Mengücekler, 1071-1277 yılları arasında Erzincan, Kemah, Divriği ve Şebinkarahisar (Kögonya/Şarkîkarahisar)’da hüküm süren bir Türk beyliğidir.
1. Emîr Mengücek Gazi (1071-1118)
Beyliğin kurucusu olan Mengücek[1] Gazi, Malazgirt savaşına katılmış[2] ve zaferden sonra Sultan Alp Arslan tarafından Karasu (Yukarı Fırat) ve Çaltı nehirleri vadilerinin fethiyle görevlendirilmiştir. Bu yöreyi fetheden Mengücek Gazi, Erzincan, Kemah, Divriği ve Şebinkarahisar (Kögonya)’ı hâkimiyeti altına alarak kendi adıyla anılan beyliği kurmuştur. Ancak Mengücek Gazi’nin bölgeye gelişi hakkında farklı görüşler vardır. Zahîreddin Nişâbûrî, Reşideddin ve Müneccimbaşı, Mengücek Gazi’nin Malazgirt savaşına katılan beylerden olduğunu, zaferden sonra Alp Arslan tarafından Anadolu’nun fethiyle görevlendirildiğini ve yukarıda adı geçen şehirleri ona mülk olarak verdiğini kaydederler.[3] İbn Bîbî ise, Mengücek Gazi’nin Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleyman b. Kutalmış’ın beylerinden biri olduğunu belirtir.[4] Mengücek Gazi, Oğuzların Kayı, Bayat, Karaevli veya Alkaevli boylarından birine mensuptur. Kitâbelerdeki bilgi ve motiflere bakılırsa Mengüceklerin Türklerin asil bir âilesine mensup oldukları ve bu sebeple Selçuklu hânedanı yanında daima itibar gördükleri anlaşılmaktadır.[5]
Kemah’ın kuzeybatısında Karasu kıyısında Melik Gazi’ye âit olduğu söylenen bir kümbetin Farsça kitâbesinde Mengücek Gazi hakkında şu ibareler vardır: “Âlim, âdil, ülkeler fetheden, halkın sığınağı; Erzurum, Erzincan, Kemah ile Diyarbekir vilâyetlerini ve kalelerini alan, dinsizlerin ciğerlerini dağlayan, boyunlarını kılıçla vuran, Arslan yaratılışlı padişah, ya da böyle bir padişah (Alp Arslan)’a mensup Mengücük Gazi. Allah rûhunu şâdeylesin, kabrini nurlandırsın, günahlarını bağışlasın ve Na’îm cennetlerinde konuklasın.”[6]
Müneccimbaşı’ya göre, Mengücek Gazi cesur, yiğit, akıllı, ihtiyatlı ve savaşlarda isabetli görüşleri olan bir beydi. O, bazen Danişmendliler ile beraber, bazen de kendi askerleriyle tek başına Gürcüler, Abhazlar (Abazalar) ve Rumlarla savaşırdı.[7] Divriği Ulu Camii kitâbesinde kaydedilen Alp, Kutluğ, Tuğrul ve Tekin gibi ünvanlar onun Oğuz beyleri arasında önemli bir yeri olduğunu gösterir.[8] Divriği Sitte Melek türbesinde ise “el-Merhum, es-Sa’îd, eş-Şehîd, el-Gazi” ibareleri bulunmaktadır. Mengücek’ün “Gazi” ünvanını alması onun Anadolu’nun fethi sırasında pek çok savaşa katılıp kahramanlıklar gösterdiğini ve halkın gönlünde taht kurduğunu gösterir. İlk Anadolu fâtihleri gibi Mengücek Gazi de halk arasında evliya mertebesine yükseltilmiş ve türbesi asırlardır halkın ziyaret ettiği yer olmuştur.[9]
Mengücek Gazi ve evlâdına ait türbelerin Kemah’da bulunması Mengüceklerin ilk başkentlerinin burası olduğunu göstermektedir. Mengücek Gazi “eş-Şehid” sıfatıyla da anıldığına göre onun bir savaşta şehit düştüğü anlaşılmakta ise de ölüm tarihi tespit edilememiştir. Ancak onun 1118 yılında hayatta olmadığı bilinmektedir.
2. Melik İshak (1118-1142)
Mengücek Gazi’nin ölümünden sonra yerine oğlu İshak geçmiştir. 1118 yılında Erzincan, Kemah ve Divriği’ye hâkim olan Mengüceklerin başında İshak görülmektedir. Nitekim İshak söz konusu tarihte Malatya’yı yağmaladı. Bunun üzerine şehri oğlu Tuğrul adına idare etmekte olan I. Kılıçarslan’ın hanımı Ayşe Hatun, Urfa kontu Joscelin’e haber gönderip ondan yardım istedi. İshak muhtemelen Artuklu Belek Gazi’den intikam almak için onun Haçlılar üzerine yaptığı bir seferden yararlanarak Malatya’yı yağmalamıştı. Çünkü İshak, Belek Gazi’nin 1113 yılında Ayşe Hatun ile evlenip Tuğrul Arslan’ın atabegi olmasından, bunun yanında Mengüceklere ait olan Dersim ve Palu havalisini işgal etmesinden dolayı ona kin besliyordu.[10] Belek Gazi, bu saldırıya karşılık vermek için hazırlıklara başladı ve 514 (1120) tarihinde Kemah’a girdi. Belek Gazi ile başa çıkamayacağını anlayan İshak, Bizans İmparatorluğu’nun Trabzon valisi Konstantin Gabras’ın yanına giderek ondan yardım istedi.
