Millî Şehit Boğazlıyan Kaymakamı Kemâl Bey
(1885 – 10 Nisan 1919)
Türk’e, Türklüğe hizmet zor iştir. Bu hizmeti yapanlar bazen sanık kürsüsüne çıkarılırlar, bazen darağacına. Bazen de Yusufiye medreselerinde çile çekerler. Bu dün böyle olmuştur, görünen O ki gelecekte de böyle olacaktır. Kaymakam Kemal Bey’de, hem sanık kürsüsüne hem de idam sehpasına çıkarılan kahramanlardan birisidir.
Ermeni Sorununun ısrarla gündemde tutulduğu bu günlerde Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’i hatırlamamak mümkün mü ?
Kemal Bey’in ismini ilk kez daha ortaokul öğrencisi iken babamdan duydum. Babam Boğazlıyan’da kurdukları Futbol kulübüne, Kemal Bey Spor Kulübü adını verdiklerini, Kemal Bey’in İngilizlerin baskısıyla idam edilen bir kahraman olduğunu anlatırdı. O zamandan bu yana mazlum deyince, kahraman deyince aklıma gelen 3-5 isimden birisidir Kemal Bey.
Çocukluğumun ve ilk gençliğimin kahramanı Kemal Bey’i ve O’na yapılan haksızlıkları hiç unutmadım. Asala Terörünün azdığı 1980’li yıllardı. Ermeni problemi yine gündemdeydi. Boğazlamak kelimesini çağrıştıran, taşıdığı “yan” ekiyle Ermenice bir kelime izlenimi uyandıran “Boğazlıyan” ilçemizin adının, Kaymakam Kemal Bey’e ithafen “Kemalkent” veya “Kemal Bey” olarak değiştirilmesi için, Yozgat Milletvekillerine, Siyasi Parti’lerin Boğazlıyan ilçe başkanlarına, köşe yazarlarına mektuplar yazdım. Yalnızca bir Siyasi Partinin ilçe başkanından, Avukat Oğuzhan Bey’den -maalesef soyadını hatırlamıyorum- duygu yüklü bir cevap alabildim. Bir de sayın Mim Kemal Öke konuyu sütunlarına taşıdı. Ama bu çabalarım bir işe yaramadı. “Boğazlıyan” ismi değişmedi, değiştirilemedi.
Kemal Bey, Gümrük Başkâtibi olan Babası Arif Bey’in görev yaptığı Beyrut’da, 1885 yılında doğmuştur. Antalya ve İzmir liselerinin ardından Mülkiye’yi pekiyi derece ile bitirmişti. Beyrut(1908) ve Cezayir elçiliklerinde görev yapmıştı. Toyran, Gebze, Karamürsel kaymakamlıklarında bulunan Mehmet Kemal Bey’in son görevi Boğazlıyan kaymakamlığı ve Yozgat Mutasarrıf Vekilliğidir.
Birinci dünya savaşının başlamasına müteakip, İngilizler ve Ruslar Ermenileri Türk Devletine karşı ayaklanmaları için kışkırtılar. Ermeni çetelerini silahlandırdılar. Yer yer Ermeni çeteleri Türk Köylerine baskınlar yaptılar. Ermenilerin bu faaliyetlerinin artması üzerine, Osmanlı Devleti 14 Mayıs 1915’te “Tehcir Kanunu”nu çıkarmıştır. Bu kanun;
1- Savaş vaktinde ordu, kolordu ve tümen komutanları ve bunların vekilleri ile müstakil mevki komutanları ahali tarafından herhangi bir surette hükümet emirlerine ve memleketin savunmasına ve asayişin korunmasına dair işlere ve tertiplere karşı muhalefet ve silahla tecavüz ve direnme görülürse hemen askeri kuvvetle bastırılması ve tecavüz ve mukavemeti yok etmeye mezun ve mecburdur.
2- Ordu ve müstakil kolordu ve tümen komutanları askerlik icaplarından dolayı veya casusluk ve hıyanetlerini sezdikleri köyler ve kasabalar ahalisini tek tek veya toplu diğer mahallere sevk ve iskan ettirebilirler.
