Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Millî Mücadele’de Doğu Cephesi

0 28.368

Prof. Dr. Yaşar AKBIYIK

Kafkaslar’daki gelişmeler: Doğu Anadolu’yu yakından ilgilendiren bu bölgedeki gelişmeleri kısaca gözden geçirmekte fayda vardır. Kafkaslar’da Rusya faktörü her zaman etkili olmuştur. Rusya XVII. yüzyılın sonlarında denizlere açılma politikası izlemeye başlamıştı. Amacı, Karadeniz’e kapı açmaktı. Rusya 19 Temmuz 1696 tarihinde Azak kalesini ele geçirmeyi başarmıştır.[1]

Azak kalesinin alınması ile Rusya Karadeniz’e çıkmak yolunda ilk adımı atmış bulunuyordu. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım elden çıkmıştı.[2] Ruslar bundan sonra üç koldan güneye inmeye çalışmışlardır. Bunlardan birincisi Balkanlar, ikincisi Karadeniz ve Boğazlar yolu, üçüncüsü ise Kafkas istikâmetidir.

Rusya’nın Kafkaslarda güç kazanmasında Gürcülerin rolleri büyük olmuştur. Gürcü Beyleri Osmanlı ve İran baskısından Rusya’nın himayesine girerek kurtulmayı düşünüyorlardı. Gürcülerin isteği üzerine II. Katerina bu bölgeye Rus askeri birlikleri göndermiştir. Böylece, Gürcistan 1783 yılında Rusya’nın himayesine girmiştir. Rusların amacı Kafkaslar’ı ele geçirdikten sonra Doğu Anadolu’ya girmekti.[3] 1829 yılında Osmanlı topraklarına saldıran Rusya Erzurum’a kadar ilerlemiş, Edirne Antlaşması ile Kars ve Erzurum’u Osmanlı Devleti’ne bırakarak Poti, Anapa, Ahıska ve Ahılkelek’i topraklarına katmıştır. Rusya, Kırım Savaşı’nda Kars’ı ele geçirmişse de, Paris Antlaşması ile geri çekilmiştir.[4]

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı Kafkaslar’da önemli gelişmelere sahne olmuştu. Bunun sonucunda, 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması ile Kars, Ardahan, Artvin ve Batum Ruslara bırakılmıştır.[5]

Ruslar Doğu Anadolu’ya indikten sonra yayılmacı siyasetlerinde Ermenileri kullanmışlardır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Ermenilerin yüzyıllar boyunca birlikte yaşadıkları Türklere karşı, Rusların yanında yer almaları, Doğu Anadolu’da Türk Ermeni gerginliğine neden olmuştur.

Dünya Savaşı, Türk-Rus savaşlarından birine daha sahne olmuştur. 1 Ocak 1915’te yaşanan Sırakamış bozgunundan sonra savaş kabiliyeti Rus kuvvetlerine geçmiştir. Ruslar 25 Temmuz 1916’da Erzincan’a girmişlerdir.[6] Ancak Mustafa Kemal komutasındaki Türk birlikleri Bitlis ve Muş’u Ruslardan geri almışlar ve Rus ilerleyişini durdurmuşlardır.[7] Bir süre sonrada, 1917 Şubat ayında Rusya’da ihtilâl çıkmıştır. İhtilâlin çıkışı Rusya karşısında yeni bir malubiyeti ve belki de çözülmeyi önledi. Çünkü, yapılacak bir Rus taarruzuna karşı koyacak kuvvet kalmamıştı.

Doğu Anadolu’da Ruslarla yapılan savaşlarda, milyonlarca insan Rus ve Ermeni işgali önünde Anadolu içlerine doğru göç etmek zorunda kalmıştır. Rusların ve Fransızların desteğinde Ermeni zulmüne uğrayan ve öldürülen Türklerin sayısı bir milyonun üzerindedir. Bu sebeple Doğu Anadolu’da işgaller büyük can ve mal kaybına ve Doğu vilayetlerimizin tamamen harap olmasına yol açmıştır. 7 Kasım 1917 tarihinde Bolşevikler Rusya’da idareyi ele geçirmişlerdir. Bunun sonucu Rusya savaştan çekilmiştir. Brest-Litovsk şehrinde 3 Mart 1918 tarihinde imzalanan antlaşmaya göre Ruslar Doğu Anadolu’da 1914 öncesi sınırlara çekileceği gibi Elviye-i Selase diye bilinen Kars, Ardahan, Batum’u boşaltacaklardı. Antlaşmaya göre bu bölgenin geleceği halkın görüşleri doğrultusunda belirlenecekti. Ancak, Rus askerinin bölgeden çekilmesini takiben, yerlerini Ermeni ve Gürcü kuvvetleri almaya başlayınca, Osmanlı Devleti, 15-28 Ağustos 1918 tarihli Padişah buyruğu ile Ardahan, Kars ve Batum’u ilhak ettiğini açıklamıştır.[8]

