Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Matbaayı Türkler İcat Etmiştir

0 23.772

Ahmet ÇALIŞKAN

İnsanoğlu 20.nci Yüzyılda özellikle teknolojik açıdan kayda değer ilerlemeler sağlamıştır. Hepimizin de bildiği gibi bilimin uzay, tıp, ulaşım, enerji, haberleşme vb. alanlarındaki mevcut kazanımları hayatı daha kolay ve yaşanabilir bir hale getirmektedir. Geçmişte bir sorun olarak karşımıza çıkan olgular, bugün bilimin katkısıyla çözüme kavuşturulmuştur. Karşılaşılan yeni sorunlar da yine bilim marifetiyle ortadan kaldırılacaktır. Sorunların çözümüne ulaşmak eskisi gibi yüzlerce yıl sürmeyecektir. Geçmiş dönemlerin sağladığı bilgi birikimiyle, yakın gelecekte hayal bile edilemeyecek üst seviyede teknolojik medeniyete ulaşmamız muhakkaktır.

Öyleyse bu bilgi ve kültür seviyesine veya birikimine nasıl ulaşılmıştır? Tabi ki insanlar veya medeniyetler sahip oldukları ve elde ettikleri birikimlerini kendinden sonrakine bırakarak. Burada akla şu soru geliyor. Büyük uğraşılar sonucu sahip olunan bu bilgi birikimi nasıl korunmuş ve nasıl sonraki nesillere miras bırakılmıştır?

Bilgi ve becerilerin sonraki nesillere aktarımı elbette hayvanlardaki gibi kalıtsal yollardan olmamıştır. Birincisi, bilgi ve kültür insanlarda ananevi olarak babadan oğula geçmiştir. Fakat bu durum güvenilir bir yol değildir. Çünkü devamlılık bir yerde sekteye uğrayacak ve sahip olunan bilgi kaybolacaktır. İkinci olarak da, insanların bilgi ve kültürlerini resimle, sanatla ve mimari yapılar yoluyla kayıt altına alarak muhafaza ettiklerini görüyoruz. Son olarak da, devreye bilgi ve kültürün yazılı olarak muhafaza edilerek sonraki nesillere aktarımı söz konusudur. Yazıdan kasıt, insanların birikimlerini çeşitli objeler üzerine yazarak kayıt altına almasıdır. Bu objeler taş, kemik, deri, papirüs, parşömen, tahta, kâğıt ve benzeridir. Özellikle kâğıdın icat edilerek kullanılmaya başlanması, diğer objelere nazaran insanlara kolaylık ve avantaj sağlamıştır. Yani kâğıt üzerine yazmak, taş veya deri üzerine yazmaktan daha az zahmetlidir. Yazılı bilgilere talep artınca da, elle yazmanın yetersizliği ortaya çıkmıştır. İşte bu aşamada matbaanın devreye girdiğini görüyoruz.

Matbaa için son ikibin yılın en önemli icadı dersek hiçte abartmış olmayız. Şüphesiz ki matbaanın icadından önce de insanlar kitap yazıyordu. Ancak elle yazmak zaman isteyen, zahmetli ve herkesin yapamayacağı bir işti. Yani bu durum yavaş işleyen bir süreçti. Matbaanın icadıyla insanoğlunun sahip olduğu bilgi birikimi ve kültürünün gelecek kuşaklara aktarılması daha kolay ve hızlı olmuştur. Aynı kitaptan binlerce adet basılarak daha çok insana bilgiler ulaştırılmaktadır.

Matbaanın icadını Gutenberg’e atfetmek gibi yaygın bir kanaat vardır. Oysa Gutenberg’in yaşadığı çağdan yüzyıllar önce biliniyordu, kullanılıyordu ve onunla sayısız kitap basılmıştı. Matbaanın Çinliler mi, yoksa Uygur Türkleri tarafından mı icat edildiği bir tartışma konusudur. Fakat aşağıda gerekçe ve delillerini açığa çıkarttığımız zaman, matbaanın Türkler tarafından icat edildiğini ispatlamış olacağız.