3- Bu kanun çıktığı günden itibaren muteberdir.
İfadelerini içeren üç maddeden ibarettir.
Bu kanuna rağmen saldırılarını devam ettiren Ermeniler 2 Eylül 1915’te Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesine bağlı köyleri ateşe vermişler, duruma müdahale etmek üzere bölgeye jandarma kuvvetleri gönderilmiş ancak, Ermeniler Jandarmalara da ateş açmışlardır. Durum, zamanın İçişleri Bakanlığı’na bildirilmiş, Bakanlık da bir telgraf emri ile buradaki Ermenilerin 24 saat içinde bölgeden çıkarılarak Suriye istikametine sevk edilmelerini emretmiştir. Bu olayların meydana geldiği sırada Boğazlıyan ilçesinin kaymakamı olan Kemal Bey, bu emri yerine getirmiştir.
İşte Kemal Bey’i idama götüren suç(!) kendisine verilen bu emrin gereğini yerine getirmektir.
1918 Haziran ayı içerisinde, İngiliz uşağı Türk(!) politikacılar, İngilizlerin ve Ermenilerin baskıları sonucu Kemal Bey’in görevine son verirler ve tutuklatırlar. Kemal Bey, Konya “İstinaf Mahkemesi”nde yargılanıp beraat etmesine rağmen yeniden tutuklanır ve Divan-I Harp’te yargılanmak üzere İşgal altındaki İstanbul’a götürülür.
İşgal İstanbul’un üstüne kabus gibi çökmüştü, Kemâl Bey’i savunacak bir avukat bile bulmak zordu. Saadeddin Ferid adında bir avukat gönüllü olarak, Kemâl Bey’in savunmasını üzerine aldı.
Dîvân-ı Harb’in başkanlığını Hayret Paşa yapıyordu.
Dîvân-ı Harb savcısı Sâmi Bey iddianamesinde:
“Yüzyıllardan beri Osmanlı saltanatında refah ve saadet içinde yaşayan gayr-ı müslim unsurların sebeb oldukları olaylar, idarî hatalardan çok dış tesirlerden doğmuştu. Ermeniler çok iyi hazırlanmış teşkîlâtlarıyla Osmanlı vilâyetlerinin en önemli ve sınır bakımından en tehlikeli bölgelerinde birtakım mühim hareketlerde bulunmuşlardı. Bunun üzerine Savaş Hükûmeti 1331 senesi Mayısında tehcire başvurmuş ve yanlış bir düşünceyle bu işi çocuklara ve kadınlara kadar yaygınlaştırmıştı. İşte bu tedbirsizlik sebebiyle, bazı kimseler şahsî çıkarlarını düşünerek bilinen faciaları meydana getirmişlerdi”. Diyordu.
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’de, savcıya göre, suçlulardan biriydi ve en ağır cezaya çarptırılması lâzımdı.
Mahkeme sırasında, çoğu Ermeni Komitacılarından oluşan bir sürü yalancı şahit, Kemal Bey’in suçlarını (!) bir bir sayıp dökmeye başlamışlardı. Komitacılar, Istanbul’da buldukları küçük Ermeni çocuklarını bile mahkemeye getiriyor, şahit olarak dinletiyorlardı. Kemal Bey, görevini yapmış olmanın rahatlığı içerisinde bu iftiralara karşını kendisini uzun uzun savunmaya bile lüzum görmüyordu:
Saadeddin Ferid Bey’in savunmasından sonra söz alan Kemal Bey;
– Düne kadar bir hâkimler heyeti hâlinde olan sizler, bu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz. Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve soydaşlarının matemi Müslümanların yüreklerini sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı malûmdur. Ermeniler ise Rus ordularının kâh önüne geçerek kâh arkasında kalarak, ekseriya memleketin asker kuvvetinden mahrum kalmasına güvenerek facialar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. İddia edildiği gibi, Yozgat vilâyeti dâhilinden sevk edilen bazı Ermeni muhacir kafilelerine, Ermenilerin Müslümanlara reva gördükleri fecaate şahit olmuş bazı asker kaçaklarının tecavüzü ihtimal dâhilindedir. Ancak savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla, iddia makamının da isteği üzere, kurbanlar verilmesi bir siyaset icabı sayılıyorsa, bu kurban ben olamam. Siz kurban seçmekle değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdanî görevi taşıyan bir yüksek heyetsiniz. Mutlaka kurban aranıyorsa herhalde, bütün bu işlerin tertipçisi ve idarecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir.