Diğer taraftan, güney Kafkasya’da Gürcü, Ermeni ve Azerî Türkleri bir araya gelerek 1917’de Mâverayı Kafkas Komiserliği’ni kurmuşlardır. Her üç millet de kendini destekleyecek bir büyük devlet aramaktaydı. Ermeniler Rusya’dan, Gürcüler ise duruma göre Rusya, Almanya veya İngiltere’den destek arıyordu. Azerbaycan ise Türkiye’den destek bekliyordu. Bolşevik İhtilâli’ni takiben geri çekilen Rus kıtalarının yerini Ermeni ve Rus askerleri almıştı. Rus kuvvetleri savaşa son verilmesini istiyordu. Ruslara mütareke teklifinde bulunulmuş ve 18 Aralık 1917 tarihinde Erzincan Mütarekesi yapılmıştır. Erzincan Mütarekesi, Mâvera-yı Kafkas Komiserliği ve Kafkas Cephesi Rus ordusu kumandanlığı adına yapılmıştır. Türk birlikleri hiçbir direnişle karşılaşmadan, 13 Şubat’ta Erzincan’ı, 16 Şubat’ta Erzurum’u geri almışlar ve 14 Mart 1918’de Rus sınırına dayanmışlardır. Mâvera-yı Kafkas Barış heyeti ile Türk heyeti, 14 Mart-14 Nisan 1918 tarihleri arasında Trabzon Konferansı’nı düzenlemişlerdir. Burada Türklerin teklifini kabul eden Mâvera-yı Kafkas Cumhuriyeti temsilcileri, Osmanlı delegeleri ile 11 Mayıs – 14 Haziran tarihleri arasında Batum Konferansı’nı düzenlemişlerdir. Bu arada Türk kuvvetleri 25 Nisan 1918’de Kars şehrini geri almıştır. Böylece Kars 40 yıl sonra tekrar anavatana kavuşmuştur. Ahıska ve Ahılkelek Osmanlı Devleti’ne bağlanmıştır. Böylece Türk sınırı Brest-Litovsk Antlaşması ile tespit edilen sınırları aşmış[9] ancak Sovyet Rusya Batum’da alınan kararları tanımayacağını bildirmiştir.

Mâvera-yı Kafkas Cumhuriyeti ise 26 Mayıs 1918’de kendini feshettiğini açıklamıştır. Bu gelişmelerden sonra Azerbaycan 27 Mayıs 1918’de bağımsızlığını ilan etmiştir. Kafkaslar’daki gelişme, Osmanlı Devleti’nin istediği gibi olmuştu. Batum görüşmelerinde Azerbaycan ile Osmanlı Devleti arasındaki yakınlık iyice artmıştı. Kafkaslar’ın Hazar Denizi sahillerindeki Dağıstan ve Terek nehrine kadar uzanan bölgedeki Çeçenler, Osetinler, Kumuk, Balkar ve Karaçay gibi Türk kökenli kavimleri de yardım istiyorlardı. Bu bölgelerde kurulan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti 11 Mayıs 1918’de ilan edilmişti. Osmanlı Devleti Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ni tanıyınca bu durum Sovyet Rusya tarafından iyi karşılanmamıştır. Sovyet Rusya böyle bir devleti tanımadığını belirtmesine rağmen Türk ordusunun Kafkaslardaki harekâtı devam etmiştir. 15 Mayıs 1918’de Gümrü alınmıştır. Türk ordusunun doğrudan doğruya müdahalesi sorun yaratacağı düşünüldüğünden Türk kuvvetleri ile Azerilerden ordu oluşturulmuştur. Bu ordu, 15 Eylül 1918’de Bakû’ye girmiştir.[10] 1918 Ekim ayında Derbent alınmış ve Kafkaslar’da büyük bir başarı kazanılmıştır.

I. Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi üzerine, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi gereği Türk kuvvetleri Azerbaycan ve Dağıstan’dan tamamen çekilmişlerdir. Mondros Mütarekesi’nden iki ay sonra da Türk kuvvetleri Kars’ı boşaltmak zorunda kalmıştır. Türk kuvvetlerinin çekilmesinden sonra Kars merkez olmak üzere, “Güneybatı Kafkas Geçici Hükümeti” kurulmuştur.[11] 19 Mayıs 1919 tarihinde İngiliz kuvvetleri Kars’a girerek Güney-Batı Kafkas Hükümeti meclis binasını kuşatmışlar ve hükümet üyelerini tutuklayarak Malta’ya sürmüşlerdir. Bir ay sonra da Kars İngilizler tarafından Ermenilere teslim edilmiştir. Almanya’nın mağlubiyeti kabul ederek 11 Kasım 1918’de mütareke imzalaması üzerine, Sovyet Hükümeti de Brest-Litovsk Barışı’nın geçersiz olduğunu ilan etmiştir. Bu defa Türkleri Doğu Anadolu’da yeni bir mücadele bekliyordu. Bu mücadele Ermenilere karşı olacaktı.

Ermeniler geçmişte çoğunlukla bu günkü Ermenistan, Doğu Anadolu, Batı ve Kuzeybatı İran ile kısmen Suriye ve Çukurova bölgesinde yaşıyorlardı. Bir dönem Roma hakimiyeti altında kalan bölge, İran ve Roma arasında, daha sonrada Bizans, İran ve Araplar arasında mücadeleye sahne olmuştu.

Türkler 1071’de Anadolu’ya girdiklerinde Ermenilerin önceden kurmuş olduğu küçük prenslikler Bizans ve İran tarafından yıkılmış bulunuyordu. XI. yüzyılda Selçuklu Türklerinin Anadolu’ya girmeleri sonucunda Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilerin bir kısmı Çukurova ve Orta Torosların dağınık bölgelerine yerleşmişlerdi. Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Ermeniler Doğu Anadolu’da Çukurova ve Kafkaslar’da küçük cemaatler halinde varlıklarını sürdürüyorlardı. Osmanlı Devleti’nin Bursa’yı alması ile Kütahya’da bulunan Ermeni Ruhani Reisliği Bursa’ya nakledilmişti. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra, burada Ermeni Patrikhanesi kurulmuştu.[12]

Ermeniler Osmanlı Devleti içinde rahat bir hayat sürmüşlerdi. Ticaret ve sanatla meşgul olmuşlar, bu nedenle zengin bir sınıf haline gelmişlerdi. Askerlikten muaf olmaları onları ekonomik açıdan güçlendirmişti. Ermeniler Osmanlı Devleti’nin sadık vatandaşı olmuşlardı. Bu sebeple de kendilerine “Millet-i Sadıka”denilmişti. Bu durum XIX. yyüzyıla kadar devam etmişti. Ermeniler genellikle Türkçe konuşuyor, kiliselerdeki ayinlerini Türkçe yapıyorlardı. Türkler gibi her hakka sahip olan Ermenilere bu sebeple Batıda “Hırıstiyan Türkler” deniyordu.

1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu’ndan sonra Osmanlı Devleti içindeki Hıristiyanların koruyuculuğunu üstüne alan Batılı devletler; Ermeniler üzerinde etkili olmaya başlamışlardır. Protestanların koruyuculuğunu üzerine alan İngiltere kilise ve kolejler açarak Ermeniler üzerinde propagandaya başlamışlardır.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası Rusların Doğu Anadolu’ya inmesi ile Ermeni sorunu yeni bir boyut kazanmıştır. Rus ordusu içinde bulunan Ermeni asıllı askerler Anadolu’daki Ermenilerle temasa geçmiş ve onları isyana teşvik ederek isyanların Rus ordusu tarafından destekleneceği vaadinde bulunmuşlardı. Osmanlı Devleti’ni yıkmaya çalışan Batılı devletler, Balkanlarda Slavlar ve diğer Hıristiyan grupların isyanına destek verdikleri gibi; Doğu Anadolu’da da Ermenilere destek sağlıyordu. Bu gelişmeler sonucu Yeşilköy (Ayastafanos) Antlaşması ile Rusya Ermenilerin koruyuculuğunu üzerine almıştır.