Klasik batı kaynaklarından alınan aktarmalarla düzenlenen ansiklopedi, kitap ve ders kitaplarında matbaa üzerine yapılan ilk çalışmaların Çin’de başlatıldığı yönündedir. Oysa biliyoruz ki, Çinlilerin yaptığı iş, ağaç ve sair maddeleri oyarak üzerine kabartma yazılar yazmak ve bunları mürekkebiyle kâğıda geçirmekten ibaretti. Bu tür bir baskı sistemini Çinlilere mal etmek de yanlıştır. Çünkü onlardan binlerce binlerce yıl önce Mezopotamya’da aynı yolla hazırlanan klişeler yumuşak kile basılıyor, daha sonra bu kil sayfa şeklinde pişirilip sertleştiriliyordu. Çinlilerin Mezopotamya kavimlerinden tek farklılıkları kil yerine kâğıt kullanmalarıdır.[1]

20-25 Eylül 1937 tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen İkinci Türk Tarih Kongresinde, İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden olan Prof. Dr. Theodor Helmuth Bossert “Tabı Sanatının Keşfi” isimli tebliğini Kongreye sunmuştur.[2]

Prof. Dr. Bossert’e göre matbaanın ortaya çıkması için üç şartın olması gerekmektedir. Birincisi; harflerinin adedi çok az olan bir alfabe veya hece yazısının olması şarttır. Oysa Çin yazısı binlerce şekilleri ihtiva etmektedir ve bunlarla baskı yapmak oldukça zor olacaktır. Harflerinin tertibinin zorluğu sebebiyle Çinliler, tercihan tek parçalı blok baskı sistemini kullanmışlardır. Bu sistemde ağaç blok üzerine harfler ve şekiller kabartmalar halinde oyuluyor, basım için ağaç blok fırçayla mürekkeplendiriliyor ve mürekkepli kısmın üzerine kâğıt basılarak yazı ve şekiller kâğıt üzerine aktarılıyordu. Uygurlar da bu sistemi biliyor ve baskı yapıyorlardı (Resim-1,2). İkincisi; baskı sanatı ancak bir metinden birkaç nüshaya ihtiyaç duyulduğu ve okuma isteğinin bulunduğu bir devirde kâr elde etmek maksadıyla ortaya çıkar. Üçüncüsü ise; üzerine basılacak elverişli bir maddenin mevcudiyetine bağlıdır.

Bossert’in dediğine göre; Pi-Sheng adlı bir Çinli demirci, kitap basmak için 1041 tarihinde Çin harflerini madenden imal etmişti. Şüphesiz ki madenden matbaa harfleri dökmek baskı sisteminin ıslahını gösteriyor. Fakat madenden harf kullanılması daha önceden tahtadan harflerin keşfedilmesi ile sıkı sıkıya bağlıdır. Bu keşfi ise bir demirciden bekleyemeyiz. Yukarıda bahsetmiş olduğumuz cihetle, matbaa fikrine ilk defa, alfabe yazısına sahip bir milletin eriştiği daha yakındır. Eğer Pi-Sheng matbaayı alfabe yazısına malik Çinli olmayan bir milletten aldı ise, bu milletin ya Çin ülkesinin içinde oturması yada hiç olmazsa Çin’e komşu bir millet olması gerekir. Biliyoruz ki böyle bir millet var, Çin’e bağlı olmayan komşu Uygurlar.

Burada Uygurların medeniyetini anlayıp, kavrayabilmemiz açısından tarih ve kültürlerinden kısa da olsa bahsetmek faydalı olacaktır. Uygurların tarih ve kültürlerini anlattığımız zaman, gerçekten de Uygurların matbaayı icat edebilecek bir medeniyet seviyesine ulaşmış olduklarını hep birlikte göreceğiz.

Bugünkü Moğolistan’da Selenga nehrinin doğu kıyısında Göktürklere bağlı olarak yaşayan Uygurlar, 745 yılında Göktürklerin yerine geçerek, Uygur devletini kurmuşlardır. Merkezleri Ötüken yaylasında Karabalgasun şehridir.

840 yılında Ötüken’deki Uygur hâkimiyeti Kırgızlar tarafından sona erdirilmiştir. Bu tarihten sonra Uygurlar başlıca iki bölgede varlık gösterebilmişlerdir: Kansu ve Turfan bölgeleri.

Turfan’a gelen Uygurlar burada yeni bir devlet kurdular. Bu devletleri de 1207 yılında Moğollar tarafından yıkıldı. Uygurlar günümüzde Doğu Türkistan diye anılan bu bölgede Çin’e bağlı bir özerk devlet olarak yaşamaktadır.

Kırgızlardan kaçarak Kansu bölgesine gelen Uygurlar tarafından kurulan devlet 1209 yılında Moğolların hâkimiyetine girmiştir. Bu devlete Sarı Uygur Devleti de denilmektedir.

