Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Menteşe Adalarına Yolculuk

0 12.336

Nazan SEZGİN

Orta çağ Türkiyesinin batısında bir zamanlar Denizci Türkmen beylikleri vardı. Bunlardan biri de başkenti Milas’taki Beçin kalesi olan Menteşe beyliği idi. Menteşe korsanları   Rodos ta ki  Sen Jan şövalyeleriyle mücadele eder, Rodos ve civarında ki adalar bir alınır bir verilirdi. Şimdilerde İtalyanca ve Yunanca’dan tercüme edilen şekliyle 12 adalar (Dodekanesi) dediğimiz bu adalar aslında tarihimizde Menteşe adaları adıyla geçmekteydi. Menteşe beyliği sonunda diğer denizci beylikler gibi bir şekilde   Osmanlılara katıldı, 1420’ler de filan. Beçin de tarihe karıştı.  Ege Üniversitesi Sanat Tarihi bölümü orada kısıtlı imkanlarıyla kazılar yapıyor, devlet elini uzatsa bu kale Türkiyenin Elhamrası olabilir. Menteşe beyliğinin mimari mirasından kalanlardan en bilineni İlyas bey camisi. Menteşe Beyliği tarihiyle de Pol Wittek adlı bir tarihçi ilgilenmiş. Bu unutulmuş beyliğin bir de Türk araştırmacısı var, önde gelen tarihçilerimizden Menteşelü Mübahat hanım, Prof. Mübahat Kütükoğlu. Menteşe’ye bağlı Bodrum’un Osmanlı Dönemi arşivlerinden gün ışığına çıkan çalışmalarda önemli bir tekne yapımı merkezi olduğu anlaşılıyor. Bodrum tekneciliği yeni bir şey değil yani. Peksimet köy kıyılarında ise reis mezartaşları denizcilik tarihine tanıklık ediyor. Etrafları kazılsa daha kimbilir neler çıkacak da önemli olan Mavsolos’un mezarı, hani İngilizler götürmüştü ya… Reis taşları Deniz Kuvvetlerinin bile umrunda değil. Urlada ve Çeşmede de bir sürü var onlardan.   

Bu Menteşe adalarını da artık bir görsek diye niyetlendik, hani Kos, mos, Kalimnos, Rodi  v.s.  Rodos’ta ilk götürüldüğümüz yer Eski Çağ’ın ünlü Rodos heykelinin bulunduğu liman, heykel Güneş tanrısı Helios adına dikilmiş aslında fener miş te, zelzeleye kurban gitmiş. Ayakların bulunduğu yere bir dişi bir erkek ceylan heykeli sonradan kondurulmuş, Rodos aynı zamanda bir ceylanlar adasıymış, yılanı da çok olduğu için bu yılanlar ceylanların ayakları arasında ezilirmiş. Hatta kanalizasyon kapaklarında bile Ceylan kabartmaları var. Rehberimiz İstanbul Rumlarından beyefendi bir genç, limanda Mitoloji anlatıyor, bir İtalyan yapımı kiliseye götürülüyoruz, şimdi Ortodoks kilisesi tabii, çıkışta karşıdan görünen dağları gösterip Marmaris diyor, Vayyy ! Ne kadar da yakın, insan ister istemez içerliyor. Daha da yakını var, İstanköy (efendim ? ne dediniz ?) ve Kalimnos.  Rehberimize Murat Reis Camisini soruyoruz, Türk mezarlığı mı ? diyor ileride diye tarif ediyor, sonra bizi kale içine götürüyor, istikamet Şövalyelerin Üstadlar Sarayı, Şövalyeleri sonraya bırakarak biraz yol üzerinde gördüğümüz Soykırımı anıtı ve Rodos Yahudilerinin tarihini anlatmaya çalışalım. DP zamanında milletvekilliği yapmış Yahudi tarihçi Avram Galante Rodos asıllı bir T.C. yurttaşıdır, Filistinde Arap denizi ortasında  bir Yahudi devleti kurulmasına karşı çıktığı, bunu yanlış bulduğu rivayeti vardır. Cemaati ile küsüşmüştür.  