Daha sonra imzalanan ve Ayastefanos Antlaşması’nın yerini alan Berlin Antlaşması ile Ermeniler hakkındaki madde değiştirilmişti. Buna göre Osmanlı Devleti Ermeniler hakkında iyileştirici tedbirler alacak ve büyük devletleri bilgilendirecekti. Bu antlaşmada yer alan Ermenilerin durumunun iyileştirmesi hususu önce isyanlara, arkasından bağımsızlığa giden sürecin başlangıcı olmuştu. Amaç Ermenilerin durumunun iyileştirilmesi değil, önce özerklik, sonra bağımsızlık elde etmekti. Ermeniler bu amaçla teşkilatlandırılmışlar, gerek Osmanlı Devleti sınırları içinde, gerekse dışarıda komite ve dernekler kurma yoluna gitmişlerdi. Berlin Kongresi’nden sonra Avrupa politikasında ön plana çıkan Ermeni sorunu Batılı devletler kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istiyordu. Rusların Ermenileri kullanarak Doğu Anadolu’dan güneye inme düşüncesi İngiltere’yi rahatsız ediyordu. Bu sebeple İngiltere Ermenileri bağımsız bir devlet olarak desteklemekte yarar görüyordu. Zamanla Ermeni sorunu Ermenilerin meselesi değil, Osmanlı Devleti üzerinde emelleri olan İngiltere ve Rusya’nın zamanla da Fransa’nın kendi menfaatleri çerçevesinde yönlendirdikleri bir sorun halini almıştı.[13]

Ermeni komiteleri ve patriğin kışkırtması ile 1888’de Van’da bir ayaklanma çıkmış ve Osmanlı Devleti bunu başarı ile bastırmıştır. 1890’da bu defa Erzurum’da bir ayaklanma çıkmıştır. İstanbul’daki Ermeni İhtilâl komiteleri bazı Ermenileri Osmanlı Devleti’nin casusu diye öldürmüştür. Bütün bu olayları önlemeye çalışan Osmanlı Devleti, 1894 yılında Sasun’da Rus ve Ermeni komitelerinin kışkırtmasıyla büyük bir isyan çıkınca sert tedbirler almak zorunda kalmıştır.

Bu isyan hareketlerini Rusya ve İngiltere’nin desteğindeki Hınçak ve Taşnaksutyun komiteleri yürütüyordu. Amaçları, Osmanlı Devleti, Rusya ve İran’daki bütün Ermenilerin birleştirilip bağımsız bir Ermenistan kurulmasını sağlamaktı.[14]

I. Dünya Savaşı’na gelinceye kadar Ermeni meselesi Osmanlı Devleti’nin bir iç meselesi olarak görünmesine rağmen bu olay büyük devletlerin karşılıklı rekabeti meselesine dönüşmüştü. Ermeni meselesini büyük devletler kendi çıkarları açısından ele alırken Ermeniler de büyük devletlerin izledikleri politikanın aleti haline gelmişlerdi.

Ermeni meselesinin tırmanmasına sebep olan I. Dünya Savaşı Batılı devletlerle olduğu kadar, Ruslarla Türkler arasında yüzyıllardır süren bir seri savaşın sonuncusu idi. XVIII. yüzyılda Kafkaslar’a dayanan Ruslar, sömürge politikaları gereği bölgenin nüfus yapısını değiştirmeye başlamışlardır. Rus politikası iki yönlüydü. Bölgedeki Türk ve Müslüman halkın sürülmesi ve yerlerine Ermeni ve Rusların getirilerek yerleştirilmesiydi. Sürgün hem savaş hem barış zamanında tüm hızıyla devam etmiştir. 1828-1920 yılları arasında iki milyondan fazla Türk nüfus sürülmüş ve bir çoğu öldürülmüştür. Sürgün ve ölümden kaçan Kafkas Türkleri ise Osmanlı Devleti’ne sığınmışlardır.

Ruslar 1828 ve 1854 yıllarında Doğu Anadolu’ya girmişler ve geri çekilirken beraberlerinde yüz bin kadar Ermeni’yi de Kafkaslara götürmüşlerdir. Götürülen bu Ermeniler, yerlerinden sürülmüş veya öldürülmüş olan Türklerin topraklarına yerleştirilmişlerdir. 1828’den evvel, bu günkü Ermenistan’ın başkenti Revan’ın nüfusunun yüzde sekseni Türk olup, eski Türk Revan Hanlığının devamı idi. 1877¬1878 savaşı sırasında Ruslar Kars-Ardahan bölgesini işgal ederek Türkleri Anadolu’ya sürmüşler ve onların yerlerine Ermenileri yerleştirmişlerdir. I. Dünya Savaşı sırasında ise Doğu Anadolu’daki dört yüz bin Ermeni ile Kafkaslar’daki dört yüz bin Türk yer değiştirmiştir. Rusların yayılmacılık politikası sonucu 1820-1920 yılları arasında altı yüz bin Ermeni Osmanlı Devleti’nden Rusya’ya, iki milyon Türk’te Kafkasya’dan Türkiye’ye göç etmiştir.[15]