Komşu Türk beylerinin muhtemel saldırılarına karşı koymak üzere emrinde mühim bir kuvvet bulunduran Gabras, İshak’ın yardım teklifini kabul edip onunla ittifak yaparak Belek’in üzerine yürüdü. Buna karşılık Belek de Dânişmendli Melik Gazi ile işbirliği yaptı. Ancak Mengücek beyi ile Trabzon valisinin zamanın en güçlü komutanlarından olan Belek ve Melik Gazi’ye galip gelmeleri mümkün değildi. Nitekim Erzincan yakınlarındaki Şiran (Sirman)[11] mevkiinde 514 (1120) yılında vuku bulan savaşta Gabras ile İshak ağır bir yenilgiye uğrayıp esir düştüler. Ayrıca beş bin Rum askeri öldürüldü ve esir alındı. Trabzon dükası Gabras, 30 bin altın fidye ödeyerek kurtulurken, İshak da Melik Gazi’nin damadı olduğu için serbest bırakıldı. Halbuki bu savaşın kazanılmasında büyük rolü olan Belek Gazi, İshak’ın öldürülmesinden yana idi. Onun kendisinden habersiz salıverilmesine çok içerleyen Belek, Dânişmendlilerle yaptığı ittifaka son vermiş ve bu yüzden Trabzon dükalığına yapılması planlanan saldırı da gerçekleşmemiştir.[12]
İshak, bu olaydan sonra uzun müddet sakin kalmış ve kayın pederi Dânişmendli Melik Gazi’nin nüfûzu altında yaşamıştır. İshak Mengüceklü tahtında 25 yıl hüküm sürdükten sonra 1142 yılında öldü.[13] İshak’ın Mengücekoğulları şeceresindeki yeri, Mengücek Gazi’nin oğlu olduğu Divriği Sitte Melek türbesinin kitâbesinin okunmasından sonra artık kesinleşmiştir.[14] İshak’ın ölümünden sonra Dânişmendli Muhammed, Kemah’ı zapt etti. Ancak aynı yıl Muhammed’in de ölümü üzerine Mengücekler Kemah’ı geri aldılar.[15]
İshak’ın ölümünden sonra, Mengücekler Kemah-Erzincan ve Divriği olmak üzere iki ayrı kol halinde hüküm sürdüler. İshak’ın oğullarından Davud Kemah-Erzincan, Süleyman da Divriği kolunun başına geçmiştir.[16]
3. Kemah-Erzincan Mengücekleri
A. Melik I. Alâeddin Davud (1142-1162)
İshak’ın ölümünden sonra Mengüceklerin Kemah-Erzincan kolunun başına geçen Davud hakkında kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Anadolu Selçuklu hükümdarı II. Kılıçarslan’ın taraftarı olduğu için Dânişmendli Yağıbasan tarafından 1162 tarihinde öldürülmüştür.[17] Müneccimbaşı ondan Alâeddin Davud olarak bahseder ve bir müddet hükümdarlık yaptıktan sonra öldüğünü kaydeder.[18]
B. Melik Fahreddin Behramşah (1162-1225)
Davud’dan sonra yerine oğlu Fahreddin Behramşah geçti. Hânedanın İshak’ın ölümünden sonra iki kola ayrılması onları oldukça zayıflatmış ve çevredeki devletler karşısında güçsüz düşürmüştü. II. Kılıçarslan Dânişmendlileri ortadan kaldırdığı gibi Mengücek Beyliği’ni de nüfûzu altına aldı. Ancak bu dönem Mengücekler için bir huzur ve refah dönemi oldu. Behramşah II. Kılıçarslan’ın damadı idi. Bu akrabalık iki hânedan arasındaki ilişkilerin iyi yönde gelişmesine zemin hazırladı.[19]
Genceli şâir Nizamî’nin Fahreddin Behramşah’a takdim ettiği “Mahzenü’l-esrâr” adlı eserinde ondan Gürcistan gâlibi olarak bahsettiğine göre o dönemde Kars ve Ani gibi şehirlere devamlı saldıran ve pek çok Müslümanı öldüren Gürcülere karşı cihâd ettiği anlaşılmaktadır. 1161 yılında Türk beylerinin Gürcülere karşı düzenlediği sefere Behramşah da katılmış olmalıdır. Behramşah’ın dikkati çeken faaliyetlerinden biri de kayınpederi II. Kılıçarslan ile oğlu Sivas meliki Kutbeddin Melikşah arasında 1188 yılında vuku bulan mücadelede arabuluculuk yapmasıdır. İki tarafı barıştırmak için teşebbüse geçen Behramşah, Konya’ya giderek bu anlaşmazlığa sebep olan vezir İhtiyâreddin Hasan’ı tutuklayıp Sivas’a götürmek için sultanı ikna etti. Birlikte yola çıktılar. Fakat vezir yolda giderken ona karşı derin bir kin besleyen Türkmenler tarafından yanındaki aile ve efradından oluşan 200 kişilik bir kafile ile birlikte öldürüldü.[20]
Mengüceklerle Anadolu Selçukluları arasındaki bu iyi ilişkiler Rükneddin II. Süleyman zamanında da devam etti. Fahreddin Behramşah 1202 yılında Süleymanşah’ın Gürcistan seferine katıldı. Fakat Selçuklu kuvvetlerinin mağlubiyeti ile sonuçlanan savaşta Behramşah esir düştü. Kraliçe Tamara, ona esir değil âdeta bir misafir muamelesi yaptı ve bir süre sonra onu ülkesine gönderdi. Başka bir rivayete göre ise fidye ödeyerek kurtuldu. Behramşah bu sefer sırasındaki başarıları sebebiyle “Gazi” unvanına lâyık görüldü.[21] Râvendî onun bu seferdeki gayretleri ve Süleymanşah’a olan sadakatinden bahsederek şöyle der:
