Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Mezopotamya ve Anadolu Medeniyetleri İle İlişkiler

0 22.487

Prof. Dr. Hüseyin SEVER

Zamanımızdan bir yüzyıl öncesine kadar bütün san’atların Fenikeliler tarafından icat edildiği kanaati hâkimdi. Ayrıca dünyanın yaratılışı hakkındaki bilgiler ve insanlık tarihinin başlangıcı da Fenikeliler vasıtasıyla Yunanlılara geçmiş olduğu söylenmekteydi. Mısır hiyeroglif yazısının ve çivi yazısının çözülmesiyle Fenikelilerin de bu şöhreti sona erdi.

Fransız arkeolog Schaffer’in 1929-1939 yılları arasında Lazkiye’nin 12 km. kuzeyinde ve Hatay’ın 40 km. güneyinde bulunan Ras-Şamra höyüğünde yapmış olduğu kazılarda elde ettiği çivi yazılı (tablet) arşivindeki belgelerin Alman bilgini Hans Bauer tarafından 1930 yılında çözümlenmesi sayesinde aydınlığa kavuşmuştur. Bu belgeler Akadca’nın akrabası ve Sami bir lehçe ile Kenan-Subar-Hurri dillerinde yazılmışlardır. Bu belgeler sayesinde Ras-Şamra höyüğünün M.Ö. 1850 tarihinden beri bilinmekte olan Ugarit limanı olduğu da ortaya çıkmıştır. Çivi yazılı belgelerden öğrenildiğine göre Ugarit limanı, Urfa ile Mardin arasındaki bir yerde ve dili Hurrice olup Mitanni devletine bağlı idi. Ugarit bu devirde en önemli ithalat ve ihracat limanlarından birisi idi. Anadolu’dan ve Kıbrıs’tan ithal edilen, kereste, at ve boya çeşitlerinin buradan, Haleb’e, güney Fenike limanlarına ve Mısır’a sevk edildikleri bilinmektedir.[1]

Uruk’un IV. tabakasından itibaren Mezopotamya’da ziraat işlerinin yoğunlaştığı görülmektedir. Toprağı işleyen “apin=saban” ile “apşin=sabanla sürülmüş tarla ve onu işleyen kişiye “engar=çiftçi”; kadastro işlerini yürüten memurlara “şabra veya şaşuk” adı verilmekteydi. “Arpa, buğday ve çatalsiyez” adı verilen hububat da yetiştirilmekteydi. En eski devirlerde arpanın bilinmesine rağmen buğday ve çatalsiyez bitkilerinin Mezopotamya’dan Mısır’a nasıl gittiği belgelerde görülmektedir.

Uruk’taki IV. kültür katından itibaren hububatı öğütme işlemlerinin devlet eliyle yapılmaya başlandığı görülmektedir. Bu öğütme şekli M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu’da da görülmektedir. Daha sonraları ise, bütün Ön-Asya’da küçük ölçüdeki ev değirmenciliğine dönülmüştür. Hububattan ince un öğütmeye M.Ö. 2000 yıllarında sonra ilk önce Mezopotamya’da başlanmış olup, sonra da batıya doğru yayılmıştır. Latince “simila=ince un” mânâsına gelen kelimenin, Mezopotamya’dan Anadolu yoluyla batı dünyasına yayılmış olduğunu görmekteyiz.

Mezopotamya ekonomisinde “kaş=bira” üretiminin de büyük rolü olmuştur. Biranın malzemesi olan “bulug=malt” ve onun için lüzumlu olan “bappir=bahar” ve “uluşin=çatalsiyez birası” gibi muhtelif bira çeşitleri geçmektedir. Burada bira üretimiyle ilgili meslek isimleri Sumerce’dir. Bu dönemde Mısır’da da biranın Mezopotamya ile aynı seviyede olmasına rağmen, biranın Anadolu’ya Mezopotamya’dan geldiği kabul edilmektedir.

