Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Memlûk Toplumunda Kadın

0 14.615

Doç. Dr. Samira KORTANTAMER

Mısır ve Suriye’de iki buçuk yüzyıl hüküm süren Memlûk Devleti, İslâm ve Türk tarihinde önemli bir yer alır. Orta Doğu’nun stratejik bölgelerinde kurulup geniş Arap tebaasına hükmeden bu Türk devleti birçok alanda Türk kültürünün çeşitli öğelerini ve izlerini taşır. Dönemin insanları tarafından da Türk devleti[1] olarak adlandırılan Memlûk Devleti’nde iktidara gelen birçok sultanın adları Türkçe idi, Baybars, Aybek gibi. Genç yaşta Mısır’a getirilen, kışlalarda mükemmel bir askerî eğitim gördükten sonra azat edilip orduda yükselen Memlûklar,[2] genellikle Türk cariyelerle evlenirlerdi. Arapçadan Türkçeye eser çevirten, Türkçe şiir yazıp okuyan, aralarında Türkçe konuşan ve çocuklarına da ana dillerini öğreten Memlûklar, ana vatanlarından el öpme, kımız içme, at eti yeme gibi âdetleri getirip sevdikleri Kürre ile Kabak oyunu gibi sporları da unutmayıp ikinci ve üçüncü nesle aktarmışlardı.[3]

Memlûk toplumunda kadın konusu ele alınınca burada da Türk kültürünün izlerini görmek mümkündür. En çarpıcı örneği de Memlûkların ilk ve tek kadın sultanı Şecer ud-Durr[4] teşkil etmektedir. Eyyûbî Sultanı el-Melik es-Sâlih’in önce cariyesi sonra eşi olan Türk asıllı Şecer ud-Durr, son Eyyûbî Sultanı Turanşah’ın öldürülmesinden sonra Memlûkların ilk hükümdarı olmuştu. El-Melik es-Sâlih’in Türk memlûkları olan Bahrî Memlûklar, hem ustadları[5] es-Sâlih’e karşı bağlılıktan hem de huşdâşeleri[6] gibi gördükleri Şecer ud-Durr ile dayanışma içinde olduklarından dolayı onu, kadın olmasına rağmen tahta oturttular. Türklerde kadının toplumdaki yeri[7] ve siyasette -hattâ hükümdar veya naibe[8] olarak- oynadığı rol göz önünde alınırsa, Bahrî Memlûkların bu durumu hiç yadırgamadıkları anlaşılır. Ama iktidarı ellerinden kaçıran Eyyûbî Emirler, İslâm toplumunun alışık olmadığı bu durumu kullanarak Abbâsî halifesini kışkırtmaya muvaffak oldular. Nitekim Abbâsî Halifesi el-Musta‘sım Billâh Kahire’ye şöyle bir yazı gönderdi: “Eğer sizde erkek kalmadıysa bize bildirin, biz size bir tanesini göndeririz.”[9] Dış baskının fazlalaştığını gören Şecer ud-Durr, üç aylık tek başına iktidardan vazgeçip tahtı kocası Aybek’e bıraktı ama yine de iktidarda söz sahibi olmaya devam etti. Tarihçi ez-Zehebî ve İbn Tagribirdî durumu şöyle tarif ederler: “Aybek’e hükmederdi ve onun (Aybek’in) sözü hiç geçmezdi”.[10] Türk kadınının evlilikteki konumu Şecer ud-Durr’un davranışından da belli oluyor: Şecer ud-Durr, kocası olan Aybek’e, oğlu Ali’nin annesi ile buluşmasını yasaklayıp onu boşaması için baskı yapmıştı.[11] Ancak kocasının, Musul hükümdarının kızıyla evlenme girişimlerinde bulunduğunu duyunca, tarihçi İbn Vâsil’in dediği gibi “Bu durum onun çok ağrına gittiğinden kıskançlık duygularıyla doldu, çünkü o güçlü şahsiyeti ve büyük asaleti olan bir Türktü”.[12] Bu durumu hazmedemeyen Şecer ud-Durr sonunda Aybek’i öldürtmeye kadar gitmişti.

Tahttan feragat ettikten sonra da gücünden fazla bir şey kaybetmeyen Şecer ud-Durr’un ulaştığı konuma ve yetkiye hiçbir Memlûk sultanının eşi ulaşamamıştı. Memlûklarda sultanların eşleri[13] siyasette arka planda kalıp toplum hayatında fazla öne çıkmazlardı. Tarihçiler onlardan ancak belli durumlarda bahsederlerdi; meselâ önemli bir olay olan sultanın düğününü anlatırken gelinden -az da olsa- bahsedilirdi. Özellikle iki devlet arasındaki ilişkileri daha da pekiştirmek için yapılan düğünler – Sultan el-Melik en-Nâsir’ın Altınordu prensesi Tulunbeg ile olan evliliği gibi-daha ayrıntılı anlatılırdı.[14]

Sultanın boşanma haberi verilince karısının adı da geçerdi, Sultan en-Nâsir’in eşi Hond Erdekin’den boşanışı gibi.[15] Sultanın çocuğu, özellikle oğlu olduğu zaman, kısa da olsa eşinden bahsedilirdi, meselâ Sultan en-Nâsir’in Hond Tugay’dan olan oğlu Anûk’un doğumunda böyle olmuştu. Tarihçi el- Makrîzî, mükemmel bir güzelliğe sahip olan Hond Tugay’ın eskiden Türk bir cariye olduğunu, Suriye Naibi Tenkiz’in onu Dimeşk’te 90.000 dirheme satın alıp sultana gönderdiğini, Tugay’ın da sultanın gözdesi olduğunu ve doğum yaptıktan sonra büyük kutlamalar düzenlendiğini yazar.[16] Sultanın bir oğlu olunca büyük şenlikler yapılırdı, bir kızı olunca olay sessizce geçiştirilirdi.[17]

Sultan eşinin hac için yola çıkışı ve Mısır’a dönüşü halkın ilgisini çektiği için tarihçiler tarafından genellikle anlatılırdı.[18] Sultanın eşlerinin ölümü de tarihçiler tarafından verilir, Sultan Şeyh’in eşi Hond Hatice’nin[19] veya Sultan Barsbay’ın eşi Hond Fâtima’nın[20] vefatı gibi. Eşleri hayatta iken siyasette arka planda kalan sultan hanımları, dul olup oğulları küçük yaşta tahta çıkınca siyaset sahnesinde daha fazla etkili olmaya fırsat bulurlardı. Böylece sultanın annesi siyasete ağırlığını koyup büyük emirlerin arasında etkili olabiliyordu ve işi emirlerin tutuklattırmalarına hattâ bazen da zehirlenmelerine kadar vardırabiliyordu.[21]