I. Dünya Savaşı sırasında Ermeniler bağımsızlıklarını kazanmak için hazırlıklar yaparak silahlı birlikler oluşturmuşlardır. Ermeniler savaş sırasında İtilaf Devletleri ile birleşerek ülke içinde Türklere karşı cephe açmışlardır. Türkler için artık bu mesele öncelikle bir iç güvenlik ve devletin varlığını koruma meselesi haline gelmiştir. İlk isyan 17 Ağustos 1914’de Maraş’a bağlı olan ve ismi daha sonra Süleymanlı olarak değiştirilen Zeytun’da çıkmıştır. Maraş’taki Osmanlı üniformalı Ermeni askerleri de silahları ile bunlara katılmışlardır. Olaylar Kayseri’ye de intikal etmiş, Erzurum ve Beyazıt’taki Ermeni askerleri Kafkasya’ya kaçmışlardır. Van ve Bitlis dolaylarındaki Ermenilerde harekete geçince, isyanlar karşısında Osmanlı Devleti, tedbir almak zorunluluğu duymuş, halkın ve askerin güvenliğini sağlamak için 21 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Kanunu’nu uygulamaya koyulmuştur.[16]

Çıkarılan Techir Kanunu üzerine İtilaf Devletleri, Ermenilerin yer değiştirmesinden dolayı Osmanlı Devleti’ni kınayıp ilgililerin sorumlu tutulacağını açıklamışlardır. Osmanlı Devleti de bildiriye, bunun kendi iç meselesi olduğunu ve bu konuda hiç kimseye hesap vermek zorunda olmadığını ve devleti hükümranlık haklarını kullanmaktan kimsenin alıkoyamayacağını bildirmiştir. Ayrıca bu uygulamanın tamamiyle bir güvenlik uygulaması olduğunu, Rusların, İngilizlerin ve Fransızların idareleri altında bulundurdukları milletlere bilhassa Türklere çok zulmettiklerini örnekler vererek açıklamıştır.[17]

I. Dünya Savaşı sırasında, Doğu Anadolu’da ve Kafkaslar’da 1.200.000’den fazla Türk yerinden sürülmüştür. Kafkaslar ve Doğu Anadolu’da bir milyondan fazla Türk hayatını kaybetmiştir. Vilayât-ı Sitte diye geçen Doğu Anadolu’daki altı vilayet’teki (Van, Elazığ, Diyarbakır, Erzurum, Sivas, Bitlis) Ermeniler zorunlu göçe tabi tutulmuştu. Bütün bir savaş boyunca bir çok Ermeni hayatını kaybederken, Rus, İngiliz ve Fransız desteğinde sivil halka yönelik olarak Ermeniler tarafından yapılan soykırım sonunda bir milyondan fazla Türk hayatını kaybetmiştir. Diğer bir ifadeyle, Ermenilerden daha çok Türkler kayıp vermiştir.

30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra göç ettirildikleri yerlerden eski yerlerine geri dönen Ermeniler işgalci Batılı Devletlerden cesaret alarak, Türklere yönelik saldırılara yeniden başlamışlardır. Bunun sonucu olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun bazı bölgelerinde olaylar baş göstermiştir. Doğu Anadolu’daki Türk halkı da kendine yönelik baskı ve zulüm karşısında önlem almak zorunda kalmıştır.

Doğu Cephesi’nde Ermeni sorunu böylece çözülmesine rağmen Güney Cephesi’nde Fransız işgal kuvvetlerinden cesaret alan Ermeniler Türklere saldırılarını sürdürüyorlardı.

Milli Mücadele’de Ermeni sorunu çözümü Fransızların Adana bölgesini boşaltması ile noktalanmıştır. Eskiden beri Ermeni isyan merkezlerinden olan Haçin Saimbeyli (haçin) ve Süleymanlı (Zeytun) Ermenileri direnişlerini sürdürüyorlardı.