Sumerliler’in günlük yemek öğünlerindeki üçüncü ihtiyaç ise susam yağıdır. Susam kültürü Uruk’un III. tabakasına rastlamaktadır. Sumerce “şe-giş-î=yağ ağacının tanesi”, susam anlamına gelen bu kelimenin Akadca karşılığı “şamaşşammi=nebat yağı” sözü bütün dillere yayılmıştır. Bu kelimeye, Hurri dilinde “şum-şum”, Arapça’da “sim-sim” veya sum-sum”, Grekçe “sesamas”, Yunanca “sesamites”, Türkçe “sisam” ve bugün enfes kokusuyla insanların çok severek yediği “simit” kelimesinin bu şekilde meydana geldiğini görmekteyiz. “Hurma=sulumb, yaş hurma=uhin, hurma ağacı=nimbar, hurma bahçıvanı=nukarib” kelimelerinin kaynağı da Mezopotamya’dır.

Çeşitli meslek isimleri “engar=çiftçi”, “bahçıvan=nukarib”, “muhtelif çoban isimleri=sipad-kabar-nagad-udul”, “balıkçı=şuhadak”, “ahçı=nuhadin”, “demirci=simug”, “marangoz=nangar”, “çilingir=tibira”, “berber=kinda”, “çamaşırcı=aşlak”, “dokumacı=işpar”, “saraç ev kunduracı=aşkap”, “sepet örücü=addup”, “çanak-çömlekçi=pahar”, “duvarcı=şidim” gibi meslek sahipleri ya kendi başlarına ya da amirlerinin mahiyetinde çalışırlardı. ”Amirlere=ugula” ve çavuşlarına da=ugula” adı verilmekteydi. Daha sonraları küçük ve büyük sanatlarla ilgili bu meslek isimlerine Sumerliler tarafından yüzlercesi daha ilave edilmiştir.[2]

Sumerliler’in Mezopotamya’ya nereden geldikleri kesin olarak bilinmemekle beraber, Hindistan’ın batısındaki İndus ve Pencap vadisindeki eski kültür katlarındaki arkeolojik buluntularla, Sumerlilerin en önemli şehirlerinden olan Uruk’un IV. (M.Ö. 3100) ve V. (M.Ö.2250) tabakalarındaki kültür devreleriyle çağdaş olup çok büyük benzerlikler göstermektedir. Sumerliler’in MELUHHA ismini verdikleri ülkenin İndus vadisindeki toprakları kastetmiş olabilecekleri de ihtimal dâhilindedir. Meluhha, Sumerlilerce altın, değerli keresteleri ve kıymetli (korneal) taşların ithalinden bahseden belgeleriyle tanınmaktadır. Arkeologlar da, hem İndus vadisinde, hem de Mezopotamya’da elde edilmiş ve kendisine âit tezyin motifleri olan korneal boncuklarının sadece İndus vadisinde yapılabilecekleri kanaatındadırlar. Uruk’un IV. kültür devresinde Mezopotamya ile Meluhha (İndus) arasında ticarî münasebetler en ileri safhadaydı. Bilhassa bu devrin en büyük hükümdarı olan Akadlı Sargon (M.Ö.2334-2279), Meluhha’dan gelen gemilerin Fırat boyundaki bir liman olan Uruk’a kadar yanaştıklarını iftiharla söylemektedir. Bu kadar sıkı bir yakınlığa sahip olan bu kültür mümessillerinin yakınlığının olup olmadığı, Sumerlilerin İndus vadisinden mi Mezopotamya’ya geldiği sorusunu ortaya koyuyor.

Kavimlerin tarih sahnesine çıkışında, başka kavimlerle karışıp kaynaşmasında, bazen de büyük bir güç olarak ortaya çıkmasında göçlerin etkisi büyük olmuştur. Göçler, tarihten önceki devirlerde olduğu gibi, tarihi devirlerde de belirli aralıklarla devam etmiştir. Bu göçlerden en büyüğü ve en önemlileri de Türk Dünyası’nın ruhanî başkenti olan “Uluğ Türkistan”dan olmuştur. Biz de buluntu ve belgelere dayanarak asırlarca devam eden bu göçlerin en önemlilerinden birisi de M.Ö.± 4. asır içerisinde İndus vadisinde bir müddet konakladıktan sonra, oradan Mezopotamya’ya göç etmiş olan Sumerliler’dir diyebilir miyiz? Bu sahaların otorite bilim adamları, Sumerolog ve Asiriyolog Ord. Prof. Dr. Benno Landsberger, Arkeolog-Tarihçi Prof. Dr. Helmut Schmökel ve Sumerolog Samuel Noah Kramer, Sumerlilerin M.Ö. dördüncü bin yılın ikinci yarısında kara yoluyla Mezopotamya’ya gelmiş olabileceklerini söylemektedirler.