Memlûk sultanlarının kızları, eşleri gibi tarih sahnesinde fazla ön plana çıkmazlardı. Genellikle büyük emirlerle evlendirilen sultan kızlarının düğünleri, çocuklarının doğumları, hac yolculukları ve ölümleri tarihçiler tarafından aktarılır.[22] Sosyal hayattaki bazı durumlarda da sultanın kızlarından bahsedilir; meselâ Sultan en-Nâsir hastalığından iyileşince Kahire’de çok büyük şenlikler yapılırken büyük emirlerle evli olan sultanın kızları verdikleri hediyelerin çokluğu ile kendilerinden söz ettirmişlerdi.[23] Tarihçiler, onların eşlerine karşı olan duyguları da bazen okuyucuya iletirlerdi; meselâ Sultan Kalavun’un kızı olan Gaziye Hatun, kocasını öyle seviyordu ki o öldüğü zaman üzüntüsünün büyüklüğünden ve ağlamaktan bitâp düşüp hayata gözlerini yumdu.[24]

Memlûklarda kadınların siyasette arka planda kalırken mimarî alanda daha faal bir rol oynadıkları görülmektedir. Kadınlar -özellikle üst sınıfın kadınları, yani sultanın anneleri, eşleri ve emir eşleri- birçok yapı inşa ettirip kamu hizmetine sunarak adlarını ölümsüzleştirdiler. Varlıklı kadınlar, zor durumda olan hemcinsleri için ribâtlar kurup özellikle dul, boşanmış veya terk edilmiş kadınlara böylece güvenli bir yer temin etmiş olurlardı. Sultan Baybars’ın kızı Tidkâr Bay Hatun, Kahire’de Bint el-Bagdâdiyye adlı şeyhe (kadın şeyh) için meşhur “Ribât el-Bagdâdiyye”yi inşa ettirdi.[25] Hem bu Şeyhe hem de halefleri faziletli ve bilgili kadınlar olup, yardımcılarıyla Suriye ve Mısır’dan gelen kadınlara yardım edip onları eğitirlerdi. Kesin kuralları olan bu ribâtta kadınlar, orada kaldıkları sürede hem bakılıp hem de eğitilip korunurlardı. Bundan başka ribâtlar da kadınlar tarafından inşa edilmişti; meselâ Sultan Aynal’in eşi Zeynep’in ribâtı,[26] bir emirin karısı olan es-Sitt Kelîle adı altında tanınan Dolay et-Tatariyye’nin yaptırdığı “Ribât es-Sitt Kelîle”[27] veya bir emirin karısı olan Hatice’nin yaptırdığı ribât anımsanabilir.[28]

Bilim ve eğitim alanında önemli bir rol oynayan ve Memlûklarda çok sayıda yaptırılan medreselerin arasında kadınlar tarafından inşa ettirilenler de vardı. Meselâ Sultan en-Nâsir’in kızı ve Emir Bektemur el-Hicâzî’nin karısı olan Hond Tatar el-Hicâziyye, Kahire’de yaptırdığı “el-Medrese el- Hicâziyye”de[29] ders vermek için hem Şâfii hem de Mâlikî fakîhler ve insanlara namaz kıldırmak için bir imamı görevlendirip, bir kütüphane, kendine bir türbe, bir minber ve bir minare, yetimler için bir okul yaptırdı, orada çocuklara ders vermek için bir öğretmen görevlendirdi ve çocuklara her gün ekmek, bir miktar para, kış ve yaz kıyafeti, Ramazan’da yemek ve Kurban Bayramı’nda et tahsis etti. Kahire’de Sultan eşleri, anneleri veya emir eşlerinin yaptırdığı medreselerin arasında şunlar sayılabilir: Sultan el-Melik es-Sâlih’in annesinin “Medreset-Turbet Umm es-Sâlih”i,[30] Sultan el-Melik el-Eşref Şa’ban’ın annesi Berke’nin “Medreset Umm es-Sultan”ı,[31] bir emirin eşi olan Aytekin’in “el- Medrese es-Sagîre”si[32] ve bir emirin eşi olan es-Sitt’Âşûrâ’nın “el-Medrese el-‘Âşûriyye”si.[33] Memlûkların tek kadın sultanı olan Şecer ud-Durr de Kahire’de kendi adını taşıyan bir medrese yaptırmıştı.[34] Memlûk Dönemi’nde yönetici sınıfı dışında olan varlıklı kadınlar tarafından inşa ettirilen medreseler bulmak da mümkündür; meselâ büyük bir serveti olan hadis âlimesi Fâtima bint Suleyman ed-Dimeşkiyye’nin[35] Suriye’de yaptırdığı birkaç medrese ve tekkeleri, Ergun Hatun’un Trablus Şam’daki “el-Medrese el-Hatuniyye”si[36] veya Hatice bint Dirhem ve Nısf’ın[37] Kahire’de inşa ettirdiği medresesi bunların arasındadır.

Memlûklarda kadınlar ayrıca hamam, han, hânkâh, cami, mescit, sebil gibi kamu yararına yapılar da yaptırdılar; meselâ Sultan el-Eşref Halil’in karısı Hond Ertekin’in “Hammâm Hond”u,[38] Sultan Baybars’ın eşi İltutmuş Han’ın “Hammâm İltutmuş Han”ı,[39] Sultan en-Nâsır’ın karısı ve oğlu Ânuk’un annesi Hond Tugay’ın “Hânkâh Umm Ânuk”u,[40] Sultan en-Nâsır’ın dadısı Sitt Hadak’ın “Câmi’es-Sitt Hadak”ı,[41] Sultan en-Nâsır’ın cariyesi Sitt Miske’nin “Cami’es-Sitt Miske”si,[42] Sitt Gazâl’ın “Mescid Gazâl”ı[43] ve Sultan Çakmak’ın cariyesi Surbay el-Cerkesiyye’nin “Sebîl Surbay”ı[44] gibi eserler bu çerçevede sayılabilir.

Memlûklarda kadınlar kendileri için de köşk, ev, türbe gibi binalar yaptırdılar; meselâ Sultan en- Nâsır’ın kızı Hond Tatar el-Hicâziyye’nin “Kasr el-Hicâziyye”,[45] Sultan el-Eşref Halil’in karısı Hond Ertekin’in “Dâr Hond”,[46] Sultan en-Nâsır Hasan’ın kızı Hond es-Sitt Şakrâ’nın “Dâr es-Sitt Şakrâ”,[47] Sultan en-Nâsır’ın eşi Hond Tugay’ın “Turbet Hond Tugay”,[48] Sultan el-Eşref Şa’ban’ın annesi Hond Berke’nin “Turbet Hond Berke”[49] ve Şecer ud-Durr’un “Turbet Şecer ud-Durr”[50] adlı binaları gibi.

Memlûk toplumunun orta sınıf kadınlarına gelince çok sayıda okumuş kadının varlığı göze çarpmaktadır. Özellikle hadis bilimi, okumuş kadınların en sevdiği alan olduğu için Memlûk Dönemi kadın biyografilerinde sayısız muhaddisenin, râviyenin ve vâizenin adları geçer. Bu iyi eğitimli kadınlar grubu içinde Arap asıllı Mısır ve Suriyeli kadınların yanında Türk asıllı bayanlar da bulunmaktadır; meselâ muhaddise olarak Zümrüd bin Ayrak,[51] Tatar et-Tanûhiyye,[52] Bay Hatun ed-Dimeşkiyye,[53] Bay Hatun el-Kâdiriyye,[54] râviye olarak Şeyhe Umm el-Hayr bint Kaymaz,[55] Gümüş bint Abdillah et- Turkiyye,[56] Umm İsmail bint Aybek[57] ve vâize olarak İbn Teymiyye’nin takdirini kazanan Fâtima bint ‘Ayyâş[58] bunların arasında yer alırlar.