“Damad Emîr İsfehsâlâr-ı kebîr, âlim, âdil, Allah’ın yardımına mazhar olmuş, muzaffer, ikbal sahibi, dinin yardımcısı ve emîrlerin hükümdarı Gazi Fahreddin Behramşah’ın canını feda edecek kadar hükümdara taraftar olduğu, onun iyiliğini istediği ve eşsizliği Abhazlarla yapılan savaşta ortaya çıktı. Çünkü orada canını feda edip kulların kurtulması için çalıştı…”[22]
Selçuklu sultanı I. İzzeddin Keykâvus, Fahreddin Behramşah’ın son yıllarında (1216-1218) kızı Selçuk Hatun ile evlendi.[23] Bu evlilik iki hânedan arasındaki yakınlığı ve dostluğu daha da kuvvetlendirdi. Ayrıca bu düğünle ilgili rivayetler o dönem sosyal ve medenî hayatını gayet güzel bir şekilde yansıtmaktadır. İzzeddin Keykâvus Erzincan’a dünür gönderip olumlu cevap aldı. Bu karar üzerine hazırlığa girişen Behramşah ülkenin her tarafından meşhur terziler ve sanatkarlar getirterek gelinin çeyizini üç ayda hazırlattı. Selçuk Hatun’a ipekli elbiseler, mücevherler, gerdanlıklar, altın ve gümüş eşya, köle ve cariyeler, atlar ve katırlar şeçildi. İzzeddin Keykavus hazırlıkların tamamlandığını öğrenince Sivas’dan muhteşem düğün alayı büyük emîrlerin refakatinde yola çıkarıldı. Nikâh, Kadı Sadreddin tarafından kıyıldı. Sivas’da ve Erzincan’da görkemli düğünler başladı. Gelin Erzincan’dan Sivas’a gelince şehirde bir hafta süren düğün ve şenlikler yapıldı. Bu vesile ile emîrlere hediyeler verildi.[24]
Fahreddin Behramşah, uzun süren bu hükümdarlığı döneminde 5 Anadolu Selçuklu sultanıyla birlikte oldu. Bunlar II. Kılıçarslan, I. Gıyâseddin Keyhusrev, II. Rükneddin Süleyman, I. İzzeddin Keykâvus ve I. Alâeddin Keykubâd’tır.
Rivayete göre Belh’den Anadolu’ya gelen Sultanü’l-Ulemâ Bahâeddin Veled, Erzincan’dan geçerken Behramşah ve hanımı İsmetiye Hatun’un misafiri olmuş ve burada kendisi için inşa edilen medresede 3-4 yıl ders vermiştir.[25]
Behramşah 622 (1225) yılında Erzincan’da öldü. Erzincan civarındaki Aşağı Ula köyü yakınında harabe halindeki türbe büyük bir ihtimalle ona âittir ve Melik Fahreddin Türbesi olarak bilinmektedir. Behramşah sikkelerine rastlanan ilk Mengücekli beyi olup bunlardan en eskisi 563 (1167/1168) tarihlidir. Bu paraların bir yüzünde Behramşah’ın, diğer yüzünde ise metbû hükümdar sıfatıyla II. Kılıçarslan’ın adı yazılıdır.[26] İbnü’l-Esîr onun 60 yıldan fazla hükümdarlık yaptığını söyler.[27] Onun devrinde Kemah’ın yerine başkent olan Erzincan çok gelişmiş ve şehir önemli bir ticaret ve kültür merkezi olmuştur. Fakat sık sık vuku bulan depremler yüzünden mimarî eserler günümüze kadar gelmemiştir.
Behramşah akıllı, güzel huylu, halka ve askerlere karşı şefkatli bir hükümdardı. Şâir ve âlimleri himaye ederdi. Doğunun meşhur şairi Genceli Nizamî, Mahzenü’l-esrâr adlı eserini ona ithaf ettiğinde ona 5 bin dinar ve iyi cins 5 katır ödül vermiştir.[28]
Behramşah, çok hayır severdi. Zengin-fakir, yerli-yabancı farkı gözetmeden herkese iyilik ederdi. Kış mevsiminde kuşların açlıktan ölmemesi için arabalarla dağlara yem gönderirdi. Bu davranış günümüzde bile eşine az rastlanır mükemmel bir şefkat ve merhamet örneğidir.[29]
C. Melik II. Alâeddin Davudşah (1225-1228)
Behramşah’dan sonra yerine oğlu Alâeddin Davudşah geçti. Diğer oğlu Muzaffereddin Muhammed de ülkenin batısındaki Şebinkarahisar (Kögonya) meliki oldu. Behramşah’ın başka bir oğlu Selçukşah ise 35 yıldır Kemah’da hüküm sürmekteydi ve babasından önce vefat etmişti. Davudşah’ın Erzincan ile beraber Kemah’a da hâkim olması bunu teyid etmektedir. Ayrıca kaynaklar bu tarihte Behramşah’ın sadece Davud ve Muhammed adlı çocuklarından bahsederler.[30]
Aydın bir hükümdar olan Behramşah, her iki oğlunu da gayet iyi bir şekilde eğitip yetiştirmişti. Alâeddin Davudşah da babası gibi mantık, matematik, ilâhiyat, ilm-i nücûm (astroloji), edebiyat ve felsefeye vâkıftı. Farsça güzel şiirler yazardı.[31] İlme karşı duyduğu yakın ilgiden dolayı meşhur tıp âlimi Muvaffakuddin Abdüllatif-i Bağdâdî’yi sarayına davet edip kendisine maaş bağladı. O da Alâeddin Davudşah adına eserler yazdı.[32] Davudşah’ın ilim adamlarını himâye etmesi sebebiyle Erzincan’da ilim ve kültür düzeyi yükseldi ve meşhur uzmanlar yetişti. Nitekim o devrin önde gelen tıp bilginlerinden Alâeddin Enzincanî, Rükneddin Kılıçarslan’ı tedavi etmişti.[33]
Ancak Alâeddin Davudşah ilim alanındaki başarısını ülke yönetiminde gösteremedi. Halka zulme varan davranışlarda bulundu. Emîrlerin çoğunu hapsedip mallarına el koydu. Son zamanlarında ise bazı emîrleri öldürttü. Bu durum diğer emîrleri de endişeye düşürdü. Onlar da aynı sonuca uğramaktan korkarak kaçıp Sultan Alâeddin Keykubâd’a sığındılar ve onun bu yanlış hareketlerini sultana arzettiler.