Sumerce destan nevinden yazılmış olan belgelerin de incelenmesiyle, ilk Sumer hükümdarlarının Hazar Denizi çevresinde kurulmuş olan bir devletle sıkı ilişkiler içerisinde oldukları ve Sumer dilinin de Ural-Altay dilleriyle akraba olduğu kanaati hâsıl olmaktadır.[3]

Sumerlilerin insanlığa bırakmış olduğu kültür mirâsına gelince: Sumerliler Mezopotamya’ya göç ettiklerinde orada hazır bulup kendilerine mal etmiş oldukları kültür değerleri ile kendilerine ait kültür varlıklarını yoğurarak insanlık tarihinde en üstün medeniyetin keşfini yapmış oluyorlardı. Bu arada Mısır tarih ve kültürünün de Mezopotamya ile birlikte aynı zamanda seyrettiği halde, kendi içine dönük ve kapalı kalmasına karşılık, Sumerliler kültür ve medeniyetlerini en eski zamanlardan itibaren komşu kavimlere yaymaya ve onları tesiri altına almaya başarmışlardır. Bilhassa Sumerlilerin ilk devirlerinden itibaren Mezopotamya’da Akadlılar’la iç-içe yaşamalarından dolayı, Akadlılar’ın da Sumer kültür ve fikriyâtını sadeleştirerek Akadca’ya geçirerek başka komşu kavimlere de Sumer kültür ve mirasını sür’atle yaymaya vesile olmuşlardır. Misal alarak verecek olursak, Mısır’da da Eski Sumer Çağı san’atının izleri görülmektedir.

Mezopotamya-Anadolu arasındaki ilk ilişki Adap’lı Annemundu ile Uruk kralı Lugal-zaggesi’nin Anadolu’daki zengin keresteye sahip olan Amanos dağlarından ve yukarı memleketten bahseden Akadca bilgileri sayesinde öğreniyoruz. Akad’ların büyük kralı Sargon (M.Ö.2334-2279) ve onun hedefleri olan kralların Anadolu’ya seferleri ile Mezopotamya-Anadolu arasında hem ticaret hem de kültür alış-verişi başlamıştır. Sargon (şarru-kenu) “gümüş dağları” adını verdiği Toroslara kereste için gittiğinden, Boğazköy’de bulunmuş olan “şar tamhari=savaşın kralı” adı verilen çiviyazılı metinlerde de, Sargon’un krallığının üçüncü yılında Puruşhanda (Puruşhattum) şehrinde ticaretle uğraşan Akadlı tüccarların baş temsilcisi Nûr-Dagan’ın yardım istemesi üzerine Anadolu’ya bir sefer yaptığından bahsetmektedir. Puruşhanda şehrinin yerli halkından bazıları ile Akadlı tüccarlar arasında çıkan bu anlaşmazlığı çözerek sükûneti sağlayan Sargon büyük ganimetlerle Mezopotamya’ya geri dönmüştür. Bu suretle Mezopotamya-Anadolu ticari ilişkilerinin de en eski çağlardan itibaren mevcudiyeti görülmektedir. Daha sonraları Akad krallarından Naram-Sîn’in Puruşhanda, Kaniş, Hatti ve Kurşaura’nın da dahil olduğu 17 adet Anadolu şehri krallarının Naram-Sîn’e karşı yaymış oldukları savaşlardan bahsedilmektedir.

Akad krallarının Anadolu’ya yapmış oldukları seferlerle her iki ülke arasında hem ticaret hem de kültür alış-verişi başlamış ve kesintisiz olarak devam etmiştir.

M.Ö. 2000’lerde Mezopotamya’da Yeni Sumer kültürünün baş mümessili ve Sumer ülkesinin imâr işlerinin mimarı olan Gudea’da kitabelerinde, Anadolu’daki Hahhum’dan altın ve Urşum (=Urfa) ’dan da kereste getirttiğinden bahsetmektedir ki, bütün bu belgeler Mezopotamya ile Anadolu arasındaki ticaretin oldukça gelişmiş olduğunu göstermektedir.