Memlûklarda okumuş kadınların arasında erkekler tarafından da takdir edilmiş kadın şairler ortaya çıkmıştır; Şeyh Muhammed’in kızı Mu’nise,[59] Şeyh Ebû Hayyân’ın torunu Nizâr[60] veya Sultan Berkûk’un sarayında yetişen Türk asıllı Sûl[61] gibi. Dönemin Arapça halk şiirlerinde Memlûkların etkisi görülmektedir. Mısırlı şairler, Memlûkların Moğollara ve Haçlılara karşı başarılı savaşlarını ve kurdukları medreseleri ve benzeri şeyleri övüp ayrıca şiirlerinde bazı Türkçe kelimeleri kullanıyor, hayran oldukları Türk güzelliğini de bol bol işliyorlardı. Böylece şiirlerde güzellik anlayışının değiştiğini görüyoruz: Arap şiirindeki büyük gözlerin yerini Memlûk halk şiirindeki çekik gözler almıştır.[62]

Memlûk Dönemi’nde kadınlar Arapça dil bilgisi ile de meşgul oldular.[63] Bazı kadınlar, tasavvufa meyledip zâviye ve ribâtlarda şeyhe (=kadın şeyh) olarak kadınlarla ilgilenip, onlara dinî eğitim verirlerdi; meselâ Ribât el-Bağdâdiyye’nin şeyhesi Huccâb,[64] Ribât Darb el-Mihrânî’nin şeyhesi Sitt el-‘Ulemâ[65] veya kendi zâviyesinde kadınlara yardım edip eğiten Türk asıllı şeyhe Fâtima bint Cemal ed-Dîn b. Sunkur[66] gibi. Üst yönetimin bayanları arasında da tasavvufa ilgi duyanlara rastlamak mümkündür; meselâ Sultan Hoşkadem’in eşi Hond Şeker Bay’ın Ahmediyye tarikatına meyl ettiği tarihçiler tarafından yazılmaktadır.[67]

Görüldüğü gibi tarihçiler bize Memlûk Dönemi ile ilgili çok sayıda eğitimli kadının adını veriyorlar. Orta Çağ İslâm âleminde kadınların eğitim imkanlarının çok sınırlı olduğunu biliyoruz.[68] Acaba Memlûk Dönemi’nde bu eğitim durumu nasıldı? Daha önceki dönemlerde olduğu gibi yalnız erkek çocuklara eğitim veren okullar Memlûklarda da kız çocuklarına kapalı idiler. Kızlar evde ya bir müeddib ya da bir akraba tarafından eğitilirlerdi. Memlûk kadınlarının biyografileri incelendiğinde, okumuş kadınların büyük bir çoğunlukla eğitimli bir aileden geldikleri göze çarpmaktadır. Muhaddise, râviye, vâize, şeyhe, şaire gibi kadınların hemen hepsi ya bir kadı’nın, şeyhin, hatîbin, hâfızın, muhaddisin veya tarihçinin kızı, kız kardeşi, eşi veya torunu idiler. Tarihçiler birçok örnekte kadınların küçük yaştan itibaren babaları, şeyh kızı Sitt el-Fukehâ[69] ve başkadı kızı Şuhde[70] gibi veya dedeleri, kadı kardeşi Esmâ[71] ve hatîb kızı ‘Âişe[72] gibi veya erkek kardeşi, Nefîse[73] veya eşi, Umm Muhammed[74] gibi, tarafından eğitim gördüklerini yazarlar. Okumuş kadınlar, kızlarına, Sitt el- Fukahâ[75] gibi, kız torunlarına, Sitt el-Ehl[76] gibi, oğullarına, ‘Âişe bint ‘Umar[77] gibi, veya erkek kardeşlerine ‘Âişe bint Muhammed[78] gibi, ders de verirlerdi.

Hanımlar ailenin dışındaki kişiler tarafından da eğitilirlerdi. Birçok kadın, Sitt el-Vuzerâ[79] ve Zeyneb bint el-‘Alem[80] gibi, hemcinslerinin eğitimi ile ilgilenirdi, veya Fâtima bint İbrahim[81] ve Zeyneb bint Abdirrahmân[82] gibi onlara icâzet verirdi, veya Dayfa bint Şems ed-Dîn[83] ve Fâtima bint ‘Ayyâş[84] gibi vaaz verirdi veya hâfize ‘Aişe[85] ve Esmâ[86] gibi Kuran-ı Kerim’i okuturdu.

Memlûklarda kadınlar, yakın akrabalarından veya hemcinslerinden ayrı erkek hocalardan da eğitim görürlerdi. Kadınlar, bilimsel toplantılara gidip erkeklerden ayrı bir yerde oturarak dersleri dinleyebiliyorlardı[87] ve erkek hocalardan da icâzet alabiliyorlardı, Sitt el-‘Abîd[88] veya Sitt el-Benîn[89] örnekler arasında sayılabilir. Tanınmış tarihçilerden icâzet alanlar da vardı, meselâ es-Sahâvî, Sitt el- Vuzerâ’ya,[90] Ebû Şâme, Fâtima bint ‘Ubeydillâh’a[91] icâzet vermişti.

Bilimde, özellikle dinî bilim dallarında çok faal olan kadınlar, belli bir ilmî seviyeye erişince, kadınların dışında erkeklere de ders verirlerdi. Bunun birçok örneği vardır; meselâ dersleri çok kalabalık geçen Zeyneb bint Ahmed[92] ve Cuveyriyye bint Ahmed[93] bunlardandır. Kadın hocalar, derslerini takip eden erkek öğrencilerine icâzet verirlerdi, Mu’mine bint Abdillâh[94] ve Sitt eş-Şâm[95] hemen örnek olarak zikredilebilir.

Tanınmış Memlûk tarihçileri, birçok kadın hocanın derslerini dinleyip onlardan icâzet almışlardı; meselâ el-Birzâlî’nin kadın hocalarından birisi Umm Suleyman,[96] ez-Zehebî’nin kadın hocalarından birisi Nefîse bint İbrahim,[97] el-Makrîzî’nin kadın hocalarından birisi Fâtima bint Ali[98] ve İbn Hacar el- ‘Askalânî’nin kadın hocalarından birisi Esen bint Ahmed[99] idiler. Memlûk tarihçileri eserlerinde çekinmeden ders dinledikleri kadın hocalarının adlarını verip onlardan icâzet aldıklarını açık bir biçimde ifade ederler. Bu, bilim kadınlarının erkek meslektaşları tarafından ciddiye alınıp takdir edildiklerinin bir göstergesidir.