Gerek Turfan ve gerekse Kansu bölgesindeki bu Uygurların fazla bir siyasi ve askeri başarısı görülmemiştir. Ancak Doğu Türkistan’daki Uygur Devleti, doğu-batı ticaret yolları üzerinde bulunduğu için iktisadi bakımdan çok gelişmiştir. 10 ncu Yüzyıl başından 13 ncü Yüzyıl başındaki Cengiz istilasına kadar Uygur Devletinde sanat ve edebiyat çok gelişmiştir. İslamiyet öncesi Türk tarihinde medeniyet eserleri bakımından en zengin dönem bu Uygur çağıdır.[3]

Uygurlarda en çok sevilen din Budizm idi. 630 yılında bile Budizm rağbetteydi. Daha sonra Uygurların Mani dinine girdiğini görüyoruz. 762 yılında Böğü Kağan bunu devlet dini haline getirmiştir. Fakat Böğü Kağan’ın 779 yılında bir suikast neticesinde öldürülmesiyle Uygur Türkleri arasında Budizm yeniden yayılmaya başlamıştır.[4] Daha sonra büyük bir rağbet görmese de Hristiyan Nasturilik ve 934 yılından itibaren de İslamiyet Uygurların sosyal hayatına girmiştir. Mani dini Uygurların savaşçılığını azaltmış; fakat ilim, sanat ve ticaret yönlerinde ise büyük bir gelişme sağlamıştı…. Mani dini, bir tüccar ve şehirli dini idi. Bu dinin ruhları yumuşattığı da doğrudur. Fakat Uygurların sonradan, ilim, edebiyat, ticaret ve diğer sanatlardaki başarıları da, ancak bu dine girme sayesinde mümkün olmuştur.[5]

Uygurlarda yazı bahsine değinmeden önce, yazıyla ilgili bilinenin aksine, bazı gerçekleri belirtmekte fayda vardır. Haluk Tarcan başlangıçları tarih öncesinin derinliklerinde ortaya çıkan atalarımıza Ön-Türkler adını vermektedir.[6] Tarihte ilk yazı olan Türk yazısı, Ön-Türkler tarafından günümüzden 16 bin yıl önce kullanılmaya başlamıştır.[7] Türk dili ve kültürü zaman içinde gelişimini sağlayarak geniş bir coğrafyada etkili olmuştur. Uygurlar da Ön-Türklerin kullandıkları bu yazıyı iyice geliştirmişlerdir. Uygur yazısı bütün Türk boyları tarafından kullanılmıştır.[8] Orta Asya’da en zengin Türk edebiyatı, Uygur harfleri ile vücuda getirilmiştir. Uygur harfleri sağdan sola doğru ve birkaç harf müstesna birbirine bitişik olarak yazılmaktadır. Uygur alfabesinde 18 işaret (harf) bulunmaktadır.[9]

Uygurlar Çin’den maddi medeniyet, hukuk tatbikatı ve idare ile ilgili hususları; Hindistan’dan Budizmi, vahalardaki Sogd ve Tohar sakinlerinden helenistik sanatı; İran’dan Maniheizmi almışlar, Süryani rahipleri ve Sogdlar vasıtasıyla Nasturi Hristiyanlık ve helenistik edebiyat tesiri altında kalmışlardır. İdikut şehrinin 20 m. yükseklikte ve 10 km. uzunluktaki surları arasında kervansaray, Maniheist, Hristiyan ve Budist mabetlerle manastırların harabeleri yan yana bulunur.[10] Anlıyoruz ki, Uygurlar farklı kültürlerden de bir şeyler katarak kendi yüksek medeniyetlerini inşa etmişlerdir.

981-984 yılları arasında Uygur şehirlerinden Turfan ile Beş-Balıg’ı ziyaret eden Çin elçisi Vang Yen-Tö bize çok kıymetli bir seyahatname bırakmıştır. Vang Yen-Tö Uygurlar hakkındaki görüşlerini şöyle özetler: Şehirde (yani Beş-Balıg’da) pek çok evler, kuleler ve bahçeler vardır. Uygurlar zeki, doğru karakterli ve namuslu insanlardır. Altın, gümüş, bakır ve demirden yapılan eşya yapımı ile vazo ve çanak çömlek yapımında, onların gösterdikleri mükemmellik ve fevkaladelik Allah tarafından adeta yalnızca onlara verilmiş bir vergi gibidir.[11]