Kale içindeki Yahudi Mahallesi’nin girişindeki meydanda Soykırım Anıtı, Rodos’ta 1944 te ki Alman işgalinde toplama kampına gönderilen 1500’nin anısına dikilmiş. Sokak içinde Yahudi Sinagog’u müzesi. Müze içinde duvarlarda çok ayrıntılı bilgiler. Sen Jan Şövalyeleri din değiştirmeyen Bizans’ın Romanyot Yahudilerini adadan atmış, 1522 de Rodos’u alan Kanuni İspanyadan sürülen Sefaratları buraya yerleştirmiş, ticareti geliştirmek için. Osmanlı korumasında geçen 400 huzurlu yıldan sonra 1912 de Adaları bizden koparan İtalyanların faşist baskıları üzerine Yahudi gençleri Amerikaya göçmeye başlamış.

Müze içinde ki Soy Kırımı odasında bizim gurur duymamız gereken iki tablo asılı. Birinde ölüme giderken cemaatin kutsal metinlerini Rodos müftüsüne teslim edişi ve Müftünün kim olduğu yazılı. Bu metinlerden biri 800 yıllık bir Tevrat imiş. Yahudi cemaati ne Rum ne İtalyan kiliselerine değil, bir Müslüman Türk din adamına güvenmiş. Metinler Kale dışında ki Murat Reis camisinde saklanmış, Alman bombardımanından böylece kurtulmuş, eski müftülük binası da Murat Reis Külliyesi içinde. Diğer tablo da herkesin bildiğini sandığım hikaye, Rodos konsolosu Selahattin Ülkümen’in 42 Yahudiye T.C pasaportu vererek onları ölümden kurtarışı ve Bene Berit dahil bir çok Yahudi kuruluşundan ödül alışı. Konsolos un hamile eşide Alman bombardımanından nasibini almıştı. Bunların laf ebesi  filozofları çoktur, ama “düşmanın da insan olduğunu unutma” diyen bir Hacı Bektaş Veli, bir Yunus yetiştiremedikleri işledikleri cinayetlerden bellidir.  Bütün cephelerde bozgun içindeyken dahi bir avuç fukara Rodos Yahudisi ile uğraşacak kadar küçülmüşler. Irkçılık ta küçüklere mahsustur aslında. Toplama kampından kurtulan az sayıda Rodoslu Yahudi gencinin ve Hür Avrupa Ordusunda Amerikan Üniforması altında Nazilerle savaşan Rodoslu Yahudilerin fotoğrafları sergileniyor. Sosyal hayata ait fotoğraflar, Osmanlı Yahudilerinin gündelik yaşamları v.s. Görülmeye değer bir müze, adalara yolu düşeceklere hatırlatalım.

Bugün Rodos’ta Yahudi yokmuş, Müze görevlisi bile Yunanlı, Türk olduğumuzu anlayınca bizden hiç hoşlanmadı zaten.

Almanlar, Yahudileri hiçbir zaman sevmemiş olan Yunanlıların menfaatine etnik temizlik yapmış.

Soykırım meydanındaki papağanların sahibi kafeteryacı Ahmet, komşusu Mehmet, biraz ötede Baklavacı Ahmet, Kuyumcu Balcı, hatıra eşya satan Emine hanım rastlayabildiğimiz Türk esnafı. Aksanlarına şaşırmayın, onların yaşlılarıyla İzmirde çok komşuluk etmiştik, onlarda çok iyi Türkçe bilen Yunanlı aksanı yoktu. Adada kalan Türklerin gençleri şimdi dilin folklorlaşması yani aile içine hapsedilmesi olayını yaşadığı için, bu ne biçim Türkçe ? denebiliyor maalesef !.

RODOS ŞÖVALYELERİ : 

Bunlar Sen Jan şövalyeleridir. Yani Yahya Peygamber’e bağlı askeri bir tarikat. Haçlı Seferleri sırasında hasta bakmak için Kutsal Topraklara gelmişler, bir adları da Hospitalier Şövalyeler. Kudüs Şövalyeleri de deniyor. Mısır/Suriye de ki Türk Memlükleri tarafından tutundukları Suriye kıyılarından kovulunca önce Kıbrıs, sonra Rodos Adasına yerleşmişler. Bodrum da ki müze kale de onların eseri. 1522 de şövalyeler adayı anlaşma ile Kanuni’ye teslim ettikten sonra Malta Adasına göçmüşler. Eğer Turgut Reis şehit düşmeyip Malta’yı alabilseydi kimbilir nereye taşınacaklardı.