Sultan Alâeddin Keykubâd, Hârezmşah Celâleddin’in hareketleri ve Moğol istilâsı dolayısıyla sınırlarını koruyamayacaklarını, hatta onlarla işbirliği yapabileceklerini düşünerek Mengücekleri ve benzeri beylikleri hâkimiyeti altına almak gereğini hissetmiş ve bu da Davudşah ile Anadolu Selçuklu hükümdarının arasının açılmasına sebep olmuştu. Bu yüzden Erzincan beyleri arasında da ihtilaf baş gösterdi. Bir kısmı Sultan Alâeddin’in kudreti karşısında ona itaat edilmesini ileri sürerken, bir kısmı da onun hânedanının daha eski olduğunu, Anadolu sultanına bağlanmasının uygun olmayacağını telkin ettiler. Bu durumdan endişelenen Davudşah emîrlerden bazılarını öldürttü.
Alâeddin Keykubad, kendisine sığınan emîrleri himâyesi altına aldığını söyleyerek bunların mallarını iâde etmesini ve hapsettiği emîrleri de serbest bırakmasını istedi. Davudşah önce bu teklifi reddettiyse de daha sonra bu davranışının sonucundan korkarak sultanın emrini yerine getirmeyi uygun buldu. Sultanın bu emîrlere ilgi göstermesine üzülen Davudşah bu meseleyi kökünden halletmek için değerli hediyelerle Kayseri’de bulunan sultanın yanına gitti. Sultanla görüşerek sadakatini ifade etti ve ondan bir ahidnâme aldı. Buna göre Mengücek beyi sultana sadakatle bağlı kaldığı sürece onun yardım ve desteğini görecek, fakat buna riayet etmezse layık olduğu cezaya çarptırılacaktı.
Fakat Davudşah, Erzincan’a dönünce verdiği sözü unuttu ve emîrlerin sultanı kandırmalarından korkarak yanındaki bazı emirlerin de teşvikiyle Erzurum meliki Rükneddin Cihanşah b. Tuğrulşah’a ittifak teklif etti. Ayrıca Eyyubîlerden Melik Eşref’den ve Celâleddin Harezmşah’dan yardım istedi. Ancak bu teşebbüslerinden bir netice elde edemeyeceğini anlayınca sultan ile yeniden anlaşmak için harekete geçti. Oğlunu rehine gönderip sultanı lehine çevirmek istediyse de bunda başarılı olamadı.
Erzurum meliki Rükneddin Cihanşah’ın hareketlerinden de rahatsız olan Sultan, onun üzerine yürüyeceğini söyleyerek Davudşah’ın kendisine katılmasını istedi. Sivas’tan yola çıkan Sultan kendisine katılan Davudşah’ı yakalattı ve hiçbir direnme ile karşılaşmadan Erzincan’a hâkim oldu. Müstahkem Kemah kalesi teslim olmamak için bir müddet direndi ise de Davudşah, ölümle tehdit edilince kale muhafızlarına haber gönderip teslim olmalarını istemek zorunda kaldı. Böylece Mengüceklerin Erzincan-Kemah kolu sona ermiş oldu (10 Zilhicce 625/10 Kasım 1228).[34]
Alâeddin Keykubâd bundan sonra Rükneddin Cihanşah’ın elinden Erzurum’u almak üzere harekete geçti. Bunu haber alan Cihanşah, Eyyubî hükümdarı Melik Eşref’in Ahlat’taki nâibi Hâcib Hüsâmeddin Ali’den yardım istedi ve bu yardıma karşılık Melik Eşref’e itaat edeceğini bildirdi. Hüsâmeddin Ali ise bu sıralarda Şam ve el-Cezîre bölgesinden toplatıp getirdiği askerlere sahip bulunuyordu. Alâeddin Keykubâd’ın Erzurum’u ele geçirdiği takdirde oradan Ahlat üzerine de yürüyeceğini düşünen Hüsâmeddin Ali bu yardım teklifini kabul ederek emrindeki askerlerle Erzurum üzerine yürüdü. Ahlat askerlerinin Erzurum’a geldiklerini öğrenen Alâeddin Keykubâd, Eyyubîlerle bozuşmak istemediğinden buraya yapmak istediği seferini iptal etti ve Mübârezeddin Ertokuş’u Muzaffereddin Muhammed’in idaresindeki Şebinkarahisar (Kögonya) üzerine gönderip kendisi geri döndü.[35]
Sultan Alâeddin, oğlu Gıyaseddin Keyhusrev’i Erzincan’a melik ve Mübârezeddin Ertokuş’u ona atabeg tayin etti. Sultan, Selçuklu hânedanıyla Mengücekler arasındaki iyi ilişkileri ve akrabalıkları dikkate alarak Davudşah’ı cezalandırmayıp Akşehir ile Âb-ı Germ (Ilgın)’i ona ikta etti. Ömrünün bundan sonraki kısmını burada geçiren Davudşah, yazdığı bir şiirde buradan memnun olmadığını gayet veciz bir şekilde ifade ediyordu.