Bu savunmaya karşı, Mahkeme Reisi:
– Kemal Bey, emin olun, mahkeme, hükmünü hiçbir dış etkiye kapılmaksızın, sırf vicdani kanaatine göre verecektir. Diyordu.
Halbuki Kemâl Bey’in mutlaka asılması için Fransız ve İngiliz işgâl kumandanlarının ve Ermeni Patriği Zaven’in ağır baskısı devâm etmekteydi. Bu baskılara dayanamayan Dîvân-ı Harb Reisi Hayret Paşa, Sadrâzâm Damat Ferid Paşa ile yaptığı şiddetli bir münakaşadan sonra istîfâsını veriyordu.
Yerine de “Nemrut” lâkabı ile maruf “Kürt Mustafa Paşa” tayin olunuyordu.
Mahkeme, artık mahkeme olmaktan çıkmış, kendilerine verilen “Kemal Bey’i asın” emrini yerine getirmekle görevli bir uşaklar heyetine dönüşmüştü.
Kemal Bey, Nemrut Mustafa Paşa’ya:
– Bir memur aldığı emre itaatle mükelleftir. Ben aldığım emrin gereğini yerine getirdim. Sürgün olarak kasabadan çıkarılanlara en insanî harekette bulundum. Nitekim şimdi de hiçbir vicdan azabı duymuyorum.
Nemrut Mustafa, oturduğu yerden doğrularak Kemal Bey’e bağırıyordu:
– Kış kıyamette bu kadar insanı, çoluk çocuğu ile dağlara, yaylalara sürerken Allah’tan hiç korkmadın mı? Bir gün senden bunların sorulacağını düşünmedin mi? Hem üstelik jandarmalara onları süngülenmesini de emretmişsin, ne dersin?
– Hayır, bunu asla kabul etmem. Ben kimsenin ölümü için emir vermiş bir adam değilim.
– On binlerce zavallıyı, kadın, çocuk demeden, bu Allah’ın kışında, soğukta, dağ başlarında yürütmek, sanki süngülemekten daha mı iyidir? Üstelik sen bir idare âmirisin, bunları senin himayene vermişlerdir.
Sonra sesini daha da yükselterek soruyordu:
– Memleketimiz dâhilinde yaşayan vatandaşları, birini diğeri üzerine sevk ederek can ve mal tecavüzüne teşvik etmenin cezası nedir, bilir misin?
– İdamdır Paşam…
– Kendi hükmünü kendi ağzınla verdin Kemal Bey, biz de senin için bu karara varmıştık.
Aslında idam kararı çok önceden hazırlanmıştı. Mahkeme sona erer ermez, hazır olan karar, tasdîk edilmek üzere Saray’a gönderildi. Ancak Dâhilîye Nâzırı Mehmet Ali Bey, ile Adliye Müsteşarı ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin Reisi Sait Molla Pâdişâhın bu husûsta tereddüt göstermesinden çekiniyorlardı.
Bu iki İngiliz Uşağı, kararın onaylanmasını temin için Damat Ferit Paşa’yı alelacele Saray’a gönderdiler.
Sultan Vâhideddin, kararın tasdiki için Şeyhülislâmdan fetva istedi. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, önce “Kemal Bey hakkında istenilen fetva değildir. ‘Kazâya’ aittir, benim ise kazâya yetkim yoktur” diyerek fetvâ vermekten kaçındı. Padişah ısrar edince; Bir Müslümanın, Müslüman olmayan birini öldürmesi hâlinde idama cevaz verildiği, ancak bu hükmün verilmesi için, öldürülenin yaralayıcı bir âletle yaralanması ve ölmesinin, bunun üzerine mirasçılarının “kısas” istemelerinin şart olduğunu bildirdi. Fakat Padişahı tatmin için bir not eklemeyi de ihmal etmedi. Bu notta, Divân-ı Harb-i Örfî tarafından ölüme mahkûm edilen Kemâl Bey’in muhâkemesi hak ve adâlete uygun yapılmış olduğu takdîrde, îdâm hükmünün muvâfık bulunduğu, yazıyordu.