Şövalyeler adada yüklü bir miras bırakmış. 1912 de İtalya Rodos ve mücavir adaları işgal edince hızla Şövalyelerin harap durumdaki mirasını onarma işine girişmiş. Kodaman Şövalyelerin oturduğu Üstadlar Sarayı’nı Mussolini yazlık olarak kullanmak istediği için İstanköy adasından bir tapınağın mozayiklerini taşıtıp sarayın tabanlarına döşetmiş. İtalyadan getirilen Orta Çağ mobilyaları da cabası. Rehberimizin dediğine göre duvar yazılarından birinde ”Tanrım bize bu adayı tekrar nasib ettiğin için şükürler olsun“ gibilerden bir şeyler yazılıymış. Bana kalsa bu saray Avrupa Ortaçağı’nın soğuk, karanlık yapılarından biri. Saraydan Şövalyeler sokağına çıkılıyor, şövalyelerin saray yavrusu evleri şimdi konsolosluklara ait binalar. Bunlardan birinde Talihsiz Cem Sultan’ın yaşadığı Türkçe ve İngilizce bir plaket ile hatırlatılıyor. Karşısında ki bahçeye Türk bahçesi denmiş, Şehzade yarı hapis yaşadığı için şehir dışına çıkamaz, bu bahçede vakit geçirirmiş.. Sokakta Şövalyelerin hastanesi ve Osmanlı döneminden kalma bazı duvar ve meydan çeşmeleri var ki rastladığımız zarif çeşmeler Rodosta gördügümüz en güzel eserlerden. Osmanlıca yazıları bile üzerlerinde duruyor. Güzel olan ne varsa Osmanlı ve İtalyan işgali döneminden kalanlar. Betonlar da Yunan zevksizliğini yansıtıyor. (ne kadar da benzeşiyoruz ! ).

Rodos Avrupalı turist kaynıyor, anlaşılan Katolikler için bir nevi hac yeri. Başbakanımızın dediğine uymuşlar en az üç çocuk. Dört/beş çocuklu aileler de var. Sarıların nüfusu  artarken esmerler Afrikada ve Orta Doğu da biribirini kırmakla meşgul. Ahir zamanda Haçlı Seferleri böyle yapılıyor. Biz ise Avrupa nüfusu yaşlanıyor diye kendimizi kandırıyoruz.

RODOS’ta TÜRK MİMARİSİ:

Merkez de Türklere ait sivil mimari örneklerine pek rastlamadık, evlerden biri restore edilmek üzere kapatılmış durumda. Zamanın tahribine böyle terk ediyorlar. İtalyan işgali sırasında Hermes Balducci adlı bir mühendis Rodosta Türk Mimarisi adlı bir kitap yazmış. Bu kitap İtalyanların Türk casusu diye hapse attığı merhum Celaleddin Rodoslu tarafından çoktan Türkçeye çevrilmiş ve TTK tarafından yayınlanmışıtır. Balducci incelemelerini gıptayla anlatmıştır. Mimari eserlerin rölevelerini de çıkarmıştır. Murat Reis Külliyesinde ki Türbelere varıncaya kadar. Bunlardan biri de son Kırım hanı Şahin Giraya’a ait. Balducci’nin giderken Receb Paşa camisinin çinilerini de götürdüğü bir sanat tarihçimiz tarafından söylenmiştir. Bu cami de şimdi kapalı. Kitap Rodos ve Rodos şövalyelerini anlatan çevirmenin eklediği dip notları bakımından zengin bir tarih kaynağıdır. Meraklılara duyurulur. Rodos’a gitmeden önce okumalarında fayda var. Meraklılar için bir diğer kitab Dr. Neval Konuk’un yakın zamanlarda yazılmış Adalarda Osmanlı Eserleri adlı kapsamlı araştırma kitabıdır.

Bizden kalma bir kütüphane var. Hafız Ahmet ağa kütüphanesi. Yeni restore edilmiş bir 18.yy. eseri, burayı kalan Türklerden yaşlı bir çift bekliyor. Kütüphane’nin içindeki el yazmaları kısmına girilmiyor. Kapısında Müslüman Kütüphanesi yazıyor. Türk değil. Çünkü Yunanistan da Türk azınlık yok, Müslüman azınlık var imiş. Lozan Zaferi(!)nde kayıtlara böyle geçirilmiş, rivayet çok. Venizelos’un ricası üzerine olduğuna dair. Vakıf Mütevellisi İstanbulda yaşıyormuş. Bitişiğinde ki İmaret kısmı ise şimdi sanat galerisi olmuş. Karşısında Süleyman Camisi, Kanuni yani. O da kapalı. Çaprazında ise Rodos Müftülüğü binası var. Kale içinde ki camilerden yalnız İbrahim Paşa camisi açık. Makbul İbrahim paşa camisi, sonra maktul ya işte o paşa !. Rodos’un fethinde çok katkısı olmuş. Biz burada cemaati bile olmayan kiliseleri tamir ettirip duralım! Taşımalı cemaatle de Papaz Bartolemeo ayin yapıp onları açsın.