M.Ö. 2500’lerden önce Mezopotamya’da şehir beylikleri devrinin yaşanmakta olduğu belgelerle sabit olup bu çağlarda Anadolu’da da şehir beylileriyle yönetilmesi ve şehir hayatının canlılığı görülmektedir.

Güney Mezopotamya’daki Ur kral mezarlarından çıkarılan çeşitli ince sanat eserleri ile orta Anadolu’daki Alaca-Höyükten çıkarılan zarif sanat eserlerinin biribirlerine benzerliği de Mezopotamya-Anadolu arasındaki her türlü ilişkinin delilleri sayılmalıdır.

Şehir beylik ve devletleri Mezopotamya’da M.Ö. 2500’lere yâni Akad hanedanına ve ondan sonra da Yeni Sumer Çağı döneminde de devam etmiştir.

Mezopotamya-Anadolu ilişkileri, Alişar, Kalkolitik ve eski bronz çağları ile, Truva’nın I. ve II. tabakalarında da devam etmiştir. Burada piktografik bitki motifleriyle süslenmiş Mezopotamya kökenli silindir mühürler bulunmuştur.

M.Ö. 2000’li yıllarda güney Mezopotamya’daki Babil ülkesinde olduğu gibi, kuzey Mezopotamya’daki Asur ülkesinde de mülkiyet anlayışı değişmiş, Sumerliler’den etkilenmiş oldukları eski devlet mülkiyet sisteminin yerine, şahsî mülkiyet sistemi görüşü hakimiyet kazanmıştır. Kısa zamanda kalkınmış olan Asur devleti ve halkı dışarı açılmak ihtiyacı duyduklarından, kendilerine yeni pazar yerleri aramaya başlamışlar ve alış-veriş şartları ve emniyet bakımından Anadolu en müsait pazar olarak benimsenmiş ve seçilmiştir. Bu sebeple M.Ö. 2000-1700 yılları arasında Anadolu ile iktisadi münasebetlere girişen Asurlular “Asur Ticaret Kolonileri Çağı” adı verilen çağı başlatmışlar, kullanmakta oldukları çivi yazısını da Anadolu’ya kazandırmışlardır.

Mezopotamya-Anadolu ticari ilişkilerini açıklayan bu vesikalara ilim âleminde “Kapadokya Tabletleri” adı verilmiştir. Bu belgeler eski Asur lehçesiyle yazılmış olup, çivi yazılı çeşitli ticari mektup, mukavele ve zabıtlar ile az sayıda da sosyal konuları (evlenme-boşanma-tazminat vs.) kapsamaktadırlar. Belgelerin büyük çoğunluğu Kayseri-Sivas demiryolu üzerindeki ve Kayseri’ye 25 km. mesafede bulunan Kültepe (=eski adı Kaniş)’de 1948 yılından zamanımıza kadar yapılan resmi kazılarla gün yüzüne çıkarılan çivi yazılı belgelerin sayısı 30 binin üzerindedir. Kapadokya tabletlerinden Alişar ve Hitit devletinin merkezi ve başkenti olan Boğazköy (eski adı=Hattuşaş)’den, az miktarda da başka şehirlerden elde edilmiştir.

Asur Ticaret Kolonileri Çağı adı verilen M.Ö. 2000-1700 tarihleri arasında, çivi yazısı bir yandan Anadolu’ya girmiş, bir yandan da Hitit İmparatorluk döneminde (M.Ö. 1650-1200), sadece Anadolu değil, Mısır hudutları da dahil olmak üzere, bütün Ön-Asya ile, Suriye ve Filistin sâhâlarında da çivi yazısı kullanılmıştır.

Amarna Çağı adı verilen M.Ö. 1400-1300 tarihleri arasında ise Mezopotamya’dan bütün Ön- Asya’ya yayılmış olan bu dil ve yazı devletler arası muhabere dili hâline gelmiştir. Bu dilden Mısır ve diğer Ön-Asya devletleri de istifade etmişlerdir.

M.Ö. 1100’lerden itibaren İsrailliler (Yahudiler)’de Asurlular ve Babilliler’le yakın ilişkileri sayesinde Mezopotamya kültürünü onlar da benimsenmişlerdir. İslam âleminin camilerinde cemaatı namaza çağırmak maksadiyle inşa edilmiş olan minarelerin de, Sumer-Babil kültürünün sembolü olan “zikkurat” adı verilen basamaklı kulelerden esinlenmiş olabileceklerini ve onların izlerini görmezlikten gelemeyiz.