Fransız işgal kuvvetleri içinde yer alan Ermeniler bu bölgelerde Türklere saldırılarda bulunuyorlardı. Bu sebeple yüzlerce Türk hayatını kaybetmişti. Ermeniler 16 Ekim 1920’de Saimbeyli’den, 25 Haziran 1921 tarihinde de Süleymanlı’dan geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Buralardan çekilen Ermeniler Fransız işgal bölgesine kaçmışlardır. Fransızların 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması sonucu Güney ve Güneydoğu Anadolu’dan çekilmesi ile, Ermeniler de onları takip etmiş ve Suriye’ye geçmişlerdir.[18]

Mondros Mütarekesi’nden sonra, büyük güçler Türkiye’nin geleceği üzerinde tartışmayı sürdürürken, Türk milleti Mustafa Kemal önderliğinde Milli Mücadeleyi başlatmıştı. Doğu Anadolu’da yaşayan Türk halkı da topraklarını savunmak üzere teşkilatlanmaya başlamıştı. Kuzeydoğu Anadolu’da bu amaca yönelik teşkilatlar kurulmuştur. “Milli Şûra” adı verilen bu kuruluşların en etkilisi Kars’ta gerçekleştirilmiştir. 11 Ocak 1919’da toplanan kongre Güney Batı Kafkas Geçici Milli Hükümeti’ni oluşturmuştur. 13 Şubat 1919’da Kars’a giren İngiliz kuvvetleri Kars’taki Milli Şûra’yı tanımış, fakat komutanlığın bu bölgeye Ermeni göçmenlerin getirilmesini ve vali olarak da bir Ermeni’nin atanmasını istemesi üzerine ilişkiler kopmuştur.

19 Nisan 1919’da bölgedeki İngiliz generali Thomson, parlamentoyu basmış ve hükümet üyelerini Malta’ya sürmüştür. Bu olaydan sonra İngilizlerin Kafkasya’ya yönelik siyasetleri açıkça ortaya çıkmıştır. Gelişmeleri takip eden 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa İngilizlerin desteği ile Ermenilerin bölgedeki nüfuslarını arttırmaya çalıştıkları ve idarenin Ermenilere verildiğini ifade ettikten sonra, Türklere baskı ve zulüm yapıldığını bildirmiştir. İngilizler önce şiddetli bir propagandaya tabi tuttukları Ermenileri Türk hedeflerine doğru yönlendirmişlerdi. İngilizlerin bu politikasının sebebi Mütareke şartlarını çiğnemeden Doğu Anadolu’yu ve Kafkasları nüfus bölgelerine dahil etmekti. İngiliz subaylarının bazıları Ermeni gönüllü alaylarının başını geçerek Van, Bitlis, Erzurum, Kars ve Nahcivan’da saldırılar düzenlemişlerdir.

Bu durum karşısında Kazım Karabekir hemen harekete geçilmesini istiyordu. Kazım Karabekir Erzurum’da Enver Bey’in son Kafkasya ordusunun birliklerinden güçlü bir askeri kuvveti kurtarıp ayakta tutmayı başarmıştı. Halkın Ermenistan tehdidi altında doruğa ulaşmış bağımsızlık duygularını besleyerek bölgeyi tatlılıkla yöneten Kazım Karabekir, çok seviliyordu. Bu bölge, savaşta bütün diğer yerlerden daha çok zarar görmüştü. Rus işgali yörenin yıkılmasına ve halkın göç etmesine neden olmuştu.

Kazım Karabekir çocuklara ilköğretim ve yararlı bilgileri vermek için okullar da kurmuş, dört ile on dört yaş arasındaki çocuklara, Türk subaylarını eğitim vermekle görevlendirmiştir.[19]

İzmir’in işgali duyulur duyulmaz, İtilaf Devletlerinin bu bölgede buna benzer bir harekete kalkışmaları ihtimaline karşı, Erzurum’da Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetleri kongresi toplamak için çalışmaya başlamıştı. Erzurum Kongresi’nin toplanmasında da önemli rol almış olan Kazım Karabekir, Mustafa Kemal’in askerlikten istifa etmesinden sonra onun yanında yer almıştı. Şimdi Doğu Cephesi Komutanı olarak Ermenilere karşı yapılacak harekâtı yürütmekle görevliydi.