Bu fetva Saray’ı tatmin etti. İrade hazırlandı, imzalandı. İdam için gerekli tedbirler alındı, hazırlıklar yapıldı. Sehpa kuruldu.
Kemal Bey’in olup bitenden haberi yoktu. Bekirağa Bölüğü’nde, tutuklu arkadaşlarıyla oturmuş, konuşuyordu. Birden dışarı çağırdılar ve hemen yakalayıp Bayazıt Meydanı’na çıkardılar.
Ermeni komitacıları, İstanbul’un çeşitli semtlerinden pek çok serserî Ermeni’yi meydana toplamışlardı. İstanbul’un Müslüman halkı da için için kaynıyordu.
Meydanda olduğu kadar, yollarda ve meydana bakan damlarda da mahşerî bir kalabalık vardı. Darağacı, o zaman Harbiye Nezareti’nin girişi olan, daha sonraları uzun yıllar rektörlük makamı olarak kullanılacak küçük binanın önüne kurulmuş, etrafı jandarma ve polis kordonu altına alınmıştı. İngiliz ve Fransız askerî birlikleri de binanın önünde duruyorlardı.
Harbiye Nezareti kapısından çıkan bir müfreze süngülü askerin ortasında Kemâl Bey’in geldiğini gören kalabalık bir anda sustu. Kemal Bey, İdam mahkûmlarına mahsus beyaz gömleği giymiş, ağır ağır yürüyordu. Metindi. Kaderine teslim olmuş gibiydi. Son sözü soruldu. O zaman, Kemal Bey, konuşmaya başladı:
– Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Görevimi yaptığıma vicdânen emînim. Sizlere yemîn ederim ki ben mâsumum, son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Yabancı devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adalet.
Heyecandan boğulan çaresiz halk bir ağızdan cevap veriyordu:
– Kahrolsun böyle adalet!
– Benim sevgili kardeşlerim, çocuklarımı asil Türk milletine emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah vatan ve milletimize zeval vermesin, Âmin!
Halk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Meydan tam bir matem havasına bürünmüştü.
Manzarayı küçük köşkün pencerelerinden seyreden İngiliz Muhipleri Derneği Başkanı Said Molla’nın cellâtlara emri, Kemal Bey’in sözlerin bastırıyordu:
– Söyletmeyin bu alçak herifi! Hemen asın bu köpeği! Ne duruyorsunuz, it oğlu itler!..
Kemal Bey, bu mazlum Türk evlâdı, iskemlenin üzerinden kendini boşluğa bırakmadan birkaç kelime daha söylemek imkânı buluyordu:
– Borcum var, servetim yok! Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet!
Kemal Bey’in cesedini, beyaz bir kâğıt gibi, sehpada sallanırken Ermeni komitacıları sevinç çığlıkları atıyor, Türkler ağlıyordu.
Takvimler 10 Nisan 1919’u gösteriyordu.
Cenazeyi teslim alan Babası Arif Bey (Gümrük Müdürü) ile, eniştesi İhsan Barlas Bey (Anadolu Ajansı Mümessili), şehidi motorla Kadıköy’e geçirip naklederler… Cenaze namazı “KIZILTOPRAK CAMİİ’nde kılınır. Kadıköy’de muazzam bir merasim tertip edilir. Töreni Üsküdar Dergâhı Şeyhi Münip Efendi yönetir.
Cenazeyi Tıbbiyeli öğrenciler “TÜRKLERİN BÜYÜK ŞEHİDİ KEMAL BEY” yazılı çelenkleriyle karşılar; Mülkiyelilerin ve Tıbbiyelilerin başları üzerinde “Kuşdili”ndeki “Mahmut Baba Mezarlığı”na taşınır. Millî şehidin tabutu Kadıköy İtfaiye Karakolu önünden geçerken bir manga asker, kendiliğinden “Saygı duruşu”nda bulunur.