Der mülk-i tû âb-ı germ u nân-ı serdest
Ey Padişah! Düşmanlarının gönlü senden dertlidir, yüzleri de korkundan sararmıştır.
İnsaf et ki, yüzlerce sıkıntı ile senin ülkende bana su sıcak, fakat ekmek soğuktur.[36]
Alâeddin Keykubâd, Mübârizeddin Ertokuş’u Şebinkarahisar’a gönderince burada üç yıldan beri meliklik yapan Muzaffereddin Muhammed, şehri bir müddet koruduysa da daha sonra direnemeyeceğini anlayarak bazı yerlerin kendisine verilmesi şartıyla Şebinkarahisar’ı teslim edeceğini bildirdi. Bu teklifi kabul edilerek kendisine Suriye sınırında bazı yerler (Rammam, Nahr Kali ve Afşin nahiyeleri) mülkiyet olarak, Kırşehir ise tımar olarak verilmiş ve her türlü vergiden muaf tutulmuştur.[37]
Muzaffereddin Muhammed, üç oğlu Fahreddin Süleyman, İzzeddin Siyavuş ve Nâsıreddin Behramşah ile beraber Kırşehir’e geldi ve buraya yerleşti. Şahsiyetli bir bey olan Muzaffereddin Muhammed ilme olan aşkı nedeniyle Kırşehir’de Melik Gazi Türbesi’nin karşısında muhteşem bir medrese yaptırdı.[38] Selçukluların hizmetine giren bu Mengücekli beyi, onların yanında büyük itibar ve ilgi gördü.[39]
II. Gıyâseddin Keyhusrev onun kızına dünür olunca Muzaffereddin: “O bizim soyumuza damat olmaya lâyık değildir” diyerek reddetti ki, bu durum onun ne kadar ahlaklı ve şahsiyetli bir insan olduğunu göstermektedir. Ancak ısrar karşısında Mengüceklerle Selçuklular arasında yeni bir akrabalık kuruldu.[40] Muzaffereddin Muhammed güzel ahlaklı ve akıllı bir hükümdardı. Onun Kırşehir’e gönderilmesiyle Erzincan ve çevresinde hüküm süren Mengücekli beyliği de sona erdi 625 (1228).[41]
4. Divriği Mengücükleri
Mengüceklerin bu kolu daha uzun ömürlü olmuştur. Bunlar siyasî faaliyetleriyle değil, başkentleri Divriği’de yaptırdıkları cami, medrese, hastahane ve türbe gibi sanat âbideleriyle tanınmışlardır. Tarihçiler siyasî mücadele ve savaşlara daha fazla ilgi duymuş olmalılar ki, bu tür olaylara ve çatışmalara karışmayan Divriği Mengücekleri hakkında hemen hiç bir bilgi vermemişlerdir. Onlar hakkında edindiğimiz bilgileri yaptıkları eserlerden ve günümüze kadar gelen sikkeler (paralar)’den öğrenmekteyiz.
Divriği’nin tabiat şartları, hem onların yayılmalarına, hem de çevredeki beylik ve devletlerin onların hâkimiyet sahalarına girmelerine mâni olmuştur. Mengüceklerin Erzincan ve Şebinkarahisar kollarına son veren Alâeddin Keykubâd, muhtemeldir ki, bu endişeler nedeniyle Divriği koluna dokunmamıştır.
A. Süleyman (1142-1175)
Divriği Mengüceklerinin ilk beyi İshak’ın oğlu ve Mengücek Gazi’nin torunu Süleyman’dır. Süleyman, babası İshak’ın 1142 yılında ölümünden sonra Divriği’de bağımsız olarak hüküm sürmeye başladı. Gerçi Mengücek Gazi ve oğlu İshak hakkında da Divriği hükümdarı ünvanı kullanılmakta ise de bu durum beyliğin zaman zaman Kemah ve Divriği’den idare edildiğini gösterir.[42] Divriği’de Süleyman adına hiçbir eser yapılmamıştır. Bu da onun pek faal bir hükümdar olmadığını göstermektedir. Ölüm tarihi de belli değildir.
B. Seyfeddin Şahinşah (1175-1198)
Süleyman’dan sonra yerine oğlu Şahinşah geçmiştir. Divriği Kale Camii’ni yaptıran Şahinşah hakkında bu camiin kitâbesinde şöyle denilmektedir: “el-Emîr el-İsfehsalar el-Ecel Seyfü’d-dünya ve’d- dîn Ebu’l-Muzaffer Şahinşah b. Süleyman b. Emîr İshak Hüsâmu Emîri’l-Mü’minîn”.