Baharın müjdecisi ve öldükten sonra yaniden dirilişin sembolü olan ve bütün Türk Dünyası’nın sevgiyle kutladığı, kararan gönüllerin aydınlığı, geleceğe neş’e ve ümitle bakıldığı NEVRUZ da zamanımızdan beş bin yıl önce Sumerliler tarafından kutlanmakta olup, bütün Türk Dünyasına Sumerliler’den kalma bir kültür mirasıdır.

Mezopotamya’da Sumer ekonomisi tarıma dayalı olup, onlar için bolluk ve bereketin önemi çok büyüktür. Bu sebeple ölü tabiatı yeniden canlandırmak üzere, aşk tanrıçaları olarak saygı duydukları, güzelliği diller destan, güzeller güzeli İnanna (Babilcesi İştar) ile çoban tanrısı Dumuzi evlendirilmekte ve her yıl ilkbaharda bu muhteşem kutlamalar tekrarlanmaktadır.

Asur Ticaret Kolonileri Çağında kolonistlerin Anadolu’daki merkezi Kültepe (=Kaniş) olmuştur. K#rum ve Wabartum adı verilen diğer şûbeler, baş merkez olan Kültepe’ye bağlıdırlar ve buradan tâlimat almaktadırlar. Asurlu büyük sermaye sahipleri şirketler kurarak, buradan da Anadolu’ya yayılmışlardır.Bunların “tappaN” adını verdikleri ortakları ve “samallN” adını verdikleri ticari ayanlar, onların yardmcıları bu şirketler adına ve kendi hesaplarına Anadolu’nun taleplerine uygun olarak getirdikleri maddeleri kara eşek kervanları ile Asur’un kuzeyindeki en son şehri olan Urşum (URFA) ’dan hareketle iki yol takip ederek 6 hafta içerisinde Anadolu’daki merkez kşrum olan Kültepe (=Kaniş) ’ye varıyorlardı.

Birinci, kuzey yolunun güzergâhında, Cizre-Nusaybin civarında bir yerde olması gereken Nihria, sonra Fırat nehri geçidi, Şamuha-Hahhum-Timelkia-Tegerama-Tahmasu-Gürün-Uzunyayla üzerinden Kültepe’ye ulaşmaktadır.

İkinci, güney yolu Qatara-Eluhut-nehir geçidi-Manna-Hurama ve Luhuzattia üzerinden Kültepe’ye varmaktadır. Bu güzergâh bugünkü coğrafi yerleşmeye göre Harran (Urfa) ’dan çıktıktan sonra batıya doğru Maraş-Göksun-Kemer-Sarız ve Zamantı vadisi üzerinden yine Kültepe (=Kaniş) ’ye bağlanmaktadır.[4] Kervanların yollardaki emniyetleri Anadolu’daki beyler tartından sağlanmaktaydı.Bu sebeple bütün yol güzergâhı boyunca karkollar kurmuşlardır.

Asurlular getirdikleri mallara karşılık Anadolu halkının istihsal ve imâl ettikleri kıymetli taşları, maden çeşitlerini, bilhassa altın, gümüş ve bakırla değiştirerek, bunları Asur’a nakletmişlerdir.

Koloni Çağı’nda Anadolu’daki en önemli keşiflerden birisi bakır ile kalayın karışımından (alaşım) meydana getirilen TUNÇ (veya BRONZ) adı verilen madenin meydana getirilmesidir. Anadolu’da bol miktarda bakır bulunmasına rağmen, kalayın çok az olması sebebiyle Asurlu tüccarlardan bol miktarda kalay talebinde bulunmaktaydılar. Bu madene Anadolu’da ihtiyacın fazla olması yüzünden, tüccarların getirdikleri süs eşyaları, parfümler ve kumaşlardan alınan vergi (nishatum) oranı yüksek olmasına karşılık, kalaydan %2,5 ve %3 nisbetinde vergi alıyorlardı.