İlimle uğraşan bu kadınlar, genellikle evlenip çocuk sahibi olurlar ve ayrıca aileleriyle de ilgilenirlerdi. Bazıları birkaç defa evlenmişlerdi, ama aralarında nadiren hiç evlenmemiş olanlara da rastlanmaktadır; çok takdir gören Zeyneb bint Ahmed[100] veya Habîbe bint el-‘İzz[101] böyledirler.

Bu eğitimli kadınlar genellikle okumuş bir aileden gelirlerdi, ama bazen esnaf kızlarından da bilime merak sarıp yetişen ve ders verenler olurdu, bir demircinin kızı olan Hediyye bint Muhammed[102] veya bir terzinin kızı Nefîse bint Ali[103] bunlar arasındadır. Genellikle bilimle uğraşan kadınların maddî sıkıntılar çekmeyip rahat bir hayat yaşayıp epey yaşlandıklarını[104] görmekteyiz, ama bazen hayatlarını kazanmak zorunda kalırlardı, terzilikle geçinen ‘Âişe bint Muhammed[105] böyledir.

Memlûklarda kadınların eğitim ve bilimdeki konumundan bahsettikten sonra başka bir Türk devleti olan Osmanlılara bir göz atıp ikisini bu konuda karşılaştırmak ilgi çekici olur. Kızların eğitim imkanları Osmanlılarda da sınırlı idi. Orta ve üst sınıfın kadınları, ya özel bir hocadan veya ailenin bir ferdinden ders görürlerdi.[106] Okumuş bir ailede yetişen kızlar, babaları, ağabeyleri veya akrabaları tarafından eğitilme imkanına sahiptiler.[107] Osmanlılarda kadın muhaddisleri, kadın mutasavvıfları ve kadın şeyhleri görmekteyiz.[108] Şiir alanında kendilerinden söz ettiren kadın şairler kültürlü bir aileden gelip, babalarından veya eşlerinden eğitim görmüşlerdi, meselâ kadı kızı Zeyneb Hanım, kadı kızı Mihrî Hatun, şair Bâkî’nin karısı Tutî Hatun ve kocası ulemâdan olan Hubbî Hatun[109] bunların arasında sayılabilir. Osmanlılarda da eğitimli kadınların çoğunlukla evli ve çocuklu olduklarını görmekteyiz.[110]

Orta Çağ İslâm kültürüne ait olan Memlûklar ve Osmanlılardaki kadının eğitim durumu birbirine benzemektedir. Kadının eğitim durumu Orta Çağ Hıristiyan Avrupası’nda ise birçok farklılıklar arz etmektedir. Orta Çağ Avrupası’nda kilise, dinî hayatın dışında kültür alanında da önemli bir yer alıp, bu alana da damgasını vurmuştur.[111] Toplumun en okumuş kişileri genellikle kilise mensupları olduklarından manastırlar kültür merkezleri haline gelmişlerdi.[112] Kadınlara ayrılan manastırlarda rahibeler, dinî eğitimi yanında okuma yazma, dil bilgisi ve edebiyat öğrenebilirlerdi.[113] Orta Çağ Avrupası’ndaki kadınlar, üniversiteye alınmadıkları için,[114] ancak manastıra girince orada belli bir eğitim alabiliyorlardı. Rahibe olmayanlar için fazla eğitim imkanı yoktu. Soylu aile kızları özel hocadan ders alabilirlerdi. Orta Çağ Batı toplumunda kızların yetişmesinde onların yalnız iyi eş, anne ve ev kadını rolleri ön planda tutulduğu için[115] eğitimlerine fazla önem verilmemişti; hattâ kadınların okuma yazma öğrenmelerine bile bazen karşı çıkılmıştır.[116] Bazen kültürlü bir babanın kızına veya kocanın eşine ders verdiği de olurdu.[117] Üst sınıfın kadınları ve rahibeler genellikle okuma yazma bilirlerdi, aralarında şairler de çıkarlardı ama bilim hayatında kendilerinden söz ettirmemişlerdi. Memlûk Dönemi’ndeki kadının eğitimi, kadının birçok bilim alanındaki aktif rolü ve erkek bilim adamları tarafından gördüğü itibar göz önünde tutulursa, Orta Çağ Batısı’ndaki hemcinslerinin eğitim durumunun çok daha altta olduğunu ve kadınların -bazı istisnalar hariç- ilim alanında boy gösteremediklerini görürüz.

Memlûklardaki eğlence hayatına gelince cariyelerin bu alanda önemli bir yer tuttukları görülmektedir. Memlûk sultanları, emirler ve varlıklı kişiler tarafından maddî imkanlarına göre alınan Türk, Sudanlı, Habeş, Rûm veya İranlı cariyelerin bir kısmı, sarayda ve emirlerin evlerinde ev işleri, dadı veya süt annesi olarak çocukların bakımı ile ilgilenirlerdi.[118] Bazıları Sultan hareminin yönetiminde önemli bir yere gelip, kendilerinden söz ettirebilmişlerdi; meselâ bir cami bile yaptıran Sitt Hadak[119] bunlardandı. Sesleri güzel olan cariyeler ise küçük yaştan itibaren tanınmış erkek ve bayan hocalardan müzik dersleri alırlardı, bazıları da ayrıca bir müzik aleti çalmayı veya dans etmeyi öğrenip toplumda şöhreti yakalamaya çalışırlardı.[120] Üst sınıfın edebî toplantılarına katılmak isteyen cariyeler güzel seslerinin yanında yüksek bir eğitim almak zorunda olup, geniş bir kültür, edebiyat ve fesâhat bilgisine sahip olmalıydılar, el-‘Azize bint es-Sathî[121] buna bir örnektir. Hatice er-Rahhâbiyye el Muganiyye gibi[122] vücut ve ses güzelliğini birleştiren şarkıcılar şöhret basamaklarını daha hızlı çıkıp servet sahibi olurlardı. Şarkıcıların yüz ve ses güzelliği hakkında şiirler de yazılırdı, meselâ Emir Ahmed b. Musa b. Yağmur cariyesi için bir şiir yazmıştı.[123] Şairler en çok güzel Türk cariyeleri meth ettikleri için Memlûk Dönemi’ndeki Mısır’da çekik gözler, beyaz yüz ve siyah saçlardan oluşan Türk güzellik anlayışı ağırlık kazanmaya başladı.[124] Bazen cariyeler bu güzellik anlayışına hiç uymazlardı, ama harika sesleri ile insanları büyüleyebilirlerdi; meselâ güzel olmayan siyahî Habeşî cariye İttifak, o kadar güzel şarkı söyleyip ud çalardı ki hem Sultan es-Sâlih İsmail’i hem de Sultan el-Kâmil’i kendine aşık edip, onlara birer çocuk doğurup meşhur ve zengin olmuştu.[125]

Şarkı, müzik ve şiiri destekleyen Memlûklar,[126] birçok vesile ile şarkıcıları çağırıp eğlenceler düzenlerlerdi. Sarayda yer alanlardan başka halk içinde eğlenceler de yapılırdı. Toplumun her kesiminin kadınları, Nil nehrinin taşması için, Kürre oyun sezonunun bitmesi dolayısıyla, Nevruz için, kamuya ait yeni bir binanın açılması vesilesiyle, sultanın hastalıktan iyileşmesi için, sultanın veya ordunun seferden dönüşü dolayısıyla, sultan ailesinin düğünleri ve sünnetleri için yapılan şenliklere de katılırlardı.[127]

Memlûk toplumunun kutladığı dinî bayramlara meselâ Ramazan eğlencelerine, Ramazan ve Kurban bayramlarına, Mevlid-i Nebevî, Mevlid-i es-Seyyide Nefîse (Kahire şehrinin evliyası), ‘Âşure günü ve Hicaz’a giden Mahmal’ın Kahire’den çıkışı için yapılan kutlamalara kadınların gittikleri görülmektedir.[128] Mısır Hıristiyanlarının bayramlarına (‘Îd eş-Şehîd,[129] ‘Îd el-Gitâs[130] ‘Îd Hamîs el- ‘Ahd[131] gibi) Müslüman halk ile beraber kadınlar da katılırlardı.