Yine aynı elçinin seyahatnamesinden, Uygurlarda ziraatın da ileri bir seviyede olduğunu öğreniyoruz. Ovadan geçen bir nehrin mecrasının değiştirildiğini ve açılan kanallarla, bahçeler ile tarlaların sulandığını da görmüştü. Bu sularla büyük değirmenler de işletilirdi. Ovada her türlü hububat yetişirdi.[12]

Her Uygur mabedinin, bir de kitaplığı bulunurdu: Şehrin içinde 50 kadar Budist mabedi vardı. Mabetlerin hepsi de, değerli kitaplarla dolu ve kitaplıklara sahipti. Turfan şehri yakınlarında yapılan kazılarda, kitaplar ile birlikte kütüphaneler de ele geçmiştir. Çölleşmiş olan bu şehirler, artık terkedilmişti. Asırlarca yağmur yağmadığı ve rutubet olmadığı için kitaplar, kumlar arasında çürümeden, zamanımıza gelebilmişlerdir.[13]

Zamanımıza pek çok Uygur arşiv malzemesi de kalmıştır. Öyle ki, bunlar arasında bir küçük bahçenin kiraya verilişi gibi az önemli olan vesikalar da bulunmaktadır. Yazıya geniş kitleler vakıf oldukları gibi, kullanılan hukuki tabirlerden de çoğunluk haberdar idi.[14]

Uygur Türklerinin baş sanatlarından biri duvar resimleri olmuştur. Bunun yanı sıra Uygur Türkleri, kendilerinden evvel gelen Türk boylarında olduğu gibi, keten kumaşlar üzerine yapıştırılan lake resim sanatı, kâğıt ve ipek üzerine tezhip sanatı, kenevir üzerine yapılan resim sanatı, kitap resimleri ve tahta baskı sanatıyla da uğraşmışlardır.[15]

Son yarım asır zarfında eski Uygur Devleti sahasında, bilhassa Uygur Hanlığı merkezi olan Hoco veyahut İdikut şehri harabelerinde yapılan kazılar neticesinde, bu eski Türk kültürünü gösteren ve Uygur dili ile edebiyatını açıklayan, zengin eser parçaları elde edilmiştir. Budist, Manihey ve Hristiyan Uygurlara ait mabetlerden elde edilen büyük bir sayıdaki yazma malzeme, Uygur dili ve edebiyatının azametini belirten, en kıymetli ve milli vesikalarımızdır. Çoğu Türkler arasında yayılmış olan dinlere ait tercüme eserler olduğundan, bunlar, dinler tarihi araştırmaları için, ayrıca mühim bir değer taşımaktadırlar.[16]

Uygurların kültür ve medeniyetlerini daha fazla örneklendirmeye gerek yok gibi görünmektedir çünkü yukarıdaki alıntılar bile onların ulaşmış olduğu seviyeyi anlatmaya yeterlidir. Kısaca bahsedildiği derecede ileri bir kültür seviyesi ve medeniyete ulaşan Uygurların, matbaayı icat etmelerine şaşmamak gerek. Zaten Uygurların yaşadığı bölgede yapılan arkeolojik çalışmalarda elde edilen kanıt ve bilgiler de bu yöndedir.

Albert von Le Coq ve A. Grünwedel 1902-1907 yıllarındaki araştırma gezilerinde, Turfan’da Uygur dilinde sert tahtadan yapılmış yüzlerce harf bulmuşlardır. Sonra P. Pelliot (1906-1909) ve S. Oldenburg’un (1914-1915) Tun-Huang’da meydana çıkardıkları Türkçe harfler dünyada “monotip”[17] matbaa harflerinin en eskileridir.[18] P. Pelliot, Tun-Huang’da mağara tapınaklarından birinin zemininde yüzlerce tahta çubuk bulmuştur. Bu çubukların yüzlerinde Uygurca işaretler vardır. İnce bir testere ile kesildikleri tahmin edilen bu tahta çubuklar; 2.2 cm. yüksekliğinde 1.3 cm. genişliğinde ve 1-2.6 cm. derinliğindedir. Annemarie von Gabain’e göre, bunlar Uygur yazı dilinde kullanılmış olan bazı son ekler olup, baskı sırasında kullanılmak için hazırlanmışlardır.[19]