Rodos’ta Albert Gabriel ve Hermes Balducci’nin kayda geçirdiği Kale çevresi Osmanlı mezarlıkları çoktan tarihe karışmış, onu da belirtelim, tarihi mezarlık olarak şehirde Murat Reis külliyesinin haziresinden başka bir şeye rastlamadık.

MURAT REİS KÜLLİYESİ’nin HALİ :

Murat Reis Adanın fethine iştirak etmiş ve çok uzun ömür sürmüş bir Türk Denizcisi. Kale dışında Mandrake Limanı denen tarihi Rodos fenerinin bir zamanlar bulunduğu iddia edilen yere çok yakın ve, deniz kıyısında. Burayı da yaşlı bir Türk karı/koca bekliyor. 400 yıllık Türk mezarlığının son bekçileri. Safevi hanedanın tahtından vaz geçen son hanı Şah Safi’nin türbesi de burada. 1756 da vefat eden Şah Safi’nin Rodosta hükümdarlara layık şekilde karşılandığı Dr.Neval Konuk’un  kitabında yazılıdır. Hazirede ki Türk mezar taşlarının hepsi birbirinden güzel ve sanatlı. Yüksek rütbeli Osmanlılara ait oldukları kavuklarından belli oluyor. Hazirenin bir kısmını kafeterya yapmışlar en güzel türbelerden biri, içindeki mermer sandukayla birlikte bu kafeteryaya dahil edilmiş, gidenler görecektir. Murat REİS camisi kapalı. Giriş Yassah !. Türbesi açık, ziyaret ediyoruz. Bir defter açılmış. Bizden önce iki hanım gelmiş, bizim gemiden, Osmanlı eserlerinin bakımsızlığı karşısında duydukları üzüntüyü belirtmişler. Artık Osmanlılar eskisi gibi dışlanmıyor bu ülkede. Özellikle yeni yetişenler ezberci değil. Ben de bir şeyler karaladım ve, 1947 yılında Menteşe Adalarına Yunan bayrağı çekilirken kulağını üstüne yatan İsmet İnönü’ye takdir (!) hislerimi ifade ettim. Hayranları gücenmesin de belki 100 yıl dolunca azizler(!) arasına alınabilir diye düşünüyorum. Menteşe Adalarının verilmesiyle (yoksa 12 ada mıydı, neydi ??) Deryaların Menteşelü beylerinin, Murat reislerin, Şükrü Kayaların, Dr.Reşit Galib’lerin ki o da Rodoslu’dur, adada 400 yıldır yatmakta olan mevtanın sadece kemikleri sızlamakla kalmamış, bizim de nefes borumuz kıyılarımıza sokulan adeta 12 Yunan muhribi ile tıkanmış, yolumuz kesilmiştir. Akdenizde mevzi kaybetmişizdir. Ayrıca da 2.5 milyon turist. Bahaneler, oynamayı bilmeyenin yerim dar demesi sözünü hatırlatır ancak ! Baba Papandreu’unun bütün korkusu ya Türkler uyanırda adaları geri isterse imiş. Endişelenmesine gerek yoktu, Türkler uyanmaz, uyansaydı AKP tarafından üstüne 16 kardak daha verilmezdi. Onlar da Özal’ın ifadesiyle, verileni dahi almaktan korkan son Osmanlı Paşsı İnönü gibi cömert çıktı. Gelinde 1996 da “O bayrak oradan inecek“ diyen Tansu Çilleri anmayın bakalım. Yiğit kadınmış, biz anlamamışız. Bayrağı indiren kahramanlar darbecilikten içeri alındı, ya? … sen misin ?  