Memlûkların bütün dinî ve dünyevî kutlamalarında kadınların da bulundukları görülmektedir. Yalnız bazı durumlarda eğlencelere bir sınırlama getirildiği oluyordu. Kahire halkının şehrin dışındaki el-Halîc el Hâkimî adlı kanalda veya Nil nehrinde yaptıkları gezintilere kadınlar da katılırlardı. Yöneticiler hem kadınlar fazla süslenip ilgi çektikleri hem de gemilerdeki eğlencelerin dozu kaçtığı ve bu durumun karışıklıklara (fasâd ve munkerât) yol açtığı gerekçesiyle bazen (meselâ 706 H./1306-7 ve 793 H./1390-91 yılında olduğu gibi) bu eğlence gemilerini yasaklayıp karşı çıkanlara da gemi ile birlikte yakılma cezası vereceklerini söylerlerdi.[132] Bazen kadınların türbe ziyaretleri yasaklanırdı,[133] çünkü Memlûklarda insanlar belli günlerde mezarlıkların bulunduğu Karâfe’ye gidip türbe ziyaretlerinin dışında ziyafetler ve eğlenceler düzenlerlerdi.[134] Bir salgının müsebbibi de dolaylı olarak kadınlar sayılabilirdi. Memlûklarda vebadan ölümlerin çok arttığı 841 H./1437-38 yılında Sultan Barsbay fakîhleri ve kadıları toplayıp onlara Allah’ın insanları hangi günahları işledikleri zaman veba ile cezalandırdığını sordu. Onlar da zinanın arttığı ve kadınların süslenip sokaklarda ve çarşılarda gece ve gündüz dolaştıkları zaman cevabını verdiler. Bunun üzerine Sultan vebadan kurtulmak ümidiyle bütün kadınların sokağa çıkmalarını yasaklayıp emre uymayanların da ölüm cezasına çarptırılacaklarını duyurdu. Bu uygulama hem kadınları hem de çarşıdakileri zor duruma düşürüp ekonomiyi olumsuz etkiledi.[135]

Kadın kıyafetlerine de bazen kısıtlamalar getirilirdi. Meselâ kadınların arasında giderek yayılan aşırı bol kollu pahalı kumaşlardan dikilen gösterişli kıyafetler modası, israfın göstergesi olduğu için yöneticiler tarafından yasaklandı. Yönetimin ara sıra (meselâ 751 H./1350, 793 H./1390-91, 850 H./1446-47 ve 876 H./1471-72 yıllarındaki gibi) yaptığı bu kıyafet müdahalesine uymayan kadınlar, muhtesib tarafından dövülüp teşhir edilirlerdi. Ayrıca kadınlara bunu hatırlatıp onları korkutmak için Kahire’nin surlarına ve şehir kapılarına ve direklere yasak kıyafetler giydirilmiş kuklalar da asılırdı.[136]

Şehir hayatında zor veya tehlikeli durumlar olunca kadınların da yardıma koştuklarını görürüz, meselâ Kahire’de 721 H./1321 yılındaki büyük yangının söndürülmesine kadınlar da katılmıştı[137] veya Sultan Baybars’ın 663 H./1264-65 yılındaki Arsûf şehri kuşatmasında savaş esnasında kadınlar su dağıtıp mancınıklar çektiler.[138] Bazen kadınların işçi gibi çalıştıkları da olurdu; meselâ 658 H./1260 yılında Sultan Baybars’ın yaptırdığı Dimeşk kalesinin yapımında[139] veya Mekke’deki bir kuyunun açılmasında[140] kadınlar çalışmış; veya büyük bir kum tepesinin altında körleri iyileştiren bir Sahâbenin kabrinin bulunduğu şayiası üzerine erkeklerle beraber kadınlar da -başörtülerini bile kullanarak- kum taşıma işine katılmışlardı.[141]

Kadınlar, yukarıda belirtilen çalışma alanlarının dışında birçok meslek icrâ edip Memlûk toplum hayatında belli bir rol oynarlardı; meselâ dadı, ebe (dâye), murdi‘e (süt annesi), dâminet el-magânî (şarkıcılardan vergi toplayan kadın) hâdimet el-fakîrât (zâviye, ribât ve hânkâh’da çalışan kadın), bellâne (hamamda çalışan kadın), hazâfe (seramikçi), tâcire, dellâle (evlere giden seyyar satıcı), hâtibe (çöpçatan), mâşite (gelinleri düğünlerden önce hazırlayan kadın), sâni’e (dövme yapan kadın), gâsile (ölü yıkayıcı), nâihe (ölünün arkasında ağıt yakan) ve bagiyy (fahişe) olarak toplumun içinde yer aldıklarını görüyoruz.[142]

Memlûklarda kadınların hayatında önemli bir yer tutan kamu mekanları vardı, meselâ kadınların toplanıp dedikodu yaptıkları hamamlar veya zor durumda olunca sığındıkları ribâtlar gibi. Mısır halkının Hıristiyan kadınlarına mahsus birçok manastır vardı; meselâ: Deyr er-Râhibât,[143] Deyr el- Benât,[144] Deyr el-Mu‘allaka,[145] Deyr Barbara[146] ve Deyr el-Benât bi-Kasr eş-Şem‘.[147] Kadınlar hastalanınca bîmâristânlarda (hastahâne) onlar için ayrılan bölümlerde bedava tedavi olabilirlerdi.[148] Zaten Mısır’da Memlûklar zamanında hastahâneler yüksek bir seviyeye ulaşmışlardı, özellikle Sultan Kalavun’un Kahire’de yaptırdığı büyük el-Bîmâristân el-Mansûrî’nin şöhreti bütün Orta Doğu’ya yayılmıştı.