Bu arkeolojik kazılarda bulunan yazma ve basma metinler, freskler ve kitabeler yıkıntılar arasından tahribe uğramış bir şekilde çıkarılmış ve bu malzemenin büyük bir kısmı, Alman arkeoloji heyetlerince Berlin Etnografya Müzesine (Museum für Völkerkunde) taşınmıştır. İkinci Dünya Harbinde Berlin’in bombardımanında da tahribe uğrayan bu malzemeler, bu halleriyle bile zengin Uygur kültürünü tasvir edebilmektedirler. Uygurlara ait yazma ve basma metinlerin diğer bir kısmı da, bugün Berlin’deki Staatsbibliothek, Marbourg Üniversite Kütüphanesi, British Museumda Aurel Stein Koleksiyonunda ve Hindistan’da Delhi Müzesindedir.[20] Görüldüğü üzere, Uygurlarla ilgili vesikalar yabancı ülkelere dağılmış ve çoğunlukla yabancı araştırmacılar tarafından üzerlerinde araştırmalar yapılmış ve yapılmaktadır. Avrupalı Türkologlar yeni bulunan Uygur kitaplarını “Turkische Turfan Texte, Uigurica” adıyla yayınlamaktadırlar.[21]

Yukarıda Çinli demirci Pi-Sheng’in kitap basmak için 1041 tarihinde Çin harflerini madenden imal ettiğini fakat, matbaa harfleri dökmenin baskı sisteminin ıslahı olduğunu ve madenden harfler olması için tahtadan harflerin keşfedilmesi gerektiğini belirtmiştik. Çinli demirci Pi-Sheng’in maden harflerinden önce tahta harfleri kullanan milleti tespit etmiş oluyoruz. Uygurların 9 ncu Yüzyılda matbaayı tanıdıklarına göre, Çinlilerin bu tarzdan bilgileri olduğu, bu sistemi 11 nci Yüzyılın ortasında oldukça ıslah ettikleri ve tahtadan harfler yerine madenden harfleri ikame ettikleri kolayca anlaşılır.[22] Ayrıca, 1041-1049 tarihlerinde basım yapan ilk Çin matbaası, Çin alfabesinin çok sayıda ve değişik karakterdeki işaretlerden oluşması yüzünden yürümemiş, başlangıçta tasvip görmemiş ve bu tarihten sonra Çin’de tekrar blok baskı sistemine dönülmüştür. Bu da, mantıki olarak matbaanın Uygurlar tarafından bulunmuş olduğu yolundaki görüşü desteklemektedir.[23]

Bossert’in ifade ettiği; matbaanın ortaya çıkması için gerekli olan üç şartın da Uygur medeniyetinde var olduğunu görüyoruz. Birincisi; bir alfabenin olması gerektiğiydi ki, Uygurların alfabesinin olduğunu ve harflerinin adedinin az oluğunu (18 adet) biliyoruz. İkincisi; baskı sanatı bir metinden birkaç nüshaya ihtiyaç duyulduğu ve okuma isteğinin bulunduğu bir devirde kâr elde etmek maksadıyla ortaya çıkmasıydı. 7 nci Yüzyılda Budizm Hindistan’daki zeminini kaybetmiş ve Çin’de de henüz geniş alan ve kitlelere yayılmamıştı. 7 nci-10 ncu Yüzyıllar arasında Doğu Türkistan dünyanın Budizm merkezi olmuştu ve Budist metinlere ihtiyaç duyulduğundan baskı sistemi kullanılmaktaydı.[24] Kazılarda bulunan baskı kitapların çoğunun dini kitaplar olduğunu biliyoruz. Ayrıca yapılan araştırmalar sonucu ele geçen binlerce el yazması eserler de bir baskı sistemine ihtiyaç duyulduğunun ve bu sistemin geliştirildiğinin bir delilidir. Çünkü el ile yazmanın zahmetli ve zaman isteyen bir iş olduğundan bahsetmiştik. Üçüncüsü; matbaa üzerine basılacak elverişli bir maddenin mevcudiyetine bağlı olduğudur ki, bu da kâğıttır. Uygurların kendi kâğıt imalatları olduğu bir gerçektir. Uygur Türklerinin Çinlilerden önce Kagat adını verdikleri kâğıt keçesini buldukları ve imal ettikleri ise, çoktan beri ilim dünyasının malumudur (Resim-3).[25]