Menteşe adaları  elden giderken Rodos’lu Yunus Nadi (Abalıoğlu) ve ailesinin ve Cumhuriyet gazetesinin acaba hiç itirazı olmuşmudur ? merak etmedeyim. Cumhuriyet gazetesi zamanın havuzudur, iktidara yakın! Adaların elden gittiğini yazmaya kalkışsa da kapatma cezasını alıverirdi. Yeni Cumhurbaşkanı adayımız Ekmelettin İhsanoğlu’nun annesinin de İtalyan işgali üzerine Mısıra göçmüş Rodoslu Türklerden bir hanım olduğunu bilelim. İhsanoğlu bu acıyı unutmamıştır umarım (Mısırlı, Arap v.s dediler ama tutturamadılar, Şecere anlaşıldı).

Daha sonra rehberimize murat Reis külliyesinin bakımsızlığından dem vuruyorum, bu ne kin? biz onlardan kalan kiliseleri tamir ediyoruz, niçin bu zenginliği reddediyorlar diyerek biraz sıkıştırınca, Rodoslu rehberlerle toplantı yaptıklarını, konuyu gündeme getirdiklerini söylüyor. Belli ki o da durumdan rahatsız ama elinden ne gelir ki ? Davutoğlu ilgilensin, madem yeni Osmanlıymış değil mi ? Görelim bakalım ne kadar Osmanlı ? 

Hava muhalefeti yüzünden İstanköy adasına gidemedik, Menteşe Adaları yolculuğumuz da yarım kaldı. İstanköy ifadesi insanımıza gaibten sesler gibi geliyor, şimdi orayı KOS diye çağırıyoruz. Atatürk’ün dahiliye vekili İstanköylü Şükrü Kaya, Montrö’nün açık taraflarını  bahane ederek, Mareşal Çakmak‘ın muhalefetine ve evhamlarına rağmen kardakları, kayaları, serpintileri kurduğu tuhaf donanma ile teker teker işgal ettirmişmiş, Nizamettin Nazif Ordu ve Politika (Bedir yayın.,1967) adlı kitabında bunları ayrıntısıyla yazmış. Nerede şimdi öyle deliler? Atatürk’ün ölümüyle bertaraf edilen  merhumun akrabaları İzmirde yaşamaktadır. Yeğenlerinden birinin, yüzbaşı Hayati Adıyaman’ın Kore harbinde Kunuri kuşatmasını yaran kahraman olduğunu büyüklerimizden dinlemişizdir, radyoda adı okunmuştur, ne de olsa ”Menteşelü” korsanların torunlarıdır bunlar. O korsanlarla aşağı yukarı çağdaş olan Monako’lu korsanların torunları şimdi Avrupa magazin basınının başlıca malzemesidir. Grimaldi ailesi, Grimaldi Lines Şilepleri limanlarımıza da gelir. Bizimkilerin ise adı sanı bilinmez.  

Derkenar: SANTORİNİ’nin ÜZÜM BAĞLARI: Bu ada Menteşe adalarından değildir. Yunanca asıl adı Thera olan, Venediklilerin taktığı Santa İrene’den Yunancalaşmış bir isimle anılan, Kiklad takım adalarına bağlı Volkanik bir adalar topluluğudur.. 3500 yıl önce bir yanardağ püskürmesiyle ada 5/6 parçaya bölünerek bir doğal liman teşkil etmiş. Yaşayanlar bu felaketi önceden hissettikleri için gemilere binip kaçmışlar. Küller altından çıkarılan fresko’larıyla ünlü bir ada, Girit’teki eski Minos Medeniyetinin bir kolonisi. Yunanistanın başlıca turistik yerlerinden, Demirciler Tanrısı Hefaistos burada otururmuş, bugün ise 16 bin kişi bu topraksız ada da bağcılık ve turizmle yaşıyor. Bu volkanik, topraksız ada üzüm bağlarıyla kaplı, insan gıpta ediyor, Vensanto adlı bir de turistik şarap markası var.

İlyas tepesi denen yerde bir manastır var, kapısında İngilizce ve Yunanca, 1700’lerin başında kurulan bu manastırın İstanbulda ki Thera’lıların yardımıyla yapıldığı, 1821 yılında ki Yunan Ayaklanmasına maddi/manevi katkıda bulunduğu, belgelerinin ise  Yunanistan Devlet arşivinde ve manastır da olduğu yazılı. Rehberler adanın tepesine fotoğraf çektirmek için sizi götürdüklerinde bu ayrıntıyı anlatmıyor. Sanıyorum farkında değiller. Şeytan ayırıntıda demişler !  Onlar için Yunan Aydınlanması, bizim için Yunan Ayaklanması.

Nazan SEZGİN  22.06.2014

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.