üzerine Kıpçakların lideri Kürike, 1229’da, Celâleddîn ile görüşerek itaatini bildirdi. Ancak Celaledîn’in 1231 senesinde ölümü üzerine bu ittifaktan bir netice elde edilemedi.
Son olarak Kıpçak-Hârezmşâh münasebetlerini özetlemek gerekirse; Kıpçakların askerî alandaki potansiyelleriyle, Hârezmşâhlar Devleti’nin gücüne güç kattıklarını söyleyebiliriz. Öyle ki, zaman içinde Kıpçaklar Hârezm ordusunun ana gücü haline gelmişlerdi. Ancak, Hârezmşâh Tekiş’in Kıpçak asıllı eşi Terken Hatun’un bu gücü siyasî alana taşımak için gösterdiği çaba, devletin idarî yapısında çözülmelere neden olmuştu. Terken Hatun’un, oğlu Alâeddîn Muhammed döneminde devlet işlerine müdahalesiyle başlayan bu çözülme, yaklaşan Moğol tehlikesine karşı etkili bir direniş gösterilmesini engellemiş ve neticede Hârezmşâhlar Devleti yıkılmıştır. Bunun sonrasında, devlete bağlı Kıpçaklardan bir kısmı batıya göç ederken, bir kısmı da Moğollara tâbi olmuştu. Ancak, Kıpçak kabileler federasyonu içinde güçlü bir yere sahip olan Kanglıların büyük kısmı, Semerkand, Buhara ve Hârezm savunmalarını sırasında Moğollar tarafından imha edilmişlerdi. Bundan sonra Kanglılarla ile alakalı fazla bir bilgiye rastlanmaz. Sadece Çin kaynaklarında, bunların Moğollar adına Çin’de bazı faaliyetlerde bulundukları anlatılmaktadır.
Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 4 Sayfa: 897-903