Bahsedilen bu bilgilerin ışığında şu sonuca varıyoruz. Uygurlar; 9 ncu ve 10 ncu Yüzyıllarda, Çinlilerin blok baskı tekniği ile çoğaltma tekniğinden değişik bir baskı sanatı bulmuşlar, sert ağaçtan tek tek hareketli Uygur harflerini satırlar halinde dizip sayfaları hazırlamışlar ve sonra da kâğıda basmışlardır.[26] Bu sistem çağdaş matbaanın esasıdır, dolayısıyla Türkler matbaayı ilk icat eden millettir. Annemarie von Gabain Uygur baskı tekniğini şöyle anlatmaktadır: Bir yaprak kâğıt üzerine kelimeler ve ekler istenilen sayıda yazılır, yani bazılarından daha çok, bazılarından birkaç tane… Bu iş ancak bir Uygur tarafından yürütülebilir. Zira eklerin seçimi ve bunların kullanma miktarlarının tayini, ancak bunlar tarafından yapılabilir. Sonra bu elemanlar normal bir baskı bloğu üzerine konularak oyulurlar. Blok, satırlara; satırlar da tek tek elemanlara (hareketli harflere) ayrılır. Daha sonra bunlar tertip kalıbına dizilirler. Bu sistem Çinlilerce bilinmiyordu. O halde bu sistemde tertip edenin de mutlaka Uygur olması gerekir.[27]

Annemarie von Gabain’in neşrettiği, Die Drucke Der Turfan (Berlin, 1967) adlı eserinde, Çin kitapçılığı hakkında çok önemli bilgiler verilmektedir. Çin ve Uygur el yazması ve basma kitapları, kitapların sayfalandırılması bu bilgiler arasındadır. Bu kitaptan edindiğimiz bilgilere göre, Çin’de tomar halindeki el yazması kitaplarda sayfa numarası kaydı yoktur. Buna mukabil basma kitaplarda ise sayfa kaydı, sayfanın sol alt köşesinde bu kayda rastlanır. Bin Buda (Tun-Huang) mağarasından çıkan kitaplarda ise sayfa kaydı, sayfanın sağ üst köşesinde ve çift yapraklar üzerindedir. Bu ise Uygur Türklerine has bir özelliktir. Ayrıca, Gabain hurufat döken Uygur sanatkarlarının Çin matbaacılığında da faaliyet gösterdiklerini ve önemli rolleri olduğunu ifade etmektedir. Yine Gabain’in ileri sürdüğü üzere, Çinliler müteharrik (hareketli) harfleri tek tek değil, kelimeler ve gramatik ekler halinde dökmüşlerdir. Çincenin yapısının böyle müteharrik harfler meydana getirme ve dolayısıyla matbaaya tatbikinin uygun olmaması, matbaanın icadının Uygur Türkleri tarafından olduğu yolundaki görüşleri kuvvetlendirmektedir.[28]

Sırası gelmişken önemli bir ayrıntıya da yer vermek oldukça faydalı olacaktır. Çinlilere ait ilk basılı vesikalar hep Çin Türkistanı’nda bulunmuştur ve Uygurlar adı geçen bu topraklar üzerinde en az 9 ncu Yüzyıla kadar hüküm sürmüşlerdir.[29] Bu da matbaanın bir Çin icadı değil de bir Uygur icadı olduğunu kuvvetlendiren delillerden birisidir.

Albert von Le Coq’un Uigurica adıyla üç büyük cilt halinde yayınladığı, Turfan, Beş- Balıg ve bilhassa Kara-hoço (İdikut) gibi Uygur Türk şehirlerinde bulunmuş fresk, ilk olarak Uygur ülkesinde gerçek çehresini kazanmış minyatürlü, tezhipli ve hususi surette ciltli yazma ve basma kitaplara dair eseri, M.S. 7 nci-8 nci Yüzyıllarda bu sanatların Uygur Türklerinde ne derece ilerlemiş olduğunu açıkça göstermektedir (Resim-4,5). Bu da ayrıca ispatlamaktadır ki, Uygurlar kitabın hususi surette ciltlenmesi, resimlendirilmesi ve tezyinine (süslenmesine) varıncaya kadar her çizgisiyle mükemmel bir kitapçılık sanatına sahiptirler.[30]

Moğollar yüksek Uygur kültürünü benimsemişler ve bunu 13 ncü Yüzyılda doğuda Çin’den batıda Almanya sınırlarına kadar götürmüşlerdir. Avrupa’nın da matbaa ile tanışmasının Moğollar vasıtasıyla olması kuvvetli bir ihtimaldir. Çünkü Avrupa henüz o dönemde karanlık orta çağ içerisindedir.