Kanuna karşı gelen kadınlar için düzenli ve temiz hastahanelerin aksine pis ve korkunç hapishaneler vardı,[149] meselâ Kahire’deki Hucre Hapishanesi böyle bir yerdi.[150] Tarihçiler, kadınların işledikleri suçlar ve aldıkları cezalar ile ilgili bazı ilgi çekici örnekler verirler; meselâ hırsızlık yapan bir kadının Kahire valisi tarafından dövülüp Zuveyle Kapısı’nda elinin kesilmesi[151] veya zina yapan bir kadının hapse atılması[152] böyle örneklerdir. Bir başka örnek ise iki erkek ile evli olan bir kadına kırmızı bir külah giydirilip kadının şehirde şu sözlerle teşhir edilişidir: “Bu, iki erkek ile aynı zamanda evli olan kadının cezasıdır”.[153] İdam cezasına gelince el-Makrîzî’nin[154] dediğine göre bu ceza kadınlara nadiren uygulanırdı; meselâ başka cariyelerle beraber parasını almak için sahibesini yastıkla boğan Rûm asıllı bir cariyenin Bâb en-Nasr’da asılması gibi[155] veya kocası ile beraber Kahire’de birçok kişiyi öldüren ve giysilerini almak için çocukları boğan Gâziye el-Hannâke’nin (=boğan kadın) kocası ile beraber Bâb en-Nasr’ın dışında idam edilmesi gibi.[156] Hattâ bu kadın o kadar meşhur olmuştur ki yaşadığı ev bir mescit haline getirilince adı da “Mescid el Hannâke” olmuştu.[157]

Görüldüğü gibi kadınlar, Memlûk toplumunun çeşitli kademelerinde belli bir rol oynamaktadırlar. Sosyal hayatta çeşitli vesilelerle ön plana çıkan, ama siyaset sahnesinde genellikle arka planda kalan Türk üst yönetim mensuplarının eşleri, anneleri veya kızları çoğunlukla kamu yararına yaptırdıkları mimarî eserlerle adlarını ölümsüzleştirdiler. Orta Çağ’da kızların eğitim imkanlarının çok sınırlı olmasına rağmen Memlûklarda sayısız muhaddise, râviye, vâize ve şairenin ortaya çıkması dikkati çekmektedir; hattâ çok sayıda muhaddise ve râviye birçok erkek bilim adamlarına ders verip onlardan takdir toplamıştı.

Memlûklarda kadının eğitim durumu Osmanlılarınki ile benzerlik arz ederken Orta Çağ Batı Hıristiyan hemcinslerinin eğitim ve bilimdeki seviyesinden çok üstün olduğu görülmektedir. Memlûk toplumunda birçok meslek icrâ eden kadınlar ayrıca eğlence sektöründe şarkıcı, müzisyen veya rakkâse olarak önemli bir rol oynadılar. Kadınlar, Memlûk toplumunun bütün dinî ve dünyevî kutlamalarına da katılmaktaydılar. Ortadoğu’da önemli siyasî bir rol oynayan Türk Memlûkları, bilim ve sanatı teşvik edip, desteklediklerinden dolayı bilim ve sanat için gerekli olan ortamı hazırlamışlardı. Bu verimli dönemde kadınlar da çeşitli alanlarda faal olma imkanı bulup kendilerinden söz ettirdiler.