Şahinşah hakkında Divriği Ulu Camii yanında yaptırdığı türbenin kitâbesinde de: “Gazilerin hâmisi, İslâm sınırlarının koruyucusu, fakir, zayıf ve mazlumların sığınağı, kâfir ve dinsizlerin kökünü kazıyan…” gibi yüksek sıfatlar kullanılması onun büyük bir ihtimalle Sultan Kılıçarslan ile beraber seferlere katıldığını gösterir. Kitâbede ayrıca “Ebu’l-Muzaffer Şahinşah b. Süleyman b. İshak b. Gazi eş-Şehid Emîr Mengücük” ibaresiyle de hânedanın şeceresi verilmektedir. Şahinşah’ın beyliğin başına geçiş tarihi belli olmamakla beraber yaptırdığı Kale Camii kitâbesinin 576 (1180/1181) tarihli olması onun bu tarihten önceki yıllarda Divriği’de hüküm sürmeğe başladığını göstermektedir. Türbenin kitâbesi ise 592 (1195/1196) tarihlidir ve halk arasında Sitte Melik adı ile anılır.[43]
Şahinşah’ın bastırdığı üç sikke günümüze kadar gelmiş ve ikisi Ahmed Tevhid tarafından yayınlanmıştır.[44] Bu sikkelerden birisinde metbû hükümdar olarak II. Kılıçarslan’ın, ikincisinde ise Rükneddin Süleymanşah’ın adı vardır. Şahinşah muhtemelen 1197-1198 yıllarından sonraki bir tarihte ölmüştür. Şahinşah’dan “Katilü’l-kefere ve’l-müşrikîn” olarak bahsedilmesi, onun Hıristiyanlarla cihat yaptığını gösterir. Şahinşah, yoksul, öksüz ve mazlumların hâmisiydi. Şahinşah’ın İshak ve Süleyman adlarında iki oğlu vardı. Süleyman’ın adı kitâbelerde geçmektedir. Fakat kendisine âit bir âbideye rastlanmamıştır. Diğer oğlu İshak’ın adı ise 645 (1247/1248) tarihinde düzenlenen Celâleddin Karatay Vakfiyesi’ndeki şehitler arasında geçmektedir.[45]
C. II. Süleymanşah (1198-1228)
Şahinşah’dan sonra yerine oğlu Süleyman geçti. Adına oğlu ve torunu tarafından yaptırılan eserlerin kitâbelerinde ve Ulu Cami Vakfiyesi’nde rastlanmaktadır. Divriği kalesi Arslan burcundaki bir kitâbe, onun Mengücek beyi olduğunu açıkça göstermektedir. Ancak hayatı ve faaliyetleri hakkında yeterli bilgi yoktur.[46]
D. Hüsâmeddin Ahmedşah (1228-1252)
Süleymanşah’ın yerine oğlu Ahmedşah geçti. Yaptırdığı değerli eserleriyle tanınan Ahmedşah büyük bir beydir. En büyük eseri olan Divriği Ulu Camii’nin 626 (1228/1229) tarihli kitâbesinde onun için “Nâsıru Emîri’l-Mü’münîn Ahmedşah b. Süleymanşah b. Şahinşah, Allah onun saltanatını ebedî kılsın, gücünü artırsın” denilmektedir. Uzun yıllar beyliğinin başında kalan Ahmedşah, Yassıçimen savaşına ve Kösedağ bozgununa şâhit olmuş ve Moğolların Anadolu’yu istilâ ettiği dönemde Divriği kalesini onarmak için büyük gayret sarfetmiştir. Yaptırdığı eserlerin kitâbelerinden anlaşıldığına göre Ahmedşah 1252 yılından önceki bir tarihte ölmüştür.[47]
E. Melik Salih (1252-1277)
Ahmedşah’dan sonra yerine oğlu Melik Salih geçti. Melik Salih, Divriği kalesinin noksan kalan ya da 641 (1243/1244) yılında Moğol istilası sırasında yıkılan kısımlarını 650 (1252) yılında tamir ettirdi ve yeni burçlar yaptırdı. “Arslan burç” diye anılan, iki hayvan heykeli ile süslenmiş olan büyük kuleye de kitâbesini koydurdu. Kitâbenin metni şöyledir “Emere bi-inşâ’-i hâze’l-burci el-Melik el-Âdil, Hüsâmü’d-devle ve’d-dîn, İzzü’l-İslâm ve’l-Müslimîn, Tâcu Âl-i Mengücük Ebu’l-Müeyyed Melik Salih b. Melik Ahmedşah b. Melik Süleymanşah b. Şahinşah Nâsıru Emîri’l-Mü’minîn. 1 Şaban 650 (7 Ekim 1252).” Bu kitâbe Mengüceklerin 1252 tarihlerinde Divriği’de hâlâ hüküm sürdüklerini göstermektedir.[48]
Divriği Mengüceklerinin ondan sonraki beyleri hakkında yeterli bilgi yoktur. Nitekim Memluk sultanı Baybars’ın Kayseri seferinden dönmesinden sonra İlhanlı hükümdarı Abaka Han 1277 yılında Anadolu’da bir tenkil hareketine girişmişti. Erzincan üzerinden geçip Divriği’ye Uğrayan Abaka Hanı karşılayan bir Mengücekli beyi yoktu. Şehir halkının da kendisine ilgi göstermediğini ve kalede silahlı askerlerin bulunduğunu gören Han öfkelenmiş; nihayet şehirliler hediyeler ile huzura gelmişlerse de Abaka surlarını yıktırmıştır.[49] Bu münasebetle de bir hükümdar ve hânedandan bahsedilmemesi Mengücek beyliğinin artık tarihe karıştığını göstermektedir. İlhanlılar devleti çöküp Anadolu’da siyasî hâkimiyet Türkmen beyleri elinde taksim edilince Kayseri ve Sivas havalisi ile birlikte Divriği de Erteneoğulları’nın (1348-1381) hâkimiyetine geçmiştir.[50]
Mengücekler, Erzincan, Kemah, Divriği ve Şebinkarahisar gibi fethettikleri şehirlerle yetinmişler ve hâkimiyet alanlarını genişletmek gibi bir gayretleri olmamıştır. Şehirlerinin gelişmesi için çalışmışlar ve pek çok mimarî eser meydana getirmişlerdir. Âlim, şâir ve sanatkarları himâye eden Mengücekler, Anadolu Selçuklu Devleti’nin himâyesinde seçkin bir hayat sürmüşlerdir. İnşa ettirdikleri çok sayıda eserle ilim, kültür, sanat ve medeniyetin gelişmesine hizmet etmişlerdir.