Bütün bu veriler bize göstermektedir ki, Batıda yaygın olarak matbaanın mucidi diye bilinen Gutenberg’in yaptığı şey, kendine bir sermayedar bularak Uygur Türklerinin icat etmiş olduğu baskı tekniğini geliştirmek ve daha hızlı baskıyı gerçekleştirmekten başka bir şey değildir. Diğer bir deyişle, Gutenberg matbaanın mucidi değil, ancak geliştiricisidir.

Öte yandan, hareketli harflerin kullanıldığı matbaayı ilk olarak Uygur Türklerinin icat etmiş olması, Türkler için teknolojik bir miras olmamıştır. Gutenberg’in geliştirmiş olduğu matbaa, Osmanlıda toplumsal nedenler dolayısıyla çok geç kullanılmaya başlamıştır.

İnsanlığın hizmetine sunulan ve bir Türk icadı olan matbaa, Türk kültür ve medeniyetinin ulaşmış olduğu seviyeyi gösteren kanıtlarından biridir. Fakat bilinenin aksine, matbaanın bir Çin icadı olduğu şeklindeki ifade ancak ve ancak Türk kültür ve medeniyetini silmeye yöneliktir. Haluk Tarcan’ın da belirttiği gibi, günümüzde Uygur devletinin topraklarında var olan kültür ve tarihinin şahidi ve kanıtı olan yapılar sistemli bir şekilde yok edilmektedirler. Çin yönetiminin stratejisi bu Ön-Türk topraklarında tarihin Çin uygarlığıyla başladığını kabul ettirmektir.[31]

Daha önce de ifade ettiğimiz üzere, matbaanın Çinliler mi, yoksa Türkler tarafından mı icat edildiği konusundaki tartışmalara yukarıdaki açıklamalar neticesinde bir açıklık getirmiş oluyoruz. Yukarıda açıklanan deliller ve gerekçeler çerçevesinde özetle;

  1. Çinliler, Uygurlardan önce ağaç ve sair maddeleri oyarak ve üzerine kabartma yazılar yazarak bunları mürekkebiyle kâğıda geçirmişlerdir. Oysa Uygurlar 9 ve 10 ncu Yüzyıllarda, Çinlilerin bu blok baskı tekniği ile çoğaltma tekniğinden farklı olarak, çağdaş matbaanın esası olan, hareketli Uygur harflerini kullanmışlardır. Çinliler ise 1041 yılında Uygurların tahtadan harfleri yerine madenden harfler imal ederek Uygurların baskı sistemini geliştirmişlerdir.
  2. Çin yazısı binlerce şekilleri ihtiva etmektedir ve bunlarla baskı yapmak oldukça zor olacaktır. Uygur yazısı 18 harften ibarettir ve bu harflerle baskı yapmak, Çin yazısı ile baskı yapmaktan daha kolay olacak ve daha az zaman alacaktır.
  3. Matbaa harfleri döken Uygur sanatkârlarının Çin matbaacılığında da faaliyet gösterdiğini Annemarie von Gabain’in çalışmalarından biliyoruz. Buradan da Uygurların, Çinlilere hareketli harflerle baskı yapma tekniğini öğrettiği sonucunu çıkarabiliriz.
  4. Çinlilere ait ilk basılı vesikaların Uygurların hüküm sürdüğü Çin Türkistan’ında bulunması da, matbaanın icadının Uygurlar tarafından gerçekleştirildiği yolundaki görüşleri kuvvetlendirmektedir.

Bütün bu delil ve gerekçeler bizi, matbaanın bir Çin icadı değil bir Türk icadı olduğu sonucuna götürmektedir.

Ahmet ÇALIŞKAN

ATEM Askeri Tarih Şube Müdürlüğü Tarih Uzmanı.