Doç. Dr. Samira KORTANTAMER

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 5 Sayfa: 406-412


Dipnotlar :
[1] Bkz. Samira Kortantamer, “Memlûklarda Türk Kültürü”, Prof. Dr. İsmail Aka Armağanı, İzmir 1999, s. 173.
[2] Bkz. David Ayolan, “Memlûk Devletinde Kölelik Sistemi”, çev. Samira Kortantamer, Tarih İncelemeleri Dergisi, IV, 1989, s. 211-247.
[3] Bkz. S. Kortantamer, “Memlûklarda Türk Kültürü”, s. 173-190.
[4] Şecer ud-Durr hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Götz Schregle, Die Sultanin von Ägypten, Wiesbaden 1961; Bahriye Üçok, İslâm Devletinde Türk Nâibeler ve Kadın Hükümdarlar, Ankara 1981, s. 55-84; Fatima Mernissi, Hanım Sultanlar (İslâm Devletlerinde Kadın Hükümdarlar), İstanbul 1992, s. 104-108.
[5] Memlûkları satın alan ve azat eden kişiye “ustâd” deniliyordu. Memlûk ve üstâdı arasındaki saygı ve bağlılık duyguları, memlûk azat edildikten sonra da hayatı boyunca devam ederdi; bkz. Ayalon, “Memlûk Devletinde Kölelik Sistemi”, s. 238-240.
[6] “Huşdâşe”, “huşdâş” kelimesinin müennes biçimi. Huşdâş, Memlûklarda aynı efendi tarafından alınıp azat edilen ve beraber kışlada (tıbâkta) eğitim görenlere denilirdi. Burada ise aynı efendi (=el-Melik es-Sâlih) tarafından satın alınıp azat edilmek söz konusudur. Yoksa Şecer ud-Durr kadın olduğu için tıbâkta eğitim görmemişti. Huşdâşların arasındaki güçlü ilişkiler hakkında bilgi için bkz. Ayalon, “Kölelik Sistemi”, 241-242.
[7] Bkz. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi, İstanbul 1980, s. 204-211; Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul 1988, s. 251-253; Necdet Sevinç, Eski Türklerde Kadın ve Aile, İstanbul 1987; Mehmet Kaplan, “Dede Korkut Kitabında Kadın”, Türkiyat Mecmuası, 9 (1946-51), s. 99-112; İbni Battuta, Seyahatname-i İbni Battuta, I, İstanbul 1333-1335, s. 367-369; Zeki Muhammed Hasan, er-Rahhâle el-Muslimûn fi l-‘Usûr el-Vustâ, Kahire 1945, s. 149.
[8] Bahriye Üçok, a.g.e., Ankara 1981; F. Mernissi, Hanım Sultanlar, s. 104-114.
[9] Bkz. Takîy ed-Dîn Ahmed b. Ali el-Makrîzî, Kitâb es-Sulûk li-Ma‘rifet Duvel el-Mulûk, I, nşr. M. M. Ziyâde, Kahire 1956, s. 369.
[10] Bkz. Schregle, Die Sultanin von Ägypten, s. 79.
[11] Bkz. El-Makrîzî, Sulûk, I, s. 403.
[12] Bkz. Schregle, Die Sultanin von Ägypten, s. 84.
[13] Bu konu hakkında bkz. Samira Kortantamer, Bahrî Memlûklarda Üst Yönetim Mensupları ve Aralarındaki İlişkiler, İzmir 1993, s. 33-54.
[14] Bkz. Mufaddal b. Ebî l-Fadâil, en Nehc es-Sadîd ve d-Durr el-Ferîd fi mâ ba‘d İbn el-‘Amîd, nşr. Samira Kortantamer, Ägypten und Syrien zwischen 1317 und 1341 in der Chronik des Mufaddal b. Abî l-Fadâil, Freiburg 1973, s. 10; İbn ed-Devâdârî, Kenz ed-Durer ve Cami’el-Gurar, cilt 9, Kahire 1960, nşr. H. R. Roemer, s. 303-304; el-Makrîzî, Sulûk, II, s. 204-205.
[15] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, II, s. 177.
[16] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, II, s. 231-232.
[17] Bkz. Mufaddal, Nehc, nşr. E. Blochet, “Moufazzal Ibn Abil-Fazail, Histoire des Sultans Mamelouks”, Patrologia Orientalis, cilt XIV (1983), s. 565-566.
[18] Bkz. Şems ed-Dîn eş-Şucâ‘î, Târîh el-Melik en-Nâsır Muhammed b. Kalavun es-Salihî ve Evlâdihi, nşr. Barbara Schäfer, Wiesbaden 1977, s. 53, 58.
[19] Şems ed-Dîn es-Sahâvî, ed-Dav’el-Lâmi’li Ehl el-Karn et-Tâsi‘, cilt 12, Kahire (tarihsiz), s. 33, No: 192.
[20] Bkz. Bedr ed-Dîn el-‘Aynî, ‘Ikd el-Cumân fi Târîh ehl ez-Zamân, cilt 19, s. 244.
[21] Bkz. S. Kortantamer, Üst Yönetim Mensupları, s. 47-53.
[22] Bkz. Kortantamer, a.g.e., s. 64-68.
[23] Bkz. Mufaddal, Nehc, nşr. Kortantamer, s. 102.
[24] Bkz. el-Yunînî, Zeyl Mir’ât ez-Zamân, nşr. A. Melkonian, Die Jahre 1287-1291 in der Chronik al-Yûnînî’s, Freiburg, 1975, s. 15.
[25] Bkz. el-Makrîzî, Kitâb el-Mevâ‘z ve l-İ‘tibâr bi Zikr elHitat ve l-Asâr, II, s. 427-28
[26] Bkz. es-Sahavî, Dav’, cilt 12, s. 44-45, No: 261.
[27] Bkz. el-Makrîzî, a.g.e., II, s. 428.
[28] Bkz. es-Sahâvî, a.g.e., cilt 12, s. 25-26, No: 144.
[29] Bkz. el-Makrîzî, a.g.e., II, s. 382-383.
[30] Bkz. el-Makrîzî, a.g.e., II, s. 394.
[31] Bkz. el-Makrîzî, a.g.e., II, s. 399-400.
[32] Bkz. el-Makrîzî, a.g.e., II, s. 368.
[33] Bkz. el-Makrîzî, a.g.e., II, s. 394.
[34] Bkz. Rıdvan Da‘bûl, Terâcim A‘lâm en-Nisâ’, Beyrut 1998, s. 230-231, No: 1361.
[35] Bkz. Da‘bûl, a.g.e., s. 339, No: 2059.
[36] Bkz. Da‘bûl, a.g.e., s. 14, No: 61.
[37] Bkz. Da‘bûl, a.g.e., s. 110, No: 619.
[38] Bkz. el-Makrîzî, Hitat, II, s. 81.
[39] Bkz. el-Makrîzî, a.g.e., II, s. 83.
[40] Bkz. el-Makrîzî, a.g.e., II, s. 425-426.
[41] Bkz. el-Makrîzî, a.g.e., II, s. 313.
[42] Bkz. el-Makrîzî, a.g.e., II, s. 326.
[43] Bkz. Da‘bûl, a.g.e., s. 195, No: 1127.
[44] Bkz. Da‘bûl, a.g.e., s. 226, No: 1335.
[45] Bkz. el-Makrîzî, a.g.e., II, s. 71.
[46] Bkz. el-Makrîzî, a.g.e., II, s. 63.
[47] Bkz. el-Makrîzî, a.g.e., II, s. 74.
[48] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, II/3, s. 794.
[49] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, 111/1, s. 412.
[50] Bkz. Da‘bûl, a.g.e., s. 230-231, No: 1361.
[51] Bkz. Da‘bûl, a.g.e., s. 153, No: 863.
[52] Bkz. Da‘bûl, a.g.e., s. 64, No: 379.
[53] Bkz. Da‘bûl, a.g.e., s. 49, No: 295.
[54] Bkz. Da‘bûl, a.g.e., s. 49, No: 296.
[55] Bkz. el-Birzâlî, el-Mutefâ li-Târîh eş-Şeyh Şihâb ed-Dîn Ebî Şâme, el yazması, Topkapı Sarayı, Ahmed III, No: 2951, I, II, yk. 119 b.
[56] Bkz. el-Birzâlî, a.g.e., yk. 14 b.
[57] Bkz. el-Birzâlî, a.g.e., yk. 136 a.
[58] Bkz. Bkz. İbn Hacar el-‘Askalânî, ed-Durer el-Kâmine fi A‘yân el-Mi’e es-Sâmine, Kahire (tarihsiz), cilt III, s. 307-308, No: 3186.
[59] Bkz. İbn Hacar, Durer, V, s. 157, No: 4915.
[60] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., V, s. 167-168, No: 4942.
[61] Bkz. Da‘bûl, a.g.e., s. 226, No: 1335.
[62] Bkz. Ahmed Sâdık el-Cemâl, el-Edeb el-‘Âmmî fî Mısr fî l-‘Asr el-Memlûkî, Kahire 1960, s. 44-46.
[63] Bkz. Sa‘îd ‘Abd el-Fettâh ‘Âşûr, el-Mucteme’el-Mısrî fî ‘Asr Selâtîn el-Memâlîk, Kahire 1992, s. 152.
[64] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, II/1, s. 269.
[65] Bkz. İbn Hacar, Durer, II, s. 221, No: 1787.
[66] Bkz. Muhammed b. ‘Abdirrahman es-Sahâvî, Kitâb et-Tibr el-Mesbûk fî Zeyl es-Sulûk, Kahire (tarihsiz), s. 364.
[67] Bkz. es-Sahâvî, Dav’, XII, s. 68-69, No: 417.
[68] Bkz. Ahmed Çelebi, İslâm’da Eğitim Öğretim Tarihi, çev. Ali Yardım, İstanbul 1983, s. 338-341.
[69] Bkz. İbn Hacar, Durer, II, s. 222; No: 1792.
[70] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s. 292, No: 1945.
[71] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., I, s. 384, No: 903.
[72] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s. 340, No: 2085.
[73] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., V, s. 169-170, No: 4947.
[74] Bkz. el-Birzâlî, el-Muktefâ, yk. 153 a.
[75] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., III, s. 304-305, No: 3172.