5. Kültür ve Medeniyet
Mengüceklerin başkenti önce Kemah idi. Melik I. Alâeddin Davud 1142’de Erzincan’ı başkent yaptı. Bundan sonra Kemah önemini kaybetmeye başladı. Erzincan ise ticaret, tarım ve sanayi açısından büyük gelişme gösterdi. Şehir topraklarının zengin ve sulak olması, meyve ve bağların bol, ticaret ve sanayiinin gelişmiş olması ilerlemeye çok elverişli idi. Anadolu’yu doğuya, Tebriz’e ve İran’a bağlayan büyük kervan yolu da iktisadî ve medenî yükselişi artırıyordu. Karahisar’da şap madenlerinin işletilmesi ve Avrupa’ya ihracı da memlekete zenginlik getiriyordu. Bu şartların mevcut olması nedeniyle Erzincan’da sanayi ilerlemiş, şehirde imal edilen Buharin kumaşları dünyaca meşhur olmuştur. İbn Batuta, Erzincan’ın büyük bir şehir olduğunu, burada çeşitli kumaşlar dokunduğunu, sanatkârane bakır eşya yapıldığını, civardaki bakır madenlerinin işletildiğini ve çarşılarının güzel olduğunu belirtir. Anadolu şehirlerinde iktisadî ve ictimaî düzenin temelini teşkil eden Ahiler Erzincan’da da kuvvetli bulunuyorlardı. Seyyah burada Ahi Nizâmeddin’in zâviyesinde kaldığını anlatır.[51] Yakut el-Hamevî de Erzincan’ın güzel, hayratının çok, halkının eğlenceye düşkün olduğunu ve Müslümanların ileri gelenleri teşkil ettiğini kaydeder.[52]
Mengüceklerin başkenti Erzincan, ticarî ve iktisadî zenginliği yanında hükümdarların ilim ve sanat adamlarını korumaları sebebiyle devrin en yüksek kültür ve medeniyet merkezi haline gelmiştir. Selçukluların hizmetindeki ilim adamlarının bir kısmının Erzincanlı olması da bunu doğrulamaktadır. Fahreddin Behramşah ve oğlu II. Alâeddin Davudşah da birçok ilim dalında ihtisas sahibiydiler; ilim adamlarını ve sanatkarları himaye ediyorlardı.[53]
Fahreddin Behramşah ve hanımı İsmetiye Hatun, ilim ve din adamlarına büyük saygı gösterirlerdi. Onlar ve Erzincan, Mevlevî hatıralarında mühim bir yer tutar. Rivayete göre Bahâeddin Veled, henüz küçük yaştaki oğlu Celâleddin ile Anadolu’ya gelirken Malatya’dan Erzincan’a varmış; İsmetiye hankâhında (zâviyesinde) misafir kalmış; Behramşah ve hatunu onu çok hürmetle ağırlamışlardır. Behramşah, Bahâeddin Veled’in orada kalıp ders vermesi için Erzincan Akşehir’de bir medrese yaptırmıştır. Bu medresede bir süre ders veren Bahâeddin Veled, Behramşah’ın ısrarlarına rağmen Erzincan halkının lüks ve refah içinde eğlenceye daldıklarını görerek burada kalmamıştır.[54] Behramşah’ın kızı Selçuk Hatun’un İzzeddin Keykâvus ile evlenmeleri münasebetiyle yapılan düğün ve şenlikler de Mengücekli ilindeki refah seviyesinin ne derece yüksek olduğunu göstermektedir.
II. Alâeddin Davudşah, o devrin meşhur tabibi Muvaffakuddin Abdullahif el-Bağdadî’yi Erzincan’a davet etmiştir. Haleb’den hareket eden bu âlim tabib 11 Safer 626 (9 Ocak 1229)’da Erzincan’a gelmiş ve Mengücekli ilini dolaştıktan sonra 1230 yılında Malatya üzerinden Haleb’e dönmüştür. Mengücek ilinde bulunduğu sırada büyük ilgi ve saygı görmüştür; Alâeddin Davudşah, bu meşhur hekime maaş bağlatmış, o da yazdığı birkaç eseri ona ithaf ve takdim etmiştir.[55]
Kültür ve refahın çok yüksek olduğu, halkın eğlenceye düşkün olduğu Erzincan’da sanatların ve bu arada musikinin de gelişmesi tabiî idi. Bu nedenle Erzincanlı müzisyenlerin başka ülkelerde de arandığı görülüyordu. Nitekim bu dönemde edebiyat ve tasavvuf alanında meşhur bir sima olan Şirâceddin Ahmed, aynı zamanda iyi bir musikişinastı ve şöhreti her tarafa yayılmıştı. Horasan tarzında gazelleri ve peşrevleri vardı. Eyyubî hükümdarı Melik Eşref, şöhretini duyunca onu Şam’a davet edip sarayında kendi eserlerini çaldırmış; hükümdar ile birlikte sarayın musiki heyeti de kendisine hayran olmuştur.[56]
Erzincan’da 1046 ve 1138 yıllarında meydana gelen depremlerde pek çok kişi ölmüş, 1165 yılındaki bir başka depremde ise şehir harabeye dönmüştür.[57]
6. Mengüceklerden Günümüze Gelen Mimarî Eserler
Divriği kalesi: Dik yamaçlı bir sırt üzerinde yükselen mustatil (uzanan) şekilli harap hisarın menşei muhtemel olarak çok eski ise de, bugün kalan kısımlar Orta Çağ’dan daha evvele âit olması gerekir. Yukarıda geçtiği üzere Melik Salih, Divriği kalesinin noksan kalan ya da 641 (1243/1244) yılında Moğol istilası sırasında yıkılan kısımlarını tamir ettirdi ve yeni burçlar yaptırdı. “Arslan burç” diye anılan iki hayvan heykeli ile süslenmiş olan büyük kuleye de 1 Şaban 650 (7 Ekim 1252) tarihli kitâbesini koydurdu.