KİTAPLAR:

♦ ALPTEKİN Erkin, Uygur Türkleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1978.
♦ ASLANAPA Oktay, Türk Sanatı, 2. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1989.
♦ BİNARK İsmet, Eski Kitapçılık Sanatlarımız, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1975.
♦ CAFEROĞLU Ahmet, Türk Dili Tarihi, 4. Baskı, Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd.Şti., İstanbul, 2001.
♦ GÖMEÇ Saadettin, Uygur Türkleri Tarihi ve Kültürü, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1997.
♦ GÜNGÖR Erol, Tarihte Türkler, Ötüken Neşriyat A.Ş., İstanbul, 1988.
♦ KAFESOĞLU İbrahim, Türk Milli Kültürü, 3. Baskı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1984.
♦ ÖGEL Bahaeddin, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 1. Cilt, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1971.
♦ RASONYİ Laszlo, Tarihte Türklük, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1971.
♦ TARCAN Haluk, Tarihin Başladığı Ön-Türk Uygarlığı Resmi Tarihin Çöküşü, 2. Baskı, Töre Yayın Grubu, İstanbul, 2004.
MAKALELER:
♦ BİNARK İsmet, “Türk Matbaacılığının Tarihçesi: Uygurlarda Matbaa’’ Yeni Türkiye, Sayı:12, İstanbul, 1996.
♦ BOSSERT Theodor Helmuth, “Tabı Sanatının Keşfi’, İkinci Türk Tarih Kongresi, Tebliğler (İstanbul, 20 – 25 Eylül 1937), İstanbul, 1943.
Dipnotlar:
[1] www.geocities.com/chelick2000/Makale.htm.
[2] Theodor Helmuth Bossert; “Tabı Sanatının Keşfi”, İkinci Türk Tarih Kongresi, Tebliğler (İstanbul, 20 – 25 Eylül 1937), İstanbul, 1943, s. 423.
[3] Erol Güngör; Tarihte Türkler, İstanbul, 1988, s.44.
[4] Erkin Alptekin; Uygur Türkleri, İstanbul, 1978, s.94-96.
[5] Bahaeddin Ögel; Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 1 nci Cilt, İstanbul, 1971, s.98-99.
[6] Haluk Tarcan; Tarihin Başladığı Ön-Türk Uygarlığı Resmi Tarihin Çöküşü, 2. Baskı, İstanbul, 2004, s. 14.
[7] A.g.e., s. 107.
[8] Oktay Aslanapa;Türk Sanatı, İstanbul, 1989, s.11.
[9] Ahmet Caferoğlu; Türk Dili Tarihi, 4 ncü Baskı, İstanbul, 2001, s.169.
[10] Laszlo Rasonyi; Tarihte Türklük, Ankara, 1971, s. 109.
[11] Ögel, s. 119.
[12] a.g.e., s. 120.
[13] a.g.e., s. 129.
[14] Rasonyi, s. 112.
[15] Alptekin, s. 97.
[16] Caferoğlu, s. 152.
[17] Monotip: Harfleri ayrı ayrı döken baskı makinesi.
[18] İbrahim Kafesoğlu; Türk Milli Kültürü, 3 ncü Baskı, İstanbul, 1984, s. 303., Aslanapa, s. 11, Bossert, s. 425, www.ozturkler.com/data/0001/00011753.htm.
[19] İsmet Binark; “Türk Matbaacılığının Tarihçesi: Uygurlarda Matbaa” Yeni Türkiye, Sayı:12, Kasım-Aralık 1996, s.1594.
[20] Binark, a.g.m., s.1593.
[21] www.geocities.com/chelick2000/Makale.htm.
[22] Bossert, s. 425.
[23] Binark, a.g.m., s. 1494.
[24] http://64.233.187.104/search?q=cache:IPkFCJVSP34J:the_Uighurs.tripod.com?Scrpt.htm.
[25] Aslanapa, 11, Saadettin Gömeç; Uygur Türkleri Tarihi ve Kültürü, Ankara, 1977, s. 79., İsmet Binark; Eski Kitapçılık Sanatlarımız, Ankara, 1975, s. 61.
[26] Kafesoğlu, s. 303, Aslanapa, s. 11, www.avaralar.org/showthread.php?t=13035.
[27] Binark, a.g.m., s. 1595-1596.
[28] Binark, a.g.e., s. 60-61.
[29] a.g.e. s. 61.
[30] a.g.e. s. 62.
[31] Tarcan, s. 85.
Tahta Oyma Baskı, Uygurca Bir Kitap Parçası.
Resimli Tahta Oyma Baskı.
Türk Dünyasında Kâğıt Üzerine Yazılmış En Eski Metin. Mani Dinine Ait Uygurca Bir Kitap Yaprağı.
Mani Dinine Ait Resimli Uygurca Bir Kitap Kalıntısı.
Mani Dinine Ait Resimli Uygurca Bir Kitap Kalıntısı.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.