Mezarı başında imam sorar:
‘Merhumu nasıl bilirsiniz?’
Cemaat birden gürler:
‘Büyük vatanperverdir, iyi biliriz, Allah rahmet eylesin!’
İngilizler, Kemal Bey’in cenaze törenini yakından ve dikkatle izlerler. Kadıköy’de E. La Fontain adlı bir İngiliz istihbarat yüzbaşısı görevlidir. 12 Nisan günü cenaze törenini şöyle rapor eder:
‘Ermeni kırımı ile tanınan Boğazlıyan ve Yozgat Mutasarrıfı Kemal Bey için, Kadıköy’de bugün saat 12’de büyük ve görkemli bir cenaze töreni yapıldı. Cenaze alayının önünde Tıbbiye öğrencileri, polisler ve birçok molla bulunuyordu. Tabutun omuzlarda taşınması âdet olduğu halde, törene daha büyük önem vermek amacıyla, bu kez tabut başlar hizasından daha yukarda, eller üzerinde taşındı. Birçok Jön Türk törende hazır bulundu. Çok sayıda fotoğraf çekildi. Tören için 1000’den fazla davetiye dağıtıldı. İslâm dininde böyle bir şey şimdiye kadar duyulmuş değildi. Bütün bunların, üyelerinden birini kaybetmiş olan İttihat ve Terakki Komitesince kasten düzenlendiği apaçıktır. Hükümetin böyle bir törene izin vermekle gösterdiği güçsüzlük affedilemez…
İslâm törelerine tamamen aykırı olarak, üzerlerinde, ‘Milletin masum kurbanına’ yazılı çelenkler vardı.
Böyle bir gösteri yapılacağı Emniyet makamlarınca bilindiği halde, bunu önlemek için hiçbir şey yapılmadığı bildiriliyor. ‘Törenin, bugünkü Hükümete karşı düşmanca bir gösteri olduğu açıktır’
H.A.D Hoyland adlı bir başka İngiliz istihbarat subayı, Kemal Bey’in ‘Masum İslâm Şehidi’ olarak adlandırıldığını belirterek raporu üst makamlara sunar. İki gün sonra Yüzbaşı La Fontain, törenle ilgili olarak tamamlayıcı bir rapor daha kaleme alır ve şunları bildirir:
‘Cenaze törenini, Kadıköy, Mecidiye, Üsküdar, Dergâh Şeyhi Münip Efendi yönetti. Münip Efendi, törene katılmaları için mollalara emir vermiştir. Törende, Tıbbiye öğrencilerinden başka, çok sayıda subay ve er de bulundu. Elinde bir buket çiçek tutan tıbbiye öğrencilerinden biri, mezarın başında bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmadan aşağıdaki parça aynen çevrilmiştir:
‘Dinle ey millet!
Dinleyin ey Müslümanlar!
Burada toprağa verdiğimiz insan, Kahraman Kemal Bey’dir.
İngiliz’i Odesa’dan attılar; haydin biz de İstanbul’dan kovalım. Ne bekliyoruz? İngiliz’i atmak borcumuzdur. Felâketimizi hazırlayan İngilizi yok etmek zorundayız. Allah’ın yardımıyla yakında İngilizin kafasını ezeceğiz.’
Bu öğrenciden sonra, bir başkası da aynı sertlikte bir konuşma yapmıştır. Her iki konuşmanın tonu, açıkça ayaklanmaya kışkırtmak için hesaplanmıştır…
Bir muhbir, Fındıklı’da, bir cami ile Türk askerlerinin yemek yedikleri bir kulüp bulunduğunu, 10 nisan günü saat 5’te askerlerin, yemekhaneden Meclis binasına cephane sandıkları taşıdıklarını haber verdi. Taşıma iki saat sürmüş. bu binada, başka silahlar ve bombalar da bulunuyormuş…’
Bu raporlar karşısında İngiliz makamları irkilirler. Amiral Calthorpe, İttihat ve Terakki’nin Türkiye’de hâlâ geniş nüfuzlu olduğunu, bu nedenle Kemal Bey’in, ‘Haklı bir davanın ilk şehidi’ ilân edildiğini, bu idamın İtilaf Devletlerine verilmiş bir ödün olarak görüldüğünü bildirir. Sadrazamın, cenaze töreninden dehşete kapıldığını söyler. Bir başka raporunda, ‘cenaze törenine katılanların, Müslüman halkın büyük çoğunluğunun duygularına tercüman oldukları kuşkusuzdur’ der ve kaygılarını belirtir.