Divriği Kale Camii: Mengücekler dönemine ait en eski yapıdır. Portal kemerinin üstünde uzanan iki satırlık çiçekli kûfî kitâbesine göre Şâhinşah tarafından 576 (1180/1181) yılında yaptırılmıştır. Kapı üstündeki diğer bir kitâbede ise Meragalı mimar Hasan b. Firûz’un adı yazılıdır. Kıbleye dikey bir tonoz ve dörder pandantif kubbeli yan neflerle uzun dikdörtgen bir plânı vardır. Kademeli portal nişi, Tuğla ve taşın cephede henüz bir arada kullanıldığı çiçekli kufî, geometrik ve bitki motiflerinin yeniden değerlendirildiği bir şaheserdir. Cami hisar (içkale) da bulunduğundan Kale Camii adını almıştır.
Divriği Ulu Camii: Şahinşah’ın torunu Ahmedşâh’ın 626 (1228/1229) yılında Dârü’ş-şifâ ile birlikte bir külliye olarak yaptırdığı bu cami Mengüceklerin en büyük eserini teşkil eder. Kalenin güneyinde, Iğımbat Tepesinin batı eteğinde yükselen muhteşem bir anıttır. Cümle kapısı (Kuzey) üstündeki kitâbesinde Alâeddin Keykubad’ın da adının yazılı olması Ahmedşâh’ın onu metbû olarak tanıdığını göstermektedir. Taş mihrabın Anadolu’da bu ölçüde zengin başka bir örneği yoktur. Câmiden 12 yıl sonra abanoz ağacından yapılan şahane minber, Tiflisli Ahmed Usta’nın eseridir.
Dârü’ş-şifâ: Camiye güneyden bitişik olan Dârü’ş-şifâ kitâbesine göre Behramşah’ın kızı ve Ahmedşah’ın hanımı Melike Turan Melek tarafından aynı yılda yaptırılmıştır. Dıştan kümbete benzeyen kıvrık piramit örtüsü ile mihrap önü kubbesi, bütün yapıya hâkimdir. Taş tonozların iri palmetler ve geometrik figürlerden plastik süslemeleri ile mekân çok etkili ve zengin bir ifade taşır. Mimarı Ahlatlı Hurremşah’tır.
Ulu Cami’ye bitişik bir şekilde üstü kubbeli türbede Ahmed Şah ile Turan Melek’in yattıkları anlaşılıyor.
Divriği Sitte Melik Türbesi (Kümbeti): Şahinşah’a ait olup 592 (1195/1196) yılında yapılmıştır. Kale ile çarşı arasında Şemsibezirgân mahallesindedir. Kesme taştan, sekizgen gövde üzerine inşa edilmiştir. Bu türbeye halk arasında Sitte Melik adı verilmesi Şahinşah’ın hatununun kocasından sonra bu türbeye gömülmesinden çıkmış olabilir.
Kamereddin Türbesi: Hacı Uruz Aba (yahut Ruzbe) oğlu büyük Hâcib Kamereddin’e âittir (öl. 592/1195-1196). Ulu Cami’ye yakın olup Çarşı yolundadır. Türbe sekizgen bir plân üzerine klasik çadır sitilinde ve esmer kalker taşından yapılmıştır.
Nureddin Salih Türbesi: Hâciblerden Nureddin Salih b. Sirâceddin Dündar’a aittir (öl. 638/1240-1241). Ulu Cami’nin güneyinde, İmamoğlu Mahallesi’ne giden sokak üzerindedir. Sekizgen bir plân üzerine taştan inşa edilmiş olup piramit çatılıdır. Yanındaki mescidin adından dolayı türbeye “Kemankeş” de denilir.
Mengüceklerin Kemah ve Divriği’de olduğu gibi Erzincan’da da pek çok âbide yaptırdığı muhakkaktır. Ancak depremler sebebiyle bunlar zamanımıza kadar gelmemiştir. Gerçekten Erzincan tarih boyunca olduğu gibi Mengücekler ve Selçuklular döneminde de sık sık meydana gelen depremler nedeniyle yıkılmış ve harabeye dönmüştür.[58]
Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 6 Sayfa: 452-460
Mengücekoğulları beyliği ,soyundanım ,divriğiliyim ,sivasta ebedi istirahatgahinde olan cennet mekan Selçuklu İmparatoru İzzettin Keykavusun torunuyum ,Babaannem Dulkadiroğulları soyundan dülkadiroğulları hükümdarları Şahsuvar Bey ve Alaüddevle Bozkurt Beyin torunudur osmanlı imparatorluğu Osmanlı padişahı evlilik yolu ile yapılan akrabalık nedeniyle Yavuz Sultan Selim ve Kanuni sultan süleymanın torunudur ,Umarım atalarıma layık bir nesil faydalı bir insan olmuşumdur
Saygılar sebnem hanım soyunuzun bu derinliği ilgimi çekti ins soyunz a layık eserler verirsiniz
Ben Mengücek Gazi boyundan ve onun beylerinden olan Uzunaliogullari soyundanım. Ordu Mesudiye ilçesi Kale köyündenim. Ülkemizde uzunyurt ve mengü soyadlarını taşıyanlar da ayni boydandır. Samsunda Rizede Artvinde ve Trabzonda da akrabalarımız vardır.