24 Eylül 1920’de verilen emir gereğince, Doğu Anadolu’da Kazım Karabekir komutasındaki Türk ordusu bir çok cephede saldırıya geçmiştir. 1920 Eylülü’nde Sarıkamış, 30 Ekim’de Kars, 7 Kasım’da da Gümrü Türk birlikleri tarafından geri alınmıştır. Doğu harekâtı boyunca Kazım Karabekir’in yanında bulunan yabancı gözlemciler Türk ordusunun, son derece medeni ve insani davrandıklarını, Ermenilere karşı olumsuz bir hareket içinde olmadıklarını ve intikam duygusu ile hareket etmediklerini belirtmişlerdir.[20]

Türk askerinin başarılı harekatı sonucu fazla tutunamayan Ermeni hükümeti barışa yanaşmak zorunda kalmıştır. 3 Aralık 1920’de Gümrü Barış Antlaşması imzalanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nce imzalanan bu ilk antlaşma olması ve Mesak-ı Milli’nin doğu sınırlarını kısmen belirlemesi bakımından önemlidir.

Antlaşmaya göre Sevr Antlaşması ile Ermenilere bırakılan Doğu illeri ve 1878 Berlin Antlaşması’yla Rusya’ya bırakılan Kars ve dolayları da Türkiye’ye bırakılıyordu. Ayrıca Ermeni hükümeti de Sevr Antlaşması’nın geçersiz olduğunu bu antlaşma ile kabul etmiş oluyordu.[21]

Bu antlaşma sonucu Milli Mücadele’nin Doğu Cephesi başarı ile kapanmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin saygınlığı artmış, Doğu Cephesi’ndeki birliklerin bir kısmı Batı Cephesi’ne nakledilmiştir. Gümrü Antlaşması’nı takiben Sovyet Rusya Misak-ı Milli’yi tanımıştır.

Moskova ve Kars Antlaşmaları

Sovyetler Birliği ile bir dostluk anlaşması imzalamak ve ihtiyaç duyulan maddi kaynak ve savaş malzemesini temin için Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey başkanlığında bir heyet, 11 Mayıs 1920’de Moskova’ya hareket etmiştir. Dostluk anlaşmasının şartları hazır olmasına rağmen, Sovyetler Birliği’nin Bitlis, Van, ve Muş illerinin Ermenilere terk edilmesi ve Ermeni haklarını koruyan talepte bulunması nedeniyle antlaşma imzalanmamıştır.[22]

Fakat Sovyet Rusya ile diplomatik ilişki kesilmemiş, Sovyetler 1920 Ekim ayında Ankara’ya elçi göndermiş ve Ankara Hükümeti’de 14 Aralık 1920’de Ali Fuat Cebesoy başkanlığında Türk heyetini Moskova’ya yollamıştır. Türk elçilik heyeti ile Sovyet Rusya arasında yapılan görüşmeler sonucunda 16 Mart 1921’de Türkiye Sovyetler Birliği Dostluk Antlaşması imzalanmıştır.[23]

16 Mart 1921 tarihli Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Batı’ya karşı durumunu kuvvetlendirmiştir. Moskova Antlaşması ile Sovyetler, Sevr Antlaşması’nı geçersiz sayıyor, Misak-ı Milli’de belirlenen sınırlar içinde Türkiye’yi tanıyordu. Kars, Ardahan, Artvin Türkiye’ye, Batum Gürcistan’a, Nahçıvan Azerbaycan’a bırakılıyordu.

Ayrıca, Sovyet Rusya Büyük Millet Meclisi’nin tanımayacağı hiçbir antlaşmayı tanımayacaktı. Bu antlaşma ile Türk Rus sınırı çizilmiş ve Kapitülasyonların kaldırılması Sovyet Rusya tarafından kabul edilmişti. Türkiye’ye iki tümen askere yetecek kadar silah ve cephane yardımı, on milyon altın ruble verilmesi kararı alınmıştır. Bunların yanında boğazların Türk hakimiyetinde kalması, Boğazlar statüsünün Karadeniz’e kıyı devletler tarafından belirlenmesi kabul ediliyordu.[24] Taraflar doğu da yaşayan halkların milli kurtuluş hareketi ile Rus işçilerin yeni bir toplum düzeni kurmak uğruna giriştikleri savaşta ortak noktalar bulunduğunu göz önünde tutuyordu. Milletlerin bağımsızlık hareketlerini tanıyarak diledikleri hükümet şeklini seçmek konusunda özgür olduklarını kabul ediyorlardı. Her iki tarafta birbirlerinin topraklarında bozguncu çalışmalar yapmamaya söz veriyorlardı.

Moskova Antlaşması Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin dış politikada kazandığı bir zaferdir. Bu antlaşmayla Türkiye’nin doğu sınırı çizilmiştir. Sovyet Rusya’dan alınan mali ve askeri yardım Milli Mücadele’nin kazanılmasında ve her iki devletin düşman kabul ettikleri Batılı devletlerle yapılan mücadele de önemli bir rol oynamıştır. Türkiye ve Rusya birbiri ile anlaşarak aralarında ki bütün sorunları değilse bile, sınır meselesini çözerek, iki devlet arasındaki geleneksel düşmanlığı dostluğa çevirmişlerdir.