[76] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., I, s. 440, No: 1068.
[77] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s.    341, No: 2090.
[78] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s.    342, No: 2092.
[79] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s.    205, No: 1730.
[80] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s.    203, No: 1724.
[81] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., III, s. 300, No: 3155.
[82] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s.    213, No: 1752.
[83] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s.    313, No: 1995.
[84] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., III, s. 307-308, No: 3186.
[85] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s. 339, No: 2080.
[86] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., I, s. 383, No: 900.
[87] Bkz. ‘Âşûr, el-Mucteme’el-Mısrî, s. 153.
[88] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s.    220, No: 1782.
[89] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s.    219, No: 1779.
[90] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s.    224, No: 1801.
[91] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., III, s. 305-306, No: 3176.
[92] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s. 209, No: 1743.
[93] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s. 81-82, No: 1472.
[94] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., V, s.   156, No: 4911.
[95] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s.    220, No:1781.
[96] Bkz. el-Birzâlî, el-Muktefâ, yk. 72 b.
[97] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., V, s. 169-170, No: 4947.
[98] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., III, s. 306, No: 3181.
[99] Bkz. Ġbn Hacar, a.g.e., I, s. 415, No: 989.
[100] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s. 209, No: 1743.
[101] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s. 85, No: 1478.
[102] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., V, s. 177, No: 4969.
[103] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., V, s. 170, No: 4949.
[104] Meselâ 70 yaşında ölen Esmâ bint Halil (İbn Hacar, Durer, I, s. 384, No: 902), 79 yaşında ölen Habîbe bint ez-Zeyn (İbn Hacar, a.g.e., II, s. 85-86, No: 1479), 83 yaşında ölen Emet ul-Kâhir (İbn Hacar, a.g.e., I, s. 441, No: 1073), 91 yaşında ölen Habîbe bint el-‘İzz (İbn Hacar, a.g.e., II, s. 85, No: 1478) ve 94 yaşında ölen Zeyneb bint Ahmed (İbn Hacar, a.g.e., II, s. 209, No: 1743).
[105] Bkz. İbn Hacar, a.g.e., II, s. 342, No: 2092.
[106] Bkz. Çağatay Uluçay, Harem, II, Ankara 1992, s. 86-87.
[107] Bkz. İlber Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, İstanbul 2000, s. 52-53; Mübeccel Kızıltan, “Divan Edebiyatı Özelliklerine Uyarak Şiir Yazan Kadın Şairler”, Sombahar, No: 21-22 (1994), s. 104-105; Suraiya Faroqhi, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, çev. Elif Kılıç, İstanbul 1997, s. 128; Afet İnan, Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Kazanılması, Tarih Boyunca Türk Kadınının Hak ve Görevleri, İstanbul 1975, s. 75.
[108] Bkz. Faroqhi, a.g.e., 128-129, 204.
[109] Bkz. Ortaylı, a.g.e., s. 53-54; Faroqhi, a.g.e., s. 130-132, Kızıltan, a.g.e., s. 104, 110; İnan, a.g.e., s. 75.
[110] Bkz. Kızıltan, a.g.e., s. 105.
[111] Bkz. Georges Duby, Şövalye, Kadın ve Rahip/Feodal Fransa’da Evlilik, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İstanbul 1991, s. 11.
[112] Bkz. Margaret Wade Labarge, Women in Medieval Life, Londra 2001, s. 101, 105, 219; Otto Borst, Alltagsleben im Mittelalter, Frankfurt am Main 1983, s. 521; Edith Ennen, Frauen im Mittelalter, München 1987, s. 20.
[113] Bkz. Ennen, a.g.e., 139; Karen Glente/Lise Winther-Jensen, Female Power in the Middle Ages, Kopenhagen 1989, s. 188-189.
[114] Bkz. Ennen, a.g.e., s. 176; Julia Bolton Holloway, Joan Bechthold, Constance S. Wright, Equally in Good’s Image, Women in the Middle Ages, New York 1990, s. 10; Borst, a.g.e., s. 423; Labarge, a.g.e., s. 173.
[115] Bkz. Ennen, a.g.e., s. 203.
[116] Bkz. Labarge, a.g.e., s. 38; Ennen, a.g.e., 203.
[117] Bkz. Labarge, a.g.e., 136, Ennen, a.g.e., 177.
[118] Bkz. ‘Ali es-Seyyid Mahmud, el-CevarT fT Mucteme’el-Kahire el-Memlukiyye, Kahire 1988, s. 43.
[119] Bkz. ibn Hacar, Durer II, s. 87-88, No: 1483; Da‘bul, a.g.e., s. 93, No: 534.
[120] Bkz. Mahmud, CevarT, s. 87-88; Muhhamed KandTl el-BaklT, et-Tarab fT l-‘Asr el-MamlukT, Kahire 1984, s. 94.
[121] Bkz. el-BaklT, a.g.e., s. 97; Mahmud, a.g.e., s. 93.
[122] Bkz. es-SahavT, Dav’, XII, s. 33, No: 191; el-BaklT, a.g.e., s. 78-83.
[123] Bkz. Mahmud, a.g.e., s. 53.
[124] Bkz. Mahmud, a.g.e., s. 55-56.
[125] Bkz. ibn Hacar, a.g.e., I, s. 83-84, No: 216; Mahmud, a.g.e., s. 88.
[126] Bkz. Mahmud, a.g.e., s. 80-81.
[127] Bkz. Mahmud, a.g.e., s. 98-104; el-BaklT, a.g.e., 20-41.
[128] Bkz. Mahmud, a.g.e., s. 98; el-BaklT, a.g.e., 34-41.
[129] Bkz. el-MakrTzT, Hitat, I, s. 68-70.
[130] Bkz. el-MakrTzT, Hitat, I, s. 265.
[131] Bkz. ‘ħür, el-Mucteme’el-MisrT, s. 225.
[132] Bkz. el-MakrTzT, Suluk, II/1, s. 29, III/2, s. 749.
[133] Bkz. el-MakrTzT, Suluk, III/2, s. 749, IV/2, s. 594, 619.
[134] Bkz. ‘ħur, el-Mucteme‘, s. 123-124.
[135] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, IV/2, s. 1032-1033, 1035.
[136] Bkz. ‘Âşûr, el-Mucteme‘, s. 242.
[137] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, II/1, s. 221.
[138] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, I/2, s. 529.
[139] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, I/2, s. 439.
[140] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, II/2, s. 275.
[141] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, II/3, s. 649.
[142] Bkz. Ahmad ‘Abd er-Râziq, La Femme au Temps des Mamlouks en Egypte, Kahire 1973, s. 44-87.
[143] Bkz. el-Makrîzî, Hitat, II, s. 509.
[144] Bkz. el-Makrîzî, Hitat, II, s. 509.
[145] Bkz. el-Makrîzî, Hitat, II, s. 509.
[146] Bkz. el-Makrîzî, Hitat, II, s. 509.
[147] Bkz. el-Makrîzî, Hitat, II, s. 510.
[148] Bkz. Muhammed Muhammed Emin, el-Evkâf vel-Hayât el-İctimâ‘iyye fî Mısr, Kahire 1980, s. 159-160, 162, 173.
[149] Bkz. ‘Âşûr, el-‘Asr el-Memâlîkî fî Mısr veş-Şâm, Kahire 1994, s. 329.
[150] Bkz. ‘Âşûr, el-Mucteme‘, s. 109.
[151] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, II/3, s. 692.
[152] Bkz. Mufaddal, Nehc, nşr. Kortantamer, s. 57.
[153] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, 111/1, s. 379.
[154] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, 11/3, s. 800.
[155] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, II/3, s. 799.
[156] Bkz. el-Makrîzî, Sulûk, 111/1, s. 222.
[157] Bkz. Mufaddal, Nehc, nşr. Blochet, Patrologia Orientalis XII (1982), s. 466-468.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.