O karanlık günlerde Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu bulunan Ali Fethi Okyar hatıralarında:“Kemal Beye yükletilen suç, bugün hâlâ iftira ve yalan mirasını ödemekte olduğumuz Ermeni sürgünleri ve öldürülmeleridir. Düşmanlarımız, bu arada Hariciye Nazırlığı’na kadar yükselmiş Gabriyel Nuradungyan’ın bile bu iftira kervanına katılmasını, iddiaların doğruluğuna misal olarak göstermişlerdir. Bir bakıma, ülkenin dışişlerini eline teslimine lâyık görülen bir kişinin, böylesine nimetini ve lütfunu gördüğü vatanına ihaneti nasıl kabul edebileceği hatıra gelebilir. Ferit Paşa hükümetinin ve bu kabinenin tuttuğu felâket yolunu tasdik eden Padişahın tarih önündeki mesuliyetini aradan geçen zaman unutturmayacaktır. ÇÜNKÜ KEMAL BEYİN SUÇLU GÖRÜLEREK İDAMI İLE, KENDİ ÖZ DEVLETİMİZ, BU CİNAYET İDDİALARININ DOĞRULUĞUNU KABUL VE TASDİK ETMİŞ OLMAKTAYDI”. demektedir.
Kemal Bey, vasiyetnamesine şunları yazmıştı: “Merhum sevgili oğlum Adnan’ın metfun bulunduğu Kadıköy Kuşdili çayırındaki kabristanda yavrumun yanında gömülmemi diliyorum. Kabir taşım, hamîyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve üstüne, şöyle yazılmalıdır: “Millet ve memleket uğrunda şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in rûhuna fatiha”. Perişan zevcem Hatîce’ye, yavrularım Müzehher ve Müşerref’e muavenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimâm buyurulmasını vatandaşlarımdan beklerim. Babam, Karamürsel âşâr memur-ı sâbıkı Ârif Bey de âcizdir. Kardeşim Münir de kimsesizdir. Bunlara da muâvenet olunursa memnûn olurum. Türk milleti ebedîyen yaşayacak, Müslümanlık aslâ zevâl bulmayacaktır. Allah millet ve memlekete zevâl vermesin. Fertler ölür, millet yaşar. İnşâllah Türk milleti ebediyete kadar yaşayacaktır. 30 Mart 1335 Boğazlıyan Kaymakam-ı Sâbıkı Kemâl.”
Kemâl Bey’i Türk Milleti unutmadı. Başka bir Kemal’in yönetiminde toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kanunla, kendisini “Millî Şehit” olarak kabul etti. Ayrıca Bakanlar Kurulu’nun 2.2.1927 gün 4710 Sayılı Kararıyla Ermeniler tarafından terkedilmiş olup Vakıflar İdaresi’ne devredilmiş bulunan 1 apartmanla 1 evin Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in varislerine tahsis ve temliki kararlaştırıldı.
Allah Rahmet Eylesin. Mekanı cennet olsun..
Ülkesine hizmet eden hiçbir insan benzer akıbete uğramasın…
Sonsöz: Türk Milleti her zaman “Kemal Bey”ler çıkaracaktır. Gönül ister ki; aramızdan Nemrut Mustafa’lar, Sait Molla’lar, Damat Ferit’ler çıkmasın… Ama ne mümkün.. Bazılarımız abarttığını düşünse de, “Türkiye’nin bir hain kontenjanı var, bu nüfusun yüzde 10’udur” diyen Attila İlhan doğru söylüyor.