Tüccarların kervanları baş merkez (Kaniş) veya diğer merkezlere uğradıklarında kumaşların ve diğer süs eşyalarının %5’i saraylarda nishatum vergisi olarak alınmaktaydı. Aynı zamanda getirilen malların ilk hakkı saraya tanınmaktaydı. Asurlu tüccar Asur’dan getirdikleri kumaşların yanında Anadolu (yerli) halkın dokuduğu kumaşları da sattıkları çivi yazılı belgelerde bahsedilmektedir. İthal kumaşlar Asur, Babil ve şimdiki kuzey Irak’taki Tell-el-Rimah şehrindeki bayan İltani’nin dokuma tezgâhlarının varlığından bahseden belgeler, Kültepe (Kaniş) ’deki I/b kültür katı ile çağdaştır. Bayan İltani’nin tezgâhlarında çok sayıda işçi çalışmaktadır. Yazılı belgelerden bir kısmı dokuma tezgâhlarında çalışanlarla ilgilidir. Bir kısmı da kumaş talebi hususunda yazılmış mektuplardır.[5]

Kültepe metinlerinde Asur’dan Anadolu’ya dokuma ürünleri gönderen 20 civarında bayan ismi geçmektedir. Bayanların içinde en ünlüleri Lamassi’dir. Bayan Lamassi’nin Anadolu’da bulunan Asur’lu tüccar Puşu-ken’e yazmış olduğu mektuplarda, Anadolu’ya kervanlarla gönderdiği kumaşlarla ilgili konular büyük yer tutmaktadır. Bu mektuplarda kumaşların kaliteleri, ölçüleri, kullanılan yün ve ipliklerin cinsleri ile dokuma tarzları hakkındaki bilgiler de belirtilmiştir.

Mezopotamya’da dokumacılığın yaygın olması, bu yüzden de talebin fazla olması sebebiyle pahalı oluşundan dolayı, yün Anadolu’dan ve diğer komşu ülkelerden temin edilmekteydi.[6]

Kültepe metinlerinde geçmekte olan tekstil ürünlerini: A) Anadolu’da dokunan yerli kumaşlar, B) Asur’dan (Mezopotamya’dan) ithal edilen kumaşlar olmak üzere iki grupta incelemek gerekmektedir.

A) Anadolu’da dokunan yerli kumaşlar:

  1. Pirikannum: Kt. h/k-76 numaralı belgede (st. 15-19) bu kumaştan bahsedilirken, “Mama (şehrinin) pirikannu kumaşının yalatuvar şehrindeki tüccarın adresine benim için gönderiniz” sözü geçmektedir. Bu kumaş hakkında çok sayıda belge vardır. En yenilerinden ikisi Kt. s/k -44 ve Kt. 78/k 22’dir.
  2. Epişum: Pirkannum gibi tanımlanmaktadır. Kıymetli bir kumaştır.
  3. Sabtinum: Bu kumaş cinsi de Pirkannum ile birlikte geçmektedir. Kt. n/k-1099, st.: 18’de bu kumaşın çeşitli kalitelerinin olduğu belirtilmektedir.
  4. DizabNm: Bu kumaşın pirikannum’dan daha kıymette ve kalitede olduğu belirtilmektedir.
  5. Menunianum: Bu kumaşında pirikannum cinsinden olduğu belirtilmektedir.
  6. Anianim/Anianiam: Kt. n/k-572 numaralı metinde “Anian şehrinin iyi cins kumaşı” sözü geçmekte olup, bu yer isminin Boğazköy metinlerinde geçen Ani yer adına ait bir kumaş olduğu anlaşılmaktadır. (Bilgiç-Bayram, AKT II 1995)

B) Asur’dan (Mezopotamya’dan) ithal edilen tekstil ürünleri:

  1. Abarna/Abarnium: Bu kumaşın Anadolu’da satış fiatı 45 şeqel ağırlığındaki gümüş karşılığıdır. Kt. n/k-1067 ve Kt. n/k-1653 envanter numaralı Kültepe tabletlerinde “ Abarna kumaşı” şeklinde geçmektedir.
  2. Subatum şa Akkidie: Babil’den ithal edilen bir Akad kumaşıdır. Kaliteli ve pahalı bir kumaş cinsidir.
  3. Kutanum: Kültepe (Kaniş) metinlerinde en çok geçen bir kumaş cinsidir. Çok kaliteli olup, daha çok saraylarda oturan mensuplara tüccarlar tartından hediye edilmektedir. Kutanum kumaşının yünden imal edildiği hususunda bilgi verilmektedir. Kutanum kelimesinin Akadca kitu veya kitunnu “=KETEN” anlamı hakkında başka dillere de geçtiği anlaşılmaktadır. Asurca ketannu, İbranca kuttonet, Süryanca kutinna, Arapça kettan kelimeleriyle ilgisi de dikkat çekicidir. Kt. n/k-1099 numaralı belgede “kralın (beyin) giyeceği 10 adet (10 elbiselik) kutanu kumaşı” sözü geçmektedir.[7]
  4. Buranum: Metinlerden kaliteli ve pahalı bir kumaş olduğu anlaşılmaktadır.
  5. Kamsum/Kamsitum: Kt. n/k-1099 numaralı belgede “ 5 adet iyi kamsutum elbisesi” olarak geçmektedir. Ve kaliteli bir kumaştır.
  6. Kusitum: AKT II, no. 10 metninde, st.1-7: “K#rum dairesi kralın (beyin) kusitum elbiselerinin fiatı olarak 35 şeqel gümüşü Enna-Su’en adlı tüccara kralım (beyin) hesabından ödendi.” Sözü geçmekte olup, kaliteli bir ithal kumaştır.
  7. Lubuşum: Anadolu’da umumiyetle lubuşum kumaşının beyazı tercih edilmektedir. Kaliteli ve pahalı bir ithal kumaştır.
  8. Makuhum: Bu kumaşın taşınması Anadolu’da toplar halinde ve arabalarla alınmaktadır. Çok kullanılan ithal kumaşlardandır.
  9. Namassuhum: İyi cins bir ithal kumaştır.
  10. Nibrarum: Anadolu’ya gelen ithal kumaşlardandır.
  11. Raqqutum: Asur’dan ithal edilen pahalı bir kumaştır. Bu kumaşın yalnızca Asurlu tüccarların kendi evlerinde muhafaza edildiği kaydedilmektedir. Kutanum, Abarnium kumaşları gibi kaliteli olduğu yazılmaktadır.
  12. Surum: Bu kumaş hem kalayın nakledilirken üzerine sarıldığı, hem de elbise yapmakta kullanıldığı anlaşılmaktadır.
  13. Yulupkaum: Kt. 78/k-167 numaralı ve Kt. n/k-1099 numaralı metinlerde raqqutum ve kusitum kumaşları ile birlikte geçmekten olan kıymetli bir ithal kumaştır.

Tartı sisteminin esası olan altmışa göre hesap yapma usulü Sumerce tabirlerden alınmış olup, o zamanki dünyaya yayılmıştır. Yaklaşık 500 gr. (=yarım kg.) karşılığı ağırlık ölçüsü birimi olan, Grekçe mna ve Latin dilinde mina Sumerliler’den Akadlılara’a oradan da bütün diğer dillere geçmiştir.

Mezopotamya’da en eski yazı örneklerinin ele geçtiği devirlerde altılık ve altmışlık hesaplama sistemi ile onluk hesap sistemi birlikte yanyana yürütülmüştür. Tartı ve zaman ölçülerine altmışlık sistemin esas alınması, 60 sayısının 6,5,4,2 sayılarıyla kolayca bölünebilme özelliğinden dolayı tercih edilmiş olması yerinde bir buluştur. Zaman ölçüsü olarak saate bu sistem Sumerliler’in buluşu olup günümüzde de hâlâ kullanılmaktadır.

Anadolu’da, Kültepe (Kaniş), Pruşhanda, Hahhum ve Kussara gibi büyük şehirlerde büyük bey (=rub#’um rabi’um) veya büyük mahalli krallar vardı. Diğer şehirlerdeki Bey (rub#’um) veya kral adı verilen kişler de büyük beye bağlı idiler. Normal olarak kendine bağlı şehri ve yakın çevresini idare eden müstakil beyler (rub#’um) de vardı. Kültepe’den çıkan yazılı vesikalarda görüldüğü üzere, kendi ülkesini müstakil olarak idare eden, kadın beyler de (rub#tum) vardı. Ayrıca eşi rub#’um veya rub#’um rab#’um adı verilen yerli beylerin kadınları da ülkenin idaresinde hem söz sahibi ve yetkili olarak, hem de yardımcı olarak eşleri ile birlikte ülkeyi idare etmekteydiler.