Ancak Moskova Antlaşması’na rağmen Türkiye ile Sovyet Rusya arasındaki huzursuzluklar tamamen son bulmamıştır. 6 Nisan 1921’de Sovyet Rusya Azerbaycanlı karşı devrimcilerin Türkiye’de faaliyetlerine izin verilmemesini istemiş, Türk-Fransız ilişkilerinin düzelmeye başlamasından sonra, Yunanlılarla, Türkiye’ye karşı iş birliği yapma girişiminde bulunmuştur.[25] Ayrıca Sovyet Rusya, Türkiye’de Bolşevik propagandası girişimlerinde de bulunmuş, ancak bir sonuç elde edememiştir.[26]

Moskova Antlaşması’ndan sonra Sakarya Savaşı’nı izleyen günlerde 13 Ekim 1921’de Kars’ta Türkiye, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri ile Kars Antlaşması imzalanmıştır. Kars Antlaşması ile adı geçen devletler Moskova Antlaşmasın’da belirlenen sınırları onaylamıştır. Ermeni meselesi denilen ve Ermeni ulusunun gerçek çıkarlarından çok sömürgeci devletlerin ekonomik çıkarlarına göre şekillenen bu mesele, Kars Antlaşması ile çözüm yolunu bulmuştur.[27]

Prof. Dr. Yaşar AKBIYIK

Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı /Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 16 Sayfa: 151-156


Dipnotlar :
[1] A. Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, Ankara, 1990, s. 13.
[2] Kurat a.g.e., s. 27.
[3] Kurat a.g.e., s. 36.
[4] Kurat, a.g.e., 74.
[5] E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, VII. cilt s. 76.
[6] Karal, Osmanlı…, a.g.e., s. 291.
[7] Savaş meydanlarında bir çok madalya kazanmış olmasına rağmen Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra üzerinde hep sarı, kırmızı, yeşil renklerdeki ve Ruslara karşı Doğu Anadolu’da aldığı bu madalyasını taşımıştır. Altın Madalya, Anıtkabir Müzesi’nde bulunmaktadır.
[8] Karal, Osmanlı., a.g.e., s. 493.
[9] Karal, Osmanlı., a.g.e., s. 475.
[10] Karal, Osmanlı., a.g.e., s. 538.
[11] Geniş bilgi için bakınız, A. Ender Gökdemir, Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti, Ankara, 1988, s. 123.
[12] Sadi Koçaş, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk Ermeni İlişkileri, Ankara, 1967, s. 59; Hamza Eroğlu, Türk İnkılap Tarihi, İstanbul, 1982, s. 217.
[13] Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih (1789-1960), Ankara 1964, s. 298; Hamza Eroğlu, a.g.e., s. 222.
[14] Mehmet Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, Ankara, 1976.
[15] Justin Mc. Carthy, Ermeni Terörizmi-Zehir ve Panzehir Olarak Tarih, Ottoman Archives Yıldız Collection The Armanian Question I, İstanbul, 1989, s. 74.
[16] Süslü, Ermeniler., a.g.e., s. 110.
[17] Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul, 1976, s. 618-622.
[18] Yaşar Akbıyık, ”Arşiv Belgeleri Işığında Zeytun Ermeni Meselesinin Hali”, Belleten, C. LIV, Nisan 1990, s. 209; Kemal Çelik, Milli Mücadelede Adana ve Havalisi (1918-1922), Ankara.
[19] Kazım Karabekir’in bölgedeki eğitim faaliyetleri için bakınız. Nuri Köstüklü, “Kazım Karabekir’in Açtığı Okullar”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Temmuz, Ağustos 1985, sayı: 5-6.
[20] M. Kemal Öke, Ermeni Meselesi, İstanbul, 1986 s. 198.
[21] Atatürk, a.g.e., C. II, s. 40.
[22] Cebesoy, Moskova.a.g.e., s. 61.
[23] Kamuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), Ankara, 1991.
[24] Düstur, 3. Tertip, C. 2s. 102.
[25] Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, II, Ankara, 1977, s. 71.
[26] Mehmet Gönlübol-Cem Sar, Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası (1919-1938), Ankara, 1990, s. 23.
[27] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, Ankara, 1987, s. 233.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.