İkinci sayfada bahsedilen memuriyet ünvanlarından da anlaşıldığı üzere şekillenmiş saray teşkilatları vardı. Asurca “targumannum=tercüman” da hem saraylarda hem de tüccarlarla yerli halk arasında kullanılmaktaydı. Beylikler ve şehirler kendi içlerinde halkının işlerini sistemli ve kontrollü yürütmek makdsadıyla bir nev’i “LONCA” diyebileceğimiz idare sistemi kurmuşlardır. Koloni Çağı’ndaki bu sisteme, Orta Çağın “LONCA” sisteminin bir başlangıcı olarak kabûl göreceği kanaatnı taşımaktayız.

Asurlular ile Anadolu halkı arasındaki ilişkilerin sadece ticarî açıdan olmadığı, aile hukuku ile ilgilşi evlenme-boşanma gibi sosyal konularda az sayıda da olsa yazılı belgeler mevcuttur.Bu ilişkiler daha çok Anadolu (yerli) bayanlarla Asurlu tüccarların gençleri ve bekârları arasında olmaktadır. Burada evlenme akdi beş şahitli olup, şahitlerden üçü yerli (Anadolulu) bayan, ikisi de Asurlu tüccar tarfındandır. Bu zamanda Anadolu’da kadın-erkek eşitliği vardır. Mezopotamya’daki kölelik olayı ve dolayısıyla da kadınları para ile köle gibi alıp-satma olayı Anadolu’da yoktur. Kız ve erkek çocukları küçük yaşta nişanlama adı verilen “BEŞİK KERTME” Anadolu’da da vardır.[8]

Prof. Dr. Hüseyin SEVER

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 1 Sayfa: 451-456


Dipnotlar :
[1] Landsberger (1942). Landsberger, B.; “Ras-Şamra’da Bulunan Çivi Yazısı Vesikalarının Kültür Tarihi Bakımından Önemi” (Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt I, sayı 1 (1942), sayfa: 85-90).
[2] Ladsberger (1944); Landsberger B.; “Sümerliler (Türkçe) =Die Sumerer (Almanca) ”, A. Ü. D. T. C. F. D. Cilt I, sayı 5 (1943), Sayfa 89-102; Landsberger, Benno, “Mezopotamya’da Medeniyetin Doğuşu”, A. Ü. D. T. C. F. D. Cilt II, sayı 3 (1944), sayfa 419-429- Ankara.
[3] Bilgiç- (1982), Bilgiç E. “Atatürk, Fakültemiz ve Kürsümüz, Sümerlilerin Tarih, Kültür ve Medeniyetleri” (D. T. C. F. Atatürk’ün 100. Doğum Yılına Armağan Dergisi; A. Ü. Basımevi-sayfa: 75¬121, Ankara-1982).
[4] Bilgiç-1954; Bilgiç, E, “M. Ö. İkibin Yıllarında Mezopotamya-Anadolu Arasındaki Ticari İktisadî Münasebetler” (9. Coğrafya Meslek Haftası 22-29 Aralık 1954-Ankara).
[5] (Dalley-1977); Dalley, S., “Old Babylionian Trade in Textiles of Tell-Al-Rimah”, Trade in the Ancient Near East, (Uluslar arası XXIII. Assyrioloji Kongresi, s. 155-159, Londra-1977).
[6] (Günbattı-1994); Günbattı, C., “Kültepe Tabletlerine Göre Kadınların Ticari Faaliyetleri Hakkında Bazı Gözlemler”, (XI. Türk Tarih Kongresi Bildirileri I, s. 191-200, Ankara-1994).
[7] (Veenhof-1972), Veenhof, K., R., Aspects of Old Assyrian Trade And Its Teminology, Leiden-1972.
[8] Sever- (1992); Sever, H., ” Anadolu’da Nişanın Bozulması Hakkında Verilmiş Kaniş K#rumu Kararı”, Belleten LVI, sayı: 217, s. 667-675, T. T. K. Basımevi- Ankara-1992; Sever- (1995): Sever, H., ” Yeni Belgelerin Işığında Koloni Çağında (M. Ö. 1970-1750), Yerli Halk İle Asurlu Tüccarlar Arasındaki İlişkiler” Belleten Cilt LIX, sayı: 224, s. 1-16, T. T. K. Basımevi, Ankara-1995.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.